Demet SENBAŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Demet SENBAŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Şubat 2017 Pazartesi

İRAN’IN NÜKLEER ENERJİ POLİTİKASI: KÜRESEL VE BÖLGESEL BİR TEHDİT Mİ? BÖLÜM 2



İRAN’IN NÜKLEER ENERJİ POLİTİKASI: KÜRESEL VE BÖLGESEL BİR TEHDİT Mİ? BÖLÜM 2


        İran’a yönelik yaptırımlar, ilk olarak BM Güvenlik Konseyi 1696 sayılı kararıyla uygulanmıstır. Bu karar bir uyarı niteliğindedir. Ancak 23 Aralık 2006 tarihli 1737 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı beraberinde yaptırımları da getirmistir. Krizin baslangıç asamasından beri ağır yaptırımları destekleyen ABD, İngiltere ve Fransa da bu kararı desteklemektedir. Rusya ve Çin’in vetosu nedeniyle ancak uyarı niteliğinde kararlar çıkarabilen ABD 2006 tarihli kararla Rusya’yı da ikna etmistir ancak Dran’da Rusya’nın o dönemde yapımına devam ettiği Busehr Tesisleri yaptırımlar içerisine dahil edilememistir. Karar, nükleer teknolojileri kapsamakta faaliyetlerin durdurulup askıya alınmasını, Ek Protokolün İran Meclisi’nde onaylanmasını ve İran’ın IAEA ile isbirliğine gitmesi gerektiğini öngörmektedir. Bu kararda askeri harekat seçeneği Rusya ve Çin vetosu nedeniyle yoktur. BM’nin uyarıları dikkate almazsa yeni 
yaptırımlar uygulayacaklarını belirten kararını Ahmedinejad yok saymıs ve nükleer faaliyetlere devam edecekleri mesajını vermistir.52 

24 Mart 2007 tarihli 1747 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı bir önceki karara göre daha etkilidir. Silah ambargosu, nükleer faaliyetlerle alakası olduğu tespit edilen çesitli kisi ve kurulusların malvarlıklarını dondurulması, tüm devletlere insani yardımlar dısında İran’la kredi, imtiyaz ve mali yardım anlasmaları yapılmamasını öngörmektedir. Bunun yanı sıra askeri yaptırımlar uzak ihtimal olarak görünmeye devam edilmektedir. İran’ın uyarılara uyması halinde yaptırımların kademeli olarak kaldırılacağı da öngörülmektedir.53 

3 Mart 2008 tarihli 1803 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı, İran’ın Güvenlik Konseyi’ni ve kararlarını ciddiye almaması üzerine alınmıstır. İngiltere ve Fransa İran’ın nükleer zenginlestirme faaliyetlerine son vermesi için 3 ay süre tanımıstır. Daha önceki kararla malvarlıkları ve hesapları dondurulan kisilerin listesi genisletilmistir. Bu kararla beraber İran ekonomisi kötüye gitmeye 
baslamıs ve Ahmedinejad iç ve dıs politikada yoğun elestirilere maruz kalmıstır. Bunun yanı sıra İran halkında da yaptırımların psikolojik etkileri belirginlesmeye baslamıstır.54 

27 Eylül 2008 tarihli 1835 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı bir önceki karardan farklı yenilikler içermemektedir. Gürcistan krizi sebebiyle Rusya’yı yeni yaptırımlar almak için ikna etmek zor olmustur. Ancak IAEA raporları ve yapılan görüsmeler sonrasında ABD ve Batılı devletler eski kararları içeren bir metin hazırlayarak Rusya’nın da onayını almıslardır. Bu karar ile beraber yenilik içermemesi nedeniyle İran’ın kazançlı olan taraf olduğu yorumları yapılmıstır. Batılı ülkeler açısından da bütünlük mesajları verebilmek adına bir hamle olduğu söylenebilir.55 

Obama, yönetime geldiği andan itibaren büyük umutlarla baslattığı diplomatik çabalardan 2009 yılı sonuna kadar bir sonuç elde edemeyince iyimser ve diplomasiyi ön planda tutan yaklasımını terk etmistir. İran’a yönelik siyasal baskıların arttırılmasına ve yaptırımlar uygulanmasına çalısmıstır. 17 Mayıs 2010’da, ABD’nin Çin’i ve Rusya’yı ikna etmeye çalıstığı dönemde, İran’ın, Türkiye ve Brezilya’nın arabuluculuk çabalarıyla, İran’ın düsük oranda zenginlestirilmis uranyumunun Türkiye’de depolanması ve bunun karsılığında Rusya ve Fransa’dan %20 oranında zenginlestirilmis uranyum almasına iliskin planı kabul ettiği açıklanmıstır. Ancak bu plan İran’ın zaman kazanmak için attığı taktik bir adım olarak görülmüs ve uygulanamamıstır. Ardından ABD Dısisleri Bakanı Hillary Clinton Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri arasında Dran’a yeni yaptırımlar uygulanmasına yönelik anlasmaya varıldığını açıklamıstır. İlk kez 2010 yılında IAEA yetkilileri İran’ın nükleer silah üretmeye yönelik gizli faaliyetlerde bulunduğuna iliskin kanıtlara sahip olduklarını açıklaması nedeniyle Rusya ve Çin de yaptırım kararlarına karsı çıkmamıstır. ABD, Rusya’nın desteğini alabilmek için, İran ve Suriye’ye silah satan ve teknoloji transferinde bulunan dört Rus firmasına 1999’dan beri uyguladığı yaptırımları kaldırmıstır.56 

ABD’nin diplomatik çabalarından sonra Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri 9 Haziran 2010’da 1929 sayılı kararı kabul ederek bir dizi yaptırım uygulamaya baslamıstır. Sert ve kapsamlı kararlar içeren 1929 sayılı karar, İran’ı nükleer çalısmalarının denetlenmesi konusunda BM ile isbirliği yapmaya zorlamayı amaçlamaktadır. Bu karar ambargo niteliğinde olup, devletlerin İran’a silah satmalarını yasaklanmıs, İran’a nükleer malzeme gönderilmesinin önlenmesi için bir denetim sistemi kurulmus, İran’a giden gemilerin açık denizde durdurularak 
denetlenmesini öngörülmüs, İran’ın uluslararası bankacılık sistemi aracılığı ile nükleer programlarını finanse etmesini önleyecek önlemler getirilmis, yaptırımları denetleyecek ve uygulayacak bir komite kurulmustur. Böylece bu kararla İran’a yönelik yaptırımlar oldukça ağırlasmıstır. Bununla birlikte ABD, 1 Temmuz 2010’da İran’a yönelik kapsamlı bir yasa çıkararak tek taraflı olarak da bir dizi yaptırım uygulama kararı almıstır. Bu yasa İran petrolleri ile is yapan sahıslara ve sirketlere yöneliktir. ABD’nin bu kararıyla, Avrupa Birliği, Avustralya, Japonya, Güney Kore, Norveç ve Kanada da tek taraflı olarak İran’a yaptırım uygulama kararı almıstır. İran ile P5+1 ülkeleri arasında yaptırımların gölgesinde gerçeklestirilen ve Aralık 2010’da Cenevre’de, Ocak 2011’de de Dstanbul’da gerçeklestirilen görüsmelerden sonuç elde edilememistir. Dran, müzakerelere devam etmek için yaptırımların kaldırılmasını ve nükleer 
faaliyetlerin İran’ın doğal hakkı olduğunun kabul edilmesini dile getirmistir. IAEA’nın Kasım 2011’de İran’ın nükleer faaliyetlerinin sadece enerji üretmeye yönelik olmadığı yönündeki raporu iliskileri yeniden germistir.57 

P5+1 ile nükleer müzakerelerin sürdürülmesi uluslararası toplumun bir kararı olarak İran’a bildirilmis, İran ise uranyumu %20 oranında zenginlestirmek isteğinden vazgeçmeyeceğini dile getirmistir. 15 Nisan 2012’de P5+1 ülkeleriyle müzakereler İstanbul’da gerçeklestirilmistir. Daha sonraki müzakereler sırasıyla Bağdat, Moskova ve yeniden İstanbul’da yapılmıstır. İran, müzakerelerde Türkiye’nin, %20 oranında uranyum zenginlestirme isteğinden vazgeçmesi doğrultusundaki önerisini kabul etmemistir. ABD, 28 Haziran 2012’ye kadar ülkelere İran’dan petrol alımından vazgeçmeleri çağrısı yapmakla birlikte, AB’de 1 Temmuz 2012’den itibaren ambargoyu uygulayacağını duyurmustur. Hemen ardından Yunanistan, Dngiltere ve Fransa, petrol ithalini durdurmustur. 58 

AB, zaman içinde zengin enerji kaynaklarına sahip olan İran ile yakınlasmak istemistir. 21 Ekim 2003’te AB ile Dran, IAEK Ek Protokolü’nü imzalamak ve Meclisinde onay sürecini baslatmak, tüm zenginlestirme çalısmalarını da durdurmak yönünde anlasmıslardır. AB, bu bağlamda İran’ın nükleer enerji hakkını tanıyacaktır. Ancak Ahmedinejad’ın yeniden Cumhurbaskanı seçildikten sonra, nükleer faaliyetlerine tekrar baslayacağını açıklaması bu anlasmanın geçerli olmasına engel olmustur. Bu tarihten sonra, AB ve ABD’nin Dran’ın nükleer politikasına yönelik tutumları birbirine yaklasmaktadır. ABD’nin İran’la resmi diplomatik iliskiye girmemek için taleplerini AB aracılığıyla ilettiği söylenebilir. AB ise krizin diplomatik müzakereler yoluyla çözülebileceğine inandığını açıklamıstır. 

Son olarak Cenevre’de yapılan görüsmeler 24 Kasım 2013 tarihinde anlasma sağlanarak olumlu sonuç vermistir. İran ile P5+1 arasındaki, İran’ın nükleer programına iliskin müzakerelerde anlasmaya varılmıstır. Anlasmaya göre, İran zenginlestirilmis uranyum seviyesini % 5’te tutacaktır. Ayrıca İran artık ek zenginlestirme tesisleri insa etmeyeceğinin taahhüdünü vermistir. İran, önemli tesislerinin artık günlük olarak kontrol edilebileceğini ve ARAK tesislerinin de faaliyetlerinin durdurulacağını söylemistir. Karsılığında uluslararası alanda İran’a 
uygulanan yaptırımların hafifletileceği, anlasmanın sartlarına uyulması halinde 4.2 milyar dolarlık bir fonun kullanılabileceği açıklanmıstır. İran Dısisleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ise anlasmanın önemli bir ilk adım olduğunu ifade ederek kurulan komisyonla anlasmanın yürütülmesi için çaba sarf edileceğini söylemistir.59 

5. İran’ın Belli Baslı Dünya Aktörleriyle İliskileri 

5.1. İran-ABD İliskileri 


İran’ın dıs politikası ABD ve İsrail düsmanlığına dayanmaktadır. Ortadoğu’da bu iki devletin aleyhine dıs politikasını belirlemektedir. İran’daki dini çevre sık sık İsrail’in nükleer kapasitesine yönelik söylemlerde bulunmaktadır ancak İran’ın nükleer programının baska amaçları da vardır. Irak’ın isgalinden sonra nükleer güç çalısmalarının ve nükleer güç sahibi olmanın kendisine prestij ve caydırıcılık kazandırdığını anlamıstır. 60 ABD istihbarat birimleri, İran’ın ciddi sekilde nükleer silahlarla ilgilendiğini söylemektedirler ancak İran bu iddiaları 
reddetmektedir. İsrail’in elinde bulunan nükleer silahları büyük tehdit olarak gören İran, İsrail’in nükleer gücüne karsılık olarak bu konudaki çalısmalarını yoğunlastırdığını belirtmektedir.61 


İRAN NÜKLEER SANTRALLERİ

ABD’nin Orta Doğu’ya yakından ilgi duyması 2. Dünya Savası’ndan sonra baslamıstır. İlk dönemde ABD’nin bölge politikası, yeni kurulmus olan İsrail’in güvenliği ve bölgeye olası SSCB yayılmacılığının önüne geçebilmektir. Daha sonra bu amaçlara bölgedeki dost ve müttefik rejimlerin korunması, Orta Doğu petrollerinin bölgeden sorunsuz bir sekilde çıkarılması ve uluslararası pazarlara sorunsuz bir sekilde ulastırılması da eklenmistir. ABD, Soğuk Savas süresince izlediği SSCB’yi çevreleme politikası çerçevesinde güneyde İran’ı kullanmaktadır. Bu durum 1979’da İran İslam Devrimi’yle bozulmustur. Devrim’den sonra iktidara gelen İslami rejimi, ABD, “Ser Ekseni” olarak tanımlamıstır. İliskileri kötü etkileyen diğer bir olay da 4 Kasım 1979’da gerçeklesen rehineler krizidir. Irak-İran savasında Reagen’ın İran’a silah sattığının ortaya çıkmasıyla bilinen “Irangate” skandalı ve bunun etkileri de önemlidir. İran rejiminin her fırsatta ABD’ye kin ve öfke mesajları yollaması ikili iliskilerin gerilmesinde etkili olmustur. 62 

İran’ın reformist Cumhurbaskanı Muhammed Hatemi (1997-2005), Batı’yla diyalog yollarını aramaya çalısmıssa da 11 Eylül olayları ve Irak’ın isgali ABD-İran iliskilerini yeniden gerginlestirmistir. İran’ın 2002 yılında IAEA’nın bilgisi dısında Nükleer tesisler insa ettiğinin ortaya çıkması (Natanz ve Arak) ve bu tesislerde nükleer silah üretmeye basladığının iddia edilmesi iliskileri tehlikeli boyutlara tasımıstır. Yine aynı dönemdeki ABD’nin Irak’ta denetimi ele alamaması, Büyük Orta Doğu Projesi ve Kuzey Afrika Projesi’nde İran’ın ABD’ye engel teskil etmesi iliskileri olumsuz etkilemistir.63 

Hatemi döneminde İran’ın Avrupa ile iliskilerinde kısmen düzelme olduğu söylenebilir. Ancak ABD ile böyle bir düzelme olmamıstır. 11 Eylül sonrası, ABD Baskanı George W. Bush, İran’ı Irak ve Kuzey Kore ile birlikte “ser ekseni” ve “ Haydut Devletler ” listesinde tanımlamıstır. 

Buna karsın İran, etki alanını kullanarak Hizbullah ve benzeri yapılar aracılığıyla İsrail ve ABD karsıtı eylemlere desteğini arttırmıstır.64 

ABD’nin İran iliskileri açısından önemli bir etken de, Büyük Ortadoğu Projesi açısından önem tasıyan İsrail faktörüdür. 
İsrail Saddam’ın devrilmesinden sonra İran’ı birincil düsman ilan etmistir. Ayrıca İran’ın BM daimi üyeleri olan Çin ve Rusya ile hem siyasi hem ticari iliskileri, 
sahip olduğu enerji kaynakları ve jeopolitik kaynakları ikili iliskilerin önemli unsurlarıdır.65 

14 Ağustos 2002 tarihinde Ulusal Direnis Örgütü ve Halkın Mücahitleri Örgütü66 eski üyesi olan Alireza Jafarzadeh, Washington D.C.’de yapılan basın toplantısında, Natanz ve Arak tesislerinde gizli nükleer projeleri açıklayan bir konusma yapmıstır. Bu açıklamalar, ABD için bir delil olmus ve İran’ı nükleer silah üretmekle suçlamıstır. ABD, İran’ın bu gizli yürüttüğü faaliyetlerin ortaya çıkmasından sonra İran’dan, ani denetime imkan verecek ek sözlesmenin meclis onayından geçirilmesini ve bütün uranyum zenginlestirme faaliyetlerinin durdurulmasını istemistir.67 
Bu asamadan itibaren IAEA devreye girmistir. İran daha önce bahsedildiği gibi IAEA’yı zamanında bilgilendirmediğinden NPT’yi kısmen ihlal etmistir. Bu durum büyük bir krize yol açmıstır. ABD’nin de “ Şer Ekseni ” veya “ Haydut Devlet ” olarak tanımladığı devletlerdeki temel hedefi her türlü uranyum zenginlestirme faaliyetlerinin durdurulmasıdır. İran nükleer krizi salt uluslararası bir sorun olmaktan ziyade ABD-İran düsmanlığına dönüsmüstür. 

İki ülke arasında doğrudan diyalog sağlanamaması da gerginliği tırmandırmıstır. Bush hükümeti, her defasında İran’ın uranyum zenginlestirme faaliyetlerini tamamen durdurmasını, aksi takdirde ekonomik yaptırım veya askeri müdahale seçeneklerinin uygulanmak üzere hazır tutulduğunu dile getirmistir. Ancak Irak isgalindeki basarısızlık ve bunun basta ABD halkı olmak üzere tüm dünyadaki yankıları askeri müdahale konusunun rafa kaldırılmasına neden olmustur. Krizin baslangıcından itibaren ABD’nin istediği, konunun IAEA tarafından değil BM Güvenlik Konseyi’nce değerlendirilmesidir. Konuyu Güvenlik Konseyi’ne tasımak yaptırım uygulayabilmek anlamında önemlidir. Çünkü Irak operasyonunda uluslararası normlara uyulmamıs ve büyük tepki çekilmistir. Ancak sorun Konsey’e tasınmıs olmasına rağmen somut bir yaptırım kararı çıkarılamamıs ve çözüm hep ileri bir tarihe ertelenmistir. 

Kriz sürecinde bir diğer önemli unsur da İran’ın Mayıs 2003’te ABD’ye sunduğu müzakere paketidir. Taraflar burada önerilerin kendi taraflarından yapılmadığını savunurlar. İran, Hamas ve İslami Cihad örgütlerine sağladığı desteği kesmeyi, İsrail’e karsı yaptıkları saldırılar için onlara baskı kurmayı ve Hizbullah’ın silahsızlanarak siyasi bir parti haline dönüsümüne destek vermeyi kabul etmistir. Nükleer programları konusunda da, istenilen tüm güvenceleri vereceğini, Ek Protokolü imzalayacağını ve hatta ABD’nin programa dahil olmasını da 
önermistir. Irak konusunda da bağımsız bir hükümet kurulması için ABD ile isbirliğine gideceğini söylemistir. Ayrıca Beyrut Deklarasyonu’nu onaylayacağını taahhüt etmistir ki bu İsrail’i tanımak anlamına gelmektedir. Bunların karsılığında İran’ın istediği, Halkın Mücahitleri Örgütü’nün tasfiye edilmesi, ser ekseni ülkelerinin arasından çıkarılmak, ABD ile devam eden düsmanlığa son vermek, iç islerine müdahalelerin önüne geçmek, nükleer teknolojiden faydalanma hakkının tanınması ve İran’ın güvenliğine saygı duyulmasıdır.68 
İran’ın bu tavizlerine rağmen dönemin neo-conservative yöneticileri Rumsfeld ve Cheney bu önerilere yanasmamıstır. 
Nükleer teknolojiler anlamında elle tutulur bir gelisim gösteremediği döneminde İran’ın vermis olduğu bu kadar tavize rağmen ABD bu fırsatı değerlendirmemis, Bush iktidarı birçok Amerikan siyasetçi tarafından elestirilmistir. 

İki devlet arasındaki müzakere çabalarında ilk resmi çağrı Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi Baskanı Abdülaziz El Hekim’den gelmistir. Bu çağrı Irak’taki sorunların çözümü ve istikrarın sağlanması için yapılmıs ve İran Hükümetinden de destek görmüstür. O dönemde İran ve ABD’nin diğer konularda da müzakere edebileceği konusu gündeme gelmis ancak dönemin İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Alireza Asefi “ABD’nin ülkemize yönelik bakıs açısı değismediği sürece diğer konularda kendileriyle müzakere masasına oturmamız mümkün 
değildir.” yanıtını vermistir.69 

İki ülkenin bu görüslere rağmen müzakere masasına oturacak olması olumlu bir gelismedir. Ancak belirlenen tarihte bu görüsmeler yapılamamıstır. 
Bu dönemde 2005 Cumhurbaskanlığı seçimlerini kazanan, radikal kanattan Mahmud Ahmedinejad tarafından ABD Baskanı Bush’a gönderilen bir mektup ile iliskiler farklı bir boyuta tasınmıstır. Mektup, ABD-İran iliskilerine pek fazla değinmemis daha çok tarihi, felsefi, dini ve tavsiye niteliğinde görüsleri içermektedir. Buna rağmen yıllardır süregelen tabuların yıkılması yolunda 
önemli bir adımdır.70 Ahmedinejad’ın Mektubundan önce müzakerelerin sadece Irak konusunda olacağını dile getiren Bush Hükümeti, aniden tutum değistirerek ortaya koyacağı sartın yerine getirilmesi halinde İran ile nükleer kriz konusunda müzakere masasında oturacağını söylemistir. 

Bu açıklamayı yaparak ABD İran ile nükleer enerji konusunda müzakere yapması yönündeki baskıları dindireceğini düsünmüstür. ABD’ye göre İran yapılan teklifi kabul etse de, etmese de kazançlı çıkan taraf ABD olacaktır. Bu teklifin yapılmasında amaç orta yol aradığını söyleyerek, Güvenlik Konseyi’nde Rusya ve Çin’in desteğini kazanacak ortak bir zemin olusturmaktır. Bunun yanı sıra, Kasım 2006’da ABD’de yapılan ara seçimlerde temsilciler meclisinde çoğunluğu kazanan Demokratlar, müzakere sürecinin hızlanmasına katkı sağlamıslardır.71 

Güvenlik Konseyi 2006, 2007 ve 2008 yıllarında İran ile ilgili çesitli kararlar almıstır. İran’ın nükleer faaliyetlerini derhal durdurması, diğer devletlerin İran’a uranyum zenginlestirme faaliyetlerine katkı sağlayacak her türlü teçhizatın transferine engel olması, yabancı devletlerin ve kurumların insani amaçlar dısında İran’a mali yardım ve kredi vermemesi gibi hükümler öngörülmüstür. İran’ın nükleer silah ürettiğinin resmi bir kanıtı olmamasına rağmen alınan kararlara uymaması ve uranyum zenginlestirme faaliyetlerine devam etme çabalarına karsın, Güvenlik Konseyi’nden giderek ağırlasan kararlar çıkmaya devam etmistir. Ancak Çin ve Rusya’nın muhalefetiyle karsılasmamak için kullanılan dil yumusak ifadeleri içermistir. 

Dolayısıyla ABD ilgili kararlar ile beklentilerini elde edememistir. Bunun üzerine İran üzerindeki baskılarını arttırmıstır. Ancak bölgede müttefik Arap ülkelerini ve İsrail’i silahlandırarak İran’ı izole etmeye yönelik bir politika izlemesi, İran’a dayattığı ön sartlarda ısrarcı olmaya devam etmesi, İran’a karsı askeri müdahale gerçeklestirileceğine yönelik duyumların sürekli olarak gündeme gelmesi nedenleriyle Barack Obama’nın Baskan seçildiği Ocak 2009 itibariyle sorununun çözümüne dair bir gelisme olmamıstır. 72 

Obama ile birlikte İran politikasının uygulanmasında Çin ve Rusya faktörü belirginlesmeye baslamıstır. Özellikle Rusya, nükleer tesis insası, teknolojik ve askeri destek konularında İran’a yardım etmekte, kovansiyonel silahların satılmasında İran’ı iyi bir pazar olarak görmektedir. Rusya ayrıca, İran sorununu ABD ile iliskilerinde bir koz olarak kullanmaktadır. NATO’nun füze kalkanları kurması ve Rusya’nın nüfuz alanına doğru genislemesi konularında ABD’yi caydırmak için İran’a S-300 füzeleri satmakla tehdit etmistir. 
Ancak, BM Güvenlik Konseyi veto hakkıyla İran’a yaptırımları uzunca süre engelleyen Rusya, İran’ın müzakerelerde uzlasmaz bir tavır sergilemesi ve nükleer silah üretme yönündeki bulguların ortaya çıkmasıyla 2010 yılından itibaren ABD politikalarına muhalefet etmeyi bırakmıstır.73 

Obama, ABD’nin Ortadoğu politikasında değisiklik vaadiyle basa gelmis, İran politikasını da bu sekilde değerlendirmistir. Göreve geldikten sonra öncelikle İran ile iliskileri düzeltmek için çaba gösteren ve diplomasiye öncelik veren Obama yönetimi, bu çabalarına Tahran rejiminden karsılık alamaması üzerine, tak taraflı olarak ve müttefikleri vasıtasıyla yaptırımlar uygulayarak, Güvenlik Konseyi’nde yaptırım kararları alarak ve İran yönetimini müzakere masasına oturtmaya çalısmıstır. Obama, Bush yönetiminin aksine, Ocak 2009’da İran ile nükleer kriz hakkında görüsmek için ön kosul koymayacağını açıklamıstır. Ayrıca, Bush’tan farklı olarak, İran’ı müzakere masasına oturmaya zorlamak için tek taraflı olarak uyguladığı yaptırımların süresini uzatmakla birlikte, ilave yaptırımlar uygulanması ve askeri güç seçeneğinin ön plana çıkarılmasını tercih etmemistir. Bunun yerine diplomatik yollara öncelik vermistir. İran’da ise, 2009 yılında yapılan seçimler sonrasında iç politikada yasanan olaylarla tepkiler toplayan Ahmedinejad, dıs politikada da yasayacağı olumsuzlukların kendi yönetimini etkileyeceği endisesiyle, Batı ile görüsme masasına oturma kararı almıs, bu bağlamda 5+1 ülkeleriyle (ABD, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere + Almanya) görüsme önerisinde bulunmustur. 
Ancak bunun bir taviz olarak algılanmaması için uranyum zenginlestirme konusunu görüsmelerin kapsamı dısında bırakmıstır. 

Obama yönetimi ise bu görüsmelere olumlu yanıt vermistir.74 

İran, 2009 Ekim ayında Cenevre’de yapılan görüsmelerde İran’ın elindeki düsük oranda zenginlestirilmis uranyumu üçüncü bir ülkeye (Rusya ve/veya Fransa’ya) isleyip yakıta dönüstürmesi için göndermesini ve bunun karsılığında nükleer reaktörlerinde kullanacağı yakıt almasını öngören anlasmayı kabul etmistir.75 ABD ve İran yetkililerinin doğrudan temasa geçmelerini sağlayan Cenevre görüsmeleri, karsılıklı güvenin sağlanması açısından da olumlu olmustur. Ancak İran siyasetinde yasanan yoğun tartısmalar nedeniyle muhaliflerin baskısı 
altında kalan Ahmedinejad, anlasmanın yerine getirilmesi asamasında farklı bir tutum sergilemis, anlasmanın uygulanmasında İran’a daha fazla garantiler sağlayan farklı alternatifler önermistir. Bu görüsmelerden bir hafta önce 25 Eylül 2009’da, ABD, Fransa ve İngiltere İran’ın Kum kenti civarında yeni bir nükleer tesis insa ettiğini açıklamıslar ve bu tesisin BM denetimine açılması 
çağrısında bulunmuslardır. Cenevre görüsmelerinden istenen sonucu alamayan ABD bu konunun üzerine giderek IAEA’nın İran’ı kınamasını sağlamıstır. İran’ı destekleyen Rusya ve Çin’in söz konusu kınamaya onay vermesi, kınamanın hiçbir yaptırım içermemesine rağmen, konunun BM Güvenlik Konseyi’ne gelmesi durumunda bu ülkelerin desteğinin alınmasını kolaylastırabileceği için ABD açısından basarı olarak nitelendirilebilir.76 

Obama yönetimi büyük umutlarla yürüttüğü diplomatik çabalardan 2009 yılı sonuna kadar istediği sonuçları elde edemeyince ilk baslardaki iyimser ve diplomasiyi ön planda tutan yaklasımını terk etmistir. İran’a yönelik siyasal baskıların arttırılmasına ve yaptırımlar uygulanmasına çalısmıstır.77 Devam eden görüsmeler sonunda daha önce bahsedildiği gibi 24 Kasım 2013 tarihinde anlasma sağlanmıstır. Dolayısıyla ABD-İran iliskilerinde daha ılımlı bir sürece girildiği söylenebilir. 

5.2. İran-AB İlişkileri 

Avrupa ülkeleri arasında İran ile ilk olarak İngiltere ilgilenmeye baslamıstır. Daha çok petrolün küresel seviyede önem kazanmasından sonra baslayan İngiltere ile o dönemdeki rakibi Rusya’nın İran üzerindeki zenginliklerin elde edilmesi konusundaki rekabeti yirminci yüzyılın ortalarına kadar sürmüstür. İkinci Dünya Savası sonrasında İngiltere’nin yerini ABD almıs ve Sah yönetimiyle beraber uyumlu bir politika izleyerek, İran’ın petrol kaynakları üzerinde büyük etki sahibi olmustur. 1979 Devrimi’yle ise bu durum tersine dönmüs, taraflar birbirini birincil düsman ilan etmistir. Soğuk Savas sırasında, ABD’nin İran yönetimi ile olan yakın iliskileri göreli olarak Avrupa’nın siyasi iliskilerde daha geri planda kalmasına neden olmustur. Ancak Avrupa ülkelerinin İran ile kapsamlı ticari iliskileri ve ekonomik menfaatleri bulunmaktadır. Dkili ticari iliskilerin geçmisi, milattan önce 380 yıllarına kadar götürülebilir. İpek yolu güzergâhını kontrol eden önemli bir ülke olan İran’la olan ticari iliskiler, günümüzde İran Dünya Ticaret Örgütü üyesi olmadığından 2002 yılında baslatılan ticari müzakereler T.C.A. (Trade and Cooperation Agreement) platformunda yürütülmektedir. Tarafların ticari iliskileri İran’ın nükleer çalısmaları gerekçe gösterilerek BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı kısıtlama kararları nedeniyle olumsuz etkilenmistir. AB’nin BM kararlarına uygun olarak, basta petrol ambargosu olmak üzere aldığı tedbirler ticari iliskilerin beklenen seviyenin altında kalmasına neden olmustur. 2012 itibariyle AB, İran’ın toplam ihracatının üçte birini yaptığı en büyük ticaret ortağıdır. AB’nin İran’a ihracat hacmi 11,3 milyar Euro iken İran’dan yaptığı ithalat 14,5 milyar Euro civarındadır. İran aynı zamanda AB için önemli bir fosil enerji tedarikçisi konumundadır. AB’nin enerji tedarikçileri arasında altıncı sıradadır. AB’nin İran’la dıs ticaretinin yüzde 90’ını enerji ürünlerini kapsamaktadır.78 

Reform yanlısı olarak bilinen Muhammed Hatemi’nin 1997 yılının Ağustos ayında Cumhurbaskanlığı görevine gelmesinin ardından AB-İran iliskilerinde yeni bir döneme girilmistir. AB, 1998 yılının Subat ayında karsılıklı çıkarları sağlayacak ve İran’la iliskileri yeniden düzenleyecek kapsamlı diyalog (comprehensive dialogue) sürecini baslatmıstır. 1999’ların sonuna gelindiğinde, enerji, ticaret ve yatırım konularını masaya yatırmak üzere çalısma grupları olusturulmus, kitle imha silahları gibi hassas konular, diyalog sürecinde olusturulan bu platformda konusulmustur.79 

İran’ın nükleer çalısmalar yaptığı ilk olarak, rejim muhalifi olarak bilinen ve terörist örgüt olarak tanınan Ulusal Direnis Konseyi’nin (National Council of Resistance), açıklaması ile gündeme gelmistir. Benzer bilgilerin uluslararası kamuoyunda yer alması üzerine olusan baskıyla IAEA, bazı arastırmalarda bulunarak, İran’ın nükleer çalısmalarda bulunduğunu 2003 yılında resmi olarak tespit ve teyit etmistir. Bunun üzerine Tahran, uranyum zenginlestirme konusuna bazı ilerlemeler kaydettiğini kabul etmistir. Bu kabul, İran’ın 1980’lerin ortalarından sonra gizli olarak nükleer çalısmalar yürüttüğünü de göstermistir. Tüm bu gelismelerin ardından, Batılı birçok uzman arasında İran’ın nükleer çalısmalarını enerji üretmek için değil nükleer silah üretmek için yaptığına dair görüsler yaygınlasmıstır.80 Dıs politika olusturma konusunda sürekli elestirilen AB, 2002 yılının Aralık ayında İran’la Ticaret ve Ortaklık Anlasması için müzakerelere baslamıstır. Bununla birlikte Fransa gibi ülkeler İran’ın IAEA ile ek protokol imzalamasını talep etmislerdir. İran’ın bu öneriyi reddetmesi üzerine, Komisyon’da karsı çıkanlar olmasına rağmen, AB, 2003 yılının Haziran ayında İran’la Ticaret ve Ortaklık Anlasması’nın imzalanması için baslayan görüsmeleri askıya almıstır.81 

2003 ile ABD baskanlık seçimlerine kadar olan dönemde İran’la müzakereler, Fransa, Almanya ve İngiltere temsilcilerinden olusan üç kisilik bir heyet ile yürütüldüğünden, dönem AB/3 dönemi olarak veya zorlayıcı diplomasi dönemi olarak ifade edilmektedir. 82 AB/3, sürekli olarak Çin, Rusya Federasyonu ve ABD gibi küresel anlamda basat aktörlerle İran’ın uluslararası sisteme uyum sağlaması arayısı içinde olmustur. AB bu politikalarla İran’ın nükleer programının seffaflastırılmasının sağlanmasını ve İran’ın kendi basına sivil amaçlar dısında kullanılabilecek nükleer tesislere sahip olma ihtimalini ortadan kaldırmayı amaçlamıstır. Müzakereler sürerken, Ahmedinejad daha göreve baslar baslamaz, siyasi çizgisine uyumlu olarak, İran’ın kendi nükleer yakıtını üretme hakkı olduğunu, bu hakkın uranyum zenginlestirmeyi de kapsadığını açıklamıstır. Bu açıklamanın ardından müzakerelerin eskisi gibi yürümeyeceği belli olmustur. Bu yaklasımı İran’ın AB tarafından 5 Ağustos’ta yapılan son öneriyi de kabul etmemesi desteklemistir. İran öneriyi ret etmekle kalmamıs, uranyum zenginlestirme sürecini tekrar baslatmıstır. Bunun üzerine AB de müzakere sürecini durdurmus, gerekçe olarak İran’ın uranyum dönüstüreceğine yönelik açıklamasını göstermistir.83 

Devam eden süreçte, IAEA ve İran, geçmiste yasanan sorunları asmak üzere yeni bir eylem planı gelistirmislerdir. ABD kabul etmese de, Fransa ve İngiltere, bu planı desteklemistir. 
Sonuçta İran ve IAEA 2007 yılının Ağustos ayı ile 2008 yılının Nisan ayı arasında çözülmek üzere yedi sorun için bir zaman tablosu üzerinde anlasmaya varmıslardır. Bu anlasma sonrasında 

ABD tarafından elestirilen El Baradei, 2007 yılının Eylül ayında yapılan IAEA yönetim kurulu toplantısını AB desteği alamadığı gerekçesi ile terk etmistir. Kriz sadece AB, ABD ve İran arasındaki olaylarla sekillenmemistir. İsrail’in Suriye’nin sözde nükleer tesislerine yönelik, 2007 yılının Eylül ayının basında icra ettiği hava saldırısının İran’a uyarı olduğuna yönelik yorumlar yapılmıstır. Bu arada İran’a yönelik politikalar konusunda AB içinde görüs ayrılıkları yeniden gündeme gelmistir. Avusturya, AB’nin daha yumusak bir yaklasım sergilemesini talep etmesine rağmen, Fransa ve Hollanda bu görüse karsı çıkmıslardır. Nükleer çalısmalarına son vermek amacıyla İran’la görüsmeleri 2003 ile 2005 arasında AB/3 aracılığıyla yürüten AB 2006 sonrasında sürece Rusya, Çin ve ABD’yi de (5+1) dahil etmis olmasına ve bu dönemde tek taraflı olarak ağır yaptırımlar uygulanmasını gündeme getirmesine rağmen, sürece baslarken belirlediği 
hedefe yine ulasamamıstır.84 

2012 yılının ortasında 15 ay ara verilen görüsmelere yeniden baslanmıs, Haziran ayında Moskova’da yapılan görüsmelerde, İran’ın karsısında, masada bu defa AB Dıs İliskiler Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton’ında aralarında bulunduğu 5+1 yer almıstır.85 Cenevre’de yapılan görüsmeler 24 Kasım 2013 tarihinde anlasma sağlanarak olumlu sonuç vermistir. İran ile P5+1 arasındaki, İran’ın nükleer programına iliskin müzakerelerde anlasmaya varılmıstır.86 Bu tarihten sonra İran’ın ABD gibi AB’yle de iliskilerinin yeni bir sürece girdiği söylenebilir. 

5.3. İran-Rusya-Çin İliskileri; 

İran’ın izlediği nükleer enerji politikasının bir tarafında Batılı güçler varken, diğer tarafında ise yakın müttefik olan Çin ve Rusya gibi ülkeler vardır. Birçok Batılı güç, İran’ın barısçıl amaçlı olduğu iddia edilen nükleer enerji isteğine karsı çıkarken, Rusya ve Çin gibi bazı ülkeler İran’ı kendi çıkarları doğrultusunda desteklemektedir. 11 Eylül saldırıları ABD’ye terörle mücadele söylemi altında bir taraftan dünyanın çesitli bölgelerinde askeri operasyonlar yürütme imkânı verirken, diğer taraftan ABD'nin birçok ülkeyle yakın isbirliği içine girmesine de imkân sağlamıstır.87 Bölgelerinde artan ABD nüfuzundan ötürü, hem İran hem de Rusya rahatsızlıklarını zaman zaman dile getirmektedir. Bununla birlikte, Rusya ve İran arasındaki ikili iliskiler 8 Ocak 1995 tarihinde Moskova’da imzalanan nükleer isbirliği antlasmasına bağlı olarak İran’ın nükleer programının desteklenmesi sonucu artmıstır.88 

İran’ın, ABD ve AB ile yasadığı sorunlar nedeniyle Rusya ile olan iliskisine ihtiyacı, Rusya’nın bu iliskiye olan ihtiyacından daha fazladır. Bölgede İran’ın etkinliğini Rusya denetlemekte hatta sınırlamaktadır. İran, oyunun kurallarını Rusya’nın belirlemesini çoğunlukla kabullenmekte, basta Türkiye olmak üzere, bölge ülkelerinin etkisinin sınırlandırılması ve kontrol altında tutulması konusunda Rusya ile benzer politikalar izlemektedir.89 Rusya Federasyonu, ABD ve İsrail önderliğinde uzun yıllardır devam eden baskılara rağmen, İran’a nükleer enerji alanında destek verme fikrinden vazgeçmemistir. Çünkü Rusya Federasyonu’nun Soğuk Savas döneminde olduğu gibi güneyden kusatılması ihtimali, Rusya için rahatsız edicidir.90 

Çin ise hızla büyüyen bir dev olup en hızlı sanayilesen ülkelerin basında gelmektedir. 

  2050’de dünyanın en büyük sanayisine sahip ülkesi olacağı tahmin edilmektedir. Dünyadaki üçüncü nükleer güç olmayı basaran Çin, 1996’da Mashad-Tejen demiryolu bağlantısının açılmasıyla, Türkmenistan üzerinden İran’a bağlanmıstır. İki ülke arasındaki enerji isbirliği 2004 yılında baslamıstır. Çin, İran ile 100 milyar dolar değerinde 25 yıllık bir petrol ve doğal gaz 
antlasması imzalamıstır. Günümüzde İran, Çin’in petrol ihtiyacının yaklasık olarak %17’sini karsılamaktadır. Ayrıca Çin’in, İran’a füze teknolojisi materyalleri verdiğine dair bazı belgeler de ortaya çıkarılmıstır. Çin ve Rusya ikilisi, İran’a karsı yaptırım kararlarının uygun olmadığını iddia ederek ayak direten ülkeler olmuslardır. Bunun etkisiyle İran’a karsı uluslararası yaptırım kararların hafiflemesinde büyük rol oynamıslardır. Rusya ve Çin’in BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto yetkisi İran için önemli bir avantaj olmustur. Her iki ülkenin Ortadoğu’da ABD etkisinin yayılmasından rahatsızlık duyduğu ve İran’a bu nedenle destek verdiği söylenebilir. Bölgede Batı etkisinin sınırlandırılması hem Çin’in hem de Rusya’nın çıkarlarına uygun olduğu için ittifak kurdukları söze eklenebilir. 91 

Söz konusu ittifaka Kuzey Kore’de dahil edilebilir. Kuzey Kore, Batı ile sorunlu iliskilere sahip bir diğer ülke olarak Rusya ve Çin gibi İran ile dostane iliskilere sahiptir. 

Son olarak Venezüella’nın Chavez’in kisiliğinde bütünlesen “Anti-Amerikanizm” kültürü, Ahmedinejad’ın durusunu “ Devrimci Duruş ” olarak değerlendirmis ve İran’ı öncelikli konumda tutmustur. 

Sonuçta 
Çin, Rusya, Kore, Venezüella gibi devletler İran’ı ve Suriye’yi de yanlarına alarak bölgesel çıkarlarını koruma politikası izlemislerdir. 
Bu nedenle Batı için “öteki” kabul edilen bir İran bu ülkeler için bir müttefik sayılabilir.92 

5.4. İran-Bölge Ülkeleri İlişkileri 

Türkiye ve İran zaman zaman bölgede rekabete girseler de komsu olmaları sebebiyle iyi iliskiler kurma gayretindedir. Nükleer program konusunda her iki ülke birbirine kuskuyla yaklasmaktadır. İran Türkiye’nin kurulduğu günden bugüne kadar Batı blokunda yer alması sebebiyle Türkiye’ye karsı mesafeli ve kuskulu yaklasmaktadır. Türkiye’nin İran’a yönelik politikası ise ABD ve İsrail’in gölgesinde gerçeklesmektedir. Türkiye’nin İran politikası daha çok müttefiki ABD ve AB’nin İran politikasına ve baskılarına nasıl tavır alacağı konusunda olmustur. 
Türkiye bir yandan İran’ı kaybetmek istememekte, diğer yandan ABD ile bir gerginlik yasamak istememektedir. Bu da oldukça zordur. Türkiye konumu itibariyle çok boyutlu bir politika izlemek ve taraflardan birini seçmeye zorlanmamak durumundadır. Taraflardan birini seçmeye zorlanmak Türkiye için “ya bizimlesin, ya da karsı tarafla” gibi keskin politikanın uygulaması olur ve gerek ekonomik anlamda gerekse de politik ve güvenlik açısından sorunlar yaratabilir. Bu açıdan bakıldığında, İran Türkiye iliskileri isbirliği ve çatısmayı aynı anda içinde barındırır. İran açısından ikili iliskiler Türkiye’nin ABD ile askeri bağları sebebiyle tehlikeye düsmektedir. 

Bununla birlikte, Türkiye ve ABD’nin İran nükleer programına yönelik tavırları farklılasmaktadır. Türkiye İran’a yönelik sürdürülen zorlayıcı ekonomik yaptırımlara, baskılara ve askeri güç kullanımına karsıdır. Çünkü bütün bunlar İran’ın uzlasmacı bir politika gelistirmesi önünde engeldir. Türkiye bu sorunun ancak ikna yoluyla çözüme kavusabileceğini, güç kullanmanın isi daha da zor bir hale getireceğini savunmaktadır. Türkiye diplomatik çözümden yanadır ve ABD ile İran arasında arabulucu rol oynamak istemektedir. Türkiye askeri 
müdahaleye de son derece karsıdır. Bir askeri müdahalenin İran’ın nükleer çalısmalarını durdurmayacağını yalnızca erteleyeceğini iddia etmekte ve bu durumun bütün İranlıları rejimin arkasında birlesmeye yol açacağını öngörmektedir. Türkiye İran’ın nükleer enerjiye sahip olma hakkının bulunduğuna inanmaktadır. Kasım 2009’da IAEA’nın ikinci gizli zenginlestirme 
faaliyeti sebebiyle aldığı karara çekimser yönde oy kullanmıstır. Türkiye’nin bu kararı ABD’nin İran’ı yalnızlastırma politikasına karsı yapılmıs siyasi bir darbe olarak görülmüstür. Türkiye 

İran’a yönelik ılımlı tavrını Brezilya ve Türkiye ile imzaladığı takas anlasması ile somutlaştırmıstır. Ancak bu anlasma ne ABD, AB ne de İsrail için tatmin edici olmamıştır 93 

İsrail, nükleer güce sahip bir İran devletini kendi güvenliğine doğrudan bir tehdit olarak kabul etmekte ve İran’a yönelik askeri müdahale seçeneğini sıklıkla gündeme getirmektedir. 

Örneğin, 2005 yılında dönemin İsrail Basbakanı Ariel Sharon, nükleer silahlara sahip bir İran’ı asla kabul etmeyeceklerini belirterek, İsrail’in bu olasılığa karsı her türlü hazırlığı yaptığını söylemistir. Aynı sekilde İsrail Genelkurmay Baskanı Dan Halutz, İsrail’in İran’ın nükleer tesislerini yok etmesinin mümkün olduğunu iddia ederek bu yönde hazırlıklar olduğu imasında bulunmustur. İsrail hava kuvvetlerinin Haziran 2008’de uzun menzilli uçuslarla İran’ın nükleer tesislerine yönelik bir saldırının provasını yaptığı da bilinmektedir. Yakın dönemde çıkan bazı istihbarat raporları da İsrailli yetkililerin İran’ın nükleer tesislerine düzenlenecek bir hava operasyonu senaryosunu yeniden ciddi bir sekilde değerlendirdiğini ortaya koymustur.94 

İsrailli yetkililer İran’a karsı kendilerini savunma hakları olduğunu uluslararası kamuoyu önünde yüksek bir sesle dile getirmektedirler. Bu sekilde olası bir operasyonun mesruiyet zeminini hazırlamaya çalısmaktadırlar. Son olarak, İsrail Basbakanı Netanyahu 16 Eylül’de bir Amerikan televizyonunda yaptığı konusmasın da, İran’ın nükleer programında nihai amacına yaklastığını vurgulayarak Tahran’ı çok geç olmadan durdurmak gerektiği mesajını vermistir. İran’ın altı ay içinde nükleer silah üretmek için ihtiyaç duyduğu malzemelerin %90’ını üretmis olacağını iddia eden Netanyahu, Amerikan hükümetini İran konusunda “kırmızı çizgileri” kesin olarak çizmeye çağırmıstır. İsrail’in uluslar arası kamuyu olusturma çabasına İran’ın tepkisi ise gecikmemistir. İran Devrim Muhafızları komutanı Mohammad Ali Jafari, İsrail’in İran’a saldırmaya kalkısması halinde bunun İsrail’in sonu olacağını iddia etmistir.95 Ancak İsrail ile İran arasında bir savas olasılığı var mıdır sorusunun cevabı: simdilik bir olasılığın görünmediğidir. 

ABD hem iç hem de dıs politika dinamikleri gereği mevcut durumun devamından yanadır. İsrail’in İran’a yönelik savas tehditleri de inandırıcı tehdit asamasında kaldığı sürece, ABD’nin İran üzerindeki baskı ve izolasyon politikasını dolaylı olarak desteklemektedir. Obama ve Netanyahu yönetimleri arasında son dönemde yasanan görüs ayrılıkları, ABD ve İsrail’in ortak çıkarlarının İran’ın bölgedeki etkisini sınırlamaktan geçtiği gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır.96 

   İran nükleer Çalısmalarının yansıma bulduğu önemli bölgesel aktörlerden biri de Suudi Arabistan’dır. Suudi Arabistan ve İran rekabet halinde birer ülke konumundadır. Bunun sebebi Suudi Arabistan’daki Sii nüfus ile bölgesel nüfuz alanlarıdır. Ek olarak Suudiler genelde Batı yanlısı politikalar izlerken, İran, Rusya ve Çin yanlısı politikalar izlemektedir. Bu durum iki ülke arasındaki rekabeti daha da artırmaktadır. Müslüman birer ülke olmalarına karsın Suudi Arabistan’daki Vahhabilik inancı ile İran’daki Siilik inancı birbirine zıttır; ki bu da iki ülke arasındaki rekabeti arttırıcı niteliktedir. İran, Suudi Arabistan’ı ABD ile sıcak iliskileri, İsrail politikalarına karsı etkisiz tutumu ve petrol politikaları nedeni ile elestirirken; Suudi Arabistan ise İran’ı teröre destek vermek ve Sii-Fars yayılmacılık politikası gütmekle suçlamaktadır.97 

Bazı kaynaklara göre Suudi Arabistan yönetimi ABD’ye birçok kez İran’a askeri müdahale yapması yönünde telkinlerde bulunmustur. Bölgenin bir diğer önemli aktörü de Suriye’dir. Suriye de Batı karsıtı durusuyla dikkati çekmektedir. Suriye, günümüzde yasadığı iç karısıklığa rağmen 1979 devriminden beri İran’ın en yakın müttefiklerinden biridir. Bunda her iki ülkenin de Batı karsıtı 
durusu, İsrail’in varlığını tanımamaları, her ikisinin de aynı din grubundan yönetimlere sahip olması etkili olmustur. Humeyni yönetimini Arap ülkelerinden ilk tanıyan ülke Suriye’dir. Suriye, İran-Irak Savası sırasında da İran’ı desteklemistir. İki ülke Hizbullah’a destek konusunda da aynı kutupta yer almaktadır. Beklendiği gibi, Suriye’de Arap Baharı kaynaklı protesto gösteriler baslayınca, İranlı yetkililer Esad iktidarını desteklediklerini beyan etmislerdir.98 

6. Sonuç 

Enerji sorunu, günümüz devletlerinin çözmekte en çok zorlandığı sorunlardan biridir. Özellikle nükleer enerji; ekonomik olduğu kadar, askeri ve politik boyutu da olan bir enerji çesidi olarak büyük bir rekabet alanı yaratmaktadır. İran’ın yasamakta olduğu problemi, mevcut düzenin bozulmasını istemeyen çevrelerin endiseleri olarak da yorumlayabiliriz. Sürekli güç dengelerinin değistiği dünya devletler düzeninde, İran’ın nükleer programının baslatılmasında teknik destek sağlayan ABD ve diğer batılı devletler, bugün İran’ın nükleer faaliyetlerini 
durdurmak için azami gayret sarf etmektedirler. Batı, İran’ın uluslararası hukukun kendisine verdiği bir hak olan uranyumu %20 zenginlestirme hakkını anılan sebeplerden dolayı kullandırmak istememektedir. İran günümüzde uranyumu yaklasık %3 düzeyinde zenginlestirmis durumdadır. Bu konuda daha yüksek oranlar da ifade edilmektedir. Nükleer yakıt olarak kullanmak üzere %20 oranında zenginlestireceğini de duyurmustur. Ancak 24 Kasım 2013 tarihinde yapılan anlasmayla İran zenginlestirilmis uranyum seviyesini % 5’te tutacağı 
taahhüdünde bulunmustur. Ayrıca İran artık ek zenginlestirme tesisleri insa etmeyeceğinin taahhüdünü vermistir. Bununla birlikte bölgede ve uluslararası ortamda var olan çekisme ve kutuplasma, İran’ın jeopolitik konumunu gündeme getirmekte ve önemini arttırmaktadır. Bir tarafta Rusya’nın, diğer tarafta ABD’nin bası çektiği uluslararası gergin ortamın ve Ortadoğu’da İran’ın Suudi Arabistan gibi merkez ülke olma yolunda çekistiği ve İsrail gibi birbirlerinin varlıklarını kendileri için tehlike gören güçlerin olması nedeniyle, ileriki günlerde İran tarafından nükleer enerji konusu yeniden gündeme getirilebilir. Dolayısıyla bu ılıman ortam tersine dönebilir. Bu bağlamda tarafların birbiriyle gelecekte olan iliskileri değisen konjonktürel ortamda olumlu veya olumsuz etkilenebilecektir. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI ;

51 Zafer Akbas, Adem Bas, a.g.m., s.32. 
52 Arzu Califer Ekinci, İran Nükleer Krizi, Ankara:USAK Yayınları,2009 ,s.114 117. 
53 Arzu Califer Ekinci, a.g.e., s. 123-125 
54 Arzu Califer Ekinci, a.g.e., s. 152-157 
55 Arzu Califer Ekinci, a.g.e., s. 164-167 
56 Gökhan Telatar, “Barack Obama Yönetiminin İran’ın Nükleer Faaliyetlerine Yönelik Politikası”, Akademik Ortadoğu, Cilt: 7, Sayı: 13, 2012, s. 64-66 
57 Gökhan Telatar, a.g.m., s.66 
58 Zafer Akbas, a.g.e. s.34 
59 Anadolu Ajansı, “Dran ile anlasma sağlandı”, http://www.aa.com.tr/tr/s/255269--iran-ile-anlasma-saglandi, erisim 
tarihi 07.09.2014 
60 Brzezinski, Z., Gates, R.M., a.g.e., s.42. 
61 Ramazan Özey, a.g.e., s.318. 
62 Tayyar Arı, Geçmisten Günümüze Ortadoğu: Siyaset, Savas ve Diplomasi, Alfa Yayınları, 2007, İstanbul, s.551 
63 Talha Köse, a.g.e., s. 15. 
64 Talha Köse, a.g.e., s. 16 
65 Giray Saynur Bozkurt, “11 Eylül Sonrası Amerikan-İran İliskileri”, Satranç Tahtasında İran “Nükleer Program”, 
Editörler: Kenan Dağcı, Atilla Sandıklı A.,İstanbul, Tasam Yayınları, 2007, s. 85. 
66 Sürgündeki Rejim karsıtı direnis gruplarıdır. Sol eğilimlidir ve rejim tarafından dıslanmıstır. AB ve ABD tarafından terörist grup ilan edilmislerdir. 
67 Arzu Califer Ekinci, a.g.e., s.42. 
68 Arzu Califer Ekinci, a.g.e., s. 290. 
69 Arzu Califer Ekinci, a.g.e., s. 297 
70 Arzu Califer Ekinci, a.g.m., s. 297 
71 Arzu Califer Ekinci, a.g.e., s. 326. 
72 Gökhan Telatar, a.g.e., s. 58-59. 
73 Gökhan Telatar, a.g.m., s.59 
74 Gökhan Telatar, a.g.e., s. 63-64 
75 Gökhan Telatar, a.g.m., s.64 
76 Gökhan Telatar, a.g.m., s.64 
77 Gökhan Telatar, a.g.e., s. 64-66 
78 M. Hakan Keskin, Nükleer Krizde AB’nin İran Politikaları: Tarihsel ve Güncel Bir Perspektif, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt: 9, Sayı: 34, 2013, s. 90-91 
79 M. Hakan Keskin, a.g.m., s. 91 
80 Mark Fitzpatrick, “Assessing Iran’s Nuclear Programme”, Survival, Vol. 48, No. 3, Autumn 2006, ss. 5-26, s. 15 
81 Tom Sauer, “Struggling on the World Scene: An Over-ambitious EU versus a Committed Iran”, European 
Security, Vol. 17, No. 2-3, ss. 273-293, Haziran-Eylül 2008, s. 275 
82 Arzu Califer Ekinci, a.g.e., s. 218 
83 M. Hakan Keskin, a.g.e., s. 97-100 
84 M. Hakan Keskin, a.g.e., s. 100-109 
85 M. Hakan Keskin, a.g.e., s. 110 
86 Anadolu Ajansı, “Dran ile anlasma sağlandı”, http://www.aa.com.tr/tr/s/255269--iran-ile-anlasma-saglandi, erisim tarihi 07.09.2014 
87 Erhan Çağrı, “ABD’nin Orta Asya Politikaları ve 11 Eylül’ün Etkileri”, Uluslararası İliskiler, Cilt:1, Sayı:3, Güz 2004, s. 143 
88 Zafer Akbas, Adem Bas, a.g.e., s.36-37 
89 Atay Akdevelioğlu, “İran İslam Cumhuriyeti’nin Orta Asya ve Azerbaycan Politikaları”, Uluslararası İliskiler, Cilt:1, Sayı:2, Yaz 2004, s. 142 
90 Zafer Akbas, Adem Bas, a.g.e., s. 37 
91 Zafer Akbas, Adem Bas, a.g.m., s. 37 
92 Zafer Akbas, Adem Bas, a.g.e., s. 38 
93 Yeliz Yazan, “ İran Nükleer Programı, Muhtemel Senaryolar ve Türkiye’nin Denge Politikası Çabaları”, II. 
Bölgesel Sorunlar ve Türkiye Sempozyumu, 1-2 Ekim 2012, s. 92 
94 Tolga Demiryol, “Ekonomik Yaptırımlar, Güç Tehdidi ve İç Politika: İran Nükleer Krizi Bağlamında İsrail-ABD 
İliskileri”, Ortadoğu Analiz, Kasım 2012, cilt:4, sayı:47, ss. 67-76, s.68 
95 Tolga Demiryol, a.g.e., s. 69 
96 Tolga Demiryol, a.g.e., s. 75 
97 Ünal Gündoğan, “1979 İran İslam Devrimi’nin Orta Doğu Dengelerine Etkisi”, Orta Doğu Analiz, Cilt:3, No:30, Haziran 2011, s. 69 
98 Zafer Akbas, Adem Bas, a.g.e., s.39 

KAYNAKÇA; 

A.J. Goldschimdt, D. Lawrence, Kısa Ortadoğu Tarihi, Doruk Yayınları, İstanbul, Kasım 2011 
Ali Serdar Erdurmaz, A.S., Orta Doğu’daki Kitle İmha Silahları, Silahların Kontrolü ve Türkiye, Ümit Yayıncılık, Ankara 2003. 
Arzu Celalifer Ekinci, İran Nükleer Krizi, USAK Yayınları, Ankara, 2009. 
Atay Akdevelioğlu, “İran İslam Cumhuriyeti’nin Orta Asya ve Azerbaycan Politikaları”, Uluslararası İliskiler, Cilt:1, Sayı:2, Yaz 2004 Barıs Doster, “Bir Bölgesel Güç Olarak İran’ın Ortadoğu Politikası”, Ortadoğu Analiz, Cilt No:4, Sayı:44, 2012. 
Barıs Sinkaya, “İran İslam Cumhuriyeti’nde Yapı ve Yönetim”, Ortadoğu Siyasetinde İran, Türel Yılmaz, Mehmet Sahin (ed.), Barıs Yayınları, Ankara, 2011. 
Barıs Sinkaya, “İran’da Asker-Siyaset İliskileri ve Devrim Muhafızlarının Yükselisi”, Ortadoğu Siyasetinde İran, Türel Yılmaz, Mehmet Sahin (ed.), Barıs Yayınları, Ankara, 2011. 
Cenap Çakmak, “İran-Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Kurumu (UAEK) İliskileri”, Satranç Tahtasında İran “Nükleer Program”, Kenan Dağcı, Atilla Sandıklı (ed.), Tasam Yayınları, İstanbul, 2007. 
Emre İseri, “Ya İran Nükleer Programı Enerji İçinse? Türkiye’nin Enerji Güvenliğine Yansımaları”, Ortadoğu Analiz, Haziran 2012, Cilt: 4, Sayı: 42, s. 55-66 
Erdem Denk, E., “Bir Kitle İmha Silahı Olarak Nükleer Silahların Yasaklanmasına Yönelik Çabalar”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt:66, Sayı:3, 2011. 
Evren İsbilen, Nükleer Satranç: Dran ve Nükleer Silahlanma Politikası, İstanbul, Ozan Yayıncılık, 2009. 
Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dıs Politika Analizi, Der Yayınları, Eylül 2012. 
Ferhat Pirinççi, “ Kitle İmha Silahları ve Silahsızlanma”, Uluslararası İliskilere Giris: Tarih, Teori, Kavram ve Konular, Saban Kardas, Ali Balcı (ed.), Küre Yayınları, İstanbul, 2014, ss. 375-384 
Giray Saynur Bozkurt, “11 Eylül Sonrası Amerikan-İran İliskileri”, Satranç Tahtasında İran “Nükleer Program”, Kenan Dağcı, Atilla Sandıklı (ed.), Tasam Yayınları, İstanbul, 2007. 
Gonca Oğuz Gök, “Türk Amerikan İliskileri Ekseninde İran’ın Nükleer Faaliyetleri”, Ortadoğu Siyasetinde İran, Türel Yılmaz, Mehmet Sahin (ed.), Barıs Yayınları, Ankara, 2011 
Gökhan Telatar, “Barack Obama Yönetiminin İran’ın Nükleer Faaliyetlerine Yönelik Politikası”, Akademik Ortadoğu, Cilt: 7, Sayı: 13, 2012, s.53-79 
http://www.un.org/en/conf/npt/2005/npttreaty.html, erisim tarihi 07.09.2014 Iran”, European Security, Vol:17, No: 2-3, Haziran-Eylül 2008, s. 273-293. 
M. Hakan Keskin, Nükleer Krizde AB’nin İran Politikaları: Tarihsel ve Güncel Bir Perspektif, Uluslararası Hukuk ve Politika, 2013, Cilt: 9, Sayı: 34, s.87-118. 
M.G., Roskin, N.O., Berry, Uluslararası İliskiler UD’nin Yeni Dünyası, Adres Yayınları, Ankara 2014 
Martin Fitzpatrick, “Assessing Iran’s Nuclear Programme”, Survival, Vol:48, No: 3, Autumn 2006, s. 5-26 
Martin Griffiths, et. al., Uluslararası İliskilerde Temel Kavramlar, Nobel Yayıncılık, Ankara 2013. 
Milliyet, Dıs Haber, “ İran “sarı pasta”yı üretti”, 06.12.2010, 
www.milliyet.com.tr/iran-sarı-pasta-uretti/dunya/haberdetay/06.12.2010/1322651/default.htm, erisim tarihi 07.09.2014 
Murat Saraçlı, “İran’da Azınlıklar”, Ortadoğu Siyasetinde İran, Türel Yılmaz, Mehmet Sahin (ed.), Barıs Yayınları, Ankara, 2011. 
Mustafa Balbay, İran Raporu, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul 2007. 
Mustafa Kibaroğlu, “İran Bir Nükleer Güç mü Olmak İstiyor ?”, Avrasya Dosyası İran Özel Sayısı, Cilt 5, No 3, 1999, s. 271-282 
Mustafa Kibaroğlu, “İran’ın Nükleer Programı ve Türkiye”, 10 Temmuz 2013, 
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=2447:rann-nuekleer-program-ve-tuerkiye&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150 , Erisim Tarihi 10.09.2014 
Ramazan Özey, Küresel Silahlanma Dünyanın Silah Depoları, Aktif Yayınevi, İstanbul 2007 
S. Hürsoy, H.H. Orhon, “Modern Dünya Sisteminde Sermaye Birikimi ve İran’ın Enerji Politikaları”, Ege Stratejik Arastırmalar Dergisi, Cilt:3, Sayı:2, 2012, s.63-89 
Salih Özgür, Geleceğe Yönelen Tehdit Kitle İmha Silahları, IQ Kültür ve Sanat Yayıncılık, İstanbul 2006. 
Scott D. Sagan, “Why Do States Build Nuclear Weapons?: Three Models in Search of a Bomb”, International Security, Cilt:21, Sayı:3, 1996-1997 
Talha Köse, İran Nükleer Programı ve Ortadoğu Siyaseti: Güç Dengeleri ve Diplomasinin İmkanları, Seta Yayınları III, Ankara, Ağustos 2008 
Tayyar Arı, Geçmisten Günümüze Ortadoğu: Siyaset, Savas ve Diplomasi, Alfa Yayınları, İstanbul, 2007. 
Tolga Demiryol, Ekonomik Yaptırımlar, Güç Tehdidi ve İç Politika: Dran Nükleer Krizi Bağlamında İsrail-ABD İliskileri, Ortadoğu Analiz, Kasım 2012, cilt:4, sayı:47, s. 67-76. 
Tom Sauer, “Struggling on the World Scene: An Over-ambitious EU versus a Committed 
Türel Yılmaz, “İran’da Unutulmus Bir Toplum: Türkmen Sahra Türkmenleri”, Ortadoğu Siyasetinde İran, Türel Yılmaz, Mehmet Sahin (ed.), Barıs Yayınları, Ankara, 2011 
Ünal Gündoğan, “1979 İran İslam Devrimi’nin Orta Doğu Dengelerine Etkisi”, Orta Doğu Analiz, Cilt 3, No 30, Haziran 2011. 
William L. Cleaveland, Modern Ortadoğu Tarihi, Mehmet Harmancı (çev.), Agora Kitaplığı, İstanbul, 2008. 
Yavuz Cankara, Yeni Oyun İran’ın Nükleer Politikası, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2005. 
Yeliz Yazan, “İran Nükleer Programı, Muhtemel Senaryolar ve Türkiye’nin Denge Politikası Çabaları”, II. Bölgesel Sorunlar ve Türkiye Sempozyumu, 1-2 Ekim 2012 
Zafer Akbas ve Adem Bas, “İran'ın Nükleer Enerji Politikası ve Yansımaları”, History Studies, Cilt:5, Sayı: 2, Mart 2013, s. 21-44 
Zafer Akbas, Irak Sorununun Uluslararası Boyutu ve Türkiye, Barıs Kitap, Ankara, 2011 
Zbigniew Brzezinski ve R.M. Gates, İran’ın Zamanı Geldi, Profil Yayıncılık, İstanbul, 2004. 


***

İRAN’IN NÜKLEER ENERJİ POLİTİKASI: KÜRESEL VE BÖLGESEL BİR TEHDİT Mİ? BÖLÜM 1




İRAN’IN NÜKLEER ENERJİ POLİTİKASI: KÜRESEL VE BÖLGESEL BİR TEHDİT Mİ? BÖLÜM 1 



Demet SENBAŞ*1 
*Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İliskiler AB Dalı Doktora Prog.-EDİRNE 
 DOĞU AKDENİZ’DE ENERJİ DENKLEMİ VE OLASI YAN ETKİLERİ 
Özet 

İran siyasi tarzı, tarihi, zengin enerji kaynakları ve kültürü ile dünyanın tek Sii teokrasisidir. Devrimci bir rejime ve muhafazakar bir topluma sahiptir. 

Bu yönüyle İran dünya siyasi analiz standartlarının dısına çıkmaktadır. Orta Asya, Hazar Havzası ve Ortadoğu üçgeninin tam ortasında bulunması nedeniyle İran jeopolitik olarak da öne çıkmaktadır. İran enerji kaynakları bakımından dünyanın en önemli bölgesinde bulunmaktadır. Enerji kaynaklarına olan ihtiyacın her geçen gün artması dünya devletlerinin enerji politikalarını tekrar gözden 
geçirmesine neden olmus, enerji sektörü olusturmak, enerji çesitliliğini sağlamak, yeni teknoloji ve alternatif enerji kaynaklarını kullanmak ülkelerin vazgeçilmez stratejik hedefleri olmustur. 
Ayrıca enerjide dısa bağımlı olmanın sadece bir büyük ekonomik sorun değil aynı zamanda önemli bir güvenlik sorunu olarak algılanması enerjinin ve enerji bölgelerinin stratejik önemini arttırmaktadır. 

İran’ın nükleer enerji politikası dıs politikasının bir uzantısıdır. İran dıs politik tutumunu bölgesel ve küresel tehdit ve fırsatları da göz önünde bulundurarak belirlemektedir. İran nükleer çalısmalarını politik tutumlarla beslemekte ve politik yöntemleri kullanarak gelistirmektedir. İran’ın bu konudaki tutumu savasa varmayan bir çatısma örneği olarak varlığını sürdürmektedir. 

Çalısmada İran’ın nükleer enerji politikası, İran’a yönelik uluslararası yaptırımlar, İran’ın nükleer enerji politikasının küresel ve bölgesel yansımaları ve İran’ın belli baslı dünya aktörleriyle iliskileri ele alınmıstır. 

Anahtar Kelimeler: İran, Nükleer, enerji, Politika, Güvenlik, 

1. Giriş 

İran jeopolitik konumu, doğal kaynakları, nüfus özellikleri, yönetim biçimi ve nükleer gücüyle günümüz dünyasının en dikkat çekici ülkelerinden biridir. Bulunduğu jeostratejik konum itibariyle özellikle Batılı ülkelerin on yıllardır İran üzerinde güç kurma çabası vardır. İran’a ilk ilgi gösteren ülke İngiltere ve Rusya olmus, ardından İran ABD etkisine girmis, 1979 İslam Devrimi sonrasındaysa kendi dünya görüsünü olusturmustur. Irak ile yasadığı savas, ABD ile sürekli içinde olduğu gerilim, İsrail ile olan sonu gelmez çekisme, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ülkelerle içinde bulunduğu bölgede merkez ülke olma yarısı İran’ı nükleer enerjisini sürekli göz önünde tutmaya itmistir. İran’ın nükleer enerji konusundaki tutumu savasa varmayan bir gerilim yaratma seklindedir. Nükleer kozuyla hem ABD ve İsrail’e gözdağı verebilmekte, hem de nükleer gücünün bölgedeki etkinliğini arttırabileceğini ve lider rolünü kendine kazandırabileceğini düsünmektedir. Ancak 24 Kasım 2013 tarihinde yapılan Antlasmayla uranyum zenginlestirme politikalarını %5 ile sınırlayacağı sözünü vermis ve karsılığında 
ambargolar kalkmıstır. Ancak değisen uluslararası ve bölgesel konjonktürde İran’ın nükleer enerji kartını yeniden kullanıp kullanmayacağı belirsiz bir durumdur. 


                           HARİTA; İRAN NÜKLEER SANTRALLERİ 

Çalısmada İran’ın nükleer politikasının temel esasları ile bunun uluslararası toplumdaki yansımaları üzerinde durulacaktır. Bunları anlamlandırmak için sorunun geçmisi, nükleer enerjinin önemi, ambargo kararları ve Batı ile İran arasında yürütülen diplomatik iliskilerin seyri ele alınmıstır. Çalısma devletlerarası iliskilerde, idealist yaklasımdan öte realist bir yaklasımın 
hakim olduğu varsayımından hareketle İran’ın nükleer politikasının çıkar ve güç odaklı bir süreç olarak yansıma bulduğu anlayısıyla ele alınmıstır. 

2. Kavramsal Çerçevede Nükleer Silahların Değerlendirilmesi 

Kitle imha silahları, konvansiyonel silahların birçok defa kullanılması sonucunda meydana gelen can kaybının sadece bir defa kullanılmaları sonucunda meydana getirebilen ve bununla birlikte konvansiyonel silahların saldırı sonrası olusturamadığı olumsuz etkileri de bulunan silahlar olarak tanımlamak mümkündür.2 1948 yılında Birlesmis Milletler’in yaptığı tanım ise günümüze dek yapılan resmi ve akademik çalısmalara temel olusturmaktadır: “Kitle imha silahları, atom patlayıcı silahları, radyoaktif madde silahları, zehirli kimyasal ve biyolojik silahlar ve yıkıcı etkisi bakımından bu silahlara benzer gelecekte gelistirilecek silahlardır.”3 

Nükleer silah denilince akla; atom çekirdeği gelmektedir. Çünkü iki atomun birlesmesi veya bir atomun parçalanması halinde açığa çıkan enerjiden faydalanılarak nükleer silahlar yapılmıs ve de gelistirilmistir. Atom çekirdeğinin füzyon, fisyon ya da her ikisinin karısımı ile meydana gelen bir kimyasal tepkime sonucunda enerji açığa çıkartması ile meydana gelen patlamayı yaratan her türlü silaha genellikle nükleer silah adı verilmektedir.4 Nükleer silahlar her ne kadar ilk bakısta sadece güvenlikle ilgili bir olgu olarak görülse de güvenliği asan bir boyutu bulunmaktadır. Baska bir ifadeyle, devletlerin nükleer silah sahibi olma gayretlerinde güvenliğin yanında farklı güdülerle de hareket ettikleri söylenebilir. 

Bu bağlamda bir devletin nükleer silaha sahip olmaya çalısmasının sadece askeri gerekçelerle açıklanamayacağını, aynı zamanda siyasi nedenlerle iliskili olduğunu savunmak mümkündür. Buna göre nükleer silah arayısındaki bir ülke için dıs siyasi hedeflerin gerçeklesmesini kolaylastırmak ve ulusun gücünü ve prestijini arttırmak gibi siyasal amaçlar, caydırıcılık kadar etkili olabilmektedir.5 

Devletlerin nükleer silahlara sahip olma gayretlerini üç model çerçevesinde açıklamak mümkündür. 

Güvenlik modelinde devletlerin nükleer silaha sahip olma çabaları direk olarak dıs tehditlere yönelik ulusal güvenliği arttırma güdüsüyle açıklanmaktadır. 
İç politika modelinde ise nükleer silahlar, iç politik kaygılar ve bürokratik çıkarlar bağlamında elde edilmek istenen bir siyasal araç olarak değerlendirilmektedir. 
Son model olan normlar modelinde ise nükleer silahların, bir devletin modernliği ve kimliği açısından önemli bir normatif sembol olduğu vurgulanmakta ve nükleer silah programlarının gelistirilmesinde bu faktör ön planda değerlendirilmektedir.6 

Devletler, güvenliklerini arttırmak için nükleer silah arayısında olabilecekleri gibi nükleer silah sahibi oldukları takdirde büyük güç statüsüne ulasacakları için de bu arayısa girebilmektedirler. Bunun yanında iç siyasetteki bürokratik ve askeri aktörlerin girisimleri veya teknolojik açıdan belirli bir seviyenin üstünde olmak da devletleri nükleer bir güç olmaya tesvik eden faktörler arasında yer almaktadır. Ekonomik faktörler ise diğer bütün faktörler ile birleserek devletlerin nükleer güç olma motivasyonuna olumlu katkı sağlayabilmektedir. Ayrıca nükleer silah sahibi olma süreci devletlerin güvenliklerini olumsuz etkileyebilmekte, uluslararası arenada saygınlıklarına zarar verebilmekte ve iç politika çekismelerine neden olabilmektedir. Nükleer silah programlarının oldukça maliyetli olması, teknolojik ve ekonomik faktörler nükleer güç olma sürecine engel olarak değerlendirilebilir.7 

Resmi olarak nükleer güç sahibi olan bes ülke ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere’dir. Bunların dısında Pakistan ve Hindistan gayri resmi nükleer güç olarak kabul edilmekte ve bunların dısında bu yarısa dahil olan ülkeler üç baslık altında toplanmıstır:8 

1) Süpheli Ülkeler: 
Örneğin; İsrail, Kuzey Kore, 
2) Nükleer güç elde etme çabası içinde bulunmus ülkeler: Örneğin; 
İran, Arjantin, Brezilya, Güney Afrika, Cezayir, Tayvan, Güney Kore, Libya 
3) Diğer nükleer kapasite sahibi ülkeler: Örneğin; Japonya, Avustralya, Kanada, Almanya. 

Kısa dönemde baska birçok devletin nükleer silah gelistirmek hususunda Hindistan ve Pakistan’a katılabilmesi ihtimal dısıdır. İran, Irak, Libya ve Kuzey Kore’nin silahlanmaları konusunda ise ciddi kuskular vardır. Bunun yanı sıra 1997 yılının sonunda Suriye’nin Rusya’dan nükleer arastırma tesisi edinme yönünde çabaları olduğu hakkında raporlar vardır. İran hükümetinin İsfahan’daki reaktörde zenginlestirilmis uranyum üretimine yeniden basladığını açıklamasının ardından İran’ın niyetleri ve ABD’nin talepleri arasında devam eden gerginlikler de Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) bilgilendirici ama yetersiz bir rol üstlenmistir.9 İran bugün nükleer silah yapmanın esiğine gelmis bir ülke ise, bunda en büyük pay Amerika’da eğitim almıs bilim adamlarınındır. Ya da söz konusu bilim adamlarının ülkelerine getiremediği bazı bilgileri Çin’den, Rusya’dan Kuzey Kore’den satın almayı basaran devlet yetkililerinindir.10 

Bazı ülkelerin nükleer silahlara sahip olma gerekçeleri, en az o silahların yayılmasını önlemeye çalısan ülkelerin gerekçeleri kadar haklıdır. ABD ve Rusya, günümüzde de en fazla savas baslığına sahip ülkelerdir. Daha yeni ve daha küçük nükleer güçler de yayılmayı önlemenin kendilerine çıkar sağlayacağının farkındadırlar. Komsu ülkeler nükleer silah edinirse, kendi nükleer avantajları kalmaz. Nükleer güçlerin nükleer silah teknolojisini baska ülkelere transfer etmeyeceğine dair 1968 yılında imzalanan Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlasması (NPT) ve diğer silahsızlandırmadan daha düsük hedefli, silah sistemlerini sınırlayan anlasmaların dört iyi tarafı vardır: 

Bunlar; 

1) Tehditleri azaltır ve isbirliğini arttırırlar, 
2) Caydırıcılığı arttırırlar, 
3) Masrafları düsürürler, 
4) Gücün yayılımını stabilize ederler.11 

3. İran’ın Nükleer Enerji Politikaları ;

İran nüfusu 70 milyon civarındadır. Nüfusunun % 90’ı Sii Müslüman ve %10’u Sünni Müslümandır. Etnik olarak çoğunluğun %51’i Farisi, %24’ü Azeri’dir. 
İran, içerisinde çesitli etnik grupların bulunduğu heterojen bir nüfusa sahiptir. 12

Kültürel üretimler Fars dili üzerinden yapıldığından İran kültürü, Fars kültürü ile türdes hâle gelmistir. Sia ve Fars kültürü temelli bir İranlılaştırma politikası izlemektedir.13 
İran gerek coğrafi konumu gerekse dıs politikadaki durusu ile Ortadoğu’nun önemli aktörlerindedir. Özellikle 1979 devrimi sonrasında uluslararası dikkatleri üzerine çekmistir.14 


Toplum bilimlerinde “ Politika ” kavramı farklı sekillerde tanımlanan ve farklı bilim adamları tarafından farklı anlamlar yüklenen bir kavramdır. Kimilerine göre siyaset aslında bir savas, bir çatısma iken diğer bazılarına göre toplumsal ahengi sağlayan bir mekanizmadır. Bunun yanında dıs politika ve dıs iliskiler deyimlerini de benzer sekilde ele almak mümkündür. Klasik anlayısa göre iç ve dıs çevreleri birbirinden farklıdır. 2. Dünya Savası ve Soğuk Savas sonrasında ise teknolojik gelismeler, artan karsılıklı ekonomik bağımlılık vb. olgu ve olaylar klasik anlayısın devletlerin sınırsız egemenliği görüsünü zorlarken ülkeler arasındaki siyasal sınırların önemi azalmıstır. Nitekim son yıllarda iç ve dıs politika arasında bir farklılığın kalmadığını savunanlar çoğunluktadır.15 Dran’ın nükleer enerji politikası ise dıs politikasının bir uzantısıdır. İran dıs politik tutumunu bölgesel ve küresel tehdit ve fırsatları göz önünde bulundurarak belirlemektedir. 
İran nükleer çalısmalarını politik tutumlarla beslemekte ve politik yöntemleri kullanarak gelistirmektedir. İran’ın nükleer politika tutumu savasa varmayan bir çatısma örneği olarak değerlendirilebilir.16 

İran, 137 milyar varillik rezerviyle dünyanın üçüncü en genis ispatlanmıs petrol ve 131,2 metreküp doğal gaz rezerviyle Rusya’nın ardından en zengin ikinci ispatlanmıs doğal gaz gücüne sahiptir. Bununla birlikte İran, yıllık 2560 milyon varille, Petrol Dhraç Eden Ülkelerin (OPEC) en büyük ikinci, dünyanın en büyük dördüncü petrol ihracatçısıdır. Ülkenin en önemli ithalatçısı %22 payla Çin’dir. Bu ülkeyi %18’le AB, %17’yle Japonya ve %13’le Hindistan, %10’la Güney Kore ve %7’yle Türkiye takip etmektedir.17 Bu sekliyle değerlendirildiğinde, İran’ın nükleer çalısmalarının güvenilir bulunmamasının en önemli nedeni, zengin enerji yataklarına sahip olmasına rağmen nükleer teknolojiye sahip olma çabası içinde olmasıdır. Örneğin, OPEC içinde nükleer güç olmaya çalısan tek ülke, İran’dır. Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı’ndaki jeopolitik ve stratejik konumu İran’a, “ Nükleer Devlet ” olmanın ötesinde bir anlam kazandırmaktadır. Bu bölgede bir nükleer İran bölge ve dünya enerji güvenliğini tehdit edebilir görüsü birçoklarınca kabul edilmektedir. 

İran’ın Nükleer Çalısmaları ilk defa Soğuk Savas döneminde 1957’de Sah yönetiminde ABD desteğiyle baslamıstır. Bu dönemde İran ABD’nin müttefiki konumuyla SSCB tehdidinin yanı sıra, Büyük uygarlık hedefi çerçevesinde bölgesel bir güç olmayı ve yasam standardını Batı Avrupa düzeyine çıkarmayı hedefliyordu. Bu dönemdeki temel hedefi bölgede hissettiği askeri tehditlerle basa çıkmak ve Büyük İran ideali çerçevesinde bölgeyi etkisi altına almaktı.18 

İran, nükleer reaktörlere ihtiyaç duymayacak durumda olmasına rağmen özellikle 1960’lı ve 1970’li yıllarda ABD dahil olmak üzere birçok batılı devletten yardım görmüstür.19 20. yüzyılın basında petrol sektörünün gelismeye baslamıstır ve bu tarihlerden itibaren İran, merkez devletlerin enerji politikalarının ve kendi etki alanlarını genisletebilmek için giristikleri mücadelenin odak noktası olmustur. İran 1901 yılında İngiliz William Knox D’Archy’ye 60 yıllık petrol ayrıcalığı vermis ancak İran’ın kuzeyi Rus etki alanı içerisinde kaldığı için bu bölge ayrıcalığın dısında tutulmustur. Dolayısıyla, İran’ın verdiği bu petrol ayrıcalığından İngiltere Rus etki alanı içerisinde kalan bölgelerde faydalana mamıstır. Bu durum dünyanın ekonomik olarak paylasılması amacıyla kapitalist birliklerin etki alanları edinmek ve etki alanlarını genisletmek için yaptıkları mücadelenin İran topraklarındaki bir sonucu olarak okunabilir. Birinci Dünya 
Savası’nda topraklarında önemli miktarda petrol bulunan İran tarafsızlığını ilan etmesine rağmen İngiltere ve Rusya tarafından isgal edilmis ve liman kenti Abadan’a giden petrol aktarım yolu tahribata uğratılmıstır. Savas süresince İran petrolü, İngiliz-Fars Petrol Sirketi’nin (Anglo-Persian Oil Company (APOC)) denetimindedir ve böylece savas boyunca petrol ihtiyacı fazla olan İngiltere donanmasının petrol ihtiyacını düsük fiyata karsılamıstır. İkinci Dünya Savası süresince de enerjiye olan bağımlılığın artmasına bağlı olarak İran, savasın odak noktalarından birisi haline gelmistir. 1941 yılında İngiltere ve SSCB birlikleri petrol kuyularını kontrol altında tutabilmek için İran’a konuslandırılmıslardır.20 

Birinci ve İkinci Dünya Savaslarında İran topraklarının savas alanı haline gelmesi ve isgal edilmesi, yabancı müdahalelerine karsı İran’da milliyetçi bir tepkinin ortaya çıkmasına da sebep olmustur. İran’daki milliyetçi hareketin bir sonucu olarak 1951 yılında İran Basbakanı Muhammed Musaddık İngiliz İran Petrol Sirketi’ni (Anglo-Iranian Oil Company(AIOC)) ulusallastırmıs ve Ulusal İran Petrol Sirketi’ni (National Iranian Oil Company (NIOC)) kurmustur. İran, dünyada petrolünü ulusallastıran ilk devlet olmustur.21 Ancak Musaddık’ın 
politikalarından dolayı yasanmaya baslanan petrol üretim, dağıtım ve satısının kimin kontrolünde olacağına yönelik kriz nedeniyle, merkez ülkelerden olan İngiltere ve ABD’nin uluslararası petrol kartelini ellerinde tutabilmek amacıyla İran’ın içislerine müdahale ederek, Musaddık karsıtlarına destek vermisler ve bir darbe sonucu Musaddık’ın görevden uzaklastırılmasını sağlamıslardır. 
Böylece Musaddık’ın İran petrolünü millilestirme hareketi basarısızlıkla sonuçlanmıstır. Bu darbe, İran’da sarsılan Şah rejiminin ve AIOC’un emperyalizm ile özdeslesmesine ve halk tarafından ABD ile İngiltere’nin düsman olarak algılanmasına neden olmustur.22 Batı yanlısı Sah’ın 1954 yılında yeniden iktidara gelmesinden sonra olusturulan petrol konsorsiyumunda 
ABD kökenli sirketlere %40 gibi önemli bir pay sağlamıstır.23 Bu tarihten sonra İran’daki petrolün kontrolünü İngiltere yerine ABD elinde tutmaya baslamıstır. 

İran’da yabancı egemenliğine karsı büyüyen emperyalizm karsıtı din odaklı bir akımın da etkisiyle Sah rejimi, 1979 yılında iktidardan uzaklastırılmıs ve ardından petrol sektörü yeniden ulusallastırılmıstır. Ancak, rejim değisikliğinin ardından merkez ülkelerinin kıskırtmaları ile baslayan İran-Irak savası sonrasında İran’daki petrol rafinerileri ciddi hasara uğramıstır.24 
İran’daki rejim değisikliğinin ardından uluslararası piyasalarda petrol fiyatlarının yükselmesiyle baslayan petrol krizine Suudi Arabistan kendi üretimini arttırarak ve fiyatı düsürerek müdahale etmis ve OPEC’de fiyatların düsürülmesi için baskı yapmıs, böylece merkez ülkelerin petrole olan taleplerinin karsılanmasını sağlamıstır.25 Suudi Arabistan’ın izlediği bu merkez ülkelerini rahatlatan petrol politikası, İran’daki yeni rejimin merkez ülkelerine karsı koz olarak kullandığı enerji politikasının basarısızlığa uğramasına neden olmustur. 

1980-1988 yıllarında devam eden İran-Irak savası sonrasında yasanan ekonomik bunalım nedeniyle İran’ın enerjiye olan talebi artmıstır. Bu tarihlerde yasanan savas, harcamaları, savas nedeniyle petrol üretiminin düsmesi ve Suudi Arabistan’ın etkisiyle 1980’lerde petrol fiyatlarının düsmesi nedeniyle İran ekonomisi yüzde 1,4 oranında küçülmüstür.26 İran-Irak Savası’nın sona 
ermesi ve Ayetullah Humeyni’nin ölümüyle 1989 yılından itibaren İran’da yeni bir dönem baslamıstır. 

Bu yeni dönemde Ordu, İran sınırlarını korumakla görevlendirilirken, Devrim Muhafızlarının görev alanı iç güvenliğin sağlanması ve Devrimin korunması olarak belirlenmistir.27 Bunun yanısıra İran, savas sırasında gelismis teknolojilere sahip olmanın önemini anlamıs ve nükleer teknolojilerin avantajlarından faydalanma yönünde bir politika değisikliğine gitmistir. Humeyni üzerinde büyük etkisi olan dönemin Cumhurbaskanı Hasemi Rasfancani nükleer enerjinin önemini vurgulamıs ve reaktörlerin tekrar insasının önünün açılması 
için baskılar yapmaya baslamıstır. Rasfancani dini lider Humeyni’yi ikna etmis ve nükleer çalısmalar tekrar baslatılmıstır.28 Savas sırasında ABD kökenli silahlarına yedek parça bulmakta zorlanan İran, ordusunu yeniden donatmak için SSCB ve Çin silah sistemlerine yönelmek zorunda kalmıstır. Dolayısıyla İran için özellikle SSCB ile olan iliski günümüze değin yasamsal öneme sahiptir. Savas sırasında SSCB gibi müttefik ülkelerden istediği yardımı alamayan İran, balistik füze ve nükleer programına da hız vermistir. Savastan günümüze İran’ın üretimi için gerekli olan ilk asamayı neredeyse tamamlamıs olduğu, dahası Tahran’ın kıtalar arası balistik füze planlarının da bulunduğu iddia edilmektedir.29 

İran’ın dıs politikasını son yıllarda terörizm, Ortadoğu’daki barıs sürecinin önünü tıkamak, Kitle İmha Silahı (KDS) üretmek ve belki de en önemlisi nükleer enerji çalısmaları kaynaklı sorunlar sekillendirmistir. İran, 1968 yılında Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlasması’nı (NPT) imzalamıs ve 1970 yılında meclis onayından geçirerek yürürlüğe koymustur.30 1974 yılında Sah Pehlevi İran Atom Enerjisi Organizasyonu’nu kurarak 1994 yılına kadar 23000 MW’lık nükleer santral kurulacağını ilan etmistir. Kurumun basına İsviçre’de 
öğrenim görmüs nükleer bilimci Dr. Akbar Etemad getirilmis ve kuruma 1975 yılı için 30.8 milyon dolar bütçe ayrılmıstır. Bu dönemde İran’ın nükleer çalısmalarının en önemli destekçileri Batı ülkeleridir. Reaktörler ABD, Fransa ve Batı Almanya’dan satın alınmıs ve bilim adamları genel olarak Batı Avrupa ülkelerinde eğitim görmüslerdir.31 

Birçok kisiye göre İran’ın nükleer silah edinme eğilimi 1960’lardan beri baslamıstır.32 İran, 1987 yılında Pakistan ile nükleer isbirliği anlasması imzalanmıs ve İran Atom Enerjisi Ajansı’ndan uzmanlar Pakistan’da eğitim görmeye baslamıstır. Pakistan’da “nükleer programın babası” olarak bilinen Dr. Abdülkadir Han, Tahran ve Busehr’e Şubat 1986 ve Ocak 1987’de ziyaretlerde bulunmustur.33 Dr. Abdulkadir Han’dan destek alan İran, kısa sürede U-235’i, U-238’den ayrıstırma sürecinin önemli bir safhası olan soğutma için kullanılan santrifüj sistemini kurarak, zenginlestirilmis uranyum üretmeyi basarmıstır.34 1973-1974 petrol krizin ardından, nükleer silahların en önemli bilesenleri olan 
zenginlestirilmis uranyum ve plütonyumun üretimi için gerekli olan yakıt çevrim programlarını uygulamaya baslamıstır. 1976’da Güney Afrika’dan 700 milyon dolar değerinde uranyum zenginlestirmesi için gerekli olan ilk malzeme olan sarı pastayı almak için gizli bir anlasma yapılmıstır.35 Nitekim İran Atom Enerjisi Kurumu Baskanı Ali Ekber Salihi 05.12.2010 tarihinde yaptığı basın toplantısında “Nükleer enerjide asıl ihtiyaçları temin konusunda bir diğer adımın atıldığını” ve uranyum zenginlestirme programı çerçevesinde nükleer enerji yakıtı ve nükleer 
silah yapımında kullanılabilecek sarı pastayı üreterek kendi kendine yeter seviyeye getirdiklerini açıklamıstır.36 Basta ABD olmak üzere diğer ülkeler İran’ı Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlasması’nı ihlal etmek ve nükleer füzeler gelistirmekle suçlamıstır. Çünkü İran’ın bulunduğu jeopolitik ve jeostratejik konum gereği, gelistirebileceği nükleer silahlarını sahip olduğu uzun menzilli balistik füze sistemleriyle birlestirerek kullanma olasılığı, uluslararası camiada büyük bir tehdit olarak algılanmaktadır. 

İran dıs politikasının belirlenmesindeki en etkili unsurlardan biri ABD ile olan iliskileridir. ABD ve İran arasında 1970’li yıllara kadar iyi iliskiler söz konusudur. Ancak 1979 devrimi ile Humeyni’nin iktidara gelmesi ve ardından İran-Irak Savası’nda ABD’nin Irak’ı desteklemesi iliskilerin kopmasına neden olmustur. ABD’nin ne Cumhuriyetçiler döneminde ne de Demokratlar döneminde İran’a karsı izlediği politikalarda bir değisiklik olmamıstır. Amerikan kamuoyunda İran’ın uranyum zenginlestirmesinin durdurulması gerektiği konusunda bir uzlasma vardır. Esas uzlasmazlık nasıl durdurulacağı konusundadır.37 İran’ın nükleer enerji politikasının diğer önemli bir boyutu da iç politikasıdır. ABD, İran’ın nükleer enerji üretmesine karsı çıktıkça, İran iktidarları iç politik destek toplamaktadır. Halk tepkisini, İran yönetiminin agresif politikalarına destek vererek göstermektedir. Bu nedenle İran rejiminin nükleer enerjiyi bir iç 
politika malzemesi olarak da kullandığı söylenebilir. Nükleer güç sahibi olmak, İran’ın bölgesel politikalarına da uymaktadır. İran, bir taraftan nükleer güç ile bölgedeki rakiplerinden olan Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye’ye üstünlük kurmaya çalısmakta diğer taraftan düsman olarak nitelediği İsrail’e karsı nükleer enerjiyi bir güvence olarak kullanmaktadır.38 

Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı’ndaki jeopolitik ve stratejik konumu İran’a “ Nükleer devlet ” olmanın ötesinde bir anlam kazandırmaktadır.39 Nükleer görüsmeler İran’ın makro stratejisinin bir parçasıdır ve liderin değismesi bu stratejinin genel çerçevesini değistirmez. İran’ın kendi içinde reformcu, muhafazakar ve pragmatist yaklasımları benimseyen gruplar vardır. Ancak nükleer planlar İran’ın uzun vadeli stratejisiyle ilgilidir. Mesele sadece dıs politika bağlamında incelenmemelidir. Çünkü nükleer silahlara sahip olmayı rejim güvenliği için gerekli gören çevreler vardır. İran’ın uluslararası ortamdaki esas sorunu nükleer silahlara sahip olup olmaması değil, uluslararası ortamın mesru ve etkin bir oyuncusu olma yönündeki isteğidir. İran stratejik olarak zıtlasmanın boyutlarını yukarı çekerek ve bazı temel tartısmalı konularda taviz vererek daha önemli kazanımlar elde etmek istemektedir. İran’ın temel hedefi uluslararası 
kusatılmıslığı kaldırarak dünya siyasetinde tekrar mesru bir oyuncu haline gelmektir. 40 

Ülkenin savunma ve güvenlik politikalarında 3 temel hedef öne çıkmaktadır. 
Birincisi, İran’ın dısa bağımlılığını engellemek ve her alanda kendine yeten bir ülke haline getirmek, İkincisi, İran’ın caydırıcılık kapasitesini arttırarak askeri tehditlerle basa çıkabilecek duruma getirmek, Üçüncüsü ise İran’ı Ortadoğu ve Avrasya’da etkili bir güç haline getirmektir.41 

Genellikle İranlı politikacılar, nükleer silah ve nükleer enerji arasında ayırımın dikkate alınması gerektiğini vurgulamakta ve sadece nükleer enerji elde etmek istendiğini açıklamaktadırlar. Onlara göre tıp, tarım ve elektrik üretimi gibi barısçıl amaçlar için nükleer enerji sahibi olmak bir haktır. Batıya yönelik açıklamalarında ise bir taraftan nükleer enerji üretme isteklerinin tamamen barısçıl amaçlı olduğunu vurgularken, diğer taraftan nükleer silah üretmek ve kullanmalarının söz konusu olmadığını ayrıca bunun kendi inançlarına da uymadığını dile getirmektedir.42 İran’ın nükleer silahlarla ilgili kaygılarını ifade eden temel argümanları sunlardır43: 

• Uluslararası normlara ve nükleer rejime uyacağız, ama Ortadoğu’daki diğer aktörlerin de aynı normlara uymasını bekliyoruz. 
• Ortadoğu’ya nükleer silahları sokan İsrail’dir. İsrail’in nükleer kapasitesi bizim için ciddi bir tehdit olusturmaktadır. Bu nedenle silahsızlanma normlarının tüm bölge ülkeleri için uygulanmasını istiyoruz. 
• ABD Ortadoğu’daki varlığını çekmesi, İran’ın güvenlik kaygılarını azaltacaktır. İran’ın nükleer gücünü, Bushehr sehrindeki nükleer santral, Banab’daki nükleer arastırma merkezi, Ramsar’daki daha küçük arastırma reaktörleri, İran’ın körfez kıyısında bulunan Bushehr I ve Bushehr II nükleer reaktörleri, Natanz’da bir uranyum zenginlestirme tesisi, Arak’ta bir ağırlastırılmıs su üretim kompleksi ve bunlara ek olarak Yazd vilayetindeki uranyum madenleri oluşturmaktadır.44 

4. İran’ın Nükleer Enerji Politikalarının Küresel ve Bölgesel Yansımaları ve Uygulanan Yaptırımlar; 

İran’ın dıs politikası ABD ve İsrail düsmanlığına dayanmakta ve Ortadoğu’da bu iki devletin aleyhine dıs politikasını belirlemektedir. Her ne kadar İran’daki din adamları İsrail’in nükleer gücüne göndermeler yapsa da, İran’ın nükleer programının tek nedeni İsrail değildir. İran için, Irak’ın isgaliyle ortaya çıkan güvensizlik ortamında kitle imha silahları prestij ve baskı aracı olarak kullanılmaktadır.45 Dran’ın inkar etmesine rağmen, ABD istihbarat birimleri, İran’ın ciddi sekilde nükleer silahlarla ilgilendiğini söylemektedirler. İsrail’in elinde bulunan nükleer silahları büyük tehdit olarak gördüğünü belirten İran, Hindistan ve Pakistan’ın nükleer denemelerinden sonra bu konudaki çalısmalarını yoğunlastırdığını söylemektedir.46 

İran Nükleer Silahların Yayılması Antlasması’na taraf bir devlet olması ve aynı antlasmanın ek protokolünü imzalamıs olmasına rağmen, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) tarafından yapılmak istenen denetimlere karsı direnmektedir.47 1990’ların baslarında Şah döneminde insasına baslanan ve yarım kalan Busehr santralini tamamlamak üzere nükleer programını yeniden baslatması ABD ve İsrail’in tepkisini çekmistir. Ağustos 2002’de IAEA’na bildirilmemis yeni tesisler olduğunun ortaya çıkması üzerine İran nükleer programı uluslararası bir krize dönüsmüstür. AB üçlüsü (Almanya, Fransa ve İngiltere) bu sorunun barıs içinde çözülmesi için İran ile diplomatik müzakerelere baslamıstır.48 

İran’ın nükleer faaliyetleri 2002 yılında dünya gündemine geldiğinde IAEA’nın etkisi ve önemi çok büyüktü. Kurumun Genel Direktörü Muhammed El-Baradey zaman zaman etkili olsa da IAEA, kriz sürecinde medyada yer almamıs ve gereken ilgiyi görmemistir. IAEA yapısı ve yetkileri itibariyle görece zayıf kabul edilebilir ancak krizin baslangıcını olusturan İran’ın süpheli nükleer faaliyetlerine iliskin rapor Ağustos 2002 yılında IAEA tarafından düzenlenmistir, bu anlamda önemli bir hizmet sunduğu söylenebilir. IAEA, İran’ın nükleer faaliyetlerinin ortaya çıkarılmasından sonra bu durumun uluslararası boyutlara ulasmasını engellemeye çalısmıstır. 

Buna karsılık İran, her seferinde NPT anlasmasına atıf yaparak barısçıl amaçlarla nükleer faaliyetlerde bulunabilme haklarının olduğu tezini savunmaktadır. İran birçok denemeye rağmen IAEA ile isbirliğine girmeyi reddetmistir.49 

İranlı siyasetçiler, Nükleer silah ve nükleer enerji arasındaki ayrımın dikkate alınması gerektiğini vurgulamakta ve sadece nükleer enerji elde etmek istedikleri üzerinde durmaktadırlar. 
Yukarıda bahsedildiği gibi, onlara göre tıp, tarım ve elektrik üretimi gibi barısçıl amaçlar için nükleer enerji sahibi olmak bir haktır. İran taraf olduğu NPT anlasmasını ileri sürerek nükleer enerji politikasını savunmaktadır. Bu çerçevede elektrik üretimi için gerekli olan yakıt çubuklarını dısarıdan güvenli bir sekilde sağlayamayacağından dolayı nükleer tesis insa etmek zorunda olduğunu iddia etmektedir. Bununla beraber, IAEA’ya eksik bilgi vermesi ve uranyum zenginlestirme teknolojisi ve yakıt döngüsünün tüm haklarına sahip olmak iddiasından vazgeçmemesi ABD basta olmak üzere birçok ülkenin tepkisini çekmektedir.50 İran ile ABD arasındaki İliskiler 11 Eylül saldırıları sonrasında daha da gerginleşmistir. Petrole olan ihtiyacı ve İran-İsrail arasındaki karsılıklı tehditlerin de etkisiyle ABD, İran’a karsı tutumunu sertlestirmistir. 

Bunun sonucunda da İran günümüzde ABD’nin sürdürülebilir doğrudan iliskisinin olmadığı nadir ülke konumuna gelmistir.51 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1 Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İliskiler AB Dalı Doktora Prog.-EDİRNE 
2 Salih Özgür, Geleceğe Yönelen Tehdit Kitle Dmha Silahları, I. Baskı, IQ Kültür ve Sanat Yayıncılık, İstanbul 2006, s.17. 
3 Erdem Denk, “Bir Kitle İmha Silahı Olarak Nükleer Silahların Yasaklanmasına Yönelik Çabalar”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt No:66, Sayı:3, 2011, s.96. 
4 Ali Serdar Erdurmaz, Orta Doğu’daki Kitle İmha Silahları, Silahların Kontrolü ve Türkiye, Ümit Yayıncılık, Ankara 2003, s.30. 
5 Ferhat Pirinççi, “ Kitle İmha Silahları ve Silahsızlanma”, Uluslararası İliskilere Giris: Tarih, Teori, Kavram ve Konular, Saban Kardas Ali Balcı (ed.), Küre Yayınları, İstanbul, 2014, s.377-378. 
6 Scot D. Sagan, “Why Do States Build Nuclear Weapons?: Three Models in Search of a Bomb”, International Security, Cilt No:21, Sayı:3, 1996-1997, s.55. 
7 Ferhat Pirinççi, a.g.m, s.378. 
8 Salih Özgür, a.g.e., s.28. 
9 Martin Griffiths et al.., Uluslararası İliskilerde Temel Kavramlar, 2. Baskı, Nobel Yayıncılık, Ankara 2013, s.247248. 
10 Yavuz Cankara, Yeni Oyun, İran’ın Nükleer Politikası, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Dstanbul 2005, s.78. 
11 M.G. Roskin, N.O. Berry, Uluslararası Dliskiler Ui’nin Yeni Dünyası, I. Baskı, Adres Yayınları, Ankara 2014, s.303-304. 
12 Türel Yılmaz, “İran’da Unutulmus Bir Toplum: Türkmen Sahra Türkmenleri”, Ortadoğu Siyasetinde Dran, Ed. Türel Yılmaz, Mehmet Sahin, Barıs Yayınları, Ankara, 2011, s. 80 
13 Murat Saraçlı, “İran’da Azınlıklar”, Ortadoğu Siyasetinde Dran, Ed. Türel Yılmaz, Mehmet Sahin, Barıs Yayınları, Ankara, 2011, s.117 
14 Yavuz Cankara, a.g.e., s. 63. 
15 Faruk Sönmezoğlu, “Uluslararası Politika ve Dıs Politika Analizi”, Der Yayınları, Eylül 2012, s. 10-11 
16 Zafer Akbas, Adem Bas, “ İran'ın Nükleer Enerji Politikası ve Yansımaları ”, History Studies, Cilt:5, Sayı: 2, Mart 2013, ss. 21-44, s. 25 
17 Emre İseri, “ Ya Dran Nükleer Programı Enerji İçinse? Türkiye’nin Enerji Güvenliğine Yansımaları ”, Ortadoğu 
    Analiz, Haziran 2012, Cilt: 4, Sayı: 42, ss. 55-66, s. 58 
18 Gonca Oğuz Gök, “ Türk Amerikan İliskileri Ekseninde İran’ın Nükleer Faaliyetleri”, Ortadoğu Siyasetinde İran, Ed. Yılmaz T., Sahin, M., Barıs Yayınları, Ankara, 2011, s. 239 
19 Zafer Akbas, Adem Bas, a.g.e., s. 26 
20 S. Hürsoy, H.H. Orhon, H.H., “ Modern Dünya Sisteminde Sermaye Birikimi ve Dran’ n Enerji Politikaları”, 
    Ege Stratejik Arastırmalar Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, 2012 (63-89), s. 66-67 
21 William L. Cleaveland, “ Modern Ortadoğu Tarihi ”, çev. Mehmet Harmancı, Agora Kitaplığı, 2008, İstanbul, s. 320-325 
22 A.J. Goldschimdt, D. Lawrence, Kısa Ortadoğu Tarihi, Doruk Yayınları, Kasım 2011, İstanbul, s. 411 
23William L. Cleaveland, a.g.e., s. 327 
24 William L. Cleaveland, a.g.e., s. 460-465 
25 William L. Cleaveland, a.g.m., s. 327 
26 Barış Sinkaya, “ İran İslam Cumhuriyeti’nde Yapı ve Yönetim”, Ortadoğu Siyasetinde İran, Ed. Yılmaz T., Sahin, 
M., Barış Yayınları, Ankara, 2011, s. 44 
27 Barış Sinkaya, “Dran’da Asker-Siyaset İliskileri ve Devrim Muhafızlarının Yükselisi”, Ortadoğu Siyasetinde İran, 
Ed. Yılmaz T., Şahin, M., Barış Yayınları, Ankara, 2011, s. 69 
28 Mustafa Kibaroğlu, İran’ın Nükleer Programı ve Türkiye, 10 Temmuz 2013, 
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=2447:rann-nuekleer-program-ve-
tuerkiye&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150 , erisim Tarihi 10.09.2014 
29 Zbigniew Brzezinski, R.M. Gates, “Dran’ın Zamanı Geldi”, Profil Yayıncılık, Dstanbul, 2004, s.39-40. 
30 Anlasmanın tam metni için bkz. http://www.un.org/en/conf/npt/2005/npttreaty.html, erisim tarihi 07.09.2014 
31 Evren İşbilen, Nükleer Satranç: Dran ve Nükleer Silahlanma Politikası, İstanbul, Ozan Yayıncılık, 2009, s. 109 
32 Evren İşbilen, a.g.e., s.110 
33 Evren İşbilen, a.g.e., s.112 
34 Mustafa Kibaroğlu, a.g.e., s.282. 
35 Evren İsbilen, a.g.e., s.110 
36 Milliyet, Dış Haber, “ İran “ Sarı Pasta ”yı üretti”, 06.12.2010, 
www.milliyet.com.tr/iran-sarı-pasta-uretti/dunya/haberdetay/06.12.2010/1322651/default.htm, erisim tarihi 07.09.2014 
37 Zafer Akbas, Irak Sorununun Uluslararası Boyutu ve Türkiye, Barıs Kitap, Ankara, 2011, s.65 
38 Zafer Akbas, Adem Bas, a.g.e., s. 25 
39 Mustafa Kibaroğlu, “İran Bir Nükleer Güç mü Olmak İstiyor ?”, Avrasya Dosyası İran Özel Sayısı, Cilt:5, No:3, 1999, s. 278 
40 Talha Köse, İran Nükleer Programı ve Ortadoğu Siyaseti: Güç Dengeleri ve Diplomasinin İmkanları, Seta Yayınları III, Ankara, Ağustos 2008, s. 39-40 
41 Barış Doster, “ Bir Bölgesel Güç Olarak İran’ın Ortadoğu Politikası ”, Ortadoğu Analiz, Cilt No:4, Sayı:44, 2012, s.45. 
42 Zafer Akbas, Adem Bas, a.g.e., s. 27-28 
43 Talha Köse, a.g.e., s.42 
44 Mustafa Balbay, Dran Raporu, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul 2007, s.37-49 
45 Zbigniew Brzezinski, R.M. Gates, a.g.e., s.42. 
46 Ramazan Özey, Küresel Silahlanma Dünyanın Silah Depoları, Aktif Yayınevi, İstanbul 2007, s.318. 
47 Salih Özgür, a.g.e., s.100-101. 
48 Barış Sinkaya,“ Türkiye’nin Devrim Sonrası İran İle İliskileri”, Türkiye’nin Dıs Politikası Yeni Eğilimler, Yeni Yönelimler, Yeni Yaklasımlar, 2014, s.150-151. 
49 Cenap Çakmak, “ İran-Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Kurumu (UAEK) Dliskileri”, Satranç Tahtasında İran 
“ Nükleer Program ”, Editörler: Dr.Kenan Dağcı, Atilla Sandıklı, İstanbul, Tasam Yayınları, 2007. s. 297. 
50 Zafer Akbas, Adem Bas, “İran’ın Nükleer Enerji Politikası ve Yansımaları”, History Studies, Cilt No:5, Sayı:2, 2013, s.27. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***