EKONOMİ POLİTİĞİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
EKONOMİ POLİTİĞİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Şubat 2017 Salı

ENERJİ GÜVENLİĞİ’NİN EKONOMİ POLİTİĞİ VE ULUSLARARASI ÇATIŞMALARA ETKİSİ BÖLÜM 3




ENERJİ GÜVENLİĞİ’NİN EKONOMİ POLİTİĞİ VE ULUSLARARASI ÇATIŞMALARA ETKİSİ BÖLÜM 3



2.3 Enerji Kaynaklarının Dünyadaki Çatışmalara Etkisi 

Sanayi devriminden bu yana dünyada enerji kaynaklarına sahip olabilmek için kıyasıya bir yarıs baslamıs ve bu yarıs birçok savasa da neden olmustur. Esas itibariyle uluslar arası sistemde dünya liderliği ile enerji kaynakları arasında doğrudan bir iliski mevcuttur. Bunun nedeni Ekonomik ve sosyal kalkınma için temel girdilerden olan enerjinin tüketimi, artan nüfus, sehirlesme, sanayilesme ve teknolojinin yaygınlasmasına paralel olarak sürekli artıs göstermektedir. Bir baska deyisle enerji ekonomik ve siyasi kalkınmanın temelini olusturmasıdır. Yani bir devletin uluslararası sistem içinde diğer devletlere göre gücünü arttırması ve zenginlesmesi enerji kaynaklarını verimli olarak kullanmasına bağlıdır. Ancak dünyamızda enerji üretmek için gerekli olan fosil yakıtların azalması buna karsılık dünya nüfusunun da dramatik bir sekilde artması nedeniyle enerjiye ulasım gittikçe zorlasmaktadır. 

Örneğin 1900 yılında dünya nüfusu 1,6 milyar, birincil enerji tüketimi 1.000 milyon ton petrol esdeğeri (Mtoe) iken, 2010 yılında dünya nüfusu 7 milyarı asmıs ve birincil enerji tüketimi de 12 milyar ton petrol esdeğerine ulasmıstır.65 Bu artısın en önemli nedeni kuskusuz dünyadaki sanayilesme nüfus oranındaki artıstır. 

İngiltere kömür çağı denilen 19. yüzyılın süper gücü iken, 1945 yılından sonra bu liderlik petrole hâkim olan ABD’ye geçmis, ancak geçisin gerçeklestiği 1914–1945 yılları arasındaki dönem savasları dünyaya çok pahalıya mal olmustur. En kritik dönem olarak kömürün tepe noktasına ulastığı 1913 yılında yasanan gelismeler oldukça önemlidir.66 Zira son yüzyıl içinde yasanan çatısmaya varan bazı önemli krizler, Birinci Dünya Savası, İkinci Dünya Savası, Kore Krizi, Küba Krizi, Vietnam Savası, Arap-İsrail Savasları, Süveys Krizi, Birinci Körfez Operasyonu, İkinci Körfez Operasyonudur. Söz konusu krizlerin bazılarının olusumunda basrolde ve bazılarının olusumunda da yan rollerde mutlaka enerji jeopolitiği ve enerji güvenliği kavramları yer almıstır.67 Bu olayların dısında elbette farklı sebeplerle ulusal veya uluslararası krizler meydana gelmektedir. Ancak söz konusu bu çatısmaların öncelikle enerji paylasımı sorunuyla ilgili olduğunu yani ekonomi politik yönlerinin olduğunu söylemek mümkündür. 

2.3.1 Enerji Kaynakları Açısından 1. Dünya Savası 

Sanayi Devrimi ve Sömürgecilik sonucunda ekonomik pozisyonlarını güçlendiren İngiltere ve Fransa, karsı taraftaki Almanya ve İtalya gibi ülkelerden ekonomik olarak çok ilerideydi. Almanya ve İtalya, siyasi birliklerini olusturduktan sonra 1914'e kadar olan süreçte aradaki farkı kapatmaya çalısmıslardır. İngiltere ve Fransa'nın ekonomik hakimiyet alanlarını koruma, Almanya'nın ise bu alanları ele geçirme niyeti savasın baslıca ekonomik nedenlerindendir. Bu nedenler; sömürgeler, deniz yollarının hâkimiyeti, uluslararası ticaret imtiyazları gibi ana baslıklarda değerlendirilebilir. Öte yandan 19. yüzyıl sonlarından itibaren kullanılmaya baslayan ve neredeyse 20. yüzyıla damgasını vuran petrol yataklarının mülkiyeti de savasın temel ekonomik nedenlerindendir. Osmanlı İmparatorluğu'nun hakimiyeti altındaki Orta Doğu petrol varlığı, 19. yy sonlarında özellikle İngilizler tarafından, çesitli gizli/açık yöntemlerle tespit edilmistir. İngiltere, petrol siyasetini, 1900'lerde tüm stratejilerinin birinci sırasına koymustur. 

Ancak petrolün öncesinde İngiliz ekonomisinin gelismesini sağlayan asıl fosil yakıt kömür olmustur. İlk birincil enerji kaynağı olarak kabul edilen kömür önce, Büyük Britanya daha sonra Fransa, Almanya ve ABD’de yoğun olarak üretilmeye baslanmıs ve 18 ve 19. yüzyılın temel enerji konumuna gelmistir.68 Dünyanın en fazla kömür üreten ülkesi olan İngiltere’de, 1800 yılının basında 10 milyon ton olan maden kömürü üretimi 1850’lerde 5 misline, 50 milyon tona çıkmıs ve 1900’da, 225 milyon tona ulasmıstır. Dünyada ise 20. yüzyıl basında büyük kömür üreticilerinin gerçeklestirdiği gelismelerle ve yeni üreticilerin ortaya çıkmasıyla maden kömürü üretimi 1 milyar tonu asmıstır. Kömürün sanayide 
kullanımının artmasıyla 1900-1914 yıllarında kömür üretimi ani bir yükselis ile iki kat artmıs ve 750 milyon tondan 1500 milyon tona ulasmıstır. Ortaya çıkan bu üretim artısı, 1870’li yıllardan itibaren basta Dngiltere’de olmak üzere Avrupa’da görülen sanayilesmenin ihtiyaç duyduğu enerjiyi karsılamak için gerçeklesmis olduğu söylenebilir.69 Söz konusu yüksek miktardaki kömürün paylasım sorunu dünyaya 1914–1918 yılları arasında büyük bir felaket yasatmıstır. 



Tablo 3: 1905 Yılı Dünya Kömür Üretimi 70 


Tablodan görüldüğü gibi Birinci Dünya Savası’ndan önce Almanya’nın tek basına kömür üretimi 121.298.167 ton iken Fransa sadece 35.869.497 ton üretebilmektedir. Bunun en önemli sebebi en zengin kömür yataklarına sahip Alsace-Loren bölgesinin 1871 Sedan Savası’ndan sonra Almanya’nın eline geçmesidir. Bu üretim farkı Fransa’nın yeniden bu bölgeyi Almanya’dan geri almak için her türlü mücadeleyi yapmak ihtiyacını hissettirmistir. Çünkü kömür o yıllarda sanayilesme için en fazla kullanılan birincil enerji maddesidir. Ayrıca 
Almanya, Dngiltere’nin basta kömür ve kısmen petrol olmak üzere hammadde kaynaklarını ele geçirip kendi hegemonyasını kurmak istemesi savasın diğer temel sebeplerindendir.71 

Bu dönemde enerji politikası, enerjinin baslıca kaynağı olan maden kömürü yataklarına sahip olan Büyük Britanya, Fransa, Almanya ve ABD üzerine kurulmustur. Fransa ve Almanya arasındaki basta zengin kömür yatakları ile Rusya ve Ortadoğu’daki yeni petrol bölgeleri enerji politikaları açısından, Birinci Dünya Savası’nın enerji-politik nedenini olusturduğu değerlendirilmektedir. Bu noktada Berlin-Bağdat-Basra Demiryolu 1. Dünya Savası’nın olusumuna etki eden bir baska faktör olarak değerlendirilebilir. Zira Almanlar tarafından insa edilen bu hattın amacı burada çıkarılan petrolün batıya naklini gerçeklestirmek tir. Dolayısıyla demiryolunun ilk büyük enerji nakil hattı olduğu söylenebilir. 
Ayrıca Bağdat Demiryolunun 20 km. sağında ve solunda her türlü maden arama yetkisi de Almanlara, anlasma gereği verilmistir. Bu nedenle İngiltere bu projeyi kendisi için büyük bir tehdit olarak kabul etmistir.72 Ayrıca o dönemde Sevr Antlasması ile Dngiltere Kafkaslara giden yolu sözde Kürdistan ve Ermenistan projeleri ile açmak ve Hazar petrollerine de ulasmak istiyordu.73 Bu sebepleri dikkate alarak 1914 yılında yasanan Birinci Dünya Savası’nın gerçek sebebinin enerji bölgelerinin ve nakil hatlarının paylasımına dayandığını ifade etmek mümkündür. 

2.3.2 Enerji Kaynakları Açısından 2. Dünya Savaşı 

İkinci Dünya Savası’nı hazırlayan sebeplerin altında basta petrol olmak üzere enerji kaynaklarına sahip olma fikri yatmaktadır. Zira Almanya’nın daha savas baslar baslamaz Birinci Dünya Savası’nda kaybettiği Alsace-Lorane’ni ele geçirdiği ve savasın gerektirdiği enerji ihtiyacını garantiye aldığı görülmektedir. Almanya ardından, yine savası sürdürebilmek için gereken yakıtı Bakü’yü ele geçirerek sağlamayı planlamıs ancak basarılı olamayınca doğu muharebelerini, müteakiben tüm savası kaybetmistir. Yani enerji kaynakları birçok 
devletin kaderinde en etkili aktör konumuna dönüsmüstür.74 Çünkü özellikle İkinci Dünya Savası’ndan sonra, dünya petrol üretimi olağanüstü yükselerek, 1945’de yıllık 3.000 milyon varile ulasmıstır. Bu yükselis, eski üreticilere ilaveten yeni yatakların isletmeye açılması ile mümkün olmustur. Petrol üretiminin bu gelisimine, doğal gaz ve nükleer enerji üretiminin ilk ürünleri de eklenmis ve böylelikle enerji kaynakları çesitlenmistir. Ancak petrol daha stratejik bir unsur haline gelmistir.75 Buna ek olarak Asağıdaki grafikte de görüldüğü gibi 2. Dünya Savasından sonra teknoloji ve ulasım vasıtalarında çesitlilik arttıkça kisi basına düsen petrol üretimi de artıs göstermektedir. Özellikle İkinci Dünya Savası’nın sonunda petrol bölgelerinin büyük devletler tarafından paylasılması ile üretim dramatik bir sekilde artmıs ve bu artıs önce 

1973’de ardından 1979 yılında tepe noktasına (peak oil) ulasmıstır. Bu yıllar arasında üretim artıs oranı sıfıra yakın meydana gelmistir. 



Grafik 8: 1920–2000 yılları arasında kisi basına düşen petrol Üretimi 76 


Bu verilerden hareketle İkinci Dünya Savası’nın da petrol paylasım savası olarak nitelemek mümkündür. Kömür çıkarımı sorunları ile petrol kullanımının ve tasınmasının kömüre göre kolaylığı, petrolü ön plana çıkarmaya baslamıs ve bu durum, petrol kaynaklarına sahip olmayan ülkeleri endiselendirerek petrol bölgelerine sahip olma eğilimini arttırmış tır. Dolayısıyla petrol bölgelerinde hegemonya kurmak ana hedefi, İkinci Dünya Savası’nın enerji-politik yönünü olusturmustur. 77 

2.3.3 Dünyada Meydana Gelen Diğer Önemli Çatısmalarda Enerji Kaynaklarının Rolü 

İkinci Dünya Savasından sonra dünyada simdiye kadar küresel çapta büyük çatısmalar görülmese de yerel ve bölgesel düzeyde birçok çatısma yasanmıs ve yasanmaya devam etmektedir. Bunların birçoğu kendi içinde etnik çatısmalara dayalı olmakla birlikte bir kısmı da tüm dünyayı etkileyen türde olmustur. Ayrıca bu çatısmaların bir kısmı da genellikle enerji paylasımı ve arz güvenliğine dayalı olan çatısmalar olduğunu söylemek mümkündür. Bu türde çatısmalara örnek olarak sunlar verilebilir. 


1) Süveys Krizi: Mısır Baskanı Cemal Abdül Nasır’ın 26 Temmuz 1956 yılında, Süveys Kanalı’nı kamulastırma istediğinden, İngiltere ve ABD’nin Aswan Barajı’nın kurulmasını reddetmesinden ve Mısır’ın Nasır yönetiminde Sovyetler Birliği’ne ve Çin’e dönmesinden dolayı gerçeklesmistir. 75 yıl İngiltere kontrolünde kaldıktan sonra Mısır’a geçen Süveys ile birlikte basta İngiltere olmak üzere Batı, en önemli petrol yolunu kaybetmistir. Bu kriz Dngiltere’nin enerji temin maliyetlerinin artması ve dıs borçlarının ödenemez hale gelmesi ile sonuçlanmıstır.78 Krizden sonra Batı Avrupalı devletler dünya egemenliklerini kesin olarak ABD’ye kaptırmıs ve ABD’nin desteği olmadan enerji bölgelerinde hareket edemeyeceklerini anlamıslardır.79 Yarım yüzyıl öncesinde dünyaya mutlak egemen olan Birlesik Krallık ve Fransa'nın artık ABD'nin askeri desteği olmadan hareket edemeyeceği ortaya çıkmıstı. Bu, dünya hakimiyetinin Avrupa'dan ABD ve Sovyetler'e geçtiğinin ilanı olmustur. Ayrıca Süveys Krizi, Birlesik Krallık'ın Falkland Adaları Savası'na kadar ABD'nin desteği olmadan yaptığı son harekattır. Bu süre içinde Birlesik Krallık, askeri harekatlarında 
hep ABD'nin desteğini aramıstır.80 

2) Arap – İsrail Savasları: İlki 1948 yılında yasanan Arap-İsrail Savası, müteakip yıllarda 1967’de 6 Gün Savası, 1973’de Yom Kippur Savası, 2006 yılında Lübnan-İsrail Savası ve en son 2008 ve 2014’te Gazze Çatısmaları seklinde tekrarlanmıstır. Bu savasların ortak özellikleri, ABD’nin İsrail’e tam destek vermesi ve Arap Devletleri’nin milli serveti olan petrolün büyük güçler tarafından kontrol edilmesinin engellenme çabalarıdır.81 Bu savasların en belirgin sonuçları, İsrail’in sürekli Arap topraklarını kendi ülkesine katmak seklinde görülmüstür. Yine 1967 yılında yasanan 6 Gün Savası sonucu İsrail topraklarını dört katına çıkarmıstır. 1973 tarihindeki Arap-İsrail Savası ise petrolün silah olarak kullanıldığı savas olarak tarihe geçmistir. OPEC üyesi ülkelerin ambargosu neticesinde petrol fiyatları yaklasık % 400 civarı artmıs ve  bunun karsılığında İsrail BM’in arabuluculuğunu kabul ederek geri adım atmak zorunda kalmıstır.82 

3) İran-Irak Savası: Görünürde sınır anlasmazlığı, yani Satt-ül-Arab’ın paylasımı gibi sebeplerden kaynaklandığı ifade edilse de, enerji kaynağı bölgesi ülkelerin birbirleri ile savasması ve petrole yön vermede hegemonya mücadelesi olarak tanımlanabilir.83 İslam Devriminden sonra ortaya çıkan karısıklık esnasında Irak 1980 yılında İran’a saldırmıstır. Çıkan savas petrol üretimini %10 düsürerek günlük bir milyon varile geriletmis ve fiyatlar 14 $’dan 35 $’a yükselmistir. Her iki ülke de petrole dayalı bir kalkınma modeli benimsemis ve fiyat dalgalanma larından oldukça etkilenmislerdir. Irak, petrol ihracını genel olarak boru hatları ile yaparken, İran daha ziyade Basra Körfezi’nden tankerler vasıtası ile yapmaktaydı. Dolayısıyla savasın Irak açısından en stratejik hedefleri İran’ın petrol tankerleri iken, İran da Irak’ın nakil tesislerini hedef almıstır. Savas sonunda Savasın sonucunda İran-Irak sınırı değismemistir. İki ülkenin birbirlerinin petrol tesislerine saldırılar düzenlemesi sonucu petrol üretimi düstü, 
petrol fiyatları arttı. Savas boyunca Irak, kendisini destekleyen devletlerden borç alarak silah satın almıstı. Bu borçları ödemekte zorlanması, 1990 yılında Kuveyt’e saldırarak oradaki petrol kuyularını ele geçirmeye çalısmasına yol açtı. Bu tavrı da Irak'ı uluslararası iliskilerde yalnızlığa sürükledi ve desteksiz bırakmıstır.84 

4) 1. Körfez Savası: 

1988'de Dran-Irak Savası'nı bitiren ateskes imzalandığında Irak borç batağında, halkı da sosyal patlamanın esiğindeydi. Irak'ın borçlarının büyük kısmı Suudi Arabistan ve Kuveyt'eydi. Irak iki ülkeden de borçlarının silinmesini istedi, ancak iki ülke de bunu reddetmistir. Irak ayrıca Kuveyt'i OPEC'in petrol üretimi için belirlediği kotayı asmakla suçluyordu. Kendisi de bir petrol üreticisi olan Irak üyesi olduğu OPEC'in 18$'lık fiyat politikasına uyulmasını istiyordu.85 Temmuz 1990'ın baslarında Irak, sikayetçi olduğu Kuveyt'in kota politikası nedeniyle bu ülkeyi askeri harekatla açık biçimde tehdit etti. 23 Temmuz'da CIA'in Irak'ın Kuveyt sınırına 30.000 asker kaydırdığını raporlaması üzerine Basra Körfezi'ndeki ABD filosu alarm durumuna geçti. 15 Temmuz 1990'da Saddam hükümeti isteklerini açık biçimde Arap  Ligi’nden istedi; " Bazı Arap hükümdarlarının politikaları Amerikan yanlısı...Onlar Arap çıkarlarının ve güvenliğinin zayıflatılması için Amerika tarafından tesvik  ediliyorlar" 86 sözleriyle birlikte Kuveyt ve BAE'den tazminat telebinde bulunup aksi takdirde askeri güç kullanma tehdidini savurdu. 31 Temmuz 1990'da Irak ile Kuveyt heyetleri aralarındaki petrol anlaşmazlığı nedeniyle Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde bir araya geldi. Cidde görüşmelerinin sonunda Irak, Rumeyla nedeniyle uğradığı kaybın telafisi için Kuveyt'ten 10 milyar $'lık tazminat talebine karsılık Kuveyt 9 milyar $ önerdi. Irak'ın buna cevabı ise Kuveyt'i isgal etmek oldu. 2 Ağustos 1990'da Irak Kuveyt'in başkenti Kuveyt şehrini bombalayarak işgali baslattı. 

4 . CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

ENERJİ GÜVENLİĞİ’NİN EKONOMİ POLİTİĞİ VE ULUSLARARASI ÇATIŞMALARA ETKİSİ BÖLÜM 2



ENERJİ GÜVENLİĞİ’NİN EKONOMİ POLİTİĞİ VE ULUSLARARASI ÇATIŞMALARA ETKİSİ BÖLÜM 2


1.2 Liberal Kuram Açısından Enerji Güvenliği 

Liberalizmin temel ilkeleri olarak; sınırlı minimal devlet, serbest girisim, bireycilik, insan hakları, hukuka bağlı devlet, özgürlük, isbirliği gibi kavramlar sıralanabilir. Bu kavramlardan devlet ve devletlerarası iliskiler incelendiğinde bu yaklasımın Realist yaklasımın tam tersi olduğu görülecektir. Buna göre; 

1) Liberalizmin en önemli ilkelerinden biri sınırlı devlettir. Bu bağlamda, devletin sınırlanması gerekmektedir. Çünkü devlet sınırlandırılmazsa bireye müdahale 
edecektir ve birey arka plana itilecektir. Bu nedenle devlet hareket ederken toplumun rızasını almak zorundadır ve anayasa ile sınırlandırılmalıdır. “Locke’a göre toplum sözlesmesi ile kurulan devlet herkesin özgürlüğünü ve mallarını daha iyi korumak amacıyla kurulur.”24 Bu bağlamda devletin amacı topluma en iyi sekilde hizmet etmektir ve bireyin özgürlüğünü ve çıkarını korumaktır. 

2) Uluslararası iliskiler açısından liberalizmin temel varsayımları ve ilkelerine bakacak olursak, öncelikle liberalizm “devletleri uluslararası iliskilerdeki en önemli aktörler ve incelenmesi gereken tek analiz birimi olarak görmemekte dir.”25 Liberalizme göre uluslararası sistem devlet, birey, baskı grupları, uluslararası örgütler gibi birçok aktörden olusmaktadır. “Bu aktörler rasyoneldir ve devletlerin tercihlerini ve davranıslarını etkileyerek kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalısırlar.”26 

3) Liberalizme göre, uluslararası iliskiler sadece güç iliskileri açısından ele alınmamalıdır. Uluslararası sistem, “karsılıklılık ve isbirliğine bağlı olarak 
uluslararası normlar, örgütler ve hatta uluslararası hukuk tarafından” değistirilebilir. 

Bununla birlikte liberalizme göre, “devletler belli ve sabit bir dıs politika tercihine sahip değilirler.” Devletlerin davranısları bazı iç aktörler tarafından belirlenir. Son olarak ise liberaller “uluslararası iliskilerde askeri gücün kullanılmasının maliyetinin giderek arttığını ve devletler için en son basvurulacak bir araç olduğunu savunmaktadırlar.”27 

Liberalizmde karsılıklı bağımlılık, basit anlamda uluslararası iliskilerde ve uluslararası ekonomi politiğinde devletler ve devlet dısı aktörler arasındaki karsılıklı etkilesimler olarak tanımlanır. Bu etkilesimler, genelde malların, paranın, insanların ve bilginin ülkeler arasında değisiminden kaynaklanır. Fakat ülkeler arası değisimler, karsılıklı bağımlılıkla birebir aynı değildir. Karsılıklı bağımlılıktan söz edebilmek için, iki veya ikiden fazla taraf arasındaki etkilesimden kaynaklanan maliyetler ve faydaları göz önüne almamız gerekir. Bir baska deyisle karsılıklı bağımlılık, taraflar arası esit bağımlılık demek değildir. Örneğin, petrol ihraç eden ülkeler ve çok uluslu enerji sirketleri beraberce yüksek petrol fiyatlarından fayda sağlarlar; ama ortaya çıkan kârın nasıl paylasılacağı konusunda anlasamayabilirler. Bir baska deyisle artan faydaya rağmen, hangi tarafın ne kadar kazanacağı konusunda anlasmazlık 
olabilir.28 

Karmasık karsılıklı bağımlılığın (complex interdependence) temel özelliklerini enerji güvenliği açısından ele aldığımızda su 3 noktanın öne çıktığını söylemek mümkündür. 

1) Enerji güvenliğine etki eden birçok unsurun olması: Yani enerji güvenliği noktasında sadece devletler tek baslarına belirleyici değillerdir. Zira bu yaklasım 
uluslararası iliskileri birim düzeyinde analiz etmektedir. Bunun nedeni yaklasımın, “birim düzeyindeki nedenlerin sistem düzeyindeki sonuçlarıyla ilgilenmektedirler.”29 
Aynı zamanda neoliberalizme göre devletler rasyonel aktörlerdir. Ancak neoliberaller “devletten baska aktörlerin de varlığını kabul etmekte dirler.  ” Neoliberallere göre, uluslararası iliskilerde devletlerden baska birey, uluslararası örgütler, baskı grupları gibi birçok aktör vardır. Ancak küreselleşme sürecine rağmen, enerji piyasasının süregelen oligopolistik yapısı, enerji ihraç eden ülkelerde devlet sirketlerinin artan rolü ve rejimlerin kısıtlı etkisi nedeniyle bu kanallarda bir daralma olduğu savunulabilir. 

2) Sorunlar arasında hiyerarsik sıralamanın olmaması: Yani konuların yüksek öncelikli ve düsük öncelikli olmaması ve ayrıca iç politika arasında bir ayrım 
gözetilmemesi bunların birbiriyle yakın iliski içinde oldukları söylenebilir. Dç siyasetteki farklı sosyal grupların (sanayiciler, tüketiciler, çevreciler, özel enerji 
firmaları, devlet enerji sirketleri ve hükümet, vb.) enerji ihraç/ithal eden ülkelere yönelik farklı görüs ve çıkarlarının olduğunu, hatta enerji güvenliğinin bu bağlamda sadece güvenlik boyutuyla değil, ekonomik ve çevre boyutlarıyla dıs politikada diğer ulusal güvenlik sorunlarıyla aynı düzeyde tutulduğunu düsünebiliriz. Bu durum enerji güvenliğinin çok boyutlu olduğunu göstermektedir. 

3) Askeri güç kullanımının en aza indirgenmesi: askeri gücün rolünün, özellikle gelismis ülkeler arasında azaldığı vurgulanmaktadır. Fakat gelismis ve gelismekte olan ülkeler arasında da, temel güvenlik sorunları dısında kalan ekonomik ve siyasi uyusmazlıklarda askeri güç kullanımı ya da tehdidinin giderek azaldığı belirtilmektedir. Genel olarak liberallere göre, liberal demokratik devletler arasında isbirliği mümkündür. Bununla birlikte, “devletleri karsılıklı olarak isbirliğine razı edecek çok sayıda faktör bulunmaktadır.”30Devletleri isbirliğine götüren nedenlerin basında uluslararası örgütler, uluslararası hukuk, devletlerin rasyonel davranması (devletlerin göreli kazançlar yerine mutlak kazançlar ile ilgilenmesi) gibi etkenler vardır. Ancak Realistlere göre “Askeri yeteneğe sahip devletlerin anarsik ortamda istedikleri siyasal sonuçları daha kolay elde ederek güvenliklerini sağlama konusunda daha becerikli oldukları kabul edilir. Realizm dısındaki kuramlarda, dönüsen küresel iliskiler çerçevesinde artık bu ayırımın somut zemininin bulunmadığı ifade ediliyor olsa da, iktisadi alandaki gelismelerin hala devletlerin denetiminde yani devletler arası 
ikili veya çok taraflı anlasma ya da örgütler yoluyla gelisiyor olması ve istendiğinde müdahale edilebileceği teziyle realistler bu ayırımda hala ısrarcıdır.”31 

Liberal Kuram’da Enerji güvenliği ve dıs politika iliskisinde çok taraflılığın önemini vurgulayan en önemli örnek, 1973 petrol krizi öncesi ve sonrası petrol piyasasını düzenleyen rejimdeki değisimdir. Liberal yaklasımın parçası olan rejim kuramına göre petrol rejiminde değisiklik, sadece OPEC ülkelerinin uyguladığı ambargo sonucu gerçeklesmemistir. Bilakis petrol rejimindeki değisim, çok uluslu petrol Sirketleri ile bunların hükümetleri, OPEC ülkeleri ve Amerikan bağımsız petrol sirketlerinin farklı pazarlık gücü ve değisen pazarlık dengesi doğrultusunda devlet ve devlet dısı aktörlerin dıs politikaya ve uluslararası kurumlara etkisiyle açıklanabilir.32 

Enerji güvenliği dıs politika iliskisinde karsılıklı bağımlılık doğrultusunda, çatısma olmasını ya da çatısma olasılığının kalkmasını analiz ederken önerilen ölçütlerin en zayıf yönü, beklenen amacımızın değerinin farklı aktörlerce nasıl algılandığı ve dıs politika olusumuna hangi aktörlerce aktarıldığıdır. Enerji güvenliği kapsamında dıs politikayı etkileyen devlet ve devlet dısı aktörlerin çıkarları ve stratejileri incelendiğinde, benzer fayda ya da zarar hesabına rağmen farklı tercihlerde bulunmaları, liberal yaklasımın öngörüleri doğrultusunda açıklanamamaktadır. Bir baska deyisle farklı aktörler arasındaki stratejik etkilesim, enerji ithalatında/ihracatında aynı tehdit/fırsat söz konusu olsa bile özgün yerel kurumların etkisiyle beklenen rasyonel davranıslardan ayrı hem maddi hem düsünsel (fikirsel) etkenlerle sekillenebilir.33 Örneğin Arap ülkelerinin büyük bir kısmı Dsrail devletini tanımadıkları gibi bu ülkeye petrol ve doğalgaz satmak istememektedirler. 

1.3 İnsacı Kuram Açısından Enerji Güvenliği 

İnsacı Kuramda Enerji güvenliğinin analizini yapabilmek için enerji ithal/ihraç eden devletler, bu devletlerdeki özel/devlet enerji sirketleri ve enerjiyle ilgili diğer çıkar grupları (sanayici birlikleri, çevre ve tüketici haklarını savunan sivil toplum örgütleri, vb.) arasında gelisen stratejik etkilesimin, yerel kapitalizme özgü sartlarda maddi ve düsünsel etkenlerle nasıl olustuğunu açıklamamız gereklidir. Bir baska deyisle insacı yaklasıma göre, sadece enerji pazarındaki güç dağılımı ve aktörlerin rasyonel davranıslarıyla sekillenen bir stratejik etkileşimi  inceleyerek, enerji güvenliğinin dıs politikaya etkisini açıklamak yetersizdir. Kısaca, kapitalizm türlerinde yer alan özgün ulusal kurumlar, aktörlerin tercihlerini etkilerler. 

İnsacı kuram açısından yerel yapılar uluslararası iliskiler etkilesimini kullanması açısından önemlidir. Örneğin, AB’nin ortak bir enerji pazarı olusturma çabalarına karsın üye devletlerin enerji güvenlikleri doğrultusunda farklı dıs politika tercihlerinde bulunmaları, yerel yapıların farklı özellikleri ile açıklanabilir. AB’nin genelde artan bir enerji ihtiyacı olmasına rağmen, üye devletler arasında enerji ihtiyacı ve tedariki bakımından farklılıklar vardır. Üye devletlerin enerji bağımlılığı ile enerji ithalatını büyük oranda bir ülkeden yapma düzeyi az veya fazla olabilir. Yani üye devletler farklı oranlarda olmakla beraber, enerji piyasasında aynı tür maliyet (enerji bağımlılığı) ve tehditle (enerji ithalatının Rusya gibi bir ülkeden yapılma oranı) karsı karsıyadırlar. Fakat benzer maliyet ve tehditlere maruz üye devletlerin, ortak bir enerji pazarı olusturmaya yönelik tercihleri beklenen rasyonel tercihlerden farklıdır.34 Dolayısıyla üye devletler ve enerji sirketleri, mevcut maliyet ve tehditleri gidermek için enerji ithal edilen devletler ve bunların özel/devlet enerji sirketleriyle, tarihsel süreçte devlet-özel sektör iliskisi sonucu gelisen liberal piyasa ekonomisi veya koordine piyasa ekonomisi bağlamındaki ulusal kurumların etkisiyle stratejik bir etkilesime 
girerler. Bir baska deyisle, stratejik etkilesim, devletlerin yerel enerji pazarının yapısını (oligopolistik ya da liberal) ve enerji sirketlerinin uluslararası enerji pazarındaki faaliyetlerini (stratejik ortaklık kurma ya da piyasa ekonomisine göre sözlesme yapma) sekillendiren liberal ya da koordine piyasa ekonomisi sonucu olusur. 

Yerel yapıların dıs politikaya etkisine bir baska örnek, 1973 petrol krizi sırasında benzer maliyet ve tehditlere rağmen gelismis ülkelerin farklı dıs politikalarıdır. söyle ki ABD’nin federal devlet yapısı kapsamında hükümet, farklı çıkar gruplarının baskısına karsı daha açıktır. Bu yüzden ani gelisen bir krizi takiben dıs politika yapımı zorlasmaktadır. Diğer yandan Fransa’nın merkezi devlet yapısı, benzer bir krizde daha etkin dıs politikanın belirlenmesini kolaylastırmaktadır. Nitekim 1973 petrol krizi sonrasında Fransa, enerji arz 
güvenliğini hızlı ve tutarlı bir politikayla, enerji firmalarını destekleyerek, petrol ihraç eden eski kolonileriyle iliskileri gelistirerek ve alternatif enerji kaynağı nükleer enerji yatırımlarıyla arttırmaya çalısmıstır. ABD ise, aksine federal devlet yapısı içinde çıkarları birbirinden farklı çevreci grupların, Amerikan petrol sirketlerinin, sanayicilerin ve diğer grupların baskıları nedeniyle daha kararsız bir dıs politika izlemistir. Özet olarak, enerji pazarında benzer maliyet ve tehditlere rağmen, enerji güvenliği kapsamında farklı dıs politika tercihlerini, yerel 
kapitalizm bağlamında ulusal kurumlar ile uluslararası iliskilerin etkilesimi şekillendirebilir. 

1.4 Neo – Gramsci Eleştirel Kuram Açısından Enerji Güvenliği 

Kapitalist üretim süreci, uluslar arası iliskiler ve uluslararası ekonomi politiği disiplinlerinde enerji güvenliğinin analizi için baslangıç noktasıdır. Enerji üretim sürecine dâhil olan bilgi üretimi, bilginin yeniden olusumu, kurumlar ve sosyal iliskiler bu nedenle dıs politika analizinde ele alınmalıdır. Bu bağlamda dıs politika analizinde en önemli aktör sosyal güçlerdir. Dolayısıyla üretim iliskilerini düzenleyen sosyal güçler, genis anlamda sosyal düzenin hem ulusal hem de uluslararası düzeyde yeniden üretiminde önemlidir.35 Ayrıca, enerji güvenliği ve dıs politika analizinde incelediğimiz aktörler arası stratejik iliski, Neo-Gramsci yaklasıma göre sosyal güçlerin sınıf mücadelesine dayalı ve ucu açık bir iliski 
seklinde ele alınmalıdır. Bir baska deyisle dünya enerji pazarı ve üretiminin durumu, sosyal güçlerin davranıslarını sekillendirirken, yine de bunları mutlak ölçüde belirlemez. sadece enerji ihraç ya da ithal eden devletlerin enerji üretim sürecindeki konumlarına yoğunlasmak yanıltıcıdır. Çünkü sosyal güçlerin sınıf aidiyeti, otomatik olarak sınıf bilincini, ortak kimliği ve çıkarları doğurmaz. Sınıf bilinci, daha çok tarihsellik içinde sosyal güçlerin üretimde sömürüye karsı veya direnis için verdikleri sınıf mücadeleleriyle olusur. Ayrıca, devletin durumu “politik bir toplumu” içerir. Örneğin, devletin bakanlıklar ve diğer kamu kurumları gibi zorlayıcı araçları ile siyasi partiler, sendikalar, is dünyası birlikleri, dini kurumlar, vb. olusan sivil toplum, devletteki bu politik topluma dâhildir. Kısaca, devletin durumu, sosyal güçlerin devlet içi ve devletler ötesi hareket ettiği bir yapıdır.36 

Bu çerçevede sosyal güçlerin enerji güvenliği kapsamında dıs politikaya etkisi, ulusal ve/veya uluslararası düzeyde olusturmaya çalıstıkları tarihsel blokla açıklanabilir. enerji güvenliğinde nasıl bir hegemonik proje uygulanmaktadır ve bu hegemonik projede ekonomik çıkarların ötesinde ne gibi siyasi ve sosyal fikirler bir bütün olarak dıs politikayı etkilemektedir sorularına cevap aranmalı dır. Nitekim geçmiste 1973 petrol krizi, 2003’te baslayan Irak Savası ve 2011’de Ortadoğu devletlerinde baslayan ayaklanmaların kapitalist üretim ve üretim iliskilerine etkisine bakarak, tarihsel blokta yapısal bir değisiklik olup olmayacağı incelenebilir. Enerji güvenliğinde bu tür krizler, mevcut hegemonik projede  sosyal güçlerin ulusal, uluslararası veya uluslarötesi düzeydeki konumlarında bir değisime neden olabilir. Böyle olası bir yapısal değisim sonucu enerji ithal/ihraç eden devletlerin, bu devletlerdeki özel/devlet enerji sirketlerinin ve diğer çıkar gruplarından (sanayici birlikleri, çevre ve tüketici haklarını savunan sivil toplum örgütleri, vb.) hangisinin ulusal, uluslararası veya uluslarötesi yeni bir hegemonik proje olusturup kendi yararlarına nasıl bir pozisyon alabileceği, enerji güvenliği dıs politika iliskisinde sorgulanmalıdır.37 

Bu çerçevede sosyal güçlerin enerji güvenliği kapsamında dıs politikaya etkisini analiz ederken, ulusal ve/veya uluslararası düzeyde olusturmaya çalıstıkları tarihsel blok önemli bir değişken olabilir. Buna göre enerji güvenliğinde nasıl bir hegemonik proje uygulanmaktadır ve bu hegemonik projede ekonomik çıkarların ötesinde ne gibi siyasi ve sosyal fikirler, bir bütün olarak dış politikayı etkilemektedir sorularına cevap aranmalıdır.38 

2. Enerji Güvenliğinin Çatışmalara Etkisi 

Günümüzde giderek artan bir biçimde enerji politikaları ve bu politikaların ekonomik etkileri üzerinde tartısmalar yapılmaktadır. Esas itibarıyla, istenilen miktarda enerji kaynağının herhangi bir nedenle kesintiye uğramaması ve aynı zamanda, fiyat sokları benzeri ciddi ekonomik krizlere yol açmaması “enerji arzının güvenliği” kavramı çerçevesinde ele alınmaktadır. Enerji arzının güvenliği iki temel varsayım ile ilgilidir. Bunlardan birincisi, gelecekte enerji sokları olma ihtimali ve ikincisi, enerji kaynaklarında dısa bağımlılığın artmasıdır. Nitekim gelişmiŞ ülkelerin yönetim kademelerinde sıkça enerji arzının güvenliği tartışılmakta ve bu bağlamda, yabancı petrole olan bağımlılığı azaltmanın yolları 
aranmaktadır.39 

Rezerv ve üretim artıs oranları tahminleri yapılarak, dünya petrol üretiminin ne zaman zirveye ulasacağı ve tükeneceği tahmin edilebilir. Bu bağlamda, ortaya konulan 12 farklı senaryodan en kötü olarak değerlendirilen senaryoda, üretimde zirve yılı 2021, rezervlerin tükeneceği yıl ise 2075’dir. Buna karsılık en iyi senaryo itibarıyla, üretimde zirve yılı 2112’de yasanabilecektir. Üretimin zirveye ulaşacağı yılın önemi Şuradadır: büyüyen ekonomiler ile artan enerji ihtiyacının petrol ile karşılanamayacağı bu tarihten itibaren geri 
dönülemez bir biçimde anlaşılacaktır. Zirve yılından sonra, enerji ihtiyacı artan her ülke giderek azalan üretimden aldığı payı en azından korumak isteyecektir. Böyle bir kırılma noktasından sonra, ülkeler için artık enerjinin arz güvenliği değil, enerji kaynaklarının paylasımı sorunu önemli hale gelecek ve dünya enerji tüketiminin büyük bir kısmını gerçeklestiren ABD, AB ve geleceğin ekonomik devi olarak değerlendirilen 

Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Rusya Federasyonu ve diğer gelismekte olan ülkeler arasındaki stratejik enerji mücadelesi siddetlenecektir.40 

Petrol rezervleri tükenise doğru ilerlerken, enerji güvenliği yalnız belli bir yerde üretimin olması ya da rezervin saptanmasını değil, bunların zamanında, ucuza, yeterli düzeyde sisteme entegre edilip tasınabilmesi ve bunun sürekliliğinin sağlanmasını da kapsar. Bu noktada enerji kaynaklarında yasanan fiyat artıslarının arz güvenliğini önemli ölçüde etkilemesi beklenmektedir. Diğer yandan enerji kaynağının sürekliliğinin sağlanmasında basta petrol olmak üzere rekabet artarken, petrol üretimindeki zirve noktasının fiyatların çok arttığı 
bir dönemi baslatacağı kuskusuzdur.41 Olası fiyat soklarından daha az etkilenmek için sanayilesmis ülkeler stratejik rezervlerinin düzeyini yükseltmekte ve kaynak sağlanan bölgeler arasındaki çesitliliği artırmaya çalısmaktadırlar. Söz konusu ülkelerde istikrarsızlıklara neden olan diğer faktörler de sunlardır:42 

1) Petrol üretiminin özel niteliği (petrol diğer madencilik türleri gibi yan sanayiler kurulmasına yol açmamakta ve genelde hammadde olarak ihraç edilmektedir), 
2) Petrol zenginliği üzerinde devlet kontrolü (zengin petrol kaynaklarına sahip ülkeler bunları ekonomik olmayan biçimlerde ve politik egemenliği sürdürmek için kullanmaktadırlar) 
3) Politik hesap verilebilirliğin olmaması (bu ülkelerde genelde demokrasi yoktur ve yönetimler bütçelerini petrol gelirleri ile denklestirerek vergilendirmeye 
basvurmamaktadırlar, dolayısıyla, hesap soran vergi mükellefinin ortaya çıkması mümkün olmamaktadır) 
4) Yüksek dıs borçlar ( bazı petrol üretici ülkeler yüksek borçlara sahiptirler ve bunların kolay ödenebilmesi için petrol fiyatlarının yükselmesini istemektedirler) 
5) Ekonomik konjonktürde değisimler (dünya ekonomisindeki genisleme ve daralma dönemleri petrol piyasasını etkilemekte ve uzun süren daralma dönemleri petrol üreticisi ülkeleri sıkıntıya düşürmektedir) 

Bu mücadelenin bir diğer boyutu da, söz konusu enerji kaynaklarının naklinin denetiminin kimin elinde olacağı ile ilgilidir. 


2.1 Petrol ve Doğalgaz Taşımacılığının Stratejik Önemi 


Dünyada üretici bölgeler ile tüketici bölgeler arasında gerçeklestirilmis olan petrol ve doğal gaz ticari hareketleri enerji alanının önemli unsurlarından biridir. Ancak, bu noktada petrol ve doğal gaz arasındaki önemli bir farka değinmekte fayda vardır. Her ne kadar petrol ve doğal gaz üretimi birbirleriyle çok yakından iliskili olsa da, bunların tasınması konusu teknik açıdan çok büyük farklılıklar arz etmektedir. Petrol nispeten düsük maliyetle deniz yolu ile tasınabilirken, doğal gazın bu yöntemle (LNG) tasınabilmesi için önce sıvılastırılması ve tüketilmeden önce de tekrar gaz haline getirilmesi gerekmektedir. Bu islem günümüzde oldukça yüksek maliyetler ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle, doğal gazın boru hatları ile nakli tercih edilmektedir. AB ülkeleri43 , ABD ve Japonya ithal ettikleri petrolün büyük bir bölümünü deniz yolu ile ithâl etmektedir. 

Gelecekte, Basra Körfezinden deniz yoluyla ihraç edilen petrolün yılda 737 milyon tondan, 2020 yılında 1.668,3 milyon tona yükseleceği tahmin edilmektedir. Bu verilere dünyanın diğer önemli petrol üretim alanlarından deniz yoluyla tasınacak petrol miktarı da eklendiğinde, dünya ekonomisinin can damarının denizlerde bulunduğu kuskusuzdur. Bu alanda kontrolü elinde tutan gücün hem bundan vazgeçmek istemeyeceği hem de bu gücün baska bir güç ile paylasmaya yanasmayacağı değerlendirilebilir.44 Orta Doğu petrollerinin çıkısı kapısı konumundaki Hürmüz Boğazı, günde yaklasık 17 milyon varil düzeyinde bir petrol akısı ile petrol tasımacılığında dünya üzerindeki en önemli noktadır. 2035 itibarıyla da tüm dünyada gerçeklestirilecek petrol ihracatının % 50’si ve doğalgazın bu noktadan geçeceği öngörülmektedir.45 Bu bölgeden halen ABD, Batı Avrupa ve Uzak Doğu’ya petrol tasınmaktadır. Hürmüz Boğazı, Dran Körfezini Umman Körfezi ve Arap Denizine bağlamaktadır. Hürmüz Boğazının ene dar noktaları arasındaki uzunluk 21 deniz milidir. Hürmüz Boğazındaki günlük ortalama ham petrol hareketliliği 17 milyon varil civarındadır. Günümüzde Hürmüz Boğazındaki ham petrol hareketliliğinin dağılımı Asya-Pasifik bölgesine 6,8 milyon varil, Japonya’ya 4 milyon varil, Avrupa’ya 3 milyon varil, ABD’ye 2,2 milyon varil ve Çin’e 1,5 milyon varil seklindedir.46 Buradan denize çıkan petrol, Akdeniz’e ulasmadan önce Bab -el Mendab Boğazı’ndan ve Süveys Kanalı’ndan geçmektedir. Petrol ihtiyaçlarının çok büyük bir bölümünü Orta Doğu’dan karsılayan ülkelere, ÇHC ve 


Japonya’ya yönelen deniz trafiği de iki önemli noktadan geçmektedir. Bunlar sırasıyla Malakka Boğazı ve Formoza Boğazı’dır. Orta Doğu’dan Çin, Japonya ve Güney Kore’ye yönelen güzergâhın en kritik noktası olan Malakka Boğazı’ndan yılda 420.000’den fazla gemi geçmektedir.47 

Bununla birlikte Asya’nın ekonomik yönden yükselmesine paralel olarak küresel enerji ticaretinin Atlantik bölgesinden Asya-Pasifik bölgesine doğru kayacağı 
öngörülmektedir. Buna göre 2020’lerin basında Çin’in dünyanın en büyük petrol ithal eden ülkesi ve Hindistan’ında en büyük kömür ithal eden ülkesi olması beklenmektedir.48 



Grafik 2: Dünyadaki Mevcut Petrol Üretim ve Tüketiminin Bölgelere Göre Dağılımı 49 

Esasında Asya’nın hızlı biçimde gelisen ekonomileri için enerji arzının güvenliği biraz daha farklı bir anlam ifade etmektedir. Zira, Asya ülkeleri, basta Japonya, Güney Kore ve Çin olmak üzere petrol ihtiyaçlarını Orta Doğu ülkelerinden karsılamaktadırlar.50 Gelecekte doğal gazın da sıvılastırılmıs halde ihracatının ekonomik rekabet gücüne kavusması ile birlikte Asya ülkelerinin yine Orta Doğu’dan doğal gaz alımlarını artıracakları tahmin edilmektedir. Tüm bu enerji naklinin deniz yolu tasımacılığı ile gerçeklestirildiği düsünüldüğünde, Asya ülkeleri açısından enerji arzının güvenliği iki noktada yoğunlasmaktadır. 

Bunlar, 

1) Deniz yolu tasımacılığının güvenli bir sekilde yapılabilmesi: Hâlihazırda ve görünür gelecekte söz konusu güvenlik ABD’nin rakipsiz deniz gücü tarafından 
sağlanmaktadır. Bu nedenle acaba Asya ülkeleri kendi güvenliklerini kendileri sağlayabilecek mi ? yada ABD ile ne tür bir iliski kuracaklar? 

2) Malakka Boğazı’nın önümüzdeki yıllarda tanker trafiği açısından güvenli olup olmayacağı Görüldüğü gibi Hem enerji kaynağına ulasmada ABD deniz gücü semsiyesine duyulan gereksinim hem de çevresel ve ekonomik kaygılarla tanker trafiğine duyulan güvensizlik, önümüzdeki yıllarda basta Çin olmak üzere Asya ülkelerini Orta Doğu dısındaki petrol ve doğal gaz kaynak ülkelerine yönlendirebilecektir.51 Bu çerçevede söz konusu ülkeler, AB benzeri bir politikayı seçerek, ihtiyaç duydukları petrol ve doğal gazı Orta Asya ülkeleri ile RF’den (Sibirya ve Sahalin Adası vb.) boru hatları ile alma yoluna gidebileceklerdir.52 

2.2 Dünya Petrol Rezervlerinde Tepe Noktası Ne Anlama Gelir? 

1900’de dünyada yıllık 150 milyon varil petrol üretilirken, 2000’de bu rakam 28 milyar varile ve 2006 yılında ise 31 milyar varile yükselmistir. Ancak 2006 yılında 9 milyar varil civarında yeni petrol kaynağı bulunabilmistir. Petrol üreten ülkelerin pek çoğunda yıllık petrol üretim miktarları tepe noktasına ulasmıs durumdadır. Gelecekteki üretim eğilimlerini öngörebilmek için rezerv/üretim iliskisi kullanılmaktadır. 1956’da M.King Hubbert, petrol üretiminin yapısını dikkate alarak, yeni rezerv kesiflerinin tepe noktası ile üretimin tepe noktası arasında geçen zamanın öngörülebilir olduğu kuramını öne sürmüstür. Bu teoriye Hubbert Zirve Teorisi, veya Petrolde Hubbert Zirvesi denilmektedir. Hubbert bu teori ile enerji piyasalarında çığır açmıs ve enerji arastırmalarına damgasını vurmustur. Hubbert Zirve Teorisi petrol yataklarında üretim miktarının istatistikte kullanılan çan eğrisi formunu izlediğini söyler. Yani bir yatakta petrol kesfedildiği zaman üretim hızlı bir sekilde artar, daha sonradan bir zirve yapar, ve en sonunda bu sahadan üretim hızlı bir sekilde düsecektir. Zira petrol kesfedilen yatakta-(rezervuar veya petrol kapanı da diyebiliriz)-sınırlı bir miktarda bulunmaktadır. Bu sınırlı rezerv hızla yeryüzüne pompalanmaya baslandıktan sonra zaman içinde ilgili yataktan çıkarılan petrol miktarı hızla düsecektir.53 Bu kurama göre ABD’deki rezerv kesiflerinin hemen hemen 1930 yılında tepe noktasına ulastığı belirtilmis olup, ülkedeki petrol üretiminin 1970’te tepe noktasına ulasacağı tahmin edilmis ve öngörü tam olarakgerçeklesmistir.54 Ayrıca aynı kurama göre global kömür ve doğal gaz kaynaklarının geleceği konusunda olusturulan projeksiyon da tam olarak gerçeklesmistir. Geçmise dönük olarak yapılan kömürün Hubbert eğrisi analizine göre zirveye 1910 yılında ulasılmıstır ve petrol savası bundan sadece 4 yıl sonra baslamıstır.55 Dünya geneli için yapılan tahminler petrolde zirve noktasını genellikle 2005–2020 yılları arasına koymaktadırlar. Bu projeksiyonlar zaman içerisinde bazı oynamalar göstermekle beraber yaklasık bir değer ortaya koymaktadır.56 

Yapılan arastırmalar konvansiyonel petrol yataklarında yapılan kesiflerin dünyanın hızlı petrol tüketimini karsılayamadığını ileri sürmektedir. Özellikle Çin ve Hindistan gibi kalabalık nüfusa sahip ülkelerin kisi basına petrol tüketimi, gelismis ülkelerin çok altındadır. Bu ülkelerde kisi basına gelir miktarı yükseldikçe, bu ülkelerin ihtiyaç duyacağı petrol ve diğer enerji kaynakları oldukça fazla bir sekilde artacak, bu da dünyada kısıtlı enerji kaynaklarına ulasmak için rekabeti arttıracaktır. Petrol üretimi zirve yaptıktan sonra hızla düsmeye baslayacağı için sistemin enerji darboğazına girmemesi için gerekli tedbirler çok daha önce alınmalıdır. Bazı uzmanlar enerji darboğazı yasanmaması için zirve noktasına ulasılmadan en az 20 yıl önce gerekli tedbirlerin alınması gerektiğini söylemektedirler. Dste bu nedenle zirve noktasının yaklasık hangi yıllarda olusacağını önceden tahmin etmek önemlidir. 

BP’nin 2014’te yayımladığı Dünya enerji raporuna göre 2013 sonunda dünyadaki ispatlanmıs petrol rezervlerinin miktarı 1687,9 milyar varil düzeyine ulasmıstır. Aynı raporu göre mevcut kullanım miktarı bu sekilde devam ettiği taktirde söz konusu petrolün ömrü yaklasık 53.3 yıl olarak öngörülmektedir. Aynı rapora göre 1993 – 2013 yılları arasındaki dünyadaki ispatlanmıs petrol rezervlerinin bölgelere göre dağılımı da yer almaktadır. Söz konusu bu dağılıma göre petrol rezervlerinin Ortadoğu, Avrupa ve Avrasya, Afrika ve Asya Pasifik bölgesinde göreceli olarak azaldığı görülürken genel itibariyle Amerika kıtasında arttığı görülmektedir. Bu grafiğe göre yaklasık 20 yıl içinde Ortadoğu’daki ispatlanmıs petrol rezervleri % 63,6’dan % 47,9 seviyelerine gerilemistir. Aynı dönemde Orta ve Güney Amerika bölgesinde ise rezervler %7,7’den % 19,5’ çıkmıstır. 



Grafik 3: 2013 Yılı İtibariyle Dünyadaki İspatlanmıs Petrol Rezervi Oranı 57 



Grafik 4: 1993 – 2013 Yılları Arası Dünyadaki İspatlanmıs Petrol Rezervlerinin Bölgelere Göre Dağılımındaki Değişim 58 


Petrol rezervlerinin tükenmeye basladığını gösteren bir diğer veri de, yeni kesfedilen yatakların ve toplam rezerve olan petrol katkılarının sürekli azalmasıdır. Yaklasık 40 yıl önce, her yıl bulunan petrol yataklarının toplam rezerve olan ortalama katkısı 55 milyar varil/yıl olurken, bu değerler 2004–2005 yıllarında 12 milyar varile düsmüstür. Ayrıca teknik verilerde global petrol rezervlerinin tükendiğini göstermektedir. Petrol üreten ülkelerdeki petrol yataklarının yıllık üretim kapasiteleri, kuyular tam kapasite ile çalıstığında dahi, düsmeye baslamıstır. Bir petrol kuyusundaki mevcut basınç miktarı, o kuyudan üretilecek petrol miktarını etkilemektedir. Buna göre bir petrol yatağında sondaj kuyu sayısı arttıkça üretim miktarı önce artmaktadır fakat belli bir süre sonra üretim miktarı düsmeye baslamaktadır ve bu eğilime göre her bir petrol yatağına ait çan eğrileri olusturulabilmektedir. Günümüzde petrol üreten pek çok ülkenin sahip olduğu petrol rezervlerine ait çan eğrilerinde düsüs baslamıstır.59 Bir baska deyisle söz konusu ülkelerin petrol üretimleri önümüzdeki yıllarda 
azalma eğilimine girerek baska yeni rezervler kesfedilmediği sürece tükenme eğilimine girecektir. Elbette bu durumun gerek petrol ihraç eden gerekse petrol ithal eden ülkeler açısından Ekonomi Politik birçok sonucu olacaktır. 




Tablo 2: Petrol Üreten Ülkelerin Rezervlerinin Tepe Noktasına Ulastığı/Ulaşacağı Yıllar 60 

Bunun yanında petrol kaynaklarının % 95’nin de kesfedilmis olduğu ve petrol tüketim değerinin hızla attığı ve mevcut arzın bunu karsılamakta zorlandığı dikkate alındığında petrol çağının sonunun oldukça yakın olduğu öngörüsünde rahatlıkla bulunulabilinir. Sonuç olarak petrol rezervleri tükenmektedir. 1900’lerin basından günümüze kadar ulusal/uluslararası politikalar ve fiyatlar petrol üretim eğilimlerini etkiledi ancak artık azalan rezervlerle birlikte üretim eğilimlerinin sadece ve sadece jeolojinin belirleyeceği bir döneme girmis 
bulunmaktayız.61 Bu nedenle Petrol üretiminde zirveye ulasılmıs olması ucuz petrol zamanın sonuna gelindiğinin ve bu durumun dünya ekonomileri üzerindeki baskıyı artıracağı anlamına gelmektedir. Asağıdaki grafikte görüldüğü gibi petrol fiyatları belirli dönemleri dısarıda tutarsak son yıllarda özellikle 1990’dan sonra genel bir artıs eğiliminde olduğu görülmektedir. 

Süphesiz bu durum petrole bağlı tüm sektörlerde fiyatların artması anlamına gelmektedir. 

Söz konusu zirve etkisinin petrol fiyatları üzerinde OPEC tarafından yapılan fiyat dalgalanmalarından daha baskın sekilde özellikle gelismis ülkeleri etkileyeceği kuskusuzdur. 
Petrol üretiminde dünya genelinde zirve noktaların asılmasının ardından enerjinin arz güvenliği konusunun öneminin daha da artacağı söylenebilir. Orta Doğu ülkelerinin, dünyanın geri kalan üretim alanlarına göre çok daha büyük bir kapasite ve maliyet avantajına sahip oldukları değerlendirildiğinde, önümüzdeki 20–25 yıllık bir dönemden sonra, dünya petrol üretiminde Orta Doğu’nun tekrar ağırlık kazanabileceği görülmektedir. Bundan sonraki süreçte artık büyük ülkeler enerjinin arz güvenliği üzerinde değil, enerji kaynaklarının paylasımı alanında yoğunlasacaklarını görmek mümkündür. 



Grafik 5: 1861 – 2013 Yılları Arasındaki Ham Petrol Fiyatının Değisimi 62 

Diğer taraftan önemli fosil yakıtlardan biri olan doğalgaz konusunda da benzer bir durum söz konusudur. Her ne kadar yapılan tahminlere göre doğalgazın ömrü petrole göre daha uzun olarak hesaplansa da rezervlerin azaldığı görülmektedir. Asağıda yer alan grafikte görüldüğü gibi dünyadaki ispatlanmıs doğalgaz rezervlerinin miktarı 2013 sonu itibariyle 185,7 trilyon (tcm) cubic metres ve yaklasık 55,1 yıl bir tükenme süresi bulunmaktadır. 

Ayrıca tarihsel süreçte doğalgaz miktarının dramatik bir sekilde Ortadoğu bölgesinde azaldığı görülmektedir. Buna karsılık günümüzde ispatlanmıs petrol rezervlerinin en çok 33,8 trilyon tcm Dran ile 31,3 tcm ile Rusya Federasyon unda olduğu görülmektedir. Süphesiz bu durum bu ülkeler açısında olumlu bir gelisme olsa da her iki ülkenin uluslararası toplum ile yasadığı sorunlar nedeniyle doğalgazın önümüzdeki dönemde ekonomi politik bir araç olarak bir dıs politika aracı olarak kullanılma potansiyeli olduğunu göstermektedir. 



Grafik 6: 2013 Yılı İtibariyle Dünyadaki İspatlanmıs Doğalgaz Rezervlerinin Oranı ve Tarihsel Değişimi 63 



Grafik 7: 1993 – 2013 Yılları Arası Dünyadaki İspatlanmıs Petrol Rezervlerinin Bölgelere Göre Dağılımındaki Değişim 64 


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***

ENERJİ GÜVENLİĞİ’NİN EKONOMİ POLİTİĞİ VE ULUSLARARASI ÇATIŞMALARA ETKİSİ BÖLÜM 1


ENERJİ GÜVENLİĞİ’NİN EKONOMİ POLİTİĞİ VE ULUSLARARASI ÇATIŞMALARA ETKİSİ BÖLÜM 1


Mesut ŞÖHRET* 

* Gaziosmanpaşa Üniversitesi Öğretim Görevlisi, Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Doktora 
Adayı E-mail: sohretmesut@yahoo.com 


Özet

Bu Metin 23 – 24 Eylül 2014 tarihlerinde Kocaeli Üniversitesinde düzenlenen “Uluslararası Enerji ve Güvenlik Kongresi” başlıklı konferansta sunulan tebliğdir. 


Küreselleşmeyle birlikte güvenlik konusunun çok boyutlu bir hale geldiği ve sadece ulusal güvenlikle sınırlandırılamayacağı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle enerji güvenliği, temel ve yeni güvenlik tehditleri kapsamında düşünüldüğünde, dıs politikanın farklı yönleriyle olan ilişkisi nedeniyle ayrı bir önem kazanmıştır. 
Buna göre yeni güvenlik tehditlerinin hem uluslararası ilişkilere hem de küreselleŞme sürecinde sosyal ve siyasi hareketlere etkisini incelerken, dıs politika analizinde enerji güvenliğini ele almamız gerekir. 
Zira günümüzde enerji piyasalarını yönlendiren politikaların üst düzeyde siyasi olduğunu ve modern ekonomilerin organizasyonunun merkezinde yer alan unsurlardan biri olduğu görülmektedir. 

Çünkü sadece ekonomik veya teknolojik etkenler değil, siyasi güçler de petrol, doğal gaz ve elektrik piyasasındaki sonuçları belirleme eğilimindedir. 
Ayrıca enerji kaynakları ve enerji güvenliği sosyal, kültürel, politik, ekonomik ve askeri gibi tüm güvenlik konularıyla yakından ilişkilidir. 

Enerji güvenliğinin ekonomi politik boyutunu ve uluslararası çatısmalara etkisini inceleyen bu çalışma genel itibariyle iki bölümde oluşmaktadır. İlk bölümde enerji güvenliğinin Realist, Liberal, İnsancıl ve Eleştirel kuramlardaki yerini inceleyerek ekonomik ve politik açıdan değerlendirmektedir. İkinci bölümde ise enerji kaynaklarının geçmişte ve günümüzde yasanan çatışmalara etkisi analiz edilerek enerji güvenliğinin önemi ortaya konulmaya çalışılmıştır. 

Anahtar Kelimeler: Enerji Güvenliği, Ekonomi Politik Yaklaşımlar, Fosil Yakıtlar, Uluslararası Çatışmalar, Mesut ŞÖHRET,

Giriş 

Günümüzde enerji güvenliği siyasi, ekonomik, askeri ve sosyal boyutları olan oldukça genis bir kavrama karsılık gelmektedir. Soğuk Savas sonrası dönemde ortaya çıkan yeni güvenlik tehditleri bağlamında enerji güvenliği, uluslararası iliskilerdeki dönüsüme paralel, enerji pazarında gelisen yeni yapısal değisiklikler doğrultusunda devletlerin ve uluslararası örgütlerin dıs politika stratejileri içinde önemli bir yer tutmaktadır. Son yıllardaki çesitli gelismeler Örneğin Avrupa’nın ithal petrol ve gaza olan bağımlılığının giderek artması, Çin ve Hindistan gibi yükselen ekonomilerin giderek artan enerji ihtiyaçları, en somut uygulamasını Rusya’nın enerji politikalarında anlam bulan kaynak milliyetçiliği, kritik enerji altyapılarını hedef alan enerji terörizmi, özellikle tankerin geçis yaptığı dar suyollarındaki korsanlık faaliyetleri, fosil yakıtların bu yüzyılın ortasından itibaren tükeneceği veya üretimlerinin zirve noktasına yönündeki beklentiler; iklim değisikliği konusundaki kaygılar enerji güvenliğinin uluslararası güvenlik tartısmalarında önemli bir konu haline gelmesine sebep olmustur.1 

Bu gelişmelerin temelinde Michael Klare’in tabiriyle “ Yeni Enerji Jeopolitiğinde ” veya yeni enerji düzeninde olduğumuz gerçeği yatmaktadır. Klare’e göre bu yeni dönemde, devletleri iki kategoriye ayırmak mümkündür: enerji fazlası ve enerji açığı olanlar. Eski düzende bir devletin küresel hiyerarsideki sıralaması nükleer savas baslığı sayısı, deniz gücü veya askeri personel sayısıyla belirlenmekteydi. Yeni düzende ise devletler arası güç hiyerarsisinin tayininde sahip olunan petrol/doğal gaz rezerv miktarı ve/veya enerji kaynaklarını satın alma (veya edinme) kabiliyeti gibi unsurlar gittikçe önem kazanmaktadır.2 

Uluslararası iliskilerde zenginlik ve güç devletler aracılığıyla yürütülen eylemlerle birbirine bağlanmıs konulardır. Dünya siyasetinde belirsizlik yaygındır, anlasmaya varmak güçtür ve hiçbir güvenlik önlemi ekonomik iliskilerden doğacak askeri ve güvenlik sorunlarını önleyemez. Ayrıca, karın (profit) dağılımı konusundaki anlasmazlıklar aktörler arasındaki iliskilerin önüne geçebilir.3 
Bu anlamda Uluslararası Ekonomi Politik, politikanın merkezindeki ‘‘güç’’ ile ekonominin merkezindeki ‘‘refah’’ konularının kesisimi olarak görülebilir. Ekonomik alanda bir aktör diğerine üstünlük kurduğunda bu ekonomik güç siyasallasır. Siyasallasan bu güç diğer aktörlerin siyasi ve ekonomik politikalarını kendi çıkarlarına uygun sekilde değistirmeye çalısır. Dolayısıyla modern ekonominin politik olduğunu söylemek yanlıs olmayacaktır. 

Çünkü tıpkı devletler gibi sirketler ve diğer organizasyonlar aktörler üzerinde kontrol kurma amacındadır. Bu noktada hükümet ve piyasa ekonomisi arasındaki iliskinin uluslararası boyutu Uluslararası Ekonomi Politik’in merkezini olusturmaktadır.4 

Bu kapsamda düsünüldüğünde enerji güvenliği konusunun da ekonomik olduğu kadar politik bir konu olduğu açıktır. 

Küresellesmeyle birlikte güvenlik konusunun çok boyutlu bir hale geldiği ve sadece ulusal güvenlikle sınırlandırılamayacağı, en genel tanımıyla güvenliğin “beseri güvenlik” kavramıyla ifade edildiği üzere insanların hayatındaki her alanla ilgili hale geldiği görülmektedir.5 Enerji güvenliği, temel ve yeni güvenlik tehditleri kapsamında düsünüldüğünde, dıs politikanın farklı yönleriyle olan iliskisi nedeniyle ayrı bir önem kazanmaktadır. Örneğin, insan, çevre ve güvenlik iliskisinde nüfus artısı, hızlı kentlesme ve iklim değisikliği sonucu ortaya çıkan tarımsal alan ve su sıkıntısı, enerji güvenliğinde doğal kaynakların önemini gündeme tasır. Bir baska örnek ekonomik yapılar ve insani güvenlik ilişkisine baktığımızda, küresellesme sürecinde kırılgan ekonomik büyüme ve gelismekte olan ülkeler ile özellikle Ortadoğu bölgesinde artan genç nüfus oranı doğrultusun da karsılasılan issizlik ve yoksulluk sorunları, ekonomik büyüme ve insani kalkınmanın sürdürülebilirliği için enerji güvenliğinin önemini vurgular. Dolayısıyla, yeni güvenlik tehditlerinin hem uluslararası iliskilere hem de küresellesme sürecinde sosyal ve siyasi hareketlere etkisini incelerken, dıs politika analizinde enerji güvenliğini ele almamız gerekir.6 

1. Enerji Güvenliği’nin Teorik Yaklasımlarda Yeri Ekonomi Politik Boyutu Enerji piyasalarını yönlendiren politikaların üst düzeyde siyasi olduğunu ve modern 
ekonomilerin organizasyonunun merkezinde yer alan unsurlardan biri olduğu ifade edilebilir. Çünkü sadece ekonomik veya teknolojik etkenler değil, siyasi güçler de petrol, doğal gaz ve elektrik piyasasındaki sonuçları belirleme eğilimindedir.7 Enerji kaynakları ve enerji güvenliği sosyal, kültürel, politik, ekonomik ve askeri gibi tüm güvenlik konularıyla yakından ilişkilidir. Enerji güvenliğinin artan önemini anlamamız için dünya enerji pazarındaki gelismeleri, devamlılıklar ve yapısal değisiklikler olarak iki ana grupta tanımlayabiliriz. 
Ancak bu iki ana grubun özelliklerine geçmeden önce enerji güvenliğinin tanımını yapmamız gerekir. Enerji güvenliği, bu çalısmada, “öngörülebilen bir gelecek için ülkelerin, sanayilerin ve tüketicilerin ihtiyacı olan enerji kaynaklarına makul fiyatlarla ve kesintide en az riskle ulasılabilirliğin devam etmesi durumu ve bu durumu sağlama yönünde yapılan politikalar” olarak tanımlanmıştır.8 

Bu çerçevede dünya enerji pazarındaki devamlılıkların en önemlisi, enerjide arz çesitliliğini arttırmaya olan ihtiyaçtır. Nitekim bu olgu, karsılıklı bağımlılık, enerjide asimetrik güç dağılımı ve jeopolitik gibi farklı kavramlarla hem kuramsal önerilerde hem de enerji güvenliğinin dıs politikada algılanmasında ve amaç-araç iliskisinin kurulmasında ele alınmaktadır. Arz çesitliliği ihtiyacı, kısa ve orta dönemde petrolün ana enerji kaynağı olarak kalması nedeniyle önemlidir. 




Tablo 1: Yıllara Göre Dünya’nın Artan Enerji İhtiyacı (1990 – 2035)9 

Nitekim petrol ithalatına bağımlılığı azaltmak için çevre kirliliği tehdidine rağmen kömüre talep, birçok ülkede yerel bir enerji kaynağı olması nedeniyle devam etmektedir. Öte yandan Avrupa Birliği (AB) ülkeleri doğal gaz talebinin önemli bir oranını mevcut durumda sadece üç ülkeden (Rusya, Cezayir, Norveç) karsılamaktadır. Kısaca, arz çesitliliğine olan ihtiyaç, hem sanayilesmis ülkeler, hem de kalkınmakta olan ülkeler tarafından artarak devam etmektedir. Asağıdaki grafikte görüldüğü gibi 2010 – 2035 döneminde neredeyse tüm enerji 
kaynaklarına olan talepte artıs görülürken göreceli olarak en yüksek artısın yenilenebilir enerji ve doğal gazda olacağı görülmektedir. 



Grafik 1: Enerji Kaynaklarına Göre Dünyadaki Öncelikli Enerji Talebi 

Dünya enerji pazarındaki en önemli yapısal değisiklik, petrol arzında OECD ülkeleri dısında yer alan ülkelerdeki devlet petrol sirketlerinin hem üretim hem de rezervler bakımından üstünlüğü sağlamasıdır Dünyanın en büyük petrol şirketlerinden 27 tanesi devlet şirketiyken, bu şirketler 2035 yılına doğru artan bir eğilimle dünya üretiminin % 66’sını karşılayacaklardır. Ayrıca, petrol sektöründe üretim artısını, sadece bu şirketler yapabilecektir. Böylece, OPEC dısı petrol üreten bölgelerde kaynakların hızla azalmaya devam etmesi, bir yandan yeni alternatif enerji kaynakları devreye girene kadar petrole orta dönemde olan bağımlılığı, diğer yandan Orta doğu bölgesinin jeopolitik önemini 
vurgulamaktadır. 

Bu bağlamda Orta doğu’nun jeopolitiği ve devlet sirketlerinin artan payı, enerji güvenliğinin dış politika sürecinde analizi için karşılıklı bağımlılık olarak tanımlanan liberal yaklaşıma ve liberal piyasa ekonomisinin öngörülerine karsı, hem “doğal kaynak milliyetçiliği” (resource nationalism) olarak adlandırılan realist yaklaşımı, hem de yeni güvenlik tehditleri kapsamında insacıl ve eleştirel yaklaşımları gerektirmekte dir.10Buna göre Kaynak milliyetçiliği esas itibariyle Kaynağa sahip devletin giderek ulusal enerji sektöründe daha fazla otoriteye sahip olması ve enerji politikalarını devletçi bir bakıs açısıyla sürdürmesini ifade etmektedir. Bu konuda özellikle Rusya basta olmak üzere İran, Çin ve Venezuella gibi devletler son yıllarda milli çıkarları doğrultusunda enerji oyununun kurallarını değiştirmekte ve enerji kaynaklarını bir manivela gibi dıs politika hedeflerini gerçekleştirmekte kullanmaktadır. “ Örneğin Rusya, 2000’li yılların basından itibaren bir “enerji süper gücü” biçiminde (yeniden) ortaya çıkarak, bu türden politikaların en ‘bariz’ örneklerini enerji fakiri Doğu Avrupa ülkeleri üzerinde tatbik etmiştir. Moskova lehine oluşan bu asimetrik güç dengesi NATO’nun özellikle de Rus enerji kaynaklarına yüksek oranda 
bağımlı üyelerini endiseye sevk etmektedir.”11 



Harita 1: Petrolün Dünyadaki Önemli Ticari Akıs Hareketleri12 

Tablo 2: 2013 Yılı Dtibariyle Bazı Bölge ve Ülkelerin Petrol Ticaret Miktarları13 

Bir baska önemli değisim, enerji arz ve talep merkezlerindeki kaymadır. Rusya ve Orta Asya ülkeleri, OPEC dısı yeni enerji arz bölgesi, Çin ve Hindistan ise enerji talebi en hızlı artan bölge olarak ortaya çıkmıslardır. Yeni enerji arz ve talep bölgelerinin yanında bölgeler arası enerji tasımacılığıyla önem kazanan transit ülkeler, boru hatları ve kritik boğazlar, sadece enerji geçis güvenliğini değil, küresel, bölgesel ve yerel düzeyde güvenlik yaklasımının önemini arttırmıstır. Zira Dünya petrol tasımacılığının 2/3’ü tankerlerle yapılmaktadır.14 



Harita 2: Dünyadaki Önemli Dar Suyolları (choke points) Üzerinde Gerçeklestirilen Petrol ve 

Doğalgaz Ticareti (2010-2035)15 


Yeni enerji jeopolitiğinde özellikle tüketici kanadında kaynak milliyetçiliği dısında giderek artan ikinci kaygı ise kritik enerji altyapılarını (boru hatları, petrol ve LNG tankerleri, enerji terminalleri, enerji santralleri, demir yolları, vs.) hedef alan “enerji terörizmi” olgusudur. Rakamlar da enerji altyapılarına yönelik ilgili tehdit unsurunun giderek daha önemli bir risk faktörü olarak ortaya çıktığını doğruluyor. 2003 yılında terör saldırılarının yaklasık % 25’i enerji sektörünü hedef almısken, bu oran 2003–2007 arası dönemde %30-35’lere sıçramıstır. Dünya genelinde petrolün %35’i, doğalgazın ise %75’i -giderek uzamakta ve çoğu zaman istikrarsız bölgelerden geçmekte olan boru hatları tarafından taşınmaktadır. 

Enerji tankerleri ise okyanuslar kat ederek gerek terör gerekse de kazaya yönelik çeŞitli güvenlik riskleri bulunan Hürmüz, Süveys, Malaga ve Türk Boğazları gibi dar su yollarından 
(choke points) geçerek bir kıtadan diğerine enerji nakletmektedirler.16 



Harita 3: Doğalgazın Dünyadaki Önemli Ticari Akıs Hareketleri17 

Esas itibariyle enerji güvenliği açısından gerek denizlerde görülen korsanlık faaliyetleri ve karada bulunan mevcut enerji altyapıları terör örgütleri için son derece çekici hedeflerdir. Bir boru hattının sadece belli bir kısmına yapılacak basarılı bir sabotaj eylemi, enerji üstyapıları karsılıklı bağımlı sebekeler olduklarından, enerji akısını tamamen kesebilir, enerjiye bağımlı bütün sanayi bransları otomatik olarak zarar görür, dahası bu ülkeye yapılacak yabancı yatırımlar gecikebilir veya toptan iptal edilebilir.18 Bu durum kuskusuz 
enerji güvenliğinin ekonomik ve politik açıdan ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. 

1.1 Realist Kuram Açısından Enerji Güvenliği 

Realist kurama göre karsılıklı bağımlılık esitlik getirmez; aslında bağımlılık demektir ve bağımlı taraf, özellikle üstün olan tarafın tercihlerine göre zaaf gösterebilir. Örneğin, petrol ithalatına bağımlı bir ülke, petrol ihraç eden ülkelerin petrol ambargosuna veya fiyat artısına karsı kırılgan bir durumdadır. Dolayısıyla, petrol ya da doğal gaz ithalatına bağımlı ülkelerle bu enerji kaynaklarını ihraç eden ülkeler arasında asimetrik bir bağımlılık mevcuttur. Hatta güç dengesini de bir çesit karsılıklı bağımlılık olarak düsünen bazı eklektik realistler, enerji piyasasındaki çokuluslu petrol sirketleri ve devlet petrol sirketlerini bu asimetrik bağımlılık kapsamına alırlar.19 Diğer taraftan petrol ve doğalgaz ihraç eden devletler açısından ise söz konusu ürünlerin pazarlanması ve satısı konusunda ithalatçı devletler açısından bir sorun bulunmaktadır. Örneğin politik ve ekonomik sebeplerle ithalatçı devletlerin bu ürünleri baska 
petrol ihraç eden devletlerden temini durumunda zarara uğrayabilmektedir. Bu konuda verilebilecek en güncel örnek ABD ve AB ülkelerinin nükleer enerji konusundaki çalısmalarından dolayı Dran’a uyguladıkları petrol ve doğalgaz ambargosu gösterilebilir. Bu bağlamda enerji güvenliği, gerek ithalatçı gerekse ihracatçı devletler için ekonomik açıdan değil, siyasi açıdan ele alınmalıdır ve ulusal güvenliğin temel unsurlarındandır. 

Enerji güvenliği, realist yaklasıma göre uluslararası sistemde devletler temel aktörler olarak kabul edildiklerinden ve diğer aktörlerin etkileri olmadığından veya sınırlı olduğundan devletler tarafından sağlanır. Bir baska deyisle Petrol Dhraç Eden Ülkeler (OPEC) gibi uluslar arası örgütlerin etkileri kabul edilmemekte dir. Ancak 1973’te yasanan petrol krizinde de görüldüğü gibi OPEC gibi uluslar arası örgütlerinde uluslar arası sisteme etkileri olabilmektedir. Zira 1973 petrol krizinde dünya petrol ticaretinin sekteye uğraması, petrol 
sektöründe güç dengesinin değişmesine neden olmustur. Esas itibariyle ABD 1971’den sonra en büyük petrol üreticisi konumunu yitirmis ve petrol üretiminde üstünlük Suudi Arabistan ve genel olarak OPEC ülkelerine geçmistir. Bir baska deyisle 1960’ta kurulan OPEC’in petrol ambargosunu 1973’te uygulayabilmesi, petrol sektöründe değişen güç dengesini ifade etmektedir. 

Enerji güvenliği bağlamında dıs politika davranıslarını açıklamada kullanılan bir baska kavram, “doğal kaynak milliyetçiliğidir”. Buna göre enerji güvenliği, söz konusu devletin uluslararası sistemdeki yerine ve enerji arz ya da talep düzeyine göre hem amaç hem de araç olabilir. Örneğin, enerji kaynaklarına sahip veya kaynaklardan yoksun olma durumu, devletlerin uluslararası sistemde kontrolünü ya da gücünü arttırma amacı olabilir. “Petrol/doğal kaynak çatısmaları” olarak da nitelenen uluslararası sistemde kontrolünü veya gücünü arttırma amacıyla enerji kaynaklarına sahip ülkeler üzerinde kontrol sağlama ya da askeri harekâtta bulunma, son yıllarda dıs politika tartısmalarında ivme kazanmıstır.20 
Örneğin Çin devlet enerji sirketinin (China Shenhua Energy Company) Ortadoğu dâhil Afrika ve Latin Amerika gibi genis bir coğrafyada enerji ve diğer ham madde kaynakları için yatırımlar yapması göz önüne alındığında doğal kaynak milliyetçiliği ve Ortadoğu bölgesinin jeopolitiği dıs politika analizinde önemli değişkenler olabilirler. 

Benzer sekilde enerji güvenliği, üretici ülkeler tarafından, çıkarlarını enerji ithal eden ülkelere kabul ettirmede pazarlık aracı ya da tehdit aracı olabilir. Örneğin, Türkiye’nin İran’a doğalgaz olarak bağımlılığı bazı durumlarda Türkiye açısından tehdit olurken bazı durumlarda da kazanım olabilmektedir. Zira Türkiye her iki devletle olan ticaretinde zaman zaman doğalgaz fiyatında indirim talep ederek daha ucuza gaz temin edebilmektedir. 

Diğer taraftan petrol ve doğal gaz pazarının oligopolistik yapısından kaynaklanan zorluklar, realist yaklasımın devletler arasındaki asimetrik bağımlılık vurgusunu öne çıkarır. Bu bağlamda dıs politika sürecinin devlet merkezli olması öngörülür. Çünkü enerji pazarında artan altyapı yatırım ihtiyacı karsısında özel sektörün ya da enerji ihracatı yapan ülkelerdeki devlet petrol sirketlerinin fiyatları yüksek tutma amacıyla yatırım isteksizliği ve anarsik bir uluslararası sistem nedeniyle, enerji güvenliğini sağlamada nihai sorumluluğun devletin elinde olması gerektiği savunulur. Bu yaklasıma parelel olarak Rusya Federasyonu’nun 2004 yılının basında izlediği enerji stratejisi çerçevesinde devletin merkezî rolünü ve monopol konumunu sağlamlastırıcı hamleler attığı söylenebilir. Zira bu sayede uluslararası arenadaki güç dağılımında Rusya’nın yeniden “küresel aktör” pozisyonuna kavusması için çaba gösteren Putin’in kullandığı en önemli dıs politika enstrümanlarının basında gelmistir. 2000’li yıllar boyunca devletin enerji sektöründeki “amir” konumunu önceleyen ve tahkim eden bu strateji, Gazprom’un ülke ve dünya doğal gaz piyasasında devasa bir sirket haline gelmesine yol açarken, simdilerde de özellikle petrol üretimi ve ihracatı noktasında Rosneft’in rolünü ve sektör üzerindeki hâkimiyetini perçinleyecek sekilde yeniden gelistiriliyor. Yeni dönemde Rusya Federasyonu’nun üzerine önemli vazifeler yüklediği Rosneft, bu açıdan, Rusya’nın bir 
“ Enerji süper gücüne ” dönüşmesinin hayati sacayaklarından biri olacağa benziyor.21 

Genel olarak bir değerlendirme yapıldığında Realist yaklasımın savunduğu argümanların enerji güvenliği kapsamında birçok sorunu ve olayı açıklamada yetersiz kaldığı görülmektedir. Örneğin Realist yaklasım su soruları cevaplamada yetersiz kalmaktadır.22 

• Küresellesme sürecinde gücün ve zenginliğin yaratılması bağlamında enerji güvenliğinde devlet dısı aktörlerin, özellikle çok uluslu enerji sirketlerinin (7 Sisters)  teknoloji üretmede devam eden üstünlüğü ile uluslararası sistemde hegemonik bir istikrarın olmamasının dıs politikada önemi nedir? 
• Enerji talebinde orta dönemde petrole olan bağımlılık göz önüne alındığında, özellikle Ortadoğu’da devam eden daha fazla demokrasi ve refah için yapılan yerel mücadelelerin ya da iç çatışmaların enerji güvenliğine etkisi dıs politikada nasıl ele alınmalıdır? 
• Enerji ithalatı yüksek sanayileşmiş ülkelerin, benzer asimetrik bağımlılıklarına rağmen, enerji ihraç eden ülkelere yönelik dıs politikalarında tehdit algılamaları neden farklıdır? 
• Hem enerji tüketen hem de enerji üreten ülkelerde enerji güvenliği, dıs politikada hangi sartlar altında amaç ve/veya araç olmaktadır? 

Devletlerin ulusal çıkarları doğrultusunda davranmaları en iyi belki de “ Uluslararası ilişkilerde kalıcı düşmanlıklar ve dostluklar yoktur çıkarlar vardır” sözüyle açıklanabilir. 

Anarşik ortamda güvenlik en önemli sorun ve güvenliğin sağlanması sahip olunan güçle doğru orantılı olduğundan ulusal çıkar güçle özdeşleştirilmiştir. Buradaki güç elbette birçok değişkene sahip olsa da, gücün en önemli göstergesi diğer aktörlere emir verebilme kabiliyeti ve bu emirlerin yerine getirilmesini sağlayabilmek tir. Güç kavramı uluslararası ilişkilerin analizinde merkezi bir konuma sahiptir ve uluslararası politika güç mücadelesi biçiminde kavramlaştırılır. Buradaki güç elbette birçok değişkene sahip olsa da, gücün en önemli göstergesi başkalarına emir verebilme kabiliyeti ve emirlerin yerine getirilmesidir. Örneğin günümüzde İran ’ın nükleer programını sonlandırılmasına yönelik olarak basta ABD olmak üzere diğer uluslararası toplumun aktörlerine karsı direnebilmesi nükleer programından vazgeçmemesi güç ile ilgili bir durumu ifade eder.23 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



****