28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 10
367 Kararı
1982 Anayasası'nda düzenlendiği şekliyle, siyasi bir misyon yüklenen Anayasa Mahkemesi, 27 yıla varan dönemde birçok davayı incelemiş olmasına karşın, daha çok siyasi davalarla akıllarda kalmıştır. Anavatan Partisi'nin iktidar olduğu zaman diliminde, Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanlığı döneminde, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi'nin iktidarı sürecinde ve 2002 Kasım sonrası Ak Parti döneminde âdeta bir muhalefet partisi gibi görev ifa etmiştir. Bu çerçevede verdiği bir kısım kararlarda açıkça siyasi bir tavır sergilemiştir.
Anayasa Mahkemesince verilen kararlar arasında, 1989 tarihli Yüksek Öğretim Kanunu'na eklenen 'Ek 16. madde'nin iptali, 1991 tarihli 'Ek 17. madde'ye ilişkin yorumlu ret kararı, Refah Partisi'nin kapatılmasına ilişkin 1998 tarihli karan, Fazilet Partisi'nin kapatılmasına ilişkin kararı ve en son 2007 yılında Sayın Abdullah Gül'ün 'Cumhurbaşkanlığına aday olması sonrası Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini başlatan TBMM toplantsıyla ilgili olarak verilen ve kamuoyunca '367 kararı' olarak bilinen, ilk akla gelen kararlardandır.
Mahkemenin 367 kararı, hukukun sımrlanrun zorlandığına ve hatta Anâyasa'nın bilfiil Anayasa Mahkemesi'nce ihlal edildiğine dair yoğun eleştiriye maruz kalan bir karar olmuştur. Bu karar, mahkemenin ne denli siyasallaşabileceğine açık bir örnek oluşturması nedeniyle önem arz etmektedir.
Yürütmenin bir parçası olan 'Cumhurbaşkanı'nın seçim şekli 1982 Anayasası'mn 102. maddesinde belirlenmiştir. Bu madde çerçevesinde 9 Kasım 1989 tarihinde Turgut Özal, 16 Mayıs 1993 tarihinde Süleyman Demirel, 5 Mayıs 2000 tarihinde Ahmet Necdet Sezer cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir.
Anayasa'nın 102. maddesi aynen şöyledir.
"Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantı halinde değilse hemen toplantıya çağrılır. Cumhurbaşkanının görev süresinin dolmasından otuz gün önce veya Cumhurbaşkanlığı makamının boşalmasından on gün sonra Cumhurbaşkanlığı seçimine başlanır ve seçime başlama tarihinden
itibaren otuz gün içinde sonuçlandırılır. Bu sürenin ilk on günü içinde adayların Meclis Başkanlık Divanına bildirilmesi ve kalan yirmi gün içinde de seçimin tamamlanması gerekir. En az üçer gün ara ile yapılacak oylamaların ilk ikisinde üye tamsayısının üçte iki çoğunluk oyu sağlanamazsa üçüncü oylamaya geçilir. Üçüncü oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğunu sağlayan aday
Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. Bu oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu sağlanamadığı takdirde üçüncü oylamada en çok oy almış bulunan iki aday arasında dördüncü oylama yapılır. Bu oylamada da üye tamsayısının salt çoğunluğu ile Cumhurbaşkanı seçilemediği takdirde derhal Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri yenilenir.Seçilen yeni Cumhurbaşkanı göreve başlayıncaya kadar görev süresi dolan Cumhurbaşkanının görevi devam eder."
1982 Anayasası'nın 102. maddesine göre bundan önce sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve 10. Cumhurbaşkam A. Necdet Sezer'in seçimi yapılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin 8. Cumhurbaşkam Turgut Özal, 9 Kasım 1989 ile (vefat ettiği) 17 Nisan 1993 tarihleri arasında bu görevde bulunmuştur. TBMM'de yapılan 3. tur oylama sonucunda Cumhurbaşkanhğı'na seçilen Özal, oylamaya katılan 285 milletvekilinden 263'ünün oyunu almıştır.
Turgut Özal'ın cumhurbaşkam adaylığına karşı çıkan o gün mecliste bulunan partilerden SHP ve DYP, tıpkı 27 Nisan 2007'de olduğu gibi cumhurbaşkanlığı seçiminin yapıldığı oturuma katılmamışlardır. Dolayısıyla ilk oturumda katılanların sayısı 367'yi bulmamıştır.
Cumhurbaşkam Süleyman Demirel, 16 Mayıs 1993 tarihinde göreve başlamış ve 16 Mayıs 2000 tarihine kadar bu görevi sürdürmüştür. Süleyman Demirel 3. tur oylamada, oylamaya katılan 431 milletvekilinden 244'ünün oyunu alarak cumhurbaşkam seçilebilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 5 Mayıs 2000 Cuma günü cumhurbaşkanlığı için yapılan üçüncü oylamaya 533 üye katılmış ve sonuçta Ahmet Necdet Sezer, Anayasa'nın102'nci maddesine göre üçüncü tur oylama için öngörülen salt çoğunluğu sağlamış ve 330 oyla, TürkiyeCumhuriyeti'nin 10'uncu Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Onuncu Cumhurbaşkam Ahmet Necdet Sezer'in görev süresinin 16 Mayıs 2007 tarihinde sona erecek olması nedeniyle, onbirinci Cumhurbaşkanının seçim süreci, 30 gün öncesinden başlamıştır. İlk tur oylamanın 27 Nisan 2007 tarihinde yapılması kararlaştırılan bu süreçte, Ak Parti milletvekili Abdullah Gül 'Cumhurbaşkanlığına' aday olduğunu açıklamıştır.
27 Nisan 2007 tarihinde yapılan ilk tur oylamada kullanılan oy sayısı 361 olarak açıklanmış olup, seçilebilmek için gerekli 367 oy sayısı aşılamadığı için, bu tur sonuçsuz kalmıştır.
Abdullah Gül'ün aday olması nedeniyle başlatılan tartışmalar çerçevesinde, emekli savcı Sabih Kanadoğlu, "ilk toplantıda 367 kişinin Genel Kurul'da hazır bulunması gerektiği, şayet Genel Kurul'da 367 kişi hazır bulunmadan oylama yapılırsa bu seçimin Anayasa Mahkemesine taşınabileceği" yönünde bir iddia ortaya atmıştır. Bu iddiayla eşzamanlı olarak, Doğru Yol Partisi ve
Anavatan Partisi yönetici ve milletvekilleri oylama için Genel Kurul salonuna girmemeleri yönünde uyarılmışlardır.
Ak Partili vekillerle Doğru Yol Partisi'nden Denizli milletvekili Ümmet Kandoğan'ın katılımı ile gerçekleşen ilk oylamada Genel Kurul Salonunda bulunan milletvekilllerinin sayısı 367'e ulaşamamıştır. Bu durumun doğal sonucu olarak, yasa gereği, ikinci tur oylama, üç gün sonra yapılacaktır.
Meclis içindeki ve dışındaki muhalefetin "onbirinci cumhurbaşkanım Meclise seçtirmeme" amacıyla başlattığı girişim safha safha uygulamaya konulmuştur. Nitekim Doğru Yol Partisi, Anavatan Partisi ve CHP milletvekilleri, oylama esnasında Genel Kurul salonu dışında beklemişler, salona girmemişlerdir. Yürütülen planın gereği olarak ilk oturumun tamamlanmasının
ardından CHP, ilk tur seçimi Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğini açıklamıştır.
Cumhurbaşkanlığı seçimi için, ilk turda Genel Kurul'da 367 milletvekilinin hazır olması gerekip gerekmediği tartışmaları devam ederken, 27 Nisan 2007 gece yarısı Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinde bir e-bildiri yayımlandığı haberi ajanslar ve televizyonlar tarafından kamuoyuna duyurulmuştur. Bu gelişme, demokratik kıstaslara sahip çıkarak toplumsal birliği tesis etme yolunda
önemli merhaleler kat edildiğini düşünen siyasi çevreler ve vatandaşlar nezdinde teessüfle karşılanmıştır.
Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik bir müdahale olarak anlaşılan bu bildirinin dikkat çeken kısımları aynen şöyledir:
"...Cumhuriyeti devletinin çağdaş bir demokrasi olarak, huzur ve istikrar içinde yaşamasının tek şartının, devletin Anayasamızda belirlenmiş olan temel niteliklerine sahip çıkmaktan geçtiği şüphesizdir. Bu tür davranış ve uygulamaların, Sn. Genelkurmay Başkant'nın 12 Nisan 2007 tarihinde yaptığı basın toplantısında ifade ettiği "Cumhuriyet rejimine sözde değil özde bağlı olmak ve bunu davranışlarına yansıtmak" ilkesi ile tamamen çeliştiği ve Anayasanın temel nitelikleri ile hükümlerini ihlal ettiği açık bir gerçektir.Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır, Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir. Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk'ün, "Ne mutlu Türküm diyene!"
anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyetinin düşmanıdır ve öyle kalacaktır. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir. "
Söz konusu e-bildirinin oluşturduğu baskı ortamında Cumhuriyet Halk Partisi, 27 Nisan 2007 tarihinde yapılan ilk tur oylamayı, emekli başsavcı Sahih Kanadoğlu'nun gösterdiği istikamette Anayasa Mahkemesi'ne taşımış, 'ilk tur oylamada 367 milletvekilinin Genel Kurul'da hazır olmadığı ve buna rağmen yapılan seçimin "iç tüzük değişikliği" sayılması gerektiği iddiasıyla, vaki seçimin
iptali ile gelecek turların yapılmaması için yürürlüğün durdurulması kararı verilmesini' istemiştir.
CHP, bahsi geçen başvurusunda; "Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün 121. maddesinin birinci fıkrasındaki "Anayasanın 102'nci maddesi hükümlerine göre" ibaresini eylemli olarak değiştiren Türkiye Büyük Millet Meclisi kararının, bu karara dayalı uygulamanın ve bu uygulamanın aynlmaz parçası olan 11. Cumhurbaşkam'mn seçimine ilişkin 27.04.2007 günlü ilk oylamanın Anayasa'nın 96. ve 102. maddelerine aykmlığı savıyla iptali ve iptal kararı yürürlüğe girinceye kadar bu uygulama ile oluşan içtüzük hükmünün yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi"ni istemiştir.
Anayasa Mahkemesi, mahkemeyi etkilemeye yönelik bu girişimler sonucunda, "Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 27.04.2007 günlü, 96. birleşiminde alman 11. Cumhurbaşkanı'nın seçiminde gözetilmesi gereken toplantı yeter sayısı ile ilgili kararının 'eylemli içtüzük değişikliği niteliğinde' değerlendirerek Anayasa'ya aykırı olduğu"nu kabul etmiş, 27 Nisan2007 tarihli oylamanın (geçersizliğine) "İPTALİNE", aynı zamanda seçimin devam etmemesi için yürürlüğün de durdurulmasına karar vermiştir. ( 01.05.2007 tarih ve 2007/45 E ,54 K. Sayılı Kararı)
Mahkeme, oy çokluğu (9/11) ile aldığı kararda, önce konuyu inceleyebilme kararı almıştır. Mahkeme, yeni ürettiği bir tanımlamayla konuyu "eylemli içtüzük değişikliği" kabul ederek; "Anayasa Mahkemesi, kanunların kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç-tüzüğü'nün Anayasa'ya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini
ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler." şeklinde yeni bir görev tamım yaptıktan sonra, "Anayasa Mahkemesi'nin pek çok kararında belirtildiği gibi, Anayasa Mahkemesi görevini, önüne gelen yasama işleminin taşıdığı ada bağlı kalarak yerine getirmez." diyerek Anayasa'da tanımlanan görevin dışına çıkabileceği sinyalini de vermiştir.
Mahkeme; "Yasama organınca, Anayasa'da Anayasa Mahkemesi'nin denetim alam içinde gösterilen işlemlerden başka isimler altında ve başka yöntemler uygulanarak oluşturulan yasama işlemleri de, eğer etkileri, nitelikleri ve içerikleri bakımından Anayasa Mahkemesi'nin denetimine bağlı yasama işlemleriyle eş durumda ise bunların da Anayasa Mahkemesi'nin denetim alanı içinde
olduğu"nu kabul etmiştir.
Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin ilk turda, 367 milletvekilinin hazır bulunması gerektiği yönünde bir karar verebilmek için de Meclisin uygulamasını -içtüzük değişikliği- olarak değerlendirmiş, bu nedenle dava konusu 27.04.2007 günlü TBMM'nin oylama kararının eylemli bir İçtüzük kuralı değişikliği niteliğinde olduğuna ve işin esasının incelenmesine oy çokluğu (7/11) ile karar vermiştir. Karara katılmayan Tülay TUĞCU, Haşim KILIÇ, Sacit ADALI ve Fulya KANTARCIOGLU karara muhalefet şerhi koymuşlardır.
Mahkeme, davanın esasına ilişkin olarak oy çokluğu (9/11) ile "Toplantı ve karar yetersayısının ilk oylamada TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu, -367 olduğunu-öngördüğü sonucuna" vararak "Anayasa'nın 102. maddesinin ilk fıkrası karşısında, bu çoğunluğun 184 olarak uygulanması sonucunu doğuran eylemli İçtüzük değişikliği niteliğindeki dava konuşu TBMM'nin Kararının Anayasa'nın 102. maddesine aykırı" olduğuna karar vermiş ve iptal etmiştir. Mahkeme, Anayasanın 102. maddesinin birinci fıkrasındaki "üçte iki çoğunluk" deyiminin, karar değil toplantı yeter sayısı olduğu şeklinde değerlendirmiştir.
Mahkeme, ilk tur oylamada -üçte iki çoğunluk- 367 milletvekilinin katılımını arama çelişkisinin ortaya çıkmaması için "toplantı yeter sayısının Cumhurbaşkanı seçiminde yalnız birinci oylamada değil fakat dört oylamanın her biri için de aranması gerektiği, 102. maddenin kaleme alınış biçiminden açıkça anlaşılmakta dır." diyerek 367 karar yeter sayısının dört oylamada da gerekli olduğuna karar vermiştir.
Kararda seçim sürecinde yapılan tartışmalara, özellikle Meclis başkanı Bülent Arınç'ın konuşmalarına yapılan atıflar çok ilginçtir.
Kararda aynen şöyle denilmektedir:
"Bülent Arınç'ın Cumhurbaşkanlığı seçim süreci hakkında kamuoyunu bilgilendirmek için düzenlediği basın toplantısı konuşma metninin 6. sayfasında bu açıklama şu şekilde yer almaktadır.
Değerli dinleyenler,
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda toplantı yeter sayısının 367 olacağı iddiası tamamen yanlıştır ve hiçbir geçerliliği yoktur. Bu iddia hukuku zorlamanın ötesinde, hukuku katletmektir. O gün Meclisi yönetecek Başkan olarak, benden önce cumhurbaşkanlığı seçimini yöneten tüm Meclis Başkanlarının yaptığı gibi, Anayasa'nın 96. maddesine göre toplantı yeter sayısı olan 184 üyeyi Genel Kurul'da gördüğüm anda seçime başlayacağım. Bu, Anayasamıza, içtüzüğümüze uygundur ve şimdiye kadar hep böyle yapılmıştır. Aksini iddia etmek, hukuka, ideolojik saplantıyla bakmak anlamına gelir. "367 tezi" gelecekte hiçbir zaman unutulmayacaktır. Eminim ki "Hukuku kullanarak demokrasi nasıl devreden çıkartılır" sorusuna hep "367 tezi" örnek olarak gösterilecektir."
Anayasa Mahkemesi, "Bu açıklamada ortaya konulan görüşün, Cumhurbaşkanlığı seçiminin 27.04.2007 tarihli ilk oylamasında tekrarlandığı, meclis kararına dönüştüğü ve aynen uygulandığını" belirterek, devamla;
"Cumhurbaşkanlığı seçimi gibi bütün ülke için çok önemli ve Anayasa'nın çok özel bir toplantı yeter sayısı belirlediği bir olayda, oturumu yöneten Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının Anayasanın 96'ncı maddesinde belirtilen toplantı yetersayısının oluştuğu konusunda kendi varsayımına göre hareket etmesi, Anayasanın 102'nci maddesinde belirtilen özel toplantı yeter sayısına ulaşılıp ulaşılmadığını araştırmaması ve yoklama yapmayarak katılımı kesin bir şekilde belirlemekten kaçınması kabul edilemez." diyerek bir muhalefet partisi mensubu gibi, meclis başkanına atfedilen, konuşmayı ve tavrı eleştirmiştir.
Mahkeme; 1982 Anayasası'na göre yapılan önceki üç cumhurbaşkanlığı seçiminde niçin böyle bir uygulamaya gidilmediği iddiasına da şöyle cevap hazırlamıştır: Kararda, "... şimdiye kadar yapılan seçimlerde Anayasanın 102'nci maddesinin birinci fıkrasında öngörülen üçte iki çoğunluğun toplantı yeter sayısı olarak düşünülmemiş ve aranmamış olması ve bu uygulamanın şimdiye kadar
Anayasa Mahkemesinde bir iptal davasına konu yapılmamış bulunması, geçmişteki uygulamaların Anayasaya uygun olduğu hukuki sonucunu doğurmayacağı" şeklinde ifade edilmiştir.
Kararda, oylamanın iptali yönünde oy kullanan üye Osman Paksüt'ün, iptal gerekçesine, hukuki bir temeli olmayan, "uzlaşı" şartını eklediği görülmüştür. Karşı görüşünde; "Anayasa, Cumhurbaşkanı'nın seçiminde üçte iki çoğunluk bulunmasını gerekli görmüştür. Cumhurbaşkanlığı seçiminin, Parlamentoda iktidar partisinin siyasi programı doğrultusunda yapacağı herhangi bir yasama faaliyeti gibi siyasi parti çoğunluğu adına değil, Türk Milleti adına uzlaşı anlayışıyla ve nitelikli çoğunlukla yapılacak bir seçim işlemi olduğunu" belirtmiştir.
Bu düşünce, dava sürecinde Sabih Kanadoğlu, CHP lideri ve benzerleri tarafından dile getirilen "muhalefetin aday konusunda razı edilmesi"ne ilişkin mesajların da iyi algılandığı anlamına gelmektedir.
Anayasa Mahkemesi, oy çokluğu (9/11) ile 27 Nisan 2007 tarihli Cumhurbaşkanlığı oylamasının iptali kararına gerekçeler üretmeye çalışmış ise de, 27 Nisan e-bildirisi ve CHP genel başkanının "iptal karan verilmezse kaos çıkar" tehdidi altında verilen karar, kamu vicdanında olumlu bir yer bulamamıştır.
Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla eski meclis başkanı Bülent Arınç'ın belirttiği ve karara da geçen "...'367 tezi gelecekte hiçbir zaman unutulmayacaktır. Eminim ki "hukuk kullanılarak demokrasi nasıl devreden çıkartılır" sorusuna hep "367 tezi" örnek olarak gösterilecektir." iddiası gerçekleşmiş, insaf sahibi herkes 367 kararını, Anayasa Mahkemesi'nin "hukuk dışına çıkışına" örnek olarak göstermeye başlamıştır.
Anayasa Mahkemesi'nin, '367 karan'nı, hukuki bir süreçten ziyade, harici unsurların etkisi alanda verdiğine işaret eden görüşler dikkat çekicidir. Bu karara, hem şekil ve hem esas yönünden muhalif kalan Haşim Kılıç karşı görüşünde aynen şöyle demektedir;
"Anayasa'nın 138. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında aynen "Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, mercii veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz." denilmektedir.
Anayasa'nın bu maddeleri ile yargıçların vicdani kanaatleri tam olarak güvence altına alınmak suretiyle hiçbir organ, kişi veya merciin bunu etkilemesine imkân verilmemesi amaçlanmıştır.
Anayasa'nın öngördüğü bu sorumluluğun, en sade vatandaştan makamı ve rütbesi ne olursa olsun herkesin gereğini yerine getirme zorunluluğu vardır. Ne yazık ki bu zorunluluğa rağmen karar öncesi kimi kişi, kurum ve merciilerin mahkemeyi etkilemeye dönük söylem ve davranışlarını onaylamak mümkün değildir.
Mahkeme'nin kendi istekleri doğrultusunda karar vermemesi halinde ülkenin bir iç çatışmaya sürükleneceği biçimindeki ifadeler, yargıcın vicdani kanaatinin oluşmasını doğrudan hedef alan bir eylem biçimidir. Anayasa'nın 138. maddesi açıktır. Bu sorumluluğa karşın, çatışma çıkacağı tehdidi ya da ülkeyi koruma adına yapılan açıklamalar olusaçak karara dönüktür. Sonucun kamu
vicdanında tereddüt uyandırmasına neden olabilecek bu ve buna benzer davranışlar ve söylemler, demokratik hukuk devletinde onaylanması mümkün olmayan sorumsuzluklardır."
Haşim Kılıç bu beyanlarını karara, "Hukuku korumaya yönelik bu düşüncelerinin sadece tarihe not düşmek üzere" yazdığını da belirtmiştir.
Günümüzde ortaya çıkan olaylar, Anayasa Mahkemesi'nin, mahkemeyi etkilemeye yönelik kampanyaların etkisi altında böyle bir karar verdiğini ortaya koymuştur. Anavatan Partili ve Doğruyol Partili milletvekillerini telefonla tehdit eden emekli generallerin, mahkeme üyelerini de benzer yöntemle etkiledikleri ortaya çıkmıştır.
Anayasa Mahkemesi, iptal kararı ile cumhurbaşkanlığı seçimini engellemiştir. Ne var ki Türk milleti, siyaset dışı güçlerin "Türk milleti adına karar veren" yargıyı kullanarak engellediği cumhurbaşkanlığı seçimini, bundan sonra kendi uhdesinde olmak üzere devralmış ve Sayın Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olmasını sağlamıştır.
Bu, milletimizin Anayasa Mahkemesi'nin kararından kendi hissesine düşeni fazlasıyla aldığını göstermektedir. Millet, adına karar verenlere, kendi iradesinin hilafına verilecek kararlara asla müsaade etmeyeceğinin işaretini vermiştir.
11 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,,,