Ortodoks etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ortodoks etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Kasım 2018 Cuma

Reformasyon’dan Günümüze Evanjelik Hıristiyanlık BÖLÜM 2

Reformasyon’dan Günümüze Evanjelik Hıristiyanlık BÖLÜM 2


Amerika’da çoğu Evanjelikler, halkın Kutsal Kitaba ve Hıristiyanlığa yönelik bağlarının zayıflamasından endişe duymuş ve I. Dünya Savaşı bu korku hissini hızlandırmıştı. Çünkü Amerikan toplumunda o günlerde ortaya çıkan ve Caz Çağı, Aşırılıklar Dönemi, Kükreyen 1920’ler gibi çeşitli adlarla anılan sosyal ve ideolojik devrimler yaşanıyordu. Bu hareketlere karşı gösterilen tepkiler 1919 yılında içki yasağını getirmiş ve yaşanan bu süreç, Fundamentalist anlayışın ortaya çıkmasına yol açmıştı.10 

Bu bağlamda Fundamentalistler sekülerizmden bireysel anlamda uzaklaşmak adına, içki ve sigara içmeyi, kart oyunlarını, tiyatroya gitmeyi ve dans etmeyi yasaklamakla kalmadılar, kadınların pantolon giymesi, erkeklerin uzun saç, sakal ve bıyık bırakması, tel çerçeveli gözlük kullanmaları ve parlak pantolonlar giymeleri gibi moda akımlarına karşı da katı kurallar uyguladılar. 1919 ve 1920’lerin “komünizm tehlikesi” süresince Amerika’da, Bolşevizmin ve ateizmin ortaya çıkmasına yönelik endişeler, toplumsal kargaşa ve değişim korkularını artırdı. Birçok Protestan aynı zamanda Katolik anlayışın yaygınlaşmasından ve yarım yüzyıl öncesinin büyük göçünün ahlaki ve toplumsal etkilerinden endişe 
duymaktaydı. Fundamentalistler bütün bu gerçekleri Amerika’da Kutsal Kitap temelli bir medeniyetin sonunun işaretleri olarak gördüler (Marsden, 1987: 193, 196).

Bu arada Charles Darwin’in Türlerin Kökeni (The Origin of Species, 1859) ve İnsanın Türeyişi (The Descent of Man, 1871) adlı eserleriyle Kutsal Kitap’ın yaratılış öğretisi ve evrenin ilahi düzeninde insanoğlunun yeri konularında başlattığı meydan okuma, Evanjelik çevreler adına ciddi bir tehdit oldu. Darwinizmin getirdiği yıkıcı tehdide karşı Evanjelikler, muhafazakâr Baptist teolog A. H. Strong ve B. B. Warfield’in yazılarıyla cevap vermeye çalıştılar. 19. yüzyılın ikinci yarısı boyunca muhafazakâr Protestanlar Darwinizmin ve ileri/derin kritisizmin (higher critisizm) meydana getirdiği olumsuz hava yüzünden, 1877 yılında New York’ta, 1885 yılında Chicago’da ve 1895 yılında 
Niagara’da Kutsal Kitap yorumları üzerine geniş çaplı konferanslar düzenlediler. Niagara konferanslarında Kitabı Mukaddes’in yanılmazlığı, İsa Mesih’in tanrısal bir varlık olduğu, bakire doğum, kefaret, yeniden dirilme, İsa Mesih’in ikinci gelişi gibi doktrinler, inancın temel maddeleri olarak yeniden vurgulandı (Davis, 1985: 33). 

Yine bu bağlamda Fundamentalistler, devlet okullarında okutulmaya başlanan biyolojik evrim yasasının öğretiminin yasaklanması ve Kutsal Kitabın yaratılış öğretisini canlandırmak amacıyla William Jennings Bryan (1860-1925) önderliğinde bir takım propaganda etkinlikleri düzenlediler (Marsden, 1987: 193). Fundamentalistlerin evrim karşıtı etkinlikleri, Dayton, Tennessee’de bir lisede biyoloji dersinde evrim teorisini öğreten John Scopes’un 1925’teki duruşmasıyla zirvesine ulaştı. Fakat fundamentalistler mahkemenin Scopes’i tutuklayıp daha sonra beraat ettirmesi nedeniyle bu davayı kötü bir şekilde kaybetmiş oldular. Duruşmaları izleyen medya organları tarafından acımasızca eleştirilen fundamentalistler, eğitimsiz ülke köylüleri gibi günümüzde de devam eden küçümseyici sıfatlarla anılır oldular. Bu gelişmelerin ardından 1920’lerin sonunda Fundamentalistler, Amerikan toplumunun kendilerine karşı olduğunun farkına vararak sosyal hayattan çekildiler, fakat tamamen gözden kaybolmadı lar. Amerika’daki Evanjelik hareketin daha geniş ve mücadeleci kanadı olan fundamentalizm, 1925’ten 1945’lere kadar Kutsal Kitap enstitüleri, üniversiteler, ilahiyat fakülteleri, Kutsal Kitap kampları, misyoner kuruluşlar ve 1970’lerde yeniden canlanmalarını sağlayan yayınevleri kurmak gibi işlere ağırlık verdiler. 

Fundamentalist-Evanjelikler, 1942’den itibaren kısa sürede ülkenin her yanında yüzlerce cemaate sahip olan Youth for Christ gibi yeni hizmet programı kurmanın yanında kendi anlayışları doğrultusunda eğitim veren, Evanjelistler ve misyonerler gönderen, Kutsal Kitap konferansları düzenleyen, radyo papazlığı şeklinde yayınlar yapan, birçok kitap ve periyodik yayınlar neşreden Los Angeles’ta Bible Institute, Chicago’daki Moody Bible Institute ve diğer birçok Kutsal Kitap enstitüleri gibi önemli merkezler kurdular. Fundamentalistler, bu enstitüler sayesinde İncil mesajını öğretmek ve yaymanın (evangelization) geleneksel yöntemlerine ek olarak etkili radyo papazlıklarıyla da öne çıkmaya başladılar. Özellikle Charles E. Fuller’in Eski Tarz Uyanış Saati (Old-Fashioned Revival Hour) adlı programı 1942’lerde Amerika’da geniş dinleyici kitlesine ulaşan en ünlü program oldu. 1941 yılında ayrılıkçıAmerican Council of Christian Churces, fundamentalist Carl McIntre tarafından kurulmuştu. Evanjelikler 1920’lerden beri yaşanan tartışma ve çekişmelerin getirdiği olumsuz hava yüzünden 1942 yılında biraz daha ılımlı olmak adına National Association Evangelicals (NAE) adlı bir örgüt kurdular. Daha çok Amerika’nın büyük mezheplerinden üyeleri olan bu örgüt, Pentakostal ve kutsallık hareketlerini de kendi bünyesine dahil etti (Marsden, 1987: 194, Ayrıca bkz. Bıyık, 2007: 83-104. ve Özkan, 2002: 39-53). 

Yeni-Evanjelik Hareket 

Neo-evangelicalism (Yeni-Evanjelizm) 20. yüzyılın ortalarında Protestan 
Fundamentalist hareket içinde başlayan bir eğilimdir. Bazı fundamentalistler 
modernizmin yerleşmeye başladığı mezheplerden ve kuruluşlardan kesin bir şekilde ayrılmayı savunuyorlardı. Fakat diğer bir grup ayrılmanın uygun bir tepki olmayacağını düşünüyordu.11 Gelişen bu süreçte “Yeni-Evanjelizm” terimini, II. Dünya Savaşını müteakip 1947 yılında Harold John Ockenga türetti. Boston’un tarihi Park Street Kilisesi’nde pastörlük yapmış, National Association of Evangelicals’de etkili olmuş ve daha sonra Gordon-Conwell Theological Seminary’de de başkanlık yapan Ockenga, Carl F. H. Henry ve Edward J. Carnell gibi bazı genç liderlerle birlikte, yükselen ayrılıkçı fundamentalist-Evanjelizme 
karşı neo-Evanjelizm (neo-evangelicalism) adını verdikleri daha ılımlı bir hareket örgütlediler ve kendilerini neo-evangelicals (yeni- Evanjelikler) olarak isimlendirdiler (Marsden, 1987: 194) Daha sonra Christianity Today’in editörü olan Carl F. H. Henry, 1947 yılında The Uneasy Conscience of Modern Fundamentalism (Modern Fundamentalizmin Tedirgin Vicdanı) adlı kitabını yayınlayarak modernist eleştirilerin yaptığı teolojik yıkıma karşı dini zemini iyileştirmek ve adeta ona nefes aldırmak için, Ockenga ile birlikte Amerikan muhafazakârlarını toplumsal sorumluluğa ve Kutsal Kitap’a karşı sadakate çağırmıştır (Davis, 1985: 3). 

Yeni-Evanjelikler 1940’lı yıllar boyunca önemli gelişmeler kaydettiler. 
Bu bağlamda 1947’de Charles E. Fuller vasıtasıyla California, Psadena’da Fuller Theological Seminary’yi kuran yeni-Evanjelikler, 1949’dan sonra da Billy Graham’ın Amerika’nın önde gelen Evanjelisti olarak ortaya çıkmasına önemli katkıda bulundular. Bu arada Hıristiyan Savunmasına Giriş (Introduction to Christian Apologetics) adlı eserin sahibi E. J. Carnell de, Evanjelikler için önemli entelektüel temsilcilerden biri oldu. Carnell’in bu ünü onun daha sonra Fuller Theological Seminary’nin başkanı olması için yeterli bir altyapı oluşturdu. 
Evanjelik düşüncenin ve Kutsal Kitap’ın yanılmazlığı düşüncelerinin 
geliştirilmesi yönünde son derece aktif bir örgütlenme olan Evangelical 
Theological Society’nin 1949 yılında kurulmasına da ön ayak olan yeni- 
Evanjelikler, 1950’ler boyunca Amerikan Evanjelizminin gündeminden 
düşmeyen şahsiyeti Billy Graham’ı ortaya çıkardılar. Graham aynı zamanda, 
İngilizce konuşan ülkelerde Evanjelizmi canlandırmak ve kendi düşünce anlayışları için bir temel/merkez olması amacıyla 1956 yılında kurulan ve yayın hayatına aralıksız devam eden Christianity Today’in kurucu lideridir. Graham’ın bu çerçevede yaptığı Evanjelist faaliyetler ve propaganda çalışmaları, binlerce kişinin İsa Mesih inancını benimsemesini sağladı ve Amerikan dini yaşamındaki kilise sayısını on yıl içerisinde gözle görülür bir şekilde artırmayı başardı (Davis, 1985: 35). Billy Graham’ın, 1957 yılında fundamentalist-Evanjelik hareket 
içinden bazı liberal kilise liderlerinin işbirliğini kabul ederek, New York’ta Haçlı ruhu taşıyan silahsız bir Evanjelist (crusade) çağrı yapması, Bob Jones Üniversitesinin kurucusu Bob Jones (1883-1968); Rabbin Kılıcı’nın (Sword of the Lord) editörü John R. Rice (1895-1980) ve Carl McIntre gibi ayrılıkçı fundamentalistler tarafından hoş karşılanmadı. 

Dolayısıyla bu kişiler neo-Evanjeliklere karşı cephe alarak onlarla birlikte 
hareket etmeme kararı aldılar (Marsden, 1987: 194). 

Evanjelikler 1960 ve 1970ler boyunca hem entelektüel hem de toplumsal alanda geri kalmamak için mücadelelerini devam ettirdiler. 

1970’lerde Evanjelik bölgelerde kilise sayılarını artırmak, misyonerlik 
çalışmalarına devam etmek ve bu şekilde durumlarını güçlendirmek 
suretiyle gündemdeki varlıklarını koruma amacında oldular. Bu on yıl 
boyunca toplumsal hizmetler konusunda bazı ilerlemeler kaydeden 

Evanjelikler, 1973’te Ron Sider önderliğinde Social Action adlı bir hareket 
örgütlediler. 

Evanjelik çevrenin teolojik çalışmalar konusunda uzun verimsiz yıllarının ardından Carl Henry’nin 1976 yılında yayınlanan Tanrı, Vahiy ve Otorite (God, Revelation, and Authority) adlı kitabının ilk bölümü, Amerikan Evanjelikleri arasında on yılın en önemli teolojik yazısı olarak nitelendi. Iowa’da Dubuque Okulu’nda teolog olan Donald Bloesch’in, 1978 yılında yayınlanan Evanjelik Teolojinin Temelleri (Essentials of Evangelical Theology) adlı kitabı da bu konuda diğer önemli bir eser oldu. Bu bağlamda Bloesch ve Henry’nin sistematik teoloji 
alanındaki çalışmaları, Amerikan muhafazakârları arasında uzun süren 
durgunluğun sonu olarak gösterilir (Davis, 1985: 18-19). 

Evanjelizm gerçek anlamda bir Anglo-Amerikan fenomeni olsa da, Evanjelikler kendi seslerini geniş platformlarda duyurmak için birçok kez uluslararası toplantılar da düzenlemişlerdir. Evanjelizmin uluslararası kimlik arayışı olan bu toplantılardan ilki World Congress on Evangelism adıyla 1966’da Berlin’de ve diğeri de 1974 yılında 150 ülkeden ve 135 Protestan mezhepten yaklaşık 2473 kişinin katılımıyla İsviçre’nin Lozan şehrinde gerçekleştirilen The International Congress on World Evangelization’dir. Katılımcılar bu kongrenin sonunda sosyal adalet, sosyal yardım ve hizmet, barış için çalışmanın gerekliliği, sınıflar ve 
ırklar arasında uzlaşma, İncil mesajı ulaşmamış kişilere İncil mesajını  öğretmenin ve yaymanın (evangelization) zorunluluğu ve aciliyeti, 
Kutsal Kitap’ın otoritesinin yüce amacını devam ettirmek gibi konular 
üzerinde uzlaştıkları bir bildiriye imza attılar. Bu arada Sojourness, The 
Other Side, Radix ve The Reformed Journal gibi süreli yayınlar da toplumsal 
konularda Evanjelik bilinçliliği artıran unsurlar oldular (Davis, 1985: 19-21). 

1970’ler boyunca gelişmesini sürdüren Evanjelizm 1980’lere kadar Amerika’da gittikçe daha dikkat çekici bir görünüm kazanmaya başladı. Bu canlanma modernitenin dinsel hayata, dinsel kurumlara ve değerlere karşı meydana getirdiği çürüme ve aşındırmalara rağmen, dünyanın farklı yerlerindeki tarihi dinsel geleneklerden Yahudilik ve İslam’ın inanç bağlıları tarafından yeniden keşfedilmesi ve canlanması hareketleriyle paralellik arz ediyordu. 1970’ler aynı zamanda Evanjelik yayınevleri ve dinsel radyo/TV yayın gruplarının yükseliş yılıydı. 

Bu yıllarda, Hal Lindsey’in Late Great Planet Earth ve Charles Colson’un 
Born Again isimli popüler kitapları, ülke çapında en çok satanlar listesinin 
başında yer aldı. Evanjelizmi anlatan daha bilimsel anlamda yazılmış eserler arasında ise, Morris Inch’in The Evangelical Challenge; Donald Bloesch’in The Evangelical Renaissance; Bernard Ramm’ın The Evangelical Heritage ve The Worldly Evangelicals; ayrıca David Wells ve John Woodbridge’in The Evangelicals adlı kitapları sayılabilir. Bu gelişmelerin ardından muhafazakâr kiliseler diğer ana kiliselere oranla gelişerek üyelerinin sayısını büyük oranda artırmış oldu. 

Dean M. Kelly 1972’de Why Conservatives Are Growing isimli çalışmasını kaleme alarak bu büyümeye dikkat çekti (Davis, 1985: 14). 

Yine 1970’lerde Amerikan medyası, Evanjelizmin Amerikan yaşamında büyük bir kuvvet olduğuna yer vermesinin ardından medyada bir çok sporcu ve eğlence 
starı övünerek born again (yeniden doğuş) inancını benimsediklerini ilan ettiler. Aslında yıllardan beri gittikçe büyüyen Evanjelizm, diğer Protestanlar ve Roma Katoliklerin sayıları azalırken sayısını kırk ya da elli milyona ulaştırmıştı (Marsden, 1987: 195). 1974’lü yıllarda Pentakostal vaiz David Wilkerson tarafından yazılıp 23 dile tercüme edilen The Cross and the Switchblade adlı kitap milyonlarca adet sattı. Bunun yanında PTL Club* ve 700 Club gibi popüler TV programları, Evanjelik inanç sistemi ve değerleri adına geniş dinleyici kitlelerine yayınlar yapıyordu. 

Anketçi George Gallup 1976 yılında yaptığı bir ankette, halkın % 34’ünün born again (yeniden doğuş) inancını kabul ettiğini ve Protestanların % 48’inin kendilerini “Evanjelikler” olarak tanımladığını tespit etti ve ardından o yılı “Evanjelik yılı” olarak ilan etti. Evanjelik eğilim o tarihlerde değer kazanıyor gibi görünse de, Amerika’nın içinde bulunduğu sosyal ve siyasi şartlar hiç de iç açıcı bir durum arz etmiyordu. 

Suç, ahlaki dejenerasyon, vergi kaçırma ve cinsel sapkınlıklar gibi olumsuz hadiseler, toplumu adeta bir veba salgını gibi kemiriyordu (Davis, 1985: 12). 

Lindsell’in The Battle for the Bible kitabı Evanjelik çevrelerde Kutsal Kitap’ın yanılmazlığı konusunda yeni bir tartışmanın yaşanmasına neden oldu. 1978’de Jack Rogers ve Donald McKim, Lindsell’e cevap olarak algılanan The Authority and Interpretation of Bible adlı bir kitap yayınladılar. Ancak Rogers ve McKim, “sınırlı” yanılmazlığı veya yalnızca iman konusunda ve uygulamada yanılmazlığı savundukları için 

Francis Schaeffer, Charles F. H. Henry, John Gerstner ve Kenneth Kantzer 
gibi bazı Evanjelik liderler tarafından eleştirildiler. Kutsal Kitap’ın yanılmazlığı üzerine Uluslararası Kurul (International Council), Amerikan Kiliseleri’nde yanılmazlık konusunda seslerini duyurabilmek amacıyla bir grup muhafazakâr âlim eşliğinde kendi taraftarlarına ümit vermek ve onları yeniden canlandırarak farklı görüşleri birleştirmek amacıyla Ekim 1978’de Chicago Bildirisi’ni (Chicago Statement) yayınladılar. 

Kutsal Kitap’ın otoritesini tartışmak amacıyla Ağustos 1981’de Toronto’da bir konferansta Jack Rogers The Authority and Interpretation of Bible kitabındaki görüşlerinin yanlış anlaşıldığını ve başka taraflara çekildiğini öne sürerek, gerçekte Kutsal Kitap’ın yanılmazlığı hususunun güçlü bir savunucusu olduğunu iddia etti. Ancak onun bu değişken ifadeleri Amerikan Evanjelizminin yeni bir ivme kazanması ve birliği yönünde olumsuz etkiye sebep oldu (Davis, 1985: 16-17). 

Evanjelizm ve Siyaset 

Din, Amerikan siyasi hayatına yalnızca Evanjelik ve fundamentalist cemaatlerin etkileriyle girmemiş bilakis Amerika’nın politik geçmişi din ile her zaman iç içe olmuştur. Gerçekte batı uluslarının birçoğu da kiliseler tarafından kurulmuş ve din bu ulusların ayrılmaz birer parçası olmuştur. Bu bağlamda koloni dönemi Amerikan siyasi tarihine baktığımızda, genel olarak Katolik ve Protestanlar arasında geçen siyasi bir çekişmenin baş gösterdiğini görürüz. Bu dönemde iki kesim arasındaki çekişmeler zaman zaman Demokratların safında, zaman zaman da Cumhuriyetçilerin safında yer alma uğruna cereyan eden hadiselere 
şahitlik etmiştir (Marsden, 1991: 86). 

Evanjelikler 1970’lere kadar önemli ölçüde Demokratlara destek vermişler ancak bu tarihten sonra desteklerini Cumhuriyetçilerden yana kullanmaya başlamışlardır (Vural, 2003:10). Fakat bu tarihlerde toplumda suç oranları ve ahlaki yozlaşmaların artması, İncil’i Tanrı’nın doğrudan ve yanılmaz buyruğu olarak gören büyük muhafazakâr Hıristiyan yapılanmaları tedirgin ediyordu. Bu bağlamda muhafazakâr Protestanlık içerisinde ortaya çıkan The New Christian Right oluşumu, etkili toplumsal yapısı nedeniyle kısa zamanda yayıldı. Hareket içerisinde Virginia’da Jerry Falwell, Pat Robertson ve Texas Fort Worth’te 
James Robinson gibi ünlü televizyon Evanjelistleri, ahlak ve siyaset 
konularındaki görüşlerini etkili bir şekilde yayınlamaya başladılar. 

Bu kişiler çok sayıda izleyiciyi kendilerine çekmeyi başarmakta zorlanmadılar. 

Bununla birlikte Baptist vaiz Jerry Falwell tarafından Haziran 1979 yılında örgütlenen ve 1980 yılında ulusal çapta 400.000 üyesi olduğunu ve 48 eyalette politik kurullarda yer aldıklarını açıklayan Evanjelik Moral Majority grubu da, dinsel bir cemaat olarak siyasi arenada etkili olmaya başladı. Pat Robertson ise, 1990’larda Cumhuriyetçi Parti içinde etkin bir güç haline gelen Hıristiyan Koalisyonu adında bir örgüt kurmuştu. Ardından Memphis, Tennesse’de E. E. McAteer Religious Roundtable adıyla bir örgüt kurdu. Moral Majority, Christian Voice ve The National Federation for Decency gibi Hıristiyan sağ örgütler de, 
geniş seçim bölgelerinde ötenazi, kürtaj, homoseksüellik, pornografi, cinsellik eğitimi gibi konular etrafında birlikte hareket ettikleri propaganda faaliyetleri yürüttüler (Guth, 1983: 31-45). 

Amerikan siyasi arenasındaki etkinlikleriyle ön plana çıkan bu dinsel örgütlenmeler, çeşitli dönemlerdeki başkanlık seçimlerinde de nüfuzlarını kullanarak seçmenleri etkileme yönünde çalışmalardan geri kalmamışlardır. Örneğin Jerry Falwell ve Pat Robertson gibi vaizlerin önderlik ettiği, Carter’a karşı Ronald Reagan lehindeki kampanyalar, 1980’de Evanjeliklerin Amerikan siyasetindeki varlıklarını hissettiren somut örneklerdi. Moral Majority ve diğer Hıristiyan sağ örgütlenmeler 1980 Kasım seçimlerinde etkili olduklarını ve hatta Cumhuriyetçi parti programının şekillenmesinde önemli role sahip olduklarını düşünüyorlardı (Davis, 1985: 20-21). Reagan ve Baba Bush’un seçilmelerinde 
önemli rol oynayan Yeni Hıristiyan Sağı’nın bu çabaları karşılıksız kalmamış ve bu iki başkan döneminde kendi yapılanmalarının etkinlikleri konusunda zorluklarla karşılaşmamışlardır. Zaten Reagan’ın siyaset anlayışında İncil’in literal yorumlarının etkisi inkâr edilemez bir gerçek olmuştu (Hallsell, 2003: 125). Falwell ve Robertson 1988 yılında da Cumhuriyetçi başkanı aday göstermek için yapılan kampanyalara katıldılar. Yine Bill Clinton’un başarılı sayılan iki dönem Amerika başkanlığının ardından, 2000 yılında yapılan başkanlık seçimlerinde, demokratların adayı Al Gore’un başkan olması beklenirken, tartışmalı bir seçim neticesinde Evanjeliklerin destek verdiği ve kendisi de bir Evanjelik olan George W. Bush başkan seçilmesi de Evanjeliklerin Amerikan siyasetindeki etkisini gözler önüne sermişti (Vural, 2003: 19-20). 

Aslında Amerikan başkanlarının birçoğu yeniden doğuşçu (born again) 
Hıristiyan olduklarını gizlememişlerdir. Başta Jimmy Carter olmak üzere Ronald Reagan ve son başkan George W. Bush’un yeniden doğuşçu/Evanjelik olduğunu dünyada duymayan yok gibidir (Erickson, 1993: 190).

Bu bağlamda oğul Bush’un başkan olmasının hemen ardından 11 Eylül 2001 yılında Amerika’nın yaşadığı terör saldırıları, başkan Bush’un söylemlerine dini inancının etkileri şeklinde yansımıştı. Saldırılardan sonra Bush, “şer ekseni”, “haçlı savaşı” ve “ya bizden yana/ bizimle olursunuz ya da bize karşı” gibi söylemlerle dünyaya yeni düşmanını ilan ederken tamamen dinsel argümanlarla konuşuyordu. Aynı zamanda Bush, kendisini Tanrısal bir görevi yerine getiren mehdi olarak gördüğünü ima eden açıklamalarda bulunmaktan geri kalmamıştır 
(Gönültaş, 2003: 87-104). 

Fundamentalist-Evanjelikler ve özellikle dispensasyonal tarihselciliği savunanlar, Orta Doğu’da meydana gelen olayları Kutsal Kitap kehanetlerinin gerçekleşmesi yönünde yorumlayan düşünceleri sebebiyle İsrail devletine karşı bir sempati duymaktadırlar. Öteden beri Amerika’nın İsrail’e önemli miktarda maddi destek sağladığı da bilinmektedir. Fakat Amerika’nın İsrail’e her yıl yaptığı maddi yardımların kesin miktarı, Amerikan kongre üyeleri tarafından açıklanmamakla 
birlikte resmi rakamlara göre 1949-1995 arası 46 yıllık süre zarfında Amerika, küçük bir devlet olan İsrail’e; Afrika, Karayip ve Latin Amerika ülkelerine yapılan yardım miktarına karşılık gelen 62.5 milyar dolar dış yardım sağlamıştır. 
Bir başka ifadeyle söylersek diğer ülkelere kişi başına yapılan yardım 40 dolara karşılık gelirken, İsrail’e yapılan yardımlar ise kişi başına 10.775 doları bulmaktadır (Hallsell, 2003: 118). 

Sonuç 

16. yüzyılda Katolisizmi protesto ederek Avrupa’nın dinsel ve sosyo- ekonomik algısına yeni bir yön vermiş olan Protestan Hıristiyanlık, katı Katolik anlayışa yeni bir pencere açarak daha özgürlükçü bir anlayışı doğurmuştur. Kutsal Kitap merkezli Protestan bir hareket olan Evanjelizm de ilk olarak protestan reform hareketinden sonra ortaya çıkmış ve Avrupa’daki kökleri özellikle Kuzey Amerika’ya göç eden Avrupalı Protestan misyonerlerce yeşertilerek burada dal budak salmıştır. 

Avrupa kökenli Amerikan Evanjelizmi, bu kıtada aynı kökten beslenen farklı kollar şeklinde oldukça geniş alanlara yayılmıştır. Aynı zamanda Amerika’nın bir ulus olarak yükselmesinde önemli etkilere sahip olan Amerikan Evanjelizmi, kendi içerisinde önemli ayrılık hareketleri yaşamış ve çeşitli tepkilere ve eleştirilere göğüs germek zorunda kalmıştır. 

Tarih boyunca dinsel inanç grupları kendi dini yapılarını güçlendirmek veya kendileri açısından yegâne kurtuluş yolu olarak gördükleri inançlarını, diğer inanç bağlılarına ulaştırmak için bir takım çabalar içerisinde olmuşlardır. Bu bağlamda dini inancın öteki inanç bağlılarına ulaştırılması konusu Hıristiyanlık dini bağlıları için öteden beri en başta gelen temel inanç akidelerinden birisi olmuştur. Hıristiyanlık dininin Protestan Evanjelik yorumu da, sahip olduğu dini öğretinin tüm dünyaya ulaştırılması konusunda bugün en yoğun faaliyet alanına sahip olan dinsel anlayıştır. Evanjelikler olarak adlandırılan bu geniş yapı 
İncil mesajlarını henüz bu mesajlardan haberdar olmamış ve kayıp saydıkları 
insanlara ulaştırmayı öncelikli hedef haline getiren farklı türden ve isimden Protestan kiliselerden oluşmaktadır. Bu bağlamda Evanjelizm, misyonerliğin dönüşüme uğramış adı olmuştur. Bizim için yeni olan bu ismin yanında asıl hedef tüm dünya olunca farklı kültürlerden insanlara yönelik çeşitli sosyolojik ve psikolojik araştırmalar yapılarak misyonerlik faaliyetlerinin alanı azami derecede genişletilmiştir. Diğer taraftan siyasetle de yakınlaşarak ulusal anlamda halkı yönlendirebilecek bir nüfuza sahip olmayı başaran Evanjelik anlayış bazı  Amerikan başkanlarının dinsel tercihlerine bile yansımıştır. II. Dünya Savaşı sonrası ABD’nin dünya siyasetindeki etkisini artırmasıyla beraber siyasi arenadaki günümüzü de kapsayan Evanjelik etki küresel hale gelmiştir. Bu çerçeveden bakıldığında, Evanjeliklerin Amerikan siyasetindeki etkisinin ve küresel Evanjelizm ve misyonerlik konusundaki faaliyetlerinin yeni bir olgu olmadığı anlaşılmaktadır.


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

11 Neo-evangelicalism, http://en.wikipedia.org/wiki/Neo-evangelicalism

Kaynakça ;

Aydın, Mahmut, (2002). Tarihsel İsa, İmanın Mesih’inden Tarihin İsa’sına, Ankara: 
Ankara Okulu Yay. 
Aydın, Mahmut, (2001). Monologdan Diyaloğa, Çağdaş Hıristiyan Düşüncesinde 
Hıristiyan-Müslüman Diyaloğu, Ankara: Ankara Okulu Yay. 
Barrett, David B, (1991). Annual Statistical Table on Global Mission. International 
Bulletin of Missionary Research, 15/1, ss. 24-25. 
Bıyık, Mustafa, (2007). Amerikan Protestan Fundamentalizmi’nin Köken ve Öğreti 
Açısından Bir Analizi. Dini Araştırmalar, 5-8/10, ss. 83-104.. 
Bosch, David J. (1993). Transforming Mission, Paradigm Shifts in Theology of 
Mission, New York: Orbis Books. 
Davis, John Jafferson, (1985). Foundations of Evangelical Theology, Grand Rapids: 
Baker Book House. 
Davutoğlu, Ahmet, (2000). Bunalımdan Dönüşüme Batı Medeniyeti ve Hıristiyanlık. 
Divan, 5/9, ss. 1-74. 
Erickson, Millard J. (1993). The Blackwell Encyclopedia of Modern Christian 
Thought. İçinde Alister E. Mc Grath (Ed), Evangelicalism. (ss. 184-192). Malden: 
Blacwell Reference. 
George, Timothy, (1989). Evangelism in the Twenty-First Century: The Critical 
Issues. İçinde Thom S. Rainer, (Ed.), The Challenge of Evangelism in the History 
of the Church. (ss. 9-20). Wheaton: Harold Shaw Publishers. 
Guth, James L., (1983). The New Christian Right, Mobilization and Legitimation, 
Robert C. Liebman, Robert Wuthnow, (Ed.), The New Christian Right. (ss. 
31-39). New York: Adline Publishing Company. 
Gönültaş, Nuh, (2003), Bush ve Evanjelizmin Mesih Planı, İstanbul: Q-Matris Yay. 
Hallsell, Grace, (2003). Tanrıyı Kıyamete Zorlamak, (M. Acar/H. Özmen Çev.) 
Ankara: Kim Yay. 
Hambrick-Stowe, Charles, (1996). E. Charles G. Finney and Spirit of American 
Evangelicalism. Grand Rapids: William B. Eerdmans Publishing Company. 
M. Marsden, George. (1987). The Encyclopedia of Religion V. İçinde Mircae 
Eliade (Ed.) Evangelical and Fundamental Christianity. NewYork: Macmillan 
Publishing Company. 
M. Marsden, George. (1991). Understanding Fundamentalism and Evangelicalism. 
Grand Rapids: William B. Eerdmans Publishing Company. 
Miles, Delos, (1989). Evangelism in the Twenty-First Century: The Critical 
Issues. İçinde Thom S. Rainer, (Ed.), Church Social Work and Evangelism as 
Partners. (s. 51-60). Wheaton: Harold Shaw Publishers. 
Özkan, Ali Rafet, (2002). Amerikan Fundamentalizmin Dünü Bugünü, Atatürk 
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 18, ss. 39-53. 
Özkan, Ali Rafet, (2005), Amerikan Evanjelikleri, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık. 
Paterson, Ross, (1994). Explaining Mission, Tonbridge: Sovereign World.
Rosas III, L. Joseph, (1989). Evangelism in the Twenty-First Century: The Critical 
Issues. İçinde Thom S. Rainer, (Ed.), Evangelism and Apologetics, (s. 113- 
120). Wheaton: Harold Shaw Publishers. 
Stott, John, (1995). The Contemporary Christian, Applying God’s Word to 
Today’s World, Wheaton: Intervarsity Press. 
Turan, Süleyman & Aydın, Mahmut, (2012). “10/40 Penceresi”: Misyonerlik 
Faaliyetlerinin Çağdaş Hedef Bölgesi”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 
12/3, ss. 47 -71. 
Van Engen, Charles E. (1995). Christianity and the Religions: A Biblical Theology of World Religions. İçinde Edward Romen, & Harold Netland (Ed.), The 
Uniqueness of Christ in Mission Theology. (s. 184-217). Pasadena: William Carey Library. Van Rheenen, Gailyn, (1996). Missions: Biblical Foundations and Contemporary Strategies, Grand Rapids: Zondervan Publishing House. 
Vural, İsmail, (2003). Evanjelizm, Beyaz Sarayın Gizli Dini, İstanbul: Karakutu Yay. Amerikan Tarihinin Ana Hatları. http://www.usemb-ankara.org.tr/ABDAna- 
Hatlar/Tarih.htm#b4 web adresinden 09.11.2013 tarihinde alınmıştır. 
Amerikan Tarihinin Ana Hatları, http://www.usemb-ankara.org.tr/ABDAna- 
Hatlar/Tarih.htm#b9 web adresinden 09.11.2013 tarihinde alınmıştır. 
Creative Access countries, http://home.snu.edu/~hculbert/access.htm web adresinden 30.10.2013 tarihinde alınmıştır. 
First Great Awakening. http://en.wikipedia.org/wiki/First_Great_Awakening 
web adresinden 15.10.2013 tarihinde alınmıştır. 
Neo-evangelicalism. http://en.wikipedia.org/wiki/Neo-evangelicalism web adresinden 30.10.2013 tarihinde alınmıştır. 
Second Great Awakening. http://en.wikipedia.org/wiki/Second_Great_Awakening 
web adresinden 15.10.2013 tarihinde alınmıştır. 
Kitabı Mukaddes, (1997). İstanbul: Kitabı Mukaddes Şirketi. 
İncil-Müjde, (1994). İstanbul: Yeni Yaşam Yay. 


***

Reformasyon’dan Günümüze Evanjelik Hıristiyanlık BÖLÜM 1

Reformasyon’dan Günümüze Evanjelik Hıristiyanlık BÖLÜM 1



Reformasyon’dan Günümüze Evanjelik Hıristiyanlık.1 
Şener Faruk BEDİR*2
Güz 2013 . Cilt 3 . Sayı 6 


Özet: 

Evanjelik Hıristiyanlık, farklı isimler altında oluşmuş olan Protestan doktrine bağlı kiliseler topluluğunun adıdır. Reform hareketinden sonra Avrupa’da ve özellikle Amerika’da kendilerini Evanjelik sayan birçok Protestan kilise kurulmuştur. 
Amerika’da dinsel yaşamın ön sıralarını işgal eden ana Evanjelik kilise ve cemaatler, diğer sosyal gerçeklerle birlikte Avrupa’dan giden gezgin misyoner vaizlerin katkılarıyla kurulmuştur. Bugün Amerika’da eyaletlerin bir çok şehri aynı şekilde misyon çalışmaları sonucu Evanjelik inancı benimsemiş olan toplulukların daha rahat yaşamalarını sağlamak üzere kurulmuştur. Evanjelik kiliselerin birçoğu İngiltere ve özellikle Amerika kökenli cemaatler olarak  karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan Evanjelizmin reformasyondan günümüze özellikle Amerika’daki yapılanması önem arz etmektedir. 


Giriş 

İsa’dan sonra onun öğretilerine dayandırılarak şekillendirilen ve tarihinde birçok defa yenilenme geçiren Hıristiyanlık, bilindiği gibi günümüzde üç büyük mezhepten oluşmuştur. Bu mezhepler Hıristiyanlık tarihindeki önemli kırılma noktalarından sonra yaşanan ayrılıkların sonucu doğmuştur. 1054 yılında yaşanan ilk büyük ayrılıktan sonra Katolik ve Ortodoks Kiliseleri iki ayrı mezhep olarak ortaya çıkmıştı. İkinci büyük ayrılık ise 31 Ekim 1517’de Katolik Kilisesi’nin birçok uygulamasını protesto eden Martin Luther’in, teolojisinin temelleri niteliğindeki 95 maddelik tezini Wittenberg Kilisesi’nin kapısına asmasıyla başlatılan ve üçüncü bir mezhep olarak Protestanlığın doğuşunu hazırlayan süreçle yaşanmıştır. Luther’in öncülük ettiği dinsel reform hareketinin adı olan Protestanlık, 16. yüzyıl ve sonrasında Almanya, Fransa, İngiltere, İsviçre, Macaristan ve Çekoslovakya gibi Avrupa’nın hemen her ülkesini içine alarak kısa zamanda pek çok farklı fraksiyonun yaygınlaşmasını beraberinde getirmiştir. Evanjelizm ve Evanjelik kiliseler de köken olarak 16. yüzyılın Protestan Reformuna dayanmaktadır. Kendilerini ‘Evanjelik’ olarak nitelendiren kiliselerin sayısı tek tek ele alındığında büyük bir yekûn tutmaktadır. Çünkü bugün Evanjelizm denilince akla son derece geniş bir topluluk ve yapılanması itibariyle oldukça girift bir oluşum gelmektedir. 

Fakat biz bu yazıda daha çok ABD’de etkin Evanjelik mezhep ve yapılanmaların tarihsel kökeninden bugüne uzanan gelişimlerini ele aldık. Yazıda tek bir 
Evanjelik oluşum ve cemaatten daha ziyade “Evanjelik” üst kimliği göz önünde bulunduruldu. Bu çerçevede Evanjelik kiliselerin örgütsel yapılanmaları, litürjileri ve ayrıntılı kilise teolojileri değil, tarihsel gelişmeleri ve genel karakteristikleri ön planda tutuldu. 
Ayrıca, Amerikan toplumunun sosyo-kültürel ve siyasi yaşamına etkileri ve dünyada gerçekleştirmeye çalıştıkları “misyon” faaliyetleri değineceğimiz 
konular arasında olacaktır. 

Sözlükte İncil mesajlarını gayretli bir şekilde yaymak, öğretmek anlamına gelen Evanjelizm, köken itibariyle iyi haber, müjde, asıl gerçek anlamlarına gelen Yunanca euangelion3 kelimesinden türemiştir (Hambrick-Stowe, 1996: xii). İsa’nın gerçek öğretisi anlamına da gelen Evanjelizm, 1520’lerde Reformist yazarlar arasında yaşanan polemiklerde évangelique ve evangelisch şeklinde kullanılıyordu. Protestan reformunun yaşandığı 16. yüzyılın reformistleri ve reform taraftarları için muhalifleri tarafından bir sıfat olarak yakıştırılan Evanjelik kelimesi, bugün hala Almanya’da Luteryenler ve genel olarak tüm Protestanlar için kullanılmaya devam edilmektedir (Erickson, 1993: 183). 

Reformasyon’dan Günümüze Evanjelik Hıristiyanlık Evanjelik kelimesi bazı yeni-ortodoks (neo-ortodoks) teologlarca Kutsal Kitap inananı (gospel believer) anlamında kullanılmaktadır. Fakat daha yaygın anlamıyla Evanjelik terimi İngilizce konuşan ülkelerde 18. yüzyıldan 19. yüzyılın başlarına kadar başta Britanya ve Amerika olmak üzere birçok bölgede şekillenen farklı hareketlerin genel ismi olarak kullanılmaktadır (Marsden, 1987: 190). Evanjelizm pek çok Protestan grupla birlikte İncil’e dayalı bütün kiliseleri ihtiva eder (Özkan, 2005: 13). 

Bu çerçevede Evanjelik terimi muhaliflerinin onlara yakıştırdığı bir sıfat olmaktan ziyade, bu türden hareketlerin kendilerini tanımlarken kullandıkları ortak bir terim olmuştur. 

Evanjelizm kelimesi aynı zamanda Yunanca Yeni Ahit’te sıklıkla euangelizein, euangelizesthai ve euangelion şeklinde geçer. Euangelion kelimesi İngilizceye ‘İncil’ anlamında; euangelizein, euangelizesthai kelimeleri ise ‘İncil’i vazetmek’ anlamlarında tercüme edilir. 1920’lerden 1960’lara kadar yaygın şekilde kullanılan terim, 1970’lerden beri ekümenik ve Evanjelik Protestan çevrelerle Katolik çevrelerde yaygın olarak kullanılır. Bu bağlamda Evanjelizm kavram olarak, İncil öğretilerini yayma faaliyetleri veya bu faaliyetler üzerine teolojik düşünceler anlamlarına gelirken; Evanjelizasyon ise, İncil’i yayma süreci veya İncil’i yayma alanını daha da genişletme anlamlarına gelmektedir. 

Dünyanın Evanjelizasyonu henüz tamamlanmadığı için de bu çabalar bir süreç olarak değerlendirilir (Bosch, 1993: 409). David B. Barrett 1987 yılında yazdığı Evangelize! Historical Survey of the Concept adlı yazısında, Evanjelize kelimesinin Hıristiyan dünyasında hala anlaşılamadığını söylemektedir. O’nun bulgularına göre kavramın Hıristiyan dünyasında 300’den fazla tanımı yapılmış, 700 farklı eş anlamlısı ve yakın anlamlısı kullanılmıştır. Buna rağmen, kavramı farklı farklı tanımlayan her kişi veya grup, karşı tarafın tanımını eksik veya yanlış bularak birbirini suçlamıştır (Miles, 1989: 53). 

Evanjelizmin Teolojik Temelleri 

Evanjelikler genellikle inanç ve ibadet konularında Protestan temel inancı olan Tanrı vahyinin en temel dayanağı olarak gördükleri Kutsal Kitap’ın güvenilir bir kaynak ve en büyük dinsel otorite olduğuna inanırlar ve yalnızca imanla, yalnızca Kutsal Kitap yoluyla (solafide, sola scriptura) kurtuluşa ulaşılabileceğini kabul ederler. Ayrıca İsa Mesih’in mucizelerinin tarihsel gerçekliğini -bakire doğum, çarmıha gerilmesi, yeniden dirilmesi ve yeryüzüne ikinci kez geleceği- kabul ederler. İsa’nın tüm insanlığın günahlarının affedilmesi ve kurtuluşu için çarmıh üzerinde kendisini feda etmesi, yani kefaret doktrini diğer Hıristiyan mezhepleri gibi temel teolojik görüşleridir. Ancak üzerinde önemle durdukları bir başka yönleri ise, İncil mesajlarını yaymak (Evangelism) ve yaymayı teşvik etmektir. Bu nedenle Evanjelizm, hem bireysel hem de örgütlü misyonerlik çalışmalarıyla diğer inanç sahibi kişileri öyle ya da böyle ikna ederek kazanmaya çalışmak veya en azından İncil mesajlarını duymalarını sağlamak amacındadır. Bu bağlamda Evanjelist anlayışın diğer dinlere yönelik tutumunu, inanç olarak dışlayıcı (faith particularist), kültürel olarak çoğulcu (culturally pluralist) 
ve eklesiolojik olarak kapsayıcı (ecclesiologically inclusivist) bir bakış açısı şekillendirmiştir (Van Engen, 1995: 196). 

Evanjelizm ve Misyonerlik 

Bu bilgiler ışığında Evanjeliklere göre İncil öğretilerini yayma faaliyetleri oldukça önem arz etmektedir. Kendilerini kurtarılmış (saved) veya yeni doğuş (new birth) gibi ifadelerle de tanımlayan Evanjelikler, İncil’de yer alan “İsa ona şu karşılığı verdi: ‘Sana doğrusunu söyleyeyim, bir kimse yeniden doğmadıkça Tanrı’nın Egemenliğini göremez’.” (Yuhanna, 3:3) şeklindeki ifadeye yaptıkları vurgu nedeniyle de yeniden doğuşçu Hıristiyanlar (born-again Christians) olarak tanımlanırlar. Dolayısıyla kişisel dönüşüm/ihtida (conversion) üzerine yapılan vurgu onlar için önemli dinamiklerden birisi olmaktadır. Evanjeliklere göre misyon/misyonerlik anlayışı ilk defa Hıristiyanlaştırılanlar/din değiştirme 
tecrübesi yaşayanlar için söz konusuyken; Evanjelizm ise inancından uzaklaşmış Hıristiyan bir bireyin yeniden ihtida etmesi ya da yeniden Hıristiyanlaştırılması faaliyetlerini de kapsamaktadır. Buna göre misyonerliği Evanjelizmden daha kapsamlı bir kavram olarak görmek mümkündür. Evanjeliklere göre tarihsel olarak misyon hareketi Evanjelizm yapmıştır fakat bugün artık yabancı ülkelerde yapılacak faaliyetlerde misyon yerine Evanjelizm kavramını kullanmak daha uygun görülmektedir. Çünkü günümüzde hala sömürgeci bir ruhu hatırla

Reformasyon’dan Günümüze Evanjelik Hıristiyanlıktan misyonerlik kavramı, insanların zihinlerinde olumsuz çağrışımlar uyandırması sebebiyle gözden düşmüş, hatta ona karşı düşmanca tavırlar artış göstermeye başlamıştır. Bu bakımdan Evanjelizm, diğer inanç mensubu kişileri dininden döndürmek uğruna çaba sarf eden misyonerlik gayretlerini hoşgörü ruhuyla bağdaşmadığı, bireysel özgürlükleri ihlal ettiği ve bir tür kibirlilik şekli olduğunu öne sürerek eleştirir (Stott, 1995: 321). Bununla birlikte her iki kavramın eş anlamlı olduğunu söyleyenler de vardır. Bu görüşü, Batı’da da olsa Üçüncü Dünya ülkelerinde de olsa hem misyonerlik hem de Evanjelizm faaliyetleri Kilise’nin tek görevini ifa etmiştir ve etmeye devam etmektedir düşüncesi güçlendirmektedir. 

Misyon kavramıyla birlikte Evanjelizasyon ve tanıklık (witness) kelimeleri bugün Katolik çevrelerde eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. 

Papa VI. Paul 1975 tarihli Evangelii Nuntandi isimli bildirgesiyle, Evanjelizmin odak noktasının İsa Mesih’in iyi haberlerinin tüm insanlara ulaştırılması olduğunu ilan etmiştir (Aydın, 2001: 138- 141). Bu bağlamda Evanjelizm ve Evanjelizasyon tabiri son yıllarda ekümenik Protestanlar ve muhafazakar Evanjeliklerle birlikte, Katolikler arasında da misyon teriminin yerine kullanılmaya başlanmıştır. Bosch, Evanjelizmin özelliklerini çeşitli tariflerden yola çıkarak şu şekilde tanımlama yoluna gitmiştir: Evanjelizm bir misyon yöntemidir, fakat misyon sadece Evanjelizm kavramıyla ifade edilemez. Bu yüzden misyon Evanjelizmden daha geniş bir kavramdır. Evanjelizm ancak kilisenin toplam faaliyetlerinin bir boyutu olabilir… Evanjelizm yalnızca bir davet olduğu için muhatabına yaptığı çağrının hemen kabul görmesini beklemez. İnancını kendi hayatında eksiksiz uygulaması beklenen Evanjelize faaliyetler yapan kişi, insanları yargılayan bir kişi değil bir tanıktır… Evanjelizmin öncelikli hedefi kişiyi dini inancını değiştirmeye zorlamak değildir… Evanjelizm, faaliyetlerini insanların veya toplumların kendi kültürel bağlamları içinde yürütür. 

Dolayısıyla 
Evanjelizm geçmişin geleneksel misyon anlayışının yaptığı gibi, İsa’nın mesajlarını yalnızca sözlü olarak insanlara sunma veya sömürgeci güçlere hizmet etme gayretinde olmaz. İsa’nın öğretilerini eyleme dökerek örnek olmak suretiyle insanları kurtarmayı hedef edinir. Çünkü Evanjelizm, insanlara kurtuluşu, ebedi mutluluk garantisiyle bir armağan olarak sunar (Bosch, 1993: 411-420).

Evrensel manada Evanjelistik faaliyetler konusunda ilk defa, 1722 yılında Herrnhut’ta, Kont Ludwing von Zinzendorf’un bir araya getirdiği Pietist öğretilerden etkilenen Moravyalılar etkili oldular. Daha sonra John Benjamin Wesley arkadaşı George Whitefield’in tavsiyesi ile vaizliğe başlayarak misyon alanını kısa zamanda tüm dünya olarak belirledi. Metodistler de Wesley, Whitefield, Howel Harris ve diğer Evanjelistlerin faaliyetlerine destek oldular. Evanjelik uyanış ateşini tutuşturan kişi ise ilk okyanus-aşırı Evanjelist vaiz Whitefield oldu. Jonathan Edwards yoluyla daha bir canlanan uyanış hareketleri, tüm Amerikan kolonilerindeki büyük mezhepler arasındaki uyanışlara da 
ilham verdi. 1791 yılında ölen John Wesley’in hemen ardından güçlü vaazlarıyla, Baptist Missionary Society’yi kuran İngiliz ayakkabı tamircisi William Carey ortaya çıktı. O’nun öncülük ettiği Hindistan’daki misyonerlik faaliyetleri, gelecek yüz yıllar boyunca dünyanın hemen her köşesine gönderilen binlerce misyonere örnek oldu. Bu gayretler neticesinde dünyanın Evanjelizasyonunun yakın gelecekte tamamlanabileceği kehanetleri ortaya atılmaya başlandı. 1900 yılında kurulan The Christian Century adlı dini derginin ismi, kurucuları tarafından özellikle verildi. Bu bağlamda 20. yüzyılın başlarında Evanjelizm düşüncesi, büyük misyoner John R. Mott tarafından güncelleştirilerek “bu nesilde 
dünyanın Evanjelizasyonu” sloganıyla popüler hale getirildi. Daha sonraları D. L. Moody, Billy Sunday, Billy Graham gibi şahsiyetler önemli Evanjelistler oldular (George, 1989: 16-17). Bunun yanında, Evanjelik inancı savunmaya yönelik dikkate değer bazı apolojik çalışmalar da yapılmıştır. Paul R. Baxter ve Drummord’un How to Respond to a Skeptic adlı kitabı bu alanın ünlü çalışmalarıdır. Yine Güney Baptist Teoloji Fakültesinden Drummord’un meslektaşı olan Richard B. Cunningham da, Evanjelik Hıristiyanlar için önemli bir apoloji yayınladı. Ayrıca C. S. Lewis, Josh McDowel, Francis Schaeffer ve bazı popüler yazarlar da bu alanda bir takım çalışmalar ortaya koymuşlardır (Rosas 1989: 119). Premilenyalist (milenyum öncesi) düşünce bağlamında Evanjelikler, “2000 yılından önce dünyanın Evanjelizasyonu” konusunda birçok yazı kaleme almış, modern teknoloji ve özellikle bilgisayarları bu çaba için etkili araçlar olarak değerlendirmişlerdir. 

Bu bağlamda kurulan örgütlenmelerden biri, dünyaya etkili bir şekilde Evanjelik öğretileri ulaştırmayı amaçlayarak her bin kişiye bir kilise hedefiyle kurulan Discipling A Whole Nation (DAWN) örgütlenmesidir. Ayrıca benzer hedeflerle çeşitli konferanslar da düzenlenmiştir. 1980 yılında Edinburg’ta toplanan World Consultation on Frontier Missions konferansı, “2000 yılına kadar Her İnsan için Bir Kilise” hedefiyle toplanmıştır. Benzer bir konferans 1987 yılında Sao Paulo’da; 1989 yılında ise Global Consultation on World Evangelization by AD 2000 and Beyond (M. S. 2000 ve sonrası Dünya Evanjelizasyonu Üzerine Global Konferans) adıyla Singapur’da toplandı. Yine II. Lozan programı çerçevesinde, dünya Evanjelizasyonu için Lozan Komitesi konferansı 1989 yılında Manila’da toplanmıştı (Bosch, 1993: 419). Luis Bush, bu konferansta yaptığı konuşmasında, “Yeni bir ezgi söylüyorlardı: ‘Tomarı almaya ve mühürleri açmaya layıksın! Çünkü boğazlandın ve her oymaktan, her dilden, her halktan, her ulustan insanları kendi kanınla Tanrı’ya satın aldın.’” (Esinleme, 5:9) ifadeleri doğrultusunda, Batı Afrika’dan Asya’ya uzanan, Ekvator’un 10-40 derece Kuzey paralelleri arasındaki Müslüman, Hindu ve Budist bloku kapsayan kuşakta yaşayanlara İncil’in ulaşmadığını ve hala buralarda ulaşılamayan insanlar bulunduğunu iddia etmiştir. Bush, 10/40 Penceresi olarak adlandırılan bu blokun halklarının, İsa’nın İyi Haberlerini kendi dillerinde henüz işitmediklerini ve yerel bir kiliseye sahip olmadıklarını, dolayısıyla öncelikli olarak onlara hizmet etmenin gerekliliğini öne sürdü (Paterson, 1994: 55 Ayrıca bkz. Turan& Aydın, 2012: 47 -71). 

Bazı misyon temsilcilikleri de ulaşılmamış saydıkları insan gruplarını bir toplumda “yüzde bir veya daha az sayıda yeniden doğuşçu Hıristiyan’ın olduğu insan grupları” olarak tanımlamışlardır. David Willard ve David Barrett, ulaşılmamış ve İncil mesajları ulaşmamış insanların yaşadığı bölgeler konusunda dünyayı üç kısma ayırmışlardır. 
İsa’nın kurtarıcı gücünü ve İncil öğretilerini hiç duymamış ve ulaşılmamış insanların yaşadığı bölgeler A Dünyası; İncil’in mesajlarını duymuş fakat reddetmiş ya da Evanjelik inancı duymuş fakat Hıristiyan olmamış insanların yaşadığı bölgeler B Dünyası ve İncil’i kabul etmiş ve Hıristiyan olmuş insanların yaşadığı bölgeler ise C Dünyası olarak adlandırılmıştır (Barrett, 1996: 207-208). Misyoner miraslarını günümüzde de topyekûn bir şekilde devam ettiren Amerika kökenli büyük Evanjelik yapılanmalardan bazıları ise şunlardır: Baptistler, Presbiteryenler, Metodistler, Pentekostallar, Karizmatikler, Bağımsızlar, Luteryenler, 

Anabaptistler, Restorasyonistler, Kongregasyonalistler, Kutsallık Hıristiyanları ve Episkopalyanlar şeklinde sıralanmaktadır (Davutoğlu, 2000: 56). 

Evanjelizmin Tarihsel Arka Planı 

Evanjelizm başlangıçta Martin Luther ve protestanlık yanlılarını tanımlamak için kullanılmıştı. Fakat günümüzde özellikle 17. yüzyılda Protestan Reform Teolojisi ve yorumlarını benimseyen İngiliz Püritenlerinin, bu inanç yapısını Kuzey Amerika’nın doğu sahil kesiminde yaygınlaştırması sonucu 18. yüzyılın başları ve ortaları boyunca Amerika’da 13 kolonide ve İngiliz adalarında yaşanan ve Büyük Uyanış (Great Awakening) olarak adlandırılan dinsel uyanış hareketlerine dayandırılmaktadır (Hambrick-Stowe, 1996: xiii). 18. ve 19. yüzyıllardaki Evanjelist yenilenmeci hareketler, Avrupa’daki Pietizm, Büyük Britanya’daki Metodizm ve Amerika’daki İlk Büyük Uyanış gibi birbirine bağlı üç hareketten kaynaklanarak ortaya çıktı. İngilizce konuşan ülkeler özellikle Amerika ve Britanya, Evanjelizmin günümüzdeki şekillenmesinin başlangıcı oldu (George, 1989: 16-17). Kutsal Kitap’ı ve İsa Mesih’in kurtarıcı kişiliğini ön planda tutan Evanjelik uyanış, Metodist, Baptist, Presbiteryen, Kongregasyonalist, İsa Mesih Havarileri ve diğer bütün Amerikan mezheplerini etkileyerek 19. yüzyılda Amerikan kültürünün şekillenmesine önemli katkılarda bulundu. Bu bağlamda Evanjelizm tabiri günümüzde ana kiliseler dışında her biri bağımsız, çeşitli alt kiliselerden oluşan ve kendisini Evanjelik addeden pek çok cemaatin ortak 
adı olarak kullanılmaktadır. Bu çeşitliliğin en göze çarpan grupları ise, Kutsallık kiliseleri, Pentakostallar, gelenekselci Metodistler, Baptistlerin tüm çeşitleri, Presbiteryenler, bütün bu geleneklerde siyahların kurdukları kiliseler, Fundamentalistler, Pietist gruplar, Reforme Kiliseler ve Lutheryenler, Anabaptist Mennonitler, Mesih Kiliseleri ve bazı Episkopallardan meydana gelmektedir (Marsden, 1991: 2-3). Amerika’nın kuruluşunda büyük katkıları olan ve Kutsal Kitap’ı referans alan İngiliz Protestan mezhep Püritenlerin devamı sayılan Evanjelizmin bugün en büyük yapılanması yine Amerika’da temsil edilmektedir. Dolayısıyla bu bilgiler bizleri Evanjelizmin Amerika’daki gelişmesinin başlangıcına götürecektir.

Evanjelizmin Amerika’daki Serüveni 

Günümüzde gerçek bir Anglo-Amerikan fenomeni olan Evanjelizmin kökenleri, yukarıda ifade ettiğimiz gibi Protestanlığa dayanmaktadır. Almanya’da Martin Luther, Fransa’da John Calvin, Zürih’te Ulrich Zwingli, İskoçya’da John Knox ve İngiltere’de Thomas Cranmer gibi 16. yüzyıl reformcuları, kilisenin otoritesi yerine Kutsal Kitap’ın üstünlüğü ve İncil’in gerçek mesajını ortaya çıkarma gibi teolojik konularda bir takım yenilikçi düşünceler geliştirmişlerdi. Bu reformcular erken dönem Hıristiyanlıktaki Pavluscu ve Augustineci geleneğin yeniden keşfini temsil eden tanrısal lutfun hâkimiyeti üzerine vurgu yaparak, ilk kilisenin inanç geleneğinin eski değerini arttırma yönünde etkili oldular. Yalnızca Tanrı’nın merhametiyle, yalnızca imanla, yalnızca Kutsal Kitap yoluyla (Sola gratia, sola fide, sola scriptura) şeklinde özetlenen Protestan Reformunun temel öğretileri, benzer şekilde Amerikan Evanjelizminin teolojik kimliğinin temelini teşkil etmektedir. Reformasyonun kişisel imanı ön plana çıkaran öğretisinin Amerika kıtasında yankı bulmasından sonra bu anlamda ilk uyanışı 1720 yılında Dutch Reformed Church of New Jersey bünyesinde Theodore Frelinghuysen başlattı. Gilbert Tennent gibi reformcu düşünce yanlılarının vaazları da Presbiteryen ve Kongregasyonal kiliselerde bu yönde uyanışlar başlatmıştı (Davis, 1985: 23-24). Bu dinsel uyanış hareketleri, “büyük uyanış” diye bilinen ve Amerikan toplum yapısını dönüştüren hareketlerin başlangıcıydı. Amerika’nın bir ulus olarak yükselişi ile Evanjelizmin yükselişi de aynı paralelde oldu. Çünkü Protestanlığın bireysel imanı ön plana çıkaran inanç anlayışı ile düşünce özgürlüğünü vurgulayan Amerikan değerleri birbirleriyle sorunsuz olarak uyuşmaktaydı (Marsden, 1991: 191). 

Amerika’da “İlk Büyük Uyanış” 

İlk büyük uyanış olarak isimlendirilen dinsel uyanış hareketleri 1730 ve 1740’larda Amerikan kolonilerinde Protestan mezhepler arasında yaşanmaya başladı. Amerikan Evanjelizminin karakterini şekillendirmeye başlayan uyanış hareketlerinin önde gelen isimlerinden biri, Massachusetts’te katı Kalvinist kökene dönmeyi arzulayan Amerikalı filozof ve teolog Jonathan Edwards (1703-1758)’idi. Massachusetts’in Northampton kentindeki Congregational Church’de görev yapmış olan Jonathan Edwards’ın başlattığı yenilenmeci ruh, Orta Kolonilerde4 Presbiteryan İskoç ve İrlandalılar arasında başlamıştı. 

Bu yenilenmeci hareket onun Günahkârlar Öfkeli Tanrı’nın Ellerinde (Sinners in the Hands of an Angry God 1741) isimli vaazını en ünlü vaazı olarak tescillemişti. Edwards 1754 yılında yayınladığı İradenin Özgürlüğü (Freedom of Will) isimli önemli çalışmasıyla Kalvinizm ile Aydınlanma düşüncesini uzlaştırmaya çalışmıştı. O, aynı zamanda Amerikan püritenizmini rasyonel açıdan güçlendiren kişilerden biri olmuştur. 

Yine bu sıralarda İngiltere’de John Wesley (1703-1791) ve kardeşi Charles’ın çalışmaları Metodizmin kurulmasıyla sonuçlanmıştı. Wesley’in öğretisini Amerika’ya taşıyarak devam ettiren ve burada Evanjelik yapılanmalara katkıda bulunan kişi ise Francis Asbury idi (Davis, 1985: 24-25). Asbury dışında uyanış ateşini başlatan önemli kişiliklerden biri de gezgin İngiliz Evanjelik vaizi ve Wesley’in takipçisi George Whitefield (1714-1770)’dir. Whitefield, 1739’da İngiltere’den geldikten sonra Philadelphia’da başlattığı dinsel uyanış hareketini, New England’a geçerek burada devam ettirdi. Protestanlığın bu büyük uyanışında ve Metodizmin Amerika’da yerleşmesinde merkezi bir figür olan Whitefield, kolonileri baştan sona dolaşarak sayıları 20 bin kişiyi bulan dinleyicilerine irticalen yaptığı coşkulu ve heyecan verici vaazlarıyla kitleleri etkilemeyi başarıyordu.5 Kendilerini New Lights olarak isimlendiren bu öncü gezgin vaizler, mesajlarını bütün kolonilere yaymak için çabalar harcadılar. 
Neticede bu çabalar Amerika’da en geniş iki Protestan mezhep olan Baptistler ve Metodistler’in gelişerek yükselmesinde etkili oldu. Amerika’da “İkinci Büyük Uyanış” Amerika’daki ikinci büyük uyanış, 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başlarında dinsel söylemlerden yola çıkarak New York, Cumberland ve New England6’da özellikle sosyal faaliyetlerle ön plana çıkan hareketlerin ortak adıdır. Dinsel uyanışlar, dönemin din karşıtı ortamına ve sekülerizmine tepkiler yüzünden bu bölgelerde yoğunlaştı. 

New England’daki canlanma hareketi ilk olarak, Kongregasyonalist Kiliseler’de başladı ve daha sonra Presbiteryen, Metodist ve Baptist kiliseleri de içine alarak tüm Amerika geneline yayıldı. Timoty Dwight, gezgin Evanjelik vaiz James McGready ve 19. yüzyılın en ünlü Evanjelist vaizi Charles Grandison Finney’in vaazları, uyanışı şekillendiren diğer etkenlerin başında geliyordu. New York’ta Adams kentinde avukatlık yapan Charles G. Finney, Batı New York’taki yeniden canlanma hareketlerinin baş aktörüydü (Davis, 1985: 24-24). Charles Finney, 1820’den 1830’ların başlarına kadar vaaz verme çalışmalarını geçmişte de yoğun dinsel uyanışların yaşandığı Ontario Gölü ile Adirondack Dağları arasında kalan bölgelerde devam ettirdi. Onun gayretleri daha sonra bu bölgeden, Amerika’da iki önemli mezhep olan Mormonlar ve Yedinci Gün Adventistleri’nin ortaya çıkmasına katkıda bulundu.7 Hayırseverlik, sosyal etkinlikler, kadın ilahiyat okulu hareketi, hapishane reformu, kölelik karşıtlığı, engellilere yönelik çalışmalar gibi konulara yaptıkları vurgularla ön plana çıkan bu yenilenmeci ruh, Batı New York’ta da yeni mezheplerin ortaya çıkmasına neden oldu. İkinci büyük uyanış hareketleri Kentucky ve Tennessee’de ise Baptistleri ve Metodistleri güçlendirerek kamp toplantıları şeklinde yapılanan yeni dinsel ifade şekillerinin doğmasına yol açtı.8 Bu süreç Baptistlerin ve Metodistlerin sayısını koloni dönemindeki Anglikan, Presbiteryen ve bağımsız kilise mensuplarının sayısıyla aynı orana ulaştırdı.9 Amerikan tarihinde önemli bir toplumsal dönüşüme şahitlik eden İkinci Büyük Uyanış, aynı zamanda kolonilerin birleşmesinde etkili 
olan adımlardan birisi olarak sayılmaktadır. İkinci Büyük Uyanış ayrıca, yaygın örgütlü misyonerlik faaliyetlerinin artmasında önemli bir itici güç oldu. Öyle ki 19. yüzyılı misyonerliğin büyük yüzyılı olarak değerlendirenler oldu (Davis, 1985: 25). 

Avrupa’da ve Amerika’da Kutsal Kitap’a Yönelik Eleştirilerin Artması 

Thomas Hobbes Leviathan (1661), Spinoza Tanrıbilimsel Politik İnceleme (Tractatus Theologico-Politicus, 1670) ve Richard Simons Eski Ahit’in Eleştirel Tarihi (Critical History of the Old Testament, 1678) adlı eserlerinde yaptıkları rasyonel eleştirilerle, Kutsal Kitap metinlerinde hataların ve zıtlıkların mevcudiyetinden söz ederek mucizevî unsurları reddettiler. 17. yüzyılın Avrupa Aydınlanmasının geleneksel Kilise otoritesine büyük bir başkaldırı ve ilahi vahye karşı insan aklının bir meydan okuması anlamına gelen bu eleştiri dalgası Amerika’ya ulaşmada gecikmedi. Kutsal Kitap’a yönelik ilk eleştirilerin Amerika’ya taşınması Thomas Paine ve Thomas Jefferson tarafından gerçekleştirildi (Davis, 1985: 27). Bu arada David Friedrich Strauss’un İsa’nın Hayatı (Life of Jesus, 1835) adlı eseri, ilk kilisenin inancının mitsel bir ifadesi 
olarak Kutsal Kitap’ın tasvirini yapıyor, Tübingenli alim F.C.Baur ise, Romalılara mektup, Galatyalılara ve Korintlilere birinci ve ikinci mektup ile Yuhanna’nın işleri bölümlerini, II. yüzyılın ortaları ile ilişkilendiriyordu. Yazdığı İlk Üç Yüzyılın Kilise Tarihi (Church History of the First Three Centuries) adlı iki ciltlik eseriyle de Hıristiyanlığın gerçekte başka dinsel ve kültürel geleneklerin senteziyle ortaya çıktığını ima ediyordu (Aydın, 2002: 29-34). Avrupa’da gelişen bu yeni eleştiri dalgası, İç Savaştan (1861-1865) sonra Amerika’nın her bölgesini etkilemeye başladı. 

Avrupa’da Kutsal Kitap’a yönelik eleştirel yaklaşım 19. yüzyıl boyunca gelişmeye devam etti. Bu çerçevede 1865 ve 1917 yılları arasında Evanjelik Protestanlar, inançlarına karşı yoğun bir meydan okumayla karşı karşıya kaldılar. Darwinizm ve Alman ileri/derin kritisizminin (higher critisism) Kutsal Kitap’a yönelttiği eleştiriler, yeni tarihsel ve sosyolojik gelişmeler ve Freudcu psikoloji anlayışı, hemen her seviyede bir yenilenmeyi ön görüyordu (Marsden, 1991: 32). 19. yüzyılın sonlarında başlayan ileri/derin kritisizm dini, Tanrı tarafından vahy edilmiş mutlak bir hakikat değil de, Tanrı ve erdem/ahlak ile ilgili geliştirilmiş insani düşüncelerin günümüze yansımaları olarak görüyordu. 
Bu tarz bir eleştiri dini tecrübenin kayıtları olan Kutsal Kitap’a uygulandığında ise onu adeta yok ediyordu (Marsden, 1987: 192). Dolayısıyla yoğun sos
yal değişmeler ve özellikle bilimde ve yüksek öğretimde yaşanan hızlı sekülerleşme, Protestan yaşam biçimine tamamen zıt anlamlar içeriyordu. 
Bu bağlamda son üç yüzyıldan beri artarak devam eden modern Kutsal Kitap kritisizmi, teolojik anlamda Evanjelik mezhepleri tehdit ederek, dini inanç anlayışına karşı bir takım olumsuz sonuçlar meydana getirdi (Davis, 1985: 27). 

Evanjelik Fundamentalist Ayrılığı 

19. yüzyılda Baptistler, Kuzeyli Metodistler, Amerikan Presbiteryenleri, Mesih Havarileri ve Protestan Episkopalların yer aldığı beş mezhep arasında bazı çekişmeler baş göstermeye başladı ve bunun neticesinde Amerikan Evanjelizmi kendisini bir bölünmenin eşiğinde buldu. 

Bir taraftan daha liberal devrimci bir ruh taşıyan Charles Grandison Finney (1792-1875) gibi Evanjeliklerin yorumları, diğer taraftan radikal/ tutucu bir kesimin kendini göstermeye başlamasıyla Amerikan kiliselerinde günümüzde de devam eden modernist fundamentalist çekişmesi 1920’lerde zirve noktasına ulaştı. 20. yüzyılın başlarında bu iki ayrı yapılanmanın muhafazakâr olan kanadı, kendilerini ‘Fundamentalistler’* olarak isimlendirdiler (Davis, 1985: 18-19). 1909 ve 1915 yılları arasında Los Angeles’da Union Oil Company of California’dan ve aynı zamanda laik sınıftan Lyman ve Milton Stewart adlı iki zengin ve nüfuzlu Evanjelik, Kutsal Kitabın hatasızlığı, bakire doğum, İsa/Mesih’in yeniden dirilmesi ve kefareti, mucizelerin otantikliği gibi yazıların özetlendiği The Fundamentals: A Testimony to the Truth’un yayınlanması ve geniş kitlelere dağıtımını finanse ettiler. 1920’lerde Fundamentalistlerin modernistlere veya liberallere karşı savunduğu doktrinsel mücadelelerin bir 
yansıması niteliğindeki Fundamentals’da yayınladıkları yazılar, 1930 ve 1940’lar boyunca farklı muhafazakâr grupların birlikte hareket etmesini sağladı (Davis, 1985: 33). Fakat onlar için genel anlamda ‘Evanjelikler’ tabiri kullanılmaya devam edildi. Bu bağlamda fundamentalizm, Evanjelizmin bir alt türü sayılır ve Evanjelizmi tarif ederken kullanılan argümanlar, dinsel bir hareket olan fundamentalizmi de kapsar niteliktedir. 

Ancak fundamentalistleri Evanjeliklerden açık şekilde ayıran en önemli özellikleri, onların örgütlü ve direnişçi bir yapı arzetmeleridir. 

Fundamentalistler kültürel değerlerdeki sekülerleşen değişimlere ve gelişen modernist/liberal teolojiye karşı direnişçi bir yapı sergilemişler ve bu tür eğilimlere karşı mücadele etmeyi kendi inançlarının bir gereği saymışlardır (Marsden, 1991: 1). Fundamentalizm I. Dünya Savaşından sonra Amerikan toplumunu sarmış olan kültürel bunalım hislerinin meydana getirdiği bir tepki hareketi olarak da yorumlanmaktadır. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1 Bu yazı 2005 yılında kabul edilen “Evanjelik Hıristiyanlığın Misyon Anlayışı ve Misyonerlik Yöntemleri” adlı Yüksek Lisans Tezi’nin gözden geçirilmiş bir bölümüdür. 
2 *OMÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri A. D. Doktora Öğrencisi. sfbedir@gmail.com Şener Faruk BEDİR 
3 Latincesi: éuangelium. Benzer anlamda İngilizce’de kullanılan gospel (iyi haber, müjde, İncil) Anglo- Sakson godspell kelimesinden türemiştir. God, good (iyi)’un bir formu ve spell ise “story” (hikâye) anlamındadır. 
4 Orta Koloni: İsveç ve Hollandalılar’ın yerleşmiş olduğu Kuzey Amerika kolonileri; bugünkü New York, New Jersey, Pennsylvania ve Delaware. 
5 First Great Awakening, http://en.wikipedia.org/wiki/First_Great_Awakening 
6 New England: ABD’de Massachusetts, New Hampshire, Maine, Vermont, Connecticut ve Rhode Island’ı içine alan kuzeydoğu yerleşim bölgesi.
7 Amerikan Tarihinin Ana Hatları, http://www.usemb-ankara.org.tr/ABDAnaHatlar/Tarih.htm#b4 
8 Second Great Awakening, http://en.wikipedia.org/wiki/Second_Great_Awakening 
9 Amerikan Tarihinin Ana Hatları, http://www.usemb-ankara.org.tr/ABDAnaHatlar/Tarih.htm#b4
10 Amerikan Tarihinin Ana Hatları, http://www.usemb-ankara.org.tr/ABDAnaHatlar/Tarih.htm#b9

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

25 Eylül 2018 Salı

YUNAN AYAKLANMASI GÜNLERİNDE MORA'DAKİ TÜRKLER NASIL YOK EDİLDİLER? BÖLÜM 2

YUNAN AYAKLANMASI GÜNLERİNDE MORA'DAKİ TÜRKLER NASIL YOK EDİLDİLER?  BÖLÜM 2



Akrokorinth Kırımı 



  1822 yılı Ocak ayının sonuna doğru, Akrokorinth kentinde 1.500'den çok Müslüman, âsilere teslim oluyor, ama Kolokotronis ve öteki âsi önderlerin adamları tarafından korkunç bir şekilde öldürülüyorlardı. Bu kanlı olaylar, daha sonra bir Alman subay tarafından şöyle anlatılıyordu:30  
"Güzel Müslüman kadınların canları bağışlanıyor, ama köle olarak satılıyorlardı. Bu satışlardan sağlanan paralar, Mavrokordatos gibi âsi elebaşların ceplerine akıyordu. Mavrokordatos, kadınları, bir İngiliz gemisinin kaptanına satıyordu" .31

Türk kadınlar, yaşa ve güzelliğe göre, 30 ile 40 kuruş arasında satılıyordu.
Brengeri adlı bir İtalyan gönüllü, Korinth'e gitmeden önce, yolda, bir Türk'ün cesedine rastlıyor, biraz sonra da onun karısıyla yavrusunu canlı ama aç olarak buluyordu. Yardım olmak üzere kendisi ve arkadaşları kadına biraz para veriyorlar, ama oradan uzaklaşırlarken, bazı Greklerin, kadınla yavrusunu öldürerek parayı çaldıklarına tanık oluyorlardı .32  Brengeri, Korinth kırımı sırasında bazı Greklerin bir Türk ailesini öldürmeye çalıştıklarını görüyor; Türk'ün karısını öldürmeden önce peçesini yırtarak yüzünü görmeye çalışıyorlardı. Tam o sırada, kadını bağışlamalarını rica ediyor; âsiler de 50 kuruş karşılığında onu öldürmekten vazgeçiyorlardı .33

Akrokorinth'de, teslimden sonra sahile doğru yürümekte olan bir Türk çift, çocuklarını taşıyamayacak kadar aç ve cılız oldukları için yavruyu bir Grek'e uzatıyorlar, o da bir kama çekerek, anne-babanın gözleri önünde yavrunun kafasını kesiyor ve ona engel olmaya çalışan bir Alman subaya, Türklerin yetişip büyümelerine engel olmanın iyi olduğunu anlatmaya çalışıyordu .34 
1822 yılı yazına dek, Yunan ayaklanması, 50.000'den çok Türk, Rum, Arnavut, Musevi ve öteki kişilerin hayatına mal olmuştu. Binlerce kişi de kölelik veya yoksulluk seviyesine düşürülmüştü. Doğrudan doğruya yapılan karşılıklı çarpışmalarda, buna oranla pek az kişi ölmüştü. Bu sözde "Yunan bağımsızlık savaşı", bir savaş olmaktan çok, "fırsatların silsilesi" haline gelmişti. Öldürülen Türklerin ve âsi Greklerin çoğunluğu asker değildi, sivil kişilerdi. Kurbanlar, ayrı ayrı yerlerde, mensup oldukları cılız toplumların kefaretini ödüyorlardı .35 

Atina ve Akropolis Kırımları 

Bu sırada, uzun bir süreden beri Atina'nın Akropolis semtinde kuşatılmış bulunan ve susuzluk çeken birçok Müslümanlar, piskoposların, papazların ve âsi önderlerin, onların canlarına kıyılmayacağına dair vermiş oldukları söz üzerine, 21 Haziran 1822'de teslim oluyor; ama yabancı konsoloslarca ve büyük güçlükler içinde kurtarılmış olan birkaç kişi dışında hepsi de acımasızca öldürülüyorlardı. Aynı zamanda, Atina kentinin savunmasız 400 Müslüman sakini de sokaklarda parçalanıyordu. 

Grek âsiler Modon'a saldırırken, surlar dışında yakaladıkları bir Türk'ün kafasını kesiyor; kazık üzerine takarak Navarin'e götürüyor ve sokakta, top gibi tekmeliyorlardı .36 İngiliz gemicilerin anlattıklarına göre, âsiler, denizde yakaladıkları Türklere çok işkence yapıyorlardı. Hollandalı Anemat'a göre, âsiler, denizden baygın halde kurtarılan Türk denizcileri ayıltıyor, sonra da onları işkencelerle öldürerek cesetlerini parçalıyorlardı. Hollandalılar, Grekleri, "korkak ve barbar" olarak niteliyorlardı .37 

Dervenaki Kırımı 

1822 yılı yazında Türk ordusu Korinth'de belirince, Argos'ta kurulmuş olan sözde Grek yönetimi panik içinde sahile doğru çekilmeye ve gemilerle kaçmaya çalışıyor; Tüm Argos ovasında binlerce Grek göçmen de onları takip ediyor ve Mainotlu Grek haydutlar, kaçmadan önce, bizzat kendi ırktaşlarını soymaya çalışıyorlardı. 
Türk ordusunun erzak ve mühimmatı çok geçmeden tükeniyor; Korinth'e çekilmeye çalışıyor, ama dağ geçitleri Kolokotronis'in çapulcularının işgalinde olduğu için, Dervenaki olarak anılan geçitte yüzlerce Türk kırımdan geçiriliyordu. Âsiler cesetleri soymakla vakit geçirmeseler, tüm Osmanlı ordusu büsbütün perişan olabilirdi. Yıllardan sonra bölgeyi gezen turistler, Türklerin yığınak halinde kemikleriyle karşılaşıyorlardı .38 

Navplia Kırımı 

1822 yılı Aralık ayında sıra Navplia liman kentine geliyordu. Uzun süreden beri âsilerce kuşatılmış olan bu kentin sokaklarında açlıktan ölen çocukların cesetlerine sık sık rastlanıyor; iskeletleşmiş kadınlar, çirkefler arasında yiyecek bulmaya çalışıyorlardı. Navplia olayları sırasında kentte hazır bulunan Avrupalı gönüllülerden Kotsch adlı bir Alman subayın anlattığına göre, Türklerle ilişki kurduğu sanılan bir Rum papazın parmakları Grek âsilerce kırılıyor ve tırnakları yakılıyordu. Daha sonra Grekler tarafından üzerine kaynar su dökülüyor; boğazına kadar toprağa gömülüyor ve sineklerin saldırısına uğraması için yüzüne pekmez sürülüyordu. Papaz, altı gün can çekiştikten sonra ölüyordu. Kentten kaçmaya çalışan bir Musevi, büsbütün çırıl çıplak soyularak, organları kesiliyor; o durumda kentte dolaştırıldıktan sonra asılıyordu .39 

Navplia kenti 12 Aralık'ta âsilere teslim olunca, korkunç bir kırım başlıyor; âsiler, öldürülenlerin kafalarını bir piramid gibi diziyorlardı. Bu sırada, deniz yarbayı 
Hamilton'un kaptanlığını yaptığı Cambrian adlı İngiliz savaş gemisinin limana gelişi, kentin Müslüman ve Musevi sakinlerinden bazılarını ölümden kurtarıyordu .40  Kentte yapılan yağmada arslan payını Grek âsiler alıyordu. Avrupalı subaylara ödül olarak iki veya üç Türk kız veriliyor; onlar, kızları Atina'ya götürerek konsoloslara satıyor; konsoloslar da kadınları Anadolu'ya sevk ederek kurtarıyorlardı. Misolongi açıklarında karaya oturan bir Türk gemisinde, kendi ülkelerine dönmekte olan 150 Arnavut, Mavrokordatos'un vermiş olduğu söz üzerine teslim oluyor, ama âsi önderlerden biri tarafından paraları çalındıktan sonra hepsi de öldürülüyordu. 

Yunan Yandaşı Avrupalı Gönüllüler de Öldürülüyor. 

Grek âsiler, hayvanî davranışlarında o kadar ileri gidiyorlardı ki, kendilerine yardımcı olmak üzere yabancı ülkelerden ve özellikle Avrupa'dan gelen yandaşlarını da öldürüyorlardı. Navplia liman kenti âsilerin eline geçtikten sonra, bazı Greklerin, yabancı kimi yandaşlarını, kentteki bir hamama sokarak öldürdükleri meydana çıkıyordu. 

Grek hamamcı, yabancıları, giysilerini çıkarmaya inandırıyor ve böylece, onları öldürürken, elbise ve çizmelerinin kana bulanmamasını sağlıyor; onları daha sonra satıyordu .41 
Mora'daki jenosit orjisi, ancak öldürülecek Türk kalmayınca sona eriyordu .42 Yunanistan'a yardıma giden ve 1822 ile 1823 yılları arasında yurtlarına dönmeye başlayan Helen yandaşı gönüllüler, o korkunç günlerin kâbusundan hayatları boyunca kurtulamıyorlardı. Helen/Grek/Yunan ve Rumlardan çok şeyler beklerken, hayal kırıklığına uğruyor; onlardan nefret ediyor ve onlarca aldatıldıkları için kendi kendilerini lânetliyorlardı. Birçokları, Avrupa'daki Grek derneklerinin baskılarına karşın, kendi tecrübelerini kâğıda dökmeye başlıyorlar dı. Bütün yazılanlarda aynı duygular yansıtılıyordu. Bir örnek verelim: "Başkalarının, benim işlemiş olduğum hataları işlememesi için bu yazıyı kaleme alıyorum. Modern Yunanistan, eski Yunanistan gibi değildir. Grekler, şükran bilmeyen, gaddar ve barbar bir soydurlar" .43 

Lord Byron Nasıl Kullanıldı? 

Grek âsiler, Lord Byron gibi tanınmış İngiliz şairleri de kendi kötü işlerinde istismara kalkışıyorlardı. Oysaki onlardan diledikleri tek şey, özellikle Lord Byron'un servetine el koymaktı .44  Lord Byron, 19 Nisan 1824'de sözde Grek "özgürlük savaşçılarını zafere ulaştıran bir önder" olarak değil, tutulmuş olduğu hastalıktan kurtulamayarak kendi yatağında can veriyordu; ama Grekler, onu, kendi sözde "bağımsızlık ihtilâlinin bir mücahidi" olarak efsaneleştirmişlerdir .45 
Bu arada Girit, Kıbrıs, Sisam, Sakız, Tesalya, Makedonya ve Epir'de de ayaklanmalar oluyor ;46  Osmanlı katlarının âsilere karşı almış olduğu sert önlemler, Helen yandaşları ve propagandacıları tarafından Batı'ya, "Hıristiyan halka karşı Türk barbarlığı" olarak yansıtılıyordu .47  Yunanistan'daki Türklere karşı girişilmiş olan yok etme eylemlerine kör ve sağır kalan Batı, Osmanlı tepkisine karşı ses yükseltiyordu. 1821 yılı Ağustos ayında, Hamburg'da dağıtılan şu bildiriye bakınız: 
“Almanya'nın Gençliğine çağrı. Din, yaşam ve özgürlük savaşımı bizi silâhaltına çağırıyor; insanlık ve görev, bizi, kardeşlerimiz olan asil Greklerin yardımına çağırıyor. Kutsal dava için kanımızı, hayatı-mızı feda etmeliyiz. Müslümanların Avrupa'daki yönetiminin sonu yaklaşıyor. Avrupa'nın en güzel ülkesi, canavarlardan kurtarılmalıdır! Var gücümüzle mücadeleye atılalım... Tanrı bizimledir, çünkü bu, kutsal bir davadır - insanlık davasıdır - din, hayat ve özgürlük için savaşımdır...” 48  

Bu Helen yandaşı ve Grek propagandasının antidotu, Mora'daki kanlı olaylara görgü tanığı olarak yurtlarına dönen Batılı gönüllüler olmuştur. 1822 yılı Nisan ayında Yunanistan'dan Marsilya'ya dönen birçok Fransız su-baylar, Grekleri şöyle gösteriyorlardı: "Alçak, korkak ve iyilikbilmez bir soy!" Korinth kırımına şahit olan Prusyalı bir subay, oraya gitmeye hazırlanan yeni gönüllülere şöyle sesleniyordu: 
"Orada yalnız sefalet, ölüm ve nankörlükle karşılaşacaksınız. 
Size Almanya ve İsviçre'de söylenenlere inanmayınız; yaşlı bir askerin söyledikleri ne inanınız'' .49 

Prusyalı başka bir subay şunları yazıyordu: 

"Eski Grekler artık yoktur. Solon, Sokratis ve Dimosthenis'in yerini kör cehalet almıştır. Atina'nın makul yasalarının yerini barbarlık almıştır... 
Grekler, basın aracılığıyla yabancılara vermekte oldukları çekici sözleri yerine getirmiyorlar" .50 

İpsilântis.,

 Aynı subay, Tripolitsa'nın âsilerce işgalinden sonra orada kaydedilen olayları şöyle anlatıyordu: 
"Trova'nın kraliçesi Helen kadar güzel, genç bir Türk kız, Kolokotronis'in erkek yeğeni tarafından vurularak öldürüldü; bir Türk çocuk, boğazına halat takılarak çevrede dolaştırıldı; bir çukura atıldı; taşlandı, bıçaklandı ve sonra, hala hayatta iken, bir tahtaya bağlanarak ateşte yakıldı; üç Türk çocuk, anne ve babalarının gözleri önünde, bir ateşin üzerinde yavaşça yakıldı. Bütün bu çirkin olaylar olurken, ayaklanmanın elebaşısı İpsilântis (? Aleksandros Mavrokordatos) seyirci kalıyor ve âsilerin bu davranışlarını, 'savaştayız; herşey olur' şeklinde mazur göstermeye çalışıyordu" .51 

Sonuç ;

Yunan ayaklanması günlerinde İngiliz, Fransız ve Rus hükümetleri, âsilere dolaylı biçimde yardımcı oluyorlardı. Onlara para, silâh ve savaşçı gönderilmesine ses 
,çıkarmıyor; kendi gizli istihbarat servislerince de yardımda bulunuyorlardı. Öte yandan, 1826'da Yunanistan'da bulunan İngiliz rahip John Hartley, daha sonra kaleme aldığı ve 1831'de Londra 'da yayınlanan Researches in Greece and the Levant (Yunanistan ve Levant'ta araştırmalar) adlı kitabında, Türklerin Hıristiyan olmayı kabullenmedikleri için, Greklerin ellerinde birçok kötülüklere uğradıkları ve Osmanlı İmparatorluğu'nda kanlı olaylar kaydedildiği iddiasında bulunuyordu. 
1825 yılında şans değişerek, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa'nın ordusu Mora'yı yeniden ele geçirmeye başlayınca, teslim olan Grek âsilerin hayatları bağışlanıyor ve kimsenin kılına bile dokunulmuyordu. 1826 yılı Nisan ayında Tripolitsa, Argos, Kalamata ve Misolongi yeniden Türklerin eline geçince, tüm Avrupa Türklere karşı cephe alıyordu. 

Türklerle Yunanlıların arasını bulmak amacıyla 4 Nisan 1826'da İngiltere ile Rusya arasında St. Petersburg'da bir protokol imzalanıyor; daha sonra bu protokole Fransa da katılıyordu. Yunan yandaşı İngiltere, Fransa ve Rusya'nın 6 Temmuz 1827'de imzaladıkları Londra Antlaşması gereğince duruma karışmalarıyla ve 20 Ekim 1827'de Türk donanmasının Navarin'de, aynı devletlerin donanmaları tarafından batırılması üzerine, 22 Mart 1829'da bağımsız bir Yunanistan'ın hudutlarını saptayan bir protokol imzalanıyor; bir yıl sonra Yunan devleti kuruluyor; bu zoraki devlet, 1832'de Bavyera kralının oğlu Prens Otto'ya krallık öneriyor; böylece Yunanistan krallığı kuruluyor ve Meğali İdea'dan esinlenen Yunan emperyalizmi, Osmanlı İmparatorluğu'na ve daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi yönetimine karşı yayılma politikası izlemeye başlıyor; 9 Eylül 1922'de, Batı Anadolu'da, Türk'ten, hiç de unutamayacağı bir ders alıyordu .52

DİPNOTLAR;

1  F. Babinger: Mehmed der Eroberer und seine Zeit, Munich, 1853, s. 195; Selahattin Salışık: Türk-Yunan İlişkileri Tarihi ve Etniki Eterya, İstanbul, 1968, s. 17.
2  Douglas Dakin: The Greek struggle for independence, 1821-1833 (Yunan bağımsızlık savaşımı), Londra, 1973, s. 5.
3  Douglas Dakin: Unification of Greece, 1770-1923, (Yunanistan'ın Birleşmesi), Londra, 1972, s. 10.
4  N. Jorga: Geschichte des Osmanischen Reiches, Gotha, 1908-13, c. IV, s. 30 ve 173; J.L. Burkhardt: Travels in Syria and the Holy Land (Suriye ve Kutsal Yerlerde 
    geziler), Londra, 1822, s. 4; Steven Runciman: The Great Church in captivity, (Yüce Kilise esarette), Cambridge, 1968, s. 337; Lord Kinross: 
   The Ottoman Centuries - the rise and fall of the Ottoman Empire, (Osmanlı yüzyılları - Osmanlı İmparatorluğu'nun yükselişi ve yıkımı), Londra, 1977, s. 365; 
   İsmail Hakkı Uzunçarşılı: Osmanlı Tarihi, Ankara, 1972-83, s. 71 ve 391 vd.; William Miller: The Ottoman Empire and its successors, 1801-1927 
   (Osmanlı İmparatorluğu ve varisleri) 4 cilt, Londra, 1966, s. 7 ve 26; Stanford J. Shaw ve Ezel Kural fihaw: History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, 
   (Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye'nin Tarihi), Cambridge, 1977, c. 1 s. 248-9; ayr. bkz. Lionel Kochan ve Richard Abraham: The making of Modern Russia 
   (Modern Rusya'nın kuruluşu), Londra, 1990.
 5 Miller, s. 4-5; Runciman, s. 392-3; Dakin: Greek struggle..., s. 27; Benjamin Braude ve Bernard Lewis: Christians and Jews in the Ottoman Empire 
   (Osmanlı İmparatorluğu'nda Hıristiyanlar ve Museviler), C. 1, New York, 1982, s. 18-9.
 6 Dakin: Greek struggle..., s. 27.
 7 Runciman, s. 396-8.
 8 Emmanuel Protopsaltis: İ Filiki Eteria, Atina, 1964, s. 19-20; ayr.bkz. S.R. Sonyel: Minorities and the destruction of the Ottoman Empire 
    (Azınlıklar ve Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması), Ankara, 1993, s. 1, 21 ve 68; N. Botsaris: Visions balkaniques das la préparation de la révolution grecque, 
   1789-1821, Paris, 1962, s. 83-100.
 9 John T.A. Koumoulides: Cyprus and the war of Greek indepennce, 1821-1829 (Kıbrıs ve Yunan bağımsızlık savaşı), Atina, 1971, s. 69-70.
10  Sonyel, s. 173.
11  William St. Clair: That Greece might still be free - the Philhellenes in the war of independence (Yunanistan'ın özgürlüğü için - . Bağımsızlık savaşında Helen 
     Yandaşları),  Londra, 1972, s. 7; David Howarth: The Greek adventure - Lord Byron and other eccentrics in the war of independence (Yunan macerası - 
      bağımsızlık savaşında Lord Byron ve öteki eksentrikler), Londra, 1976, s. 19; Dakin: Greek struggle..., s. 18-9.
12  St. Clair, s. 9-10; Dakin: Unification..., s. 43; Salışık, s. 154.
13  Kinross, a.g.e., s. 444; Miller, a.g.e., s. 72.
14  St. Clair, s. 9 ve 27; ayr. bkz., Dakin, a.g.e, s. 59; Miller, s. 71.
15  St. Clair, s. 12; Howarth, s. 28.
16  Charles A. Frazee: The Orthodox Church and independent Greece, 1821-51 (Ortodoks Kilisesi ve bağımsız Yunanistan), Cambridge, 1869, s. 13.
17  St. Clair, s. 1; Miller, s. 72.
18  Runciman, s. 411.
19  Sonyel, s. 175-6.
20 St. Clair, s. 1-2; Howarth, s. 30-31; ayr. bkz. Miller, a.g.e., s. 72.
21  St. Clair, s. 9.
22  The Examiner, 1831, 2/632.
23  St. Clair, s. 41-2; Howarth, s. 56-8; Miller, s. 76; George Finlay: History of the Greek revolution (Yunan ihtilâlinin tarihi), Edinburgh, 1861, c. 1, s. 263.
24  E.V. Byern: Bilder aus Griechenland und der Levant, Berlin, 1833, s. 58.
25  Franz Lieber: Tagebuch meines Aufenthaltes in Griechenland, Leipsig, 1823, s. 73; St. Clair, s. 83.
26  Howarth, s. 58; ayr. bkz. Dakin, s. 67; Miller, s. 77.
27  St. Clair, s. 43-5; Howarth, s. 60-61; İngiliz Sömürgeler Bakanlığı belgeleri (Colonial Office), CO 136/1095.
28  Ayr. bkz., Brengeri: "Adventures of a foreigner in Greece" (Bir yabancının Yunanis-tan'daki maceraları), London Magazine (Londra Dergisi), II, 1827, s. 41.
29  Bkz. Le Febre: Relation de divers faits de la guerre de Gréce, s. 9.
30  Le Febre, a.g.e., s. 21.
31  Howarth, s. 88.
32  A.g.e., (ibid.), s. 87.
33  A.g.e., s. 87.
34  St. Clair, s. 50.
35  St. Clair, s. 92.
36  Johann Stabell, Leipsig.
37  Hastings Anıları, 6.7.1822.
38  St. Clair, s. 104-6; Howarth, s. 107-8; Dakin, s. 97.
39  St. Clair, s. 107.
40  St. Clair, s. 107; Howarth, s. 110-122.
41  George Finlay: "An adventure during the Greek revolution" (Yunan ihtilâli günlerinde bir macera), Blackwood's Edinburgh Magazine (Edinburg Dergisi), 1842.
42  St. Clair, s. 12; Thomas Gordon: History of the Greek revolution (Yunan ayaklanmasının tarihi), 2 cilt, Edinburg ve Londra, 1832; Rev. Robert Walsh (rahip): 
     Residence at Constantinople during the Greek and Turkish revolutions (Yunan ve Türk ihtilâlleri döneminde İstanbul'da ikamet), 2 cilt, Londra, 1836; ayr. bkz. 
     Douglas Dakin: "The origin of the Greek revolution" (Yunan ihtilâlinin kökeni), History, 1952.
43  St. Clair, s. 116.
44  A.g.e., s. 150 vd.; Howarth, s. 12, 135 vd.; Edward John Trelawny: Recollections of the last days of Shelley and Byron (Shelley ve Byron'un son günlerinden anılar), Londra, 1858.
45  Howarth, s. 163-5.
46  Dakin: Greek struggle..., s. 2.
47  The Examiner, 1821, 372, 456, 631, 689.
48  Wilhelm Barth ve Max Kehring-Korn: Die Philhellemenzeit, Munich, 1960, s. 95.
49  Le Febre, a.g.e., s. 29.
50  L. de Bolmann: Remarques sur l'etat moral, politique et militaire de la Grece, Marseilles, 1823.
51 St. Clair, s. 75 vd.
52 Ayr. bkz. S.R. Sonyel: Türk Kurtuluş Savaşı'nda Dış Politika, Ankara C. 1 ve 2, 1973 ve 1986.

***

YUNAN AYAKLANMASI GÜNLERİNDE MORA'DAKİ TÜRKLER NASIL YOK EDİLDİLER? BÖLÜM 1

YUNAN AYAKLANMASI GÜNLERİNDE MORA'DAKİ TÜRKLER NASIL YOK EDİLDİLER?  BÖLÜM 1



TÜRK TARİH KURUMU 
BELLETEN 
Cilt: LXII Nisan 1998 Sayı: 233

 SALÂHİ R. SONYEL 


 Mora'da Rus-Grek Düzenleri 

   "Peloponez (Peloponisos)" adıyla da anılan Mora Yarımadası, ilkin Sultan Beyazıt I tarafından 1397'de Bizanslılardan alınarak kısmen Osmanlı İmparatorluğu'na bağlanıyor; Yunanistan'ın her yanında, Katolik Lâtinlerin zulmü altında inleyen Ortodoks Hıristiyan Grekler, 1460'da Mora'yı tümüyle fetheden Sultan II. Mehmet'i bir kurtarıcı olarak karşılıyorlardı .1 

   1698'de imzalanan Karlofça Antlaşması'yla, Osmanlılar, Mora'yı Venediklilere vermek zorunda kalıyor; ama 1718'de aktedilen Pasarofça Antlaşması'ndan sonra, Mora, yeniden Osmanlı Egemenliğine geçiyordu .2 
   Yunanistan tarihi uzmanı olan ve şimdi hayatta olmayan Profesör Dr. Douglas Dakin, Unification of Greece, 1770-1923 (Yunanistan'ın Birleşmesi) adlı kitabında şöyle der:

“Mora'nın (Grek) sakinleri, yeniden kurulan Türk yönetimini Venediklilerin yönetimine tercih ediyorlardı, çünkü vergiler daha hafifti; yönetim daha az yetenekli olmakla birlikte daha ılımlıydı ve kâfir (yani Osmanlı), Roma Katoliğine oranla daha çok tolerans sahibi idi .” 3

Osmanlılar Mora'da bir paşalık (vilâyet) kuruyor; 400.000 kadar Grek'in yaşadığı bu ilde, zamanla 50.000 kadar Türk ve öteki Müslüman da yaşam sürmeye başlıyordu. 
Grekler ve özellikle kentlerde yaşayanlar, tüm rahatlıklarına karşın Çar Deli Petro zamanında Ruslarla düzen çevirmeye başlıyor; Rus ajanlar Mora'yı dolaşarak halkı isyana kışkırtıyor ve Bizans İmparatorluğu'nun diriltilmesi için yapılan bu düzenler, İmparatoriçe II. Katerina döneminde de sürüp gidiyordu .4 

Fransız-Grek Düzenleri; 

1789 yılında patlak veren Fransız İhtilâli, Ortodoks Hıristiyan Rum toplum önderlerinden bazılarını oldukça etkiliyor; Rus Çarı ve ögeleriyle çevirmekte oldukları John (İoannis) Kapodistrias düzenlerde başarı sağlayamayan bu önderler, Napolyon Bonapart'ın sahnede belirmesi üzerine, ümitlerini Fransa'ya aktarıyorlardı. 
O sırada Balkanlar'da dolaşmakta olan Fransız ajanlar, Grekleri durmadan kışkırtıyor; Fransız koruyuculuğu altında özerklik veya bağımsızlık sözleriyle onları çeliyorlardı .5 
Napolyon'un saygınlığı Grekler arasında o kadar yayılıyordu ki, güney Mora'daki Mani bölgesinin Rum kadınları, onun resmini, evlerindeki putların koleksiyonuna 
ekliyorlardı .6 

Ancak, İngiliz orduları Başkomutanı Wellington Dük'ü, 1815 yılı Haziranında Napolyon'u Waterloo'da yenilgiye uğratınca, Grekler, ümitlerini yine Çarlık Rusyası'na bağlıyor; Çar I. Aleksander'in Rum asıllı dışişleri bakanı John (İoannis) Kapodistrias'tan yardım görmeyi ümit ediyor ;7 dış ülkelerde gizli tedhiş ve ihtilâl örgütleri kurmaya, gazete ve dergiler yayınlamaya başlıyorlardı. 

Grek İhtilâl ve Tedhiş Örgütleri 

Filiki Eteria

Bu örgütlerden Athena adlısı, Yunanistan'a, Fransa'nın yardımıyla, Phoenix adlısı da Rusya'nın yardımıyla bağımsızlık sağlamaya ümit ediyordu; ama, bu iki örgütten daha azılı ve hırslı bir örgüt olarak, 1814'te, Odesa'da, Filiki Eteria kuruluyor; aralarında Balkan Hıristiyanları da olmak üzere, tüm 'Helenleri' kapsayacak bir ayaklanma kışkırtmak için eyleme geçiyor ;8 bu tedhiş örgütünün pençesi, 1818 yılı Ekim ayında Kıbrıs'a kadar uzanıyordu. O tarihte, Eteria'nın Mısır ve Kıbrıs gizli ajanı, Metsovolu Dimitrios İpatros, Kıbrıs'a giderek, başpiskopos Kiprianos'u örgüte üye kaydediyor ve ondan maddi ve manevi yardım sözü alıyordu .9 Yunan ayaklanmasının başlıca kışkırtıcıları, Yunanistan'ın dışında yaşayan ve Avrupa'daki akımlara benzer ulusçu bir akım yaratmak hevesine kapılmış olan "dış Helenler" (apodimi Ellines)'di. Ayaklanmayı ilk başlatan ve finanse edenler de onlardı. Ancak, Filiki Eteria, bu akımın öncülüğünü üstleniyor; her yana bir ahtapot gibi yayılıyor; 
Osmanlı İmparatorluğu'nda geniş kapsamlı bir ayaklanma plânlıyor du .10  
O sıralarda adalar ve Mora'daki Rus konsoloslar, Grekler arasında düzen 
çevirerek onları ayaklanmaya kışkırtıyor; Greklere yurtseverlik duygusu aşılamaya çalışıyorlardı. 

Ne var ki, ayaklanmanın öngünlerinde, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Rumlar gönenç ve dirlik içinde yaşam sürüyor; varlıklı ve eğitim görmüş olanlara devlet kapıları açılıyordu. İmparatorlukta Rumların çoğunlukta oldukları bölgelerde onların kendi belediyeleri, devletten müdahale olmadan çalışıyor; merkezi İstanbul'da bulunan Rum Ortodoks Patrikhanesi, İmparatorluğun yönetimine katılan imtiyazlı bir kuruluş haline geliyordu .11 Öyleyse Yunan ayaklanması niçin patlak verdi? Sabırlı ve kararlı bir padişah olan II. Mahmut, yıllardan beri zayıflamakta olan Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden dinçleştirmek için eyleme geçince, Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa ile arası açılıyor; onun 1820'de padişaha karşı ayaklanması, Yunan ayaklanmasına da neden oluyordu. Ali Paşa'nın başkaldırmasından yararlanan Grek âsiler, Türklerin gücünü bölmek için ivedilikle harekete geçiyorlardı .12 

Başta vali Hurşit Paşa olmak üzere, Mora'daki Osmanlı yetkililer, Grekler arasındaki akımın farkına varınca, Tripolitsa kentinde toplanarak, yerel Grekleri, silâhlarını yetkililere teslime ve bazı Grek önderleri durumu kendileriyle görüşmek üzere, kişisel olarak Tripolitsa'ya gitmeye çağırıyorlardı. Ancak, bu Grek önderler, verilen emre karşı çıkıyor ve ayaklanmayı körüklüyorlardı. Yunanlılar, Mora'daki ayaklanmayı 6 Nisan 1821'de şu sloganla başlatıyorlardı: "Mora'da tek bir Türk bırakılmamalıdır". Âsiler, bu slogana tamamen uyacak ve tüm Türk ve öteki Müslümanları yok etmeye başlayacaklardır .13 

Yunan Ayaklanması Nasıl Başladı? 

Ayaklanma şöyle başlamıştır: 1819'da Filiki Eteria'ya üye kaydedilmiş olan Patras metropoliti Yermanos, Tripolitsa'ya gitmek için almış olduğu emirden kaygılanarak yola çıkıyor; bir dağ kenti olan Kalavrita'ya yakın Ayia Lavra manastırında konaklıyor; orada, kendisi gibi, ne yapacaklarına karar veremeyen öteki piskoposlarla buluşuyor; sonunda, Türklerin kendilerini hapse atacakları veya öldürecekleri yolunda bizzat bir mektup sahteleyerek orada bulunanlara okuyor; halkın arasında baş gösteren coşkudan yararlanarak, 6 Nisan 1821'de isyan bayrağını çekiyor ve Grekleri silâhaltına çağırıyordu. Âsilerin ilk bayraklarının üzerinde, altı üste getirilmiş bir hilâlin veya kesilmiş bir Türk kafasının üzerinde bir haç'ı tespit ediyordu .14 
Metropolit, öteki piskoposlarla birlikte Patras'a dönerek, orak, sopa ve kamalar taşıyan ve sayıları gittikçe kabaran ayak takımı onlara eşlik ediyordu. Piskoposlar, geçilen her yerde, Grek güruhu, "dinsiz Müslümanları yok etmeye" kışkırtıyor; kleftes olarak anılan haydutlarla armatoli olarak anılan Grek uç bekçileri, dağlardan inerek Türk köylerini yağmalamaya başlıyorlardı. Çok geçmeden, ayaklanmanın elebaşları, âsiler üzerindeki etkilerini yitiriyor; tüm ülke, her yanı kasıp kavuran silâhlı âsilerin eline geçiyordu. İngiliz yazar William St. Clair'a göre, Grekler arasındaki bu "vahşice öç alma iştiyakı, çok geçmeden katletme zevkine dönüşüyordu". David Howarth adlı başka bir İngiliz yazar da, "Grekler, bu cinayetleri işlerken, herhangi bir neden aramıyorlardı. 
Kan dökme şehvetine kapıldıkları için öldürüyorlardı" der .15

 Bu sırada, Patras'taki Rus konsolosluğu, Filiki Eteria ile Mora'daki Eteria ajanları arasında yapılan yazışmaları kolaylaştırıyor; âsilerle Rus hükümeti arasında bağlantı kuruyordu .16 

Türkler Yok Ediliyor 

1821 yılı Mart ayında, Mora'da 50.000'e yaklaşık Müslüman'ın yaşadığı tahmin edilir. Bunların arasında kadın ve çocuklar da vardı. Bir ay kadar sonra Grekler 
paskalyalarını kutlarken, Mora'da tek bir Müslüman kalmamıştı. Aralarından pek az sayıda kişi kaçarak, müstahkem kentlere sığınmışlarsa da, açlık çekmeye 
başlamışlardı. Her yanda öldürülen Türklerin gömülmemiş cesetleri çürüyordu. Yine İngiliz yazar St. Clair şöyle der: "Yunanistan'ın Türkleri pek az iz bıraktılar. 
1821 yılı ilkbaharında ani olarak, tümüyle ve dünyanın haberi olmadan, yok edildiler". 
St. Clair şöyle devam eder: 
    "20.000'i aşkın Türk erkek, kadın ve çocuk, birkaç hafta süren boğazlamalar sırasında Grek komşuları tarafından katledildiler. Onlar kasten ve vicdan azabı duyulmadan öldürüldüler... Çiftliklerde veya tecrit edilmiş toplumlar halinde yaşayan Türk aileler, kısa bir sürede öldürüldüler; yakılan evleri, cesetlerinin üzerine yıkıldı. 

    Olaylar başlayınca evlerini bırakarak en yakındaki kente sığınmaya çalışanlar da, Grek güruh tarafından yollarda öldürüldüler. Küçük kentlerde, Türkler, evlerine kapanarak kendilerini korumaya çalıştılar, ama pek azı kurtulabildi. Bazı yerlerde açlığa dayanamayarak, hayatlarının bağışlanacağına dair onlara söz veren âsilere 
teslim oldular, ama yine de öldürüldüler. Ele geçirilen Türk erkekler derhal öldürülüyor, kadınlarla çocuklar köle olarak âsilere dağıtılıyor, ama daha sonra onlar da öldürülüyorlardı. 

    Mora'nın her yanında, sopa, orak ve tüfeklerle silâhlı Grek âsiler, çevreyi dolaşarak öldürüyor, yağmalıyor ve ateşe veriyorlardı. Çoğu kez Ortodoks Papazlar, onlara önderlik ediyor ve bu sözde ' Kutsal ' eylemlerinde onları kışkırtıyorlardı" .17 

Petros Mavromihalis

Rum Ortodoks Kilisesi'nin tarihini yazan İngiliz yazar Steven Runciman, kilisenin Basil (Vasili) gibi büyük babalarının, 1821'de Mora'da isyan bayrağını çeken 
piskoposların bu hareketinden tiksinti duyacaklarını kaydeder .18  Bu, Yunanlıların bağımsızlık veya kurtuluş savaşı değildi; Türklere ve öteki Müslümanlara karşı başlatılmış olan bir yok etme savaşıydı ve başlıca kışkırtıcılar, Rum Ortodoks Hıristiyanlardı. 

Ayaklanma başlar başlamaz, Grek haydut Petros Mavromihalis, öteki adıyla Petrobey, çapulcularıyla birlikte dağlardan inerek, liman kenti olan Kalamata'ya giriyor ve Patras'taki güruhu gölgede bırakacak bir şekilde bütün Müslüman erkekleri öldürüyor; genç kadın ve çocukları köle olarak satıyordu. Bu "zaferi" kutlamak için kentteki ırmağın kenarında 24 papaz ayin düzenliyordu. Kalamata felâketini, Patras ve Livatya'daki bütün Müslümanların katli izliyordu .19 

Diri Olarak Ateşte Yakılan Türkler 

Nisan ayında Hidra, Spetsa ve Psara adalarının Grek sakinleri âsilere katılıyor; Osmanlı bayrağını taşıyan gemilere saldırıyor; gemicileri yakalayarak öldürüyor veya denize atıyorlardı. Mekke'ye Hacca gitmekte olan birçok Müslümanları da yakalayarak öldürüyorlardı. St. Clair, Howarth ve Miller gibi İngiliz yazarların anlattıklarına göre, bir Türk gemisinin 57 tayfası yakalanarak, zafer çığlıkları arasında Hidra adasına götürülüyor ve orada, sahilde, diri olarak ateşte yakılıyorlardı .20 
Tesalya, Makedonya ve Halkidiki'de birçok Grekler ayaklanmaya katılıyor ve acımasızca Türklere saldırıyorlardı. Bazı bölgelerde âsi önderler, Bütün Greklerin ayaklanmaya katılmalarını sağlamak amacıyla Türkleri kasten kırımdan geçiriyorlardı. Türk komşularını gaddarca öldüren alelâde Grek köylüler, bu ayaklanmayı dinsel yok etme olarak görüyor; onlara önderlik eden piskoposlarla papazlar da aynı görüş ve duyguları paylaşıyorlardı .21 

Monemvasia ve Navarin Kırımları 

1821 yılı Ağustos ayında, sarılmış bulunan Monemvasia adlı küçük kentin Müslümanları, açlığa ve hastalığa dayanamayarak, âsilere teslim oldukları halde, gaddarca boğazlanıyor; bu olaylar, Batı Avrupa'da "liberalizmin ve Hıristiyanlığın bir zaferi" olarak ilân ediliyordu .22  Birkaç gün sonra, Navarin Müslümanları da aynı akıbete uğruyor; 2.000 ile 3.000 arası Müslüman öldürülüyordu. Türk kadınlar çırıl çıplak soyularak altın eşya bulmak için üzerleri aranıyor; kurtulmak için denize atlayan bazı kadınlar suda vurularak öldürülüyor; Müslüman çocuklar, denize atılarak boğduruluyor; yavrular ise, annelerinden koparılarak, kayalara çarpmak suretiyle canlarına kıyılıyordu. Yarı çıplak ve korku içinde canlı tutulan Müslüman kız ve erkek çocuklar, daha sonra fahişe olarak satışa çıkarılıyor; bazıları aklını oynatmış bir halde yıkıntılar arasında dolaşıp duruyorlardı .23 

Çok geçmeden Mora'daki kentleri, surlar dışında başı kesik cesetlerin çürümesinden meydana gelen bir koku sarıyor; başıboş köpekler ve vahşi kuşlar, cesetleri parçalıyor; ölü dolu kuyulardaki sular zehirleniyor; veba salgını baş gösteriyordu. Her yanda, iskeletleşmiş ve korku içinde bulunan Müslüman genç kız ve erkek çocuklar, yarı çıplak biçimde inliyorlardı. Bu arada Navarin Grekleri, orada vuku bulan korkunç kırımı övünerek anlatıyorlardı. Greklerden birisi, 18 Türk'ü öldürdüğünü övünerek açıklıyor; başka birisi, 9 kadın ve çocuğu yataklarında bıçaklayarak nasıl öldürdüğünü anlatıyordu. 

Bu acımasız katiller, kısa bir süre önce ırzlarına geçerek, kol ve bacaklarını kestikten sonra surlardan aşağı attıkları kadınların cesetlerini, Helen savına yardımcı olmak üzere Avrupa'dan gelmiş bulunan gönüllülere gururla gösteriyorlardı .24  Ama bu korkunç sahneler Avrupalı gönüllüler üzerinde iyi izlenim bırakmıyor, onlarda şok ve tiksinti duyguları uyandırıyordu. Almanyalı Lieber, gönüllüleri, hala hayatta olan ve ırzlarına tecavüz edilen bu kadınlara tasallût etmeye çağıran Grek âsilere karşı ne kadar nefret ve tiksinti duyduklarını anlatır .25 

Tripolitsa Kırımı 

Mora'da Türk valinin ikamet ettiği ve 35.000 Türk, Arnavut, Musevi ve öteki sakinlerden oluşan Tripolitsa kentinde, 5 Ekim 1821'de yapılan ve iki gün süren kırım sonunda 10.000 kişi öldürülüyor; onların çoğunun kafaları kesilerek vücutları parçalanıyordu .26   Paralarını gizledikleri sanılan Müslümanlara işkence yapılıyor ve St. Clair'la Howarth, İngiliz Sömürgeler Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı raporlarına göre, "kollarıyla ayakları kesilerek ateşte yavaşça yakılıyorlardı". Hamile kadınlara neler yapıldığını tahmin edebilirsiniz. 

Çoğu kadınlardan oluşan 2.000'e yaklaşık tutsak, büsbütün soyularak, kentin dışındaki bir vadiye sürülüyor ve orada öldürülüyordu. Bu olaydan sonra, haftalarca açlık içinde kıvranan Müslüman çocuklar, ümitsizlik içinde şuraya buraya koşuyor; coşku içinde olan ve ağızları köpüren Grek âsiler tarafından boğazlanıyor veya vurularak öldürülüyordu .27 

Yunan tarihinin sözde "kahramanları" arasında yer alan baş çapulcu Thedoros 
Kolokotronis de, bu korkunç kırım ve yağmalara zevkle  katılıyordu .28 
Tripolitsa kırımı sırasında kentte bulunan ve aralarında İskoçyalı Albay Thomas Gordon da olan Avrupalı subaylar, oradaki tüyler ürpertici sahnelere şahit oluyor ve bazıları, daha sonra bu olayları bütün çirkinlikleriyle anlatıyorlardı. Albay Gordon, bu Helen/Grek/Yunan/Rum barbarlıklarından o kadar tiksiniyordu ki, Greklerin hizmetinden çekiliyordu. Bu sahnelere dayanamayan Almanyalı Helen dostu genç doktor Wilhelm Boldemann, zehir içerek intihar ediyordu .29 
Hayal kırıklığına uğrayan Helen yandaşı öteki kimi Avrupalılar da intihar ediyorlardı. 

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***