ATATÜRK’ÜN KADIN HAKLARI REFORMU BM VE AB’DE KADIN HAKLARI İLE İLGİLİ SON GELİŞMELER
Prof. Dr. Hale ŞIVGIN*
* Gazi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü
BM Teşkilatı kuruluşundan itibaren Kadın konusu ile yakından ilgilenmiş ve yayınladığı insan hakları bildirgesi ile kadın erkek eşitliği ile tüm dünya’ya ilan etmiştir. BM içinde kadının statüsü komisyonu vardır (1946) ve BM Dört Defa Dünya Kadın Konferansı düzenlemiştir. Özellikle 1975 yılından itibaren tüm Dünya’da Kadın Hakları konusunda çok büyük bir atılım ve ilerleme gözlenmektedir.
1975 yılında BM tarafından birincisi düzenlenen (Mexico City’de) Dünya Kadın Konferansının ardından 1975 – 1985 yılları arasındaki dönem Kadın 10 yılı olarak ilan edilmiştir. Kadın konusunda yaklaşım değişikliği de yine bu çalışmalar sonucunda gerçekleşmiş kadın artık destek ve yardımın nesnesi değil kalkınmanın temel ve eşit öznesi olarak algılanmaya başlanmıştır.
Yine BM tarafından 1979 yılında düzenlenen 2. Dünya Kadın Konferansında “Kadınlara karşı her türlü ayırımcılığın ortadan kaldırılması sözleşmesi” (CEDAW) kabul edilmiş Türkiye’nin de dahil olduğu üye ülkeler tarafından imzalanmıştır. BM tarafından düzenlenen 3. Dünya Kadın Konferansı 1985’te Nairobi’de toplanmış “BM kadın on yılının başarılarının gözden geçirilmesi ve değerlendirilmesi” konusu ele alınmıştır. Burada kadının ilerlemesi için Nairobi ileriye yönelik stratejiler kabul edilmiştir.
BM düzenlediği 4. Dünya Kadın Konferansı Pekin’de toplanmıştır. Bu konferans aynı zamanda bir taahhütler konferansı olarak da adlandırılmıştır. Konferansın sonucunda Pekin Deklarasyonu ve Pekin eylem platformu adında iki belge kabul edilmiştir. Türkiye her iki belgeyi de hiçbir çekince koymadan kabul etmiştir.
Pekin Deklarasyonu hükûmetleri kadının güçlenmesi ve ilerlemesi, kadın erkek eşitliğinin geliştirilmesi toplumsal cinsiyet perspektifinin ana politika ve programlara yerleştirilmesi konularında yükümlü kılmaktadır. Yani Pekin eylem platformunun hayata geçirilmesini öngörmektedir.
Eylem platformu ise kadının özel ve kamusal alana tam ve eşit katılımı önündeki engellerin, kadınların ekonomik, siyasi, kültürel, sosyal ve karar alma pozisyonlarında ve mekanizmalarında yer almaları yoluyla ortadan kaldırılabileceğini ifade etmektedir.
Eylem Platformunun uygulanması ve izlenmesinde temel görev hükûmetlere verilmiştir.
4. Kadın konferansından sonra 2000 yılında Newyork’ da “ Kadın 2000: 21. yüzyıl için toplumsal cinsiyet eşitliği kalkınma ve barış” konulu bir özel oturum gerçekleştirilmiş Türkiye buna 23 kişilik resmi bir heyetle katılmıştır. Sonuçta siyasi Deklarasyon ve sonuç belgesi kabul edilmiştir. Hükûmetler burada siyasi Deklarasyonla 1976 – 1985 yıllarının bir özeti olan Nairobi Konferansı ve 1995
Pekin Deklarasyonu ve Pekin Eylem Planına konulan hedefleri ve verdikleri taahhütleri teyit etmişlerdir.
Dünya’nın en büyük ekonomik güçlerinden birisi olan AB ‘nin en temel hedeflerinden birisi üye ülkelerde kadın hakları konusunda tam bir fırsat eşitliği sağlamaktır. AB’de 1957’de Roma Anlaşmasıyla başlayan fırsat eşitliği çalışmaları günümüzde de tüm hızıyla devam etmektedir. 1995‘te BM tarafında gerçekleştirilen 4. Kadın konferansında kabul edilen Pekin eylem platformu AB 1997’de imzaladığı Amsterdam anlaşması ile Avrupa’nın resmi taahhütü haline getirilmiştir. Amsterdam’da ayrıca eğitim, istihdam ve karar alma alanların daki önlemlerin vurgulandığı ortak bir AB eşitlik gündemi ortaya çıkmıştır. Her türlü şiddet kınanmıştır. AB kadınların istihdam oranı ABD’den ¼ oranında daha düşüktür. AB kadınların istihdam oranın yükseltmek ve fırsat eşitliğini sağlamak için sürekli yeni önlemler almaktadır. (ABD’ de kadınların %67 ‘si AB ise%51 istihdam edilmektedir 1998) 1999’da Helsinki zirvesinde devletler kadın ve erkekler arasında fırsat eşitliğine özellikle dikkate alma iradelerini bir kez daha açıkça belirtmişlerdir.
Cinsiyetler arasındaki farkla mücadele için istihdamdaki cinsler arası farklılık giderilmeye çalışılarak kadınların sadece belirli ekonomik sektörlerde yeterince temsil edilmemesi ve bazı sektörlerde de gereğinden fazla temsil edilmelerini düzeltecek tedbirler alınacak devletler eşit işe eşit ücret ödeyeceklerdir. Çalışma ve aile yaşamı uzlaştırılacaktır. (Doğum izni vs…)
Sadece istihdam değil eğitim alanında da Leonardo Da Vinci, Socrates gibi programlarda kadın erkek eşitliği için önlemler alınmaktadır.
Tüm üye devletlerdeki siyasi partilerde kadınların daha fazla yer almasını sağlayacak sistemler kampanyalar düzenlemektedirler.
AB içinde kadınların karar alma sürecine en yüksek düzeyde katılımı bölgesel düzeyde gerçekleşmektedir. (1998’de bölgesel hükûmetlerde % 24, bölgesel parlamentolarda % 27.8) ulusal parlamentolara katılım ise ortalama 1998 ‘de % 17.5 düzeyindedir. Bu rakamlar kadın katılımının düşük olduğunu göstermektedir. 2700 sivil toplum kuruluşunun katılımıyla 1990’da Avrupa kadın lobisi kurulmuştur. AB ile kadın kuruluşları arasında temas noktası olarak hizmet vermektedir.
AB’de eşit haklar tanıyan mevzuatın yürürlüğe girmesi için çabalar yoğunlaştırıl mıştır. Topluluk hukuku kadın ve erkeklere eşit fırsatlar tanınmasına ve eşit muameleye tabi tutulmasını amaçlamaktadır. Ayrıca eşit hakları bilerek ve bilmeyerek ihlal edilen kişi önce ulusal mahkemelere eğer burada çözülemiyorsa Lüksemburg da bulunan Avrupa Adalet Divanına havale edebilir. Ulusal hukuk
çerçevesinde haksızlık telafi edilemiyorsa doğrudan topluluk hukukunun uygulanması mümkün olabilir. Hakları ihlal edilen kişi direkt Avrupa Komisyonuna da başvurabilir. Komisyon ulusal makamlardan açıklama isteyebilir. Adalet divanı bu güne kadar kadın erkek eşitsizliği konusunda çok sayıda önemli karar vermiştir. Bu kadar çok sayıda başvuru olması da topluluk düzeyinde kadınların bilincinin yükseldiğini gösterir.
Kadın erkek fırsat eşitliğinin teşvik edilmesi için kurulan fonlardan yardım alınabilir. Fonların genel amaçlarından biri kadın erkek fırsat eşitliğinin teşvik edilmesidir. Kurulan fonlar kadınların işyeri açması kırsal bölgelerdeki kadının güçlendirilmesi iş gücü piyasasına daha fazla kadının yönlendirilmesi gibi konuların her biri için ayrı fonlar kurulmuştur.
NOW: (Kadınlar için yeni fırsatlar) adlı topluluk kadınların mesleki eğitimine ilişkin çok sayıda projeyi finanse edilmektedir. Now ülkeler arasındaki uygulanan 1700 yenilikçi projeyi finanse edecektir.
Bu nedenle kadınlara ilişkin en büyük AB Programıdır. Bunun dışında DAPHNE programı gibi kadın ve çocuklara yönelik şiddetle mücadele konusuna ayrılmış fonlarda vardır.
Kadın erkek eşitliği AB’ye giriş için bir şarttır. AB yasalara dayanan bir birliktir. Bütün üye devletler için geçerli olan ortak haklar ve yükümlülükler manzumesine “topluluk müktesebatı” adı verilmektedir. AB üyeliğinin ilk şartı aday ülkelerin söz konusu müktesebatı kabul etmeleri kendi mevzuatlarını buna uydurmaları ve daha sonra da benimsenmiş olan yasaları uygulamalarıdır. Aday ülke statüsünde olan Türkiye’nin AB’ye girmek için bir şart olarak eşit fırsatlar alanındaki müktesebatı benimsemeleri gerekmektedir. Bu eşit ücret,
eşit iş ve terfi imkânı sosyal güvenlik ve serbest meslek alanında eşit muamele serbest meslek mensuplarının korunması çalışan annelerin korunması doğum izni ve cinsiyete dayalı ayırımcılık davalarında kanıtlama yükümlülüğü alanındaki mevzuatı içermektedir. Türkiye öteki aday ülkeler gibi her alandaki mevzuatını AB’ye uyumlu hale getirmek için üyelik öncesi stratejisinden yararlanacaktır. Türkiye kanunlarının AB müktesebatı ile uyumlu hale gelip gelmediği incelenecek bir değerlendirme süreci geçirilecektir. Bundan sonra Türkiye ve AB arasında bir üyelik ortaklığı hazırlanacak ve Türkiye müktesebatın benimsenmesi için bir ulusal program hazırlayacaktır. Türkiye ayrıca üyelik öncesi topluluk programlarına kuruluşlarına ve mali yardıma hak kazanacaktır.
Türkiye Pekin Deklarasyonunun kabul edilmesinden sonra (4. Kadın konferansı) kadınların ilerlemesine yönelik çabaları ve eylemleri yoğunlaştırmayı kararlaştırdı. Bu amaçla devlet kuruluşları kadın örgütleri siyasi partiler meslek kuruluşları ve medyanın katılımı ile ulusal eylem planı hazırlandı. Türkiye Aralık 1996’da şu hedefleri belirledi;
1. Kadınlara karşı her türlü ayırımcılığın ortadan kaldırılması sözleşmesi (CEDAW) ne karşı çekinceleri kaldırılması
2. Zorunlu temel eğitimin 5 yıldan 8 yıla çıkarılması ve kadınlar arasındaki okur-yazarlık oranının 2000’ e kadar %2 artırılması
3. Ana ve çocuk ölümlerinin yarı yarıya azaltılması AB NİN KADINLARLA İLGİLİ HEDEFLERİNİN BUNDAN 83 YIL ÖNCE ATATÜRK TARAFINDAN DÜŞÜNÜLMESİ
Atatürk’ün düşünceleri tutarlı bir bütün oluşturur. Atatürk’ün kadının hakları ve toplumdaki yeri ile ilgili görüşleri bu bütünün önemli bir unsurudur.
Atatürk yeni Türk devletini kurarken modern çağdaş ve laik bir devlet kurmayı hedeflemiştir. Atatürk çağdaş uygarlığa geçerken elbette kadın erkek ayırımı yapamazdı. Atatürk inkılaplarında her konuda kadın erkek birlikte düşünülmüştü. Çünkü ona göre insanlar iki cins olarak yaratılmıştı bunlar birbirinin tamamlayıcısı idi. Atatürk kadınları ilimde, sosyal hayatta ve ekonomik (iktisadi) hayatta erkeğin şeriki (ortağı), refiki (arkadaşı), muavin ve müzahiri (koruyucusu arka çıkanı) yapmayı hedefliyordu. Atatürk kadınları erkeklerin
sadece yardımcısı değil aynı zamanda ortağı arkadaşı olarak görüyordu. Cemiyetin yarısını ilerletirken yarısını cahil bırakmak inkılapların başarıya ulaşmaması demekti.
Ayrıca Atatürk’ün kadını erkekle eşit bir statüye getirmek istemesi onun demokrasi anlayışını da yansıtıyordu. Toplumun yarısının bir takım medeni haklardan yoksun bırakmak demokrasiye ters bir tutum idi. Atatürk tam anlamıyla demokrasinin uygulanabilmesi için kadına da erkeklerle eşit haklar verilmesini savunuyordu.
Osmanlı İmparatorluğu’nda en zor kabul edilecek reform konusu kadın reformuydu. Çünkü kadınlık konusu bir tabu gibi idi. Tanzimat reformu ile çağdaş anlamda bir hukuk devletinin kurulmasına başlanmış olduğu söylenebilir. Ancak Tanzimat’la getirilmek istenen eşitliğin sadece erkekler için geçerli bir ilke olduğu sanılmıştır.
Ne var ki zamanla kadının içinde bulunduğu koşullar değişmedikçe çağdaş bir hukuk devleti meydana getirilemeyeceği anlaşıldı ve bu tarihten itibaren kadın hakları doğrultusunda emeklemelerin başladığı görülüyordu.
Atatürk inkılaplarının birçoğu Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde de söz konusu edilmiş. (Tek eşlilik, eğitim hakkı, görücü usulünün kalkması, giyim özgürlüğü, boşanma sisteminin değişimi, kadınların çalışması v.s.) Ancak 100 – 150 yıllık bir dönemde özellikle kadın hakları konusunda somut bir sonuç alınamamıştır. Ancak 1917’de çıkarılan Aile Kararnamesi ile kadın himaye edilmeye çalışılmış kadına bazı müstesna hallerde boşanma hakkı tanınmış çok evliliğin olabilmesi ilk eşin müsaadesine bağlanmıştı. Yani Meşrutiyet
döneminde de kadın sorunu kesin sonuçlara varmaktan uzak tereddüt ve çelişkiler içinde Mustafa Kemal’in soruna el koymasına kadar bu şekilde sürüp gitti.
Atatürk’e göre Türk toplumunun gelişip yükselebilmesi için Türk kadınlarının içinde bulundukları haksız statüden kurtulmaları gerekiyordu. Bu onların en doğal hakları vazgeçilmez insan haklarının bir parçasıydı.
Atatürk kadın meselesinde çok cesur olmak gerektiğini onların açılmasının dimağlarının ilim ve fen ile doldurulmasının korkulacak bir şey olmadığını bu gibi endişelerin yersiz olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Kadınların da düşünebilen, idrak edebilen, zeka seviyesi yönünden hiç de erkeklerden aşağı olamayan bireyler olduklarını onları korumak bahanesiyle kapatmanın eve hapsetmenin tamamen erkeklerin bencilliğinden kaynaklandığını söylüyordu. Atatürk’e göre kadın eğitimi çok önemli idi. Kadınlar erkeklerin geçtiği bütün tahsil
derecelerinden geçmeliydi. Hatta kadınlar erkeklerden daha fazla bilgili olmaya mecburdu. Çünkü ilk eğitim verilen yer ana kucağı idi. Eğitim konusunda yapılan en önemli inkılap Tevhid-i Tedrisat Kanununun 3 Mart 1924’te çıkarılmasıydı. Bu kanun ile tüm eğitim kurumları Millî Eğitim Bakanlığının denetimine alınıyor, tüm Medrese ve Vakıf Okulları Millî Eğitim Bakanlığına bağlanıyordu. Bu kanunla
laik, çağdaş, eşit eğitim imkânları getirilmiş ilköğretim kız ve erkekler için parasız ve mecburi hale getirilmiştir. Bu kanundan kız ve erkek öğrencilerin istifadesi aynı olmuştur. Atatürk 1923 Meclisi açılış nutkunda eğitimde birlik sosyal ilerlememiz bakımından çok önemlidir demiştir. Atatürk eğitimde birlikten söz ederken aynı zamanda kadın erkek eşitliğini de kastetmiştir. Atatürk kadın eğitimine son derece önem vermiştir. Dinimizin de hiçbir şekilde kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmediğini aksine Müslüman kadın ve erkeğin her ikisini de eğitimin her kademesine kadar yükselmelerini ilim ve irfanı aramalarını nerede bulurlarsa oraya gitmelerini ve ilimle mücehhez olmak mecburiyetinde olduklarını söylemiştir. Bir topluluğun kadın erkek tüm fertleri aynı gaye için yürümezlerse o toplumun gelişip ilerlemesine ilim ve fen öğrenmesine imkân yoktur.
Atatürk’ün kadın eğitimi konusuna verdiği önemi yansıtan çok fazla örnek vardır. Atatürk çağdaş, laik, modern Türkiye’yi kurarken reformları bizzat yapıyor aynı zamanda çeşitli yerlerde yaptığı konuşmalarla bu yapacağı reformların fikri hazırlığını da yapıyordu. Atatürk erkeklere açık olan bütün iş sahalarının kadınlara da açılmasını istemişti. Savaştan sonra vatanın yeniden imarını erkekler kadar kadınlardan da beklemişti. Sosyal hayatta da kadının yerini almasını arzu etmişti. Erkeklerin çalıştıkları bütün iş sahalarında kadıların da çalışabileceklerini bunu kurtuluş savaşında ispatladıklarını üzerlerine düşen görevi fazlasıyla yaptıklarını her yerde tekrarlamıştı.
Kadının istihdamı konusuna da çok önem veren Atatürk kadınların tarlalarda ekip biçtiklerini merkeplerine binerek ürünlerini satmak için kasabalara pazarlara gittiklerini tavuğunu buğdayını sattıktan sonra kendi evinin ihtiyaçlarını alarak köyüne dönen kadınlar gördüğünü bu kadınların birçoğunun kocalarından daha iyi iş anladıklarını ve hesap yaptıklarına şahit olduğunu anlatmıştır. Kadınların
da her işi yapabileceğini söylemiştir. Yeter ki onlara eşit eğitim ve iş imkânları sağlansın demiştir. Akşehir civarındaki bir köyde halkla sohbet ederken kendisine en mühim sualleri soranların kadınlar olduğunu anlatmıştır.
Atatürk ülkeyi dolaşarak kamuoyunu kadın hakları konusunda yapacağı büyük değişikliklere hazırlıyordu. 2.TBMM’nin gerçekleştirdiği en önemli inkılaplardan birisi şüphesiz medeni kanunun kabulü idi. Atatürk’ün yaptığı inkılaplar içinde asıl güç olan ve büyük cesaret isteyen adım siyasi hakların tanınması değil medeni hakların kabulü idi. Çünkü kadının özel, hukuki statüsünü yeniden
düzenlemek evlenme, boşanma ve miras hukukunu değiştirmek ancak hukukun dini temeller yerine laik bir temele oturtmakla kâmildi.
Yeni bir ticaret kanunu, ceza kanunu veya seçim kanunu yapmak aile hukukunu değiştirmek kadar zor değildi. Ancak Atatürk kararlıydı. Laik, çağdaş, modern bir devlet kurmak için çağın gereksinimlerini karşılamayan aile ve miras hukukunu kapsamayan sadece Hanefi fıkhına dayanarak hazırlanan bir borçlar kanunu niteliğinde olan Mecelle’nin değişmesi gerekiyordu. Osmanlı Devleti Mecelle’deki
bu eksikliği gidermek için 1917’de Aile Kararnamesi çıkarmış o da 1919’da yürürlükten kaldırılmıştır.
Mecelle’de aile hukuku evlenme boşanma miras gibi konular yoktu. O halde Osmanlı Devleti’nde bu gibi konular hakkında nasıl neye göre hüküm veriliyordu. Şeriat hükümlerine, hadis ve fıkıh kitaplarına, eski içtihatlara bakılarak karar veriliyordu.
Mecelle’deki eksikliği gidermek için yeni bir medeni kanun yapma çalışmaları 1923’te başlamıştı. Ancak bu çalışmalar eski ile yeniyi bağdaştırma çalışmaları Mecelle’deki eksiklikleri giderme yönündeki çalışmalardı. Atatürk’ün istediği bu değildi. O kökten bir değişiklik istiyordu. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’a emir vererek yeni bir medeni kanun hazırlanmasını emretti. Eskiden yapılan
tüm çalışmalar iptal edildi. 26 kişilik bir komisyon kuruldu ve İsviçre Medeni Kanunu tercüme edilerek kabul edildi. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt medeni kanunu gerekçesini açıklarken şöyle demişti “ Kanunları dine dayalı devletler kısa bir zaman sonra ülkenin ve ulusun ihtiyaç ve isteklerini karşılayamazlar çünkü dinler değişmez hükümler getiriler yaşam yürür ihtiyaçlar hızla değişir.
Değişmemek dinler için bir zorunluluktur. Bu bakımdan dinlerin sadece bir vicdan işi olarak kalması eski uygarlıkla yeni uygarlığın en önemli ayırt edici özelliğinden birisidir. Mecelle’de aile hukuku ve miras hukuku ile ilgili bir bölüm yoktur. Diğer konularda da Mecelle’nin ancak 300 maddelik bir bölümü kullanılmaktadır. Aile ve miras hukuku ile ilgili problemleri çözmek için T.C. hâkimleri derme çatma eski hukuk kitaplarından din esaslarından çıkartılan bilgilerle yargı işini görmektedirler. Türk hâkimi hükümlerinde belli bir içtihat bir söz ve bir esasa bağlı değildi. Bundan dolayı herhangi bir sorunu çözmek için ülkenin bir yerinde verilen hüküm aynı şartlar altında bir başka yerde verilen hüküm ile çelişebiliyordu. Sonuç olarak Türk halkı adaletin uygulanmasında kuralsızlık ve kargaşa altında idi. 100 Yılımızın uygarlık ailesine mensup olan ulusların ihtiyaçları arasında esaslı bir fark yoktur. Toplumsal ve ekonomik
sürekli ilişkiler insanlığın büyük uygar bölümünü bir aile durumuna getirmiştir, getirmektedir.” Demekle o günün medeni kanununu hazırlayanlar küreselleşmeyi günümüz Dünyasını önceden görmüşlerdir.
MEDENİ KANUNLA TÜRK KADININA SAĞLANAN HAKLAR ÖZETLE ŞUNLARDIR
1. Çok eşlilik kaldırıldı.
2. Resmi nikâh getirildi. Kadınların şahitliği erkeklerle eşit hale getirildi.
3. Kadın ve erkek için evlenmede yaş sınırı getirilerek çok küçük yaşta evlenmelerin önüne geçildi.
4. Velilerin kızları adına evlenme akdi yapabilmeleri zorla evlendirilmeleri usulü kalktı. Temsilci yoluyla evlendirilme kalktı.
5. Boşanma yetkisi kadına da tanında eskiden sadece kocaya tanınmıştı. Koca bir sözle veya bir temsilci vasıtasıyla boşandığını eşine bildirebilirdi. Medeni kanun kadın ve erkeğe mahkeme önünde boşanma konusunda eşit haklar getirdi.
6. Boşanma halinde kadın ve çocuğun haklarını güvenceye alınacak haklar getirildi.
7. Evli kadının ekonomik haklarını daha iyi koruyan esaslar getirildi.
8. Miras hukukunda kadın ve erkek eşitliği sağlandı.
SİYASİ HAKLAR
Türk kadını 3 Nisan 1930’da Belediye 5 Aralık 1934’te Milletvekili seçme ve seçilme hakkını kazandı. Mustafa Kemal askerî zaferden sonra çıktığı yurt gezilerinde yaptığı konuşmalarında kadınların her konuda erkeklerle eşit haklara sahip olmaları gerektiğini işaret ediyordu. Fakat aynı tarihlerde TBMM’de seçim kanunu değiştirilirken (Nisan 1923) ilgi çekici tartışmalar oluyordu. Bu seçim
kanununda kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmediği gibi milletin bir ferdi olarak da sayılmıyordu. TBMM üye sayısı erkek nüfusa göre tespit edilmişti. Elbette milletin yarısını saymayan bir seçim sistemi demokratik olamazdı. Mustafa Kemal ile arkadaşları arasındaki en önemli fark burada açık bir biçimde ortaya çıkıyordu.
O meclisteki arkadaşları gibi kadınların oyları için vekâletlerinin kocalarında ya da babalarında olduğunu kabul etmiyor kadınların da erkekler gibi düşünme ve idrak etme kabiliyetlerine sahip olduklarını dolayısıyla onların erkeklerle eşit hak ve sorumluluklara sahip olmaları gerektiğini düşünüyor ve buna göre hareket ediyordu. Türk kadınlarına şahsiyet kazandırmaya kararlıydı. Çağdaş dünya gidişine ayak uydurmak için bunun şart olduğunu biliyordu. Kadınlara verilen seçme ve seçilme hakkından sonra yapılan ilk seçimde (1935)
18 kadın milletvekili parlamentoya girmişti.
Atatürk birçok Avrupa ülkesinden önce bu hakkı kadınlara tanımıştı. Fransa 1944, Yunanistan 1952, İtalya 1945, İsviçre 1971 gibi ülkeler Türkiye’den çok sonra kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıdılar. Atatürk Türk kadınına son derece güveniyor ve bu hakkı selahiyet ve liyakatla kullanacağını ifade ediyordu.
Atatürk sosyal ve kültürel hayatta kadının aktif olmasını istiyordu. Bizim sosyal hayatta geri kalışımızın sebebinin kadınlara karşı gösterdiğimiz alakasızlık olduğunu söylüyordu. Bir konuşmasında yaşamak demek faaliyet demektir. Bir heyet-i içtimaiyenin bir uzvu faaliyette bulunurken diğer uzvu atalette olursa o heyet-i içtimaiye felç olmuştur. Kadınlar heyet-i içtimaiyenin refahı saadeti için elzem olan çalışmaya da dahil olmalıdırlar diyordu. Atatürk daha Kurtuluş Savaşı’nın başında havzadan yayınladığı beyannamede işgalleri protesto mitingleri yapılmasını isterken bu vazifeyi hanımlardan da beklemişti. Kadınlar yapılan protesto mitinglerine katılmışlar.
Hatta kendileri miting düzenlemişlerdi. Atatürk savaştan sonra çıktığı bütün yurt gezilerine eşini de götürerek örnek olmuştu. Verdiği davet ve balolara kadınlarında katılmasına bilhassa önem vermişti. Atatürk kılık kıyafet konusunda da kadın erkek ayırımı yapmamış erkek kıyafetini medenileştirirken kadınlara da müsamaha edilmeyeceğini söylemiş ve kadın kıyafetini şu şekilde tarif etmişti. Kadınların sosyal iktisadi ve çalışma hayatında erkeklerle birlikte çalışmalarına engel olmayacak basit bir şekildir demişti. O hayatın her sahasında kadının erkekle birlikte yükselmesi ve Avrupa kadınlarının üstüne çıkmasını istiyordu.
GÜNÜMÜZDE DURUM
Atatürk hiçbir donmuş kalıplaşmış düstur bırakmadı. Zamanın süratle döndüğü bir Dünya’da asla değişmeyecek hükümler getireceğini iddia etmenin aklın ve ilmin gelişmesinin inkâr olduğunu söyledi. Atatürk’e göre bugün çağdaş olan yarın olmayabilir. Onun için çağdaş olmak demek daima ileriye yönelik olmak demek Atatürk’ün tuttuğu yol budur. Eğer biz Atatürk’ten sonra onun gösterdiği hedefler doğrultusunda kadın haklarını geliştirebilseydik bugün kadınlarımızın eğitim, istihdam, sağlık, kültürel ve sosyal hayattaki yerleri AB ülkelerinin çok üzerinde olacaktı. Ne yazık ki Atatürk’ten sonra kadın hakları alanındaki çalışmalar çok ağır yürümüştür.
Türkiye BM tarafından 1979 yılında düzenlenen 2.Dünya Kadın Konferans’ında “Kadınlara karşı her türlü ayırımcılığın kaldırılması sözleşmesi’ni kabul etmiş fakat medeni kanunumuz da ve diğer kanunumuzda tam eşitlikle bağdaşmayan bazı maddeler hala durduğu için Türkiye bu sözleşmenin bazı maddelerine çekince koyarak imzalamak zorunda kalmıştır ve 2002 Ocak tarihinde yürürlüğe giren yeni Türk Medeni Kanunundaki eşitlikçi düzenlemeler CEDAW sözleşmesine konulan çekincelerin gerekçelerini ortadan kaldırmıştır.
Ülkemiz tarafından CEDAW sözleşmesine konulan çekinceler 1926’dan beri aşağı yukarı hiçbir değişikliğe uğramamış olan Medeni Kanun’un kadın ve aile ile ilgili bazı maddelerinin çağımızın icatlarına göre değiştirilmesini gündeme getirmiştir. Yeni medeni kanunda bu konuda yapılan değişiklikler ana başlıklarıyla şunlardır;
1. Evlenme başvurusunun sadece erkeğin değil kadının da yerleşim yerindeki evlendirme memurluğuna yapılabileceği kabul edilmiştir.
2. Kocanın evin reisi hükmü kaldırılmıştır.
3. Konut seçme hakkı kocaya değil eşlere tanınmıştır.
4. Kadınların çalışması kocanın iznine bağlayan hüküm kaldırılmıştır.
5. Velayette kocanın üstün oyu kaldırılmıştır.
6. Edinilmiş mallara katılma mal birliği rejimi kabul edilmiştir. (2002’den itibaren daha öncekileri kapsamıyor.)
7. Vesayette ve mirasta eşitliği zedeleyen hükümler kaldırılmıştır.
2004 yılında Anayasanın 10. ve 90. maddelerinde yapılan değişiklikle kadın ve erkeğin her alanda eşit haklara eşit imkanlara kavuşması ve CEDAW sözleşmesi de dahil olmak üzere temel hak ve özgürlükleri hedef alan uluslararası belgelerin kanunların üzerine çıkarılması hükme bağlanmıştır.
Şu anda Türkiye’de Anayasamızda ve kanunlarımızda kadınlara karşı ayırımcılık yapan herhangi bir madde bulunmamaktadır.
Fakat bu gelişmelerin hayata geçirilmesi uygulanması sorunu en az verilmesi kadar önemlidir. Bugün hala Türkiye’de kadınların işgücü piyasasına katılma oranları oldukça küçüktür (Yaklaşık % 30) Çalışan kadınların çoğu evde veya tarlada çalışmaktadır. Söz konusu kadınlar herhangi bir ücret almadıkları gibi sosyal güvenceden de yoksundurlar. Ayrıca istatistiklerde Türk kadınlarının ücret açısından ayırımcılıkla karşılaştıkları yani eşit iş yapmalarına rağmen eşit ücret almadıkları bilinmektedir. Bu gün hala kadınların % 22.8’i okuma yazma bilmemektedir. Oysa Türkiye Pekin Konferansında 2000 yılına kadar kadın okuryazarlığını % 100’e çıkarmayı taahhüt etmişlerdi.
Kadının iş gücüne katılım oranları 1980’lerde % 40 iken şimdi % 23’e kadar düşmüştür. İşe en son alınanlar ve kriz dönemlerinde işten ilk çıkarılanlar kadınlar olmaktadır. Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi sürecinde ilk mağdurlar kadınlar olmaktadır. Kadınların % 57’si şiddete uğramaktadır. Dünya’nın her yerinde kadın şiddete uğramaktadır. Ancak Türkiye’de ki bu oran en üst sıralarda bulunmaktadır. Namus ve töre cinayetlerinden ölen kadın sayısı son yıllarda belli bir artış göstermektedir. Tecavüz ve taciz her alanda kadınları tehdit etmektedir.
Bununla mücadele etmek için her türlü önlem alınmaktadır. Türkiye’de 2002 genel seçimleri sonunda kadınlar ancak % 4.36 oranında parlamentoda temsil edilebilmektedir. Türkiye bu oranla 119 ülke arasında 103. sıradadır. Yerel meclislerde durum daha da vahimdir. Yerel yönetimde il genel meclisi üyelerinden % 1.4’ü, Belediye başkanlarının % 5.5, belediye meclisi üyelerini de %
1.6 ‘sı kadındır. 2002 seçimlerinde 526 erkek milletvekiline karşı 24 kadın milletvekili parlamentoya girebilmiştir. Oran % 4.4’tür. Oysa Atatürk’ün yaptırdığı ilk seçimlerde 377 erkek milletvekiline karşı 18 kadın milletvekili vardı. Kadın oranı % 4.6 idi. Şu anda bile Türkiye bunun gerisindedir. Dünya genelinde ülkemizde çok yüksek olan bebek ölüm hızı 1988’de % 58 iken 2003’te % 28.7 ye düşmüştür. 1989’da yüz binde 132 olan anne ölüm hızı 2004’te yüz binde 70’e düşmüştür.
Kamuda görevli memurlardan 2.197.000 memurdan % 33.1’i kadındır. Ancak şeften müsteşarlığa uzanan orta ve üst düzey yönetici dağılımında kadınların oranı çok düşüktür.42.837 yöneticiden 12.532’si yani %29.3’ü kadındır. Yönetim kademesi arttıkça kadın sayısı azalmaktadır. Daire başkanlarının %10.9’u genel müdürlerin % 6’sı Müsteşar Yardımcılarının %4.3’ü müsteşarların tamamı 19
Müsteşar erkeklerden oluşuyor. Adalet Bakanlığında 208 hakim ve savcıdan 22’si, yani %10.6’sı kadındır. Şu anda Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Danıştay Başkanı kadın olmasına rağmen tüm Adalet Bakanlığında kadın sayısı %19.7’dir. Dışişlerinde 187 büyükelçiden 8‘i, 38 elçiden 8’i kadındır. İçişlerinde 573 vali ve yardımcısının tamamı erkek 721 kaymakamdan sadece 7’si kadındır. Sağlık
Bakanlığındaki 42.486 doktordan % 33.8 kadındır. Üniversitelerde 500 dekandan 49’u, 79 Rektörden 3’ü kadındır.
507 üyeli TÜSİAD’ın % 95’i erkek Barolar birliğinin % 21.6 sı kadın TÜBİTAK’ın % 14.3’ü Noterler Birliği’nin % 20.6 sı kadındır. İşgücündeki kadınların
%56.8i Tarımda % 14.4’ü sanayide, % 28’i hizmet sektöründe görev yapmaktadır. Yüksek öğretimde 67.880 öğretim elemanından %39’u kadın toplam profesörler içinde kadın oranı ise % 24.8’dir. (Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü)
AB’ye girişin olmazsa olmaz şartlarından birisi kadın erkek eşitliği konusudur. Türkiye kadın erkek eşitliği konusunda AB standartlarını
yakalamadıkça asla AB ‘ne üye olamayacaktır.
***