SON GELİŞMELER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SON GELİŞMELER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Kasım 2019 Perşembe

ATATÜRK’ÜN KADIN HAKLARI REFORMU BM VE AB’DE KADIN HAKLARI İLE İLGİLİ SON GELİŞMELER

ATATÜRK’ÜN KADIN HAKLARI REFORMU BM VE AB’DE KADIN HAKLARI İLE İLGİLİ SON GELİŞMELER 


Prof. Dr. Hale ŞIVGIN
* Gazi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü 


      BM Teşkilatı kuruluşundan itibaren Kadın konusu ile yakından ilgilenmiş ve yayınladığı insan hakları bildirgesi ile kadın erkek eşitliği ile tüm dünya’ya ilan etmiştir. BM içinde kadının statüsü komisyonu vardır (1946) ve BM Dört Defa Dünya Kadın Konferansı düzenlemiştir. Özellikle 1975 yılından itibaren tüm Dünya’da Kadın Hakları konusunda çok büyük bir atılım ve ilerleme gözlenmektedir. 

1975 yılında BM tarafından birincisi düzenlenen (Mexico City’de) Dünya Kadın Konferansının ardından 1975 – 1985 yılları arasındaki dönem Kadın 10 yılı olarak ilan edilmiştir. Kadın konusunda yaklaşım değişikliği de yine bu çalışmalar sonucunda gerçekleşmiş kadın artık destek ve yardımın nesnesi değil kalkınmanın temel ve eşit öznesi olarak algılanmaya başlanmıştır. 

Yine BM tarafından 1979 yılında düzenlenen 2. Dünya Kadın Konferansında “Kadınlara karşı her türlü ayırımcılığın ortadan kaldırılması sözleşmesi” (CEDAW) kabul edilmiş Türkiye’nin de dahil olduğu üye ülkeler tarafından imzalanmıştır. BM tarafından düzenlenen 3. Dünya Kadın Konferansı 1985’te Nairobi’de toplanmış “BM kadın on yılının başarılarının gözden geçirilmesi ve değerlendirilmesi” konusu ele alınmıştır. Burada kadının ilerlemesi için Nairobi ileriye yönelik stratejiler kabul edilmiştir. 

BM düzenlediği 4. Dünya Kadın Konferansı Pekin’de toplanmıştır. Bu konferans aynı zamanda bir taahhütler konferansı olarak da adlandırılmıştır. Konferansın sonucunda Pekin Deklarasyonu ve Pekin eylem platformu adında iki belge kabul edilmiştir. Türkiye her iki belgeyi de hiçbir çekince koymadan kabul etmiştir. 

Pekin Deklarasyonu hükûmetleri kadının güçlenmesi ve ilerlemesi, kadın erkek eşitliğinin geliştirilmesi toplumsal cinsiyet perspektifinin ana politika ve programlara yerleştirilmesi konularında yükümlü kılmaktadır. Yani Pekin eylem platformunun hayata geçirilmesini öngörmektedir. 
Eylem platformu ise kadının özel ve kamusal alana tam ve eşit katılımı önündeki engellerin, kadınların ekonomik, siyasi, kültürel, sosyal ve karar alma pozisyonlarında ve mekanizmalarında yer almaları yoluyla ortadan kaldırılabileceğini ifade etmektedir. 
Eylem Platformunun uygulanması ve izlenmesinde temel görev hükûmetlere verilmiştir. 

4. Kadın konferansından sonra 2000 yılında Newyork’ da “ Kadın 2000: 21. yüzyıl için toplumsal cinsiyet eşitliği kalkınma ve barış” konulu bir özel oturum gerçekleştirilmiş Türkiye buna 23 kişilik resmi bir heyetle katılmıştır. Sonuçta siyasi Deklarasyon ve sonuç belgesi kabul edilmiştir. Hükûmetler burada siyasi Deklarasyonla 1976 – 1985 yıllarının bir özeti olan Nairobi Konferansı ve 1995 
Pekin Deklarasyonu ve Pekin Eylem Planına konulan hedefleri ve verdikleri taahhütleri teyit etmişlerdir. 

Dünya’nın en büyük ekonomik güçlerinden birisi olan AB ‘nin en temel hedeflerinden birisi üye ülkelerde kadın hakları konusunda tam bir fırsat eşitliği sağlamaktır. AB’de 1957’de Roma Anlaşmasıyla başlayan fırsat eşitliği çalışmaları günümüzde de tüm hızıyla devam etmektedir. 1995‘te BM tarafında gerçekleştirilen 4. Kadın konferansında kabul edilen Pekin eylem platformu AB 1997’de imzaladığı Amsterdam anlaşması ile Avrupa’nın resmi taahhütü haline getirilmiştir. Amsterdam’da ayrıca eğitim, istihdam ve karar alma alanların daki önlemlerin vurgulandığı ortak bir AB eşitlik gündemi ortaya çıkmıştır. Her türlü şiddet kınanmıştır. AB kadınların istihdam oranı ABD’den ¼ oranında daha düşüktür. AB kadınların istihdam oranın yükseltmek ve fırsat eşitliğini sağlamak için sürekli yeni önlemler almaktadır. (ABD’ de kadınların %67 ‘si AB ise%51 istihdam edilmektedir 1998) 1999’da Helsinki zirvesinde devletler kadın ve erkekler arasında fırsat eşitliğine özellikle dikkate alma iradelerini bir kez daha açıkça belirtmişlerdir. 

Cinsiyetler arasındaki farkla mücadele için istihdamdaki cinsler arası farklılık giderilmeye çalışılarak kadınların sadece belirli ekonomik sektörlerde yeterince temsil edilmemesi ve bazı sektörlerde de gereğinden fazla temsil edilmelerini düzeltecek tedbirler alınacak devletler eşit işe eşit ücret ödeyeceklerdir. Çalışma ve aile yaşamı uzlaştırılacaktır. (Doğum izni vs…) 

Sadece istihdam değil eğitim alanında da Leonardo Da Vinci, Socrates gibi programlarda kadın erkek eşitliği için önlemler alınmaktadır. 

Tüm üye devletlerdeki siyasi partilerde kadınların daha fazla yer almasını sağlayacak sistemler kampanyalar düzenlemektedirler. 

AB içinde kadınların karar alma sürecine en yüksek düzeyde katılımı bölgesel düzeyde gerçekleşmektedir. (1998’de bölgesel hükûmetlerde % 24, bölgesel parlamentolarda % 27.8) ulusal parlamentolara katılım ise ortalama 1998 ‘de % 17.5 düzeyindedir. Bu rakamlar kadın katılımının düşük olduğunu göstermektedir. 2700 sivil toplum kuruluşunun katılımıyla 1990’da Avrupa kadın lobisi kurulmuştur. AB ile kadın kuruluşları arasında temas noktası olarak hizmet vermektedir. 

AB’de eşit haklar tanıyan mevzuatın yürürlüğe girmesi için çabalar yoğunlaştırıl mıştır. Topluluk hukuku kadın ve erkeklere eşit fırsatlar tanınmasına ve eşit muameleye tabi tutulmasını amaçlamaktadır. Ayrıca eşit hakları bilerek ve bilmeyerek ihlal edilen kişi önce ulusal mahkemelere eğer burada çözülemiyorsa Lüksemburg da bulunan Avrupa Adalet Divanına havale edebilir. Ulusal hukuk 
çerçevesinde haksızlık telafi edilemiyorsa doğrudan topluluk hukukunun uygulanması mümkün olabilir. Hakları ihlal edilen kişi direkt Avrupa Komisyonuna da başvurabilir. Komisyon ulusal makamlardan açıklama isteyebilir. Adalet divanı bu güne kadar kadın erkek eşitsizliği konusunda çok sayıda önemli karar vermiştir. Bu kadar çok sayıda başvuru olması da topluluk düzeyinde kadınların bilincinin yükseldiğini gösterir. 

Kadın erkek fırsat eşitliğinin teşvik edilmesi için kurulan fonlardan yardım alınabilir. Fonların genel amaçlarından biri kadın erkek fırsat eşitliğinin teşvik edilmesidir. Kurulan fonlar kadınların işyeri açması kırsal bölgelerdeki kadının güçlendirilmesi iş gücü piyasasına daha fazla kadının yönlendirilmesi gibi konuların her biri için ayrı fonlar kurulmuştur. 

NOW: (Kadınlar için yeni fırsatlar) adlı topluluk kadınların mesleki eğitimine ilişkin çok sayıda projeyi finanse edilmektedir. Now ülkeler arasındaki uygulanan 1700 yenilikçi projeyi finanse edecektir. 
Bu nedenle kadınlara ilişkin en büyük AB Programıdır. Bunun dışında DAPHNE programı gibi kadın ve çocuklara yönelik şiddetle mücadele konusuna ayrılmış fonlarda vardır. 

Kadın erkek eşitliği AB’ye giriş için bir şarttır. AB yasalara dayanan bir birliktir. Bütün üye devletler için geçerli olan ortak haklar ve yükümlülükler manzumesine “topluluk müktesebatı” adı verilmektedir. AB üyeliğinin ilk şartı aday ülkelerin söz konusu müktesebatı kabul etmeleri kendi mevzuatlarını buna uydurmaları ve daha sonra da benimsenmiş olan yasaları uygulamalarıdır. Aday ülke statüsünde olan Türkiye’nin AB’ye girmek için bir şart olarak eşit fırsatlar alanındaki müktesebatı benimsemeleri gerekmektedir. Bu eşit ücret, 
eşit iş ve terfi imkânı sosyal güvenlik ve serbest meslek alanında eşit muamele serbest meslek mensuplarının korunması çalışan annelerin korunması doğum izni ve cinsiyete dayalı ayırımcılık davalarında kanıtlama yükümlülüğü alanındaki mevzuatı içermektedir. Türkiye öteki aday ülkeler gibi her alandaki mevzuatını AB’ye uyumlu hale getirmek için üyelik öncesi stratejisinden yararlanacaktır. Türkiye kanunlarının AB müktesebatı ile uyumlu hale gelip gelmediği incelenecek bir değerlendirme süreci geçirilecektir. Bundan sonra Türkiye ve AB arasında bir üyelik ortaklığı hazırlanacak ve Türkiye müktesebatın benimsenmesi için bir ulusal program hazırlayacaktır. Türkiye ayrıca üyelik öncesi topluluk programlarına kuruluşlarına ve mali yardıma hak kazanacaktır. 

Türkiye Pekin Deklarasyonunun kabul edilmesinden sonra (4. Kadın konferansı) kadınların ilerlemesine yönelik çabaları ve eylemleri yoğunlaştırmayı kararlaştırdı. Bu amaçla devlet kuruluşları kadın örgütleri siyasi partiler meslek kuruluşları ve medyanın katılımı ile ulusal eylem planı hazırlandı. Türkiye Aralık 1996’da şu hedefleri belirledi; 

1. Kadınlara karşı her türlü ayırımcılığın ortadan kaldırılması sözleşmesi (CEDAW) ne karşı çekinceleri kaldırılması 
2. Zorunlu temel eğitimin 5 yıldan 8 yıla çıkarılması ve kadınlar arasındaki okur-yazarlık oranının 2000’ e kadar %2 artırılması 
3. Ana ve çocuk ölümlerinin yarı yarıya azaltılması AB NİN KADINLARLA İLGİLİ HEDEFLERİNİN BUNDAN 83 YIL ÖNCE ATATÜRK TARAFINDAN DÜŞÜNÜLMESİ 

Atatürk’ün düşünceleri tutarlı bir bütün oluşturur. Atatürk’ün kadının hakları ve toplumdaki yeri ile ilgili görüşleri bu bütünün önemli bir unsurudur. 

Atatürk yeni Türk devletini kurarken modern çağdaş ve laik bir devlet kurmayı hedeflemiştir. Atatürk çağdaş uygarlığa geçerken elbette kadın erkek ayırımı yapamazdı. Atatürk inkılaplarında her konuda kadın erkek birlikte düşünülmüştü. Çünkü ona göre insanlar iki cins olarak yaratılmıştı bunlar birbirinin tamamlayıcısı idi. Atatürk kadınları ilimde, sosyal hayatta ve ekonomik (iktisadi) hayatta erkeğin şeriki (ortağı), refiki (arkadaşı), muavin ve müzahiri (koruyucusu arka çıkanı) yapmayı hedefliyordu. Atatürk kadınları erkeklerin 
sadece yardımcısı değil aynı zamanda ortağı arkadaşı olarak görüyordu. Cemiyetin yarısını ilerletirken yarısını cahil bırakmak inkılapların başarıya ulaşmaması demekti. 

Ayrıca Atatürk’ün kadını erkekle eşit bir statüye getirmek istemesi onun demokrasi anlayışını da yansıtıyordu. Toplumun yarısının bir takım medeni haklardan yoksun bırakmak demokrasiye ters bir tutum idi. Atatürk tam anlamıyla demokrasinin uygulanabilmesi için kadına da erkeklerle eşit haklar verilmesini savunuyordu. 

Osmanlı İmparatorluğu’nda en zor kabul edilecek reform konusu kadın reformuydu. Çünkü kadınlık konusu bir tabu gibi idi. Tanzimat reformu ile çağdaş anlamda bir hukuk devletinin kurulmasına başlanmış olduğu söylenebilir. Ancak Tanzimat’la getirilmek istenen eşitliğin sadece erkekler için geçerli bir ilke olduğu sanılmıştır. 

Ne var ki zamanla kadının içinde bulunduğu koşullar değişmedikçe çağdaş bir hukuk devleti meydana getirilemeyeceği anlaşıldı ve bu tarihten itibaren kadın hakları doğrultusunda emeklemelerin başladığı görülüyordu. 

Atatürk inkılaplarının birçoğu Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde de söz konusu edilmiş. (Tek eşlilik, eğitim hakkı, görücü usulünün kalkması, giyim özgürlüğü, boşanma sisteminin değişimi, kadınların çalışması v.s.) Ancak 100 – 150 yıllık bir dönemde özellikle kadın hakları konusunda somut bir sonuç alınamamıştır. Ancak 1917’de çıkarılan Aile Kararnamesi ile kadın himaye edilmeye çalışılmış kadına bazı müstesna hallerde boşanma hakkı tanınmış çok evliliğin olabilmesi ilk eşin müsaadesine bağlanmıştı. Yani Meşrutiyet 
döneminde de kadın sorunu kesin sonuçlara varmaktan uzak tereddüt ve çelişkiler içinde Mustafa Kemal’in soruna el koymasına kadar bu şekilde sürüp gitti. 

Atatürk’e göre Türk toplumunun gelişip yükselebilmesi için Türk kadınlarının içinde bulundukları haksız statüden kurtulmaları gerekiyordu. Bu onların en doğal hakları vazgeçilmez insan haklarının bir parçasıydı. 

Atatürk kadın meselesinde çok cesur olmak gerektiğini onların açılmasının dimağlarının ilim ve fen ile doldurulmasının korkulacak bir şey olmadığını bu gibi endişelerin yersiz olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Kadınların da düşünebilen, idrak edebilen, zeka seviyesi yönünden hiç de erkeklerden aşağı olamayan bireyler olduklarını onları korumak bahanesiyle kapatmanın eve hapsetmenin tamamen erkeklerin bencilliğinden kaynaklandığını söylüyordu. Atatürk’e göre kadın eğitimi çok önemli idi. Kadınlar erkeklerin geçtiği bütün tahsil 
derecelerinden geçmeliydi. Hatta kadınlar erkeklerden daha fazla bilgili olmaya mecburdu. Çünkü ilk eğitim verilen yer ana kucağı idi. Eğitim konusunda yapılan en önemli inkılap Tevhid-i Tedrisat Kanununun 3 Mart 1924’te çıkarılmasıydı. Bu kanun ile tüm eğitim kurumları Millî Eğitim Bakanlığının denetimine alınıyor, tüm Medrese ve Vakıf Okulları Millî Eğitim Bakanlığına bağlanıyordu. Bu kanunla 
laik, çağdaş, eşit eğitim imkânları getirilmiş ilköğretim kız ve erkekler için parasız ve mecburi hale getirilmiştir. Bu kanundan kız ve erkek öğrencilerin istifadesi aynı olmuştur. Atatürk 1923 Meclisi açılış nutkunda eğitimde birlik sosyal ilerlememiz bakımından çok önemlidir demiştir. Atatürk eğitimde birlikten söz ederken aynı zamanda kadın erkek eşitliğini de kastetmiştir. Atatürk kadın eğitimine son derece önem vermiştir. Dinimizin de hiçbir şekilde kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmediğini aksine Müslüman kadın ve erkeğin her ikisini de eğitimin her kademesine kadar yükselmelerini ilim ve irfanı aramalarını nerede bulurlarsa oraya gitmelerini ve ilimle mücehhez olmak mecburiyetinde olduklarını söylemiştir. Bir topluluğun kadın erkek tüm fertleri aynı gaye için yürümezlerse o toplumun gelişip ilerlemesine ilim ve fen öğrenmesine imkân yoktur. 

Atatürk’ün kadın eğitimi konusuna verdiği önemi yansıtan çok fazla örnek vardır. Atatürk çağdaş, laik, modern Türkiye’yi kurarken reformları bizzat yapıyor aynı zamanda çeşitli yerlerde yaptığı konuşmalarla bu yapacağı reformların fikri hazırlığını da yapıyordu. Atatürk erkeklere açık olan bütün iş sahalarının kadınlara da açılmasını istemişti. Savaştan sonra vatanın yeniden imarını erkekler kadar kadınlardan da beklemişti. Sosyal hayatta da kadının yerini almasını arzu etmişti. Erkeklerin çalıştıkları bütün iş sahalarında kadıların da çalışabileceklerini bunu kurtuluş savaşında ispatladıklarını üzerlerine düşen görevi fazlasıyla yaptıklarını her yerde tekrarlamıştı. 

Kadının istihdamı konusuna da çok önem veren Atatürk kadınların tarlalarda ekip biçtiklerini merkeplerine binerek ürünlerini satmak için kasabalara pazarlara gittiklerini tavuğunu buğdayını sattıktan sonra kendi evinin ihtiyaçlarını alarak köyüne dönen kadınlar gördüğünü bu kadınların birçoğunun kocalarından daha iyi iş anladıklarını ve hesap yaptıklarına şahit olduğunu anlatmıştır. Kadınların 
da her işi yapabileceğini söylemiştir. Yeter ki onlara eşit eğitim ve iş imkânları sağlansın demiştir. Akşehir civarındaki bir köyde halkla sohbet ederken kendisine en mühim sualleri soranların kadınlar olduğunu anlatmıştır. 

Atatürk ülkeyi dolaşarak kamuoyunu kadın hakları konusunda yapacağı büyük değişikliklere hazırlıyordu. 2.TBMM’nin gerçekleştirdiği en önemli inkılaplardan birisi şüphesiz medeni kanunun kabulü idi. Atatürk’ün yaptığı inkılaplar içinde asıl güç olan ve büyük cesaret isteyen adım siyasi hakların tanınması değil medeni hakların kabulü idi. Çünkü kadının özel, hukuki statüsünü yeniden 
düzenlemek evlenme, boşanma ve miras hukukunu değiştirmek ancak hukukun dini temeller yerine laik bir temele oturtmakla kâmildi. 

Yeni bir ticaret kanunu, ceza kanunu veya seçim kanunu yapmak aile hukukunu değiştirmek kadar zor değildi. Ancak Atatürk kararlıydı. Laik, çağdaş, modern bir devlet kurmak için çağın gereksinimlerini karşılamayan aile ve miras hukukunu kapsamayan sadece Hanefi fıkhına dayanarak hazırlanan bir borçlar kanunu niteliğinde olan Mecelle’nin değişmesi gerekiyordu. Osmanlı Devleti Mecelle’deki 
bu eksikliği gidermek için 1917’de Aile Kararnamesi çıkarmış o da 1919’da yürürlükten kaldırılmıştır. 

Mecelle’de aile hukuku evlenme boşanma miras gibi konular yoktu. O halde Osmanlı Devleti’nde bu gibi konular hakkında nasıl neye göre hüküm veriliyordu. Şeriat hükümlerine, hadis ve fıkıh kitaplarına, eski içtihatlara bakılarak karar veriliyordu. 

Mecelle’deki eksikliği gidermek için yeni bir medeni kanun yapma çalışmaları 1923’te başlamıştı. Ancak bu çalışmalar eski ile yeniyi bağdaştırma çalışmaları Mecelle’deki eksiklikleri giderme yönündeki çalışmalardı. Atatürk’ün istediği bu değildi. O kökten bir değişiklik istiyordu. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’a emir vererek yeni bir medeni kanun hazırlanmasını emretti. Eskiden yapılan 
tüm çalışmalar iptal edildi. 26 kişilik bir komisyon kuruldu ve İsviçre Medeni Kanunu tercüme edilerek kabul edildi. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt medeni kanunu gerekçesini açıklarken şöyle demişti “ Kanunları dine dayalı devletler kısa bir zaman sonra ülkenin ve ulusun ihtiyaç ve isteklerini karşılayamazlar çünkü dinler değişmez hükümler getiriler yaşam yürür ihtiyaçlar hızla değişir. 
Değişmemek dinler için bir zorunluluktur. Bu bakımdan dinlerin sadece bir vicdan işi olarak kalması eski uygarlıkla yeni uygarlığın en önemli ayırt edici özelliğinden birisidir. Mecelle’de aile hukuku ve miras hukuku ile ilgili bir bölüm yoktur. Diğer konularda da Mecelle’nin ancak 300 maddelik bir bölümü kullanılmaktadır. Aile ve miras hukuku ile ilgili problemleri çözmek için T.C. hâkimleri derme çatma eski hukuk kitaplarından din esaslarından çıkartılan bilgilerle yargı işini görmektedirler. Türk hâkimi hükümlerinde belli bir içtihat bir söz ve bir esasa bağlı değildi. Bundan dolayı herhangi bir sorunu çözmek için ülkenin bir yerinde verilen hüküm aynı şartlar altında bir başka yerde verilen hüküm ile çelişebiliyordu. Sonuç olarak Türk halkı adaletin uygulanmasında kuralsızlık ve kargaşa altında idi. 100 Yılımızın uygarlık ailesine mensup olan ulusların ihtiyaçları arasında esaslı bir fark yoktur. Toplumsal ve ekonomik 
sürekli ilişkiler insanlığın büyük uygar bölümünü bir aile durumuna getirmiştir, getirmektedir.” Demekle o günün medeni kanununu hazırlayanlar küreselleşmeyi günümüz Dünyasını önceden görmüşlerdir. 

MEDENİ KANUNLA TÜRK KADININA SAĞLANAN HAKLAR ÖZETLE ŞUNLARDIR 

1. Çok eşlilik kaldırıldı. 
2. Resmi nikâh getirildi. Kadınların şahitliği erkeklerle eşit hale getirildi. 
3. Kadın ve erkek için evlenmede yaş sınırı getirilerek çok küçük yaşta evlenmelerin önüne geçildi. 
4. Velilerin kızları adına evlenme akdi yapabilmeleri zorla evlendirilmeleri usulü kalktı. Temsilci yoluyla evlendirilme kalktı. 
5. Boşanma yetkisi kadına da tanında eskiden sadece kocaya tanınmıştı. Koca bir sözle veya bir temsilci vasıtasıyla boşandığını eşine bildirebilirdi. Medeni kanun kadın ve erkeğe mahkeme önünde boşanma konusunda eşit haklar getirdi. 
6. Boşanma halinde kadın ve çocuğun haklarını güvenceye alınacak haklar getirildi. 
7. Evli kadının ekonomik haklarını daha iyi koruyan esaslar getirildi. 
8. Miras hukukunda kadın ve erkek eşitliği sağlandı. 

SİYASİ HAKLAR 

Türk kadını 3 Nisan 1930’da Belediye 5 Aralık 1934’te Milletvekili seçme ve seçilme hakkını kazandı. Mustafa Kemal askerî zaferden sonra çıktığı yurt gezilerinde yaptığı konuşmalarında kadınların her konuda erkeklerle eşit haklara sahip olmaları gerektiğini işaret ediyordu. Fakat aynı tarihlerde TBMM’de seçim kanunu değiştirilirken (Nisan 1923) ilgi çekici tartışmalar oluyordu. Bu seçim 
kanununda kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmediği gibi milletin bir ferdi olarak da sayılmıyordu. TBMM üye sayısı erkek nüfusa göre tespit edilmişti. Elbette milletin yarısını saymayan bir seçim sistemi demokratik olamazdı. Mustafa Kemal ile arkadaşları arasındaki en önemli fark burada açık bir biçimde ortaya çıkıyordu. 

O meclisteki arkadaşları gibi kadınların oyları için vekâletlerinin kocalarında ya da babalarında olduğunu kabul etmiyor kadınların da erkekler gibi düşünme ve idrak etme kabiliyetlerine sahip olduklarını dolayısıyla onların erkeklerle eşit hak ve sorumluluklara sahip olmaları gerektiğini düşünüyor ve buna göre hareket ediyordu. Türk kadınlarına şahsiyet kazandırmaya kararlıydı. Çağdaş dünya gidişine ayak uydurmak için bunun şart olduğunu biliyordu. Kadınlara verilen seçme ve seçilme hakkından sonra yapılan ilk seçimde (1935) 
18 kadın milletvekili parlamentoya girmişti. 

Atatürk birçok Avrupa ülkesinden önce bu hakkı kadınlara tanımıştı. Fransa 1944, Yunanistan 1952, İtalya 1945, İsviçre 1971 gibi ülkeler Türkiye’den çok sonra kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıdılar. Atatürk Türk kadınına son derece güveniyor ve bu hakkı selahiyet ve liyakatla kullanacağını ifade ediyordu. 

Atatürk sosyal ve kültürel hayatta kadının aktif olmasını istiyordu. Bizim sosyal hayatta geri kalışımızın sebebinin kadınlara karşı gösterdiğimiz alakasızlık olduğunu söylüyordu. Bir konuşmasında yaşamak demek faaliyet demektir. Bir heyet-i içtimaiyenin bir uzvu faaliyette bulunurken diğer uzvu atalette olursa o heyet-i içtimaiye felç olmuştur. Kadınlar heyet-i içtimaiyenin refahı saadeti için elzem olan çalışmaya da dahil olmalıdırlar diyordu. Atatürk daha Kurtuluş Savaşı’nın başında havzadan yayınladığı beyannamede işgalleri protesto mitingleri yapılmasını isterken bu vazifeyi hanımlardan da beklemişti. Kadınlar yapılan protesto mitinglerine katılmışlar. 

Hatta kendileri miting düzenlemişlerdi. Atatürk savaştan sonra çıktığı bütün yurt gezilerine eşini de götürerek örnek olmuştu. Verdiği davet ve balolara kadınlarında katılmasına bilhassa önem vermişti. Atatürk kılık kıyafet konusunda da kadın erkek ayırımı yapmamış erkek kıyafetini medenileştirirken kadınlara da müsamaha edilmeyeceğini söylemiş ve kadın kıyafetini şu şekilde tarif etmişti. Kadınların sosyal iktisadi ve çalışma hayatında erkeklerle birlikte çalışmalarına engel olmayacak basit bir şekildir demişti. O hayatın her sahasında kadının erkekle birlikte yükselmesi ve Avrupa kadınlarının üstüne çıkmasını istiyordu. 

GÜNÜMÜZDE DURUM 

Atatürk hiçbir donmuş kalıplaşmış düstur bırakmadı. Zamanın süratle döndüğü bir Dünya’da asla değişmeyecek hükümler getireceğini iddia etmenin aklın ve ilmin gelişmesinin inkâr olduğunu söyledi. Atatürk’e göre bugün çağdaş olan yarın olmayabilir. Onun için çağdaş olmak demek daima ileriye yönelik olmak demek Atatürk’ün tuttuğu yol budur. Eğer biz Atatürk’ten sonra onun gösterdiği hedefler doğrultusunda kadın haklarını geliştirebilseydik bugün kadınlarımızın eğitim, istihdam, sağlık, kültürel ve sosyal hayattaki yerleri AB ülkelerinin çok üzerinde olacaktı. Ne yazık ki Atatürk’ten sonra kadın hakları alanındaki çalışmalar çok ağır yürümüştür. 

Türkiye BM tarafından 1979 yılında düzenlenen 2.Dünya Kadın Konferans’ında “Kadınlara karşı her türlü ayırımcılığın kaldırılması sözleşmesi’ni kabul etmiş fakat medeni kanunumuz da ve diğer kanunumuzda tam eşitlikle bağdaşmayan bazı maddeler hala durduğu için Türkiye bu sözleşmenin bazı maddelerine çekince koyarak imzalamak zorunda kalmıştır ve 2002 Ocak tarihinde yürürlüğe giren yeni Türk Medeni Kanunundaki eşitlikçi düzenlemeler CEDAW sözleşmesine konulan çekincelerin gerekçelerini ortadan kaldırmıştır. 
Ülkemiz tarafından CEDAW sözleşmesine konulan çekinceler 1926’dan beri aşağı yukarı hiçbir değişikliğe uğramamış olan Medeni Kanun’un kadın ve aile ile ilgili bazı maddelerinin çağımızın icatlarına göre değiştirilmesini gündeme getirmiştir. Yeni medeni kanunda bu konuda yapılan değişiklikler ana başlıklarıyla şunlardır; 

1. Evlenme başvurusunun sadece erkeğin değil kadının da yerleşim yerindeki evlendirme memurluğuna yapılabileceği kabul edilmiştir. 
2. Kocanın evin reisi hükmü kaldırılmıştır. 
3. Konut seçme hakkı kocaya değil eşlere tanınmıştır. 
4. Kadınların çalışması kocanın iznine bağlayan hüküm kaldırılmıştır. 
5. Velayette kocanın üstün oyu kaldırılmıştır. 
6. Edinilmiş mallara katılma mal birliği rejimi kabul edilmiştir. (2002’den itibaren daha öncekileri kapsamıyor.) 
7. Vesayette ve mirasta eşitliği zedeleyen hükümler kaldırılmıştır. 

2004 yılında Anayasanın 10. ve 90. maddelerinde yapılan değişiklikle kadın ve erkeğin her alanda eşit haklara eşit imkanlara kavuşması ve CEDAW sözleşmesi de dahil olmak üzere temel hak ve özgürlükleri hedef alan uluslararası belgelerin kanunların üzerine çıkarılması hükme bağlanmıştır. 

Şu anda Türkiye’de Anayasamızda ve kanunlarımızda kadınlara karşı ayırımcılık yapan herhangi bir madde bulunmamaktadır. 
Fakat bu gelişmelerin hayata geçirilmesi uygulanması sorunu en az verilmesi kadar önemlidir. Bugün hala Türkiye’de kadınların işgücü piyasasına katılma oranları oldukça küçüktür (Yaklaşık % 30) Çalışan kadınların çoğu evde veya tarlada çalışmaktadır. Söz konusu kadınlar herhangi bir ücret almadıkları gibi sosyal güvenceden de yoksundurlar. Ayrıca istatistiklerde Türk kadınlarının ücret açısından ayırımcılıkla karşılaştıkları yani eşit iş yapmalarına rağmen eşit ücret almadıkları bilinmektedir. Bu gün hala kadınların % 22.8’i okuma yazma bilmemektedir. Oysa Türkiye Pekin Konferansında 2000 yılına kadar kadın okuryazarlığını % 100’e çıkarmayı taahhüt etmişlerdi. 

Kadının iş gücüne katılım oranları 1980’lerde % 40 iken şimdi % 23’e kadar düşmüştür. İşe en son alınanlar ve kriz dönemlerinde işten ilk çıkarılanlar kadınlar olmaktadır. Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi sürecinde ilk mağdurlar kadınlar olmaktadır. Kadınların % 57’si şiddete uğramaktadır. Dünya’nın her yerinde kadın şiddete uğramaktadır. Ancak Türkiye’de ki bu oran en üst sıralarda bulunmaktadır. Namus ve töre cinayetlerinden ölen kadın sayısı son yıllarda belli bir artış göstermektedir. Tecavüz ve taciz her alanda kadınları tehdit etmektedir. 

Bununla mücadele etmek için her türlü önlem alınmaktadır. Türkiye’de 2002 genel seçimleri sonunda kadınlar ancak % 4.36 oranında parlamentoda temsil edilebilmektedir. Türkiye bu oranla 119 ülke arasında 103. sıradadır. Yerel meclislerde durum daha da vahimdir. Yerel yönetimde il genel meclisi üyelerinden % 1.4’ü, Belediye başkanlarının % 5.5, belediye meclisi üyelerini de % 

1.6 ‘sı kadındır. 2002 seçimlerinde 526 erkek milletvekiline karşı 24 kadın milletvekili parlamentoya girebilmiştir. Oran % 4.4’tür. Oysa Atatürk’ün yaptırdığı ilk seçimlerde 377 erkek milletvekiline karşı 18 kadın milletvekili vardı. Kadın oranı % 4.6 idi. Şu anda bile Türkiye bunun gerisindedir. Dünya genelinde ülkemizde çok yüksek olan bebek ölüm hızı 1988’de % 58 iken 2003’te % 28.7 ye düşmüştür. 1989’da yüz binde 132 olan anne ölüm hızı 2004’te yüz binde 70’e düşmüştür. 

Kamuda görevli memurlardan 2.197.000 memurdan % 33.1’i kadındır. Ancak şeften müsteşarlığa uzanan orta ve üst düzey yönetici dağılımında kadınların oranı çok düşüktür.42.837 yöneticiden 12.532’si yani %29.3’ü kadındır. Yönetim kademesi arttıkça kadın sayısı azalmaktadır. Daire başkanlarının %10.9’u genel müdürlerin % 6’sı Müsteşar Yardımcılarının %4.3’ü müsteşarların tamamı 19 
Müsteşar erkeklerden oluşuyor. Adalet Bakanlığında 208 hakim ve savcıdan 22’si, yani %10.6’sı kadındır. Şu anda Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Danıştay Başkanı kadın olmasına rağmen tüm Adalet Bakanlığında kadın sayısı %19.7’dir. Dışişlerinde 187 büyükelçiden 8‘i, 38 elçiden 8’i kadındır. İçişlerinde 573 vali ve yardımcısının tamamı erkek 721 kaymakamdan sadece 7’si kadındır. Sağlık 
Bakanlığındaki 42.486 doktordan % 33.8 kadındır. Üniversitelerde 500 dekandan 49’u, 79 Rektörden 3’ü kadındır. 

507 üyeli TÜSİAD’ın % 95’i erkek Barolar birliğinin % 21.6 sı kadın TÜBİTAK’ın % 14.3’ü Noterler Birliği’nin % 20.6 sı kadındır. İşgücündeki kadınların 
%56.8i Tarımda % 14.4’ü sanayide, % 28’i hizmet sektöründe görev yapmaktadır. Yüksek öğretimde 67.880 öğretim elemanından %39’u kadın toplam profesörler içinde kadın oranı ise % 24.8’dir. (Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü) 

AB’ye girişin olmazsa olmaz şartlarından birisi kadın erkek eşitliği konusudur. Türkiye kadın erkek eşitliği konusunda AB standartlarını 
yakalamadıkça asla AB ‘ne üye olamayacaktır. 


***

24 Şubat 2016 Çarşamba

KUZEY IRAK'TA SON GELİŞMELER,




KUZEY IRAK'TA SON GELİŞMELER,


 Temmuz 2002   Sayı: 47
 NECATI ÖZGEN Orgeneral (E)

1. GENEL
 Ekonomik kriz, Sn. Başbakanın rahatsızlığı ve Avrupa Birliği gibi konular uzun süredir, Türkiye'nin gündemine oturdu. Dolayısı ile Kuzey Irak gibi Türkiye'nin güvenliğini yakından ilgilendiren bazı önemli sorunlar arka planda kaldı.

Körfez krizi sonunda Kuzey İrak'ta 36 derece enlemi ile TÜRKİYE-IRAK sınırı arasında oluşturulan tampon bölgede bir otorite boşluğu meydana getirilmiştir. Bu boşluk terörün doğmasına ve o bölgeyi teröristlerin Üs olarak kullanıp, Türkiye'ye bilinen zararların verilmesine sebep olmuştur.

 Bu otorite boşluğundan istifade ile K.IRAK'ta süratli bir gelişme gösteren kurt hareketi, MAYIS 1992 tarihinde yapılan parlamento seçimleri 1930 yılından beri devam eden organize olma çabalarının en önemli adımını gerçekleştirmiştir.

 Yapılan seçimler sonucunda teşkil edilen 105 kişilik Meclis'te KDP (Barzani) ve KYB (Talabani) 50'şer milletvekili çıkarırken, geriye kalan 5 milletvekili Asurilere verilmiştir. Bölgedeki Türkmenler bu oluşumu protesto ederek seçimlere katılmamıştır.

 1992 yılında rahmetli Orgeneral Eşref BİTLİS ile birlikte BARZANİ'nin karargahının bulunduğu SELAHATİN kentine gittik. İki gün birlikte çalışmalar yaptık. Bu arada ERBİL'deki parlamento binasını gezdik.

 Parlamento binasının içinde büyük bir duvarda Molla Mustafa BARZANİ'nin yağlı boya ile yapılmış büyük bir resmi yapılmıştı. Oğul BARZANİ, resmin altında bize babasının bir vasiyetini anlattı,
Baba BARZANİ Oğul BARZANİ'ye;..."


http://mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/temmuz02_02.htm


..

10 Ocak 2016 Pazar

KUZEY IRAK'TA SON GELİŞMELER






KUZEY IRAK'TA SON GELİŞMELER

NECATI ÖZGEN 
Emekli Orgeneral 

TEMMUZ 2002 -  Sayı: 47

( ÖZEL NOTUMDUR ;  OKUDUGUNUZ  BU HABER 2002  TARİHKİDİR  BUGÜNKİ TEHLİKE O TARİHTE  TESPİT  EDİLMİŞTİR  SAYIN PAŞAMIZ' EMEKLİ ORGENERAL  NECATİ  ÖZGEN ' E  BU DETAYLI HABERİNDEN DOLAYI TEŞEKKÜRLER  EDERİM..

SAYGIYLA )
1. GENEL
 Ekonomik kriz, Sn. Başbakanın rahatsızlığı ve Avrupa Birliği gibi konular uzun süredir, Türkiye'nin gündemine oturdu. Dolayısı ile Kuzey Irak gibi Türkiye'nin güvenliğini yakından ilgilendiren bazı önemli sorunlar arka planda kaldı.

Körfez krizi sonunda Kuzey İrak'ta 36 derece enlemi ile TÜRKİYE-IRAK sınırı arasında oluşturulan Tampon Bölge de bir otorite boşluğu meydana getirilmiştir. Bu boşluk terörün doğmasına ve o bölgeyi teröristlerin Üs olarak kullanıp, Türkiye'ye bilinen zararların verilmesine sebep olmuştur.

   _ Bu otorite boşluğundan istifade ile K.IRAK'ta Süratli bir gelişme gösteren kurt hareketi, MAYIS 1992 tarihinde yapılan parlamento seçimleri 1930 yılından beri devam eden organize olma çabalarının en önemli adımını gerçekleştirmiştir.

 Yapılan seçimler sonucunda teşkil edilen 105 kişilik Meclis'te KDP (Barzani) ve KYB (Talabani) 50'şer milletvekili çıkarırken, geriye kalan 5 milletvekili Asurilere verilmiştir. Bölgedeki Türkmenler bu oluşumu protesto ederek seçimlere katılmamıştır.

 1992 yılında rahmetli Orgeneral Eşref BİTLİS ile birlikte BARZANİ'nin karargahının bulunduğu SELAHATİN kentine gittik. İki gün birlikte çalışmalar yaptık. Bu arada ERBİL'deki parlamento binasını gezdik.

   Parlamento binasının içinde büyük bir duvarda Molla Mustafa BARZANİ'nin yağlı boya ile yapılmış büyük bir resmi yapılmıştı. Oğul BARZANİ, resmin altında bize babasının bir vasiyetini anlattı,




Molla Mustafa Barzani'nin Mossad Şefi Zwi Zamir




'' Baba BARZANİ Oğul BARZANİ'ye;..." 

VASİYETNAMESİ;


28 Haziran 2002

KUZEY IRAK'TA SON GELİŞMELER,


Necati ÖZGEN (E) Orgeneral


1. GENEL

Ekonomik kriz, Sn. Başbakanın rahatsızlığı ve Avrupa Birliği gibi konular uzun süredir, Türkiye'nin gündemine oturdu. Dolayısı ile Kuzey Irak gibi Türkiye'nin güvenliğini yakından ilgilendiren bazı önemli sorunlar arka planda kaldı.

Körfez krizi sonunda Kuzey Irak'ta 36 derece enlemi ile TÜRKİYE-IRAK sınırı arasında oluşturulan tampon bölgede bir otorite boşluğu meydana getirilmiştir. Bu boşluk terörün doğmasına ve o bölgeyi teröristlerin üs olarak kullanıp, Türkiye'ye bilinen zararların verilmesine sebep olmuştur.

Bu otorite boşluğundan istifade ile K.IRAK'ta süratli bir gelişme gösteren kürt hareketi, MAYIS 1992 tarihinde yapılan parlamento seçimleri 1930 yılından beri devam eden organize olma çabalarının en önemli adımını gerçekleştirmiştir.

Yapılan seçimler sonucunda teşkil edilen 105 kişilik Meclis'te KDP (Barzani) ve KYB (Talabani) 50'şer milletvekili çıkarırken, geriye kalan 5 milletvekili Asurilere verilmiştir. Bölgedeki Türkmenler bu oluşumu protesto ederek seçimlere katılmamıştır.

1992 yılında rahmetli Orgeneral Eşref BİTLİS ile birlikte BARZANİ'nin karargahının bulunduğu SELAHATİN kentine gittik. İki gün birlikte çalışmalar yaptık. Bu arada ERBİL'deki parlamento binasını gezdik.

Parlamento binasının içinde büyük bir duvarda Molla Mustafa BARZANİ'nin yağlı boya ile yapılmış büyük bir resmi yapılmıştı. Oğul BARZANİ, resmin altında bize babasının bir vasiyetini anlattı.

Baba BARZANİ Oğul BARZANİ'ye;


"Oğul, benim sana vasiyetimdir. Türkiye çok büyük bir devlettir. Bana yardımları olmuştur. Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olacaksın, onlar bizim dostumuzdur. Onların sözünden çıkmayacaksın, bu sözlerim kulaklarına küpe olsun" demiş.
Bakalım Oğul BARZANİ, babasının vasiyetine ne kadar uymuştur.
1992 senesinde kurulan bahse konu bu müşterek yönetime rağmen KDP ile KYB arasındaki birliktelik fazla uzun sürmemiştir. Nedenleri ise;

- Kişisel rekabet,
- Yerel yönetimde etkin olma çabaları,
- K.Irak gelirinin paylaşımı,
- Erbil'in kontrolü,
- KDP'nın IRAK ve Türkiye, KYB'nin ise;


Soldan sağa Mesud Barzani, Menahem Nahik Navut (Mossad 2. Başkanı 1984 – 1986), Mahmut Osman, Mossad Başkanı Zvi Zamir (1968 – 1974), Mossad Başkanı Nahum Admoni (1982 – 1989) ve Bir Koruma- Irak’ın Kuzeyi Eylül 1971 (Mossad Arşivi)


İran ile daha yakın işbirliği içinde olması gibi faktörler rol oynamıştır.
Kuzey IRAK'taki durum; KDP'nin 31 Ağustos 1996 tarihinde, Bağdat yönetimi ile anlaşarak ERBİL'e yönelik harekatı ile yeni bir boyut kazanmıştır.

30 Ekim 1996 tarihinde ANKARA'da yapılan görüşmeler sonunda KDP ve KYB yönetimlerine sorumluluk bölgeleri tahsis edilerek ateşkes sağlanmıştır.


2. KUZEY IRAK'TA DEVLETLEŞME ÇABALARI



Bölgedeki Kürtler, kurmayı amaçladıkları devletin alt yapısını oluşturmak maksadıyla;
Sözde parlamento teşkili ve hükümet kurma, sözde Kürdistan bayrağı kullanma, polis teşkilatının tesisi, Güvenlik ve İstihbarat teşkilatının oluşturulması (ordulaşmaya geçiş), Merkez bankasının faaliyete geçirilmesi, Kürt enstitüsü, Kürt dernekleri açılması, Gümrük işlemlerinin esasa bağlanması, posta işletmesi, gelecekte kullanacağı pasaportun alt yapı çalışmaları ve yer altı kaynaklarının işletilmesi gibi çalışmaları yürütmüşler ve büyük ölçüde tamamlamışlardır.


Yapılan bu çalışmalar kapsamında özellikle KDP bölgesinde kendi kendini yönetecek derecede kurumlar oluşturulmuştur.

Halen BARZANİ yönetiminde 21 Bakan vardır. İsimleri bile tespit edilmiş durumdadır. Bu bakanların 16'sının soyadı BARZANİ'dir. Bütün Belediye Başkanlarının soyadı BARZANİ, Rektörün soyadı BARZANİ'dir. Görüldüğü gibi tam bir BARZANİ aşireti yapısı oluşturmuşlar. Ayrıca bölgedeki bazı aşireleride denetim altına almışlar. Onları ekonomik ve siyasal olarak kendine bağlamış, kendine bir egemenlik alanı ilan etmiş durumdadır.
Her iki tarafın (KDP ve KYB) yaklaşık 40.000 kişilik askeri güçleri bulunmaktadır.



3. KUZEY IRAK'TAKİ PKK FAALİYETLERİ


Bilindiği gibi K.IRAK'ın Kandil Dağı bölgesinde 4500-5000 civarında terörist bulunmaktadır.
PKK; bu terörist gücünü bölgede ve yurt içinde (Türkiye'de) meydana gelebilecek muhtemel gelişmelere paralel olarak bekletmekte ve bu aşiretlerle (KDP ve KYB) birlikte bölgede meydana gelmesi muhtemel oluşumlarda söz sahibi olmak maksadıyla varlığını muhafaza etmeye gayret göstermektedir.

PKK; hapisteki terörist başının talimatları doğrultusunda hareket etmekte, örneğin; Kandil Dağındaki teröristlerin içinde siyasi eğitim görmüş silahsız, yeteri kadar unsurların yurt içine girerek ve köy köy dolaşarak propaganda yaptıkları duyumları alınmıştır.

Hiç kimse terör bitti diye rehavete kapılmamalıdır. Ölüm cezasının kaldırılması, ana dilde eğitim ve Kürtçe TV yayını gibi hakların tanınması sadece bir aldatmacadır. Bu haklar tanınsa bile terör durmayacaktır. Arkasından özerklik veya federasyon istenecektir. 7'den 70'e herkes bunu böyle bilmelidir.

Kandil Dağındaki teröristler niçin teslim olmuyorlar? Hükümetimiz niçin onların teslim olmaları için politika üretmiyor.? Oysaki onların topluca teslim olabileceklerine inanıyorum. Onların içinde suç işlememiş asgari 2000 civarında çocuklarımız vardır. Bekle gör politikası uygulanmaktadır. Umarım atı alan Üsküdar'ı geçmez.



4. TÜRKMENLER

Kuzey IRAK'ta yaklaşık 3,5 milyon insan yaşamaktadır. Bu nüfusun büyük çoğunluğunu Kürtler-Türkmenler, diğerlerini ise Asuriler, Keldaniler ve Yezidiler oluşturmaktadır. Türkmenlerin IRAK'taki genel nüfusu yaklaşık 3 milyondur. 300 bin civarında Türkmen sadece Kuzey Irak'ta yaşamaktadır.

Türkmenlerin büyük bir bölümü BAĞDAT'ta yaşamaktadır. Çoğunluğu 36'ncı paralelin güneyinde ve hizmet sektöründeler.


Şehirli bir halktır. Bunlar doktordur, avukattır, mühendistir, Irak ordusunda Subaydır. Kürtler gibi kırsal nüfusu ifade etmiyorlar. KERKÜK Türkmen şehri. IRAK ordusunda İRAN'ı ilk defa bozguna uğratan kolordunun komutanı Türkmendir.(General Sinan)


Kuzey Irak'ta iki tür Türk okulu vardır. birisi Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından yapılan okullardır.

Bu okullarda neredeyse ne kitap ne defter vardır. Çünkü Türkiye oraya çok uzak. (ilgisizlik diz boyu)

İkincisi; Fetullah GÜLEN'in okulları, Öğretmenleri ODTÜ'den ve BOĞAZİÇİ Üniversitesinden, hiçbir sorunları yoktur.

Türkmenlerle ilgili politikamız var mı? yok mu? Varsa bu kadar olabiliyor. YAZIK, çok yazık.

1992 senesinde, Kuzey IRAK'ta Türkmenlerin yetkililerinden birisi bana;
Barzani ve Talabani'ye yaptığınız kadar bize de yardım yapsaydınız Kuzey IRAK'ta her şey çok daha değişik olurdu demiştir.

Türkiye'nin Türkmenler konusunda net bir politikası olduğunu zannetmiyorum.






5. NGO FAALİYETLERİ

Halen bölgede bulunduğu tespit edilen 83 NGO'dan 55 adedi Avrupalı ülkelere ait olduğu görülmektedir. Bunların sağlık, eğitim, altyapı faaliyetlerine yöneldikleri bilinmektedir. Bunların içinde ne yazık ki Türk NGO'su yoktur.
Bu ülkelerinKuzey IRAK'ta oluşturmayı düşündükeri bir oluşumda daha etkin bir rol alarak, petrol bölgeleri içinde önemli bir yeri olan bu bölgede, kendi çıkarlarını sağlamlaştırmayı amaçladıklarını bilmeyen yoktur.



6. SONUÇ

ABD'nin resmi politikasında, IRAK'ın mevcut rejiminin değiştirilmesi ve yönetimin daha
demokratik olmasını arzu ettiği kesindir.

Bu maksatla; Kuzey IRAK'ta başlangıçta Saddam muhalifi bir cephe oluşturmayı müteakip, Irak'ı bölerek güçsüzleştirme ve ayrı bir kürt devleti kurulması için, buradaki güç odaklarını kullanma ve yönlendirme çabaları devam etmektedir.

Nitekim, son zamanlarda ABD yönetiminin kürt gruplarla temasını yoğunlaştırdığı dikkat çekmektedir.

IRAK Türkiye için çok önemlidir. Irak'ın toprak bütünlüğü ve egemenliği mutlaka muhafaza edilmelidir.

IRAK'ta bir kürt devletinin kurulması ile Ortadoğuda bir çıbanbaşı yaratılmış olacaktır.
Ancak Irak daha demokratik bir rejime kavuşmalıdır. Bu mümkün müdür? Çok güç olacağı değerlendirilmektedir.

Eğer ABD Irak'a askeri bir hareket icra ederse Türkiye'nin politikası nedir? Net bir politikası var mıdır? Bildiğim kadarıyla yoktur.

Bu konudaki görüşlerimi sizlerle paylaşmaya devam edeceğim. Lütfen izlemeye devam ediniz.



 http://www.mudafaai-hukuk.com.tr/gundem280602.html


 http://mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/temmuz02_02.htm


..