Prof.Dr.Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof.Dr.Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Mart 2020 Perşembe

ÜÇÜNCÜ NÜKLEER ÇAĞ,

ÜÇÜNCÜ NÜKLEER ÇAĞ,



Üçüncü Nükleer Çağ..
Prof.Dr.Sait Yılmaz
28 Kasım 2018


Giriş

ABD yönetimi 1987’de imzalanan Orta Menzilli Nükleer Güçler Anlaşması’ndan (INF ) çekilmeyi ve anlaşmanın yeniden gözden geçirilmesini istiyor . ABD başkanı Donald Trump, kararının gerekçesini ‘Rusya ve Çin sürekli silahlanırken biz buna müsaade edemeyiz’ şeklinde açıkladı. ABD, INF anlaşmasından çekilme kararını henüz resmen hayata geçirmedi. Amerikalılar, Rusların hem START hem de INF Anlaşmalarını ihlal ettiklerini iddia ediyorlar. 2010 yılında imzalanan ve 2021 yılında yenilenecek Yeni START (Stratejik Silahlar) Anlaşması’na göre, her iki tarafın elinde ancak 1.500 (konuşlu) stratejik savaş başlığı olabilir. Amerikalılara göre, Ruslar 1.550 adet sınırına rağmen her çeşit nükleer envanterlerini geliştiriyorlar. Gene Amerikalılar, olası bir savaşta Rus tehdidinin nükleer seyir (cruise) füzeler ile destekleneceğini ve ‘ilk kullanan’ olma stratejisi izleyeceklerini iddia ediyorlar. Bu iddialar, Amerikalıların nükleer silahlarını modernize etme, artırma yanında füze, denizaltı ve savaş uçakları gibi nükleer silah atma platformlarını geliştirme gerekçesi olarak sunuluyor. Nükleer silahların azaltılması konusunda yakın zamanda tekrar bir işbirliği veya silahlanmadan vazgeçme olasılığı gözükmüyor ama nükleer kabiliyetleri artırma çalışmaları hızla devam ediyor. 

  Putin ise Nükleer Armageddon’dan (Kıyamet Savaşı) bahsediyor. Gelinen durum Soğuk Savaş döneminden daha kötü. Neler oluyor ve olabilir? Anlatalım. 

Üçüncü Nükleer çağ..

Nükleer silahlanma gayretlerini üç ayrı döneme ayırabiliriz. 1945 yılında Hiroşima ve Nagazaki’nin bombalanması ile başlayan ilk dönemde nükleer silahlar, Doğu ile Batı arasındaki muhtemel bir çatışmanın korkutucu unsurları idi. Önceleri Amerikalılar, nükleer silahları savaşta daha fazla insanı yok etmek için ‘topçunun takviyesi’ rolünde gördüler. Bu dönemin önemli bir virajı 1962 yılında yaşanan Küba Krizi oldu ve nükleer savaşın kazananının olmayacağı düşüncesi yani nükleer silahtan kullanmaktan uzak durulması gereği kafalara iyice yerleşti. Artık nükleer silahlar ‘caydırıcılık’ vasıtası idi. Tarafların elindeki nükleer silahlar ‘karşılıklı caydırıcılık’ içinde siyasi kararların yumuşamasına da etki etti. Örneğin, Sovyetlerin Berlin Duvarı’nı inşası veya Çekoslovakya’yı işgali gibi çatışmalar geri plandaki nükleer silah endişesi ile daha fazla tırmanmadan bir noktada durdu. Nükleer caydırıcılık sadece nükleer savaşı değil, konvansiyonel savaşı da önledi. Soğuk Savaş süresince taraflar vekilli savaşlara ve silahlanma yarışına ağırlık verdiler.

İkinci nükleer çağ, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ile başladı ve Soğuk Savaş’ın son döneminde imzalanan anlaşmaların gereği ve genel iyimserlik havası içinde taraflarca nükleer silah envanterleri önemli ölçüde azaltıldı. Ancak, Rusya tarafında nükleer silahlar, eski Sovyet gücüne ulaşmanın ve dünya gücü kalmanın bir garantisi olarak görülmeye devam etti. Rusya’nın elde kalan ortaklıkları da onun nükleer gücünden cesaret alıyordu. 1998 yılında Hindistan ve Pakistan tarafından yapılan nükleer testler bu çağın yeni zorluklarının habercisi oldu. Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi (NPT ) Anlaşması’na aykırı olmasına rağmen ABD ve Rusya’yı hedef almayan bu iki yeni nükleer güç çok fazla tepki almadı. Bununla beraber, Hint nükleer silahları 1950 sonrası gelişen düşmanlık nedeni ile Çin için tehdit ya da caydırıcılık teşkil ediyor. Böylece caydırıcılık iki taraflı olmaktan çıkıp, çoktaraflı hale geldi. 11 Eylül 2001 saldırıları ise devlet dışı aktörlerin nükleer silah kullanma olasılığını da gündeme taşıdı. Bu dönemde, nükleer silahların artık stratejik seviyede bir caydırıcılık unsuru olmaktan öteye terörizm vasıtası olma ihtimali istihbarat teşkilatlarını alarma geçirdi.

Üçüncü nükleer çağın başlangıç noktası, 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi oldu. Rusya, gördüğü tepkiler üzerine Avrupa güvenlik sisteminin bir parçası olmaktan ve NATO üyeliğinden ayrıldı. Daha da önemlisi 1989’dan tam 25 yıl sonra tekrar NATO için bir tehdit kabul edilmeye başlandı ve ittifakın çarkları son dört yıldır Rus tehlikesine yönelik olarak dönüyor. 1990 sonrasında konvansiyonel kabiliyetlerinin ABD’nin çok gerisinde olduğunun farkında olan Ruslar, ikinci çağda nükleer kabiliyetlerine dayalı bir savunma anlayışını korumuşlardı. Şimdi ise konvansiyonel gücü sınırlı olan Rusya’nın nükleer gücü komşuları için ciddi bir endişe konusudur. Çünkü Ruslar, nükleer kabiliyetlerini konvansiyonel savaşta kullanmanın hesaplarını yapıyorlar. Sovyet etki dönemine dönmek isteyen Ruslar, İsveç ve Polonya üzerinde uçurdukları nükleer kabiliyetli bombardıman uçakları ile mesaj veriyorlar. Batı ise önceki iki çağdan alınan derslerden üçüncü çağa yönelik bir nükleer strateji geliştirmeye çalışıyor; hem konvansiyonel bir savaşın hem de devlet dışı bir aktörün tehdidini önleyecek bir strateji . Diğer yandan Kuzey Kore ve İran’ın nükleer programları, Üçüncü Çağ’da nükleer silahların rolü konusunda yeni tartışmalar başlattı. 


Harita: INF Anlaşmasına Göre Rus Orta Menzil Nükleer Silah Etki Sahası
  Nükleer stratejik ortamdaki değişimler..

Bugünün stratejik ortamı 30 yıl öncesinden çok farklı. Soğuk Savaş sonrası nükleer silahlar konusundaki trendleri şu şekilde sıralayabiliriz ;
- ABD ve Rusya, nükleer savaş başlık sayısını azaltmaktaydı. Her ikisi de, 1991 yılından beri stoklarını %75 azalttı.
- Ruslar 1990’ların sonundan itibaren nükleer silah atma sistemlerini modernize etmeye başlarken, ABD ise kendi sistemleri için araştırma ve geliştirme faaliyetlerine ciddi fonlar ayırmaya başladı. ABD bir nükleer atma sistemini son olarak 1994’de kurarken, Ruslar en son yeni bir sistemi 2016’da kurdular.
- ABD’ye göre kendi nükleer modernizasyon programı Yeni START Anlaşması’na uygun olarak 1.550 kurulu savaş başlığı sınırları içinde yürümektedir. Gene Amerikalılara göre Ruslar, bu sınırı 2011’de aştılar. 
- ABD, Avrupa’daki ‘stratejik olmayan’ nükleer silah sayısını 1970’lerdeki yaklaşık 7.000’den bugün 180’e düşürdü. Sovyetler Birliği döneminde bu miktar yaklaşık 20.000 civarında idi. Bugün ise Ruslarda 2.000-4.000 civarında bulunduğu iddia ediliyor. Dolayısı ile ABD, Rusları azaltma yönündeki kendi trendini izlememekle suçluyor.
- Amerikalılar, Rusların her yıl daha akıllı ve etkili nükleer savaş başlıkları üretirken, kendilerinin yeni kabiliyetler inşa etmediğini iddia ediyorlar. Hatta 1980’lerden beri yeni bir nükleer başlık, 1990’ların başından beri ise hiçbir yeni başlık üretmediklerini söylüyorlar. Rusların, kilotondan daha düşük ve taktik nükleer silah üreterek, Batının Avrupa’daki olası müdahalelerini önlemeye niyetinde oldukları düşünülüyor.

Bu iddialara dayanarak ABD, Rus nükleer kabiliyetlerine bir reaksiyon olarak yeni bir strateji ihtiyacı arayışındadır. Sadece Rusya’ya karşı değil Çin’e yönelik olarak da nükleer gücünün modernize edilmesi ve caydırıcı seviyeye ulaştırılması hedefleniyor.

Gelinen stratejik ortamda Batılı güçleri kendine tehdit olarak gören, ekonomisi ve askeri gücü yetersiz Rusya, İran ve Kuzey Kore gibi ülkeler, güç konumunu nükleer silahlarla takviye etmeye çalışıyor. Yani anlayış; konvansiyonel gücün zayıf ve ABD gibi bir ülke ile başın belada ise nükleer güç edineceksin. Öte yandan Ruslar ilave olarak, nükleer silahları konvansiyonel güçlerinin yanında onları tamamlamak için yani konvansiyonel savaş içinde kullanmak istiyor. Silahsızlanma anlaşmalarının gereği olan şeffaflık yani bilgi paylaşımını reddediyor. Kırım’ın işgalinin ardından Moskova, Kasım 2014’de, nükleer emniyet ile ilgili yıllık Rusya-ABD Zirvelerine katılmayacağını açıkladı. Bir ay sonra ise Rus nükleer atıkları ile ilgili Nunn-Lugar Kanunu diye bilinen ikili işbirliği programından çekildiğini beyan etti. Amerikalılara göre Ruslar, INF aleyhine Avrupa’ya yeni sistemler kuruyorlar ve bu nedenle Doğu Avrupa’daki Amerikan nükleer silahları önemini koruyor. Buna Asya Pasifik’te güce susayan Çin’in arayışları da eklenince, ABD’ye göre nükleer silahlardan arınmış bir dünya hayali artık masada bir konu değildir. 

ABD, Gerçekte Ne yapmak istiyor?

INF, 1991’deki uzun menzilli stratejik nükleer silahlara ilişkin START anlaşmasına paralel olarak, menzili 500-5.000 km. arasında olan yerde konuşlu kısa ve orta menzilli balistik ve seyir (cruise) füzelerinin elimine edilmesini öngörüyordu. Bazılarına göre Trump’ın INF’den çekilme niyeti sadece Rusları yeni bir anlaşma için zorlamaya yöneliktir . Ancak, INF’nin reddi ABD için Rusya’ya karşı artık kuvvetli bir baskı vasıtası olacak çünkü Doğu Avrupa’nın özellikle Ukrayna’nın Rus sınırlarına yakınlığı kısa ve orta menzil için en çok Rusları tehdit ediyor. ABD, 2010’lu yılların başından itibaren Rusları sık sık INF Anlaşması’nı ihlalle suçlamaya başlamıştı. INF’nin ABD’ye diğer bir yararı da Çin, Kuzey Kore ve İran’a yönelik sınırlamaların da ortadan kalkması olacak. Özetle nükleer çılgınlığın önü tamamen açılıyor. Amerikalılara göre INF Anlaşması’nın diğer bir imzacısı olan Çin anlaşmayı halen %95 oranında ihlal etmiş durumdadır . Öte yandan ABD’nin Çin ile Güney Çin Denizi’nde beklenen savaşında kullanacağı ASB  (Hava-Deniz Muharebe) Konsepti) ile Çin’in A2/AD  önleme konsepti INF düzenlemeleri içinde uygulanamaz. Ancak, ABD’nin unuttuğu bir şey var; INF’den çekilmek Rusların da bu tür silahları sınırsızca hem Avrupa’ya hem de ABD kıtasına karşı kullanılması imkânı sağlayacak. Halen hem ABD hem de Rusya, parasının çoğunu stratejik bombardıman, karada konuşlu kıtalararası balistik füzeler, denizaltıdan atılan balistik füzeler ile hipersonik uçan aletler ve uydusavar sistemler gibi yeni projelere harcıyorlar . ABD ve Rusya arasında bir nükleer anlaşma olmadan diğer ülkeleri de durdurmak mümkün olmayacaktır. Özetle sınırsız bir yeni nükleer silahlanma yarışı içine sürükleniyoruz. 

Bugün NPT’ye dâhil olmayan Hindistan, Pakistan ile NPT dâhilindeki Çin daha fazla nükleer silah yapmaya devam ederken, ABD ve Rusya ise elindekileri modernize etmeye odaklanmış durumdalar . INF’nin kalkması Washington’a Rusya’ya karşı daha yakın ve saldırgan vasıtalar sağlayacak. ABD, Doğu Asya’da gemileri ve denizaltıları dışında da Çin’i nükleer füzelerle kuşatabilecek. Trump, INF’den çekilerek ABD’nin nükleer envanterini geliştirmenin önünü açacak. ABD yönetiminin nükleer silahlanmaya kamu desteği sağlamak için medyada propaganda teması “daha güvenli ülke” . Ama bu Rusların da işine gelecek. Putin, askeri gücünü ancak nükleer gücü ile ayakta tutabileceğinin ve bu şekilde Rus çıkarlarını ve gündemini sürdürebileceğinin, bunun da kendi varlığını meşru kılmanın en önemli sahnesi olduğunun farkında. Nitekim Putin, şimdi bir konferanstan diğerine gidip korku senaryoları anlatıyor. Nükleer yol, Rusları tekrar süper güç konumuna getirecek. Bu işten en çok uzun zamandır yeni silah satışına ve projelerine susamış savunma sanayi ve silah şirketleri karlı çıkacak. Eğitime ve sağlığa harcanacak paralar şimdi sınırsızca onlara gidecek. Nükleer savaşın kazananın olmayacağı yönünde Soğuk Savaş döneminde öğrenilen dersler unutulmuş durumda. Trump, silahların kontrolü ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi konusunda ise diğer konularda olduğu gibi kendini işin ustası ve ülke çıkarlarını koruduğu varsayımı ile hareket ediyor. 

Sonuç..

Eğer nükleer silahlanmayı durduramazsak, bu sefer Soğuk Savaş’taki gibi şanslı olmayabiliriz. ABD yeni nükleer stratejisinin gerekçelerine inandırmak için hikâyeler düzerken, NATO içinde yeni strateji tartışmalarını başlatarak, her zaman olduğu gibi başta İran olmak üzere kendi tehdidini diğerlerine satmak istiyor. Nitekim Temmuz 2016’daki NATO’nun Varşova Zirvesi’nin ana gündem konularından birisi ‘yeni nükleer strateji’ oldu. Avrupa’nın öte yakasındaki Rusların nükleer kabiliyetli savaş uçakları, denizaltıları komşu ülkelere yönelik tehdidin ana kaynağıdır. Caydırıcılık ve karşı koymak için ABD’den çok bizlerin yeni stratejilere ihtiyaç var. Bizim gibi ülkelere düşen, hava savunma sistemleri yani denizden ya da havadan atılacak bu savaş başlıklarını ve atma vasıtalarını vuracak kabiliyetleri edinmektir. Nükleer savunma, füze savunması ile birlikte ele alınmalıdır. İsrail gibi ABD savunma garantisine sahip olmadığımıza ve Rusya’nın ise en yakın potansiyel tehdit olduğunu göz önüne alırsak, kendi milli hava savunma sistemimizi geliştirmek için oldukça yolumuz olduğunu ve ABD tarafından NATO içinde 70 yıldır uyutulmaya devam ettiğimizi söyleyebiliriz. En iyi savunma, ‘taarruz’ olduğuna göre belki de kendi nükleer silahımızı yapmamızın zamanı gelmedi mi? Türkiye’nin nükleer stratejisi kendi askeri hedeflerine uygun, daha çok taktik seviyede olmalıdır; bunun için de bazı fikirlerimiz var..


DİPNOTLAR;

1  INF: Intermediate-Range Nuclear Forces Treaty.
2  Marwan Salamah, Do Treaties Eliminate Nuclear Wars? South Front, (October 26, 2018).
3  NPT: Non Proliferation Treaty.
4  Karl-Heinz Kamp, Welcome to the Third Nuclear Age, Federal Academy for Security Policy, (May 2, 2016).
5  Matthew Costlow, Washington’s Imaginary Nuclear Arms Race, National Institute for Public Policy, (May 13, 2016).
6  Martin Pengelly, Trump promise to leave nuclear deal could be bargaining move, Corker says, The Guardian, (October 22, 2018). 
7  John Lee, Trump was right to pull out of arms treaty, but not because of Russia, CNN, (October 22, 2018).
8  ASB: Air Sea Battle.
9  A2/AD: Anti Access / Anti Denial.
10  Uri Friedman, Trump Hates International Treaties. His Latest Target: A Nuclear-Weapons Deal With Russia, Atlantic, (October 24, 2018).
11  Heather Hurlburt, Russia Violated an Arms Treaty. Trump Ditched It, Making the Nuclear Threat Even Worse, Foreign Polcy, The Intellgencer, (October 26, 2018).
12  Sarah Rainsford, INF treaty: Putin shrugs off Trump’s nuclear arms move, BBC, (October 26, 2018).


***

Türkiye’nin Bekası..

Türkiye’nin Bekası.. 




Prof.Dr.Sait Yılmaz 

02 Mart 2019 

Beka, kelime anlamı itibarı ile „var olmak., „yaşamını devam ettirebilmek. anlamında kullanılan bir kabiliyettir. Bir ülkenin bekasına yönelik bir tehdit denildiğinde genellikle topraklarının tamamının veya bir kısmına yönelik tehlikenin varlığı ve egemenlik sorunları anlaşılır. Örneğin Yunanistanın Ege Denizinde ki adaların karasularını 6 milden 12 mile çıkararak buradaki haklarımızı hiçe sayması ya da PKK terör örgütünün Türkiye.nin toprak 
bütünlüğünü hedef alması beka sorunudur. Beka sorunu iki taraf için de bir egemenlik iddiası olduğu için diplomasi ya da barış masasında çözülmesi zordur. Bu yüzden, askeri güç kullanımı kaçınılmazdır yani bu tür sorunlar genellikle savaş ile çözülür. 

 Diğer yandan komşu bir ülkenin ülkemize bir nükleer bomba atması ya da ülke rejimi üzerinde oynayarak tam bağımsızlığımız ve milli egemenliğimiz üzerinde ipotek koymaya çalışması da beka sorunudur. Devlet adamına düşen ülkesine yönelik tehditleri ve fırsatları izlemek, bunlara uygun olarak ulusal gücü hazırlamak ve zamanı geldiğinde ülke çıkarlarının korunması ve kollanmasında güç kullanmakta tereddüt etmemektedir. Bir ülkenin ulusal çıkarları önem ve öncelik derecesine göre; 

- Beka, 

- Hayati Çıkarlar (Örneğin Musul ve Kerkük.teki ahdi haklarımız), 

- Çok Önemli (daha çok ekonomi ile ilgili) ve 

- Önemli (moral değerler gibi) olarak derecelendirilir. 

Bu Makalede ülkemizin ulusal gücü, güvenliği ve bekası, bu kapsamda nelerin yanlış gittiği ve olması gerekenler ile ilgili bir değerlendirmede bulunacağız. 

Türkiye’nin Gücü.. 

 Türkiye, uluslararası sistemde orta büyüklükte bir güçtür; 185 dünya ülkesi içinde nüfus itibarıyla 16'ncı, toprak büyüklüğü itibarıyla 32'nci ve ekonomik gücü itibarıyla 17'nci sıradadır. 21.inci yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye; ne bir süper devlet, ne büyük güç, ne de bölgesel güçtür. Bölgesel güç kullanma yeteneği; komşu bölgelere ve içine nüfuz etmiş büyük güçlerin ipoteğine bağlı olduğundan “Alt-Bölgesel Güç” olarak tanımlanabilir. 


Şekil 1: Küresel Güç Dengesi 


Anadolu.ya sıkışmış Türk halkının yaşadığı bölgesel gelişme farkı, ülkenin laik ve dini bakımdan kutuplaşması yanında çorak topraklar, kuru iklim ve dağlık arazi, nehirlerin azlığı ve doğal kaynakların yetersizliği halkın ekonomiye katılımını etkilemektedir. 
Ekonominin büyük ölçüde yükünü çeken Marmara Bölgesi, Türkiye.nin en kritik bölgesidir. 
Türkiye, genç ve dinamik nüfus potansiyeline, zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip olmasına ve etrafı denizlerle çevrili olmasına rağmen bunları iyi kullanamayan bir ülkedir. 

Türkiye; Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya'da Türkçe konuşan 300 milyonluk Türk dünyasının motor gücü olmasına rağmen, bu işlevi bugün Kazakistan üstlenmiştir. Türklüğün kolları; Rusya içinde, Çin (Doğu Türkistan), Suriye ve Irak başta olmak üzere pek çok coğrafyada beka tehdidi ile karşı karşıyadır. Modern Türkiyenin önünde ise iki önemli engel bulunmaktadır; genişleme istikametleri zorluklarla doludur ve Türklerin doğası değişmiştir. 
Türkiye.nin en önemli sorunu öncelikle yaşamakta olduğu kimlik krizine yönelik kutuplaşma ve daha sonra ekonomidir. Jeostratejik olarak, her coğrafi istikamette genişlemesi komşuları tarafından engellenmektedir. 

Dünya Doğal Enerji kaynaklarının % 70'i Türkiye'nin etrafında kümelenmiştir. Ancak, Türkiye milli gelirinin üçte birini ithal enerji kaynaklarına, üçte birini memur maaşlarına, geri kalanını da büyük ölçüde savunmaya harcadığından yatırım için kaynakları sınırlıdır. Her yıl, % 6 büyüyebilmesi dışarıdan en az 40 milyar $ girdiye ihtiyaç vardır. Özel sektör üzerinden halen 604 milyar $ dış borcu bulunmaktadır. Tüketim toplumuna yönelmiş Türkiye, üretim ekonomisine dönmeden büyük güç olamaz. Sanayisi büyük ölçüde montaj sanayi olması 
nedeni ile ihracat, ithalata yani dövize dayalıdır. Türkiye.nin GSMH.nın 2030 yılında 2712, 2050 yılında ise 5104 milyar $ olması; böylece dünya ekonomisinde 17.cilikten en fazla 14.üncülüğe yükselmesi beklenmektedir. 


 Tablo 1: Büyük Güçlerin Güç Kaynakları ve Türkiye 

 Dünyadaki tüm kriz noktalarının %70.i Türkiyenin etrafındadır. Silahlı Kuvvetleri insan sayısı bakımından dünyada ilk on içinde bulunsa da operasyonel kabiliyetleri bölgesel projeksiyon için bile yeterli değildir. Başta hava savunması olmak üzere; bağımsız uzaya dayalı kabiliyetler, siber güvenlik, askeri istihbarat, stratejik haberleşme ve ulaştırma gibi önemli kabiliyet eksikleri vardır. Türkiye.nin büyük ölçüde TSK.ya dayalı güç politikası uygulama yeteneği, siyasi sıkıntılar nedeni ile sürekli aşınmaktadır. 

Türkiye’nin güvenliği ve bekası.. 

Tehditlere de fırsatlara da açık olan Türk coğrafyasında var olmak ile yok olmak aynı mesafededir. Bunun temel nedeni, Türklerin küresel ve büyük güç merkezleri arasına sıkışması, onların politikalarının bazen hareket noktası bazen hedefi olmasıdır. Tarihte Türk devletlerinin yıkılmasının ortak özellikleri; dış tesirler nedeni ile egemenliğin kullanılamaması, devletin iyi yönetilememesi, Ekonomik geri kalmışlık, Coğrafya ve kültürün birleştirilmesindeki sıkıntılar olmuştur. Türkler, Ekonomileri ya da devletleri yıkıldığı zaman dağınık ve yönsüz bir hale gelirler. Ekonomik az gelişmişlik, ülke içindeki çeşitli gruplara ve 
fikirlere dışarıdan nüfuz etmeyi kolaylaştırmakta, ülke birliğini tehlikeye sokmaktadır. 

Türkiye.ye yönelik güvenlik tehditlerini aşağıdaki şekilde sınıflandırabiliriz; 

- İç güvenlik; terörizm (PKK, FETÖ, Radikal Sol ve İslamcı Terör Örgütleri), rejim restorasyonu (Batılı ülkelerin ülkemiz içindeki rejim dönüştürme kurguları) vd. 

- Dış güvenlik; ABD, Yunanistan, Ermenistan vd. 

- Sınır aşan tehdit; göç, kaçakçılık, uluslararası suç örgütleri vd. 

- Diğer tehditler; deprem, sel gibi doğal afetler ve çeşitli pandemik hastalıklar. 

Türkiye; politik, ekonomik, sosyal, ahlâkî, kültürel, etnik ve askerî boyutları içeren bir krizden geçmektedir. Yaşanan kriz, devleti ve toplumsal yapıyı sarsmış, değerler sisteminde yıpranmalara neden olmuştur. Türkiyenin içinde bulunduğu temel güvenlik sorunlarını şu şekilde sıralayabiliriz; 

(1) Türkiye, büyük güç merkezleri arasında sıkışmış konumdadır. Bu yüzden, kendi çıkarlarına uygun bağımsız politikalar izleyememektedir. 

(2) Ülkenin güvenlik parametreleri homojenleştirici niteliğini yitirme sürecindedir. Ülke hızla kutuplaşmakta ve kimlik sorunu gittikçe büyümektedir. 

(3) Türkiye, yalnızlaşmakta, siyasi ve ekonomik birliklere alınmamaktadır. 

(4) Türkiyenin siyasi rejimi ve devlet yapısı önemli ölçüde işlevsizdir. 

 Türkiye, dış tehditlerden daha çok içeriden yapılan müdahalelere karşı oldukça 
duyarlıdır. Üç tarafı denizle çevrili olmasına rağmen birden fazla cephede mücadele etme gereği Türkiyeyi tarih boyunca olduğu gibi gene iç hat konumuna düşürmektedir. 

Türkiyenin güvenlik endişeleri her zaman dış politikasının önündedir ve daha 
bağımsız bir dış politika anlayışı ile birlikte askeri aktivizm kaçınılmaz hale gelmiştir. 
Bulunduğumuz coğrafya artık güç merkezlerinin arkasına saklanma seçeneğini bize bırakmamaktadır. 

Türkiye’nin olması gereken güvenlik yapılanması.. 

Türkiye, modern tarihin önüne çıkardığı fırsatları iyi değerlendirdiği takdirde, bölgesel ve küresel güç arasında bugünkü Rusyanın konumuna yakın bir güç konumu elde etmesi mümkün olacaktır. Bu fırsatları yazmıyoruz ancak önümüzdeki 30 yılda yaşanacak uluslararası krizlerin İran.dan başlayarak Rusya ve Çin.in de bulunduğu Orta Asya coğrafyasında çok önemli kırılmalar meydana getireceğini ve Türk devletleri için sağlayacağı fırsatlar yanında Türkiyenin muhtemel rolleri olacağını söyleyebiliriz. 

Türk ulusal güvenlik kurgusu; radikal değişikliklere ihtiyaç duymaktadır. Türkiye, sadece Silahlı Kuvvetlerinin caydırıcılığına dayanan; reaktif güvenlik konseptini aşarak “ulusal çıkar endeksli” ve “akıllı ve yumuşak güç”ün tüm unsurlarını bir güç projeksiyonu içinde birleştirmiş yeni bir güvenlik kurgusuna ihtiyaç duymaktadır. Bu kurgunun temel parametreleri şunlar olmalıdır; 

 - Coğrafi olarak Avrasya odaklı “büyük güç” olma aktör rolü, 

 - Proaktif çevresel angajman politikaları; Barıştan İtibaren Angajman Konsepti 
dahilinde kademeli ve kategorik güç uygulayabilecek bir askeri konsept çerçevesi ve kabiliyetleri geliştirilmelidir. 

- İstihbarat sistemimizin güvenlik ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde uzmanlaştırılması ve ilgili işlevleri sağlayacak şekilde yeni yapılar ilave edilmesi gereklidir. 


Tablo 2: Önerilen Türk İstihbarat Yapılanması 

 - Askeri güç dışında kalan akıllı ve yumuşak güç unsurlarımızın dış politikada sonuç alacak şekilde kurgulanmalıdır (güvenlik ortamını şekillendirmek). 

 Kendi vizyonunu ve rollerini belirleyemeyen Türkiye, başta ABD olmak üzere büyük güç merkezlerinin kendi adına belirlediği rollerin ve savaşların bir parçası olmaya mahkûmdur. Bu nedenle, Türkiye güvenlik ve savunma alanında sadece Batıya yaslanmayan, proaktif ve ulusal çıkar endeksli yeni bir kültür ve güç projeksiyonuna dayanan aktivizm içinde inisiyatifi ele almalıdır. 

Türkiye, 21. yüzyılın en dinamik alanlarından birisi olacağı şimdiden belli olan 
Avrasya alanının oluşmasında politik, ekonomik, sosyal, kültürel öncülüğü üstlenerek, üçüncü bin yıla Türklüğün yeni misyonu ile başlamalıdır. 

 Sonuç.. 

Türkiye.nin güvenlik politikaları rasyonel ulusal çıkarlara dayanmadığından, güvenlik hassasiyeti gittikçe içinden çıkılmaz hale gelmektedir. Ülke güvenlik aygıtının zar zor yürüyen parçaları da işlevlerini yitirmektedir. Ülke homojenliğimiz ve ulus-devlet yapımız oldukça hassas bir haldedir. Türkiye.nin yaşamakta olduğu kimlik sorunu ile gerek devlet yapısı gerekse toplum içindeki dönüşüm bu şekilde devam ettiği takdirde bölünmesi kaçınılmaz hale gelecektir. Türkiye.nin her şeyden çok gerçek demokrasiye, bağımsız adalete, çok sesliliğe ve liyakatli devlet adamlarına ihtiyacı vardır. Sorun her şeyden önce siyasidir ve 
Türkiye, öncelikle Atatürk.ün kurguladığı fabrika ayarlarına dönmeli ve siyasetten, toplumsal değerlere ve eğitime, her alanda onun ilkelerini rehber edinmelidir. 


***

TÜRKİYENİN S 400 ALIMI DÜNYA DENGELERİNİ DEĞİŞTİREBİLİR Mİ., BÖLÜM 2

TÜRKİYENİN S 400 ALIMI DÜNYA DENGELERİNİ DEĞİŞTİREBİLİR Mİ., BÖLÜM 2




Örneğin Ege Denizi’nde icra edilen “Kararlılık Gösteri-1992” NATO tatbikatı dönüşünde, 2 Ekim 1992 gecesi, Muavenet muhribimiz, Amerikan uçak gemisi Saratoga’dan atılan iki Sea Sparrow füzesi tarafından vuruldu. Geminin radarları hiçbir şekilde füzeleri “düşman saldırısı” algılamadı. Muavenet örneği dikkate alındığı zaman, S-400 sistemi kesin tercihtir. Çünkü S-400’ün IFF kataloğunda bütün Amerikan ve NATO hava saldırı araçları “düşman” olarak tanımlıdır. Ancak, Türkiye’nin kendi millî IFF yazılımlarının S-400 radarlarına yüklenmesi için karşılıklı mutabakat olduğu yönünde, kesin olmayan bilgiler vardır. 


Resim 2: Patriot PAC2 Füzeleri 

 Çok net olan gerçek şudur ki, alınsa bile ne S-400 ne de Patriot sistemi Türk Silahları Kuvvetlerinin kontrolünde olmayacaktır. 

ABD, Türkiye’nin S-400 hava savunma sistemleri almasına neden karşı çıkıyor? 

 S-400, Hollywood filmlerindeki Amerikan ordusunun yenilmezliği kadar Amerikan güç projeksiyonu ve savunma sanayisini de tehdit etmektedir. S-400’ler Suriye savaş alanında kullanılmasa da eski Rus ve Suriye hava sistemleri dahil son nesil füzelere ve Amerikan F-117 görünmez uçaklarına kilitlendiler. S-400 almak için Beyaz Rusya’dan Çin’e pek çok ülke sıraya girmişken, Amerikan savunma sanayisi özellikle görünmezlik teknolojisi için alarm çanları çalıyor. S-400’ün hedefi olacak F-35 ve F-22 için de durum farklı değil. Türkiye’nin aldığı 
takdirde NATO hedef tanımlama (IFF) sistemini S-400’lere yükleme ihtimali ise ayrı bir kâbustur. Washington, 3 bin F-35 için 1.6 trilyon dolar planlıyor olması durumun ciddiyetinin diğer bir göstergesidir 7

S 400 mi Patriot mu? Hangisi daha güçlüdür?

ABD tarafından Türkiye'nin Rusya'dan hava savunma sistemini tedariki Türkiye'nin Atlantik sisteminden ve yörüngesinden uzaklaşması olarak algılanıyor. Bu nedenle, ABD bunu engellemeye çalışıyor. Bunun için de Türkiye'ye her yönden baskı yapıyor. Amerikalılara göre; S-400 füze sistemlerinin olduğu yerde görev yapan Rus mühendisler F-35 uçaklarının 
manevralarını izleme ve öğrenme kapasitesine sahip olabilir. Bu da Türkiye’yi Amerika’nın ve NATO’nun ulusal güvenlik çıkarlarına zarar verildiği bir laboratuvar haline getirir. Amerikalı general D. Walters, Reuters'a verdiği mülakatta şunları söyledi; 

 “Halen F-35 uçaklarının görünmezlik kabiliyetinin ne olduğunu gizli tutabilmek için bu uçakların S-400 hava savunma sistemlerine ne kadar yakın ve ne süre ile uçabileceğinin bilinmemektedir, bu hususların tespit edilmesi gerekir. S-400'lerin radarlarda tespit edilemeyen F-35 savaş uçaklarının kapasitesi hakkında bilgi toplaması NATO'nun avantajına olmaz. Türkiye’nin aynı anda hem S-400 hem de F-35 uçaklarını kullanması ve her iki sistemi de askeri bilgi sistemlerine entegre etmeye çalışması milyarlarca dolarlık bu silah sisteminin 
tedarikini tehlikeye atar.” 

General Walters kısaca; Türkiye, S-400 hava savunma sistemleri ve F-35 uçaklarına aynı anda sahip olursa her iki silahın birbirine karşı etkilerini tespit etmeye çalışacağını söylemektedir. 

 NATO Komutanı Orgeneral Micheal Scaparrotti, Türkiye'nin S-400 hava savunma sistemini alması durumunda risk oluşturacağı için F-35 teslimatının iptal edilmesi istedi. 
NATO’nun iddiasına göre; S-400'lerin radarları Rusya'nın F-35'ler üzerinde casusluk yapmasına neden olabilir ve F-35’lerin radara yakalanmama özelliklerini tehlikeye atabilir. 

 Türkiye, her iki silah sistemine aynı anda sahip olduğunda F-35’in hangi mesafe, irtifa ve açılarda, S-400’ün radarları tarafından tespit ve atış için takip edilebildiğini, yapacağı test uçuşları sayesinde belirleyecektir. Böylece birbirini destekleyecek şekilde farklı mesafe ve açılarda yerleştirilmiş 2 x S-400 bataryası tarafından savunulan bir bölgeye F-35 uçaklarının nüfuz edemeyeceği gerçeği anlaşılacaktır. Daha da önemlisi, belki de S-400’ü dizayn eden firmanın iddia ettiği gibi F-35’in görünmezlik teknolojisinin, S-400 radarları karşısında 
tamamen etkisiz olduğu gerçeği ortaya çıkacaktır. 16 Ekim 2017 tarihinde Lübnan hava sahasını kullanarak Suriye’ye yönelik operasyon yapan bir İsrail F-35 uçağının, Suriye’nin S-200 füzeleri ile vurulması bu yönde bir gerçeğin açığa çıkabileceğinin kuvvetli bir emaresidir. 
Böylesi bir gelişme, dünyanın en pahalı silah tedarik programı olan F-35 projesinin tarihi bir fiyaskoyla sonuçlanmasına neden olur. 

 Bu gerekçelerle ABD Senatosu, askeri bütçe tasarısını onaylamasıyla birlikte 
Türkiye'ye, F-35 savaş uçaklarının teslimatını geçici olarak durdurdu. Tasarının maddeleri içinde Savunma Bakanlığı'nın, Trump'ın onayının ardından 90 gün içinde Türkiye'ye dair bir raporu Kongre'ye sunması öngörülüyor. Buna göre, Türkiye'nin ABD'den alacağı F-35'leri, Rusya'dan alacağı S-400 savunma sistemiyle birlikte kullanmasının ABD savunma sistemine bir zarar getirip getirmeyeceği araştırılacak. Bu süre zarfında da Türkiye'ye teslimat 
yapılmayacaktır. 

 Perde arkasında ABD, Türkiye’ye 100’ün üzerinde uçak satmaya çalışarak, Ankara’nın bağımsız dış politika izlemesinin önüne geçmeye çalışmaktadır. ABD, Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Ege bölgelerinde askeri dengenin değişmesini istememektedir. Washington, Türkiye’nin kendisini ve çıkarlarını savunmasına yardımcı olacak S-400 sistemine sahip olmasına karşı çıkmakta, bu sayede Ankara’yı bölgede oynanan oyunların dışında tutmaya çalışmaktadır. 

Türkiye’nin F-35 ‘de geldiği aşama.. 

 F-35; çok üst düzey teknolojileri kullanan, ağ-merkezli harp yetenekleri çok güçlü, uçan bir karargâh niteliğinde saldırı uçağıdır. F-35 uçaklarının tasarımına, 90’lı yılların başında “Müşterek Taarruz Uçağı” projesi kapsamında başlandı. Projenin amacı, ABD ve ortakları olan Birleşik Krallık, Türkiye, İtalya, Kanada gibi ülkelerin hâlihazırdaki savaşçı uçak envanterlerini yenilemekti. F-35 çok maksatlı savaş jetleri, bir önceki jenerasyon olan F-22 savaş uçaklarından 
sonra F-24 ismini alması gerekirken sürpriz bir kararla bugünkü adını aldı. Çin ile savaş için hazırlanan F-22 teknolojisinin ABD yasalarınca ihraç edilmesi yasaklandı. Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı, envanterinde iki farklı cinsiyle toplam 140 adet bulunan meşhur F-16’lar ise, 1987 yılında satın alınmıştı. Bosna-Hersek ve Suriye İç Savaşı’nda görev alan bu uçaklarla Türk ordusu tarafından yapılan en büyük operasyon ise 50 adet savaş uçağı ile Aralık 
2007’de Kuzey Irak’taki sınır ötesi PKK kamplarına yapılan hava bombardımanı dır. 
Türkiye’nin Müşterek Taarruz Uçağı projesine dâhil olması ise 2002 yılının Temmuz ayında gerçekleşti. 

195 Milyon dolarlık yatırımla 3. Seviye katılımcılar arasında yer alan Türkiye, yapılan sözleşmeye göre ilk aşamada toplam 116 adet F-35A cinsi uçak satın alacaktı. Türk Havacılık ve Uzay Sanayi (TUSAŞ) ise Danimarka menşeili başka bir firma olan Northrop Grumman ile beraber uçakların ana gövdesinin üretim ve montajını yapacak, ayrıca Türk Savunma Sanayi’nin önde gelen şirketlerinden ASELSAN, HAVELSAN, ROKETSAN gibi şirketler de uçağın çeşitli sistemlerinin üretiminde aktif rol üstlenecekti. Projenin Türkiye’deki şirketlere toplam katkısı yaklaşık 12 Milyar dolar olarak hesaplandı ve bugüne kadar yaklaşık getirinin 
ise 5.5 Milyar dolar civarında olduğu düşünülmektedir 8. 

   https://www.gazetediplomasi.com/wp-content/uploads/2018/11/1280px-thumbnail-696x463.jpg

   https://www.gazetediplomasi.com/wp-content/uploads/2018/11/1280px-thumbnail-696x463.jpg 

2011 yılında İsrail üzerinden ABD ve Türkiye arasında yaşanan sürtüşmelerin ardından ve yine ABD’nin F-35 yazılımlarının kaynak kodlarını diğer ülkeler ile paylaşılmasını reddetmesi üzerine güven ortamı kaybedildi ve Türkiye uçak siparişlerini askıya aldığını açıkladı. 2012 yılında iki adet, 2015 yılında ise dört adet olmak üzere toplam 6 adet savaş uçağının siparişi tekrar yapıldı ve Türkiye ilk savaş uçağını Haziran 2018’de gecikmeli olarak teslim aldı. Pilotlarımız geçtiğimiz Ağustos ayında ABD’de eğitim uçuşlarına başladı. Haziran 2018’de ABD başkanı Donald Trump tarafından imzalanan 2019 yılı savunma bütçesi yasa tasarısına göre uçakların Türkiye’ye transfer edilmesi durduruldu. Türkiye ve ABD arasında sıklıkla ortaya çıkan çalkantılı ilişkiler dönemleri sebebiyle, projenin geçmişinde yaşananlar da göz önüne alınırsa F-35 uçakları konusu gelecekte birçok kez daha gündeme gelecek gibi gözüküyor. 


Resim 3: F-35 Taarruz Uçağı 

 Türkiye, Lockheed Martin tarafından geliştirilen Müşterek Taarruz Programı 
kapsamındaki beşinci nesil savaş uçağı F-35 Lightning II projesine 2002 yılında dâhil oldu. Türkiye, F-35 savaş uçaklarının bazı parçalarını tedarik etmesinin yanı sıra filosuna eklemek için 116 adet uçak sipariş etti. İlk uçakların Türkiye'ye teslimatı için ise sonbahar ayları telaffuz ediliyordu. Bu uçaklar için yapılacak toplam ödemenin 25 milyar dolar olduğu belirtiliyor. TCG Anadolu’yu da bir mini-uçak gemisi olarak kullanmak istiyor. Bunu başarmak için de neredeyse 
piyasadaki tek seçenek, F-35’in dikey iniş yapabilen versiyonu F-35B’dir. Türkiye, F-35 savaş uçaklarının bazı parçalarını tedarik etti, 116 adet uçak sipariş etti. İlk uçakların Türkiye'ye teslimatı için ise sonbahar ayları telaffuz ediliyordu. Bu uçaklar için yapılacak toplam ödemenin 25 milyar dolar olduğu belirtiliyor. 

 Haziran 2018 ayından beri Amerika'da dört F-35 uçağının Türkiye’ye teslim töreni yapıldı. Uçakların, götürüldükleri Arizona’daki üste Türk pilotlara yönelik eğitim sürecinin ardından Türk topraklarına transferi öngörülüyor ve bu sürecin 1-2 yıl sürebileceği belirtiliyordu. Türkiye program kapsamında 100 adet F-35 uçağı almayı planlıyor. 

 Türkiye, ABD'nin tavrında ısrarcı olması halinde Türkiye'nin F-35'lerin muadili olarak gösterilen Rus Su-57'lere (T-50) yönelebilir. Rusya'nın geliştirme aşamasında olduğu Sukhoi Su-57 uçağının maliyeti, F-35'lerin neredeyse yarısı kadar. Su-57'lerin yetişmemesi halinde ilk etapta Su-35'ler ardından Su-57'lerin devreye girebileceği ifade ediliyor. Acil ihtiyaç halinde içi boş olarak satın alınabilecek uçakların tamamen Türk yazılım, silah, mühimmat, radar ve 
aviyonikleriyle donatılmak suretiyle milli ihtiyaçlara F-35'lerden çok daha fazla yanıt verebileceği belirtiliyor. Öte yandan F-35 projesinin mali nedenlerle batma tehlikesi vardır. F-35 alma niyetinde olan ülkelerin alım süresi, taahhütlerini uçak sayılarıyla birlikte garanti edene kadar uzatılacaktır. Yoksa proje batar. 

Bu noktada Türkiye’nin yapması gereken, S-400 hava savunma sistemini satın alarak, ABD’yi F-35’leri satmamaya zorlamak, bu sayede bu batık projeden kendisini kurtarmaya çalışmak olmalıdır. Ancak Türkiye projeye geliştirme safhasından bu yana ortak olduğu için ve şimdiye kadar 900 milyon dolar gibi ciddi bir miktar ödeme yaptığından bu ihtimal biraz uzak gözükmektedir. Bu şartlarda ise Türkiye, F-35’lerin görünmezlik kabiliyetinin, özellikle S-400 
gibi gelişmiş bir hava savunma sistemine karşı ne olduğu tespit edilmeden, ödediği 900 milyon doları kurtaracak sayının dışında bir alım garantisi vermemelidir. Maksimum satın alacağımız uçak sayısı, 1-2 filoyu yani 16-32 uçağı kesinlikle geçmemelidir. 

F-35 ve S-400 birlikte olabilir mi?.. 

 Türkiye Dışişleri Bakanlığı'ndan, S-400'lerin kontrolünün TSK tarafından sağlanacağı, ayrıca S-400'lerin NATO sistemine entegre edilmeyeceği ifade edildi. Dışişleri Bakanı M.Çavuşoğlu tarafından ABD'nin S-400'leri incelemesine izin verilmeyeceği açıklandı. Bu konuda, "ABD tarafı ile olan görüşmelerde; F-35'lerin zarar görmesi ve uçaklarla ilgili hassas bilgilerin açığa çıkarılmaması için S-400'lerin NATO sistemlerinden bağımsız olarak kullanılacağını doğruladık" ifadelerini kullanmıştır. Ancak, bu mümkün değildir. Çünkü ülkelerarası ilişkiler milli çıkarlar temelinde konjonktürel değişikliklere gebedir. Bu durumda 
böylesine pahalı, hayati öneme haiz ve birbirlerini alt etme amacıyla üretilmiş sistemlerin bir başka ülkeye tamamen devri mümkün değildir. 

F-35 uçakları ile S-400’ler arasındaki etkileşimleri açıklamadan önce NATO Hava 
Savunma Sistemi hakkında özet bir bilgi vermeliyiz. Öncelikle ABD, kendi milli sistemi olan bir mimari ile hava sahasını kontrol etmektedir. ABD tarafından aynı işlev ve maksatla Avrupa'nın güvenliği için NATO ve üye ülkelerin istifadesine sunduğu Avrupa Entegre Harekât İstihbarat Çevrimi (LOCE 9) bulunmaktadır. NATO hava komuta kontrol altyapısının karşılıklı çalışabilirlik kabiliyetinin tesisi açısından 48 değişik radar tipi ile yaklaşık 300 sensörün birbiri ile irtibatlandırılmasını kapsayan NATO Hava Komuta Kontrol Sistemi (ACCS 10
oluşturmaktadır. NATO müttefiki olan kanat ülkesi Türkiye'nin yüksek irtifa hava savunma ihtiyacı ancak konjonktürel olarak NATO ve Avrupa'ya herhangi bir tehdit olası olması durumlarında diğer NATO ülkelerinde mevcut yüksek irtifa hava savunma sistemlerinin ülkemizde geçici olarak konuşlandırılması şeklinde karşılanmaktadır. Anılan sistem, ABD'nin keşif, gözetleme ve istihbarat uyduları ile entegre, yer ve deniz üstü/ altı platformlarında konuşlu füzesavar sistemlerinin (PATRIOT, TOMAHAWK vb.) radar ve silah sistemleri ile irtibatlı, diğer NATO karargahları ve üye ülke milli haberleşme ağı içinde çevrim içi 
çalışmaktadır. 

   Bilindiği üzere ABD kendine müzahir ve tehdit olan ülkelerin hava sahalarını uyduları vasıtasıyla an ve an izlemektedir. ABD bu uydularını zaman zaman NATO operasyon ve tatbikatlarında ilgili bölgelere de yöneltmektedir. Eğer Patriot alınırsa, bunun radarları ülkemizdeki NATO radar ağı ve LOCE çevrim içi sistemine bağlanacak ve havadan gelecek herhangi bir tehdit, NATO karargâhları ve üye ülkelerin milli karargâhlarında bulunan terminaller tarafından otomatik olarak alınıp değerlendirilerek gerekli önlemler yerine getirilecektir. Sistemdeki uydular ve onun görüntülerini alan terminaller (ABD milli veya onun yan terminali olan LOCE vb) eğer soft-ware olarak erken ikaz sisteminde (Early Warning System) yüklü bilgilere sahip ise düşmanın füze rampalarından fırlatılacak herhangi bir füzeyi terminalin üzerinde aniden pop-up olarak ekranda görür, bire bir ve anlık görüntü ile yakalar. 

Füzenin çıkış ve vuruş noktası, vuruş zamanı, anlık bulunduğu yer hakkında bilgi sahibi olurken, gerekli ikaz ve savunma sistemlerini harekete geçirmekte sizin elinizde olacaktır. Bütün bunlar oturduğunuz yerden ve çevrimiçi olarak, bilgisayarın tuşlarına dokunarak yapılabilmektedir. 

Türkiye, ABD’nin yanında yer alırsa, kaçınılmaz olarak ABD’nin İran’a yapmayı 
planladığı saldırıda, Kürecik’teki İran’ı gözetleyen ABD radarı nedeniyle İran’ın bu noktaya yapacağı balistik füze saldırısına maruz kalacaktır. İncirlik üssündeki Amerikan uçak ve nükleer silahları nedeniyle İran ve Rusya’nın potansiyel balistik füze hedefi olacaktır. 

 Halen ülkemizde NATO radar ağına bağlı 15 sabit radar ile yerli yapım 14 adet TRS-22XX model taşınabilir radar bulunmaktadır. Hava Kuvvetleri envanterinde bulunan NATO ve Milli radarlar bir ağ ortamında birleştirilmiş, bu radarlardan elde edilen bilgiler ile tüm Türkiye’yi kapsayan hava resmi oluşturularak istenilen komuta kontrol merkezinden izlenebilir hale getirilmiştir. Yine aynı proje ile NATO’dan farklı olarak radarların uzaktan kontrol kabiliyetleri de ikiden fazla kontrol merkezinden yapılabilme kabiliyetine kavuşmuştur. 

Sonuç olarak; tedarik edilecek olan sistem ABD’nin Patriot veya Fransız-İtalyan ortaklığı SAMP-T olursa, bu sistemler kesinlikle NATO içindeki entegre savunma sisteminin bir parçası olacaktır. 

 Öte yandan, Rusya'dan S-400 alımının F-35 açısından riski olduğu apaçık ortadadır. 
Birbirlerine karşı iki hasım tarafından kullanılmak üzere üretilmiş iki silah sistemi var; İki sistem birlikte yer alamaz. Çünkü birbirlerinin zayıf veya güçlü özellikleri kolaylıkla ortaya çıkarılabilir. Türkiye'nin tercihini Rus S-400 füzelerini teslim alma yönünde kullanması durumunda sonuçları neler olur? 

- Amerika'dan 100 savaş uçağı alması öngörülen F-35 programından çıkarılma ve 'CAATSA 11' diye bilinen ve Rus savunma ve istihbarat sektörleriyle alışverişleri hedef alan bir yasa uyarınca ambargolara maruz kalma riskiyle karşı karşıya kalma olasılığı yüksek görünüyor. Bu durum karışıklığa yol açar. 

 - Türkiye'nin CH-47F ağır yük helikopterleri, UH-60 ve Black Hawk helikopterleri ile Lockheed Martin firması üretilen F-16 uçakları gibi geniş CAATSA yaptırımlarına dâhil olabilir. Durum böyle olduğu takdirde eğer başka alternatifler bulunamaz ve tedbirler alınamazsa Türkiye’nin savunma ve taarruz kapasitesi açısından olumsuzluklarla karşı karşıya kalabileceği aşikâr olacaktır. 

- Amerika, Türkiye'nin F-35 programına yaptığı 1 milyar doları aşkın yatırımını geri vermek zorunda kalır. Türk üreticiler, önemli parçaları tedarik ediyor. Bunların yerine yenisini yapmak iki yıl sürer ve diğer müttefiklere teslimatları geciktirir. 

 Şu anda göründüğü kadarıyla S-400'lerin alınması durumunda ABD yaptırımlarının yalnız askeri teçhizatla kalmayacağı ya dolaylı yoldan bankalara baskı, ya da piyasa psikolojisi yoluyla dövizi alevlendirerek, Türk ekonomisine nihai darbenin vurulabileceği kuvvetli bir ihtimaldir. Nitekim ABD Başkanının ‘ABD, Türkiye'nin S-400 alımını engellemek için sıkışırsa ülkeyi ekonomik olarak mahvetmeye kalkabilir' şeklindeki beyanatı bu ihtimali güçlendirmektedir. 

 F-35 dışında gelişen yaptırımın ayak seslerinden birisi de; ABD Başkanı Donald Trump, Türkiye’nin gelişmiş ekonomisini gerekçe göstererek, bazı ürünlerin ABD’ye gümrüksüz girişine imkân sağlayan ve gelişmekte olan ülkelere sunulan “Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi (GTS) Programından Türkiye’yi çıkarmak istediğini açıklamasıdır. Başkan Trump’ın Kongre’ye yolladığı mektup, Beyaz Saray tarafından yayınlandı. 

 Sonuç.. 

 NATO müttefiki Türkiye'nin yüksek irtifa hava savunma ihtiyacı ancak konjoktürel olarak NATO ve Avrupa'ya herhangi bir tehdit olası olması durumlarında diğer NATO ülkelerinde mevcut yüksek irtifa hava savunma sistemlerinin ülkemizde geçici olarak konuşlandırılması şeklinde karşılan maktadır. Milli hava savunma zafiyetimiz uzun zamandır çözüm bekleyen bir sorundur. Türkiye’de son yıllarda bazı füze sistemleri geliştirme yolunda önemli adımlar atıldı. Türkiye’nin kendi milli uzun menzilli hava savunma sistemlerini 
geliştirmesi için henüz önünde epeyce bir yol var. Ama alınan füzeler savunma amaçlı yani bunları başkasına atmak yerine bölge savunması yapacağız. Türkiye’nin başkasına füze atacak bir sistemi henüz yoktur. Türkiye’nin aynı anda hem hava araçlarına hem de balistik füzelere karşı etkin olan yüksek irtifa hava savunma sistemi hala mevcut değildir. 

 S-400 ya da Patriot alınan sistem bizim malımız olacak ve kontrolü tamamen bizde olacak denilse de bu mevcut durumda çok zordur. Çünkü bu tür sistemlerin tedarikçisi olan ülkelerde uydu ve komuta-kontrol merkezi tedarikçi ülkenin kontrol ve gözetiminde çalışıyor. 
Tedarikçi ülkelerin erken haber verme ve ikaz sağlayan hedef istihbarat ve görüntü uyduları yok. Ayrıca Rusya, ABD ve Çin gibi ülkeler bu teknolojilerini öyle ulu orta ve tamamen bir başka ülkeye veremezler. S-400 füze sistemlerinin olduğu yerde görev yapan Rus mühendisler F-35 uçaklarının manevralarını izleme ve öğrenme kapasitesine sahip olabilir. ABD ve NATO; S-400 radarlarının Rusya'nın F-35'ler üzerinde casusluk yapmasına neden olabileceğini, özellikle F-35’lerin radara yakalanmama özelliklerini tehlikeye atabileceğini iddia etmektedir. 
Rusya'dan S-400 alımının F-35 açısından riski olduğu apaçık ortadadır. Birbirlerine karşı iki hasım tarafından kullanılmak üzere üretilmiş iki silah sistemi var. İki sistem birlikte yer alamaz çünkü birbirlerinin zayıf veya güçlü özellikleri kolaylıkla ortaya çıkarılabilir. 

 ABD, Türkiye’ye komşu iki ülkeyi parçalayarak, sınırımızda kukla bir devlet kurma peşinde iken Ankara’nın sözünden çıkmamasını istemektedir. Ortadoğu’da kartlar yeniden dağılırken Türkiye’nin tercihi ülkemizin olduğu kadar bölgenin hatta dünyanın geleceğine etki edebilir. Türkiye’nin ABD ve Rusya yanında yer alması Suriye’nin geleceğinden başlayarak, Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Ege’deki dengelere, Karadeniz’in ısınmasına, ABD’nin İran senaryosunun hayata geçip geçmemesine kadar önemli etkileşimler sağlayacaktır. ABD’nin Kürecik ve İncirlik’teki varlığı ve PKK devleti projesi de bundan etkilenecektir. 

 S-400 alındığı takdirde, Türkiye muhtemelen gelecekte ağ temelli olan ileri teknoloji olan bütün NATO savunma sanayii projelerinden dışlanacaktır. Türkiye NATO dışındaki ülkelere, başta Rusya ve Çin olmak üzere daha da bağımlı hale gelecektir. Bu uzun yol Türkiye'nin NATO'dan çıkmasıyla sonuçlanmayabilir ama uzun vadede Türkiye NATO'dan kaçınılmaz olarak uzaklaştıracaktır. ABD'nin Türkiye'ye S-400'lerle ilgili baskı uygulamasının arkasında ‘Türkiye'nin Amerikan yörüngesinin dışına çıkmasını istememesi' yatıyor. Türkiye, NATO üyesi kalmalıdır. 

Bu perspektiften ileriye doğru bakıldığında ülkemiz açısından en salim çıkış yolu, Rusya Federasyonundan S-400 alımını iptal etmesidir. Teknolojik olduğu kadar ekonomik olarak da Türkiye’nin Batı yanında olması daha çıkarınadır. Ruslar da para yok, Çin’de var ama doku uyuşmazlığı yaşıyoruz. NATO’nun egemen ve bağımsız üyesi olarak Türkiye, Rusya’ya olsun İran’a ya da Çin’e karşı olsun birebir ilişkilerde eli daha güçlü olur daha eşit koşullarda ilişki kurabilir. 

 S-400 alımı 2019’da Türkiye NATO ve ABD arasında tarihi kırılmalara evrilebilir. 
Ancak, Putin de Türkiye'nin dostu değildir. Gürcistan, Ukrayna ve Suriye'deki hamleleri, Türkiye'nin güvenliğini tehdit etmiştir. Putin’in gerçek niyeti Türkiye'yi Batı'dan ayırarak, ülkesini çevrelenmekten kurtarmaktır. S-400’ü seçmek Türkiye’yi enerjiden sonra askeri ihtiyaçlarında da Rusya’ya bağımlı hale getirebilir ve Rus dış politikası dayatmalarına maruz kalabiliriz. Üstelik 2015’de yaşandığı gibi Rusya ile bir kriz yaşanması halinde S-400’leri bu ülkeye karşı kullanmamız söz konusu olamaz. 

 Gittikçe saldırganlaşan, Akdeniz'deki ve Ortadoğu'daki varlığını güçlendiren ve bunu da Karadeniz üzerinden özellikle Kırım üzerinden yapan bir Rusya'ya karşı gelişmeler, Türkiye’yi Atlantik cephesinin lideri Amerika ile Avrasya cephesinin lideri Rusya arasında sıkıştırmaktadır. İncirlik üssünü ve Kürecik radarını Amerika’nın kullanımına sunan ve İncirlik üssünde Amerikan nükleer silahlarını depolayan Türkiye’nin aynı zamanda Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi ve Amerika’dan F-35 savaş uçaklarını tedarik etmek istemesi, içinde bulunduğumuz sürecin karakterini yansıtırken ciddi bir çelişki de oluşturmaktadır. 

 Sorunun Almanya'nın öncülüğünde bir grup Avrupalı müttefikle işbirliği halinde ABD ve Rusya arasında yürütülecek müzakerelerle çözümlenmesi doğru yöntem olabilir. Türkiye bir yandan krizi atlatma çalışmaları yaparken diğer yandan da kendi "Milli Hava Savunma Sistemini" tesis etme gayretlerine hız vermelidir. Türkiye'nin bağımsız dış politika izleyebilmek için askerî kapasitesini artırması hayati derecede önemli bir husustur. Taşıma suyu ile değirmen dönmez. İsrail örnek alınabilir. İsrail 70-250 km. menzilli füzelerin önünü alacak bir imkân ve kabiliyet kavuşmuştur. 

 Son olarak, Türkiye F-35 programının önemli bir ortağıdır, ancak yeri doldurulmaz değildir. Ancak, F-35 programından çıkmanın Ankara için sonuçları ağır olacaktır. Türkiye'nin programa şimdiye kadar yaptığı 1,25 milyar dolarlık yatırım, boşa gidecektir. Programa katılan Türk firmaları imalat ve arz zincirin den çıkarılacaktır. Türkiye’nin milli savunma sanayini ekonomik büyümenin kilit unsurlarından biri haline getirme umudu suya düşecektir. 

Türkiye’nin kararını bu noktada TBMM vermelidir, konu parlamentoda görüşülmeli ve bu ulusal meselede muhalefet de oturum öncesi iyi aydınlatılmalı dır. Genelkurmay’ın ve ilgili uzmanların da görüşüne başvurulmalıdır. 

DİPNOTLAR;

 1 Savunma Sanayi Müsteşarlığı, 2012 Faaliyet Raporu, (17 Eylül 2013), http://www.ssm.gov.tr/anasayfa/kurumsal/Faaliyet%20Raporlar/2012%20Y%C4%B1l%C4%B1%20Faaliyet%20Raporu.pdf 
2 Elliot Hen-Tov, The Political Economy of Turkish Military Modernization, MEIRA, Vol. 8-4, (2004), 23. 
3 Offset, savunma projelerinde ödemeler dengesinde ortaya çıkan olumsuzlukları kısmen veya tamamen 
   giderilmesi amacıyla gerçekleştirilen ihracat ve diğer döviz kazandırıcı işlemler olarak ifade edilmektedir. 
4 T-MALADMIS: Medium Altitude Air Defense System. 
5 MASINT: Measurement And Signature Intelligence. 
   https://www.globalresearch.ca/wp-content/uploads/2017/07/russian-s400-turkey-400x216.jpg
6 Patriot: Phased-Array Tracking and Intercept of Target. 
7 Federico Pieraccini, Why Russia’s S-400 Is a More Formidable Threat to US Arms Industry than You Think, 
   Strategic Culture Foundation, (15 June 2019). 
8 Hakan Aytaylan, Yılan Hikayesine Dönüşen F-35 Uçakları, Diplomasi Gazetesi, (4 Kasım 2018 ). 
9 LOCE: Link Operation and Intelligence Centers In Europe. 
10 ACCS: Air Command and Control System. 
11 CAATSA: Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası. 



***

TÜRKİYENİN S 400 ALIMI DÜNYA DENGELERİNİ DEĞİŞTİREBİLİR Mİ., BÖLÜM 1

TÜRKİYENİN S 400 ALIMI DÜNYA DENGELERİNİ DEĞİŞTİREBİLİR Mİ., BÖLÜM 1






Türkiyenin S-400 alımı dünya dengelerini değiştirebilir mi? 



Prof.Dr.Sait Yılmaz 
20 Haziran 2019 

 Giriş 

 Türk Silahlı Kuvvetleri, NATO üyesi olduğu 1952 yılından beri savunma planlamaları ile araç, malzeme ve silah tedarik faaliyetlerini ittifakın planlamaları ve standartlarına uygun bir şekilde müttefiklik anlayışı ile yürütmüştür. 
Bu durum, diğer ülkeler gibi Türkiye’nin de kendi milli savunma ihtiyaçları için tedbir almasına engel olmamış, ittifak çerçevesi dışında da örneğin Yunanistan ile ilgili sorunları ya da terörle mücadele için kendi milli harekât planları 
çerçevesinde tedarik kabiliyetlerini sürdürmüştür. Bugün gelinen aşamada Rusya’dan bir hava savunma sistemi olan S-400 alımı ile ilgili girişimi ise başta ABD olmak üzere NATO Komuta Kademesi tarafından dozu gittikçe artan tepki ile karşılanmış, öyle ki ittifak için geleceğin silahı olarak görülen F-35 uçaklarının parası verildiği halde Türkiye’ye teslimi durdurulmuştur. 

Türkiye tarafından ise Milli Savunma Bakanı’nın açıklamasına göre ittifak hatta Batı dünyası ile ilişkilerimizi gözden geçirme noktasına geldik. Türkiye’nin S-400 tercihi dünya dengeleri açısından bir kırılma noktası olabilir. Neden bu noktaya geldik, yaptıklarımız doğru mu ve neler olabilir? Bu sorulara S-400 ve Patriot hava savunma sistemleri ile F-35 taarruz uçağı arasındaki teknik dengelere odaklanarak, cevap vermeye çalışacağız. 

 Türkiye’ni hava savunma kabiliyeti tedarik gayretleri.. 

Türkiye ana silah sistemlerinin % 75’ini ve genel ihtiyaçlarının % 35’ini dışarıdan temin eden bir ülkedir. Özellikle 1990 sonrasında gösterilen gayretler ile TSK ihtiyaçlarının yurt içinden karşılanma oranı %54’ü geçmiştir. Dış alımla tedarikin %30 oranın düşürülmesine çalışılmaktadır 1. Türkiye, dışarıdan tedarik yöntemleri ve iç temin konusunda pek çok politika denemiştir. Türkiye teknoloji edinimi konusunda önce silah satın alarak teknoloji transferini denedi ancak ihracatçı ülkelerin tereddütleri bu yöntemi işlemez hale getirdi. 

Böylece Türkiye, içeride üretmediğini uluslararası işbirliği (co-production) yolu ile üretmeye karar verdi. Söz konusu işbirliği müttefikler ile karşılıklılık ile Ar-Ge ve teknolojinin satın alınması esasına dayanıyordu 2. Savunma Sanayii Müsteşarlığı, savunma ihtiyaçlarının tedariki ve teknoloji transferinde offset alımları tercih etmeye başladı 3. Türkiye’nin savunma ihtiyaçlarının 
karşılanmasında en önemli kaynak, şüphesiz NATO’ya girişi ile başlayan yakınlaşma sonrası genellikle ABD’den gelen silah, araç ve teçhizat olmuştur. Amerikalılar her zaman konu Türkiye olduğunda gelişmiş teknoloji satmaktan uzak durdular ya da çok pahalıya satmak istediler. Amerikalılar, Türkiye’nin kendi bölgesinde bağımsız harekât yapabilecek bir güce ulaşmasından her zaman çekindiler, zayıf ve kontrol edilebilir yani bağımlı bir Türkiye’yi tercih 
ettiler. Bunun nedeni, bölgedeki çıkarları söz konusu olduğundan Amerikan işaret çubuğunun gösterdiği istikametten ayrılmamamız yani kendi bağımsız çıkarlarımız peşinde koşmamamız idi. 

Amerikalılar Türkiye’ye silah ve malzeme verirken çok dikkatli bir strateji izlediler. 
Rum lobisini etkisi ile 7/10 oranını korudular. Yunanlılara genellikle hibe olarak verirken, bizden parasını aldılar. Çelik başlıkların insan kafasına göre oldukça büyüklerini, gaz maskelerinin miadı dolmuş olanlarını, F-16’ların gece uçuş kabiliyeti olmayanlarını verdiler. 
Stratejik kapsamdaki hava savunma silahları almamız söz konusu bile değildi. Türkiye’nin Soğuk Savaş süresince hava savunması büyük ölçüde NATO’nun vereceği sistemlere bağımlı idi. Ancak, 1990 yılında Körfez Savaşı çıktığında güvendiğimiz NATO Patriotlarının gelmesine, bazı üyeler (ittifakı savaşa sokar diye) gönülsüz oldular. 2000’lere gelindiğinde Kara Kuvvetleri’nin elinde hava savunma silahı olarak klasik 12.7 mm. uçaksavar makineli tüfekleri, taretler vardı. 1980’lerde ABD tarafından verilen omuzdan havaya atılan kısa menzilli 
Stinger kullanımı ise ABD’nin iznine bağlanmıştı. Afganistan’da Sovyetlere karşı savaşında Taliban’a sayısız Stinger veren ABD, bize verdiği Stinger’leri her sene depolarımıza gelip sayıyordu. Amerikalıların 1959 yılında yerleştirdiği 150 km. menzilli Nike Hercules füzeleri ise çalışıp çalışmayacağı belli olmadığından envanterden çıkarıldı. 

Hava savunma sistemleri alçak, orta ve yüksek irtifa diye üç kademeli olarak 
düşünülmelidir. Türkiye’nin alçak irtifa hava savunma kabiliyetini geliştirmek için bahse değer ilk örnek Kaideye Dayalı Stinger (KDS) sistemidir. 2005 yılında üretilen ATILGAN paletli araçtaki kaideye dayalı bir sistem olup, alçak irtifa, daha çok savaş alanındaki birliklerin ihtiyacı için tasarlanmış bir hava savunma sistemidir. KDS’nin sabit tesise dayalı olanı ise ZIPKIN olarak isimlendirilmiştir. 

Türkiye’nin geliştirmeye çalıştığı (orta irtifa) T-MALADMIS 4 sistemi, içinde İsrail ve ABD’nin olduğu bir grup ile birlikte ROKETSAN tarafından geliştirilmektedir. 

 Türkiye, (yüksek irtifa) kısaca "T-LORAMIDS" (Türk Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sistemi) adı verilen projeyi 2006 yılında başlatırken, esas niyet ABD üretimi Patriot sistemlerine sahip olmaktı. ABD bu konuda Türkiye'yi İsrail modeli üzerinden ikna etmişti. ABD, 2005 yılında İsrail'e Demir Kubbe (Iron Domme) hava savunma füze sisteminin geliştirilmesinde finans ve teknoloji desteği vermişti. Bu kubbenin en yüksek hava savunma şemsiyesi ise ABD menşeli Patriot'lar tarafından sağlanacaktı. 

Türkiye’nin yüksek irtifa hava savunma sistemleri ihtiyacı için yıllar süren 
çalışmalardan sonra yapılan ihaleye; Rusya Antey 2500 (S-300VM), ABD Patriot PAC-3, Fransız-İtalyan ortaklığı SAMP-T füze savunma sistemiyle, Çin ise FD-2000 (HQ-9) sistemleriyle ihaleye katıldı. Yüksek fiyat veren Rusya’nın dışarıda bırakıldığı ihalede; 

- Çin, 3,5 Milyar dolar 

 - Fransa-İtalya ortaklığı 4,4milyar dolar 

 - ABD, 4,5milyar dolar fiyat verdi. 

 Fransız-İtalyan ortaklığı ve ABD ise ortak üretim ve teknoloji transferine yanaşmazken, yerli katkı oranını yüzde 10-12 arasında tuttu. Çin ise ortak üretim ve yüzde 30 yerli katkı önermenin yanında ortak üretim ve 1,1 milyar dolarlık iş payı sundu. 

 Çin’in teklifindeki en önemli husus ise "Türk mühendisleri tarafından tasarlanacak olan Yüksek İrtifa Gelişmiş Hava ve Füze Savunma Sistemi'nin üretilmesinde Çin’in, bize teknik destek sağlayacak” olmasıydı." Türkiye’nin kendi millî tasarımıyla, yüksek irtifa hava savunma sistemleri kurmasını sağlayacak olan bu işbirliği, dışa bağımlılığı kaldıracağı için, ABD ve NATO’nun şiddetli karşı çıkışlarına ve baskılarına yol açtı. 26 Eylül 2014 tarihinde Çin 
teklifinin birinci sırada geldiği açıklanmıştı. 13 Kasım 2015 tarihinde proje iptal edildi. İhalenin iptaline neden olan asıl gerekçe ise Çinli üretici CPMIEC'nin ABD'de kara listede bulunmasının içerdiği riskler olduğu dile getirildi. Çin’in ürettiği HQ-9 (Kızıl Bayrak FD-2000) füzeleri bir ara çözümdü ama ABD baskısına yenildi. Talip olduğumuz Çin’in HQ-9 modeli Rus S-300’ün 
modifikasyonu idi. Türkiye’nin NATO’daki müttefikleri, Türkiye’nin kendi hava savunma sistemini kuracak füzeleri kendisinin üretmesini istemediler. 

 2014 yılında 4.000 feet irtifada uçan bir Suriye helikopterini vurmak için elimizde F-16’dan başka bir vasıtamız olmadığının anlaşılması hava savunma alanında arayışlarımızı hızlandırdı. ABD ve Almanya’dan 2013 yılında Suriye'den gelebilecek tehditlere karşı Malatya'ya konuşlanan Patriotlar, 2016 yılında geri döndüler. Ruslar, S-400’leri, Amerikalılar Patriotların en üst versiyonunu kimseye satmıyorlardı. Yunanistan ise Patriot yanında Rusya’dan S-300’ler de aldı ve hepsini Türkiye’ye karşı konuşlandırdı. 

 Türkiye-Rusya-İran arasındaki son yıllarda Suriye konusunda Astana mutabakatı ve Soçi süreciyle artan işbirliği Türkiye ile Rusya’nın yakınlaşmasına ve Türkiye’nin Rusya’dan S-400 sistemi alması ile sonuçlandı. 2017 Eylül ayı başında Astana’da yapılan zirve sonrasında S-400 sisteminin alınması için Rusya ile sözleşme imzalandığını açıklandı. Bu gelişme üzerine yeniden devreye giren Washington'un şimdilerde Patriot vaadiyle Ankara'yı S-400 alımından 
vazgeçirmeye çalışıyor. ABD, Türkiye'nin S-400 sahibi olması halinde, başta F-35 savaş uçakları olmak üzere NATO'nun tüm hava unsurlarına ait bilgilerin Rusya'nın eline geçmesinden endişe duyduğunu söylüyor. 

Türkiye, 2030'lu yılların olası güvenlik risklerini karşılayacak nitelikte milli bir sisteme kavuşmak için kollarını sıvadı. Bu sistemin oluşturulmasına yönelik çalışmalar Savunma Sanayi Başkanlığı öncülüğünde TÜBİTAK SAGE, ASELSAN ve ROKETSAN tarafından 2018 yılı sonunda başlatıldı. İlk teslimatların 2021 sonunda gerçekleştirilmesi planlanıyor. 

Projenin ismi SİPER olacak. Milli sistemlerin Fransa ve İtalya ile işbirliği yapılarak geliştirilmesine karar verildi. Bu kapsamda, projenin "geliştirme" aşamasını dünyanın en gelişmiş füze savunma sistemlerinden biri olan SAMP-T sistemini üreten Avrupa ortaklığı EUROSAM ile işbirliği yaparak sürdürüyor. Son olarak, EUROSAM-T ile 17 Kasım 2017 yılında hava savunma sistemi antlaşması imzalandı. Konsorsiyumun ürettiği SAMP-T'ler ise, Türkiye'nin kısa vadedeki ihtiyaçlarını karşılayıp, orta ve uzun vadede de ortak AR-GE çalışmaları sayesinde Türkiye'ye özgün, tehditlere karşı yeni sistemler geliştirilmesini 
sağlayacak. Bu antlaşma teknoloji transferi ve ortak üretimi de mümkün kılacak şekilde yapıldı. 

Böylelikle Türkiye, söz konusu silah sistemlerini kendisinin üretebilmesini sağlayacak bilgi birikimi ve teknolojiye sahip olmayı hedefliyor. Türk Silahlı Kuvvetleri için geliştirip üretilecek olan SİPER sisteminin SAMP-T'den daha üstün özelliklere sahip bir füze savunma sistemi olması hedefleniyor. 

S-400 Nedir, Ne işe yarayacak? 

 2007 yılında üretimine başlanan S-400-Zafer, insanlı ya da insansız her türlü hava aracının yanı sıra hem Cruise (Seyir) hem de Balistik füzeleri imha edebiliyor. S-400 sistemine yönelik elektronik karıştırma yapma imkânı bulunmamaktadır. S-400, hedef balistik füze veya hava aracını 600 km.den izlemeye alır. Azami menzili 400 km, ulaşabildiği en yüksek irtifa 30 
km olan bu sistem, ayrıca her hedefe iki füze kilitleyerek eşzamanlı 80 hedefi vurabiliyor. S-400 hava savunma sisteminin belirli bir bölgede uçuşa yasak bölge ilan etme kabiliyeti var. Bu manada, S-400 stratejik bir savunma sistemidir. S-400 sisteminin radar ve füze tipleri açısından Patriotlardan kesin üstünlüğü olduğu görülmektedir. 

 Türkiye'nin anlaşma kapsamında 4 adet S-400 bataryası için Rusya'ya 2.5 milyar dolar ödediği açıklanmıştır. Rusya'dan sipariş edilen iki S-400 bataryası nın kendi radarı, komuta merkezi ve füze rampasıyla birlikte ilk partinin Temmuz 2019'da geleceği duyuruldu. 2.5 milyar dolarlık fiyatıyla bu alışverişin çoğu rakip sisteme kıyasla daha hesaplı olduğunu vurgulanıyor. 

 Türkiye neden S-400 alıyor sorusuna tehdit analizi açısından şu cevabı verebiliriz. 
Çevremizdeki ülkeler arasında sayı ve menzil açısından en çok balistik füzeye sahip ülkeler Rusya, İran ve İsrail’dir. 

 - Suriye’de SCUD-B/C modeli, 

 - Irak ve Mısır’da 250/500 km menzilli az sayıda eski model balistik füze vardır. 

 Türkiye için en büyük potansiyel tehdit İsrail’dir. İsrail ayrıca önemli miktarda nükleer silah sahibidir ve balistik füzeleri nükleer başlık taşıyabilmektedir. 

Öte yandan Yunanistan'ın bile Girit adasında konuşlu bir S-300 varlığı bulunmaktadır. 
Şu an Girit'e konuşlu bu silahlar Türk-Yunan güç dengesi için yapılacak askeri imkân ve kabiliyetler analizinde Yunanistan lehine pozitif ve büyük bir değer taşımaktadır. 

 Diğer yandan Rusya, Türkiye'nin dostu değildir; Gürcistan, Ukrayna ve Suriye'deki hamleleri, Türkiye'nin güvenliğini tehdit etmiştir. 2015 yılında yaşanan Suriye’de yaşanan Türk-Rus gerilimin tekrar yaşanması halinde, Türkiye'nin Rus seyir füzelerini S-400 ile önlemesini ve imha etmesini beklemek mümkün değildir. 

S-400’lerin kullanılabileceği en iyi olasılık Irak, Suriye ve Doğu Akdeniz’de sık sık milli çıkarlarımız aleyhine hareket eden sözde müttefik Batılı ülkelerin Türkiye’yi tehdit eden askeri senaryolara girişmesini caydırmak yönünde S-400’lerin mevzilenmesidir. Batılı ülkeleri asıl endişelendiren bu olasılıktır. 



Resim: S-400 Silah Sistemi 

 Türkiye, S-400 gibi çok etkili bir hava savunma sistemini envanterine katarak bölgesel güç dengelerinde konumunu oldukça güçlendirirken, başta Doğu Akdeniz ve Ege Denizi olmak üzere yakın coğrafyasında caydırıcı konumunu artırabilir. Ege denizinde Yunan hava savunma sistemi dikkate alındığında, dengeler Türkiye lehine oldukça değişir. 

Bununla beraber, Putin, Türkiye'yi Batı'dan ayırmayı başarır ve Rusya’nın 
kuşatılmışlığını kırarken Türkiye-Rusya eksenli yeni bir blok oluşur. Ancak, bu sefer gerek savunma planları gerekse askeri tedarik ihtiyaçlarında Türkiye, Rusya’ya büyük ölçüde bağımlı hale gelebilir. 

 Öte yandan, alınsa bile ne S-400 ne de Patriot sistemi Türk Silahları Kuvvetlerinin kontrolünde olacaktır. S-400’ün batarya ayağı yok. Bunun yanında, uydu, radar, hedef takip/izleme/angajman, komuta-kontrol, fırlatma üniteleri de mevcut değil. En önemlisi ‘uydu’ ihtiyacıdır. S-400'ler hangi uyduya bağlı çalışacaktır? Rus uydusu mu yoksa bizim kendi milli uydumuz GÖKTÜRK yeterli olacak mıdır? Hiç bir ülke böyle bir teknolojiyi tamamen diğer bir ülkeye teslim etmez. Sistemi satsa bile mutlaka kendi elemanları ile kendi gözetiminde 
çalıştırır. Böyle bir durumda sizin MASINT  5 (Ölçüm ve İz İstihbaratı) sistemi üzerinden, istediği anda o silahın durumunu öğrenebilir. 

 S-400 Neden önemli? 

S-400 hava savunma sistemi, Batılı F-16, F-15, F-18, F-35, Tornada, Eurofighter gibi taktik av-bombardıman uçakları, B-1, B-2, B-52 gibi stratejik bombardıman uçakları, balistik füzeler, seyir füzeleri ve insansız hava araçlarına karşı geliştirilmiş çok etkili bir hava savunma sistemidir. Batılı taktik av-bombardıman uçakları, ya hedefin üzerine gelerek klasik mühimmat veya lazer güdümlü GBU-10, 12, 16 gibi mühimmatlar atmaktalar veya hedefin maksimum 28 km uzağından uydu (GPS) güdümlü BLU-109, 110, 111 (JDAM) gibi mühimmatlar kullanmakta veya hedefe yaklaşmadan maksimum 100 km. mesafeden AGM-154 (JSOW) gibi mühimmatlar ile hedefe taarruz edebilmektedirler. Avrupa Birliği’nin envanterinde olan taktik av-bombardıman uçaklarının kullanabildiği en uzak mesafelerden atılan STORM SHADOW / SCALP füzesinin menzili 250 km.dir. Bu bilgiler ışığında, 400 km.ye atış yapabilen S-400 hava savunma sistemi ile savunulan bir hedef bölgesine taktik av bombardıman uçaklarının 
yaklaşması çok da kolay olmayacaktır. 

 ABD’nin stratejik bombardıman uçakları tarafından kullanılabilen 370 km menzilli AGM-158 A ve 1.000 km menzilli AGM-158 B (JASSM-ER) füzeleri ile Tomahawk gibi uçak ve gemilerden atılabilen seyir füzeleri ile S-400’ün etkili menziline girmeden hedeflere atış yapmak mümkündür. Ancak S-400 hava savunma sistemi, cruise (seyir) füzelerini vurma kabiliyetine sahip olduğundan taarruz eden seyir füzelerinin de başarı oranı düşük olacaktır. 

S-400 hava savunma sisteminin belirli bir bölgede uçuşa yasak bölge ilan etme 
kabiliyeti olduğundan bahsetmiştik. 

 Suriye’nin Afrin bölgesine yapılan Zeytin Dalı operasyonunun en kritik dönemlerinde Amerikan yapısı F-16’larımız, Rusya izin vermedikçe kara harekâtına destek verememiştir. Bu örnekten hareketle, Türkiye’nin gelecekte S-400 hava savuma sistemlerine sahip olması durumunda, Kuzey Irak’ta veya Kuzey Suriye’de veya bir başka bölgede uçuşa yasak bölge ilan etmesi mümkün olacaktır. 

Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs açıklarında ve Meis Adası’nın güneyindeki gaz yatakları ve bölgeden geçecek enerji koridorları, Batı ile Türkiye arasında ciddi bir paylaşım kavgasına sebep olmaktadır. Türkiye’nin S-400 hava savunma sistemlerine sahip olması, bu bölgelerin kolayca gasp edilmesinin önündeki önemli engellerden birisidir. S-400 hava savunma sistemleri, bölgeyi uçuşa yasak bölge ilan ederken, bizim uçaklarımızın bu sistemlerin şemsiyesi altında bölgede daha kolay operasyon icra etmesini sağlayacaktır. Benzer bir durum 
Ege harekât alanı için de geçerlidir. 

 Türkiye’nin Rusya’dan S-400 satın alması, her iki ülkenin karşılıklı bağımlılık üzerine ilişkilerini geliştirecektir. Türkiye, Rusya ilişkisi sadece S-400 satışı ile sınırlı kalmaz; askeri, ekonomik ve politik alanda ilişkiler hızla gelişecektir. Türkiye gibi Ortadoğu ve Balkanlarda çok etkili bir ülke ile işbirliği yapmak, Rusya’nın kuşatılmışlığını kırarken, Moskova’ya ciddi bir güç kazandırır. Türkiye ve Rusya’nın ortak hareket etmesi, otomatikman İran, Irak ve Suriye gibi ülkelerin bu ortaklığa dâhil olmasını sağlayacaktır. Katar’ın da bu ittifaka katılma olasılığı çok yüksektir. Bu altı ülke Ortadoğu’daki güç dengelerini kökünden değiştirir. Washington kontrolündeki kukla yönetimlerin iktidarda kalması zorlaşır. Bu yöndeki bir gelişme ABD tehdidi algılayan diğer ülkelerin S-400 gibi Rus silahlarına yönelmesiyle bir domino etkisi yaratarak yeni dünya düzeninde Türkiye-Rusya eksenli yeni bir bloğun oluşmasına sebep olabilir. 

 S-400’den vazgeçilmesi ise Türkiye-Rusya ilişkilerini kesin şekilde olumsuz 
etkileyecektir. Bu olumsuzlukları şu şekilde sıralayabiliriz; 

- Rusya’nın gerek Suriye’deki gerek Türkiye’deki PKK terör örgütü hamiliğine 
soyunma dönemi tekrar başlayacaktır. 

 - Türk Akımı doğal gaz hattı başta olmak üzere benzeri stratejik işbirliği projeleri de olumsuz etkilenebilecektir. 

- Rusya'nın bir taburunu sınırımızın hemen ötesinde Gürcistan'da 2008’de işgal ettiği kuzey Osetya'da konuşlandırdığı nükleer yetenekli seyir füze silahları Türkiye için ciddi tehdit oluşturmaya devam edecektir. Rusya'nın yeni seyir füze silahlarının vakitlice teşhis edilmesi, erken uyarı ve izlenmesi, hava savunma makamlarının hedeflemelerinin desteklenmesi ileri konuşlandırılmış radar sistemlerinin, imha edilmeleri ise hava savunma silahlarının varlığını gerektirir. 

 Sözünü ettiğimiz askeri işlevlerin yerine getirilmesinde Kürecik radarı diye kamuoyuna mal olan sisteme bir görev düşüp düşmeyeceğini öngörmek için vakit erken. Öte yandan, orta/yüksek füze ve hava savunma sistemini Rusya'nın S-400 silahına ve destek teçhizatına teslim etmek kararı alan Türkiye'nin Rus seyir füzelerini bu sistemle önlemesini ve imha etmesini beklemek mümkün değildir. 

 Patriot.. 

 Patriot - Vatansever. 6 , tıpkı S-400 gibi stratejik bir savunma sistemidir. ABD’nin Raytheon şirketi tarafından üretilen Patriot füzelerinin PAC1, PAC2 VE PAC 3 olmak üzere 3 ayrı versiyonu bulunmaktadır. 

 - PAC1 versiyonu hantal ve eski versiyon olması nedeniyle artık çok kullanılmamakta olup, onun yerine geliştirilen PAC2 füzelerinin, hem uçaklara hem de balistik füzelere karşı etkili bir hava savunma silahı olduğu bilinmekte dir. Alındığı taktirde Türkiye'ye getirilecek olanın büyük ihtimalle PAC2 veya PAC3 olacağı söyleniyor. 

 - PAC3 ise az sayıda ülkede bulunuyor ve tamamen balistik füzelere karşı geliştirilmiş bir versiyondur. PAC3’lerin menzili 20 km.dir. Esas hedefi uçaklar olmayıp, balistik füzeleri çok erken algılayıp vurabilme imkân ve kabiliyetine sahiptir. 

ABD, Türkiye’nin S-400 sistemi almasını engelleye çalışırken, ABD Savunma 
Bakanlığına (Pentagon) bağlı Savunma Güvenlik İşbirliği Ajansı yaptığı açıklamada, “ABD Dışişleri Bakanlığının, tahmini 3,5 milyar dolar değerinde 80 MIM-104E Güdümü Yükseltilmiş Patriot füzesi, 60 İleri Kabiliyet Patriot-3 (PAC-3) füzesi (Toplam 140 Patriot füzesi ) ve ilgili ekipman satışına onay verdiğini” beyan etti. 

Ocak 2019 ayında Ankara’ya gelen ABD heyeti ile yapılan görüşmelerde ABD yönetimi Patriot sistemleriyle ilgili satış teklifini Türk tarafına iletti. Teklifte, savunma sistemi paketine 4 AN/MQP-65 radar seti, 4 kilitlenme kontrol sistemi, 10 anten direk grupları, 20 M903 fırlatma istasyonu, 5 elektrik santralinin yanı sıra iletişim teçhizatları, test cihazları, menzil programları ve destek ekipmanlar ının dâhil olduğu ifade edildi. 

 Patriot sisteminin alınması halinde komutası yani tetiği Türkiye’de değil, NATO 
karargâhlarındaki ABD generallerinde olacaktır. Bir NATO ülkesinden (örneğin Yunanistan) yapılacak uçak veya füze saldırısı halinde, Patriotlar işlevini görmeyecektir. Ülkemizdeki NATO radarları tarafından tespit edilen bu objeleri tanımlamak için, radarlardan IFF (Identification Friend or Foe) sorgu sinyali gönderilir. NATO kaynaklı objeler buna “dost” sinyali ile cevap verirler. Ayrıca saldırgan objenin tanımlanması Avrupa’daki NATO merkezlerinde bulunan bilgisayarlarda yapılacağından ve bütün radar bilgileri sayısal (digital)  olduğundan, NATO merkezlerindeki bilgisayarlarda objeye dost tanımlaması yapılarak Türkiye’ye gönderildiğinde, TSK’nın hava unsurlarını reaksiyon vermesi geciktirilebilir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

13 Şubat 2020 Perşembe

GİZLİ BİLİMLER VE GÖRÜNMEYEN DÜNYA BÖLÜM 5

GİZLİ BİLİMLER VE GÖRÜNMEYEN DÜNYA  BÖLÜM 5



Şeytanın hile ve aldatma yöntemleri ve bunlardan kurtulmanın çareleri hakkında Hz. Peygamberden nakledilen pek çok hadis mevcuttur. 

İranlı yazar Ali Mazeheri, Orta Çağ İslam dünyasında halk içinde yaygın olan büyü, falcılık ve kehanet vb. ilişkin şu bilgileri aktarmaktadır 65; 

“Halk içinde müneccimlik çok yaygındı. Zenginler için modern müneccimler, halk için de sıradan müneccimler vardı.. Birçok kimse de ünlü ve kaybolmuş kimselere atfen uydurma kehanetlerde bulunmaktaydı… Entelektüel hayatta önemli rol oynayan Sufiler de geleceği haber vermeye koyulmuşlardı. En 
ünlüleri arasında İbn el-Arabi (Öl.240) ve İbn Kissi vardı. Bütün kahinler az çok siyasal mezheplerin aletleriydiler ve hepsi bir Mehdi’nin geleceğini bildiriyorlardı. 

Önemli sayıda kadın müneccimler yalnız şehirlerde bulunmaz, en küçük köylerin bile falcı kadınları olurdu. Onlar pazarlarda yer tutar ya da fala bakmak için haremlere giderlerdi.. Kaybolmuş bir mücevheri bulmak, uçarı bir koca veya sevgiliyi muhafaza etmek, bir rakibeyi uzaklaştırmak veya gözden düşürmek, bir kavgayı önlemek, oğlan doğurmak gibi hallerde falcı kadınlara başvurmak gerekirdi. 

Hurifilik ile uğraşanlar alfabelerin, kutsal veya gizli metinlerin bazı parçalarının harflerinden şaşırtıcı kehanetlerde bulunurlardı. 

Remilciler, kumladaki izlere bakarak kehanette bulunur; Hasib’ler iskambil kağıtlarıyla fal bakar; Darib el-mendil’ler ise bir dolapta saklı şeyleri bir ayna veya suda görürlerdi. 

Bu çağda, halk İslam’dan önceki milletlerin mücevher ve altınlarını toprağa gömdüklerine inanır ve hazine bulmak için servetlerini harcarlardı. 
Bu definecilerin saflıklarından yararlanan ve Ehl el-metalib denilen şarlatanlar, muhtaç aydınlar arasından çıkardı. 

İslam ortaçağının en büyük sihircileri, Asya’da Hindular ve Kaideliler, Afrika’da Kıptiler idi.” 

12. ve 13. yüzyıl simya kuram ve pratiğinin Batı’ya aktarıldığı yıllar olmuştur; hâlbuki bu dönemde konuya ilişkin Arap yazılarının sayısında düşüş vardır. Döneme ait yapıtların çoğunluğu eski yazıların derlenmesi ya da şerhleri niteliğindedir. 

Halen bazı ülkelerin kütüphanelerinde az sayıda bulunan bu kitapların bazıları ile ilgili özet bilgiler şu şekildedir66; 

- Ahkamu’t-tului’ş-şirai’l-Yemeniyye min havadisi’lleti tehaddese fi’l-âlem; bizzat Hermes tarafından yazıldığı iddia edilen kitap, Şira (Sirius) yıldızının doğması ile âlemde ne gibi hadiselerin olduğundan bahseder. Topkapı Sarayı’nda da bir nüshası vardır. 

- Kitabu Muazenetu’n-nefs; nefs ve onun elem, keder bağından kurtarılmasıyla 
alakalıdır. Bu sayede o nefs, ruhi âlemde onun hakkı olanı tatmak suretiyle huzur ve sürur içerisinde yaşayacaktır. Bunu elde etmenin birinci şartı, nefsin bu dünyaya ait olmadığını idrak etmektir. 

- İbn Vahşiiye’nin Zehirler Kitabı’nda ve Mecriti’nin Gayetü-l hekim kitabında 
kendine bakan kimseleri öldüren cevherlerin majik özelliklerinden bahsedilir. Kleopatra, yanında taşıyanı zorbalar ve amirler nazarında saygın ve başarılı kılan, üzerinde bir sıra yirmi altı majik harflerin kazındığı bir yüzük operasyonunun mucidi sayılmaktadır. 

 Orta Çağ’da Avrupa hurafelerle uğraşırken gizli bilimler zenginliği yanında Türk-
İslam dünyası akli bilimler ile 8. yüzyıldan beri bilim dünyasının aydınlanma çağını yaşıyordu. Altın çağ halife Me’mun’un (813-833) dönemi ile başlar, büyük İslam filozoflarının sonuncusu İbni Rüşd’ün 1198’de Merakeş’te ölümüne değin sürer 67. Bu altın çağda en çok yenilik bilim alanında olur. Trigonometride ‘tanjant’ bulunur, ikinci derece denklemlere kadar olan bir cebir kitabı yayınlanır. Bu kitap, Latinceye çevrilerek Batı’nın ilk başvuru kitabı olur. İbni Rüşt, İbni Sina, Farabi gibi bilginler daha 900-1000 yıllarında bile bugünkü gökbilim bulgularına uygun bir evren tasarımı yapmışlardı68. Astronomide enlem ve 
boylamları ölçmede ileri seviyeye ulaşılır. Optik ve kimyada (alkolün damıtılması, iksirler, sülfirik asit) eczacılıkta (Batının kullanacağı ilaçların yarısı İslam dünyasından gelir; sinameki, kusturucu ceviz, şuruplar, merhemler, damıtılmış su vb.) oldukça ileri gidilir. 

 Türklerde Büyücülük ve Cadılık.. 

 Eski Türklerin dünya tasavvuruna göre doğada birtakım gizli güçler vardı69. Orhun Kitabeleri’ndeki ‘yer-su’ (yar-sub), Uygurlarda ‘yir-suv’ olarak ifade edilen bu ‘doğadaki gizli güçler’, korkulan ve saygı gösterilen unsurlar olarak düşünüldü ve bu nedenle ‘ıduk’ yani kutsal kabul edildiler 70. Konargöçer kültürün tesiri ve siyasi nedenlerle tarihin birçok döneminde çeşitli dinler (Budizm, Manicilik, Nasturi, Hıristiyanlık vb.) benimseyen Türkler, hangi dinin etkisine girerlerse girsinler Şamanizm’den gelen kendilerine özgü bir kültür taşımışlardır 71. Şaman, Tunguzca ya da Mançuca’da “büyücü”, “kâhin” anlamında gelmektedir. İyi daha doğrusu önemsiz ruhlarla ilişki kuranlara “ak şaman”, kötü yani daha 
kuvvetli ruhlarla ilişki kuranlarına “kara şaman” denir. Kendinden geçme yani cezbe yöntemiyle dinsel ve büyüsel işlemler icra etmektedirler. Şamanların tanımlamasına göre davullar, üzerinde ruhlar âlemine gidip geldikleri ruh atlarıdır 72. 

Şamanın özelliği bedenden ziyade ruhu tedavi etmesidir zira beden fanidir, şamanları ilgilendirmemektedir 73. 
Uygur Türklerinin şamanlarının etkinlikleri arasında muska yapmak, kötü ruhları toplamak ve kastlama sihiri gibi pek çok “cinkeşlik” adetlerinden bahsedilir. Aynı şekilde şamanın sihirsel gücünü korumak için belirli vakitlerde koruyucu ruhları temsilen ağaç yahut kuşlara, tütsü yakıp kan akıtması gerektiğine de inanılmaktadır74. Şamanlar-kamlar haricinde bu doğaüstü güçlerle bağdaştırılan iki meslek daha vardır. Bunlar ozanlar ve demircilerdir. Türk kültüründe demircilerle ozanlar (şamanlar, bahsı vb.) aynı ocaktan sayılmakta olup, gerek 
tanrısal bağ gerek ateş üzerinden ilişkili oldukları düşünülmektedir 75. 

 İslamiyet sonrası dönemdeki Arapça ve Farsça kaynaklarda da Türklerin büyücülük ve fal uygulamalarıyla ilgili ilginç anekdotlar mevcuttur. Türklerle alakalı bahislerde en çok zikredilen ve kendine yer bulan inanış ve uygulama “Yada Taşı” olarak da bilinen, istendiği zaman yağmur yahut kar yağdırmayı sağladığına inanılan efsanevi nesnedir76. İbn el-Fakih (10. yüzyıl) ‘Kitabü Ahbar el-Buldan’ adlı eserinde, yağmur yağdıran taşla alakalı önemli aktarımlarda bulunmaktadır 77; “Türk ülkelerinin acayip taraflarından biri onların istedikleri 
zaman yağmur, kar, dolu yağdırdıkları bir çeşit taşa (çakıla) sahip olmalarıdır. Bu taş onların arasında meşhur, yaygındır. Türklerden hiçbir kimse bunu inkâr etmez. Bu taş bilhassa Tokuzoğuz hükümdarının yanında bulunur.” 

 Bilimin altın çağında Türk dünyası, İslam dünyasına müspet bilim ile uğraşan 
medreseleri, gözlemevleri, hastaneler ve kütüphaneler kazandırdı. İslam dünyasının en büyük astronomlarından biri olan Ali Kuşcu 15. yüzyıl başlarında Semerkant’ta doğmuş, 1474’te 

İstanbul’da ölmüştür. Ancak, Türk düşünce yaşamı İslam ile değişime uğradı. Yeni dinin buyrukları ile Türk töresi ve kültürü arasında uyum ihtiyacı mezhep ve tarikatların doğuşunu hazırlamıştır. Bu dönüşüm özellikle 11. yüzyıldan itibaren Türk bilim odağının yavaşlaması ve düşünce odağının öne çıkması ile belirginleş ti. Bilimsel atılım geliştirilemedi ama dine dayanan Türk tasavvufu ile temsil edilen düşünce odağının mirası uzun süre yaşatılabildi. İlim hayatı artık Anadolu medreselerinin sönük etkinliklerine bağlı kalmıştı. Uzman olabilmeleri 
için ilim adamlarının İran, Orta Asya, Suriye ve Mısır’a gitmeleri gerekiyordu. Böyle olunca da o kültürlerin etkisi altında kaldıklarından Osmanlı’da Türk benliği uzunca bir süre yerini ‘Osmanlı Müslüman’a bıraktı 78. 

Ancak, Türklerin, Arapların bulunmadığı yerlerde (Anadolu) yurt edinmeleri dini 
konularda daha bağımsız düşünceler üretmelerine, Türk kültürünü korunmalarına çok uygun bir ortam hazırladı; Türk tasavvufu, Türk hümanizmi, Alevilik, Bektaşilik serbestçe doğup, gelişti 79. 

Tasavvuf, saliklerin seyri sülukta ilerlemeleri gibi inisiye simyacılarda kendi 
yollarında bir çeşit keşif eridir. Tasavvuftaki vuslata erme gayretini simyada felsefe taşı vasıtasıyla ‘Ars Manga’ya yani ‘Büyük Ulu Sanata’ ulaşabilme olarak görmekteyiz. 

    Osmanlıdan günümüze kadar halk arasında cadılık her ne kadar hoş görülmemiş olsa da cadılık Avrupa’da ki kadar gün yüzüne çıkmamıştır. Tarihi kaynaklarımızda bu konuya dair ilk bilgiler abartılı anlatımıyla Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde geçmektedir. Evliya Çelebi, hicri 1076 şevvalinin 20. gecesi Hatukay Çerkez diyarının 300 küsur haneli Pedsi köyünde cadıların gökyüzünde ki savaşına şahit olur. Zifiri karanlık bir gecede yıldırımlar aniden kıyametler gibi kopmaya başlar. Ortalık Çerkez kadınların nakış işleyebilecekleri kadar aydınlanır. Durumdaki anormalliği sezen Evliya civardaki Çerkezlere sorup, “Vallahi yılda bir defa böyle kara koncoloz gecesi olur, Çerkez cadıları ile Abaza cadıları göklere uçup vuruşurlar” cevabını alır 80. 

Ayrıca Kaşgarlı Mahmud, Divan-ı Lugat ül Türk adlı eserinde cadılar konusuna değinmiştir. Şeyhül İslam Ebu Suud efendide bazı cadı hadiseleri konusunda fetva vermişse de bu fetvalar günümüzde kayıptır. 

 Eldeki veriler ışığında bugüne kadar cadılık ve büyücülük ülkemizde bireysel ve çok ender olarak algılanmışsa da aslında gerçek böyle değildir. Anadolu coğrafyasında cadılar, kötü büyü yapanlar olarak bilinmektedir. Anneden kızına geçer. Günümüzde de büyücülük halen devam etmektedir. Baş ağrısından sara hastalığına, nazardan cin tutmasına kadar her derde deva büyüler ile ilgili kitaplar vardır. Büyü ve sihir pratikleri, dua ve ibadetin, sofistike inanç sistemlerinin yetmediği yerlerde gündelik sorunları (kısırlık, hastalık, aşk, kıskançlık, zengin olma vb.) büyüye/sihire baş vurarak çözme yatkınlığı, popüler kültürde bilinen bir eğilimdir ve Hermetik simgelerin özümlenmesine elverişli bir zemin oluşturmuştur. 

 18. yüzyılın ortalarından itibaren, aynen Batılı vampirlere benzeyen Osmanlı ‘cadı’ları vardır. Bunlar, Rumeli’de gayrimüslim milletlerdeki muhtelif inanışların etkisi altında şekillenmiş cadıların varlığıdır 81. 

Zemheride (21 Aralık - 31 Ocak) ortaya çıkan “kara koncoloz”, evlerdeki yiyeceklere tükürerek ya da işeyerek türlü hastalıklara yol açmakta; 
bazen de insanları uykuda iken alıp dışarı götürerek donmalarına sebep olmaktadır. Bazen cadı, hortlak yani hortlayan ölüdür. Mezarlardaki taze cesetleri yiyerek beslenmekte ve bu haliyle, Batı inanışındaki vampire denk düşmektedir 82. 

‘Kara koncoloz’un cadı için kullanılan bir başka isim olduğunu Mehmed Zeki Pakalın da ifade etmektedir. Pertev Naili Boratav’a göre ise ‘kara koncoloz’, cadıdan farklıdır 83. 

Devlet, vampir ile karıştırılan cadıların mezarların açılmasına ve açılan mezarlardaki cenazelerin her türlü yok edici işleme tabi tutulmasına izin vermektedir. Hatta 19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde artık, ‘cadıcılar’ ya da ‘cadu üstadları’ adı altında ücretlerini devletten alan bir zümre dahi mevcuttur. Bugün artık unutulmuş olmakla beraber, İstanbul’daki Caddebostan semtinin isminin Osmanlı döneminde Cadıbostanı olması bile Osmanlılarla cadılar arasındaki yakın münasebetin bir işaretidir. Osmanlı tarihindeki cadı vakalarının başlangıcı cadı hikâyelerinin genellikle kaynağı olan Avrupa’daki topraklardan göçe dayandırılmakla birlikte tamamını göçe bağlayamayız. 

Anadoluda ki kara koncolozlara, çarşamba karılarına, albastılara ve daha başkalarına karşılık Rumeli’deki Osmanlı topraklarında Batı kültürü ile etkileşimden kaynaklanan cadılar vardır. 

 Osmanlı'da büyücüler, büyü yapmak için dükkân açmışlar, elde ettikleri gelirin 
vergisini ödemişlerdir. Nuruosmaniye Camisi'nden Çemberlitaş'a uzanan yolda büyücülükle uğraşan insanların açtığı çok sayıda dükkân bulunmaktaydı 84. 

Büyücülük yapan kişilerin cinleriyle dolaştıkları ve büyü yoluyla hemen her şeyi gerçekleştirebilecek güçte olduklarına inanılıyordu. Osmanlı'nın son dönemlerin de birçok kesimden insan sıkıntılarını çözmek için soluğu büyücülerde aldı. İstanbul, 19. yüzyılın son çeyreğinde büyü ve büyücülükte önemli bir merkez haline geldi. En fazla yaptırılan büyülerin; aldatıldığını düşünen kadınların eşlerini kendilerine bağlamak, karısına ve çocuklarına karşı sert davranan erkeği yumuşatmak, kadın ya da erkeği birbirine ısındırmak ya da soğutmak, gurbete giden kişinin geri dönmesini sağlamak, kaybolan eşyayı bulmak, kısmet çözmek, sevgiliyi kendine çekmek veya bir başkasından ayırmak olduğu görülüyor. Daha çok kadınlar büyü yaptırmakla birlikte devlet büyükleri de yoğun biçimde statülerini korumak büyüye başvurmuştu. 

Sonuç.. 

 Gizli (okült) bilimler zaman içinde ön yargılara ve bu disiplinleri ticari amaçla 
şarlatanlık haline getirenlere yenildi ama modern bilimin doğmasına en büyük katkıyı verdi. 
Örneğin Simya, yüzyıllardır sadece ‘birtakım insanların maddeleri altına çevirme çabası’ olarak görülen ve bu haliyle bile değer bulamamış ilimdir. Günümüze cadı/büyücünün pek çok çeşitleri ulaşmış ama bunların çoğu halka umut satan ticari istismarcılar olmaktan öteye gidememiştir. Mistik güçler doğrultusunda hareket eden insanlar her ne kadar kabullenmeseler de birer cadıdır. 21. yüzyılda hala muskalara, fallara, yükselen burcun etkilerine inanan insanlar simyayı görmezden geliyorlar ve onlarla oyalanıyorlar. Hâlbuki pozitif düşünce ve bilimin giderek daha da ağırlık kazandığı bir dünyada okült ya da gizli 
bilimler, görünmez dünyaya hala bizden saklı başka bir gerçekliğe erişim sunabilir 85. 

Bilim her şeyi çözemez ama bize şüphe duymayı öğretir. Bugün hala bildiklerimiz bilmediklerimiz yanında engin bir okyanustaki küçük adacıklar gibidir. Bilimin entelektüel geleceği için biyoloji, fizik, kozmoloji ya da henüz bilmediğimiz disiplinlerde bizi kökten yeni formülasyonlara yönlendirecek problem alanlarını keşfetmeliyiz. Tekrar edecek olursak, modern bilimler aslında gerçek bilimin kırıntılarıdır. Kendilerini bütünlemek ihtiyacı duyduklarında, bunun esaslarını okült ve ezoterik bilimlerde aramak zorunda kalacaklardır. Newton’un kaldığı yerden yeniden başlamaya var mısınız? 


DİPNOTLAR;

1 BBC, ABD'de Bir Grup 'Cadı' Yüksek Mahkeme Yargıcı Kavanaugh'ya Başarısız Olması İçin Büyü Yaptı, (21  Ekim 2018). 
2 AA, ABD'li cadılardan Trump'a ‘Toplu Bağlama Büyüsü' (27 Şubat 2017). 
3 James E. McClellan III, Harold Dorn, Dünya Tarihinde Bilim ve Teknoloji, Akılçelen Kitaplar, Çev.: H.Yalçın, (Ankara, 2013), 311. 
4 Sait Yılmaz, Üç Kere Büyük Hermes (İdris Peygamber), academia.edu.tr, (09 Ekim 2018). 
5 Mahmud Erol Kılıç, Hermeslerin Hermesi İslam Kaynakları Işığında Hermes ve Hermetik Düşünce, Sufi Kitap, (2017), 141. 
6 J.B. Skemp, Spirituality of Socrates and Plato, (Edt.) A.H. Armstrong, Classical Mediterranean Spirituality, Crossroad, (New York, 1989), 116. 
7 J.M. Stillman, The Story of Alchemy and Early Chemistry, Dover Publications Inc., (New York, 1960), 150. 
8 Frances A. Yates, Giorano Bruno and the Hermetic Tradition, (London, 1964), 147. 
9 Brian P. Copenhaver, Hermetica: The Greek Corpus Hermeticum and the Latin Asclepius in a New English Translation, Cambridge University, (1995), 110-113. 
10 McClellan III, Harold Dorn, a.g.e., (203), 296. 
11 Floarian Ebeling, Hermes Trismegistos’un Gizemi, Çev.M.A.Erbak, Omega Yayınları, (İstanbul, 2017), 158. 
12 Robert S. Westman, James E. McGuire, Hermeticsm and the Scientific Revolution, (Los Angeles), 1977. 
13 Ebeling, a.g.e., (2017), 169. 
14 Ezoterizm (içe yönelik anlam/ileti), asıl olarak belirli kişilerin içselliği ile sınırlandırılmış felsefi öğretilerdir. 
15 Rene Guenon, Aperçus sur L’imitation, Editions Traditionnelles, (Paris, 2004), 262. Ahmet Avni Konuk, Tedbirat-ı İlahhiyye Tercüme ve Şerhi, Haz.M.Tahralı, 361-362. 
16 A.N. Dock, A.J. Festugiere, Corpus Hermeticum, Paris, (1954), 194. 
17 Lynn Thorndike, A History of Magic and Experimental Sciences during the First Thirteen Centuries of Our 
Era, Vol.I, Colombia University Press, (New York, 1923), 13. 
18 Corpus Hermeticum VIII, 6. 
19 Ebeling, a.g.e., (2017), 45. 
20 Garth Fowden, The Aegyptian Hermes, V.IV, (Cambridge, 1981), 91. 
21 J.W. Fück, The Arabic Literature on Alchemy According to An-Nadim (A.D.987), Ambis, IV/3:4, (1951), 85. 
22 George Luck (Edt.), Arcana Mundi, Magic and the Occult in the Greek and Roman Worlds, John Hopkins University Press, (Baltimore & London, 1985), 4. 
23 Yazma, Paris, nr.2775. (Nakleden Manfred Ullmann, İslam Kültür Tarihinde Maji, İz Yayınevi, İstanbul, 1994, 40). 
24 İhvan-ı Safa, Resail, C.II, Darü-s Sadr, (Beyrut, 1957), 364. 
25 Bu konuda F.Razi, Tefsir, Çev.S.Yıldırım vd., C.III, 259-291 ve Taşköprülüzade, Mevzuatu’l Ulüm, I-II, Haz.M.Çevik, C.I, (İstanbul, 1975), 294-300. 
26 Thorndike, ag.e., (1923), 670. 
27 Sholomo Pines, Philosophy, The Cambridge History of Islam, (Edt.) P.M.Holt, Vol.2B, Cambridge University Press, (1982), 785. 
28 Seyyed Hossein Nasr, İslam ve İlim, Çev.İ.Kutluer, İnsan Yayınları, (İstanbul, 1989), 198. 
29 Nasr, a.g.e., (1989), 206. 
30 E. Blochet, Etudes sur le Gnosticisme Musulman, Rivista delgi Studi Orientali, III, (1911). 
31 Azaim; cinleri ve şeytanları itaat altına almayı öğrettiği ileri sürülen bir ilim. 
32 İbn Nedim, el-Fihrist, Daru’l Marife, (Beyrut, 1978), 309, 311. 
33 Titus Burckhardt, Insight into Alchemy, Mirror of the Intellect, Studies in Comparative Religiont, C.XII, (1979), 132. 
34 Appo. Epist. LVIII. Aktaran; Kılıç, a.g.e., (2017), 196. 
35 Macid Fahri, İslam Felsefesi Tarihi, Çev.K.Turhan, İklim Yayınevi, (İstanbul, 1987), 239. 
36 Kimya’daki ‘iksir (hacer-i mükerrem)’ gibi, insan vücudunda da böyle bir iksir vardır. Ve bu su, nefsi temiz olanlara verilmiştir. Ahmet Avni Konuk, Tedbirat-ı İlahhiyye Tercüme ve Şerhi, Haz.M.Tahralı, (İstanbul, 2005), 361-363. 
37 İslam tasavvufunda bu noktaya “el-kibritü’l-ahmer” denilir ve bu makam bazı veliler, özellikle Muhyiddin İbn Arabi için kullanılır. 
38 İlm-i kimyaya dair adı ve yazarı meçhul bir eserde şöyle denilir; “Bil ki, bu ol nüshadır ki, Allahu Teala Adem’e gönderdi. Ve dahi miras kıldı Şit Peygamber’e… Ve dahi onlardan miras kaldı enbiyaya ve hukemaya. Ve bu Hak Teala’nın büyük hazinesidir. Bunun sırrı açılmaz illa kendüye yakın olana açılır. Şol kimseye ki ilim nasip ola. Allah’ın sırrını saklaya, bu sırrı-ı azimdir. Hukema gizlediler..” Agah Sırrı Levend, Divan Edebiyatı, Enderun Kitabevi, (İstanbul, 1980), 189. 
39 Bu aktif ve pasif unsurların birbirlerine nasıl içten bağımlı olduklarını gösterir. Yani cevheri suret, pasif bir “materia” olmadan tezahür edemez. Aynı şekilde tersi bir istikamette, pasif olan da ancak aktif kutbun etkisi  altında gelişme sağlayabilir. Buna benzer şekilde, ruhi gücün etkisi de onu ihtiva edecek insani kabın hazır olup olmamasına bağlıdır. Bu aşağı ile yukarı arasındaki aynavi bir karşılıktır (in’ikas). 
40 Bu demektir ki söz konusu Hermetik ameliye de tıpkı âlemin Bir İlahi Varlık’tan südur etmesi tarzını takip ederek, bir tek cevherden çıkarılmaktadır. Herhangi bir şartla şartlanmayan Bir’in bölünmez ve görülmez ışığı (nuru) ruh prizmasından geçmek suretiyle çokluk halinde kırılır. 
41 Yani ruh bedenlendiği zaman seyyaliyeti ve latifliği sabitleşir. 
42 Toprağın ateşten, ince olanın kaba olandan ayrıştırılması nefsin bedenden çekilip çıkarılması demektir. 
43 Şuurun, bütün suri (formal) pıhtılaşmalardan çözülmesini Ruh’un kristalize olması takip eder. Böylece aktif olan ile pasif olan tam olarak bir olurlar. Bu sayede Ruh’un ışığı sabit ve devamlı hale gelir. 
44 Sen, bütün bu ışıkların kaynağı olan Ruh ile birleşmen suretiyle bütün âlemin şanını elde edersin. 
45 Yani cehalet, aldanış, yakine erememe, şüphe ve aptallık senin şuurundan ayrılırlar. 
46 Latif ve ince olan, ancak bir katı ve cismani olan ile birleştirildiği zaman kuşatılabilir. Simyevi sabitleştirme ameliyesi daha çok dâhili, içsel bir iştir ve yukarıda söylediğimiz ruhi hallerin destekleyicisi olarak bedeni şuurun rolü ile irtibatlıdır. Ruh ile birleşmesi vesilesiyle bedeni şuur da bizzat saf ve nüfuz edici bir güç haline gelir ve hatta dışarıda da etkilere sahip olabilir. 
47 Luck, a.g.e., (1985), 366. 
48 Buckhardt, a.g.e., (1979), 41. 
49 Ahmet Güngören, Cadıların Günbatımı, Yol Yayınları, (İstanbul, 1988), 142. 
50 Mary Douglas, Withcraft, Confessions and Accusation, Tavistock Publications, (London, 1970), 21. 
51 Güngören, a.g.e., (1988), 120. 
52 Garbaret Murray, The Withc-Cult in Western Europe, Oxford University, (1921), 67. 
53 Güngören, a.g.e., (1988), 142. 
54 Alastair Sooke, Where Do Witches Come From? Daily Telegraph, (October 2, 2014). 
55 Jeffrey B. Russell, Brooks Alexander, A History of Witchcraft: Sorcerers, Heretics, & Pagans, Thames & Hudson, (2007), 90. 
56 Russell, Alexander, a.g.e., (2007), 194. 
57 Anne L. Barstow, Witchcraze: A New History of the European Witch Hunts, HarperOne, (1995), 77. 
58 Brian P. Levack, The Witch-Hunt in Early Modern Europe, Routledge, (2006), 15. 
59 Ronald Hutton, The Witch: A History of Fear, from Ancient Times to the Present, Blackstone Audio Inc, (2017). 
60 Raymond Buckland, Buckland's Complete Book of Witchcraft, Llewellyn Publications, (2002), 87. 
61 Sibel Özbudun, Hermes’ten İdris’e Bir Dinsel Geleneğin Dönüşüm Dinamikleri, Ütopya Yayınları, (Ankara, 2015), 322. 
62 Nasr, a.g.e., (1989), 122. 
63 E.W. Lane, Arabian Society in Middle Ages, Curzon Press, (London, 1987), 97-108. 
64 Yusuf Özbek, İslam Açısından Sihir, İz Yayınları, (İstanbul, 1994), 14. 
65 Ali Mazaheri, Ortaçağda Müslümanların Yaşayışı, Varlık Yayınları, (İstanbul, 1973), 203-226. 
66 Kılıç, a.g.e., (2017), 2008-209. 
67 Server Tanilli, İslam Çağımıza Yanıt Verebilir mi?, Say Yayınları, (1991), 15-19. 
68 Cengiz Özakıncı, İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü, Otopsi Yayınları, 12. Basım, (İstanbul, 2008), 104. 
69 Nezaket Hüseyn Kızı, Eski Türklerde Tabiat Kuvvetlerine İnancın Destanlarda Tasviri, “Türkler”, Cilt 3, Yeni Türkiye Yayınları, (Ankara 2002), 338. 
70 İbrahim Kafesoğlu, Eski Türk Dini, “Türkler”, Cilt 3, Yeni Türkiye Yayınları, (Ankara 2002), 297. 
71 Michel Balivet, Ortaçağda Türkler, Alkım Yayınları, (İstanbul 2005), 16, 26. 
72 Anette von Heinz, Frieder Kur, Gizli Bilimler Ansiklopedisi, Çev. B.Atatanır, Omega Yayınları, (İstanbul 2004), 369) 
73 Fuzuli Bayat, Türk Kültüründe Kadın Şaman, Ötüken Yayınları, (İstanbul 2012), 107. 
74 Adem Öger, Tuğba Gönel, Uygur Türkleri Arasında Şamanlar ve Tedavi Yöntemleri, Turkish Studies, Cilt 6,  Sayı 4, Güz 2011, 238, 245. 
75 Mehmet Çeribaş, Türklerde Demirciler ve Şamanlar, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, Sayı 42, Ankara 2007, 3-9. 
76 Hikmet Tanyu, Türklerde Taşla İlgili İnançlar, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, (Ankara 1968), 44. 
77 Ramazan Şeşen, İbn Fadlan Seyahatnamesi, Yeditepe Yayınları, (İstanbul 2010), 56-60. 
78 Gnkur.Bşk.lığı, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, II. Cilt, 2. Kısım (1451-1566), Gnkur.Basımevi, (Ankara, 1977), 13. 
79 Suat İlhan, Türk Olmak Zordur, Kimliğimizin Kaynakları, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2009), 176. 
80 Seyit Ali Kahraman (Der.), Evliya Çelebi Seyahatnamesi VII, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2017, 279-280. 
81 Zeynep Aycibin, Osmanlı Devleti’nde Cadılar Üzerine Bir Değerlendirme, A.Ü. Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sayı: 24, (2008), 59-61. 
82 Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1973, s. 94-96. 
83 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü I, MEB, (İstanbul 1983), 253. 
84 Elif Uluğ, Osmanlı’da Batıl İtikatlar ve Büyü, DK Yayınları, (İstanbul, 2017), 88. 
85 Christopher Dell, The Occult, Witchcraft and Magic: An Illustrated History, Thames & Hudson, (2016), 22. 



***