hava savunma sistemleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hava savunma sistemleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mayıs 2020 Cuma

TÜRKİYE, ABD, İSRAİL İLİŞKİLERİ ÇERÇEVESİNDE BARIŞ KARTALI PROJESİ VE BÖLGESEL GÜVENLİK SORUNLARI

TÜRKİYE, ABD, İSRAİL İLİŞKİLERİ ÇERÇEVESİNDE BARIŞ KARTALI  PROJESİ VE BÖLGESEL GÜVENLİK SORUNLARI 


Uğur Özgöker* 
Hüseyin Çelik** 
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler (İngilizce) Bölümü 
** Yrd. Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü 




   Türkiye’nin ABD’nin Boeing firması ile 2003 yılında imzaladığı bir buçuk milyar dolarlık dört adet Awacs (Airborne Warning and Control System – Havadan Erken İhbar ve Kontrol Sistemi) uçağı 2007 yılında teslim edilmesi taahhüdüne rağmen 2014 yılının Şubat ayında teslim edilmiştir. Gecikmenin yedi yıl olması ve teslimatın devamlı ertelenmesi dikkat çekmektedir. Aslında uçakların teslim süreci ekonomik alandan diplomasi alanına taşınmış durumdadır. İsrail’in ELTA firmasının uçaklara konulması planlanan elektronik harp teçhizatını teslim etmediği gerekçesiyle bir uzamanın söz konusu olduğu ve gecikme
tazminatının Türkiye’ye ödendiği açıklanmıştır. Bu gecikme Türkiye’nin ulusal hava savunmasının büyük ölçüde etkilemiştir. Türkiye’nin üzerinde bulunduğu coğrafya dağlık bir alandan oluşmakta ve yer radarlarıyla bu alanı kontrol etmek konusunda çeşitli sıkıntılar yaşanmaktadır. Barış Kartalı ismi verilen bu proje ile bu sıkıntıların ortadan kaldırılacağı hedeflenmekte ve uçakların bir nevi istihbarat toplama makinesi olacağı değerlendirilmektedir.

Bu bildiride Barış Kartalı projesinin siyasi gelişmelerden etkilendiği ve ülkelerin ekonomik projeleri bölgede siyasi ve askeri güç olma isteklerine göre şekillendir diği varsayımlarından hareket edilmiştir. Bu varsayımlar doğrultusunda betimleyici bir çalışma yapılmış ve bu örnek olay çerçevesinde Türkiye, ABD ve İsrail ilişkileri incelenmiştir. Bu uluslararası üçlü ilişkinin bölgenin siyasi gerçeklerine uygun olarak geliştiği ve ülkelerin konjonktürel şartlara uygun
politikalar uyguladığı belirlenmiştir. Uygulanan politikalar sonucunda bölge güvenliğinin önemli ölçüde etkilendiği değerlendirilmiştir.


GİRİŞ

Suriye, 22 Haziran 2012 günü Malatya Erhaç Hava Üssü'nden görev amacıyla kalkan RF-4E Phantom tipi bir Türk keşif uçağını Suriye karasularının (12 mil) bir mil dışında, uluslararası sularda vurarak düşürmüş ve iki pilot hayatını kaybetmiştir. Türkiye’nin Suriye ile yaşadığı bu olay yine Türk hava savunma sistemindeki sorunları gündeme getirmiştir. Türkiye’nin üç yanını kaplayan denizlerdeki varlığının ne kadar sorunlu olduğu ve bu bölgelere uçaklar
tarafından yapılan seyrüsefer, tatbikat ve eğitim uçuşlarının ne kadar tehlikeli olduğu bu olayda tekrar ortaya çıkmıştır. Türkiye açık denizlerde yaptığı harekât, tatbikat ve eğitim gibi etkinliklerde kendisini destekleyen unsurlardan ne yazık ki yoksun durumdadır. Bu konularda destek olacak Türkiye’nin ne uçak gemisi yoktur. Geç teslim edilen de havadan erken ihbar uçağı (AWACS) Türkiye’nin bölgede etkili olmasını etkilemiştir. Bu nedenle deniz aşırı yapılan harekâtlar her zaman sınırlı ölçüde yapılabilmektedir. Türkiye’nin radar kaplaması dağlık bir ülke olmasından dolayı tam değildir. Türkiye’nin süper bir güç olması için
savunmasını sınırlarından daha ileri çekmesi gerekmektedir. Bu da daha önce sıralanan uçak, gemi ve techizatlarla mümkündür. Türkiye yıllardır bunları temin etmek için uğraşmaktadır.

  Havadan Erken İhbar ve Kontrol Uçağı adıyla bilinen AWACS (Airborne Warning and Control System) uçakları her türlü hava şartında gözetleme, komuta, kontrol ve iletişim görevlerinde kullanılmaktadır. İlk defa 1975 yılından uçan bu havadan radar sistemi her türlü hava araçlarını yukarıdan üç boyutlu olarak görme imkânına sahiptir. Daha sonra NATO envanterine giren bu sistem Türkiye üzerinde de görev yapmaya başlamıştır. Sistem alçak hedefler için 250 NM, orta ve yüksek hedefler için 400 NM menzile sahiptir. Havada kalış süresi ortalama sekiz saattir. Havadan yakıt ikmal ile bu sürenin uzatılması imkânı bulunmakta dır. İngiltere ve Fransa kendi AWACS sistemlerine sahiptir. ABD’nin yanı sıra
Japonya, Suudi Arabistan bu uçakları kullanmaktadır. Güney Kore, Avustralya ve Hindistan gibi ülkeler de AWACS sistemine sahiptirler.

Konsept itibariyle özellikle dağlık bölgelerde uçan araçları gözetleme, tespit ve kontrol fonksiyonları oldukça zor olduğundan AWACS sistemi çok avantajlı bir sistemdir. Ülkenin çeşitli yerlerine çok sayıda radar konuşlandırmak yerine bir AWACS uçağı bu görevleri fazlasıyla yapabilmektedir. Türkiye’nin de dağlık bir coğrafyaya sahip olması çık sayıda yer radarlarına ihtiyaç duyulmasına neden olmaktadır. Çok sayıda yer radarı kullanılmasıyla bile Türkiye Radar Kaplaması tam olarak oluşturulamamaktadır. Bu nedenle havadan bir radar ihtiyacı ülkede hava savunmasının sağlanması düşüncesinden itibaren mevcut olmuştur.

  Türkiye üzerinde NATO envanterine sahip bu uçan radarlar doksanlı yıllardan beri uçmaktadır. Yüzlerce Türk subay ve astsubay bu uçaklarda görev yapmıştır ve bu nedenle Türk Hava Kuvvetleri AWACS tecrübesine sahiptir.

Türkiye’nin bu uçakları satın alma fikri 1980’li yıllardan itibaren başlamıştır. 1990’lı yıllarda da Türk Hava Kuvvetlerinin AWACS tecrübesi kazanması ile bu çalışmalar hızlandırılmıştır.

Türkiye ile ABD arasında 2003 yılında Barış Kartalı Projesi adı altında AWACS uçaklarının satın alınması konusunda bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre dört adet AWACS uçağı ve bir adet yer sisteminin Türk Hava Kuvvetleri envanterine kazandırılması amaçlanmıştır.

2002 yılında Başbakan Bülent Ecevit zamanında imzalanan ilk anlaşma 1,3 milyar dolar olduğu halde 2003 yılında atılan nihai anlaşmada bu bedel 1.5 milyar dolara çıkmıştır.
Anlaşmaya göre Türk firmaları (TAI, Aselsan, Havelsan, Selex, Mikes, Kale Kalıp, THY) projede çeşitli sorumluluklar üstlenirken uçak ve radarı ABD firmaları (BOING, NORTHROP)  tarafından karşılanacaktı. Sistemin elektronik harp teçhizatını ise İsrail’in ELTA firması üretecekti. Elektronik harp teçhizatı donanım ile yazılımdan oluşuyordu ve ileri teknoloji gerektirmekteydi. İlk uçağın AWACS sistemine dönüştürme işlemleri 2005 yılında başladı ve dördüncü uçak TAI tesislerinde 2007’de dönüştürme hattına sokulmuştur. İlk uçağın 2008 yılında Türkiye’ye teslim edilmesi planlanıyordu. Bu gecikmeden dolayı Türkiye’ye BOING firması 183 Milyon dolar ceza ödemiştir1.

Mavi Marmara gemisi olayından sonra Türkiye ve İsrail ilişkilerinin bozulması AWACS projesini etkilemiştir. ELTA firması sistemin elektronik harp teçhizatını BOING firmasına yıllarca teslim etmemiştir.

Bu uçaklardan ilki Türk Hava Kuvvetleri envanterine Şubat 2014’de girmiştir. İlk uçağın Konya’da konuşlandırılacağı ve diğer üç uçağın 2015’e kadar Türk Hava Kuvvetlerine teslim edileceği açıklanmıştır. Uçakların gecikmesi ve teknik bakımların gelmesine neden olmuştur.

Uçakların Türk Hava Kuvvetleri tarafından kullanılmamasına rağmen teknik bakımları zamanlarının gelmesi nedeniyle THY ile bir teknik bakım sözleşmesi imzalandığı basına yansımıştır. Habere göre Haziran 2014’de C2 bakımı, bir ay sonra da D3 bakımı yapılacaktır4.

Uçakların uçmadan ve Türk hava savunması hizmetine sunulmadan bakımlarının gelmesi bu tür strateji silah alımlarında siyasi faktörlerin önemini ortaya çıkarmaktadır. Bu çalışmada Barış Kartalı projesinin siyasi gelişmelerden etkilendiği ve ülkelerin ekonomik projeleri bölgede siyasi ve askeri güç olma isteklerine göre şekillendirdiği varsayımlarından hareket edilmiştir. Bu varsayımlar doğrultusunda betimleyici bir çalışma yapılmış ve bu örnek olay
çerçevesinde Türkiye, ABD ve İsrail ilişkileri incelenmiştir. Ayrıca bu çalışmada, uzun yıllar alan silah anlaşmalarının seyrinde ülkelerin anlık durumlardan ve siyasi atmosferden nasıl etkilendiği ve teknoloji transferine izin vermeyen yapının ülkelerin güvenliğini nasıl etkilediği sorusu yanıtlanmaya çalışılmıştır. Her ülke kendi sınırlarını korumak için çeşitli güvenlik politikaları oluşturmakta dır. Uluslararası alanda etkisi olan uluslararası aktörler kendi güvenlik konseptlerini dayatmaktadırlar. Dünya’da havacılık teknolojisini ve bilgisini elinde bulunduranlar ile bunu kullananlara dayalı güvenlik yapılanması dikkat çekmektedir.

ULUSLARASI GÜVENLİK KURAMLARI VE POLİTİKALARI

İki dünya savaşının yaşandığı yirminci yüzyıl boyunca uluslararası güvenlik ihtiyacı belirgin bir şekilde hissedilmeye başlamıştır. Uluslararası güvenlik ilk defa Birinci Dünya Savaşı sonunda Milletler Cemiyeti ile tesis edilmeye başlanmış, ardından İkinci Dünya Savaşı galiplerinin esas unsur olarak oluşturduğu Birleşmiş Milletler organizasyonu kurulmuş, fakat bu örgüt dünya barışına çare olmamıştır. Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu bölgelerinde
yaşanan sorunlar ve çatışmalar uluslararası güvenliğin sağlanamadığının bir kanıtı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Günümüzde uluslararası güvenlikte yaşanan olumsuzluklar her devletin kendi güvenlik mekanizmasının kurmasına yol açmaktadır. NATO gibi organizasyonlar belli sayıda Batı devletlerinin ve Türkiye’nin güvenliğini sağlamaya yetmiştir. Soğuk savaşın bitmesi üzerine NATO kendine yeni bir rol aramaya başlamıştır. Değişen uluslararası vaziyet ve muhtelif güvenlik tehditleri nedeniyle NATO’nun 1999 yılında kabul ettiği stratejik konseptin güncelliğini yitirmesi, NATO’yu yeni bir stratejik konsept arayışına itmiştir. Günümüzdeki güvenlik ortamı, NATO üyesi devletlerin halklarının ve topraklarının güvenliğini etkileyecek unsurları bünyesinde barındırdığından güvenliği sağlamak adına ittifakın sorumluluğunda
olan ve üstlenmeye devam edeceği üç temel göreve işaret edilmiştir: ortak savunma, kriz yönetimi ve işbirlikçi güvenlik5. Savunma görevi kapsamında “İttifak’ın hiçbir ülkeyi düşman olarak görmediği, ancak herhangi bir üyesinin güvenliği tehdit edildiğinde, NATO'nun kararlılığından şüphe edilmemesi gerektiği vurgulanmıştır”6. Kriz yönetimi kapsamında, “NATO’nun sınırları dışında patlak veren kriz ve çatışmaların, İttifak için doğrudan bir tehdit
unsuru oluşturabileceği; bu nedenle NATO’nun krizin önlenmesi ve yönetimi, çatışma öncesi durumun kontrol altına alınması ve yeniden yapılanmaya yardımcı olunması amacıyla üzerine düşeni yapacağı ifade edilmiştir”7. İşbirliği görevi kapsamında ise “gerek konvansiyonel gerekse kitle imha silahlarına yönelik silahlanmanın azaltılması ve silahsızlanma çalışmalarında NATO’nun etkin rol oynayacağı kaydedilmiş; NATO’nun kapılarının İttifak’ın değerlerini paylaşan, üyelik statüsünün gerektirdiği yükümlülük ve sorumlulukları yerine
getirme istek ve kapasitesinde olan tüm Avrupalı demokrasilere sonuna kadar açık olduğu vurgulanmıştır”8. Bunların sağlanması için ülkeler arası güvenlik ve dayanışma şarttır. Oysa NATO’nun üye ülkelerde soğuk savaşın bitmesine kadar uyguladığı devasa sistem yapılandırmalarından bahsetmek artık mümkün değildir. NATO’ya önemli maddi katkı sağlayan ABD yüksek fon aktarımı yapmamaktadır. Bu nedenle ülkeler kendi savunma sistemini kendileri fonlamakta ve kaynak aktarımını milli imkânlarla yapmaktadır. Ülkelerin
güvenlik politikalarında bundan ötürü bir çeşitlenme mevcut olmaktadır.

Günümüzde güvenlik kavramının oluşturduğu genel konsept realist ve idealist tartışmalar etrafında yapılmaktadır.

Realist anlayışın kökenleri Thomas Hobbes ile Macchieavelli’ye kadar uzanmaktadır. Güçlü olanın her zaman egemen olacağını varsayan bu yaklaşım insanın doğa ile olan mücadelesinde hayatta kalması için her şeyi yapması üzerine kuruludur 9. İnsanlar doğa ile olduğu kadar insanlarla da mücadele etmekte ve devlet kurarak örgütlenmektedir ler. Böylece güç ve otoriteyi sağlayarak zorlukların üstesinden gelmeyi amaçlamaktadırlar. Realist devlet
merkezli uluslararası ilişkiler kurumakta ve devlet güvenliğin başlıca aktörü olmaktadır.

Soğuk savaşın bitmesinden sonra neoliberal politikalar sonucunda devletin varlığı sorgulanmış ve devlet geri plana itilmiştir. Bunun sonucu olarak uluslararası şirketler ve aktörler ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda güvenliğin sağlanması uluslararası güç kullanarak başarılabilirdi. Bu yeni şartlar altında düşman artık devletler değil ulus dışı (Terörist, Activist) güçlerdir. Bu düzlemde derinleştirme ve yoğunlaşma çabaları yoğunlaşmıştır. Genişletme kapsamında uluslararası güvenliğin içerisine ekonomik, çevresel sorunlar, insan hakları ve
güç gibi unsurlar katılmaktadır. Derinleştirme çabalarında ise güvenliğin ulusal güvenlik kapsamında çıkartılıp bunu insan/birey güvenliği (özel güvenlik şirketleri yoluyla), uluslararası güvenlik seviyesine (NATO, BM) ile bölgesel ve sosyal güvenlik kapsamına çıkarmak zorundadır.

Günümüzde Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar’da yaşanan sorunlar artık ulus merkezli olaylar değildir. Burada etnik, dini ve mezhep temelli çatışmalar, ekonomik ve sosyal karışıklıklar geleneksel ulus temelli güvenlik kavramının gözden geçirilmesine neden olmuştur. Devletin korunmasına endekslenmiş olan güvenlik politikaları uygulayan yönetimler, soğuk savaşın bitmesi üzerine tehditlerin nereden geldiği bilinmeyen, ani gelişen ve karanlık bir vaziyet ile
karşılaşmışlardır. Devletlerin güç dengelerini sağlayabilmeleri için sadece askeri politikalar üretme şekilleri yetersiz kalmış bunun yanı sıra ekonomik, sosyal, bireysel, dini, mezhepsel politikalar üretmek zorunda kalmışlardır.

İdealizm ve realizm arasında bir ayrım yaparken dikkat edilmesi gereken husus kendisini idealist olarak tanımlayan bir kesimin olmadığı realistlerin kendi karşıtlarını ifade etmek için bu kavramı kullandıklarıdır 10. İdealist görüşler Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmıştır. Çevrenin insan davranışını etkilediğini dolayısıyla çevresel koşulların değiştirildiği taktirde insan tutumunun da değişebileceği varsayımından hareket etmişlerdir. İnsan mükemmelliği ve koşulların iyileştirilmesiyle bunun sağlanabileceği belirtilmiştir. Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler gibi örgütlerin kurulma amacı da bu olmuştur. Aydın bir
insanın, kararlarında daha rasyonel olacağından kamuoyunu ve politikacıları eğitmek gereklidir. Böylece barışçıl bir ortam sağlanmaktadır. Çünkü insanlar kendi hükümetlerini seçmede özgür bırakıldıklarından barışçı bir dünya için gerekli bir temsili hükümet biçimi ortaya çıkmaktadır. Böylece barışın ve düzenin sağlanması zor olmayacaktır 11.

Soğuk savaş yıllarında ülkelerin güç peşinde koştukları, kendilerini daha fazla güvende hissetmek için nükleer silahlara ve uzay çalışmaları gibi son derece pahalı yöntemler denedikleri görülmüştür. Güç artırımı askeri yapılanmada maddi artışa yol açmaktadır. Bu durum hükümetlerin daha fazla para harcamalarına, bunu da sosyal harcamalardan kısarak yaptıkları bir gerçektir. Bir kısım insan maddi güçlerini daha fazla artırırken halkın çoğunluğunu oluşturan orta ve alt sınıf yoksullaşmakta dır. Joszef Balazs, sosyal esas
fonksiyonunun belli bir yönetici zümrenin politik ve ekonomik güçlerinin devam etmesi, sürdürülmesi olarak anlaşılması gerektiğini savunmuştur 12. Uluslararası güvenliğin değişik sosyal sistemlerin dahili ve harici tarafından temelde oluşturulduğunu söyler, fakat genele yayıldığında sistem harici şartlara bağlı olarak gelişmektedir. Uzmanlar genelde dahili güvenliği bir sosyal güvenlik olarak ifade etmektedirler. Onun esas fonksiyonu yönetici sınıfa verilen politik ve ekonomik gücü temin etmek veya sosyal sistemin hayatta kalışını ve yeteri
kadar kamusal emniyetin oluşmasını sağlamaktır 13. Bu şekilde ülkeler hem politik amaçla hem de ekonomik gücü elde etmek ve bunu sürdürmek amacıyla güvenlik politikaları oluşturmaktadırlar. Güvenlik politikaları ülkenin hayatiyetini ve ekonomik güçlenmesini sağlar. Türkiyenin bugüne kadar izlediği güvenlik politikaları içeri için yerel, dışarısı için NATO ve Batı’nın arzuladığı politikalardır. İç güvenliği sağlamak için 1980’ler den sonra terörizm ile mücadelede askeri güvenlik usullerini kullanan bir Türkiye vardır.

GÜVENLİK POLİTİKALARI IŞIĞINDA BARIŞ KARTALI PROJESİ

Türk yetkililerin, 1991 yılından sonra ortaya çıkan değişikliklere kendilerini uydurma hususunda karmaşa içinde bulunduklarını söyleyebiliriz. Bu değişiklikler esas olarak Kafkaslar, Orta Asya ve Balkanlar gibi Türkiye’ye gayet yakın üç bölgeyi etkilediği için, Türkiye bu bölgelerdeki değişiklikleri derin bir şekilde hissetmiştir. Türkiye, bölgeye ilişkin belirli stratejiler geliştirerek kendi dış politikasını çeşitlendirebilme şansına sahip olsa da, Türk yetkililer bu dış politika hedefini gerçekleştirme hususunda etkisiz kalmışlardır.

Gazeteci Naci Özkan’ın “Türkiye Tutunmaya Çalışıyor” başlıklı 1998 yılında Milliyet gazetesinde yayınlanmış Prof. Dr. Hasan Köni ile yaptığı görüşmede Köni bu durumu şöyle açıklamaktadır;

“Türkiye 1991’de birdenbire Sovyetler Birliği’nin dağılması durumuyla karşı karşıya kaldı ve iyi bilmediği Kafkaslar, Orta Asya ve Balkanlar’la yüzleşti. Türk yetkililerin bu üç bölgeyle ilgili hedefleri politik olmayıp ekonomik ve kültürel nitelikteydi. Ancak Türkiye, kendi mevcut potansiyeli ile bu bölgelere tek başına girebilecek yeterlilikte değildi. Türkiye’yi bölgelere tek başına girmekten alıkoyan nedenlerden biri, Türk bürokrasisinin 1991 yılından sonra meydana gelen değişiklikler karşısında oldukça ürkek davranmasıydı, çünkü Türk bürokrasisi bu değişiklikler ortaya çıkmadan önce bunlara ilişkin hiçbir bir projeksiyon
geliştirmiş değildi” 14.

Türkiye Körfez krizinde de hazırlıksız yakalanmış ve güvenlik politikalarında tereddütler yaşamıştır. İkinci Irak Savaşında bu durumlar devam etmiş ve ABD askeri gücünün Türkiye’de konuşlanması konusunda kafa karışıklığı yaşanmıştır. Hükümetin arzu etmesine rağmen 1 Mart teskeresinin meclisten geçmemesi buna örnek olarak gösterilebilir. Güvenlik politikalarında bu kafa karışıklıkları günümüzde de devam etmektedir. Türkiye’nin NATO ülkesi olmasına rağmen sisteme entegre olmayan seçimler yapması dikkat çekicidir. 

  Örneğin Hava Savunma Füzesi alımında Türkiye’nin Çin seçimini yapması ABD’nin tepkisine neden olmuştur. İran’a füze sattığı için ABD’nin yasaklı listesindeki Çin şirketi 4 milyar dolarlık ihaleyi 3 milyar Dolar’a indirerek ihaleyi kazanmıştır. Türkiye’ye Füzelerin tüm yazılım kodlarını vermeyi taahhüt ederek bunların değiştirilme imkânı vermiştir. Fakat bu füzelerin NATO sistemine nasıl entegre edileceği belirsizdir. Çin firması bu sistemin NATO hava savunma ağı ile birlikte çalışabileceğini iddia etmiştir. Çin'in, CPMIEC'in firmasının ürettiği
HQ-9 (Kızıl Bayrak, füzenin ihracat için ismi FD-2000) füze savunma sisteminin
Türkiye'deki ihaleyi kazanması geniş yankı bulmuştur. Komünist Partisi yayın organlarından Global Times gazetesi haberinde, Çin'in Rusya ve ABD karşısında büyük bir zafere imza attığı vurgulandı.15 Ardından bu ihalenin iptali için Batı baskı yapmaya devam etmektedir. 

Bu örnekten yola çıkarak günümüzde de Türkiye’nin güvenlik politikalarının belirsizliğini sürdürdüğü söylenebilir.

Barış Kartalı projesinin temelleri Başbakan Bülent Ecevit tarafından atılmıştır. 

Bu uçakları almayı planlama safhasında konjonktür Türkiye’nin lehineydi. 1990 yılında Körfez Krizinde Türkiye ABD’ye destek vermiş ve 1990’lı yıllarda bu politikasını sürdürmüştür. Bu yıllarda bir İsrail yakınlaşması yaşanmış Türk F-4 uçakları İsrail’de modernize edilmiş ve Türk savaş uçakları İsrail’de elektronik harp eğitimi almaya başlamışlardır. İsrail helikopterleri Türkiye’de orta profil eğitimi için Ankara’ya gelmişler, ülkelerinde yapmadıkları orta menzilli eğitim uçuşlarını Orta Anadolu’da yapmışlardır. Bu yakınlaşmanın uzantısı olarak
Türkiye’nin çeşitli silah alımları ABD kongresinden geçerek onaylanmış ve AWACS uçak alımı için uygun zemin hazırlanmıştır.

2000’li yıllarda Türkiye’nin Irak Harekatı’na katılmaması hem ABD ile hem de İsrail ile ilişkilerin soğumasına yol açmıştır. İsrail’in elektronik harp teçhizatını üstlenerek ihaleye katılması projede İsrail’in varlığını hissettirmiştir. Aslında ABD firmalarının uzmanı olduğu elektronik harp teçhizatı işini İsrail’e verilmesi ABD tarafından Türkiye’ye verilen bir mesaj olarak düşünülebilir. Zira uçakta hayati derece önemli olan elektronik harp tertibatı bu havadan radar uçağını etkisiz ve kör bir hale sokabilmektedir. Bu kadar önemli bir teçhizatı İsrail’in ELTA firmasının üstlenmesi Türkiye için stratejik bir hata olarak değerlendirilmektedir. Zira projenin gecikmesinin bir nedeni olan elektronik harp teçhizatının
BOING firmasına geç teslim etmesi bunu göstermektedir. 

  Bu teçhizat kullanılırken de İsrail’in ağırlığının süreceği değerlendirilmektedir. Çünkü bu cihazların yazılım kodu ELTA firmasının elinde olmaya devam edecek ve ilişkiler gerginleştiğinde silah olarak kullanabilecektir.

Uçağın radar yazılım kodlarının da ABD’nin elinde olması ve bunların Türkiye’ye
verilmemesi uçağın alım sürecindeki hataları ve eksikleri göstermektedir. Türkiye’nin güvenlik politikalarında ABD ve NATO’nun hâkimiyeti nin devam etmesi bölge gücü olmayı isteyen Türkiye’nin atılım yapmasını engellemekte ve belirsiz politikalar izlemesine neden olmaktadır. Ülkede silah alımı konusunda çeşitlenme yaşanması bunların ikmali ve idamesinde sorunlara neden olabilmektedir. Buna karşılık tek kaynaktan silah alımı o ülkeye bağımlı hale getirmekte ve güvenliği tehdit etmektedir. Hava savunması gibi önemli bir
konuda bu çeşitlenme ve bağımlılık geçmişte ülke savunmasını tehdit edici gelişmelere neden olmuştur. Bu nedenle ortak üretim fikri ortaya atılmış, ülke güvenliğinin sağlanmasına yönelik milli savunma sanayini kurma çalışmaları yapılmıştır. Son yıllarda savunma ihalelerinde ülkelerin ortak üretime açık olup olmadıklarına dikkat edilmektedir.

SONUÇ

Türkiye için AWACS uçaklarının teslimi öngörülen tarihten yedi yıl gecikme ile teslim edilmesi önemli bir güvenlik açığı oluşturmaktadır. Uçaklar teslim edildiğinde gövde bakımları zamanı gelmiş ve yazılım ve donanımları eskimiş olacaktır. Yazılım kodları ve donanım bakımından dışarıya bağımlı bir sistem satın alınmıştır. Bu durum dışa bağımlılığı artırdığı gibi güvenlik konusunda da strateji belirlemede kafa karışıklığını yaşanmasına neden olmaktadır. Bunun önlenebilmesi için ülkede Türk Deniz Kuvvetleri’nin kendi gemisini yapması gibi kendi uçan radar sistemini kendi yapması, bunun için yetişmiş insan gücünü
oluşturması gerekmektedir. AWACS projesinde olan yanlışların devam etmemesi için “Realist Güvenlik Politikaları” uygulanmasının gerekliliği bir defa daha ortaya çıkmıştır.

Şu andaki uluslararası konjektür Türk AWACS uçaklarının teslim edildiğinde sorunlu uçacağını göstermektedir. Çünkü bu uçakların sağlayacağı hava istihbaratı Dünya çapında en istikrarsız ve çatışmaların en yoğun olduğu coğrafya; Balkanlar-Karadeniz havzası (özellikle Ukrayna ve Kırım)- Kafkaslar- Orta Asya ve Ortadoğu- bölgesinin tam ortasında bulunan Türkiye için hayati öneme sahiptir. Bu nedenle bölge ülkeleri ve süper güçler için Türkiye’nin
böyle bir silaha sahip olması ya da bu uçan istihbarat toplama makinesinden azami derecede istifade edilmesi arzu edilmemektedir. Uçakta meydana gelebilecek yazılım ve donanım sorunları Türk mühendislerinin uçaktaki teçhizatlardaki donanım ve yazılıma hâkim olana kadar devam edecektir. Özellikle İsrail ELTA firması tarafından imal edilen elektronik harp teçhizatının yazılım kodlarına ve donanım teçhizatına Türk mühendislerinin nasıl nüfuz
edeceği konusu son derece önemlidir. Zira ABD tarafından İsrail’e verilen bu ileri teknoloji nedeniyle dış bağımlılık söz konusudur. Bu uçağın elektronik harp teçhizatı olmadan veya sorunlu/bağımlı teçhizatlar ile uçması bu silahın etkili olarak kullanılmasını engellemektedir.

Bu nedenle bu elektronik harp cihazları olmadan AWACS uçaklarının hava radarı olarak görev yapması anlamsızdır. Bu cihazların yazılım kodlarına ne denli erişildiği ve donanım ile yazılım bakımından dışa bağımlılık konularına dikkat edilmesi gerekmektedir. Çünkü barışta dahi bu radarlar elektronik karıştırmaya (jamming) maruz kalmaktadırlar. Sahte hedef yaratma, radarı karartma ve radar sinyallerini karıştırmak suretiyle yapılan elektronik harp faaliyeti bir radarın her zaman karşılaşabileceği olaylardandır. Uçak uçtuğunda bu cihazlar
takılı ve faal olmalıdır. AWACS uçaklarının Türk hava savunma sistemine katkısı son derece önemlidir. Fakat bu uçakların etkili bir şekilde görev yapabilmesi için yerli teknoloji ve yetişmiş insan gücü gereklidir. Ayrıca yerli teknolojinin geliştirilmesi kadar Türkiye’nin ABD’ye bağımlılıktan kurtarılmalı ÇİN-RUSYA-ALMANYA gibi alternatif silah üreticilerinden de tedarik yoluna gitmelidir. 

Böylece hem teknik ve donanım know-how hakkında tedarikçi ülkeyle paylaşılması için pazarlık şansı artacak hem de fiyat pazarlığı nedeniyle tedarik maliyeti düşecektir.


KAYNAKÇA

AKÇADAĞ , Emine (2013) “NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti: Aktif Angajman, Modern Savunma”, 
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1922:natonun-yeni-stratejik-konsepti-aktif-angajman-modernsavunma&catid=181:analizler-guvenlik. 01.10.2013.

ARI,Tayyar. (2008) Uluslararası İlişkiler Teorileri, İstanbul, MKM Yay.

ARI,Tayyar. (2009) Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, İstanbul, MKM Yay.

BALATZ J.. (2008) “A Note on the Interpretation of Security, Development and Peace”, Development and Peace”, No:6.

COLINS, Alan (2010). Contemporary Security Studies, London, Oxford University Press.

ÇİÇEKÇİ,Tayfun (2012) Uluslararası Güvenlik Çalışmaları, İstanbul, Kriter Yay.

DOUGHERTY, James and Pfaltzgraff, Robert Jr. (1990) . Contending Theories of
International Relations. 3rd ed. New York, Harper Collins Publishers.

DEMİRTEPE, M. Turgut ve Güner ÖZKAN (2013). Uluslararası Sistemde Orta Asya Dış Politika ve Güvenlik, Ankara, USAK Yay.

KONA, Gamze, (2004) “Türkiye’nin Güvenlik Politikaları ve Stratejik Öngörü Düzeyi”, Uluslararası Güvenlik Sorunları, Dr. Kamer Kasım-Zerrin A. Bakan (Der.), 59-81, Ankara, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları.

KÖNİ, Hasan (1998) “Türkiye Tutunmaya Çalışıyor”, Milliyet (15 Mayıs 1998),
http://www.milliyet.com.tr/1998/05/15/entel/entel.html.

KRAUSE k. Ve Nichalel Williams. (1996). “Brodaening the Agenda of Security Studies: Politics and Methods”, Mershon International Studies Review, No: 40.

WILLIAMS Paul D. Ed. (2008). Security Studies An Introduction, New York, Routledge.

DİPNOTLAR;

1 “Boeing’e 183 Milyon Dolarlık Ceza”, Bugün Gazetesi, 19 Şubat 2014, Sayfa 15.
2 C bakımı: Uçakların bakımları 15-21 ayda bir yapılıyor. uçak hangara çekilmekte, yaklaşık 1-2 hafta sürmektedir.
3 D Bakımı: Uçakların bakımları en kapsamlı bakım. 5 yılda bir yapılmakta ve 2 ay kadar sürebilmektedir.
4 http://www.airkule.com/haber/AWACS-LARIN-BAKIMLARI-YAKLASTI/15384
5 AKÇADAĞ , Emine (2013) NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti: Aktif Angajman, Modern Savunma,  
   http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1922:natonun-yenistratejik-
konsepti-aktif-angajman-modern-savunma&catid=181:analizler-guvenlik. 01.10.2013, s.1.
6 AKÇADAĞ , Emine (2013) NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti: Aktif Angajman, Modern Savunma,  
   http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1922:natonun-yenistratejik-
konsepti-aktif-angajman-modern-savunma&catid=181:analizler-guvenlik. 01.10.2013, s.2.
7 AKÇADAĞ , Emine (2013) NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti: Aktif Angajman, Modern Savunma,  
   http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1922:natonun-yenistratejik-
konsepti-aktif-angajman-modern-savunma&catid=181:analizler-guvenlik. 01.10.2013, s.3.
8 AKÇADAĞ , Emine (2013) NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti: Aktif Angajman, Modern Savunma, 
   http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1922:natonun-yenistratejik-
konsepti-aktif-angajman-modern-savunma&catid=181:analizler-guvenlik. 01.10.2013, s.4.
9 ÇİÇEKÇİ, Tayfun, Uluslararası Güvenlik Çalışmaları, İstanbul, Kriter Yay. 2012, s.22.
10 ARI,Tayyar. Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, İstanbul, MKM Yay., 2009, s.108.
11 DOUGHERTY, James and Pfaltzgraff, Robert Jr., Contending Theories of International Relations. 3rd ed.
    New York, Harper Collins Publishers, 1990, s.3.
12 BALATZ J.. “ A Note on the Interpretation of Security, Development and Peace”, Development and Peace,
    No:6, 2008, s.46.
13 BALATZ J.. “ A Note on the Interpretation of Security, Development and Peace”, Development and Peace, No:6, 2008, s.46.
14 KÖNİ, Hasan (1998) “Türkiye Tutunmaya Çalışıyor”, Milliyet (15 Mayıs 1998),
     http://www.milliyet.com.tr/1998/05/15/entel/entel.html. 1998, s.1
15 Çin: Türkiye'de ABD ve Rusya'yı yendik - Güncel - Star Gazete 
     http://haber.stargazete.com/guncel/cinturkiyede-abd-ve-rusyayi-yendik/haber-793082#ixzz2gk2xpAop


***

26 Mart 2020 Perşembe

TÜRKİYENİN S 400 ALIMI DÜNYA DENGELERİNİ DEĞİŞTİREBİLİR Mİ., BÖLÜM 2

TÜRKİYENİN S 400 ALIMI DÜNYA DENGELERİNİ DEĞİŞTİREBİLİR Mİ., BÖLÜM 2




Örneğin Ege Denizi’nde icra edilen “Kararlılık Gösteri-1992” NATO tatbikatı dönüşünde, 2 Ekim 1992 gecesi, Muavenet muhribimiz, Amerikan uçak gemisi Saratoga’dan atılan iki Sea Sparrow füzesi tarafından vuruldu. Geminin radarları hiçbir şekilde füzeleri “düşman saldırısı” algılamadı. Muavenet örneği dikkate alındığı zaman, S-400 sistemi kesin tercihtir. Çünkü S-400’ün IFF kataloğunda bütün Amerikan ve NATO hava saldırı araçları “düşman” olarak tanımlıdır. Ancak, Türkiye’nin kendi millî IFF yazılımlarının S-400 radarlarına yüklenmesi için karşılıklı mutabakat olduğu yönünde, kesin olmayan bilgiler vardır. 


Resim 2: Patriot PAC2 Füzeleri 

 Çok net olan gerçek şudur ki, alınsa bile ne S-400 ne de Patriot sistemi Türk Silahları Kuvvetlerinin kontrolünde olmayacaktır. 

ABD, Türkiye’nin S-400 hava savunma sistemleri almasına neden karşı çıkıyor? 

 S-400, Hollywood filmlerindeki Amerikan ordusunun yenilmezliği kadar Amerikan güç projeksiyonu ve savunma sanayisini de tehdit etmektedir. S-400’ler Suriye savaş alanında kullanılmasa da eski Rus ve Suriye hava sistemleri dahil son nesil füzelere ve Amerikan F-117 görünmez uçaklarına kilitlendiler. S-400 almak için Beyaz Rusya’dan Çin’e pek çok ülke sıraya girmişken, Amerikan savunma sanayisi özellikle görünmezlik teknolojisi için alarm çanları çalıyor. S-400’ün hedefi olacak F-35 ve F-22 için de durum farklı değil. Türkiye’nin aldığı 
takdirde NATO hedef tanımlama (IFF) sistemini S-400’lere yükleme ihtimali ise ayrı bir kâbustur. Washington, 3 bin F-35 için 1.6 trilyon dolar planlıyor olması durumun ciddiyetinin diğer bir göstergesidir 7

S 400 mi Patriot mu? Hangisi daha güçlüdür?

ABD tarafından Türkiye'nin Rusya'dan hava savunma sistemini tedariki Türkiye'nin Atlantik sisteminden ve yörüngesinden uzaklaşması olarak algılanıyor. Bu nedenle, ABD bunu engellemeye çalışıyor. Bunun için de Türkiye'ye her yönden baskı yapıyor. Amerikalılara göre; S-400 füze sistemlerinin olduğu yerde görev yapan Rus mühendisler F-35 uçaklarının 
manevralarını izleme ve öğrenme kapasitesine sahip olabilir. Bu da Türkiye’yi Amerika’nın ve NATO’nun ulusal güvenlik çıkarlarına zarar verildiği bir laboratuvar haline getirir. Amerikalı general D. Walters, Reuters'a verdiği mülakatta şunları söyledi; 

 “Halen F-35 uçaklarının görünmezlik kabiliyetinin ne olduğunu gizli tutabilmek için bu uçakların S-400 hava savunma sistemlerine ne kadar yakın ve ne süre ile uçabileceğinin bilinmemektedir, bu hususların tespit edilmesi gerekir. S-400'lerin radarlarda tespit edilemeyen F-35 savaş uçaklarının kapasitesi hakkında bilgi toplaması NATO'nun avantajına olmaz. Türkiye’nin aynı anda hem S-400 hem de F-35 uçaklarını kullanması ve her iki sistemi de askeri bilgi sistemlerine entegre etmeye çalışması milyarlarca dolarlık bu silah sisteminin 
tedarikini tehlikeye atar.” 

General Walters kısaca; Türkiye, S-400 hava savunma sistemleri ve F-35 uçaklarına aynı anda sahip olursa her iki silahın birbirine karşı etkilerini tespit etmeye çalışacağını söylemektedir. 

 NATO Komutanı Orgeneral Micheal Scaparrotti, Türkiye'nin S-400 hava savunma sistemini alması durumunda risk oluşturacağı için F-35 teslimatının iptal edilmesi istedi. 
NATO’nun iddiasına göre; S-400'lerin radarları Rusya'nın F-35'ler üzerinde casusluk yapmasına neden olabilir ve F-35’lerin radara yakalanmama özelliklerini tehlikeye atabilir. 

 Türkiye, her iki silah sistemine aynı anda sahip olduğunda F-35’in hangi mesafe, irtifa ve açılarda, S-400’ün radarları tarafından tespit ve atış için takip edilebildiğini, yapacağı test uçuşları sayesinde belirleyecektir. Böylece birbirini destekleyecek şekilde farklı mesafe ve açılarda yerleştirilmiş 2 x S-400 bataryası tarafından savunulan bir bölgeye F-35 uçaklarının nüfuz edemeyeceği gerçeği anlaşılacaktır. Daha da önemlisi, belki de S-400’ü dizayn eden firmanın iddia ettiği gibi F-35’in görünmezlik teknolojisinin, S-400 radarları karşısında 
tamamen etkisiz olduğu gerçeği ortaya çıkacaktır. 16 Ekim 2017 tarihinde Lübnan hava sahasını kullanarak Suriye’ye yönelik operasyon yapan bir İsrail F-35 uçağının, Suriye’nin S-200 füzeleri ile vurulması bu yönde bir gerçeğin açığa çıkabileceğinin kuvvetli bir emaresidir. 
Böylesi bir gelişme, dünyanın en pahalı silah tedarik programı olan F-35 projesinin tarihi bir fiyaskoyla sonuçlanmasına neden olur. 

 Bu gerekçelerle ABD Senatosu, askeri bütçe tasarısını onaylamasıyla birlikte 
Türkiye'ye, F-35 savaş uçaklarının teslimatını geçici olarak durdurdu. Tasarının maddeleri içinde Savunma Bakanlığı'nın, Trump'ın onayının ardından 90 gün içinde Türkiye'ye dair bir raporu Kongre'ye sunması öngörülüyor. Buna göre, Türkiye'nin ABD'den alacağı F-35'leri, Rusya'dan alacağı S-400 savunma sistemiyle birlikte kullanmasının ABD savunma sistemine bir zarar getirip getirmeyeceği araştırılacak. Bu süre zarfında da Türkiye'ye teslimat 
yapılmayacaktır. 

 Perde arkasında ABD, Türkiye’ye 100’ün üzerinde uçak satmaya çalışarak, Ankara’nın bağımsız dış politika izlemesinin önüne geçmeye çalışmaktadır. ABD, Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Ege bölgelerinde askeri dengenin değişmesini istememektedir. Washington, Türkiye’nin kendisini ve çıkarlarını savunmasına yardımcı olacak S-400 sistemine sahip olmasına karşı çıkmakta, bu sayede Ankara’yı bölgede oynanan oyunların dışında tutmaya çalışmaktadır. 

Türkiye’nin F-35 ‘de geldiği aşama.. 

 F-35; çok üst düzey teknolojileri kullanan, ağ-merkezli harp yetenekleri çok güçlü, uçan bir karargâh niteliğinde saldırı uçağıdır. F-35 uçaklarının tasarımına, 90’lı yılların başında “Müşterek Taarruz Uçağı” projesi kapsamında başlandı. Projenin amacı, ABD ve ortakları olan Birleşik Krallık, Türkiye, İtalya, Kanada gibi ülkelerin hâlihazırdaki savaşçı uçak envanterlerini yenilemekti. F-35 çok maksatlı savaş jetleri, bir önceki jenerasyon olan F-22 savaş uçaklarından 
sonra F-24 ismini alması gerekirken sürpriz bir kararla bugünkü adını aldı. Çin ile savaş için hazırlanan F-22 teknolojisinin ABD yasalarınca ihraç edilmesi yasaklandı. Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı, envanterinde iki farklı cinsiyle toplam 140 adet bulunan meşhur F-16’lar ise, 1987 yılında satın alınmıştı. Bosna-Hersek ve Suriye İç Savaşı’nda görev alan bu uçaklarla Türk ordusu tarafından yapılan en büyük operasyon ise 50 adet savaş uçağı ile Aralık 
2007’de Kuzey Irak’taki sınır ötesi PKK kamplarına yapılan hava bombardımanı dır. 
Türkiye’nin Müşterek Taarruz Uçağı projesine dâhil olması ise 2002 yılının Temmuz ayında gerçekleşti. 

195 Milyon dolarlık yatırımla 3. Seviye katılımcılar arasında yer alan Türkiye, yapılan sözleşmeye göre ilk aşamada toplam 116 adet F-35A cinsi uçak satın alacaktı. Türk Havacılık ve Uzay Sanayi (TUSAŞ) ise Danimarka menşeili başka bir firma olan Northrop Grumman ile beraber uçakların ana gövdesinin üretim ve montajını yapacak, ayrıca Türk Savunma Sanayi’nin önde gelen şirketlerinden ASELSAN, HAVELSAN, ROKETSAN gibi şirketler de uçağın çeşitli sistemlerinin üretiminde aktif rol üstlenecekti. Projenin Türkiye’deki şirketlere toplam katkısı yaklaşık 12 Milyar dolar olarak hesaplandı ve bugüne kadar yaklaşık getirinin 
ise 5.5 Milyar dolar civarında olduğu düşünülmektedir 8. 

   https://www.gazetediplomasi.com/wp-content/uploads/2018/11/1280px-thumbnail-696x463.jpg

   https://www.gazetediplomasi.com/wp-content/uploads/2018/11/1280px-thumbnail-696x463.jpg 

2011 yılında İsrail üzerinden ABD ve Türkiye arasında yaşanan sürtüşmelerin ardından ve yine ABD’nin F-35 yazılımlarının kaynak kodlarını diğer ülkeler ile paylaşılmasını reddetmesi üzerine güven ortamı kaybedildi ve Türkiye uçak siparişlerini askıya aldığını açıkladı. 2012 yılında iki adet, 2015 yılında ise dört adet olmak üzere toplam 6 adet savaş uçağının siparişi tekrar yapıldı ve Türkiye ilk savaş uçağını Haziran 2018’de gecikmeli olarak teslim aldı. Pilotlarımız geçtiğimiz Ağustos ayında ABD’de eğitim uçuşlarına başladı. Haziran 2018’de ABD başkanı Donald Trump tarafından imzalanan 2019 yılı savunma bütçesi yasa tasarısına göre uçakların Türkiye’ye transfer edilmesi durduruldu. Türkiye ve ABD arasında sıklıkla ortaya çıkan çalkantılı ilişkiler dönemleri sebebiyle, projenin geçmişinde yaşananlar da göz önüne alınırsa F-35 uçakları konusu gelecekte birçok kez daha gündeme gelecek gibi gözüküyor. 


Resim 3: F-35 Taarruz Uçağı 

 Türkiye, Lockheed Martin tarafından geliştirilen Müşterek Taarruz Programı 
kapsamındaki beşinci nesil savaş uçağı F-35 Lightning II projesine 2002 yılında dâhil oldu. Türkiye, F-35 savaş uçaklarının bazı parçalarını tedarik etmesinin yanı sıra filosuna eklemek için 116 adet uçak sipariş etti. İlk uçakların Türkiye'ye teslimatı için ise sonbahar ayları telaffuz ediliyordu. Bu uçaklar için yapılacak toplam ödemenin 25 milyar dolar olduğu belirtiliyor. TCG Anadolu’yu da bir mini-uçak gemisi olarak kullanmak istiyor. Bunu başarmak için de neredeyse 
piyasadaki tek seçenek, F-35’in dikey iniş yapabilen versiyonu F-35B’dir. Türkiye, F-35 savaş uçaklarının bazı parçalarını tedarik etti, 116 adet uçak sipariş etti. İlk uçakların Türkiye'ye teslimatı için ise sonbahar ayları telaffuz ediliyordu. Bu uçaklar için yapılacak toplam ödemenin 25 milyar dolar olduğu belirtiliyor. 

 Haziran 2018 ayından beri Amerika'da dört F-35 uçağının Türkiye’ye teslim töreni yapıldı. Uçakların, götürüldükleri Arizona’daki üste Türk pilotlara yönelik eğitim sürecinin ardından Türk topraklarına transferi öngörülüyor ve bu sürecin 1-2 yıl sürebileceği belirtiliyordu. Türkiye program kapsamında 100 adet F-35 uçağı almayı planlıyor. 

 Türkiye, ABD'nin tavrında ısrarcı olması halinde Türkiye'nin F-35'lerin muadili olarak gösterilen Rus Su-57'lere (T-50) yönelebilir. Rusya'nın geliştirme aşamasında olduğu Sukhoi Su-57 uçağının maliyeti, F-35'lerin neredeyse yarısı kadar. Su-57'lerin yetişmemesi halinde ilk etapta Su-35'ler ardından Su-57'lerin devreye girebileceği ifade ediliyor. Acil ihtiyaç halinde içi boş olarak satın alınabilecek uçakların tamamen Türk yazılım, silah, mühimmat, radar ve 
aviyonikleriyle donatılmak suretiyle milli ihtiyaçlara F-35'lerden çok daha fazla yanıt verebileceği belirtiliyor. Öte yandan F-35 projesinin mali nedenlerle batma tehlikesi vardır. F-35 alma niyetinde olan ülkelerin alım süresi, taahhütlerini uçak sayılarıyla birlikte garanti edene kadar uzatılacaktır. Yoksa proje batar. 

Bu noktada Türkiye’nin yapması gereken, S-400 hava savunma sistemini satın alarak, ABD’yi F-35’leri satmamaya zorlamak, bu sayede bu batık projeden kendisini kurtarmaya çalışmak olmalıdır. Ancak Türkiye projeye geliştirme safhasından bu yana ortak olduğu için ve şimdiye kadar 900 milyon dolar gibi ciddi bir miktar ödeme yaptığından bu ihtimal biraz uzak gözükmektedir. Bu şartlarda ise Türkiye, F-35’lerin görünmezlik kabiliyetinin, özellikle S-400 
gibi gelişmiş bir hava savunma sistemine karşı ne olduğu tespit edilmeden, ödediği 900 milyon doları kurtaracak sayının dışında bir alım garantisi vermemelidir. Maksimum satın alacağımız uçak sayısı, 1-2 filoyu yani 16-32 uçağı kesinlikle geçmemelidir. 

F-35 ve S-400 birlikte olabilir mi?.. 

 Türkiye Dışişleri Bakanlığı'ndan, S-400'lerin kontrolünün TSK tarafından sağlanacağı, ayrıca S-400'lerin NATO sistemine entegre edilmeyeceği ifade edildi. Dışişleri Bakanı M.Çavuşoğlu tarafından ABD'nin S-400'leri incelemesine izin verilmeyeceği açıklandı. Bu konuda, "ABD tarafı ile olan görüşmelerde; F-35'lerin zarar görmesi ve uçaklarla ilgili hassas bilgilerin açığa çıkarılmaması için S-400'lerin NATO sistemlerinden bağımsız olarak kullanılacağını doğruladık" ifadelerini kullanmıştır. Ancak, bu mümkün değildir. Çünkü ülkelerarası ilişkiler milli çıkarlar temelinde konjonktürel değişikliklere gebedir. Bu durumda 
böylesine pahalı, hayati öneme haiz ve birbirlerini alt etme amacıyla üretilmiş sistemlerin bir başka ülkeye tamamen devri mümkün değildir. 

F-35 uçakları ile S-400’ler arasındaki etkileşimleri açıklamadan önce NATO Hava 
Savunma Sistemi hakkında özet bir bilgi vermeliyiz. Öncelikle ABD, kendi milli sistemi olan bir mimari ile hava sahasını kontrol etmektedir. ABD tarafından aynı işlev ve maksatla Avrupa'nın güvenliği için NATO ve üye ülkelerin istifadesine sunduğu Avrupa Entegre Harekât İstihbarat Çevrimi (LOCE 9) bulunmaktadır. NATO hava komuta kontrol altyapısının karşılıklı çalışabilirlik kabiliyetinin tesisi açısından 48 değişik radar tipi ile yaklaşık 300 sensörün birbiri ile irtibatlandırılmasını kapsayan NATO Hava Komuta Kontrol Sistemi (ACCS 10
oluşturmaktadır. NATO müttefiki olan kanat ülkesi Türkiye'nin yüksek irtifa hava savunma ihtiyacı ancak konjonktürel olarak NATO ve Avrupa'ya herhangi bir tehdit olası olması durumlarında diğer NATO ülkelerinde mevcut yüksek irtifa hava savunma sistemlerinin ülkemizde geçici olarak konuşlandırılması şeklinde karşılanmaktadır. Anılan sistem, ABD'nin keşif, gözetleme ve istihbarat uyduları ile entegre, yer ve deniz üstü/ altı platformlarında konuşlu füzesavar sistemlerinin (PATRIOT, TOMAHAWK vb.) radar ve silah sistemleri ile irtibatlı, diğer NATO karargahları ve üye ülke milli haberleşme ağı içinde çevrim içi 
çalışmaktadır. 

   Bilindiği üzere ABD kendine müzahir ve tehdit olan ülkelerin hava sahalarını uyduları vasıtasıyla an ve an izlemektedir. ABD bu uydularını zaman zaman NATO operasyon ve tatbikatlarında ilgili bölgelere de yöneltmektedir. Eğer Patriot alınırsa, bunun radarları ülkemizdeki NATO radar ağı ve LOCE çevrim içi sistemine bağlanacak ve havadan gelecek herhangi bir tehdit, NATO karargâhları ve üye ülkelerin milli karargâhlarında bulunan terminaller tarafından otomatik olarak alınıp değerlendirilerek gerekli önlemler yerine getirilecektir. Sistemdeki uydular ve onun görüntülerini alan terminaller (ABD milli veya onun yan terminali olan LOCE vb) eğer soft-ware olarak erken ikaz sisteminde (Early Warning System) yüklü bilgilere sahip ise düşmanın füze rampalarından fırlatılacak herhangi bir füzeyi terminalin üzerinde aniden pop-up olarak ekranda görür, bire bir ve anlık görüntü ile yakalar. 

Füzenin çıkış ve vuruş noktası, vuruş zamanı, anlık bulunduğu yer hakkında bilgi sahibi olurken, gerekli ikaz ve savunma sistemlerini harekete geçirmekte sizin elinizde olacaktır. Bütün bunlar oturduğunuz yerden ve çevrimiçi olarak, bilgisayarın tuşlarına dokunarak yapılabilmektedir. 

Türkiye, ABD’nin yanında yer alırsa, kaçınılmaz olarak ABD’nin İran’a yapmayı 
planladığı saldırıda, Kürecik’teki İran’ı gözetleyen ABD radarı nedeniyle İran’ın bu noktaya yapacağı balistik füze saldırısına maruz kalacaktır. İncirlik üssündeki Amerikan uçak ve nükleer silahları nedeniyle İran ve Rusya’nın potansiyel balistik füze hedefi olacaktır. 

 Halen ülkemizde NATO radar ağına bağlı 15 sabit radar ile yerli yapım 14 adet TRS-22XX model taşınabilir radar bulunmaktadır. Hava Kuvvetleri envanterinde bulunan NATO ve Milli radarlar bir ağ ortamında birleştirilmiş, bu radarlardan elde edilen bilgiler ile tüm Türkiye’yi kapsayan hava resmi oluşturularak istenilen komuta kontrol merkezinden izlenebilir hale getirilmiştir. Yine aynı proje ile NATO’dan farklı olarak radarların uzaktan kontrol kabiliyetleri de ikiden fazla kontrol merkezinden yapılabilme kabiliyetine kavuşmuştur. 

Sonuç olarak; tedarik edilecek olan sistem ABD’nin Patriot veya Fransız-İtalyan ortaklığı SAMP-T olursa, bu sistemler kesinlikle NATO içindeki entegre savunma sisteminin bir parçası olacaktır. 

 Öte yandan, Rusya'dan S-400 alımının F-35 açısından riski olduğu apaçık ortadadır. 
Birbirlerine karşı iki hasım tarafından kullanılmak üzere üretilmiş iki silah sistemi var; İki sistem birlikte yer alamaz. Çünkü birbirlerinin zayıf veya güçlü özellikleri kolaylıkla ortaya çıkarılabilir. Türkiye'nin tercihini Rus S-400 füzelerini teslim alma yönünde kullanması durumunda sonuçları neler olur? 

- Amerika'dan 100 savaş uçağı alması öngörülen F-35 programından çıkarılma ve 'CAATSA 11' diye bilinen ve Rus savunma ve istihbarat sektörleriyle alışverişleri hedef alan bir yasa uyarınca ambargolara maruz kalma riskiyle karşı karşıya kalma olasılığı yüksek görünüyor. Bu durum karışıklığa yol açar. 

 - Türkiye'nin CH-47F ağır yük helikopterleri, UH-60 ve Black Hawk helikopterleri ile Lockheed Martin firması üretilen F-16 uçakları gibi geniş CAATSA yaptırımlarına dâhil olabilir. Durum böyle olduğu takdirde eğer başka alternatifler bulunamaz ve tedbirler alınamazsa Türkiye’nin savunma ve taarruz kapasitesi açısından olumsuzluklarla karşı karşıya kalabileceği aşikâr olacaktır. 

- Amerika, Türkiye'nin F-35 programına yaptığı 1 milyar doları aşkın yatırımını geri vermek zorunda kalır. Türk üreticiler, önemli parçaları tedarik ediyor. Bunların yerine yenisini yapmak iki yıl sürer ve diğer müttefiklere teslimatları geciktirir. 

 Şu anda göründüğü kadarıyla S-400'lerin alınması durumunda ABD yaptırımlarının yalnız askeri teçhizatla kalmayacağı ya dolaylı yoldan bankalara baskı, ya da piyasa psikolojisi yoluyla dövizi alevlendirerek, Türk ekonomisine nihai darbenin vurulabileceği kuvvetli bir ihtimaldir. Nitekim ABD Başkanının ‘ABD, Türkiye'nin S-400 alımını engellemek için sıkışırsa ülkeyi ekonomik olarak mahvetmeye kalkabilir' şeklindeki beyanatı bu ihtimali güçlendirmektedir. 

 F-35 dışında gelişen yaptırımın ayak seslerinden birisi de; ABD Başkanı Donald Trump, Türkiye’nin gelişmiş ekonomisini gerekçe göstererek, bazı ürünlerin ABD’ye gümrüksüz girişine imkân sağlayan ve gelişmekte olan ülkelere sunulan “Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi (GTS) Programından Türkiye’yi çıkarmak istediğini açıklamasıdır. Başkan Trump’ın Kongre’ye yolladığı mektup, Beyaz Saray tarafından yayınlandı. 

 Sonuç.. 

 NATO müttefiki Türkiye'nin yüksek irtifa hava savunma ihtiyacı ancak konjoktürel olarak NATO ve Avrupa'ya herhangi bir tehdit olası olması durumlarında diğer NATO ülkelerinde mevcut yüksek irtifa hava savunma sistemlerinin ülkemizde geçici olarak konuşlandırılması şeklinde karşılan maktadır. Milli hava savunma zafiyetimiz uzun zamandır çözüm bekleyen bir sorundur. Türkiye’de son yıllarda bazı füze sistemleri geliştirme yolunda önemli adımlar atıldı. Türkiye’nin kendi milli uzun menzilli hava savunma sistemlerini 
geliştirmesi için henüz önünde epeyce bir yol var. Ama alınan füzeler savunma amaçlı yani bunları başkasına atmak yerine bölge savunması yapacağız. Türkiye’nin başkasına füze atacak bir sistemi henüz yoktur. Türkiye’nin aynı anda hem hava araçlarına hem de balistik füzelere karşı etkin olan yüksek irtifa hava savunma sistemi hala mevcut değildir. 

 S-400 ya da Patriot alınan sistem bizim malımız olacak ve kontrolü tamamen bizde olacak denilse de bu mevcut durumda çok zordur. Çünkü bu tür sistemlerin tedarikçisi olan ülkelerde uydu ve komuta-kontrol merkezi tedarikçi ülkenin kontrol ve gözetiminde çalışıyor. 
Tedarikçi ülkelerin erken haber verme ve ikaz sağlayan hedef istihbarat ve görüntü uyduları yok. Ayrıca Rusya, ABD ve Çin gibi ülkeler bu teknolojilerini öyle ulu orta ve tamamen bir başka ülkeye veremezler. S-400 füze sistemlerinin olduğu yerde görev yapan Rus mühendisler F-35 uçaklarının manevralarını izleme ve öğrenme kapasitesine sahip olabilir. ABD ve NATO; S-400 radarlarının Rusya'nın F-35'ler üzerinde casusluk yapmasına neden olabileceğini, özellikle F-35’lerin radara yakalanmama özelliklerini tehlikeye atabileceğini iddia etmektedir. 
Rusya'dan S-400 alımının F-35 açısından riski olduğu apaçık ortadadır. Birbirlerine karşı iki hasım tarafından kullanılmak üzere üretilmiş iki silah sistemi var. İki sistem birlikte yer alamaz çünkü birbirlerinin zayıf veya güçlü özellikleri kolaylıkla ortaya çıkarılabilir. 

 ABD, Türkiye’ye komşu iki ülkeyi parçalayarak, sınırımızda kukla bir devlet kurma peşinde iken Ankara’nın sözünden çıkmamasını istemektedir. Ortadoğu’da kartlar yeniden dağılırken Türkiye’nin tercihi ülkemizin olduğu kadar bölgenin hatta dünyanın geleceğine etki edebilir. Türkiye’nin ABD ve Rusya yanında yer alması Suriye’nin geleceğinden başlayarak, Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Ege’deki dengelere, Karadeniz’in ısınmasına, ABD’nin İran senaryosunun hayata geçip geçmemesine kadar önemli etkileşimler sağlayacaktır. ABD’nin Kürecik ve İncirlik’teki varlığı ve PKK devleti projesi de bundan etkilenecektir. 

 S-400 alındığı takdirde, Türkiye muhtemelen gelecekte ağ temelli olan ileri teknoloji olan bütün NATO savunma sanayii projelerinden dışlanacaktır. Türkiye NATO dışındaki ülkelere, başta Rusya ve Çin olmak üzere daha da bağımlı hale gelecektir. Bu uzun yol Türkiye'nin NATO'dan çıkmasıyla sonuçlanmayabilir ama uzun vadede Türkiye NATO'dan kaçınılmaz olarak uzaklaştıracaktır. ABD'nin Türkiye'ye S-400'lerle ilgili baskı uygulamasının arkasında ‘Türkiye'nin Amerikan yörüngesinin dışına çıkmasını istememesi' yatıyor. Türkiye, NATO üyesi kalmalıdır. 

Bu perspektiften ileriye doğru bakıldığında ülkemiz açısından en salim çıkış yolu, Rusya Federasyonundan S-400 alımını iptal etmesidir. Teknolojik olduğu kadar ekonomik olarak da Türkiye’nin Batı yanında olması daha çıkarınadır. Ruslar da para yok, Çin’de var ama doku uyuşmazlığı yaşıyoruz. NATO’nun egemen ve bağımsız üyesi olarak Türkiye, Rusya’ya olsun İran’a ya da Çin’e karşı olsun birebir ilişkilerde eli daha güçlü olur daha eşit koşullarda ilişki kurabilir. 

 S-400 alımı 2019’da Türkiye NATO ve ABD arasında tarihi kırılmalara evrilebilir. 
Ancak, Putin de Türkiye'nin dostu değildir. Gürcistan, Ukrayna ve Suriye'deki hamleleri, Türkiye'nin güvenliğini tehdit etmiştir. Putin’in gerçek niyeti Türkiye'yi Batı'dan ayırarak, ülkesini çevrelenmekten kurtarmaktır. S-400’ü seçmek Türkiye’yi enerjiden sonra askeri ihtiyaçlarında da Rusya’ya bağımlı hale getirebilir ve Rus dış politikası dayatmalarına maruz kalabiliriz. Üstelik 2015’de yaşandığı gibi Rusya ile bir kriz yaşanması halinde S-400’leri bu ülkeye karşı kullanmamız söz konusu olamaz. 

 Gittikçe saldırganlaşan, Akdeniz'deki ve Ortadoğu'daki varlığını güçlendiren ve bunu da Karadeniz üzerinden özellikle Kırım üzerinden yapan bir Rusya'ya karşı gelişmeler, Türkiye’yi Atlantik cephesinin lideri Amerika ile Avrasya cephesinin lideri Rusya arasında sıkıştırmaktadır. İncirlik üssünü ve Kürecik radarını Amerika’nın kullanımına sunan ve İncirlik üssünde Amerikan nükleer silahlarını depolayan Türkiye’nin aynı zamanda Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi ve Amerika’dan F-35 savaş uçaklarını tedarik etmek istemesi, içinde bulunduğumuz sürecin karakterini yansıtırken ciddi bir çelişki de oluşturmaktadır. 

 Sorunun Almanya'nın öncülüğünde bir grup Avrupalı müttefikle işbirliği halinde ABD ve Rusya arasında yürütülecek müzakerelerle çözümlenmesi doğru yöntem olabilir. Türkiye bir yandan krizi atlatma çalışmaları yaparken diğer yandan da kendi "Milli Hava Savunma Sistemini" tesis etme gayretlerine hız vermelidir. Türkiye'nin bağımsız dış politika izleyebilmek için askerî kapasitesini artırması hayati derecede önemli bir husustur. Taşıma suyu ile değirmen dönmez. İsrail örnek alınabilir. İsrail 70-250 km. menzilli füzelerin önünü alacak bir imkân ve kabiliyet kavuşmuştur. 

 Son olarak, Türkiye F-35 programının önemli bir ortağıdır, ancak yeri doldurulmaz değildir. Ancak, F-35 programından çıkmanın Ankara için sonuçları ağır olacaktır. Türkiye'nin programa şimdiye kadar yaptığı 1,25 milyar dolarlık yatırım, boşa gidecektir. Programa katılan Türk firmaları imalat ve arz zincirin den çıkarılacaktır. Türkiye’nin milli savunma sanayini ekonomik büyümenin kilit unsurlarından biri haline getirme umudu suya düşecektir. 

Türkiye’nin kararını bu noktada TBMM vermelidir, konu parlamentoda görüşülmeli ve bu ulusal meselede muhalefet de oturum öncesi iyi aydınlatılmalı dır. Genelkurmay’ın ve ilgili uzmanların da görüşüne başvurulmalıdır. 

DİPNOTLAR;

 1 Savunma Sanayi Müsteşarlığı, 2012 Faaliyet Raporu, (17 Eylül 2013), http://www.ssm.gov.tr/anasayfa/kurumsal/Faaliyet%20Raporlar/2012%20Y%C4%B1l%C4%B1%20Faaliyet%20Raporu.pdf 
2 Elliot Hen-Tov, The Political Economy of Turkish Military Modernization, MEIRA, Vol. 8-4, (2004), 23. 
3 Offset, savunma projelerinde ödemeler dengesinde ortaya çıkan olumsuzlukları kısmen veya tamamen 
   giderilmesi amacıyla gerçekleştirilen ihracat ve diğer döviz kazandırıcı işlemler olarak ifade edilmektedir. 
4 T-MALADMIS: Medium Altitude Air Defense System. 
5 MASINT: Measurement And Signature Intelligence. 
   https://www.globalresearch.ca/wp-content/uploads/2017/07/russian-s400-turkey-400x216.jpg
6 Patriot: Phased-Array Tracking and Intercept of Target. 
7 Federico Pieraccini, Why Russia’s S-400 Is a More Formidable Threat to US Arms Industry than You Think, 
   Strategic Culture Foundation, (15 June 2019). 
8 Hakan Aytaylan, Yılan Hikayesine Dönüşen F-35 Uçakları, Diplomasi Gazetesi, (4 Kasım 2018 ). 
9 LOCE: Link Operation and Intelligence Centers In Europe. 
10 ACCS: Air Command and Control System. 
11 CAATSA: Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası. 



***

TÜRKİYENİN S 400 ALIMI DÜNYA DENGELERİNİ DEĞİŞTİREBİLİR Mİ., BÖLÜM 1

TÜRKİYENİN S 400 ALIMI DÜNYA DENGELERİNİ DEĞİŞTİREBİLİR Mİ., BÖLÜM 1






Türkiyenin S-400 alımı dünya dengelerini değiştirebilir mi? 



Prof.Dr.Sait Yılmaz 
20 Haziran 2019 

 Giriş 

 Türk Silahlı Kuvvetleri, NATO üyesi olduğu 1952 yılından beri savunma planlamaları ile araç, malzeme ve silah tedarik faaliyetlerini ittifakın planlamaları ve standartlarına uygun bir şekilde müttefiklik anlayışı ile yürütmüştür. 
Bu durum, diğer ülkeler gibi Türkiye’nin de kendi milli savunma ihtiyaçları için tedbir almasına engel olmamış, ittifak çerçevesi dışında da örneğin Yunanistan ile ilgili sorunları ya da terörle mücadele için kendi milli harekât planları 
çerçevesinde tedarik kabiliyetlerini sürdürmüştür. Bugün gelinen aşamada Rusya’dan bir hava savunma sistemi olan S-400 alımı ile ilgili girişimi ise başta ABD olmak üzere NATO Komuta Kademesi tarafından dozu gittikçe artan tepki ile karşılanmış, öyle ki ittifak için geleceğin silahı olarak görülen F-35 uçaklarının parası verildiği halde Türkiye’ye teslimi durdurulmuştur. 

Türkiye tarafından ise Milli Savunma Bakanı’nın açıklamasına göre ittifak hatta Batı dünyası ile ilişkilerimizi gözden geçirme noktasına geldik. Türkiye’nin S-400 tercihi dünya dengeleri açısından bir kırılma noktası olabilir. Neden bu noktaya geldik, yaptıklarımız doğru mu ve neler olabilir? Bu sorulara S-400 ve Patriot hava savunma sistemleri ile F-35 taarruz uçağı arasındaki teknik dengelere odaklanarak, cevap vermeye çalışacağız. 

 Türkiye’ni hava savunma kabiliyeti tedarik gayretleri.. 

Türkiye ana silah sistemlerinin % 75’ini ve genel ihtiyaçlarının % 35’ini dışarıdan temin eden bir ülkedir. Özellikle 1990 sonrasında gösterilen gayretler ile TSK ihtiyaçlarının yurt içinden karşılanma oranı %54’ü geçmiştir. Dış alımla tedarikin %30 oranın düşürülmesine çalışılmaktadır 1. Türkiye, dışarıdan tedarik yöntemleri ve iç temin konusunda pek çok politika denemiştir. Türkiye teknoloji edinimi konusunda önce silah satın alarak teknoloji transferini denedi ancak ihracatçı ülkelerin tereddütleri bu yöntemi işlemez hale getirdi. 

Böylece Türkiye, içeride üretmediğini uluslararası işbirliği (co-production) yolu ile üretmeye karar verdi. Söz konusu işbirliği müttefikler ile karşılıklılık ile Ar-Ge ve teknolojinin satın alınması esasına dayanıyordu 2. Savunma Sanayii Müsteşarlığı, savunma ihtiyaçlarının tedariki ve teknoloji transferinde offset alımları tercih etmeye başladı 3. Türkiye’nin savunma ihtiyaçlarının 
karşılanmasında en önemli kaynak, şüphesiz NATO’ya girişi ile başlayan yakınlaşma sonrası genellikle ABD’den gelen silah, araç ve teçhizat olmuştur. Amerikalılar her zaman konu Türkiye olduğunda gelişmiş teknoloji satmaktan uzak durdular ya da çok pahalıya satmak istediler. Amerikalılar, Türkiye’nin kendi bölgesinde bağımsız harekât yapabilecek bir güce ulaşmasından her zaman çekindiler, zayıf ve kontrol edilebilir yani bağımlı bir Türkiye’yi tercih 
ettiler. Bunun nedeni, bölgedeki çıkarları söz konusu olduğundan Amerikan işaret çubuğunun gösterdiği istikametten ayrılmamamız yani kendi bağımsız çıkarlarımız peşinde koşmamamız idi. 

Amerikalılar Türkiye’ye silah ve malzeme verirken çok dikkatli bir strateji izlediler. 
Rum lobisini etkisi ile 7/10 oranını korudular. Yunanlılara genellikle hibe olarak verirken, bizden parasını aldılar. Çelik başlıkların insan kafasına göre oldukça büyüklerini, gaz maskelerinin miadı dolmuş olanlarını, F-16’ların gece uçuş kabiliyeti olmayanlarını verdiler. 
Stratejik kapsamdaki hava savunma silahları almamız söz konusu bile değildi. Türkiye’nin Soğuk Savaş süresince hava savunması büyük ölçüde NATO’nun vereceği sistemlere bağımlı idi. Ancak, 1990 yılında Körfez Savaşı çıktığında güvendiğimiz NATO Patriotlarının gelmesine, bazı üyeler (ittifakı savaşa sokar diye) gönülsüz oldular. 2000’lere gelindiğinde Kara Kuvvetleri’nin elinde hava savunma silahı olarak klasik 12.7 mm. uçaksavar makineli tüfekleri, taretler vardı. 1980’lerde ABD tarafından verilen omuzdan havaya atılan kısa menzilli 
Stinger kullanımı ise ABD’nin iznine bağlanmıştı. Afganistan’da Sovyetlere karşı savaşında Taliban’a sayısız Stinger veren ABD, bize verdiği Stinger’leri her sene depolarımıza gelip sayıyordu. Amerikalıların 1959 yılında yerleştirdiği 150 km. menzilli Nike Hercules füzeleri ise çalışıp çalışmayacağı belli olmadığından envanterden çıkarıldı. 

Hava savunma sistemleri alçak, orta ve yüksek irtifa diye üç kademeli olarak 
düşünülmelidir. Türkiye’nin alçak irtifa hava savunma kabiliyetini geliştirmek için bahse değer ilk örnek Kaideye Dayalı Stinger (KDS) sistemidir. 2005 yılında üretilen ATILGAN paletli araçtaki kaideye dayalı bir sistem olup, alçak irtifa, daha çok savaş alanındaki birliklerin ihtiyacı için tasarlanmış bir hava savunma sistemidir. KDS’nin sabit tesise dayalı olanı ise ZIPKIN olarak isimlendirilmiştir. 

Türkiye’nin geliştirmeye çalıştığı (orta irtifa) T-MALADMIS 4 sistemi, içinde İsrail ve ABD’nin olduğu bir grup ile birlikte ROKETSAN tarafından geliştirilmektedir. 

 Türkiye, (yüksek irtifa) kısaca "T-LORAMIDS" (Türk Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sistemi) adı verilen projeyi 2006 yılında başlatırken, esas niyet ABD üretimi Patriot sistemlerine sahip olmaktı. ABD bu konuda Türkiye'yi İsrail modeli üzerinden ikna etmişti. ABD, 2005 yılında İsrail'e Demir Kubbe (Iron Domme) hava savunma füze sisteminin geliştirilmesinde finans ve teknoloji desteği vermişti. Bu kubbenin en yüksek hava savunma şemsiyesi ise ABD menşeli Patriot'lar tarafından sağlanacaktı. 

Türkiye’nin yüksek irtifa hava savunma sistemleri ihtiyacı için yıllar süren 
çalışmalardan sonra yapılan ihaleye; Rusya Antey 2500 (S-300VM), ABD Patriot PAC-3, Fransız-İtalyan ortaklığı SAMP-T füze savunma sistemiyle, Çin ise FD-2000 (HQ-9) sistemleriyle ihaleye katıldı. Yüksek fiyat veren Rusya’nın dışarıda bırakıldığı ihalede; 

- Çin, 3,5 Milyar dolar 

 - Fransa-İtalya ortaklığı 4,4milyar dolar 

 - ABD, 4,5milyar dolar fiyat verdi. 

 Fransız-İtalyan ortaklığı ve ABD ise ortak üretim ve teknoloji transferine yanaşmazken, yerli katkı oranını yüzde 10-12 arasında tuttu. Çin ise ortak üretim ve yüzde 30 yerli katkı önermenin yanında ortak üretim ve 1,1 milyar dolarlık iş payı sundu. 

 Çin’in teklifindeki en önemli husus ise "Türk mühendisleri tarafından tasarlanacak olan Yüksek İrtifa Gelişmiş Hava ve Füze Savunma Sistemi'nin üretilmesinde Çin’in, bize teknik destek sağlayacak” olmasıydı." Türkiye’nin kendi millî tasarımıyla, yüksek irtifa hava savunma sistemleri kurmasını sağlayacak olan bu işbirliği, dışa bağımlılığı kaldıracağı için, ABD ve NATO’nun şiddetli karşı çıkışlarına ve baskılarına yol açtı. 26 Eylül 2014 tarihinde Çin 
teklifinin birinci sırada geldiği açıklanmıştı. 13 Kasım 2015 tarihinde proje iptal edildi. İhalenin iptaline neden olan asıl gerekçe ise Çinli üretici CPMIEC'nin ABD'de kara listede bulunmasının içerdiği riskler olduğu dile getirildi. Çin’in ürettiği HQ-9 (Kızıl Bayrak FD-2000) füzeleri bir ara çözümdü ama ABD baskısına yenildi. Talip olduğumuz Çin’in HQ-9 modeli Rus S-300’ün 
modifikasyonu idi. Türkiye’nin NATO’daki müttefikleri, Türkiye’nin kendi hava savunma sistemini kuracak füzeleri kendisinin üretmesini istemediler. 

 2014 yılında 4.000 feet irtifada uçan bir Suriye helikopterini vurmak için elimizde F-16’dan başka bir vasıtamız olmadığının anlaşılması hava savunma alanında arayışlarımızı hızlandırdı. ABD ve Almanya’dan 2013 yılında Suriye'den gelebilecek tehditlere karşı Malatya'ya konuşlanan Patriotlar, 2016 yılında geri döndüler. Ruslar, S-400’leri, Amerikalılar Patriotların en üst versiyonunu kimseye satmıyorlardı. Yunanistan ise Patriot yanında Rusya’dan S-300’ler de aldı ve hepsini Türkiye’ye karşı konuşlandırdı. 

 Türkiye-Rusya-İran arasındaki son yıllarda Suriye konusunda Astana mutabakatı ve Soçi süreciyle artan işbirliği Türkiye ile Rusya’nın yakınlaşmasına ve Türkiye’nin Rusya’dan S-400 sistemi alması ile sonuçlandı. 2017 Eylül ayı başında Astana’da yapılan zirve sonrasında S-400 sisteminin alınması için Rusya ile sözleşme imzalandığını açıklandı. Bu gelişme üzerine yeniden devreye giren Washington'un şimdilerde Patriot vaadiyle Ankara'yı S-400 alımından 
vazgeçirmeye çalışıyor. ABD, Türkiye'nin S-400 sahibi olması halinde, başta F-35 savaş uçakları olmak üzere NATO'nun tüm hava unsurlarına ait bilgilerin Rusya'nın eline geçmesinden endişe duyduğunu söylüyor. 

Türkiye, 2030'lu yılların olası güvenlik risklerini karşılayacak nitelikte milli bir sisteme kavuşmak için kollarını sıvadı. Bu sistemin oluşturulmasına yönelik çalışmalar Savunma Sanayi Başkanlığı öncülüğünde TÜBİTAK SAGE, ASELSAN ve ROKETSAN tarafından 2018 yılı sonunda başlatıldı. İlk teslimatların 2021 sonunda gerçekleştirilmesi planlanıyor. 

Projenin ismi SİPER olacak. Milli sistemlerin Fransa ve İtalya ile işbirliği yapılarak geliştirilmesine karar verildi. Bu kapsamda, projenin "geliştirme" aşamasını dünyanın en gelişmiş füze savunma sistemlerinden biri olan SAMP-T sistemini üreten Avrupa ortaklığı EUROSAM ile işbirliği yaparak sürdürüyor. Son olarak, EUROSAM-T ile 17 Kasım 2017 yılında hava savunma sistemi antlaşması imzalandı. Konsorsiyumun ürettiği SAMP-T'ler ise, Türkiye'nin kısa vadedeki ihtiyaçlarını karşılayıp, orta ve uzun vadede de ortak AR-GE çalışmaları sayesinde Türkiye'ye özgün, tehditlere karşı yeni sistemler geliştirilmesini 
sağlayacak. Bu antlaşma teknoloji transferi ve ortak üretimi de mümkün kılacak şekilde yapıldı. 

Böylelikle Türkiye, söz konusu silah sistemlerini kendisinin üretebilmesini sağlayacak bilgi birikimi ve teknolojiye sahip olmayı hedefliyor. Türk Silahlı Kuvvetleri için geliştirip üretilecek olan SİPER sisteminin SAMP-T'den daha üstün özelliklere sahip bir füze savunma sistemi olması hedefleniyor. 

S-400 Nedir, Ne işe yarayacak? 

 2007 yılında üretimine başlanan S-400-Zafer, insanlı ya da insansız her türlü hava aracının yanı sıra hem Cruise (Seyir) hem de Balistik füzeleri imha edebiliyor. S-400 sistemine yönelik elektronik karıştırma yapma imkânı bulunmamaktadır. S-400, hedef balistik füze veya hava aracını 600 km.den izlemeye alır. Azami menzili 400 km, ulaşabildiği en yüksek irtifa 30 
km olan bu sistem, ayrıca her hedefe iki füze kilitleyerek eşzamanlı 80 hedefi vurabiliyor. S-400 hava savunma sisteminin belirli bir bölgede uçuşa yasak bölge ilan etme kabiliyeti var. Bu manada, S-400 stratejik bir savunma sistemidir. S-400 sisteminin radar ve füze tipleri açısından Patriotlardan kesin üstünlüğü olduğu görülmektedir. 

 Türkiye'nin anlaşma kapsamında 4 adet S-400 bataryası için Rusya'ya 2.5 milyar dolar ödediği açıklanmıştır. Rusya'dan sipariş edilen iki S-400 bataryası nın kendi radarı, komuta merkezi ve füze rampasıyla birlikte ilk partinin Temmuz 2019'da geleceği duyuruldu. 2.5 milyar dolarlık fiyatıyla bu alışverişin çoğu rakip sisteme kıyasla daha hesaplı olduğunu vurgulanıyor. 

 Türkiye neden S-400 alıyor sorusuna tehdit analizi açısından şu cevabı verebiliriz. 
Çevremizdeki ülkeler arasında sayı ve menzil açısından en çok balistik füzeye sahip ülkeler Rusya, İran ve İsrail’dir. 

 - Suriye’de SCUD-B/C modeli, 

 - Irak ve Mısır’da 250/500 km menzilli az sayıda eski model balistik füze vardır. 

 Türkiye için en büyük potansiyel tehdit İsrail’dir. İsrail ayrıca önemli miktarda nükleer silah sahibidir ve balistik füzeleri nükleer başlık taşıyabilmektedir. 

Öte yandan Yunanistan'ın bile Girit adasında konuşlu bir S-300 varlığı bulunmaktadır. 
Şu an Girit'e konuşlu bu silahlar Türk-Yunan güç dengesi için yapılacak askeri imkân ve kabiliyetler analizinde Yunanistan lehine pozitif ve büyük bir değer taşımaktadır. 

 Diğer yandan Rusya, Türkiye'nin dostu değildir; Gürcistan, Ukrayna ve Suriye'deki hamleleri, Türkiye'nin güvenliğini tehdit etmiştir. 2015 yılında yaşanan Suriye’de yaşanan Türk-Rus gerilimin tekrar yaşanması halinde, Türkiye'nin Rus seyir füzelerini S-400 ile önlemesini ve imha etmesini beklemek mümkün değildir. 

S-400’lerin kullanılabileceği en iyi olasılık Irak, Suriye ve Doğu Akdeniz’de sık sık milli çıkarlarımız aleyhine hareket eden sözde müttefik Batılı ülkelerin Türkiye’yi tehdit eden askeri senaryolara girişmesini caydırmak yönünde S-400’lerin mevzilenmesidir. Batılı ülkeleri asıl endişelendiren bu olasılıktır. 



Resim: S-400 Silah Sistemi 

 Türkiye, S-400 gibi çok etkili bir hava savunma sistemini envanterine katarak bölgesel güç dengelerinde konumunu oldukça güçlendirirken, başta Doğu Akdeniz ve Ege Denizi olmak üzere yakın coğrafyasında caydırıcı konumunu artırabilir. Ege denizinde Yunan hava savunma sistemi dikkate alındığında, dengeler Türkiye lehine oldukça değişir. 

Bununla beraber, Putin, Türkiye'yi Batı'dan ayırmayı başarır ve Rusya’nın 
kuşatılmışlığını kırarken Türkiye-Rusya eksenli yeni bir blok oluşur. Ancak, bu sefer gerek savunma planları gerekse askeri tedarik ihtiyaçlarında Türkiye, Rusya’ya büyük ölçüde bağımlı hale gelebilir. 

 Öte yandan, alınsa bile ne S-400 ne de Patriot sistemi Türk Silahları Kuvvetlerinin kontrolünde olacaktır. S-400’ün batarya ayağı yok. Bunun yanında, uydu, radar, hedef takip/izleme/angajman, komuta-kontrol, fırlatma üniteleri de mevcut değil. En önemlisi ‘uydu’ ihtiyacıdır. S-400'ler hangi uyduya bağlı çalışacaktır? Rus uydusu mu yoksa bizim kendi milli uydumuz GÖKTÜRK yeterli olacak mıdır? Hiç bir ülke böyle bir teknolojiyi tamamen diğer bir ülkeye teslim etmez. Sistemi satsa bile mutlaka kendi elemanları ile kendi gözetiminde 
çalıştırır. Böyle bir durumda sizin MASINT  5 (Ölçüm ve İz İstihbaratı) sistemi üzerinden, istediği anda o silahın durumunu öğrenebilir. 

 S-400 Neden önemli? 

S-400 hava savunma sistemi, Batılı F-16, F-15, F-18, F-35, Tornada, Eurofighter gibi taktik av-bombardıman uçakları, B-1, B-2, B-52 gibi stratejik bombardıman uçakları, balistik füzeler, seyir füzeleri ve insansız hava araçlarına karşı geliştirilmiş çok etkili bir hava savunma sistemidir. Batılı taktik av-bombardıman uçakları, ya hedefin üzerine gelerek klasik mühimmat veya lazer güdümlü GBU-10, 12, 16 gibi mühimmatlar atmaktalar veya hedefin maksimum 28 km uzağından uydu (GPS) güdümlü BLU-109, 110, 111 (JDAM) gibi mühimmatlar kullanmakta veya hedefe yaklaşmadan maksimum 100 km. mesafeden AGM-154 (JSOW) gibi mühimmatlar ile hedefe taarruz edebilmektedirler. Avrupa Birliği’nin envanterinde olan taktik av-bombardıman uçaklarının kullanabildiği en uzak mesafelerden atılan STORM SHADOW / SCALP füzesinin menzili 250 km.dir. Bu bilgiler ışığında, 400 km.ye atış yapabilen S-400 hava savunma sistemi ile savunulan bir hedef bölgesine taktik av bombardıman uçaklarının 
yaklaşması çok da kolay olmayacaktır. 

 ABD’nin stratejik bombardıman uçakları tarafından kullanılabilen 370 km menzilli AGM-158 A ve 1.000 km menzilli AGM-158 B (JASSM-ER) füzeleri ile Tomahawk gibi uçak ve gemilerden atılabilen seyir füzeleri ile S-400’ün etkili menziline girmeden hedeflere atış yapmak mümkündür. Ancak S-400 hava savunma sistemi, cruise (seyir) füzelerini vurma kabiliyetine sahip olduğundan taarruz eden seyir füzelerinin de başarı oranı düşük olacaktır. 

S-400 hava savunma sisteminin belirli bir bölgede uçuşa yasak bölge ilan etme 
kabiliyeti olduğundan bahsetmiştik. 

 Suriye’nin Afrin bölgesine yapılan Zeytin Dalı operasyonunun en kritik dönemlerinde Amerikan yapısı F-16’larımız, Rusya izin vermedikçe kara harekâtına destek verememiştir. Bu örnekten hareketle, Türkiye’nin gelecekte S-400 hava savuma sistemlerine sahip olması durumunda, Kuzey Irak’ta veya Kuzey Suriye’de veya bir başka bölgede uçuşa yasak bölge ilan etmesi mümkün olacaktır. 

Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs açıklarında ve Meis Adası’nın güneyindeki gaz yatakları ve bölgeden geçecek enerji koridorları, Batı ile Türkiye arasında ciddi bir paylaşım kavgasına sebep olmaktadır. Türkiye’nin S-400 hava savunma sistemlerine sahip olması, bu bölgelerin kolayca gasp edilmesinin önündeki önemli engellerden birisidir. S-400 hava savunma sistemleri, bölgeyi uçuşa yasak bölge ilan ederken, bizim uçaklarımızın bu sistemlerin şemsiyesi altında bölgede daha kolay operasyon icra etmesini sağlayacaktır. Benzer bir durum 
Ege harekât alanı için de geçerlidir. 

 Türkiye’nin Rusya’dan S-400 satın alması, her iki ülkenin karşılıklı bağımlılık üzerine ilişkilerini geliştirecektir. Türkiye, Rusya ilişkisi sadece S-400 satışı ile sınırlı kalmaz; askeri, ekonomik ve politik alanda ilişkiler hızla gelişecektir. Türkiye gibi Ortadoğu ve Balkanlarda çok etkili bir ülke ile işbirliği yapmak, Rusya’nın kuşatılmışlığını kırarken, Moskova’ya ciddi bir güç kazandırır. Türkiye ve Rusya’nın ortak hareket etmesi, otomatikman İran, Irak ve Suriye gibi ülkelerin bu ortaklığa dâhil olmasını sağlayacaktır. Katar’ın da bu ittifaka katılma olasılığı çok yüksektir. Bu altı ülke Ortadoğu’daki güç dengelerini kökünden değiştirir. Washington kontrolündeki kukla yönetimlerin iktidarda kalması zorlaşır. Bu yöndeki bir gelişme ABD tehdidi algılayan diğer ülkelerin S-400 gibi Rus silahlarına yönelmesiyle bir domino etkisi yaratarak yeni dünya düzeninde Türkiye-Rusya eksenli yeni bir bloğun oluşmasına sebep olabilir. 

 S-400’den vazgeçilmesi ise Türkiye-Rusya ilişkilerini kesin şekilde olumsuz 
etkileyecektir. Bu olumsuzlukları şu şekilde sıralayabiliriz; 

- Rusya’nın gerek Suriye’deki gerek Türkiye’deki PKK terör örgütü hamiliğine 
soyunma dönemi tekrar başlayacaktır. 

 - Türk Akımı doğal gaz hattı başta olmak üzere benzeri stratejik işbirliği projeleri de olumsuz etkilenebilecektir. 

- Rusya'nın bir taburunu sınırımızın hemen ötesinde Gürcistan'da 2008’de işgal ettiği kuzey Osetya'da konuşlandırdığı nükleer yetenekli seyir füze silahları Türkiye için ciddi tehdit oluşturmaya devam edecektir. Rusya'nın yeni seyir füze silahlarının vakitlice teşhis edilmesi, erken uyarı ve izlenmesi, hava savunma makamlarının hedeflemelerinin desteklenmesi ileri konuşlandırılmış radar sistemlerinin, imha edilmeleri ise hava savunma silahlarının varlığını gerektirir. 

 Sözünü ettiğimiz askeri işlevlerin yerine getirilmesinde Kürecik radarı diye kamuoyuna mal olan sisteme bir görev düşüp düşmeyeceğini öngörmek için vakit erken. Öte yandan, orta/yüksek füze ve hava savunma sistemini Rusya'nın S-400 silahına ve destek teçhizatına teslim etmek kararı alan Türkiye'nin Rus seyir füzelerini bu sistemle önlemesini ve imha etmesini beklemek mümkün değildir. 

 Patriot.. 

 Patriot - Vatansever. 6 , tıpkı S-400 gibi stratejik bir savunma sistemidir. ABD’nin Raytheon şirketi tarafından üretilen Patriot füzelerinin PAC1, PAC2 VE PAC 3 olmak üzere 3 ayrı versiyonu bulunmaktadır. 

 - PAC1 versiyonu hantal ve eski versiyon olması nedeniyle artık çok kullanılmamakta olup, onun yerine geliştirilen PAC2 füzelerinin, hem uçaklara hem de balistik füzelere karşı etkili bir hava savunma silahı olduğu bilinmekte dir. Alındığı taktirde Türkiye'ye getirilecek olanın büyük ihtimalle PAC2 veya PAC3 olacağı söyleniyor. 

 - PAC3 ise az sayıda ülkede bulunuyor ve tamamen balistik füzelere karşı geliştirilmiş bir versiyondur. PAC3’lerin menzili 20 km.dir. Esas hedefi uçaklar olmayıp, balistik füzeleri çok erken algılayıp vurabilme imkân ve kabiliyetine sahiptir. 

ABD, Türkiye’nin S-400 sistemi almasını engelleye çalışırken, ABD Savunma 
Bakanlığına (Pentagon) bağlı Savunma Güvenlik İşbirliği Ajansı yaptığı açıklamada, “ABD Dışişleri Bakanlığının, tahmini 3,5 milyar dolar değerinde 80 MIM-104E Güdümü Yükseltilmiş Patriot füzesi, 60 İleri Kabiliyet Patriot-3 (PAC-3) füzesi (Toplam 140 Patriot füzesi ) ve ilgili ekipman satışına onay verdiğini” beyan etti. 

Ocak 2019 ayında Ankara’ya gelen ABD heyeti ile yapılan görüşmelerde ABD yönetimi Patriot sistemleriyle ilgili satış teklifini Türk tarafına iletti. Teklifte, savunma sistemi paketine 4 AN/MQP-65 radar seti, 4 kilitlenme kontrol sistemi, 10 anten direk grupları, 20 M903 fırlatma istasyonu, 5 elektrik santralinin yanı sıra iletişim teçhizatları, test cihazları, menzil programları ve destek ekipmanlar ının dâhil olduğu ifade edildi. 

 Patriot sisteminin alınması halinde komutası yani tetiği Türkiye’de değil, NATO 
karargâhlarındaki ABD generallerinde olacaktır. Bir NATO ülkesinden (örneğin Yunanistan) yapılacak uçak veya füze saldırısı halinde, Patriotlar işlevini görmeyecektir. Ülkemizdeki NATO radarları tarafından tespit edilen bu objeleri tanımlamak için, radarlardan IFF (Identification Friend or Foe) sorgu sinyali gönderilir. NATO kaynaklı objeler buna “dost” sinyali ile cevap verirler. Ayrıca saldırgan objenin tanımlanması Avrupa’daki NATO merkezlerinde bulunan bilgisayarlarda yapılacağından ve bütün radar bilgileri sayısal (digital)  olduğundan, NATO merkezlerindeki bilgisayarlarda objeye dost tanımlaması yapılarak Türkiye’ye gönderildiğinde, TSK’nın hava unsurlarını reaksiyon vermesi geciktirilebilir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***