TÜRKİYE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRKİYE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ekim 2019 Salı

SURİYE’NİN KUZEYİNDEKİ PYD YAPILANMASI VE TÜRKİYE

SURİYE’NİN KUZEYİNDEKİ PYD YAPILANMASI VE TÜRKİYE


ORTA DOĞUDA DEĞİŞİM VE TÜRKİYE


İSTANBUL 2014
Editörler:
Atilla SANDIKLI & Erdem KAYA
Mecidiyeköy Yolu Caddesi (Trump Towers Yanı)
No:10 Celil Ağa İş Merkezi Kat: 9 Daire: 36-38
Mecidiyeköy / İstanbul / Türkiye
Tel: +90 212 217 65 91
Faks: +90 212 217 65 93
www.bilgesam.org
bilgesam@bilgesam.org
Atatürk Bulvarı Havuzlu Sok. No: 4/6
A. Ayrancı / Çankaya / Ankara / Türkiye
Tel : +90 312 425 32 90
Faks: +90 312 425 32 90
Copyright © TEMMUZ 2014
Bu yayının tüm hakları saklıdır.
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin
izni olmadan elektronik veya mekanik yollarla çoğaltılamaz.
ISBN: 978-605-9963-00-8
Editörler: Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Erdem KAYA
Kapak ve Dizgi: Sertaç DURMAZ
Baskı: Gülmat Matbaacılık
Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi 1NE 4 Zeytinburnu / İstanbul
0212 577 79 77

İÇİNDEKİLER

Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu Politikası
İlter TÜRKMEN ………………..............................….…...................................1

İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Atilla SANDIKLI & Bilgehan EMEKLİER ....……………..…...…................39

Yeniden Yapılanan Orta Doğu’da Türkiye-İran Ekonomik İlişkileri
Özüm S. UZUN ....…......................................................................................….81

Orta Doğu’da Devrimler ve Türkiye
Cenap ÇAKMAK, Mustafa YETİM & Fadime G. ÇOLAK ......…...................119

Arap Baharı Üzerinden Avrasya-Atlantik Rekabetini Yorumlamak
Barış DOSTER ....……………........................................................................167

Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
Atilla SANDIKLI & Ali SEMİN .....................................................................193

Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış
Salih AKYÜREK & Cengiz YILMAZ...............................................................257

Suriye’nin Kuzeyindeki PYD Yapılanması ve Türkiye
Erdem KAYA & Bekir ÜNAL............................................................................277

ABD’nin Irak’tan Çekilmesi ve Türkiye’ye Etkileri
Cenap ÇAKMAK & Fadime G. ÇOLAK...........................................................299

2. Körfez Savaşı’nın 10. Yılında Irak
Atilla SANDIKLI, Ali SEMİN & Tuğçe ERSOY ÖZTÜRK.............................321
Kuzey Irak’ta Goran Hareketi ve KDP-KYB ile Denge Arayışları

Ali SEMİN..........................................................................................................365


SURİYE’NİN KUZEYİNDEKİ PYD YAPILANMASI VE TÜRKİYE*
Erdem KAYA**
Bekir ÜNAL***
*  Bu makale 8-9 Ekim 2013 tarihlerinde Kocaeli Üniversitesi’nde düzenlenen Uluslararası Güvenlik Kongresi’nde takdim edilen “PYD’nin Suriye’nin Kuzeyindeki 
   Faaliyetleri ve Türkiye” başlıklı tebliğin gözden geçirilmiş ve genişletilmiş şeklidir.
** BİLGESAM Araştırma Koordinatörü
*** BİLGESAM Orta Doğu Araştırmaları Enstitüsü

SURİYE’NİN KUZEYİNDEKİ PYD YAPILANMASI VE TÜRKİYE

Suriye’de Esed rejiminin Mart 2011’de başlayan kitlesel gösterileri silahlı kuvvetle bastırma girişimi muhalefetin silahlanmasına yol açmış, çatışmalar kısa
süre içinde iç savaşa dönüşmüş ve rejimin ülkenin kuzeyindeki egemenliği fiilen sona ermiştir. Esed rejimi, krizin ilk dönemlerinde Özgür Suriye Ordusu’nun elde ettiği üstünlük karşısında ülkenin kuzeyinden çekilirken bu bölgede PKK/KCK terör örgütüyle1 işbirliğine yönelmiştir. Baas rejimi, gerek ülkenin kuzey doğusunda ki Kürtlerin muhalefet saflarına katılmasını engellemek gerekse Özgür Suriye Ordusu’nun bu bölgedeki etkinliğini sınırlandırmak maksadıyla PKK/KCK’ya destek sağlamıştır. Rejimin aynı zamanda örgütü, muhalefetin siyasi ve askeri açıdan teşkilatlanmasına destek veren Türkiye’ye misilleme yapmak amacıyla desteklediği değerlendirilmektedir.

PKK/KCK ise Suriye krizi ile birlikte bu ülkedeki uzantısı olan PYD’yi (Demokratik Birlik Partisi) güçlendirmeye, böylece Orta Doğu’da tesis etmeyi
planladığı bağımsız devletin Suriye ayağını inşa etmeye odaklanmıştır. 

Terör örgütü 2012’de Türkiye’ye karşı dağdaki silahlı güce dayalı “devrimci halk savaşı” kurgusuyla başlattığı saldırılardan netice alamayınca Suriye’nin kuzeyindeki etkinliğini artırabileceği şartların ortaya çıkmasını amaçlamış, örgütün dağ kadrosu ve Öcalan çözüm sürecini bu çerçevede kullanmayı tasarlamıştır.

PKK/KCK böylece dağa çıkardığı çocuk ve gençlerin bir bölümünü Suriye’ye göndermeye ve PYD’nin bu ülkedeki özerk yönetim kurma girişimine ağırlık
vermeye başlamıştır. Terör örgütü bu süreçte gerek Türkiye’de gerekse dünya kamuoyunda PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde güçlenen varlığını ve özerk yönetim
kurma çalışmalarını “Rojava Devrimi” ifadesiyle takdim etme çabası içine girmiştir. PKK/KCK böylece ülkenin kuzeyindeki örgütlenmesine ve
özerklik teşebbüsüne, Suriye Kürtlerinin iradesiyle gerçekleşen bir halk devrimi görüntüsü kazandırmaya çalışmıştır.

PKK/KCK’nın yöneticileri ve örgütün siyasi kanadı niteliğinde faaliyet gösteren BDP, Suriye’nin kuzeyinden bahsederken “rojava” (batı) ifadesini tercih etmektedir. Örgütün yayın organlarının, Suriye Kürtlerinin yaşadığı bölgelerde daha önce kullanılmayan ve bölgedeki mevcut yer adlarıyla bir ilişkisi bulunmayan bu ifadeyi tedavüle sokma çabası dikkat çekmektedir. Medyada bu kelimenin doğal bir yer adı gibi kullanılması ise Suriye’nin kuzeyinin “rojava” ifadesiyle özdeşleşmesine neden olmakta, PYD lehine yürütülen propagandaya dolaylı biçimde hizmet etmektedir. Terör örgütünün “rojava” ifadesini kullanılmasını sağlayarak bu bölgenin Suriye’nin bir parçası değil, KCK örgütlenmesi çerçevesinde tasarlanan bağımsız devletin batı bölgesi olduğu yönünde bir algı inşa etmeye çalıştığı değerlendirilmektedir. Nitekim KCK projesi batıda (rojava) Suriye’nin kuzeydoğusunu, kuzeyde (bakur) Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgelerini, güneyde (başur) Irak’ın kuzeyini ve doğuda (rojhilat) İran’ın kuzeybatısını ihtiva etmektedir.

Örgütün Stratejisinde Beşinci Safha: Devletleşme,

PKK terör örgütü, 1978 yılında Orta Doğu’da Marksist-Leninist ideolojiye dayalı birleşik bağımsız bir Kürdistan kurmak ve bölgedeki Kürt toplumlarını
bu hedef doğrultusunda dönüştürmek maksadı ile kurulmuştur. Yerel, bölgesel ve küresel şartlara bağlı olarak eylem yöntemlerinde, yapılanmasında,
stratejisinde değişikliklere giden terör örgütü, farklı söylemler geliştirse de Orta Doğu’da bağımsız bir Kürdistan hedefinden vazgeçmemiştir. PKK’nın
Türkiye’de yoğun terör eylemlerine başladığı 1984’den bugüne takip ettiği strateji incelendiğinde, bu stratejinin beş safhaya ayrıldığı görülmektedir.

PKK, Türkiye’de terör eylemlerine başladığı ilk safhada (1984-1989) Güneydoğu Anadolu’daki Kürt kökenli vatandaşları sindirmeyi ve Kürtleri temsil
iddiasıyla ortaya çıkan diğer örgütleri etkisiz hale getirmeyi hedeflemiştir.
Örgütün bu hedefinde nispeten başarılı olduğu, yoğun terör saldırıları gerçekleştirerek bölge halkını belirli ölçüde sindirdiği ve diğer oluşumları etkisizleştirdiği gözlenmiştir. PKK terör örgütü ikinci safhada (1989-1995) gerilla aşamasına geçmeyi, bölgede sınırlı bir toprak hâkimiyeti ve halk desteği kazanmayı hedeflemiştir. Örgüt ikinci safhadaki bu hedeflerinde ise başarısız olmuş, Türkiye sınırları içinde herhangi bir bölgede hâkimiyet kuramadığı gibi
Kürt kökenli vatandaşlar da örgütün yanında yer almamış ve Irak’ın kuzeyine göç etmeyi reddetmiştir. Ancak diğer taraftan ilk iki safhada Türkiye’nin teröristle mücadele ile sınırlı terörle mücadele anlayışının ve güvenlik güçlerinin yanlış uygulamalarının örgütün militan kazanmasına yol açtığı ifade edilebilir.2

Terör örgütü, ikinci safhadaki tecrübeden hareketle üçüncü safhada (1995 - 1999) batıdaki büyük kentleri kapsayacak şekilde Türk-Kürt ayrışmasını tetikleyecek yoğun terör eylemlerine yönelmiştir. PKK, üçüncü safhada Türk milliyetçiliğinin radikalleşmesine hizmet edecek ve Türklerin Kürtlere karşı
tepki vermesine yol açabilecek eylemlere odaklanmış, ancak bu hedefinde de büyük ölçüde başarısız olmuştur. Türklerle Kürtler arasındaki ortak kültürel
değerler ve ortak tarihi tecrübe örgütün bu maksadını boşa çıkarmış, iki topluluk arasında kutuplaşma gerçekleşmemiştir. Türk-Kürt birlikteliğini ifsat
projesi akim kalan terör örgütü, bu safhada güvenlik güçleri karşısında ağır kayıplar vermiş, salt silahlı bir örgütlenme ile netice alamayacağını idrak etmiştir.

PKK, Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi üzerine de siyasallaşma ağırlıklı bir strateji takip etmiştir. Dördüncü safha olarak tanımlanabilecek
bu süreçte (1999-2005), Öcalan muhtemel bir idam kararının önüne geçmek ve PKK’nın çözülmesini engellemek için örgüte Kuzey Irak’a çekilme talimatı vermiştir. Terör örgütü, bu safhada TAK gibi farklı isimler altında terör eylemlerine devam ederken KONGRA-GEL ve KADEK unvanlarıyla meşru bir siyasi hareket hüviyeti kazanmayı hedeflemiştir. 2004’te tek taraflı ateşkesini bozarak terör eylemlerine ağırlık veren terör örgütü, siyasallaşma sürecini de canlı tutmaya çalışmış, Türkiye’deki Kürtlerin yegâne temsilcisi olarak muhatap alınmayı amaçlamıştır.3

Terör örgütü siyasallaşma safhasının ardından ilk etapta KKK, daha sonra ise KCK örgütlenmesiyle devletleşmeye aşamasına geçmeye başlamıştır. Bu nedenle
2005 sonrası dönem terör örgütünün doğrudan devletleşme hedefiyle hareket ettiği beşinci safha olarak adlandırılabilir. Beşinci safhada örgütün
kırsalda, şehirlerde ve yurtdışındaki faaliyetleri bütüncül bir nazarla incelendiğinde, bu faaliyetlerin bir devlet inşa projesine tekabül ettiği anlaşılmaktadır.
Beşinci safhadaki devletleşme faaliyetlerinin ağırlık merkezi Türkiye olmakla birlikte, bu proje İran, Irak ve Suriye’de Kürtlerin yoğun olduğu bölgeleri de kapsamaktadır. Nitekim şartlar olgunlaştığında Suriye örneğinde görüldüğü gibi diğer bölgelerdeki devletleşme faaliyetlerinin de hızlandırılabileceği  görülmekte dir.

KCK’nın Tesisi,

PKK, 1999’da Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinden sonraki süreçte müzahir dış aktörlerin yönlendirmesiyle ve Öcalan’ın cezaevinden avukatları aracılığıyla
gönderdiği talimatlar doğrultusunda devletleşme faaliyetlerini planlamaya başlamıştır. Bu süreçte Öcalan’ın serbest bırakılmasını temel hedeflerinden
birisi haline getiren örgüt, PKK’nın terör listelerine girmesiyle farklı isimler kullanmaya başlamış, bu isimlerle siyasallaşma sürecine girdiği yönünde
bir izlenim oluşturmaya çalışırken devletleşme hedefine yönelmiştir.

Nisan 2002’den itibaren KADEK, Kasım 2003’ten itibaren KONGRA-GEL, Mart 2005’ten itibaren KKK (Koma Komalen Kürdistan) isimlerini tercih eden terör örgütü, Mayıs 2007’de KCK (Koma Civaken Kürdistan) unvanını kullanmaya başlamıştır.

Terör örgütü, Orta Doğu’da dört parçalı bağımsız bir Kürdistan hedefine yönelik, 2002’de Irak’taki kolu PÇDK’yı (Partiya Çaresera Demokrati Kürdistan-
Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi), 2003’te Suriye’deki uzantısı PYD’yi (Partiya Yekitiya Kürdistan-Kürdistan Demokratik Partisi) ve İran’daki uzantısı
PJAK’ı (Partiya Jiyane Azade Kürdistan-Kürdistan Özgür Yaşam Partisi) kurmuştur. Örgüt devletleşme faaliyetlerinin Türkiye ayağını Aralık 2004’ten
itibaren TÜDEK (Türkiye Demokratik Ekolojik Toplum Koordinasyonu), Mart 2005’ten itibaren TK (Türkiye Koordinasyonu) adı altında yürütmüş,
Kongra-Gel’in Nisan 2006’daki 4. Genel Kurulu’nda TK isminin TM (Türkiye Meclisi) olarak değiştirilmesi yönünde karar almıştır. Terör örgütü, Kasım
2006’da KKK/TM’nin yeniden yapılandırılması ve gelecek dönem faaliyetlerinin planlanması amacıyla İstanbul’da Bağcılar DTP ilçe binasında bir konferans
düzenlemiş, bu konferansta Türkiye’deki TM yapılanmasının aynısının İran, Irak ve Suriye’de de hayata geçirilmesini kararlaştırmıştır. Mayıs 2007’den itibaren KCK unvanını kullanmaya başlayan örgüt, devlet inşa faaliyetlerinin Türkiye ayağını KCK/TM adı altında icra etmeye, PJAK, PÇDK ve PYD üzerinden de diğer üç ülkedeki faaliyetlerini yürütmeye başlamıştır. Terör örgütü, ilk etapta “demokratikleşme” söylemiyle Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de özerklik elde etmeyi ve bu özerk yönetimlerin merkezi devletlerle birlikteliğini konfederal düzeye çekmeyi amaçlamaktadır. Örgüt sonrasında ise etnik milliyetçilik temelinde bağımsızlığa giden nihai aşamaya geçmeyi ve Orta Doğu’da bu özerk bölgelerin parçalarını oluşturduğu müstakil bir konfederal sistem ihdas etmeyi tasarlamaktadır. Nitekim örgütün Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki uzantılarını 2005’ten itibaren KKK kapsamında, 2007’den itibaren ise KCK yapılanması kapsamında bu hedefe sevk ettiği, dört ülkedeki eylem stratejilerini bir bütünlük içinde belirlediği müşahede edilmiştir. ABD’nin Irak’ı işgali döneminde Kandil bölgesindeki varlığını güçlendirerek Türkiye’deki terör eylemlerine ağırlık veren örgüt, Arap ayaklanmaları başlayınca Türkiye’ye karşı dağdaki silahlı güce dayalı “devrimci halk savaşı” stratejisini uygulamaya çalışmıştır. Suriye krizi sürecinde ise terör örgütü, Esed rejimi ve Tahran’ın desteğiyle PYD’nin güçlenmesine odaklanmış, Türkiye’de ateşkes ilan ederek Suriye’nin kuzeyindeki devletleşme
faaliyetlerini hızlandırmıştır.

PYD’nin Suriye’nin Kuzeyine Yerleşmesi,

Suriye krizinin yol açtığı anarşide Esed rejiminin desteği, PKK/KCK terör örgütünün ülkenin kuzeyinde PYD adı altında hızla örgütlenmesine, silahlı
militan sayısını artırmasına ve idari yapılar teşkil etmeye başlamasına zemin hazırlamıştır. Esed rejimi ilk etapta geçmişte tutuklayıp serbest bıraktığı ve ülkeye girişini yasakladığı PYD lideri Salih Müslim’i Suriye’ye davet etmiş ve hapishanelerdeki PYD mensuplarını serbest bırakmaya başlamıştır. Müslim’le
gerçekleştirilen görüşmelerin ardından PKK/KCK’nın Suriye’deki varlığı desteklenmiş, örgütün PYD yapılanması çerçevesinde ülkedeki siyasi ve silahlı
faaliyetleri serbest bırakılmıştır. Bu dönemde PYD, ülkenin kuzeyindeki diğer Kürt siyasi oluşumların aksine Esed rejimi lehinde bir tutum geliştirmiş,
Muhaberat ve Şebbiha güçleri ile birlikte hareket etmeye başlamıştır.4

Nitekim 2012 yılında (İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından) KCK soruşturması kapsamında hazırlanan ikinci iddianamede Öcalan’ın Nisan
2011’de avukatları aracılığıyla Beşşar Esed’e bir işbirliği mektubu gönderdiği, mektupta PYD’ye ülkenin kuzeyinde sağlanacak idari yetkiler karşılığında
örgütün rejimi destekleyeceğinin ifade edildiği ortaya çıkmıştır.5

Esed rejimi, 2012 yılında PKK/KCK’nın ülkenin kuzeyinde yer alan İdlip, Kobani ve Kamışlı bölgelerinde kamp açmasına, çocuk ve gençleri silahaltına
almasına izin vermiş ve örgüt mensuplarının Irak’tan Suriye’ye girişini kolaylaştırmaya başlamıştır. Örgüt bu dönemde PYD yapılanması çerçevesinde
Suriye’deki Kürt nüfustan yaşları 14-20 arasında değişen çocuk ve gençleri silahlı kadrosuna dâhil etmeye başlamıştır. 2012 yılının ilk yarısında PKK/
KCK mensubu yaklaşık 800 terörist, Irak üzerinden Suriye’ye geçmiş, böylece yaklaşık 1000 kişilik bir silahlı kadroya sahip olmuştur. Bölgede ikamet
eden Kürtlere kamplardaki silahlı eğitimlere katılma çağrısında bulunan PYD, Türkiye sınırında ve belirlediği diğer kontrol noktalarında görevlendirilecek
militanlara ödeme gerçekleştirileceğini ilan etmiştir. Bu dönemde bölgedeki örgüt mensuplarının gıda ihtiyacının Esed rejimi tarafından karşılandığı,
Beşşar Esed’in terör örgütü yöneticilerinden Fehman Hüseyin ve Mustafa Karasu ile görüşmeler gerçekleştirdiği ve bu görüşmelerde örgüte mali destek
sözü verildiği basına yansımıştır.6 Esed rejimi bu süreçte Suriye’nin kuzeyinde çekildiği bölgeleri kendi iradesiyle PYD’ye bırakmaya başlamış, PYD’ye
bağlı silahlı militanlar rejimin çekildiği yerleşim yerlerinin kontrolünü peyderpey ele geçirmiştir.

PYD, Suriye’deki Kürt siyasi partiler tarafından Ekim 2011’de kurulan Kürt Ulusal Konseyi’ne ilk etapta katılmamış, ülkenin kuzeyindeki silahlı militan varlığını artırarak bölgede kendi tekelinde bir idari yapı teşkil etmeye yönelmiştir.

PYD bu kapsamda, Suriye’deki diğer Kürt siyasi partileri kontrol etmek amacıyla Ulusal Konsey adı altında bir çatı örgüt kurmuş, daha sonra bu yapının adını Batı Kürdistan Halk Meclisi olarak değiştirmiştir. PYD’nin bölgedeki diğer Kürt siyasi partileri kendi güdümünde tek çatı altında toplama girişimi başarısız olmuş, ancak Esed rejiminin sağladığı destek sayesinde PYD kısa süre içinde diğer partilere göre daha etkili hale gelmiştir. PYD bu dönemde hem Esed rejiminin desteğinin devam etmesi hem de bölgedeki Kürtlerin desteğini kazanmak için birbiriyle çelişen söylem ve eylemlere yönelmiştir. PYD bir yandan Kürtlerin haklarını savunduğunu iddia ederken diğer taraftan Suriyeli Kürtlerin Esed rejimine karşı birleşmesini engellemeye çalışmış, nadiren de olsa Esed karşıtı sloganlar atılan gösteriler düzenlerken bölgedeki Esed rejimi karşıtı diğer gösterileri Muhaberat’la eşgüdüm halinde şiddet kullanarak bastırmıştır.7

PYD dışındaki partiler tarafından Kuzey Irak Kürt yönetiminin desteğiyle kurulan Kürt Ulusal Konseyi, ilk toplantısından itibaren demokratik bir Suriye’nin inşası için rejim değişikliği vurgusu yapmış, Kürtlerin Suriye’nin parçası olduğunu beyan etmiştir. Kürt Ulusal Konseyi, Esed rejimi karşıtı bir siyasi çizgi geliştirirken PYD rejimle işbirliği halinde hareket etmiş, imkân ve kabiliyetlerini muhalefetin ülkenin kuzeyinde Kürtlerin ikamet ettiği bölgelerde güçlenmesini engellemek için kullanmıştır. Kuzey Irak Kürt yönetimi lideri Mesut Barzani, Esed sonrası dönemde Suriye’nin kuzeyindeki Kürt nüfusu kontrol etmek maksadıyla Kürt Ulusal Konseyi’ni güçlendirmeye çalışırken, PYD Esed rejiminin himayesi ve PKK/KCK’nın sağladığı militan desteğiyle bölgedeki bazı yerleşim birimlerinde devlet dairelerini ele geçirmiş ve bu birimleri fiilen yönetmeye başlamıştır. 

Diğer taraftan PYD’nin, Esed rejiminin Özgür Suriye Ordusu karşısında nispeten zayıfladığı ve rejimin devrilme ihtimalinin arttığı bu dönemde Kürt Ulusal Konseyi ile birlikte hareket etme seçeneğine yöneldiği anlaşılmaktadır.

PYD, Barzani’nin girişimiyle diğer Suriyeli Kürt partileriyle Temmuz 2012’de Erbil’de bir araya gelmiş, toplantıda daha sonra Erbil Anlaşması olarak adlandırılacak bir mutabakat metni kabul edilmiştir. Erbil Anlaşması’yla PYD, Kürt Ulusal Konseyi’ne katılmış ve konsey bu aşamadan sonra Kürt Yüksek Konseyi unvanını  kullanmaya başlamıştır. PYD böylece PKK/KCK terör örgütü çizgisinde Esed rejimiyle birlikte hareket ederken, Suriye’de Kürtleri temsilen kurulan ve  rejime muhalif bir oluşum içinde yer alarak çelişkili tutumunu sürdürmüştür. PYD’nin diğer Kürt partileriyle uzlaşmak gayesiyle değil rejimin devrilmesi  halinde Kuzey Irak Kürt yönetimi ve Kürt Ulusal Konseyi karşısında mevzi kaybetme ihtimalini göz önünde bulundurarak Barzani öncülüğünde tesis 
edilen siyasi oluşuma katıldığı değerlendirilmektedir.

Nitekim Erbil Anlaşması’nı takip eden süreçte PYD, içinde bulunduğu Kürt Yüksek Konseyi’nden bağımsız hareket etmiş, Suriye’de etkili olduğu yerleşim
birimlerinde kendi tekelini oluşturmaya yönelik faaliyetlerini sürdürmüştür.8

PYD, anlaşmaya rağmen diğer Kürt siyasi partileri üzerinde baskı kurmaya devam etmiş, KCK projesi çerçevesindeki hedeflerinden vazgeçmemiştir.
2013 yılında Suriye krizinde dengelerin Esed rejimi lehine değişmesi ve Türkiye’de çözüm sürecinin başlaması PYD’nin konumunu güçlendirmesine
hizmet etmiştir. Rejime bağlı güçler tarafından kimyasal silah kullandığının tespit edilmesine rağmen, ABD ve Batılı ülkelerin rejime karşı askeri bir müdahaleye sıcak bakmaması, Özgür Suriye Ordusu’na sağlanan destek azalırken İran ve Hizbullah’ın rejime sağladığı desteği artırarak sürdürmesi  krizde dengelerin Esed rejimi lehine değişmesini sağlamıştır. 

Esed rejiminin muhalefet karşısında nispi bir üstünlük elde ettiği bu dönemde PYD ülkenin kuzeyindeki devletleşme faaliyetlerini hızlandırma imkânı kazanmıştır. 

Muhalefet içinde İran’ın ve Esed rejiminin dolaylı desteğiyle ortaya çıkan radikal unsurlar, Batılı ülkelerin Suriye muhalefetiyle ilgili kanaatini olumsuz etkilerken,
PYD’nin bu unsurlar yanında ehven-i şer olarak takdim edilebileceği bir konjonktür yakalanmıştır. Nitekim Türkiye’de de, PKK/KCK terör örgütünün
uzantısı niteliğinde faaliyet gösteren siyasi unsurlar ve örgüt sempatizanı çevreler bu argümanı kullanmış, Suriye’deki radikal oluşumlarla mukayese edildiğinde PYD’nin makul bir aktör olduğu tezini gündeme getirmiştir.

2013 yılında Türkiye’de başlatılan çözüm süreci de PKK/KCK’nın PYD yapılanmasıyla Suriye’nin kuzeyine yerleşmesine katkı sağlamıştır. Çözüm
sürecinde terör örgütü dağ kadrosunun bir bölümünü Suriye’ye kaydırmış, sürece rağmen Türkiye’de dağa çıkardığı çocuk ve gençleri PYD saflarında
savaşmak için bu ülkeye götürmüştür. Örgüt, çözüm süreci kapsamında Türkiye sınırları içindeki silahlı unsurlarını geri çekme vaadini yerine getirmemiş,
süreci Türkiye’nin doğu ve güneydoğusu ile birlikte Suriye’nin kuzeyinde özerk bir yönetim kurma hedefi doğrultusunda istismar etmiştir. Çözüm
süreci, güvenlik güçlerinin operasyonlarının durdurulmasıyla toparlanan, KCK mensuplarının serbest bırakılmasıyla devletleşme projesini hızlandıran
terör örgütünün Suriye’ye odaklanmasına imkân tanımıştır. Süreç aynı zamanda PKK/KCK’nın sivil uzantıları vasıtasıyla Türkiye’de, Orta Doğu’da
ve Avrupa’da yoğun bir PYD propagandası yapabileceği şartların oluşmasını sağlamıştır. Terör örgütü çözüm sürecinin sağladığı psikolojik ortamda,
Suriye’nin kuzeyinde Esed rejimiyle işbirliği yapan, kendi otoritesine muhalefet eden aktörlere hayat hakkı tanımayan ve Öcalan’ın liderliğini dikte eden
PYD’nin faaliyetlerini “Rojava Devrimi” olarak takdim etmeye çalışmıştır.

PYD’nin, 2013 yılından itibaren Suriye krizinde değişen dengeler ve Türkiye’de başlayan çözüm süreci sayesinde bölgede tekel olma hedefi doğrultusunda
daha rahat hareket ettiği gözlemlenmiştir. PYD, bu süreçte bölgede kantonlardan oluşan Kamışlı merkezli özerk bir yönetim kurma teşebbüsünde
bulunmuş ve Suriye’de faaliyet gösteren Kürt Yüksek Konseyi üyesi partileri kontrol etmeye çalışmıştır. Bu dönemde Barzani’ye yakın Suriye Kürdistan
Demokrat Partisi mensuplarının PYD tarafından tutuklanması, PYD-KDP arasında gerilimi tırmandırmış, Barzani Suriye’nin kuzeyi ile Kuzey Irak arasındaki
Fişhabur sınır kapısını kapatmış, Salih Müslim’in Kuzey Irak’a girişini engellemiştir. PYD bölgede Kuzey Irak Kürt yönetimiyle artan gerilimi
yönetmeye çalışırken diğer taraftan yurtdışı temaslarını artırarak “tanınma” arayışına başlamıştır. PYD lideri Salih Müslim Nisan 2013’te İsveç’i, aynı yıl
içinde Ağustos’ta İran’ı, Aralık ayı içinde de Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni ziyaret etmiş, bu ziyaretler çerçevesinde Suriye’deki faaliyetlerinin desteklenmesini talep etmiştir.

2011-2014 dönemindeki faaliyetleri incelendiğinde PKK/KCK’nın, Suriye kriziyle birlikte bu ülkedeki yapılanmasına özerklik kazandıracak imkân ve kabiliyetlere sahip olmayı hedeflediği gözlenmektedir. Örgüt bu hedef doğrultusunda, insanlığa karşı suç işleyen Esed rejimiyle birlikte hareket etmiş, Suriye’deki uzantısına sağlanan serbestlik karşılığında rejimin menfaatleri doğrultusunda Kürtlere baskı uygulamıştır. PYD’nin ortaya çıkışı Suriyelilerin Esed rejimi karşısında topyekûn hareket etmesini imkânsız kılmış, Kürtlerin muhalefet saflarına katılmasını büyük ölçüde engellemiştir. 
PYDböylece Esed rejiminin varlığını sürdürmesine katkı sağlamış, Özgür Suriye Ordusu’nun ülkenin kuzeyindeki etki alanını sınırlandırmış ve bu bölgenin
muhalefetin denetimine girmesini önlemiştir. Nitekim rejimin PYD yapılanmasına destek vermesinde, Özgür Suriye Ordusu’nu zayıflatma ve muhalefete sağladığı desteğe karşılık Türkiye’ye diyet ödetme çabasının etkili olduğu değerlendirilmektedir. Diğer taraftan rejimin, PYD’nin sürdürülebilir bir yönetim
kuramayacağı öngörüsüyle ülkenin kuzeyinde terörist bir yapılanmayı, Kuzey Irak Kürt yönetimi güdümünde kurulabilecek bir idari yapıya tercih ettiğine ilişkin görüşler de vardır.9

PYD’nin Özerklik Hedefi,

PYD yapılanması, PKK/KCK terör örgütünün Orta Doğu’da gerçekleştirmeyi planladığı “Bağımsız Birleşik Kürdistan” projesinin Suriye ayağına tekabül
etmektedir. Terör örgütü, KCK-TM ile Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda, PJAK ile İran’ın kuzeybatısında ve PÇDK ile Irak’ın kuzeyinde amaçladığı
özerklik taktik ara hedefine Suriye’nin kuzeyinde PYD ile ulaşmaya çalışmakta dır. PYD’nin parti tüzüğü incelendiğinde Suriye’nin kuzeyindeki bu örgütün, KCK yapılanması ile bütünlük arz ettiği görülmektedir. PYD’nin parti tüzüğünde “Örgütlenme Nedir?” başlıklı 2. bölümde “PYD’nin Abdullah Öcalan’ı KCK’nın, Kürdistan halkının, Kongra-Gel’in ve Rojava Kürdistan’daki Kürt toplumunun önderi olarak kabul ettiği” ifade edilmektedir. “Örgüt Üyeleri” başlıklı 3. bölümün C bendinde ise “Parti üyelerinin Abdullah Öcalan’a bağlı kalarak onun özgürlüğü için mücadele etmesi, Kürdistan’da demokratik konfederalizm sisteminin oluşması için büyük çaba göstermesi gerektiği…” belirtilmektedir. Parti tüzüğünde, PYD’nin Öcalan’ı önder olarak gördüğü, demokratik konfederalizm stratejisinin Suriye’deki yapılanmasını oluşturmayı hedeflediği, Rojava adı altında KCK örgütlenmesinin bir parçası olduğu, örgüt üyesi olmak için “Önder Apo’ya inanmak” şartını esas aldığı ve Öcalan’ın özgürlüğünün sağlanmasının parti hedeflerinin arasında yer aldığı görülmekte dir.10

PYD, 2013 yılından itibaren Suriye’nin kuzeyinde Afrin, Kobani ve Cezire’de üç kantondan oluşan özerk bir yönetim inşa etmeye odaklanmıştır. PYD bu
sözde üç kantonda kendi tekelinde Kamışlı merkezli bir idari yapı tasarlamakta, bölgedeki diğer unsurlardan da temsilcilerin yer aldığı bir kurucu meclis oluşturmaya çalışmaktadır. Ancak, Suriye muhalefeti ve Kürt siyasi partilerinin üyesi olduğu Suriye Kürt Ulusal Konseyi, PYD güdümünde kurulacak bir özerk yönetime muhalefet etmekte, PKK/KCK’nın Suriye Kürtleri üzerinde tahakküm kurma hedefine karşı çıkmaktadır. Kürt Ulusal Konseyi, Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) ile birlikte hareket ederek Kürtlerin siyasi haklarının genişletilmesini amaçlarken, PYD Esed rejimiyle birlikte hareket ederek KCK güdümünde bir özerklik tesis etmeyi hedeflemektedir. Suriye’deki diğer Kürt siyasi partileri genel olarak Kürtlerin siyasi ve kültürel haklarının anayasal güvence altına alınması gibi taleplerde bulunurken PYD, bölgedeki yerel gerçeklikten kopuk Kandil merkezli bir ulus-devlet projesini gerçekleştirmeye çalışmaktadır.

Suriye Kürt Ulusal Konseyi ile birlikte hareket etmeyen ve diğer Kürt partileriyle imzaladığı Erbil Anlaşmasına riayet etmeyen PYD, rejimin desteği ve
sahip olduğu silahlı kuvvet sayesinde bölgede tamamen kendi güdümünde bir özerklik hedeflemektedir. PYD Nisan 2014’te Afrin, Kobani ve Cezire’deki
sözde kantonlarda geçerli olacağını belirttiği bir “siyasi partiler kanunu” çıkardığını açıklamıştır. PYD, bu “kanun” kapsamında bölgede faaliyet gösteren
partilerin kantonlar dışındaki parti ve örgütlerle ilişki kurmasını yasaklamakta, kanundaki esaslara aykırı hareket eden partileri para cezası, hapis cezası
veya malvarlıklarına el konulması gibi yaptırımlarla tehdit etmektedir. Sözde kanunda bölgedeki bütün siyasi partilerin varlığı kanton yönetimlerinin iznine
bağlanmakta, kanton yönetimlerinden izin almadan faaliyet yürüten partilerin kapatılacağı belirtilmektedir. PYD’nin bu adımla bölgedeki diğer Kürt siyasi
partilerin faaliyetlerini sınırlandırmaya başladığı, başta Suriye Kürdistan Demokrat Partisi olmak üzere kendisine rakip olabilecek siyasi oluşumları
zayıflatmaya çalıştığı gözlenmektedir.11

PYD’nin Gerçekleştirdiği İnsan Hakları İhlalleri,

PYD, Esed rejimi ile sağlanan eşgüdüm sayesinde 2011 yılının ikinci yarısından itibaren muhalefete destek sağlayan Suriyeli Kürt liderleri sindirmeye,
infaz etmeye ve Kürtler tarafından gerçekleştirilen rejim karşıtı protesto gösterilerini bastırmaya başlamıştır. 2011-2012 döneminde PYD militanları başta
Geleceğin Hareketi Partisi lideri Meşal Fazıl Temo ve Bedro aşiretinin lideri Abdullah Bedro olmak üzere Esed rejimine muhalefet eden pek çok Kürt aktivisti
öldürmüş veya hapsetmiştir. PYD’nin kontrol ettiği bölgelerde, PYD’ye muhalif pek çok isim kaybolmuş veya faili meçhul suikastlara maruz kalmıştır.
PYD’ye bağlı Asayiş ve YPG tarafından zorla alıkonulan kişiler sıklıkla darp edilerek sorgulanmakta, bazen de alıkonulduğu sırada öldürülebilmektedir.12

PYD, bölgede gerek kendi aleyhinde gerekse Esed rejimi aleyhinde düzenlenen protesto gösterilerini bastırmak için sıklıkla şiddete başvurmuştur. PYD
militanlarının 27 Haziran 2013 tarihinde Haseke kentine bağlı Amude kasabasında düzenlenen protestoları halka ateş açarak bastırmaya çalışması bu açıdan endişe vericidir. YPG, Amude’de halkın PYD’nin alıkoyduğu kişileri serbest bırakması için düzenlediği gösterileri ağır silahlar kullanarak bastırmaya
çalışmış ve Kamışlı yolunu keserek yaralıların tedavi almalarını engellemiştir.

Amude katliamında en az 6 kişi ölmüş, 50’den fazla gösterici yaralanmış ve PYD tarafından gözaltına alınan kişiler işkenceye maruz kalmıştır. Human
Rights Watch adlı sivil toplum kuruluşunun raporu, Amude hadiselerinde YPG’nin halka ateş açtığını, protestoların ardından onlarca kişiyi zorla alıkoyduğunu,
alıkonulan kişilerin aç ve susuz bırakıldığını ve darp edildiğini teyit eden görgü tanıklarının ifadelerine yer vermektedir.13

PYD’nin askeri kanadı niteliğinde faaliyet gösteren YPG, Suriye’de çocukları silahaltına almaya devam etmektedir. PYD, Asayiş adını verdiği sözde
kolluk kuvvetlerinde ve YPG bünyesinde 18 yaş altındaki çocukları yaygın biçimde kullanmaktadır. BM Suriye Araştırma Komisyonu Ağustos 2013’te
yayımladığı raporunda Suriye’nin kuzeyinde çocukların silahaltına alındığını teyit etmiştir.14 BM Güvenlik Konseyi tarafından Ocak 2014’te yayımlanan
diğer bir raporda da PYD’nin Haseke bölgesindeki silahlı militanları içinde 14 yaşında çocuklar bulunduğu, YPG’nin Rasulayn bölgesinde çocukları çatışmalarda
kullanmak üzere eğittiği yönünde bilgiler yer almıştır.15

Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirdiği insan hakları ihlalleri ve Kürtler üzerinde kurduğu baskı bölgede PYD kaynaklı belirgin bir rahatsızlığa yol açmış
durumdadır. Avrupa, Türkiye ve Irak’ta ikamet eden 115 Kürt aydının Mayıs 2014’te yayımladığı ortak bildiri Suriye’de PYD’den kaynaklanan rahatsızlığın
göstergesi niteliğindedir. Kürt aydınlar bildiride, PYD’nin Suriye’de ifade özgürlüğünü engellediğini, muhaliflere baskı yaptığını ve şiddet uygulayarak
otoriter bir yapı tesis ettiğini kaydetmektedir. Aydınlar bildiride PYD’nin Suriye’de Kürtlerin ikamet ettiği bölgelerdeki boşluğu baskı ile doldurduğunu,
kendisine muhalefet eden gazeteci, yazar ve entelektüelleri “hainlikle” suçlayarak etkisiz hale getirmeye çalıştığını belirtmektedir. Kürt aydınlar
PYD’nin Kürt Ulusal Konseyi bünyesindeki partileri baskı ile yıldırmaya çalıştığını, PYD militanları tarafından bu partilere mensup kişilerin evlerinin sık sık arandığını, tutuklandığını ve öldürülebildiğini beyan etmiştir. Aydınlar bildire Suriyeli Kürtler olarak Esed rejimi karşısında Suriye halkının yanında yer aldıklarını, rejimin yanında yer alan PYD’nin ise Kürt siyasetinin imajını zedeleyen kara bir leke olduğunu ifade etmiştir.16

PYD ve Türkiye,

Türkiye, protesto gösterileri düzenleyen halk kitlelerine ateş açan ve bugüne kadar yaklaşık 170,000 Suriyelinin ölümüne sebep olan Esed rejiminin değişmesi
doğrultusundaki tutumunu sürdürmektedir. Esed rejimi bölgede İran, Irak ve Hizbullah’ın, küresel ölçekte ise Rusya, Çin ve Kuzey Kore’nin desteğiyle
varlığını sürdürmeye devam etmektedir. İran’ın desteğiyle ortaya çıktığı anlaşılan Suriye’deki radikal unsurlar ise dünya kamuoyunda muhalefete
kuşkuyla bakılmasına yol açmıştır. ABD’nin ve diğer Batılı devletlerin geri çekilmesi neticesinde sürüncemede kalan iç savaşta Esed rejiminin Özgür Suriye
Ordusu’na karşı üstünlük sağlamaya başladığı görülmektedir. Bu konjonktürde 2013 yılından itibaren İran bağlantılı Irak Şam İslam Devleti’yle (IŞİD) çatışan PYD ise Batılı ülkeler nezdinde radikal unsurlarla mücadele eden aktör izlenimi oluşturmaya çalışmaktadır.

Türkiye, Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeler çerçevesinde Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi üzerinden bir strateji geliştirmiş ve PYD’ye karşı Barzaniile birlikte hareket etmeyi tercih etmiştir. Türkiye’nin, PKK/KCK terör örgütünün silahsızlandırılması amacıyla başlatıldığı ilan edilen çözüm süreciniise Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda yanlış bir zamanlama ile başlattığı görülmektedir. 2012 yılında güvenlik güçlerikarşısındaki hezimetin ardından PKK/KCK, çözüm süreciyle birlikte sıklet merkezini Suriye’nin kuzeyine kaydırma imkânı elde etmiş ve dağ kadrosununbir bölümünü bu ülkeye sevk etmiştir.

Türk yetkililerin PYD ile de temasa geçtiği gözlemlenmektedir. 
Salih Müslim Türkiye’ye davet edilmiş, Müslim’e Ankara’nın Suriye’nin kuzeyindekigelişmelerle ilgili kaygıları aktarılmış, tek taraflı hareket etmekten kaçınması ve muhalefetle birlikte hareket etmesi tavsiye edilmiştir.17 

Ancak henüz bu telkin ve tavsiyelerin etkili olduğunu gösteren emareler görülmemiştir. PYD, PKK/KCK terör örgütünün hedefleri kapsamında hareket etmeye devam etmiş, Suriye’nin kuzeyinde kendi tekelinde işleyecek özerk bir yapıya geçiş için faaliyetlerini sürdürmüştür.

KCK’nın İran ve Irak’taki Uzantıları,

Örgütün Türkiye’deki ve 2011 sonrası süreçte Suriye’deki faaliyetleriyle mukayese edildiğinde Kuzey Irak ve İran’daki faaliyetleri oldukça zayıftır.
Kuzey Irak’ta KYB ve Goran Hareketi, PKK/KCK’nın faaliyetlerine sıcak baksa da KDP’nin geleneksel çizgisi örgütle uyuşmamaktadır. Mesut Barzani’nin liderliği, Öcalan’ın liderliğini dikte eden KCK sistemiyle ve örgütün Kürt meselesinde tekel olma hedefiyle örtüşmemektedir. KDP ile PKK/ KCK Suriye krizinde karşıya gelmekte, Barzani PYD’nin Suriye Kürtleri üzerinde tahakküm kurma hedefine karşı çıkmaktadır. Peşmerge güçlerinin varlığı ise PKK/KCK’nın silahlı kuvvetini kullanarak Kuzey Irak’ta devletleşme faaliyetlerine yönelmesini engellemektedir. Kuzey Irak’ta katıldığı seçimlerde PÇDK’nın aldığı oy sayısı birkaç binle sınırlı kalmakta, Irak Kürtleri örgütün bölgedeki uzantısına itibar etmemektedir. Dolayısıyla mevcut Kuzey Irak siyasetinde PÇDK’nın etkili olması ve “demokratik özerklik” söylemiyle KCK projesinin bu bölgedeki ayağını gerçekleştirmesi mümkün görünmemektedir.

Örgütün PJAK unvanıyla İran’daki varlığı da oldukça sınırlıdır. Terör örgütü, PJAK’ın faaliyetleri için ABD’den beklediği desteği alamamış, 2011 yılında
İran ordusu karşısında hezimete uğramış, Kandil bölgesindeki Casusan Tepesi’ni terk etmek zorunda kalmıştır. PKK/KCK, 2011’de İran’ın PJAK’a karşı gerçekleştirdiği askeri harekâtlarda verdiği ağır zayiatı göz önünde bulundurarak bu ülkedeki faaliyetlerinde strateji değişikliğine gitmiş, KODAR (Doğu Özgürlük Örgütü) unvanını kullanmaya başlamıştır. Terör örgütü, KODAR yapılanmasıyla birlikte İran’daki silahlı eylemlerine ara vermiş ve rejime muhalif diğer unsurlarla birlikte sadece siyasi alanda varlık göstereceğini açıklamıştır. PKK/KCK’nın İran’daki strateji değişikliğinde, 2011’deki çatışmalar sırasında Murat Karayılan’ın yakalanmasının ve Tahran’ın Suriye krizinden dolayı örgütü Türkiye’ye karşı kullanma hedefinin etkili olduğu  değerlendirilmektedir.

2013’te örgütle İran güvenlik güçleri arasında kısa süreli çatışmalar olmuşsa da, PKK/KCK mevcut konjonktürde İran’da silahlı eylemlerle netice alamayacağı yönündeki yaklaşımını sürdürmektedir.

Sonuç

PYD, Orta Doğu’da Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin mevcut toprakları üzerinde bağımsız bir devlet kurmaya çalışan PKK/KCK terör örgütünün hedefleri
doğrultusunda faaliyet göstermektedir. Suriye’nin kuzeyindeki PYD yapılanması bu nedenle bölgedeki diğer üç ülke gibi Türkiye’nin de milli güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehdit etmektedir. PYD’nin bölgede elde etmeye çalıştığı özerklik taktik ara hedef niteliğindedir ve nihai aşamada “Bağımsız Birleşik Kürdistan”ın batı bölgesini oluşturmak gayesiyle inşa edilmektedir.

Türkiye’deki karar mercilerinin, Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeleri PYD’nin nihai aşamadaki bu amacını göz önünde bulundurarak değerlendirmesi önem arz etmektedir. Bu kapsamda Türkiye’nin Kuzey Irak’taki Kürt yönetimiyle ilişkilerinden edindiği tecrübe doğru okunmalıdır. Kuzey Irak’taki KDP ve KYB ile etkileşime girmekle Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden KCK’nın Suriye uzantısı ile etkileşime girmek farklı sonuçlar doğurabilir.
Kuzey Irak’taki Kürt yönetimiyle Türkiye’deki Kürt nüfusu ayrılıkçı bir topluluğa dönüştürmeye çalışan PKK/KCK terör örgütünün aynı şekilde değerlendirilmesi mümkün değildir. 
Bu nedenle Kuzey Irak’la ilişkilerdeki hataların tekrarlanmaması uyarısı ile desteklenen PYD’nin meşru bir aktör olarak tanınması gerektiği yönündeki bakış açısının oldukça yanlış olduğu değerlendirilmektedir.

Türkiye, gerek çözüm sürecini yanlış bir zamanlama ile başlatarak gerekse PYD’ye karşı diğer Kürt siyasi oluşumları yeterince desteklememekle Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelere tesir edememiştir. Bu nedenle, ivedilikle çözüm süreci 
gözden geçirilmeli, PKK/KCK’nın Türkiye’deki çatışmasızlığı Suriye’deki hedefleri için istismar etmesine müsaade edilmemelidir.

Türkiye’de çözüm süreci kapsamında sınır dışına çekilme vaadini yerine getirmeyen, aksine Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde özerk bir yönetim inşa etmeye çalışan terör örgütünün devletleşme faaliyetlerine göz yumulmamalı dır. Suriye’nin kuzeyinde PKK/KCK güdümünde özerk bir yapının işlerlik kazanması ve PYD’nin Suriye Kürtleri üzerinde tahakküm kurması engellenmeli dir. Türkiye’deki PKK/KCK’nın uzantısı niteliğinde faaliyet gösteren BDP ve örgüte müzahir yayın organlarının PYD propagandasına karşı, Türkiye ve dünya kamuoyu Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelerle ilgili doğru bilgilendirilmelidir. PYD’nin, terör örgütünün Suriye’nin kuzeyinde kendi çizgisi dışındaki ve Esed rejimine muhalefet eden bütün aktörleri devre dışı bırakarak özerk bir yönetim kurmasının önüne geçilmelidir.


Kaynakça


Ahmed, Hevidar. “KNC Leader: Syrian Kurds are Disappointed by PYD’s
Actions,” Abdülhekim Beşar’la Söyleşi, Rudaw, 1 Ağustos 2012, Erişim tarihi: 10 Ağustos 2012, 
http://www.rudaw.net/english/interview/5030.html.
Akın, Arda. “Esad’dan 3 Yeni PKK Kampı,” Hürriyet, 28 Temmuz 2012. Erişim tarihi: 24 Şubat 2014. 
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21086011.asp.
Bal, İhsan. “Türkiye’de Terörle Mücadele: PKK Örneği.” Dünyadan Örneklerle
Terörle Mücadele, Der. İhsan Bal ve Süleyman Özeren, (17-77). Ankara: USAK Yayınları, 2010.
Bilgin, Fevzi ve Ali Sarıhan, der. Understanding Turkey’s Kurdish Question. Maryland: Lexington Books, 2013.
Deligöz, Önder. KCK: Demokrasi Kılıfında Terör. İstanbul: Timaş Yayınları, 2012.
Erkmen, Serhat. Suriye’de Kürt Hareketleri. Rapor No: 127. Ankara: ORSAM, 2012.
“Esad, hapisteki PKK’lıları serbest bırakıyor.” CNN Türk, 7 Ağustos 2012. Erişim tarihi: 25 Ocak 2014. 
http://www.cnnturk.com/2012/guncel/08/07/.
Human Rights Watch. Under Kurdish Rule: Abuses in PYD-Run Enclaves of Syria. Haziran 2014. Erişim tarihi: 1 Temmuz 2014. 
http://www.hrw.org/news/2014/06/18/syria-abuses-kurdish-run-enclaves.
“İşte Savcı’nın KCK Şeması.” Habertürk, 4 Nisan 2012. Erişim tarihi 13 Nisan 2014. 
http://www.haberturk.com/gundem/haber/730683-iste-savcininkck-semasi.
Kısacık, Raşit. Minareden Kandil’e PKK: Tarihi, Eylemleri, Stratejisi / Kürt
Sorunu ve Etnik Örgütlenmeler. Ozan Yayıncılık, 2012.
Köylü, Murat. Son Kürt İsyanı KCK. İstanbul: İleri Kitabevi, 2012.
“Kürt aydınların PYD isyanı.” Al Jazeera, 5 Mayıs 2014. Erişim tarihi: 7 Mayıs 2014. 
http://www.aljazeera.com.tr/haber/kurt-aydinlarin-pyd-isyani.
Laçiner, Sedat. Dışımızdaki PKK İçimizdeki İsrail. İstanbul: Hayy Kitap, 2011.
Laçiner, Sedat. Hangi PKK & Masada Kimler Var? ve Nasıl Biter?. İstanbul: Hayy Kitap, 2012.
Orhan, Oytun. “Syria’s PKK Game.” Today’s Zaman, 14 Şubat 2012. Erişim tarihi: 10 Haziran 2014. 
http://www.todayszaman.com/news-271361-syriaspkk-game.html.
Özcan, Mehmet. Terörün Matruşkası KCK. Ankara: Hayat Yayınları, 2012.
Özcan, Nihat Ali. PKK (Kürdistan İşçi Partisi) Tarihi, İdeolojisi ve Yöntemi.
Ankara: Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, 1999.
Polat, Elif Çalışkan. PKK Terör Örgütüne Dış Destek & Dönemsel Çerçevede
Analizler. İstanbul: Çatı Kitapları, 2013.
“PYD, Esad›a destek verdi karşılığında silah aldı.” Sabah, 30 Ağustos 2013.
Erişim tarihi: 13 Nisan 2014. http://www.sabah.com.tr/Gundem/2013/08/30/
pyd-esada-destek-verdi-karsiliginda-silah-aldi.
“PYD Eşbaşkanı Salih Müslim ikinci kez Türkiye’de.” T24, 13 Ağustos 2013. Erişim tarihi: 13 Nisan 2014. 
http://t24.com.tr/haber/pyd-esbaskanisalih-muslim-ikinci-kez-turkiyede/236760.
“PYD muhalif Kürtleri gözaltına aldı.” Radikal, 16 Nisan 2014. Erişim tarihi: 3 Mayıs 2014. 
http://www.radikal.com.tr/dunya/pyd_muhalif_kurtleri_gozaltina_aldi-1187033.
“PYD’den rakiplerine engel.” Al Jazeera, 25 Nisan 2014. Erişim tarihi: 1 Mayıs 2014. 
http://www.aljazeera.com.tr/haber/pydden-rakiplerine-engel.
Report of Secretary-General on children and armed conflict in the Syrian Arab Republic. 27 Ocak 2014. Erişim tarihi: 11 Haziran 2014. 
http://childrenandarmedconflict.un.org/countries/syria/.
Rêziknama Partiya Yekîtiya Demoqrat (PYD) [PYD Parti Tüzüğü], 2010,
http://www.pydrojava.net/ku/index.php?option=com_content&view=section&layout=blog&id=24&Itemid=73.
“Rojava’nın Toplumsal Sözleşmesi.” Yüksekova Haber, 18 Ocak 2014. Erişim tarihi: 13 Mart 2014. 
http://www.yuksekovahaber.com/haber/rojavanintoplumsal-sozlesmesi-1-121143.htm.
Sandıklı, Atilla ve Ali Semin. Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye. İstanbul: BİLGESAM, 2012.
Semin, Ali. “Suriye Krizi, PYD ve 2. Cenevre Konferansı.” BİLGESAM, 5 Şubat 2014. Erişim tarihi: 13 Nisan 2014. 
http://www.bilgesam.org/incele/96/suriye-krizi--pyd-ve-2--cenevre-konferansi/#.U2yOroF_uf8.
Semiz, Burhan. PKK ve KCK’nın Din Stratejisi: İdeoloji-Algı-Çatışma. İstanbul, Karakutu Yayınları, 2013.
“Suriye Kürtleri Kandil’de.” Al Jazeera, 6 Mart 2014. Erişim tarihi: 13 Nisan 2014. 
http://www.aljazeera.com.tr/haber/suriye-kurtleri-kandilde.
“Suriyeli Kürt Lider: PYD’nin yüzde 80’i El Muhaberat Üyesi.” Cihan Haber Ajansı, 23 Mayıs 2013. Erişim tarihi: 12 Nisan 2014. 
http://cihan.com.tr/news/1038154-Suriyeli-Kurt-lider-PYD-nin-yuzde-80-i-El-Muhaberat-uyesi-CHMTAzODE1NC8x.
Tanır, İlhan, Wladimir Wilgenburg ve Omar Hossino. Unity or PYD Power
Play? Syrian Kurdish Dynamics After the Erbil Agreement. Londra: Henry Jackson Society, 2012.
Tejel, Jordi. Syria’s Kurds: History, Politics and Society. New York: Routledge, 2008.
“Terörist Öcalan’dan Esed’e Mektup.” TRT Haber, 24 Kasım 2011. Erişim tarihi: 10 Nisan 2014. 
http://www.trthaber.com/haber/gundem/terorist-ocalandan-esede-mektup-17456.html.
“Tuma: ABD Yorulmamızı İstiyor.” Al Jazeera, 3 Nisan 2014. Erişim tarihi:
5 Mayıs 2014. http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/abd-yorulmamiziistiyor.
UN Human Rights Council. Report of the independent international commission
of inquiry on the Syrian Arab Republic. 16 Ağustos 2013. Erişim tarihi:
12 Haziran 2014. 
http://www.ohchr.org/EN/HRBodies/HRC/RegularSessions/Session24/Documents/A_HRC_24_46_en.DOC.
Yavuz, Ramazan. “Kürtler Suriye’de İsviçre Yönetim Modeline Geçti.” Hürriyet,
13 Kasım 2013. Erişim tarihi: 25 Ocak 2014. 
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/25104082.asp.


DİPNOTLAR ;

1 Terör örgütü 2007’den itibaren KCK (Kürdistan Topluluklar Birliği) unvanını kullanmaktadır.
Ancak örgüt kastedilirken hala PKK ifadesi tercih edilebilmekte, KCK ifadesi ise hatalı biçimde örgütün şehirlerdeki siyasi yapılanması anlamında kullanılmakta dır. Terör örgütünün hâlihazırda kullandığı unvan KCK’dır. KCK, örgütün silah bırakarak siyasi bir harekete dönüşme hedefi doğrultusunda geliştirdiği bir yapı değil, silahlı kuvvetine yasal çerçeve kazandırmak ve devletleşmek gayesiyle tesis ettiği kümülatif örgütlenmenin adıdır. Yargıtay 9. Ceza Dairesi,
2011/30790 sayılı kararla KCK adlı yapılanmanın PKK ile iltisaklı terörist bir yapılanma olduğuna hükmetmiştir. Nitekim Öcalan da bu ilişkiyi “PKK, KCK’dır” şeklinde özetlemektedir.
PKK ise mevcut KCK yapılanmasında sözde yasama erkinden sorumlu Kongra-Gel’in altında örgütün “ideolojik ve ahlaki aygıtı” şeklinde konumlandırılmıştır. 
Bu nedenle bu çalışmada medyada ve ilgili literatürdeki kullanım da göz önünde bulundurularak 2007 sonrası örgüt kastedilirken PKK/KCK ifadesi tercih edilmektedir.
2 İhsan Bal, “Türkiye’de Terörle Mücadele: PKK Örneği,” Dünyadan Örneklerle Terörle Mücadele, Der. İhsan Bal ve Süleyman Özeren, (17-77), 
(Ankara: USAK Yayınları, 2010), 42-46.
3 İhsan Bal, “Türkiye’de Terörle Mücadele: PKK Örneği,” 46-51.
4 “Suriyeli Kürt Lider: PYD’nin yüzde 80’i El Muhaberat Üyesi,” Cihan Haber Ajansı, 23 Mayıs 2013, Erişim tarihi: 12 Nisan 2014, 
http://cihan.com.tr/news/1038154-Suriyeli-Kurtlider-PYD-nin-yuzde-80-i-El-Muhaberat-uyesi-CHMTAzODE1NC8x.
5 İkinci KCK İddianamesinin tam metni için bkz: “İşte Savcı’nın KCK Şeması,” Habertürk, 4 Nisan 2012, Erişim tarihi: 13 Nisan 2014, 
http://www.haberturk.com/gundem/haber/730683-iste-savcinin-kck-semasi.
6 Arda Akın, “Esad’dan 3 Yeni PKK Kampı,” Hürriyet, 28 Temmuz 2012, Erişim tarihi: 24 Şubat 2014, 
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21086011.asp.
7 Serhat Erkmen, Suriye’de Kürt Hareketleri, Rapor No: 127, (Ankara: ORSAM, 2012), 24-25.
8 Hevidar Ahmed, “KNC Leader: Syrian Kurds are Disappointed by PYD’s Actions,” Abdülhekim Beşar’la Söyleşi, Rudaw, 1 Ağustos 2012, Erişim tarihi: 10 Ağustos 2012, 
http://www.rudaw.net/english/interview/5030.html.
9 Serhat Erkmen, Suriye’de Kürt Hareketleri, 33.
10 Rêziknama Partiya Yekîtiya Demoqrat (PYD) [PYD Parti Tüzüğü], 2010, 
http://www.pydrojava.net/ku/index.php?option=com_content&view=section&layout=blog&id=24&Itemid=73.
11 “PYD’den Rakiplerine Engel,” Al Jazeera, 25 Nisan 2014, Erişim tarihi: 10 Temmuz 2014,
http://www.aljazeera.com.tr/haber/pydden-rakiplerine-engel.
12 Şubat 2014’te Asayiş tarafından Rasulayn’da alıkonulan Raşvan Ataş, Mayıs 2014’te
Öcalan’a hakaret ettiği gerekçesiyle Asayiş tarafından Afrin’de alıkonulan Hannan Hamdoş
son dönemde gözaltı sırasında PYD militanları tarafından öldürülen tutuklular için örnek gösterilebilir. Bkz: Human Rights Watch, Under Kurdish Rule: Abuses in PYD-Run Enclaves of Syria, Haziran 2014, Erişim tarihi: 1 Temmuz 2014, http://www.hrw.org/news/2014/06/18/syria-abuses-kurdish-run-enclaves.
13 Human Rights Watch, Under Kurdish Rule: Abuses in PYD-Run Enclaves of Syria, 44-49.
14 UN Human Rights Council, Report of the independent international commission of inquiry on the Syrian Arab Republic, 16 Ağustos 2013, 
Erişim tarihi: 12 Haziran 2014, 
http://www.ohchr.org/EN/HRBodies/HRC/RegularSessions/Session24/Documents/A_HRC_24_46_en.DOC.
15 Report of Secretary-General on children and armed conflict in the Syrian Arab Republic, 27 Ocak 2014, Erişim tarihi: 11 Haziran 2014, 
http://childrenandarmedconflict.un.org/countries/syria/.
16 “Kürt Aydınların PYD İsyanı,” Al Jazeera, 5 Mayıs 2014, Erişim tarihi: 7 Mayıs 2014,
http://www.aljazeera.com.tr/haber/kurt-aydinlarin-pyd-isyani.
17 “PYD Eşbaşkanı Salih Müslim İkinci Kez Türkiye’de,” T24, 13 Ağustos 2013, Erişim tarihi: 13 Nisan 2014, 
http://t24.com.tr/haber/pyd-esbaskani-salih-muslim-ikinci-kezturkiyede/236760.


***

16 Temmuz 2019 Salı

HAVA SAVUNMA SİSTEMİ TÜRKİYE İÇİN ACİL İHTİYAÇ.,

HAVA SAVUNMA SİSTEMİ TÜRKİYE İÇİN ACİL İHTİYAÇ.,


Hava Savunma Sistemi Türkiye İçin Acil İhtiyaç 

Mustafa KİBAROĞLU 
09 Nisan 2019 


   Türkiye epeydir yerli-milli bir savunma sanayii oluşturmaya, bağımlılıktan kurtulmaya çalışıyor. Bu konuda bu kadar gecikmiş olmamızın sebeplerini eksik 
demokrasi tarihimizde aramak gerekir. Her on yılda bir askere darbe yaptırılan, bütçeden en büyük payı aldığı halde hiçbir silahını üretemeyen güdümlü bir 
NATO ülkesi iken şimdi tankını tüfeğini kendisi yapıyor. 
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koyduğu hedef “2023’e savunma sanayiinde tam bağımsız girebilmek”.

 Zaruretin aciliyeti hava savunma sistemleri mevzuunda görüldü son olarak. Batılı müttefiklerimiz hava savunma sistemlerini Türkiye’ye hem satmadı hem de ülkenin belli bölgeleri hava saldırılarına açık iken Çin ya da Rusya’dan alınması fikrine itiraz etti.

Tehdit artarken Türkiye de kararını verdi. PKK’yı ağır silahlarla donatan ABD, Rus yapımı S400 füzelerinin alımıyla ilgili “endişeliyiz” derken Cumhurbaşkanı 
Erdoğan imzaların atıldığını ifade etti bile.

Peki, tüm bu süreçler nasıl yaşandı, S400’lere ihtiyacımız mı, NATO sistemine entegrasyonu mümkün mü, MEF Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası 
İlişkiler Bölüm BaşkanıProf. Dr. Mustafa Kibaroğlu ile konuştum.

Kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi ve uluslararası güvenlik konularında çalışan Kibaroğlu Ocak 2006 - Ocak 2013 tarihleri arasında Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde kurulan NATO Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’nde danışmanlık yaptı. 2016’dan bu yana da ROKETSAN’da bilim grubu üyesi.

Türkiye’nin gerçek anlamda bir “hava savunma sistemine” ihtiyacı var mı? 

Tüm canlılarda savunma en temel içgüdülerden biridir. 
Dolayısıyla, tarih boyunca insanların topluca yaşadıkları ortamları savunmak için önlem almaları en doğal davranışlardan biri olmuştur. Günümüzde, modern ulus devlet yapılarında da savunma en öncelikli konulardan biri olmaya devam etmektedir. 
İçinde bulunduğumuz uluslararası sisteme, yani devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerine baktığımızda, birçoğunun bir ya da daha çok ülke ile sorunları  olduğunu görebiliyoruz. Uluslararası ilişkilerde yaşanan sorunların çözümü için devletlerin temel olarak iki yönteme başvurdukları gözlemlenmektedir. 

Bunlardan bir tanesi siyasi çözüm yöntemidir. Bir diğer deyişle diplomasinin ve uluslararası hukukun araç ve yöntemlerini kullanarak belli noktalarda anlaşmak suretiyle tarafların sorunun çözümü konusunda mutabık kalmasıdır. Bir diğer yöntem ise, diplomatik girişimlerden sonuç alınamaması sonrasında, ya da diplomasiye hiç başvurulmadan doğrudan, askeri güç kullanılması yoluyla tarafların amaçlarına varmak istemesidir. Dolayısıyla, her devlet, tarihin 
herhangi bir döneminde, diğer devletlerle olan ilişkilerinin herhangi bir safhasında kendisine karşı askeri güç kullanılması yoluna gidilebileceğini hesaba 
katarak önlemler alır. Bu önlemlerin bir kısmı sahip olunan değerlerin korunmasına yönelik savunma sistemlerinin kurulmasını gerektirir. 

Ülkelerin, bu sistemlerin neler olması gerektiğini doğru bir şekilde belirleyebilmeleri için de tehdit değerlendirmesi yapmaları gerekir. Tehdit değerlendirmesini yaparken dikkat edilmesi gereken en önemli husus diğer ülkelerin sahip oldukları askeri imkan ve kabiliyetler ile niyetleridir. Hangi ülkenin sizin devletinize karşı ne gibi niyetleri olabilir ve hangi imkan ve kabiliyetlere sahiptirler, bunları çeşitli istihbarat yöntemlerini kullanarak bilmek zorundasınız.

HAVA SAHAMIZI 360 DERECE SAVUNMAK ZORUNDAYIZ

Türkiye'nin savunması bakımından durum nedir? 

Türkiye’nin savunması konusunda da, yakın çevremizden başlayarak uluslararası sistemde şu ya da bu düzeyde ilişkide olduğumuz ülkelerin bizimle ilgili ne 
gibi niyetleri söz konusudur ve hangi imkan ve kabiliyetlere sahiptirler bunlara bakmak lazım. Bu tespitleri yaptığımızda, fazla uzağa gitmeye gerek yok, 
daha sınırlarımızın hemen ötesinden başlayan coğrafyada bir çok ülkenin oldukça donanımlı hava gücüne, yani uçaklara, balistik füzelere ve seyir füzelerine sahip olduklarını görebiliyoruz. Bu durum Türkiye’nin sadece doğu ve güneydoğu komşuları için değil, adeta 360 derece tüm komşularımız için geçerli dir. 

Yakın komşularımızın Türkiye ile ilgili niyetlerini de aklımıza getirdiğimizde, sahip oldukları imkan ve kabiliyetleri hesaba kattığımızda, ortada dikkate alınması gereken bir tehdit olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.Devleti yönetenler, tehditler karşısında “bir şey olmaz” mantığı ile değil, “ya olursa” prensibi ile hareket etmek zorundadırlar. Dolayısıyla, karşı karşıya bulunulan tehdidin bir boyutu diğer ülkelerin sahip oldukları hava gücünden kaynaklanıyorsa, 
bu durum karşısında muhakkak önlem alınması gerekir.

Türkiye’nin hali hazırda sahip olduğu kısıtlı sayıda ve kısıtlı kapasitede hava savunma sistemleri bulunmaktadır. Ancak, sahip olunan sistemler, güncel ve 
gelecekteki tehdidin boyutları dikkate alındığında kesinlikle yeterli olamayacağı açıktır. İşte tam da bu sebepledir ki, Türkiye aslında oldukça uzun bir süredir 
kapsamlı hava savunma sistemi kurmak çabası içindedir.

 HAVA SAVUNMA İHTİYACIMIZ ACİL 

Acil bir ihtiyaç mı bu? 

Aciliyet de sonuç itibarıyla göreceli bir kavramdır. Esas bakılması gereken, potansiyel tehdit aktüel hale geldiğinde, yani bir saldırıya uğradığınızda, 
o saldırıya karşı koyabileceğiniz savunma sistemleri yerli yerinde midir, yoksa, değil midir? Biraz önce bahsettiğim, tehdidi oluşturan iki temel unsurdan 
biri olan niyetlerin tespit edilmesi ve buna dayalı olarak bir öngörüde bulunulması son derece zordur. En gelişmiş istihbarat toplama imkanlarına sahip ülkeler dahi, kendilerine tehdit oluşturduğunu bildikleri aktörlerin ne zaman, nerede ve ne kapsamda bir saldırıda bulunacaklarını tespit etmeleri her 
zaman mümkün olmamıştır. Bu sebepledir ki, uluslararası güvenlik ve askeri tarih literatüründe “sürpriz saldırı” en önemli konu başlıklarından biri olmuştur. 

Türkiye’nin hemen güneyinde uzun yıllardır yoğun çatışmalar devam etmektedir. Bu süreçte topraklarımıza yönelik bir kısmı hava unsurlarının kullanıldığı 
saldırılar ya da tacizler olmuştur. Bundan sonra da olmasının kuvvetle muhtemel olduğunu düşünmek abartılı olmayacağına göre, Türkiye’nin hava savunma 
ihtiyacının acil bir ihtiyaç olduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır.

1991'DEN BERİ ARAYIŞ İÇİNDEYİZ

Türkiye ilk ihaleye 2013’te çıktı. Jeopolitik açıdan, çalkalanıp duran bir coğrafyanın tam ortasında ve 90 sonrası güney sınırımız fiilen tehdit üretiyor 
olsa da vaktiyle Rusya, Yunanistan daha öncelikli olarak tehdit algısı üreten komşularımızdı. Sorum şu; güvenlik ihtiyacı bu kadar yüksek bir ülke iken
“hava savunma sistemi sahibi olmayı istemek” için neden 2013’ü bekledik? 

Az önce söylediğim gibi, Türkiye çok uzun yıllardır hava savunma sistemlerine sahip olmak için girişimlerde bulunmuştur. En azından 1991 Körfez Savaşı’na 
kadar geri gidebiliriz. O savaş sırasında Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak’ın işgal ettiği Kuveyt’i kurtarmak için bölgeye gelen ve büyük çoğunluğunu 
Amerikan askerlerinin oluşturduğu Koalisyon Kuvvetleri’nin konuşlandırıldığı Ürdün’e, Suudi Arabistan’a ve hatta İsrail’e Irak’ın attığı SCUD füzelerine karşı 
Amerikan Patriot hava savunma sistemlerinin kullanılması tüm dünyanın dikkatini çekmişti. Bu tarihten itibaren, Türkiye olarak, hem NATO içinde, hem ikili düzeyde askeri stratejik ilişkilerimizin olduğu Amerika’dan Patriot hava savunma bataryalarını almak için girişimlerde bulunduk. Türkiye ile ABD arasında süren görüşmelere, 1990’lı yılların ortalarında Türk-İsrail ilişkilerinde hızlı gelişmeler kaydedilmesi ve askeri boyutun bu ilişkilerde ön plana çıkmasıyla, İsrail de dahil oldu ve İsrail-ABD ortaklığında geliştirilen “Arrow-II” adlı hava savunma sistemi geliştirme projesine Türkiye’nin de dahil edilmesi olasılığı gündeme geldi. Ancak, bu konuda uzun yıllar süren görüşmelerden bir sonuç alınamadı.

BATI, TÜRKİYE'YE NEDEN SİLAH SATMIYOR? 

Başta ABD olmak üzere müttefikimiz olan Batılı ülkeler Türkiye’nin temel bir güvenlik ihtiyacını, -üstelik “neyse parası verilecek” olmasına ve silah sektöründeki rekabetin şiddeti ortada iken- karşılamak konusunda neden bu kadar isteksiz? ABD ve diğer müttefik Batı ülkelerinin hava savunma sistemi satmamasının, tabiri caizse ayak sürümesinin sebebi nedir? Türkiye teknoloji transferi de istediği için bir tür teknolojik kıskançlık mı? Bir süre sonra kendi hava savunma sistemini kurarak kendilerine bağımlılıktan çıkacak olmasından kaynaklı bir kar-zarar hesabı mı?

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, Türkiye’nin hava savunma ihtiyacını karşılamak yönünde girişimlerinde belirleyici unsur, satın alınması düşünülen 
sistemlerin fiyatından ziyade, ülkemize sağlayacağı hava savunma yeteneği ve en az onun kadar önemli olan, alınacak sistemlerin zaman içinde teknoloji 
paylaşımı ve ortak üretim yoluyla Türkiye’de de üretilmesi idi. Sanırım, girişimlerimizden sonuç alınamamasının bana göre belirleyici sebebi bu yöndeki 
ısrarlı ancak haklı talebimizdi.

TEKNOLOJİK SIR PAYLAŞMAK İSTEMİYORLAR

Nasıl? 

 Örnek vermek gerekirse, önceki sorunuza cevap verirken bahsettiğim “Arrow-II” projesinde Türkiye’nin, beklenenin aksine, yer alamamasının ardında, 
gerek İsrail’in, gerek ABD’nin Türkiye ile en ileri seviyedeki bilim ve teknolojinin kullanıldığı silah sistemine ait sırları paylaşmak istememesi olduğu söylenebilir. Bu konuda Amerikalı yetkililer, ABD’nin değil asıl İsrail’in Türkiye ile teknoloji paylaşımı konusunda çekinceleri olduğunu ifade ederken, İsrailli yetkililer de asıl ABD’nin böyle bir paylaşım konusunda çekinceleri olduğunu vurgulamaktadırlar. 

Türkiye, müttefiklerinin benzer tutumuna, 1960’lardan itibaren nükleer güç santralleri kurmak istediğinde da maruz kaldı. Türkiye’nin sivil nükleer alanda bilimsel ve teknolojik kazanımlarını, zaman içinde özellikle Pakistan ile işbirliği yaparak askeri kullanıma çevireceği endişesini Batılı dostlarımız her dönemde yaşamışlardır ve ne yapıp edip Türkiye’nin bu yöndeki girişimlerinin sonuçsuz kalmasını sağlamışlardır. Nitekim, Türkiye nükleer alanda da, Batı’dan umudunu kesince Rusya ile işbirliği yapma yoluna gitti. Bu konu muhakkak ayrıca tartışılmalı.

YUNANİSTAN'IN S300'LERİ 


Yunanistan’ın yine Rusya'dan satın aldığı S300 kullanımına izin varken Türkiye’nin S400 alımı neden sorun oluyor? 

Öncelikle bir konuyu netleştirmekte yarar var. S-300 bataryasının Yunanistan’ın askeri envanterine girmesi, 1997-98 yıllarında, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Rusya’dan bu silah sistemini almakta ısrar etmesinin karşısında Türkiye’nin kararlı bir duruş sergilemesi sebebiyle, çözüm olarak bataryanın Yunanistan’ın Girit Adası’na yerleştirilmesi sonucu olmuştur. Türkiye bu konuda müttefiklerini olası bir çatışmaya tırmanabilecek bu girişim hakkında birçok kez uyardı ancak pek de sonuç alınabildiğini söylemek mümkün değil.

SİLAH SİSTEMLERİ VE ASKERİ DOKTRİNLER

Bu konuda Türkiye'de de farklı ve tartışmalı görüşler var? 

Geçenlerde, Anadolu Ajansı için yazdığım bir analizde değindiğim bu konuyla ilgili olarak bazı uzmanların eleştirilerini okudum. Şöyle deniliyor: “... 

Kıbrıs Rum Kesimi NATO’ya üye değildir, dolayısıyla, NATO’nun ittifaka üye olmayan üçüncü bir ülkenin silah alımına itiraz etmesi ... söz konusu olamazdı.” 
Burada bir konu unutulmuş. Yunanistan bir NATO üyesi ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ilişki düzeyi ve aralarındaki sıkı bağlar herkesin malumu. 

Hepsinin ötesinde Yunanistan ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında Kıbrıs Barış Harekatı’nı takip eden dönemlerden itibaren ortak askeri doktrin 
geliştirildi ve buna bağlı olarak her yıl düzenli bir şekilde askeri manevralar gerçekleştiriliyor. Eğer S-300 bataryası Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne 
konuşlandırılmış olsaydı, Türkiye’nin Ada’ya olası askeri müdahalesi söz konusu olduğunda Yunanistan, ortak askeri doktrin çerçevesinde, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ortak askeri doktrin çerçevesinde birlikte hareket etmeyecek miydi ve S-300leri kullanmayacaklar mıydı?

Aynı konuyla ilgili olarak daha vahim bazı değerlendirmeler yapılıyor ve şöyle deniliyor: “... 1990’lı yılların Rusya’sıyla günümüz Rusya’sı arasında dağlar 
kadar fark vardır ... Komünizmin ve SSCB’in çökmesi sonrasındaki dönemde kolu kanadı kırılmış, askerlerini beslemekten bile aciz o günün Rusya’sıysa, 
bırakın NATO tarafından tehdit olarak görülmeyi ... sattığı silahlar kimseyi kaygılandırmamaktadır.” Bu mantığı anlamak gerçekten güç. Rusya’nın 1990lı 
yıllar boyunca içinde bulunduğu zor şartlar herkesin malumudur. Ama yine unutulan önemli bir husus var. O da, Rusya, SSCB’nin onbinlerce nükleer 
silahını devraldı ve bunların önemli bir kısmı o “aciz” olduğu şartlarda bile operasyonel durumdaydı. Bu sebepledir ki, Rusya SSCB’nin dağılmasından 
hemen sonra “Yakın Çevre Doktrini” ile ulusal çıkarlarına karşı olabilecek en ufak girişimde dahi nükleer silahlarını kullanabileceğini tüm dünyaya duyurdu. 
Silah sistemleri hakkında teknik bilgiye sahip olmak, o sistemlerin uluslararası ilişkiler açısından etkisini değerlendirmek için yeterli olmaz!

NATO S300'Ü İNCELEYEBİLMEK İÇİN SES ÇIKARMAMIŞ OLABİLİR 

Peki. Sorumu hatırlatayım: S-300 bataryasının Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne ya da Yunanistan’a konuşlandırılmasına NATO müttefiklerimiz neden karşı çıkmadı da Türkiye'nin alımı için "endişeliyiz" diyorlar? 

Bunun birçok sebebi var. Unutmayalım, Yunanistan’ın gerek ABD, gerek AB nezdindeki lobi yeteneği ve bağlantıları, hemen her konuda Türkiye ile olan 
ilişkilerinde kendisine avantaj sağlamıştır. Ancak, S-300 krizi özelinde bakarsak farklı bir sebep daha sayabiliriz. 
O da, başta ABD olmak üzere NATO   müttefiklerimiz S-300 sistemini her yönüyle rahatça inceleyebilmek, teknolojik özelliklerini detaylı bir şekilde anlamak istemiş olabilirler. Bu sebeple de müttefik ülke Yunanistan’a gelmesine ses çıkartmak istememiş olabilirler. Bu olasılığı da hesaba katmak gerekir.

S400 YENİ NESİL TEKNOLOJİ 

S300 ile S400 arasında nasıl bir fark var? Türkiye’nin tercihi neden S400? 

S-400’ler, S-300’lerin çok daha gelişmiş ve operasyonel etki alanı daha geniş olan bir versiyonu. Yani, bir sonraki nesil teknoloji kullanılıyor. 

Evet, S-300’lere nazaran daha az test edildiği söyleniyor ancak konunun yerli ve yabancı uzmanlarının görüşü bu yönde.

LOBİLER ÇALIŞIR, TESLİMATLAR PÜRÜZSÜZ OLMAZ

Diyelim ki süreç neticelendi, füzelerin yerleştirilmesi, entegrasyonu vesaire ne kadar zaman alır?

İran, on yıldan fazla bir süre önce, henüz S-400’lerin geliştirilmediği dönemde Rusya’dan S-300’ler almak için sipariş vermişti. İran’ın kısa sürede almayı umut ettiği bataryalar, diğer faktörlerin yanı sıra özellikle İsrail’in bu gelişmeden endişe duyarak Rusya nezdinde yaptığı lobi girişimleri sebebiyle yıllarca geciktirilerek daha geçen sene teslim edildi. Türkiye’nin bu kadar beklemesi umulmuyor tabiki. Ancak, unutmamak gerekir ki, stratejik silah sistemlerinin teslimatları pek de pürüzsüz olmaz. Bunun birçok örneği mevcuttur. Siyasi gelişmeler, silah sistemi satışından kaygı duyan çevrelerin lobisi ya da baskısı sonuç verebilir. Türk tarafında en üst düzeyde yapılan açıklamalardan Rusya’dan S-400 alımı sürecinin sonuna gelindiği anlaşılıyor. 

Bu konuda Rusya’dan benzer bir açıklamayı ben henüz görmedim. Ancak, Türk tarafının açıklamasının muhakkak bir zemini vardır diye düşünüyorum. 
Alınacak sistem sayısı, toplam maliyeti ve teslim süresi konusunda basına yansıyan resmi bir bilgi yok. Bazı tahminler mevcut ama ben bir tahminde 
bulunmak istemem. Bekleyip göreceğiz.

ENTEGRASYON İÇİN ARAYÜZ GELİŞTİRİLECEK

2013’te açılan ilk ihaleyi en düşük ücreti veren ve Türkiye’nin şartlarını kabul eden Çin kazandı ama iki-üç yıl süren tartışmalar sonrasında ihale iptal edildi. 
Şimdi malum, Rusya ile sona yaklaşılıyor. Yine Batıdan sitemler, olmazlar, hatta tehditler geliyor. Önce şunu sorayım. Bu itirazların teknik açıdan bir değeri 
var mıdır? NATO sistemiyle entegrasyon sorunu olur mu? 

 Gerek Çin, gerek Rus hava savunma sistemlerinin Türkiye’de konuşlandırılması NATO açısından elbette sorun yaratır. Çünkü her iki ülke de NATO’nun müttefiki değil ve ortak operasyonel kapasite geliştirmiş değiller. O sebeple, Türkiye’nin Çin firmasından hava savunma sistemi almak girişimi sırasında bu konu yoğun biçimde dile getirildi. Türk uzmanlar, teknik açıdan çözüm yöntemleri olduğunu ve geliştirilebilecek “arayüz” denilen bir mekanizma ile satın alınacak sistemin NATO sistemi ile entegrasyonunu sağlayabileceklerini ortaya koydular. Ancak, o dönemde benim de konu hakkında görüşlerini aldığım çok üst düzey bir NATO yetkilisi, “evet teknik açıdan bu mümkün olabilir ama biz bu fikirden hoşlanmıyoruz” şeklinde ifade kullanmıştı. 

Benzer yaklaşım bugün Rus sistemi ile bağlantılı olarak sergileniyor. Bu durumu anlamak mümkün. Tabii ki ideal olanı, Türkiye’nin önemli bir üyesi olduğu 
NATO ittifakı içindeki ülkelerden bu sistemleri makul fiyatlara satın almak, zaman içinde teknoloji paylaşımı ve ortak üretim de yaparak tüm Türkiye 
topraklarının hava savunma sistemleri ile donatılmasını sağlamak olmalı.

FÜZE KALKANI YETERSİZ 

Ancak, burada unutulmaması gereken birbiriyle bağlantılı iki husus var: Bunlardan birincisi, Batılı müttefiklerimizin bize bu sistemleri bizim arzu ettiğimiz şartlarda satmaya yanaşmamaları ve biz Çin’den ya da Rusya’dan almak gibi bir girişimde bulunduğumuzda bunu engellemek ya da süreci uzatmak için “gelin görüşelim” diye tekrar masaya dönmek istemeleri. Bu konuda Türkiye sanırım epey tecrübe kazandı.

İkinci husus ise, Türkiye, NATO’nun “Füze Kalkanı” olarak bilinen ortak hava savunma sisteminin içinde olsa dahi tamamen coğrafi ve teknik sebeplerle 
hava sahasının tümünün İttifak tarafından korunması mümkün olmayacaktır. 

Bu sebeple, bir şekilde, ek hava savunma sistemine sahip olması gerekecektir. 
Bunu da ya satın alma yoluyla, ya da kendisi geliştirmek yoluyla yapabilir. Üçüncü bir ihtimal yok. Satın almak konusundaki sıkıntıları anlattım. 

Kendi savunma sanayimiz ile geliştirmesi hedefi konulmuştur ama bu zaman alacaktır.

PATRİOTLARI EN KÜÇÜK KRİZDE GERİ ÇEKTİLER 

Tüm bunları dile getirdiğiniz zaman, “Füze Kalkanı’nın kapsama alanı dışında kalan bölgelere müttefikler tarafından Patriot veya benzeri sistemler 
yerleştirilebileceği” söyleniyor. 
Evet, bu mümkün ve örnekleri de var. Ama yine unutulmaması gereken iki husus bulunmakta. Birincisi, Haziran 2012’de Suriye tarafından askeri uçağımız düşürüldüğünde, konuyu NATO’ya taşıdığımızda, talep ettiğimiz hava savunma sistemleri Aralık 2012’de yani 6 ay sonra ancak konuşlandırılabildi. Bu, özellikle bir kriz yaşanması durumunda, oldukça uzun bir süre ve sebebi önemli ölçüde siyasidir.

Bununla bağlantılı ikinci husus ise, Suriye sınırına yakın bölgelere Patriot bataryalarını konuşlandıran Hollanda ve Almanya, Türkiye ile yaşadıkları siyasi sorunlar sebebiyle, daha iki yıl geçmeden sistemlerini geri çekme kararı aldılar. 
Dolayısıyla, ülke güvenliği açısından stratejik önem arz eden askeri sistemlerin siyasi polemikler yaşanması sonucunda kolayca geri çekilebilecek olmasını da hesaba katmak gerekir.

TÜRKİYE'NİN HAVA GÜCÜ CAYDIRICI GÜCE SAHİP 

Türkiye'nin daha fazla gecikmeden hava savunma sistemine sahip olması gerektiği açık. Ama şu da mühim: S400 ile birlikte Türkiye hava savunması 
bakımından tam bir caydırıcılığa sahip olabilecek mi? 

Hava savunma sistemlerinin caydırıcılığı her zaman için kısıtlıdır. Bu yöndeki etkisi, daha ziyade, elinde kısıtlı sayıda hava gücü olan ülkelerin etkili sonuç 
alamayabileceğini düşündürtmektir. Yani, düşmanın “uçaklarımı ya da füzelerimi kullanırsam ve bunlar hedeflerine varmadan yok edilirlerse o zaman askeri 
gücüm zayıflar” diye bir düşünceye kapılmasını sağlayabilir. Esas caydırıcı olan derin vuruş yeteneği içeren hava gücüdür. Bir başka deyişle, saldırı yapılan 
ülkenin iç bölgelerine, korunaklı olduğu düşünülen bölgelerine, yani stratejik derinliğinin ötesine erişebilecek menzile sahip uçaklar ve balistik ya da seyir 
füzeleri caydırıcılık sağlar. Bu kapasiteyi geliştirmek önemlidir. Türkiye’nin uçak kategorisinde kayda değer hava gücü mevcuttur. Bu çerçevede, F-16’ların 
uçuş sürelerini ve dolayısıyla menzillerini fazlasıyla uzatan havada yakıt ikmali yapabilen tanker uçaklar ile operasyonel alanda koordinasyonu sağlayan 
erken ihbar AWACS uçakları TSK’nın envanterinde bulunmaktadır. Bu yönüyle Türk Hava Kuvvetleri’nin caydırıcı güce sahip olduğunu düşünebiliriz.

S400 ALIMI STRATEJİK SONUÇ DOĞURMAZ

Türkiye’nin ilk nükleer santralini Ruslar yapıyor. Cenevre görüşmelerinin “dostlar çözüm arayışında görsün”den ibaret olduğunun anlaşıldığı noktada Türkiye ve Rusya Astana sürecinde garantör olup yol aldı, Suriye’de güvenli bölgeler oluşturuyor. Yani artan işbirlikleri stratejik bir sonucun kilometre taşları sayılmalı mı? 
Önce müsaadenizle bir ufak düzeltme yapayım. Akkuyu’da Ruslar tarafından kurulan nükleer santral Türkiye’ye ait değil, Rusya’ya ait. 
Türkiye topraklarında Rusların kurdukları, sahip olup işletecekleri bir santral. Türkiye üretilecek elektriği alma garantisi veriyor. Zaman içinde de belli oranda hisseye sahip olacak. 

Rusya ile, sizin de bahsettiğiniz önemli konularda stratejik seviyede işbirliği yapılıyor. Şimdi de S-400 alımı söz konusu. Ancak, bütün bunlar Türkiye ile 
Rusya’nın bir ittifak ya da benzeri bir yapı içinde, her konuda birlikte hareket edecekleri anlamına gelmez. Bunun sebebi, hem uzun tarihsel ilişkilerin halen 
daha zihinlerde yarattığı karşılıklı güven eksikliği, hem de, günümüzde, her ülkenin diğer her ülke ile belli sürelerle sorunlar yaşaması ama yine belli 
sürelerle ortaklıklar geliştirmesine imkan verecek, hatta bunu zorunlu kılabilecek, bir konjonktürden geçiyor olmamız şeklinde özetlenebilir.
Kaldı ki, bazı ülkelerle işbirliği yapmaktan dolayı diğer bazı ülkelerle işbirliği yapılmayacağı anlamına da gelmez. Bunun somut bir örneğini verebilirim. 

Hindistan sivil nükleer enerji alanında 2003 yılından itibaren ABD ile çok yoğun ilişki içinde ve bu alandaki kazanımlarının askeri alana yansıtılmayacağının 
garantisi yok. Pakistan da bu durumdan son derece rahatsız. Hindistan, ayrıca, askeri alanda İsrail ile nükleer başlıklı füze fırlatabilen denizaltı ve uzay 
sistemleri geliştirilmesi ve benzeri ileri teknoloji gerektiren konularda işbirliği yapıyor. Aynı Hindistan, Rusya ile üstün yeteneklere sahip savaş uçağı da 
geliştiriyor. Ama, ABD ya da İsrail Hindistan’ın bu girişiminden endişe duyduğunu dile getirmiyor. Türkiye’nin girişimlerini, içinde bulunduğumuz konjonktürü de dikkate alarak, “şu sistemi savunuyor o zaman bu Transatlantik çidir”, ya da “bu sistemi savunuyor o zaman bu Avrasyacıdır” gibi klişe ve anlamsız yaftalamalar kullanmadan analiz etmek gerekir.

2023 HEDEFİ: TAM BAĞIMSIZ SAVUNMA SANAYİ 

 Türkiye epeydir yerli-milli bir savunma sanayii oluşturmaya, bağımlılıktan kurtulmaya çalışıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koyduğu hedef “2023’e savunma sanayiinde tam bağımsız olarak girebilmek”. Sivil alandan bir uzman isim olarak değerlendirir misiniz; şu an nitelik ve nicelik açısından ne durumdayız?  

Savunma sanayii, bilim ve teknolojinin sınırlarının zorlandığı oldukça gelişmiş altyapı, insan gücü ve tabii ki mali kaynak gerektiren bir alan. Dolayısıyla 
bu alanda tam bağımsızlık hedefine varmak için devletin, özel sektörün ve üniversitelerin tam bir koordinasyon içinde uzun vadeli projelerle çok sıkı 
çalışmasının sağlanması gerekir. Bu yönde atılacak bütün adımların muhakkak her bakımdan fazlasıyla geri dönüşleri ve kazanımları olacaktır. 

Ne kadar erken bu yönde koordineli çabalar arttırılırsa o kadar fazla yol alınır ve daha kısa sürede hedefe yaklaşılır. Şu an, eskiye nazaran çok daha 
ileri safhalarda olduğumuzu söylememiz mümkün. Ancak, ülkemizin karşı karşıya olduğu tehditler değerlendirildiğinde daha yapılacak çok iş olduğunu 
söylemek yanlış olmaz. Unutmayalım, başlamak bitirmenin yarısıdır.

FETÖ'NÜN TEMİZLENMESİYLE TSK DAHA GÜÇLÜ

Türkiye karşı karşıya olduğu tehditler; FETÖ’nün devletimize-TSK’ya verdiği zarar ve PKK’nın güney sınırımızda ABD eliyle devletleştiriliyor olması 
bakımından değerlendirirsek; Türkiye askeri açıdan yeterli donanım ve operasyon gücüne sahip mi gerçekten? 

Geçen yıl yaşadığımız darbe girişiminin yarattığı travmanın toplumumuzun hemen her kesiminde halen hissedilmekte olduğunu düşünüyorum. 

İnsan ister istemez kendine hep şu soruyu soruyor: darbe girişimi başarılı olsaydı ülkemiz bugün nasıl bir durumda olacaktı? Türk Silahlı Kuvvetleri yaşanan darbe girişiminden muhakkak ki sayısal anlamda en fazla etkilenen kurumumuz olarak öne çıkıyor. Ancak, askeri kurumlar açısından asker sayısı, silah kapasitesi ve teknik donanım ne kadar önemli ise, disiplin, inanç ve moral de en az o kadar önemlidir. Ben, Bilkent Üniversitesi’nde öğretim üyesi iken, 
Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde kurulan NATO Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’nde Ocak 2006 ile Ocak 2013 yılları arasında Akademik Danışman statüsünde yarı zamanlı olarak 7 yıl görev yaptım. Çok sayıda değerli TSK mensubu ile birlikte çalışma fırsatım oldu. 

Haklarında kumpas kurularak yıllarca hapis yatmalarına sebep olan suçlamalarla karşılaştıklarında dahi “bunu da bir görev olarak görürüz, vatan ve millet için ne gerekiyorsa yaparız” dediklerini hep hatırlıyorum. Gerçek bir Türk askeri, başka orduların 5 hatta 10 askerine bedeldir demek fazla abartılı olmaz. 

Bunu sağlayan, disiplin, inanç ve vatan sevgisidir. İçlerinde yuvalanmış yapının bertaraf edilmesinden sonra silahlı kuvvetlerimizin çok daha güçlü bir konuma geldiğine inanıyorum. 

Bu sebeple, hiç bir ülkenin ülkemizin şu an içinden geçmekte olduğu zorluklar dan istifade etmek gibi büyük bir hataya düşmeyeceğini umarım. 
Ağır bedel öderler!

Bu Yazı 7 Ağustos 2017 Tarihinde Star Gazetesi'nde Yayımlanmıştır.

http://www.bilgesam.org/incele/8918/-hava-savunma-sistemi-turkiye-icin-acil-ihtiyac/#.XS2q9FKP7IU

***