UNUTTURMAYALIM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
UNUTTURMAYALIM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Kasım 2018 Cuma

20 TEMMUZ 1974 KIBRIS BARIŞ HAREKATINI UNUTMAYALIM.. UNUTTURMAYALIM..

20 TEMMUZ 1974 KIBRIS BARIŞ HAREKATINI UNUTMAYALIM.. UNUTTURMAYALIM..


Dr. Tahir Tamer Kumkale
20 Temmuz 2018

Milleti aldatmayacağız! 
Millete daima ve daima hakikati söyleyeceğiz. Belki hata ederiz, yanlış şeyleri hakikat zannederiz, fakat millet onu düzeltsin. Kendimizi kimsenin üstünde görmeğe de hakkımız yoktur.
- Gazi Mustafa Kemal Atatürk-(1923)
....

Bugün 20 Temmuz 2013, Türkiye’nin 20 Temmuz 1974’de gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekatının üzerinden tam 39 yıl geçmiş. Fakat zaferle taçlanan Barış harekatından 39 yıl sonra KIBRIS’ta genel durum Türkiye’nin milli menfaatleri yönünde gelişmemektedir.

1960 Londra ve Zürih Antlaşmaları ile kurulan ve Türkiye’nin garantör ülke olarak hukuki hakları bulunan Kıbrıs Cumhuriyeti üzerinde bugün hiçbir yaptırım gücümüz kalmamıştır. Çünkü bugün Kıbrıs Rum tarafınca temsil edilen Kıbrıs Cumhuriyeti 1 Mayıs 2004 tarihinden itibaren 28 Avrupa Birliği üyesinden birisidir.

Türkiye anlaşmaların kendisine verdiği hukuki kazanımlarını dikkate almadan, kendi eliyle hiçbir zaman katılamayacağı üyeleri tarafından devamlı olarak dillendirilen AB üyeliği yolunda ilerleyebilmek için Kıbrıs’taki milli hak ve menfaatlerinden feragat etmiştir.

20 Temmuz 1974’ten itibaren hür ve bağımsız olarak yaşayan Kıbrıs Türk toplumunun 13 Kasım 1983’te kurduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini henüz Türkiye dışında hiçbir ülke tanımamıştır. Tanınması yolunda ne Türkiye ve ne de KKTC yönetimi hiçbir girişimde bulunmamaktadır. AB ile ilişkilerin bugün geldiği boyutlar dikkate alındığında Türkiye’nin de KKTC’nin bağımsızlığını tam olarak tanıyıp tanımadığı da şüphelidir.

“Çözümsüzlük çözüm değildir” diyen ve ayrıca “Kazan-kazan politikası” uyguladığını vurgulayan AKP yönetimi AB üyeliği uğruna küresel güçlerin çekim merkezindeki bu stratejik toprak parçasındaki haklarımızdan vazgeçmiş gibidir.

14 Aralık 2003 seçimlerinden önce yaptığım KKTC ziyaretlerimde bu küçük adada dönen dolapları ve çevrilen entrikaları görerek dehşete kapılmıştım. Dünyada Kıbrıs Türk ve Rum halkları kadar içişlerine karışılan ve üzerinde menfaatlerin odaklandığı başka bir ülkenin olmadığına şahit olmuştum.

Dünyayı küresel menfaatler yönünde yeniden yapılandırmak için çalışan küreselleşme mimarları dünyanın jeopolitik merkezinde bulunan bu stratejik toprak parçası üzerinde yoğun çaba harcamaktadır. ABD ve AB baskısından çekinildiği için Türkiye’den başka hiçbir ülkenin tanımak istemediği KKTC, bugün belki de dünyanın örnek gösterilecek kadar demokratik kuralların hâkim olduğu bir ülkedir. Geçen süreç içinde KKTC’de demokratik yönetim tam anlamı ile yerleşmiştir. Her alanda kendi kendine yeterli bir ülke seviyesine erişmiştir.

Bugün Kıbrıs Adasını AB adına Helenizm’e teslim ederek Enosis’i gerçekleştirmek için Türk askerinin adadan çıkartılmasından başka çözüm olmadığını gören küresel güçler bunun için çeşitli senaryolar yazıyorlar ve figüran olarak KKTC ve Anadolu Türk toplumunu birlikte oynatabiliyorlar.

Küresel güçler hedeflerinden asla taviz vermek niyetinde değiller. Ne kadar haklı olursak olalım. Ne kadar hukuk üstünlüğümüz olursa olsun. Adamlar burayı ele geçirerek Türkleri Anadolu’ya hapsetmeyi kafalarına koymuşlar. Bunun fiziki olarak mümkün olmadığını gördüklerinden siyasi entrikalarla bunu bize yaptırma yoluna gidiyorlar. Ve ne yazık ki bunda da muvaffak oluyorlar.

Bilindiği gibi, dış dünyanın dayatmalarına karşı inatla direnen KKTC kurucu cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş, Türkiye’ninde desteği alınarak saf dışı bırakıldı. 24 Nisan 2004 referandumu sonrası yaşananlar karşısında Denktaş’ı susturmakta karar kılan ağızlar ne diyeceklerini bilemez hale geldiler. Baskı ve yalan dolu sözlere kanarak Kofi Annan Planı’na evet diyen aldatılmış ve yönlendirilmiş Türk toplumu oynanan oyunların gerçek yüzünü çok geç gördü.

Zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün 20 Nisan 2005’te Harp Akademilerinde yaptığı konuşmada vurguladığı hususlar ile KKTC halkının kafalarındaki belirsizliğe açıklık getirmiş ve topluma büyük bir güven aşılamıştır. Orgeneral Özkök ;

“….Rum tarafı ciddi bir taahhüde girmeden çözümü sürüncemede bırakmayı, süreci zamana yaymayı ve bu arada adil ve kalıcı barışa ilişkin parametreleri ortadan kaldırarak Türkiye’den AB müzakereleri vesilesiyle tek taraflı tavizler koparmayı, Kıbrıslı Türkleri kendine yamamayı, KKTC’ni etkisizleştirerek adayı tek başına ele geçirmeyi hedeflemektedir. Bilindiği gibi Türk dış politikası çerçevesinde, Türkiye’nin Güney Kıbrıs Rum yönetimini bütün Ada’nın temsilcisi olarak tanıması asla söz konusu değildir. Türkiye, Ada’da eşit siyasi statülü taraflar arasında gerçekleştirilecek müzakere süreci sonunda ortaya çıkan ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı olmayan bir yeni düzeni tanıyabilir. Bu yeni düzen Türkiye’nin Garanti ve İttifak Anlaşmasından doğan haklarına halel getirmemelidir.”diyerek adeta Türkiye’nin Kıbrıs politikalarını özetliyordu.

Biz biliyoruz ki, Türkler tarihte pek çok büyük devlet kurmuştur. Bir kısmı uzun ömürlü imparatorluk seviyesinde, bir kısmı küçük ve kısa ömürlü beylikler halinde tarihte yer alan bütün bu Türk devletlerinin kuruluşlarında değil, ama yıkılışlarındaki benzerlik çok dikkat çekicidir. Tarihteki Türk devletlerinin hiçbiri dışarıdan gelen güçler tarafından yıkılmamıştır. Bu devletlerin tamamı içeriden bölünerek veya başka Türk devletinin saldırısı ile yıkılarak tarih olmuşlardır. Yani ortak bir kaderimiz ve devletlerimizi kendi elimizle ortadan kaldırmak gibi bir kötü alışkanlığımız vardır. Nitekim son büyük Türk cihan devleti olan Osmanlı’yı da genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti kabul ettiği bir kanunla saltanatı kaldırarak tarihteki köşesine göndermiştir. Günümüzde Kıbrıs’ta da aynen tarih tekerrür ettirilmek istenmektedir. Bağımsız bir Türk devleti bizim elimizle ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Bunun için her türlü senaryo hazırlanmış, oyunlar sahneye konulmuş ve oyunun son perdesi oynanmaktadır.

AKP hükümetinin tam teslimiyetçi ve tavizkar tutumu devam ettiği takdirde Kıbrıs Türk toplumunun geçmişte Girit’te, Rodos’ta ve diğer Ege adalarında kaderlerine terk ettiğimiz Türk toplumlarından farkı olmayacaktır.

KKTC topraklarının kaybı Anadolu Türk toplumunun bundan sonraki yaşantısında da önemli bir dönüm noktası olacaktır. Kıbrıs’ta kazanılan haklar her ne pahasına olursa olsun korunmalıdır. Kıbrıs’la başlayarak Anadolu topraklarında dünya imparatorluğuna oynayan devletlerin kolaylıkla ele geçirip kontrol edebileceği birkaç küçük devletçik oluşmasına izin verilmemelidir.

Yıllardır Psikolojik Harekât operasyonları ile beyinleri uyuşturulan Türk halkı Kıbrıs’taki milli çıkarlarımızı ve bu toprağın Türkiye’nin güvenliği için önemini hâlâ kavrayamamıştır. Bu duruma dünyayı yeniden yapılandırmaya çalışan küresel toplum mühendislerinin yıllarca sabırla sürdürdükleri politikalarla gelinmiştir.

Başbakan Erdoğan meclisteki parti grubunda yaptığı bir konuşmada “Kıbrıs’ta çözümün AB’de değil,  Birleşmiş Milletlerde olduğunu” vurgulayarak AK Partinin KKTC’yi sahiplenmediğini ve artık gözden çıkardığını resmen açıklamıştır.

Kıbrıs’ta barış harekâtı ile 39 yıldır gerçek çözümün bulunduğunu, geçen 39 yılda tek kişinin dahi burnunun kanamadığı adada demokrasinin hâkim olduğu bir Türk devletinin yaşadığını, Türkiye’nin bu devletin ilelebet yaşatılması gibi bir tarihi misyonu olduğunu Başbakan Erdoğan’ın bilmemesi kabul edilemez. Buna rağmen gerek AKP’nin KKTC’yi yaşatmak ve üçüncü ülkelere tanıtmak gibi bir düşünceleri yoktur. Bütün söylemleri çözüm adı altında Kıbrıs Türk toplumunun güneydeki Rumlara BM eliyle yama edilmesi yönündedir.

Başbakanın, dışişleri bakanımızın ve mensup oldukları partinin KKTC’nin devamlılığını sağlamak gibi bir politikaları olmayabilir. Bu çok doğal siyasi bir tercihtir.  Bu yolda çaba harcamaları da doğaldır. Onlar bu siyasi tercihlerinin sonucunu milletten sandıkta alırlar. Bu bir yönetim riskidir. Sonuçlarına da katlanırlar.  Burada anlaşılamayan husus daha düne kadar partiler üstü milli bir dava olan ve yıllarca aynen sürdürülen Kıbrıs politikamıza milletin temsilcilerinin (TBMM’de alınan pek çok karara rağmen) ve devletin tecrübeli kadrolarının neden sahip çıkmadıklarıdır.

1974 öncesini bilen ve KKTC’yi kuran neslin yaşları altmış civarındadır.. Artık silah kullanarak  kazandıkları devletlerini yeniden kurtaracak fiziki güçleri kalmamıştır ama mücadele ruhları aynen durmaktadır. Bunlar, yeni yetişen ve yaşları otuz civarında olan genç nesil ile her alanda fikir ayrılığına düşmüşlerdir. Gençler eskiyi çok iyi bilmediklerinden,  üzerlerindeki yoğun propaganda ve psikolojik baskıyı kıramadıklarından uluorta dağıtılan euro-dolarlara kanarak avrupalı olacaklarını sanarak Rum kesimi ile  birlikte hareket etmektedir.

400 yıllık Türk yurdu yavruvatan Kıbrıs’ta ay yıldızlı bayrağın gönderden inmemesi, ezan seslerinin asla susmaması için bu milletin her şeyi ile mücadele edeceğine inanıyorum. Kanla oluşturulan kutsal vatan topraklarının kâğıt üzerindeki sanal birlikteliklerle elimizden alınacağına ihtimal vermiyorum.

Halkımızın mücadele azminin bitmediğini iyi biliyorum. Beyinlerinin uyuşturulduğu sanılan aziz milletimizin 2013 yılında gençlerimiz önderliğinde yarattığı başkaldırışı ve “Atatürkte Birleşme” çabasını gururla izliyorum. Türkün hiç bir zaman kandırılamayacağını, baskılara asla boyun eğmeyeceğini ve tüm küresel çabalara rağmen milli değerlerine sahip çıkacağını bir kere daha gördük.

Halkımızın mücadele azmi devam ettiği sürece tarihin tekerrür etmeyeceğini, bugün Kıbrıs’ı AB’ne üyelik hayali karşısında terke karar verenlerin sanal güçlerinin buna yetmeyeceğini birlikte göreceğimize inanıyorum.

Kıbrıs’ın daima Türk kalacağını vurgularken, bugün sessizce vatan topraklarının satışını izleyen halkımın gür sesini çıkarmak için fırsat beklediğini değerlendiriyorum.

Dr.TahirTamer Kumkale
http://www.kumkale.net
https://kumkale.wordpress.com


https://kumkale.wordpress.com/2013/07/20/20-temmuz-1974-kibris-baris-harekatini-unutmayalim-unutturmayalim/


***


9 Eylül 2015 Çarşamba

ABD’NİN JAPONYA’DA HİROŞİMA VE NAGASAKİ ŞEHİRLERİNİ ATOM BOMBASI




ABD’NİN JAPONYA’DA HİROŞİMA VE NAGASAKİ ŞEHİRLERİNİ ATOM BOMBASI




6 AĞUSTOS 1945’DE ABD’NİN JAPONYA’DA HİROŞİMA VE NAGASAKİ ŞEHİRLERİNİ ATOM BOMBASI ATARAK COĞRAFYADAN SİLMESİNİ UNUTTURMAYALIM..
Felaket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak gerekleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (Nutuk-1927)
 Yetmiş yıl önce bugün 6 Ağustos 1945’te ABD; “Kuralsız Şiddet” olarak nitelendirilen Asimetrik Savaş’ın tipik bir örneğini doğrudan Japon halkı üzerinde uygulayarak Japonya’nın kayıtsız ve şartsız teslim olmasını sağlamıştır.
 Dünyada gerçekleşmiş asimetrik savaş uygulamaları arasına ABD’nin Hiroşima ve Nagasakiye atom bombası atmasını almak ne dereceye kadar doğru diye sorulabilir. Belki de atom bombası kullanılması bugünkü asimetrik savaş ve terör uygulamaları ile tanımlamalara göre uygun değildir.  
Fakat ben bu kanaâtte değilim. Çünkü bu saldırı birbiri ile savaşan iki devletin orduları arasında olmamıştır. Klasik savaş hukukuna uygun olarak bu silah kullanılmamıştır. Zamanlaması, hedefi ve sonuçları beklenilmeyen yer ve zamanda olmuş ve o güne kadar hiç kimsenin görmediği ve ummadığı ölçüde büyük zayiat meydana  gelmiştir.
Hedef doğrudan doğruya muharebe sahasının dışındaki masum sivil halktır. Ölenler ve yaralananların tamamı sivildir. Yıkılan yerler sivil yerleşim merkezleridir. Çünkü hedef sivildir. Burada hedef olarak doğrudan doğruya Japon halkının korkutulup, yıldırılıp, sindirilip, savaşma azim ve iradesinin kırılması suretiyle kayıtsız şartsız teslimi alınmıştır. Bu hedef gerçekleşmiş ve o güne kadar görülmemiş bir silahın kısa süre içinde ortaya çıkardğı müthiş yıkım Japonya’yı dize getirmeye yetmiştir.
Asimetrik savaşta genellikle güçsüz olan taraf asimetrik saldırı uygular. Burada ise tam tersi olmuştur. Hiroşima ve Nagasaki saldırıları, güçlü tarafın uyguladığı asimetrik savaşın en belirgin örneği olarak tarihteki yerini almıştır. Çünkü bu savaşın meydana getirdiği yıkım ve yarattığı şiddetin benzerine bir daha rastlanmamıştır. Şimdi kısaca o günleri hatırlayalım.
 6 Ağustos 1945’de ABD’nın Japonya’ya atom bombası kullanmasının üzerinden 70 yıl geçmesine rağmen insanlık o günkü vahşetin ve insanlık ayıbının izlerini silememiştir. Belki tamamen yok olan iki şehrin yerine yenileri yapıldı. Ama ne yapılırsa yapılsın ABD’nin yarattığı bu vahşetin izlerini insan beyinlerinden tam olarak silmenin imkanı yoktur. Zaten Japonya yönetimi de bilinçli olarak tam 70 yıldır yeni yetişen nesillere bu acıyı devamlı hatırlatarak unutmamalarını sağlıyor.
 Bu ayıba sadece hava, toprak, su, ateş ve orada o anda buharlaşan masum bedenler şahit oldu. Tanrının yarattığı bu güzellikleri yok edenlerin insan olmasını düşünmek dahi insana acı veriyor. Ne yazık ki insanoğluna bu kötülüğü reva görenler hâlâ dünyayı kana bulamaya devam ediyorlar.
26 Temmuz 1945’de ABD Başkanı Truman, Japonyanın koşulsuz teslim olmasını isteyen Potsdam Deklarasyonu’nu yayınladı. Hiroşima’ya atom bombası atılmadan iki hafta önce, New Mexico Alamogordo’da ABD, atom bombasının ilk denemesini yapmıştı. Japonya ültimatomu reddedince, Truman müttefiklerini de bilgilendirerek nükleer saldırı emrini verdi.
Amerikanın Güney Pasifik’teki Tinian Adası’ndan Albay Paul Tibbets yönetimindeki Enola Gay isimli B-29 uçağı, 6 Ağustos 1945 sabahı “Little Boy” isimli Atom Bombası yükü ile havalandı. 10 000 metreden saat 8.13’te atılan bomba saat 8.15’te Hiroşima’nın 580 metre üzerinde patladı. İlk anda 70.000 insan buharlaştı. Yüksek sıcaklıktan dolayı insanlar asfalta yapıştı. Bir hafta boyunca şehre asit yağdı. İki ay içinde radyasyon sebebiyle 70.000 insan daha hayatını kaybetti. 60.000 kişi de beş yıllık süre içerisinde ölünce Hiroşima’nın bilançosu 200.000 insanın ölümü, onbinlerce insanın da sakat kalması oldu.
Bu katliamdan üç gün sonra 9 Ağustos’ta saat 11:02’de “Fat Man” isimli 21 ton patlayıcının gücüne sahip bomba Nagasaki’yi cehenneme çevirdi. 75.000 kişi anında kavruldu. Bir o kadar kişi de beş yıllık süre içerisinde can verdi.
60 yıl sonra 6 Ağustos 2005 yılında Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı Muhammed El Baradey, Japonya’nın Hiroşima ve Nagasaki kentlerine atılan atom bombasının yaptığı yıkımın, insan hayatı için nükleer silahların ortadan kaldırılması gerektiğini ispatladığını söylüyordu.
Japonyayı teslim alan bu saldırılardan sonra insanlık 70 yıldır nükleer silahsızlanmadan bahsediyor. Bombayı atan ABD ise kendi deyimiyle savaş açtığı ülkelere demokrasi getirmeye devam ediyor. Ürettiği yeni silahları insanlar üzerinde deniyor ve bunu televizyonlarda göstere göstere yapıyor. Yüksek ısıya sahip mermilerle tankların çelik zırhlarını eritirken, Napalm ile gökten insanlara ateş yağdırarak yakıyor. Ve bu ABD, bütün savaşlarının sebebini saldırdığı ülkelerde “NBC silahları bulundurulması” olarak gösteriyor.
Atom bombası hedefleri seçilirken bombanın etkisini en iyi gösterecek yerler olmasına dikkat edilmişti. Hiroşima nere deyse dümdüz bir şehirdi ve bombanın etkisini azaltabilecek bir pürüze sahip değildi.
Bomba şehrin merkezindeki her yeri ve her şeyi yok etmişti. Ulaşım, haberleşme, yiyecek, içecek… Hiçbir hayat belirtisi yoktu, can çekişen insanların iniltisinden, yaralıların feryatlarından, yakınlarını arayanların çağrılarından başka. Yardım bile istenememişti. Haberleşme hatları kesikti. Bir ay önce ABD’nin napalm bombaları ile yaklarak 100.000 insanı diri diri yaktığı Tokyo durumu tam olarak öğrenemedi. Japon şehirlerine atılan bildirilerde şöyle deniyordu;
“ Bu silahı anayurdunuza karşı henüz kullanmaya başladık. Eğer hâlâ herhangi bir şüpheniz varsa, sadece bir atom bombası düştüğünde Hiroşima’ya ne olduğunu bir öğrenin. Sizden savaşı bitirmek için imparatora başvurmanızı istiyoruz. Başkanımız şerefli bir teslimiyetin 13 şartını sizin için belirledi. Sizi bu şartları kabul etmeye ve yeni, daha iyi ve barışsever bir Japonya kurma işine başlamaya çağırıyoruz. Hemen harekete geçin veya bu bombayı ve diğer üstün silahlarımızı savaşı derhal ve zorla bitirmek için kararlılıkla kullanacağız. Şehirlerinizi hemen boşaltın”
İşte bu vahşi saldırıyı plânlayıp uygulayanların çocuklarının bugün dünyanın dört bir yanında yaptıklarına fazla şaşırmamamız gerekiyor. Özellikle komşularımız  Irak ve Suriye’de yaşanan vahşeti anlamamız için insanların üzerinde atomu fiilen deneyen ABD gerçeğini unutmamamız gerekiyor..

Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://kumkale.wordpress.com

..