YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Aralık 2017 Çarşamba

İnanç Aygınlığı

İnanç Aygınlığı





YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN
23 Ekim 2017


İnancın insan yaşamındaki özgün yerinin bilincindeyiz. Karşılaştığımız siyasal kaynaklı sömürüleri üzüntüyle izliyoruz. Okurlarımızın yoğun ilgisiyle karşılanan yazıları nedeniyle ülkemizin ulusal birlik bağlamında en önemli sorunlarından biri olduğu kanısıyla konuya ışık tutan bir yazıyı daha köşemize alarak bilgilenmeye ve aydınlanmaya katkı vermek istiyoruz.

“Saygıdeğer okuyucularım, bugünkü yazımızda Kur'an dininin yani İslâm'ın temeli, direği, özü kadar önemli olan ‘Salat'ı işleyeceğiz. Öyle ki Salat, İslâm dininin olmazsa olmazı, ibadetin de temelidir. Yüce Allah Kur'an'da sadece bir yerde namaz (A'raf/55-56), beş yerde oruçtan (Bakara/183-184-185-186 ve 187) söz ederken 130 ayette ise “Salat” buyurmaktadır.
Söz konusu kelime İslâmi açıdan bu kadar önemli iken, bir başka önemi daha vardır. Uzunca yıllardır yüce Kur'an'ın âdeta mânâsını, yine âdeta işlevini değiştiren anahtar kelime hâlini almış, bu yüzden Kur'an anlaşılması zor bir hâle gelmiştir.
İşte bugün böylesine önemli bir konuya açıklık getirmeye çalışacağız. Ancak konunun daha anlaşılır olması bakımından bundan önceki yazımızda Kur'an'ın Allah'tan; “Alak, Kalem, Müzzemmil, Müddesir-Fatiha, Tebbet, Tekvir, A'la…” olarak, sırasıyla vahyedildiği/gönderildiği halde, ‘Resmi Kur'an' olarak adlandırılan Kur'anda “Fatiha, Bakara, Al-i İmran, Nisa, Maide, En'am, A'raf, Enfal, Tevbe, Yunus, Nas” şeklinde tertil ve düzeni bozulmuş bir durumda olduğunun hatırlatılarak, hafızaların tazelenmesinde fayda vardır.
Esas konumuz olan Salat'a geçersek, her ne kadar Türkçe kelime manâsı ‘Namaz ve Dua' gibi manalara geliyorsa da Salat'ın Kur'an'daki manası; “yardım, destek, zekât, eğitim kurumları açmak ve yaşatmak, vergi vermek vb.” gibi geniş bir mânâya gelmektedir.
Peygamberimiz (s.a.v) zamanında önceden belirlenen toplantı günü (Cum'a) Salat'ının uygulanması bizzat kendisinin nezaretinde yapılmış, yönetimindeki devlette yaşayan bütün muhtaç, fakir, kimsesiz ve miskinlerin tüm ihtiyaçları bu yolla giderilmiştir.
Peygamberimizden sonra olaylı bir şekilde Emeviler'e geçen yönetim zamanında ise Muaviye salat uygulamasını kaldırmış, mescit yerine camiler oluşturmuş, hocalar, imamlar işi tamamen namaz kılmaya, namaz sonunda da Peygambere, ehli beytine ve ashabına küfrettirme seanslarına dönüştürmüştür.
Anlaşılacağı üzere ancak devlet eli ile ikame edilebilmesi mümkün olan salatın, bir daha da kâmil manada uygulanması mümkün olmamış, gerek Muaviye'nin etkisi ile gerekse daha sonraki dönemlerde Cum'a salatındaki İslâm dışı uygulamalarla sâdece hutbe ve iki rekât namazdan ibaret olan ibadeti, hutbe ve 16 rekât namaza dönüştürmüşlerdir.
Yüce Kur'an da “Alak” sûresi ilk sûredir, yani bu sûre gelinceye kadar henüz İslâm dini nüzul etmemiş, dolayısıyla dua filân henüz yoktur, daha namaz da yoktur. Yüce Allah Peygamberimiz Muhammed Mustafa ile bu ayet ile tanışmıştır amma 19 Ayet'lik bu sûrede 7 kez Salat kelimesi geçmektedir. Bu durumda söz konusu bu sûreyi, Salatların yerine “Namaz” koyarak okuyalım, surede ne ifade edilmek istediğini anlayamazsınız, sure özelliğini kaybeder.
Yüce Allah Peygamberine ilk sureyi/vahyi göndermiş, arkasından iki tane daha sûre göndermiştir amma Hz. Muhammed henüz hazır değildir ve Allah onu hazırlamakta sûreler göndermektedir. Alak'tan sonra Kalem sûresi nüzul etmiş, daha sonra da 3. sûre olarak Müzzemmil sûresi gelmiştir. Müzzemmil/20 Âyette de bir tane “Salat” vardır. Burada hep beraber küçük bir tatbikat yapalım; söz konusu âyette salatın geçtiği cümleyi aşağıya yazalım;
“…O halde ondan kolay geleni öğrenin-öğretin! SALAT'ı kurun/ayakta tutun, zekâtı verin! Güzel bir ödünçle Allah'a ödünç verin! Öz benlikleriniz için önden gönderdiğiniz iyiliğin, Allah katında hayrını daha çok, ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan af dileyin! Hiç kuşkusuz Allah çok affedici ve çok merhamet edicidir.”
Şimdi yukarıda görülen Müzzemmil/20'nin son bölümünde görülen “SALAT”ın yerine bir de “Namaz” koyarak okuyalım. Bırakınız bir tarafa İslam'ın henüz yok, dua'nın henüz yok ve namazın da henüz yok olduğunu filân bunları düşünmeyiniz. Orada Salat'ın olduğu yere “Namaz” koyar ve okursak; cümlenin mânâsı anlaşılır olmaktan çıkıyor mu? Çıkmıyor mu? Esas ona bakınız.
Müzzemmil'den sonraki sırada Fatiha ve Müddesir sûreleri vardır. Bu ara artık Peygamberimiz peygamberliğini ilân etmiştir, Fatihayı halka okumuştur, artık halkın rüşte erdirilmesi süreci başlamıştır, tam bu sürecin başında, ilk 7 âyeti Fatiha olan Müddesir sûresi vardır, bu sûrenin 43 ve 44. ayetlerinde aynen “Suçlular, biz, salatçılardan değildik, miskini de yiyeceklendirmiyorduk; işsiz güçsüze de kendi ekmeğini kazanacak fırsat ve imkân vermiyorduk” cümlesinde bulunan Salat'ı çıkarın yerine ‘'namaz” yazın ve okuyunuz lütfen. Bu âyet nüzul ettiği zaman da henüz daha namaz ve dualar da ortada yoktur. Cümlenin mânâsı değişmiş midir, değişmemiş midir?
İslam dini Allah'ın koyduğu sınırlarda yaşanır, onun bunun himmeti ve izni oranında değil. Onun için İslâm'ın tek referansı Kur'an ve uygulaması da Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa'nın uygulamalarıdır. Bu cümleden olarak İslâm'da namaz vardır, fakat bugün olduğu gibi zinhar değildir. İslâm dininin vitrini, temeli Salat'tır. Salat'a “namaz” diyerek fakir ve fukaranın rızkını keserseniz, bin yıl da namaz kılsanız, Allah'ın muhtaç kullarını bir gün dahi aç ve açıkta bırakmanın kefaretini ödeyemezsiniz. Bütün bu nedenlerle Salat; tereddüde mahal bırakmayacak kadar ‘'namaz” değil “yardım” dır. En zor koşullarda bile terk edilmez. (Bakara/238-239)
Yüce Rabbimiz Allah'ın, sizin durmaksızın kılacağınız namaza ihtiyacı yoktur. Allah, fakir ve fukaralar için “-Bana borç verin, fakirleri doyurun, aç ve açıkta bırakmayın, ben size misli ile ödeyeyim” buyurmaktadır. Yüce Kur'an'ın felsefesi de zaten budur. (Daha fazla bilgi; “Haşr Sûresi Ne Buyuruyor” ile “Sıratı Müstakim” adlı kitaplarımdan edinilebilir).
Güner AKCA



Kaynak:http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yekta-gungor-ozden/inanc-aydinligi-2059410/


.....................

Yalanla Yaşanılmaz


Yalanla Yaşanılmaz

                                                                                                                                              
Yekta Güngör Özden
21 Eylül 2017  

Karamsar ve kötümser değiliz. Kendimize göre gerçekçiyiz. Kendi gücünün, yeteneğinin ayırdında olmayan kimseler, yanlışlardan kurtulamadıkları gibi onu düzeltmeyi bir yana bırakın tutumlarından dolayı özür dilemeyi de bilmezler. Böylece yalnız kendisinin ve çevresinin değil ilgili ve etkili olduğu her yerin zarar görmesine neden olurlar. Gerçekleri söyleyince bu tür kişiler rahatsız olur, doğruyu ve yararlıyı gösterenlere karşı çıkar, onları kötülerler. Ülkesini ve ulusunu sevenler saldırılara aldırmadan, iyilik ve iyileştirme çabalarını sürdürürler.

Son yıllarda ülkemizin her alanda olumsuzluklarla sürüklendiği karanlığın ayırdındayız. Bozulmayan bir şey kalmamış gibi. Umutsuzluğa karşı olduğumuz için yılgınlık göstermeden insanlık ve yurttaşlık çabalarımızı sürdürüyor, yanlışlık ve kötülüklere değinerek yinelenmemelerini istiyor, çağdaşlık uygarlık düzeyinin altında kalmamak için de çabalarımızı sürdürüyoruz.

Ancak, siyasal iktidarın sömürü siyasetiyle iyi duruma gelmemiz olanaksız görünüyor. Ders programlarının dinsel ağırlığı, 4+4+4'le gelinen olumsuzluklar, ATATÜRK'e ilişkin bilgilerin kitaplardan çıkarılması, partizanlık kalkışmaları, cumhuriyet dönemini suçlamalar, yalanlar dizisiyle güç gösterilerine yeltenmeler, ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı tutum ve davranışlar iyice azgınlaştı. İmam hatip olanakları, yurtlara el atmalar, gericilik girişimleri devletin izlencesi durumuna getirildi. Dış ilişkilerdeki ikilemler, yanlışlıklar, şehitlerle artan acılar iktidarın neden olduğu ve sorumlu tutulması gereken işlem, eylem ve söylemler her gün ağırlığını artırıyor.

26 Şubat 1954 doğumlu RTE “Camileri ahıra çevirdiler” diyerek cumhuriyet kurucularını suçlamakla büyük haksızlık etti.1939 Erzincan depreminden sonra yıkılmak tehlikesiyle karşı karşıya olan camilere cemaat alınmadı. Ancak hiçbiri ahır yapılmadı. Kendisine söylenen yalanı yansıtmış oldu. 2. Dünya Savaşı'nın güçlüklerini yaşatmamak için Niksar'daki Ulu Cami'yi askerlerin buğday deposu olarak kullandılar. Yıkılmak tehlikesini böyle karşıladılar. Evimizin yakınındaydı. Doğrular her zaman egemendir.

Yalanla bir yere varılmaz.

Kaynak; 

http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yekta-gungor-ozden/yalanla-yasanmaz-2018832/


.................

Bıkkınlık veriyor


Bıkkınlık veriyor






YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN
2 Ekim 2017


    Siyasal ortam giderek Geriliyor. 
“Erken seçim” savıyla AKP Genel Başkanı Bay RTE'ın devlet biçimini değiştirme çabalarına yeni hamleler ekleyeceği konuşulmaktadır. Kurtuluş ve kuruluş felsefesine ters çıkışlarla lâik Atatürk cumhuriyeti ilkelerini yadsıyıp islâmcılığa soyunarak gerçekleştirilmek istenen yapının çağdaşlıkla ilgisi olamaz. “Parlamenter sistemin bittiğini” söyleyen iktidar yetkililerinin tek adamlıkla Türkiye'nin karşılaşacağı sorunları, yaşayacağı yitikleri düşünmedikleri, gözetmedikleri, seçmen çoğunluğunu değişik sunumlar, okşayıcısı söz ve yaklaşımlarla inandıracakları kanısında oldukları anlaşılmaktadır.

Siyasetçi gibi iktidar yandaşlığı açığa çıkan Danıştay Başkanı'nın kendi dönemi öncesini eleştirerek yargı bağımsızlığı konusunda yeterli bilgi ve deneyimi olmadığı, konuyu çay biçmek gibi hafife aldığı izlenmektedir. Bir AKP'li de bilime siyaset sokarak “Dünyanın düz olduğunu” ileri sürdü. Bu çapraşık, çelişkili, yavan yaklaşımlar siyasetin üzüntü veren dalgalanmaları, siyasal partilerin tam yandaşlık ve tam karşıtlıkla süren çalkalanmaları, artık bıkkınlık veriyor.

Hukuksuzluk, adaletsizlik ve ekonomik güçlüklerle bunalan toplumda barış ve dayanışma giderek zayıflıyor. Partizanlık dolu dizgin iktidar öncülüğünde sürüyor. Yalanlar, yakıştırmalar, olumsuzluk ve kötülükler her gün birbirine ekleniyor. Kuzey Irak ve güneyanadolu bölgelerinde verdiğimiz şehitlere ülkemizin başka yörelerinde verdiğimiz şehitler de ekleniyor. “Demokratik çözüm” söylemcileriyle Habur girişi düzenleyicilerinin neden olduğu PKK yerleşmeleri ve yığınakları her gün yürek yakıyor. Dayanılması güç durumlar yaşanmaktadır. Barzani'nin referandumda direnmesi, Suriye'de ABD ve Rusya yığınaklarıyla Esad'ın tutumu ve YPG yapısı ülkemizi güçlüklere sürüklemektedir. Bağırıp çağırmakla, “Ey!.. Hey!..” demekle bir şey sağlanamıyor. Almanya durumu ortada. Diplomasi yetenek istiyor.



Kaynak: http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yekta-gungor-ozden/bikkinlik-veriyor-2

...................

ADAM OLMAK


ADAM OLMAK



YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN
9 Ekim 2017

Halkımızın dilinde sık sık değişik nedenlerle kullanılan “Adam” sözcüğü genelde bilinen yapısıyla bir insanı değil nitelikli bireyi anlatır. Ahlâklı, görgülü, bilgili, çalışkan, tutum ve davranışlarındaki düzen ve düzeylilikle saygı kazanmış, yapamayacağı şeyin sözünü vermeyen, verdiği sözü tutan, aldatmayan, arsızlık ve yüzsüzlükle ikiyüzlülükten özenle kaçınan, saygılı, anlayışlı, güvenilir, kişilikli insan, adamdır.
Mevki, makam, unvan, rütbeyle, yetki, akçalı güç ve mal varlığıyla övünerek, kimi tanınmış kişilere öykünerek, siyasal yandaşlık ve yakınlıkla böbürlenerek dolaşanlara rastlanmakta, şımarıklık ve terbiyesizlikle neden oldukları çirkinlikler yazılıp konuşulmaktadır. Dalkavukluk (argoda yağcılık), şakşakçılık, yılışıklık ve çıkarcılıkla kimilerinin yanından ayrılmayan, yanlışlara “Doğru” diyen düşüklüklerle tiksinti duyuranları toplum ibretle ve nefretle izlemektedir.
Ün için, para, için, değişik yararlar ve beklentiler için kişiliklerini yitirenler, yaraşır olmadıkları yerlerde görülebilir. Ya siyasal bir destekle ya da saptanması güç bir yol, yöntem ve araçla umulmadık biçimde koltuğa otururlar, oturtulurlar. Kısa zamanda, iplikleri pazara çıkar. Üstlendikleri görevi kotarıp başaracak yetileri yoktur. Kimileri makam ve sıfatlarına bağlanan “Kâzip şöhret” denilen aldanışlarla tanındıklarından kendilerinden çok şey beklenir ama olmayan şey verilemez. Umulmadık davranışlarla, kimi gösterilerle, kavgayla kendini benimsetmeye çalışır ama “foyası” ortaya çıkar.
Siyasette, ticarette, sanatta, sporda, eğitimde ve üzülerek ekleyelim ki yargıda bu tiplere rastlanır. Görev giysisini nasıl kullanacağını, ne zaman susup konuşacağını bilmeyen, söylediğinin ayırdında olmayan kurum temsilcileri de çıkmıştır. Görev yerini poz verme katı sananlar da olmuştur. Devlet görevlisi olarak her yönden inan, güven ve saygıya yaraşır nitelik ve durumda bulunmak, adam olmanın başlıca koşuludur. Diplomayla, unvanla, oturulan katla adam olunmaz. İnsanlık değerleriyle uygunluğu, topluma katkıları ve örnek davranışlarıyla adam olunur. Nice deyim ve atasözünün konusu olan “adamlık” seçkin ve onurlu kişiliğin adıdır.

DURUM

Siyasal kesimden yükselen bozuk sesler ne durumda olduğumuzu, nasıl olabileceğimizi gösteriyor. Ağız dalaşında başı çeken AKP genel başkanı her fırsatta karşıtlarına çatmaktan geri kalmıyor. Siyasetin dilinde incelik, anlam, kişilere ve değerlere saygı, topluma güven verecek sıcaklık yok.
“Okumuş” denilenlerden kimi milletvekillerine, kimi yöneticilere, kimi üniversite öğretim üyelerine bakınız. Konuşmalarına, yaşam biçimlerine, tutum ve davranışlarıyla, kimden ve nelerden yana olduklarına. Üzülürsünüz. Yargıdakilerden kimilerine de. Ulusu temsil konumunda bulunanlardan beklenen özenle, duruşla ve tutumla ilgilerinin düzeyi üzecek ve düşündürecektir.
Yasama organından yükselen iktidar kükremeleri insanı kaygılandırıyor. 2023 ve 2053 hedeflerinin amaçları doğrultusundaki yapı olduğu, eğitim-öğretim uygulamaları, Atatürk'ü unutturma, Anayasa'nın ilk dört maddesini kaldırma saçma sözleriyle anlaşılıyor. İnsan yakınmadan duramıyor “Ne günlere, kimlere kaldık!” diyerek.



Kaynak:http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yekta-gungor-ozden/adam-olmak-3-2041526/


..................

25 Mart 2017 Cumartesi

HİÇ,

HİÇ,


Yekta Güngör Özden 
03.05.2004/Sayı:55


Atatürk Cumhuriyet’ini yıkma yarışında dış düşmanları geçen iç düşmanlar ne derlerse desin görünen köy kılavuz istemiyor. Kaldı ki böyle kılavuzlara da gerek yok. Ne oldukları, ne istedikleri, kimlere ve nasıl hizmet ettikleri çok belli. Yalan-dolan, abartı, arsızlık, yüzsüzlük, pişkinlik, sırıtma, pis dalkavukluk. Bilgisizlikle yoğunlaşan ahlâksızlık. Çıkar amaçlı düşüklük ve yanlılık. Paralı askerler türü bağımlılık. Bozukluklarının kanıtı saldırganlık. Bir şeyler söyleyip yazdığını sanan, oturtulduğu medya köşesinde verilen talimatları yerine getirdiği ölçüde şımartılan “karışık karıştırıcılar” gerçekleri tersine çevirerek okuyanları, izleyenleri aldatıyorlar. Bu hengâme içinde doğrunun, yararlının ne olduğunu ayırt etmek güçlüğünü çeken seçmen şaşkın. Yıllardır “evet” denilmesi için, her yolu, her yöntemi deneyen, para musluklarını sonuna kadar açan, siyasal baskıların en ağırını uygulamaya geçiren AB ve ABD’nin çabalarına karşın alınan sonuçlar bağımsızlığı, özgürlüğü, egemenliği, güvenliği ve onuru savunanları haklı çıkarmıştır. Bunca yüklenmeye karşın KKTC’de “evet”lerin %90 olması gerekirdi. Demek ki usunu kullanan, varlığının nedenini bilen, geleceğini güvenceye almaktan vazgeçmeyen karakterli, onurlu, değerbilir insanlar tükenmedi. “Hayır” diyenleri çözüm karşıtı olmakla suçlayan bilirbilmezler var. Kimse çözümsüzlüğü savunmuyor, istemiyor. İstenen, ezilmeden, erimeden, eğilmeden, eşit, onurlu, güvenceli biçimde Kıbrıs Devleti’nin asıl öğesi olmaktır. İsveç görüşmelerini, Annan’ın İngiltere kaynaklı ABD destekli amaçlı planını Lozan’la karşılaştırmak, Lozan’da ver-kurtulculuk oynandığını söylemek çirkinliğine, aymazlık ve sapkınlığına düşenler, ne dediklerini bilmeyen bağnazlardır. Bir yaşlıya, bir büyüğe, bir devlet başkanına nasıl hitap edileceğini bilmeyecek ölçüde gözü dönen, terbiyesini yitiren patron maşalarının kullandığı sözcükler, okuyanları tiksindirmektedir. Aynı yayın organında birbirinin tersi yazılar, düşünce özgürlüğünün değil, medya çarpıklığının göstergesidir.

Kıbrıs sınavı

Kıbrıs konusunda söylenecek o kadar çok şay var ki, sıralamakta, doyurucu düzeyde belirtmekte güçlük duyuyorum. Ancak Kıbrıs olayları çok kişi ve kuruluş için gerçek bir sınav oldu. TBMM, Cumhurbaşkanlığı, Milli Güvenlik Kurulu, Bakanlar Kurulu, siyasal partiler, demokratik kitle örgütleri, medya başta olmak üzere, kimin ilkeli, tutarlı, kararlı, etkin ve içtenlikli olup olmadığı daha iyi anlaşıldı. Özellikle Genelkurmay Başkanı’nın okuduğu ve konuştuğunun birbine bağlantısı unutulup değişik görülmesi, yansız görünme özeni ile yeterli açıklıktan yoksun bulunması, Cumhurbaşkanı’nın kimi yetkilerini kullanmaya gerek görmemesi sürekli tartışılacak ve sık sık anılacaktır. Düş kırıklığı, umutsuzluk, güvensizlik artmaktadır. Anlamsız ve aşırı hoşgörü demokratlık değildir.

Dayatmalı oylamanın sonuçlarını iyi değerlendirmek, gerçekçiliği elden bırakmamak gerekmektedir. Kanımca “ hezimet ” sayılması gereken sonucunun “zafer” gösterilmesi aldatmacanın âlâsıdır. Hem de dik âlâsı. Oylama sırasında bile rumların yeni kazanımları Plan’a ekletip işlettikleri gerçeği karşısında Kıbrıslı Türklerin ne aldığı, ne kazandığı hiç sorgulanmamıştır. Durumları iyiye mi, kötüye mi gitmiştir, içtenlikle ilgilenen olmamıştır. Tüm çabalar, AKP iktidarının bir şey yaptığı, bir şeyler kazandırdığında yoğunlaşmış, odaklanmıştır. Siyasal gösteri için Kıbrıs gözden çıkarılmıştır. Bunun da asıl nedeni AB’ye girme yolunun açılmasıdır. Oysa şimdiye kadar nasıl oyalamışlarsa bundan sonra da öyle oyalayacaklar, yeni bahanelerle yeni ödünler koparacaklardır. Şimdi KKTC’ye ekonomik destek, ambargonun gevşetilmesi, AB bürosu açmak gibi etkisiz göstermelik yaklaşımlar, çoğu boş sözler rüzgârı estirilmektedir. KKTC’nin tanınması gibi bir aşama asla gündemde yoktur. Kıbrıs’ta toplam %89.1 “evet” oyuna karşılık %110.9 “hayır” oyunun çıkması rumların istediği doğrultuda sonuca gelindiğini göstermektedir. Asla unutulmamalıdır ki, rumlar birleşmeyi istemedikleri gibi Türklerin adada bulunmasına da katlanamamaktadır. Megali İdea’dan, Enosis’ten vazgeçmeleri olanaksızdır. AB dağılırsa Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması ilkedir. AB üyeleri ve ABD açıkça ve çok yanlı biçimde Yunanistan’ı tutmakta bu nedenle Kıbrıs’ın acı gerçekleri gözardı edilerek yapay ve yararsız bir birliktelik için uğraşılmaktadır. KKTC iktidarı Türkiye Cumhuriyeti’ni istememekte, rumlara, Yunanistan’a bağlılık ve bağımlılığı yeğlemektedir. Tüm sorun, çıkarda düğümlenmektedir. Türkiye’nin güvenliği kimsenin umurunda değildir. Tek rum devleti oluşturmak, Kıbrıs’ı Yunan adasına çevirmek çabası açıkken tehlikeleri önleyen, erteleten, evetçileri kurtaran, hayırcılar oldu. Geçiş düzenlemesi, para yardımı, tüzük değişikliği, sınır belirlemesi de rumların aldıkları yanında bir hiç.

Sözde Dostlar

Türkiye’den beklentileri nedeniyle arada sırada gülümseyen sözde dostların sözleri de inandırıcı değildir. Aldatıldıklarını açıklamalarına karşın rumları antlaşmalara aykırı biçimde AB’ye alanların sınırlı tepkisine rumlar gülüp geçmektedir. Onlar için değişen bir şey yoktur. “Hayır” demekle kendi ayrıcalıklarını vurgulamışlar, dış baskılara boyun eğmediklerini, istemediklerini kabul etmeyeceklerini göstermişler, onurlu davranmışlardır. M. A. Talat yönetimi ödünler vermiş, vereceğini göstermiş, yalvar yakar olmuş, rumların yararına Türklerin zararına her maddeye katlanmış, aldatıcı reklamlar ve ısmarlama toplantılarla oy artırmaya çalışmış, çıkar için Plan nasıl olursa olsun kabul edeceklerini açıklamış, sonuçta yalnız, elleri boş kalmıştır. Rumların bile istemediğine razı olarak ezilip büzülmüştür. AB’nin, ABD’nin çabaları barış için değil, yeni haçlı seferinin başarısı içindir. Adaletsiz, haksız, yanlılığı çok belirgin plan ve dayatmalı referandumu desteklemek başka anlama gelemez. Şimdi yeniden referandum çıkışları duyulmaktadır. Sözde dostlara asla güvenilmez. Hukuka uygunluğu gözetmeden neler önerecekleri belli olmaz. Kimbilir yakında neler getirecekler, neler görecek, duyacağız? Bu kadar ödün verdikten sonra AB ve ABD gülmüş, yakınlaşmış ne çıkar? Irak’taki çuval unutuldu mu? Afganistan için yeni görev zorlaması yok mu? Büyük Ortadoğu Projesi nedir? Kıbrıs’ta bir şey alınıyor mu? Rumların eklettiği, doldurttuğu boşluklara karşı Kıbrıs’lı Türkler için Plan’da küçük bir düzeltme oldu mu? Olacak mı, olabilir mi? Yazılan haksızlıklar, eşitsizlikler, kurumların oluşum ve yetkilerinden vergi paylarına uzanan çizgideki ayrıcalıkları, nüfus ve konut sorunları, Türk gemilerine sınırlama ne olacak? Batının amacı Kıbrıslıları Türkiye’den ayırmak, Türkiye’nin ilişkisini tam kesmektir. Verilmiş görüneni sonradan alan siyasi kurnazlık ürünü düzenlemeler. Verilenleri saklayan, Batı yanlısı, hattâ tutsağı medya. Dincilerin “cennet” sözü gibi çıkarcı Batıcıların “AB’ne girme” sözünün boşluğu, kaba sözler, çirkin yakıştırmalar, nereler kimlerin eline geçti, kimler neredelerde oturuyor, hangi yetkileri kullanıyor, ibretle izliyoruz. Aşağılamalara, çuval olayı gibi, tepkisiz, duyarsız bir yönetim. Tüm dertleri amaçladıkları düzeni gerçekleştirmek. “Bile bile lades” sözünü anımsatan tutumları da dış destek ve koruma için. Laiklik konusundaki çelişkili tutum ve sözleri ortada. Parayı onurdan üstün tutan pespayeler alkış tutuyor. AB zaptiyeleri böyledir.

Ya Bizimkiler(!)?

Sözde dostlar bir yana ya içimizdekiler? Kimi görevdeki ve emekli diplomatlar dahil ilgililerin çoğu Türkiye Cumhuriyeti’nin değil, karşıtlarının adamı gibi çalıştılar. Hele gazete köşelerinde ne olduklarını bir kez daha gösteren nağmeler dizenler. Denktaş’a saldırıp istifaya çağıranlar. AB düşkünlüğü, bağımlılığı giderek tutsaklığa dönüştü. “DEP davasını AB için Kıbrıs’tan sonra yeni bir engel kılmağa kimsenin hakkı yok.” diye kendi yargısını azarlayan, köşesini evetçilere bırakan enseciler, yapılanların Lozan’da da ver-kurtulculuk yapıldığını anımsattığı ileri süren palavracılar, neler neler. TBMM’nin “Şey”le gündemdeki başkanının 23 Nisan resepsiyonunda konuşulanlar insanı acı acı güldürüyor. Kıbrıs gidiyor, ülkede neler oluyor, orda neler konuşuluyor... Ne PKK/KADEK’in yeni saldırıları, ne amaçlı Anayasa değişikliği, ne irtica yuvalarının basılması, ne işsizlik, eğitim, kadrolaşma hiç biri gündemde değil. Bir belirsiz güç gözleri kapamış, kulakları tıkamış, dilleri bağlamış, elleri kelepçelemiş, ayakları demirlemiş gibi.

İktidar başının övgülerinden geçilmiyor. “Dünyanın 100 etkin kişisinden biri seçildiği”ni yabancı basından aktararak duyuruyorlar. Aynı yabancı basın Atatürk’ü nasıl değerlendirmişti, unutuldu mu? Yabancıların işlerine geldikçe çocukların elma şekeriyle kandırılmasına ağırlık verildiği gibi Türkiye’yi iyice avuçlarının içine almak için iktidarı okşayıp duruyorlar. Tam bir siyasal alış veriş. “Al takke ver külah” sözünü hatırlatıyor. Recep Tayyip ne yapmış da etkin olmuş? Kimleri nasıl etkilemiş? Batı bu kadar zayıf ve edilgen mi? Yoksa yine vücut dili mi konuşturuluyor? Neresinden bakılsa amaç ve araç belli. Valilikler ve üniversiteler de bozulacak.

Kimi eski faşist yeni şeriat özentisi de “ılımlı İslam”la getirilmek isteneni benimsetmeye çalışıyor. Şeriatı yararlı, şirin ve gerekli göstermek için islamiyetin sert yanlarının bırakılarak uygulanması anlamında bir gereksiz çıkışa yandaş toplamak istiyor. Aslında şeriatın açılımına ortam ve iklim hazırlanıyor. Din, dindir. İslamiyet de islamiyet. Ilımlısı, ateşlisi, serti, yumuşağı diye ayırmak dinin doğasına, niteliğine, yapısına aykırı. Dini din okutmaktan çıkarıp siyasal amaçlı sömürü, şeriatı yerleştirme çabalı yozlaştırma sonucu teröre elverişli kılma çabalarını kırmak yerine büsbütün köktendinciliği kışkırtmak için ustalıklar, oyunlar sergileniyor. Abant toplantılarını Washington’a taşımanın başka anlamı yoktur. ABD kendini Irak batağından kurtaramamışken Türkiye’ye yeni çerçeveler çizmekte, hazırlıklarına omuz vermektedir. Dinciler de inanç temizliğiyle Fethullah Gülen’in ABD konukluğunu nasıl bağdaştırdıklarını vicdanlarına sormamaktadır. Orda kimin yanında, kime yararı oluyor, kimlere ne yapıyor, neler yaptırıyor? Ateist ve teröristi bir tutmanın yanılgısı düşünce düzeyini ortaya koymaktadır. Yineliyorum, bilgili ve terbiyeli bir kimse inançsız da olsa inançlara saygılıdır. İnanca saygı, onun sahibi kişiye saygının doğal gereğidir. İnançsızı teröristle bir tutmak, ikisinin de ne olduğunu bilmimiktir. Amaç, varsa islamiyetin ateşini düşürmek, yanılgılarla, yanlışlıklarla gölgelenmesini önlemek değil, laikliği sulandırmak, yozlaştırmak, etkisiz ve geçersiz kılmaktır. Türkiye’nin bugünü ve geleceği ABD’de biçimlendirilmekte, görevlileri saptanmakta, yeni reçeteler bu amaçla hazırlanmaktadır. “Ilımlı islam” da bir ABD dayatmasıdır. Bu çıkış kimi AKP’lileri bile ayağa kaldırmıştır. Öylesine tehlikelidir. Ayrıca teröristlerin dindarlardan değil, dincilerden çıktığı da unutturulmak istenmektedir.

Ortak yanları

Bir tanıdık sıkılarak ve çekinerek söylüyordu “Bırakınız fog-mog çocuğunu, ne çocuğu olduğu belirsiz, arsız-yüzsüz, soysuz-terbiyesiz, rezilden de rezil, pişkin ve sırıtkan, Türkiye, Türklük, Atatürkçülük, insanlık düşmanı kaşağılık aşağılıklarla gideceğimiz yer bellidir. Sevr’in intikamını, Lozan’ın öcünü almaya kararlı Batı işbirlikçilerini bulmuştur. İşte ermeni soykırımı tasarılarının geçişi. Gıkları çıkıyor mu? İttihatçıların torunları boş durmuyor. Gençleri kandırıp kırdıran dönekler Lozan’ı suçluyor. Yüzü kara olanlar enselerin karartılmamasını isteyerek omuzlarımıza, sırtımıza haçlıları oturtuyor. Hangisi bizim kadar içtenlikli, hangisi bizim kadar barıştan yana, hangisi bağımsızlıkçı?” Doğruyu kınamak doğru değildir. Bir şey söylemeye gerek yok. Powell demedi mi “Rumlar merak etmesin, 1974 tekrarlanmayacak” Peki kıyıma uğrayan Türkler miydi, Rumlar mı? Niye “İki yan da merak etmesin” ya da “Türkler de merak etmesin” demedi. Onlar için AKP iktidarı çantada keklik. Kurşun askerlerle oynayan çocuklar gibi ne isterlerse yaptıracaklarına eminler. Fransa’da 15’i aşkın ermeni anıtına yenileri ekleniyor. ABD Califonria Valisi Schwarzenegger “Konstantinopolis” diyerek 24.04.2004’ü “Ermeni Soykırım Günü” ilan etti. Kanada Avam Kamarası Ermeni Soykırım Tasarısı’nı kabul etti. Cılız, sönük, zayıf, etkisiz yanıtlarla geçiştiriliyor. Haklı çıkışın, onurlu duruşun, eşit konumun hiçbir belirtisi yok. Türk-Osmanlı sentezini benimseyenler hiç ilgimiz olmayan Osmanlı’yı bile savunamıyorlar. Bilimin dinleri inceleyebileceğini ama dinlerin bilim olamayacağını söyleyemiyorlar. Vatanı olmayanın dininin olmayacağını bilmiyorlar. Ümmet düşüncesi kişiliğin, ulusun, bağımsızlığın önüne alınıyor. Laiklik güvenceyken değeri bilinmiyor, yadsınıyor. TBMM komisyonunda laiklere çamur atılıyor, laiklik suçlanıyor.

Nasıl Türk Ceza Yasası’nın 163. maddesi (Özal zamanında oldu) kaldırılınca şeriatçılık ve terör arttıysa şimdi de Leyla Zana’yı düşünce suçlusu (!) gösterip yapılacak yeni değişikliklerle düzenlemelerle etnik terörü azdıracaklar. Kendilerini köktendinci ve etnik teröre araç durumuna getirenleri doğrulara çekmenin olanaksızlığını bilmeyecek, olanları görmeyecek, olacakları kestiremeyecek durumda olanlar siyasete soyunursa böyle olur. Oy toplayacaklarını sanarak verdikleri ödünlerle Türkiye’nin temelini yıkmaktadırlar. Kimileri de parti parti dolaşıp bir yere kapılanmak için kişiliğini gözardı edip yanaşma çabaları içindedir. Bu arada en önemli olay Kürtçülerin tahliye edilmeyip yine cezaya çarptırılmalarına kızıp Türk yargısına saldıran Avrupalılara etkin yanıtlar verilmemesidir. Bağımsızlığını tartışmalı duruma getirdikleri Türk Yargısı’na yabancıların saldırısı kendilerinin aymazlık ve bağnazlıklarının belirtisidir. Yanlılıklarının ve Türkiye düşmanlıklarının çirkin yeni örnekleridir. Türkiye’de ilgilenilecek başka konu, kurum ve kişi yok mudur? Durumu kötü olan yalnız Leyla Zana ve arkadaşları mıdır? Olayın içeriğinden yeterli bilgileri var mıdır, yoksa içimizdeki işbirlikçilerinin etkisiyle ısmarlama işlemler, amaçlı destekler peşinde midirler? Türkiye Batının sömürgesi midir, mandası, dominyonu mudur? Recep Tayyip AB’nin Türkiye Genel Valisi midir? Kıbrıs’ta Kuzey’in “evet” demesi için Güney’in “hayır” diyeceğini günlerce işleyen medyanın yaptığı kışkırtıcılık, kurduğu baskı, görevlendirdiği kişiler gözetilirse bağımsızlığımıza ve onurumuza yönelik saldırılardaki suskunluğuna ne anlam verileceğini belirlemek güçleşiyor. Eşine az rastlanır, hatta benzeri görülmemiş bir pişkinlik ve utanmazlıkla sürdürülen Kıbrıs yayınları tarihimizin “mütareke basını” sayfalarından daha karanlık olacaktır.

Son günlerde anamuvafakat partisi durumuna düştüğünü üzülerek izlediğimiz yine de ABD ajanlarının el atmasından, ele geçirmesinden çekindiğimiz CHP’lilerin yanlış kalkışmalarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Yasası’nın 35. maddesi gündeme geldi. Bilinen karşıtları nasıl da sevindiler. Unutuyorlar ve bilmiyorlar ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu gücü içinde Silahlı Kuvvetler’in önemli bir yeri vardır. Nasıl Anayasa’da ulusun egemenlik hakkını yetkili organlar eliyle kullanacağı öngörülmüşse, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en doğal görevi olan Cumhuriyet’i koruyup kollamanın da hukuksal bir vurgulaması olacaktır. Laik Cumhuriyet’i kuran Atatürk’ü yetiştiren ocağın önderine, Başkomutan’ına bağlılığın olağan ve gerekli bir anlatımını 35. madde yansıtmaktadır. Bu yalın anlatımı darbe dayanağı sanmak ya da öyle göstermek büyük bir yanılgıdır. Darbeler doğal direnme hakkının kullanılmasıyla olabileceği gibi çoğunlukla yasadışı olarak gerçekleşir. 35. maddeye bahane gösterip Silahlı Kuvvetler’i çekindirecek, etkisiz kılacak, hatta dışlayacak biçimde öneri getirmenin anlamı yoktur. Bu olsa olsa Milli Güvenlik Kurulu’na ilişkin düzenlemeyle başlayan Silahlı Kuvvetler’i suskun, tepkisiz, ilgisiz, iktidar buyruğunda bir güç kılma amacına hizmettir. Şeriatçıların girişimlerinin önündeki başlıca engelden, laikliğin ödünsüz ve gerçekçi bir koruyucusundan kurtulmak istenmektedir. Ulusun en güvendiği kurumdan korkanların sık sık bu tür istek ve paslaşmalarla zaman alacağı, gündem değişikliği sağlayacağı sezilmektedir. Silahlı Kuvvetler karşıtları sevindiklerini saklamıyor.

Yine ve her zaman laiklik

Geçmişi geleceğinin göstergesi olan kimi yazarların iktidar palyaçoluğuna soyunduğu ortamda laikliğin eleştirilmesi beklenen bir yaklaşımdır. Anayasa Mahkemesi’nin sıkmabaşla ilgili ilk kararında bilimsel yönden incelenip kezlerce tanımı yapılan laikliği yalnızca din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak göstermek yeterli değildir. Din ve vicdan özgürlüğü, kişinin istediği inanca bağlı olması, onu yaşamasıdır. Laiklik bu özgürlüklerin güvencesidir. Ailede, okulda, devlet yönetiminde dayanağın inanç değil, hukuk, akıl, uygarlık, yaşam gerekleri olduğunun bilinmesidir. Laiklik dinlerin olduğu yerde vardır, olmadığı yerde yoktur. Başta inanç ve düşünce özgürlüğü olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerin güvencesi bağımsızlığın, demokrasinin kaynağı, siyasal, hukuksal, ulusal birliğin dayanağı, eşitlik, kardeşlik, insanlık, barış, bilimsellik ve çağdaşlığın en sağlıklı ortamıdır. İnanç karşıtlığı değil, inançlar yönünden devletin saygın bir yansızlığıdır. Yüzlerce tanımı yapılabilir. Türkiye’de laiklik sayesinde barış, toplumsal dayanışma, tam bir inanç özgürlüğü vardır. Batılıların katılığı yanında Türk ulusunun inancını yaşamaktaki hoşgörüsü örnek olacak düzeydedir. Kimsenin inancına karışılmamakta, dinsel görevlerini yerine getirmesi engellenmemektedir. Dünyadaki müslüman çoğunluğu barındıran ülkeler içinde hiçbiri Türkiye’deki kadar inancını özgür yaşamamaktadır. Hiçbirinde Türkiye’deki kadar demokrasi ve uygarlık yoktur. Köktendincilerle iç ve dış destekçilerinin “din özgürlüğü olmadığı” savı tam bir yalandır. Onlar din sömürüsü olduğunu dinsel terörün sürdüğünü söylemez saklarlar. Türkiye’de kimse inancı konusunda laiklerden zarar görmemiştir. Laikler insan yaralamamış, yakmamış, öldürmemişlerdir. Hücre evleri, domuz bağları, insan kaçırıp boğarak öldürme, oruç tutmadığı için dövme, sıkmabaşa olur vermediği için düşman ilan etme, kötülükleri, insanlıkdışı davranışları yoktur. “Devletin laik olacağı, bireyin olmayacağı” görüşü de bilgisizlik ürünüdür. Amaçlı bir anlatımdır. Lakliği benimseyen, koruyan, yaşamında uygulayan insan laiktir. Laik devleti de ancak laik olanlar yönetir, laikliği ancak bu nitelikte olanlar uygular. Ülkemizde laikliğe ters düşen oluşumlar, laiklerden değil karşıtlarından gelmektedir. Siyasetçilerin ödünlerle yozlaştırmaya çalıştığı bu kavramın, bu kurumun değerini bilmek zorundayız. Mezhep kavgalarının, köktendinciliğin önlenmesi, insanlığın erdeminin hakkıyla yaşanması için laikliğe önem göstermeliyiz. Daha birkaç gün önce Sakarya ve Kahramanmaraş’ta medrese eğitimine baskın yapılarak irticai kalkışmalar izlemeye alındı. Denizli Garnizon Komutanı’nın uyarısı unutulmadı. Toplu namazlar, devlet yapılarından yükselen ezan sesleri, mescitler, tarikat dayanışması, köktendinci kadrolaşma, imam hatip okulları kavgası, gerici giysilerin arttığı sokaklar, neler neler... Laikliği kendi anlayışlarına uygun duruma getirip şeriatçı açılımlarını sağlamak için yabancı destekli toplantılar büyük giderlerle düzenleniyor. Kimi rektörler de bu tehlikeli açılımı destekleyerek, kendi üniversitesini anlayışlı gösterip reklamcılık yapıyor. İmam hatipleri övenleri “geleceğe doğru gelişim” diye sunan çürük beyinliler çıkıyor. Şeriatın yeni adı “ılımlı İslam” olacaktır. Şeriat bu adla yumuşatılarak dayatılacaktır. Gericiliğe, köktendinciliğe, şeriatçılığa karşıtlık sözde islamiyeti yumuşak gösteren bu adla önlenecektir. Bu ad, bu niteleme, bu tanım islamiyete aykırıdır. Ama amaçları için dini de araç olarak kullanan kafalar bu aykırılıktan da kaçınmazlar. Gerçekte ne demokrasinin islamcısı, ne de islamcının demokratı olur. Din dindir, demokrasi de demokrasi. Din siyasallaştırılırsa demokrasi dinselleşir, demokrasi olmaktan çıkar. “Ilımlı islam” şeriatçılığın benimsetilip uygulanmasına hız vermek için getirilen ara formüldür. Böylelikle insani ve demokratik gösterilip şeriat daha kolay uygulanmak istenmektedir. Gerçekte ve özde bulunanla değişen ne ki “ılımlılık” öneriliyor? Dini her yere sokmak çabası açıklıkla saptanmaktadır. Aynı kafalar soykırımı yadsıyıp kürtçü açılımların düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesinden yanadır. Gerçeklerin bu ölçüde uzağında olanların nasıl siyaset yaptıklarına şaşanlar giderek artmaktadır. Saddam Hüseyin’in diktatörlüğünü ağır biçimde kınamakla birlikte ABD işgaline karşı çıkışını desteklemeyi “Saddamcılık” saymakta direnen kepazelerin yabancı uşaklığının yarattığı tiksinti gibi. ABD’de, Almanya’da, Fransa’da, başka ülkelerde zindanlarda çürümekte olan soydaşlarını bırakıp zararlılar için af isteyenler bakalım gelecekte nasıl anılacaklar?

Türkiye’de laikliğin “din düşmanlığı” olduğunu söyleyenler laiklik düşmanı şeriatçılardır. Şeriatın ne olduğunu da doğru dürrüst bilmezler, tarih de okumamışlardır. Son yıllarda olanları da gözardı ederler. Bunları kandıran Batılı da “din özgürlüğü yoktur” savıyla okşayıp daha çok ödün almaya koyulur. Yabancılara güvenen yabancılaşır.

Ve her zaman Atatürk

İktidarın dolu dizgin gidişine ayak uydurmak için kendini yadsıyan kişiler ve kuruluşların bu ölçüde olacağını sananlar azdı. Yargının bile etkilendiği konuşmalardan, önerilerden, tutumlardan anlaşılıyor. İç ve dış borç, kayıtdışı artışları sürüyor. İşsizlik büyüyor. Ücretler eriyor. Yatırım yapılmıyor. Kimse ekonominin iyi gittiğini ileri süremez. Halkıyla alay eden halktan olamaz, halk adamı olamaz. Üniversiteler, yurtsever işadamları, memur, işçi aileler yakınıyor. İktidar amigoları, iktidar mızıkacıları hangi şarkıyı söylerse söylesin güçlükler dayanılmaz, katlanılmaz çizgiye geliyor. Kıbrıs’ta yeni oyunlara başlanacaktır. Durumu fırsat bilip yeni ödünler isteyeceklerdir. AB’ye ve ABD’ye asla güvenilmez. Hukuka aykırı nice çözüm önerileri dayatacaklardır. Elverişli iktidar onların iştahını kabartmaktadır. Oyalama, avutma, çarpıtma, saptırma, dayatma, kandırmaca, alavere dalavere “Kıbrıs Yunanistan’a” yapacaklar. Suları bulandıracaklar. Umarız kanlandırmazlar.

Tüm iç ve dış olumsuzluklara, gerçekleşmesini asla istemediğimiz kötü olasılıklara karşı umutluyuz. Çünkü Atatürkçüyüz. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının nelerle karşılaştıklarını bildiğimizden korkmuyor ve çekinmiyoruz. Kaçınmıyoruz ve yılmıyoruz. Korkaklar, çıkarcılar, nankörler, ilkesizler, ikiyüzlüler, dönekler, sapkınlar, aymazlar ayrılacaklar, dökülüp gidecekler, bitip tükeneceklerdir. Tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği, çağdaşlığı, onuru, saygınlığı, güveni ve insanlığı yeğleyenler canlarını adayarak koşacaklardır. Atatürk’ün en elverişsiz ortamda, en kötü koşullarda olanaksızlıklar içinde güçlükleri yenip verdiği savaşlar gözetilirse yapmamız gereken çok şey olduğunda birleşiriz. Bu gerçeklere gözlerini kapayıp Atatürk aleyhinde giderek artan yayınları, Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasındaki tüm karşıtlarına yollama yapılarak yazılanları yanlı ve abartılı değerlendirmeleri, gerçeklerin amaçlı biçimde tersine çevrilmesini gördükçe araç olanların insanlıkları kuşku veriyor. Kini, nefreti, değişik nedenli bozuklukları yansıtan yapıtlar, kürtçü, hilafetçi, ermeni, rum yandaşlığının paketidir. Kurtuluş Savaşı küçümsenmekte, Anadolu’yu gerçek sahiplerinden alma biçiminde tanıtılmaktadır. Sapkınlığın bu ölçüde alçaklığa dönüştüğü az görülmüştür. Bunlar nasıl okullarımızda okumuşlar, ekmeğimizi yemişler, suyumuzu içmişler, havamızı solumuşlar bilinmez. Bu tür yaklaşımların bilimsellikle hiçbir ilgisi olmadığı açıktır. “Resmi tarih” diye genişletilen suçlamalarıyla Atatürk’ün Büyük Söylev’i sözde yanıtlanmakta ve yalanlanmaktadır. Yasal geçerliği tartışmasız sağlıklı belgeleri de kapsayan saldırıları, aşağılık duygularından kaynaklanan hafife alma çabaları, dedikodularla, düşünce pislikleriyle doludur. Ismarlamacı yazarlara göre Atatürk’ün karşıtları kusursuz, haklı ve doğrudur. Yalnız ve hep Mustafa Kemal suçludur. Atatürk suçlu ise yurdu kurtarıp bağımsız devlet kurduğu için suçludur. Biz de Atatürkçü olduğumuz için suçluyuz. Yineliyorum: Türkiyemizle özdeşleşerek kurumlaşan, Türkiye Aydınlanmasının kaynağı, tam bağımsızlık, özgürlüğün, ulusal egemenliğimizin simgesi Atatürk bizim her şeyimizdir. Atatürkçü olmak onurdur. Ölmek de yok dönmek de yok!

Kutlama

Yeni af yasalarıyla sıkmabaşlı gerici militanların üniversitelere doldurulup istenmeyen olaylara ortam hazırlandığı bugünlerde Atatürkçü gençlerin canla başla çalışarak aldıkları sonuçları, alacaklarının güvencesi sayarak kendilerini kutluyorum. Değişik bağlamda tembelliğin, umursamazlığın, adam sendeciliğin, ilgisizliğin, tepkisizliğin giderek arttığı, suskunluğun yaygınlaştığı günümüzde sorunları bilerek ve çözümleyerek Atatürk yolunda birliktelik, dayanışma ve Atatürkçü başarılar için didinen İleri dergisi ve TÜRKSOLU gazetesi emekçilerinin ikinci yıllarını da kutluyorum. Gelecekleri için en iyi dileklerimi açıklıyorum.

(Gerici gazete ve dergileri Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sevindirmesi bile TÜRKSOLU’nun başarılarından biridir.)


http://www.turksolu.com.tr/55/ozden55.htm


***

17 Şubat 2017 Cuma

DEMEÇ..,



DEMEÇ..,


















Yekta Güngör Özden:

Gökçe Fırat FETO’cu değildir, Kemalizm’e Sımsıkı Bağlıdır


Gökçe FIRAT’ı Fetocu’lukla ya daherhangi bir biçimde onlara yardım,destek, katkı ve katılmayla suçlamanıngerçeklerle bağdaşamayacağıgörüşündeyim. 
Atatürk karşıtlıklarını çekinmeden sergileyenlere yazdıklarıylakarşı çıkmış, FETO’cuları başyazarıolduğu Türk Solu gazetesinde herkestençok kınayıp eleştirmiştir. 
Kemalizm’e sımsıkı bağlılığını yansıtan yazı ve konuşmaları ortadadır.

Onbeş yılı aşan tanışmamızdan bu yana tutum vedavranışların da kişliği ile bana güvern veren, çalışmalarıyla beğenimi kazanan yazar Gökçe Fırat’ın sakıncalı
bir durumuna rastlamadım. Güvene, saygıya, başta ATATÜRK, ulusal değerlerimize ve ilkelerimize gösterdiği özenle hep arkadaşları arasında özgün bir yeri olduğunu izledim. Yürürlükteki kurallara aykırı bir eylemine, duruşuna
rastlamadım ve böyle bir ortam içinde olduğunu duymadım.

İnsanlık ve nezaket gereği kimi yerlerde bulunması, kimileriyle
yan yana gelmesi, el sıkışması ve fotoğrafta yer alması, her zaman terbiyeye aykırı bulunacak kaçınılmaz durumlardır. Bu tür birliktelikleri hukuka aykırı bulmanın uygarlıkla ve demokrasiyle ilgisi yoktur. Hele bir yazar için karalama ve suçlama nedeni sayılmasını anlamakta güçlük çekiyorum. Ceza konusu bir olaya kaynak olmadan, böyle bir olaya karışmadan, kanıt olmadan,
kimi yakıştırma ve yorumlarla, hele kesinleşmiş bir yargı kararı
olmadan suçlu sayılmasını asla doğru bulmuyorum.

Kaldıki, Atatürk karşıtlıklarını çekinmeden sergileyenlere yazdıklarıyla karşı çıkmış, FETO’cuları başyazarı olduğu Türk Solu gazetesinde herkesten çok kınayıp eleştirmiştir. Kemalizm’e sımsıkı bağlılığını yansıtan yazı ve konuşmaları ortadadır. Basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken yazılarıyla
Ulusal Parti Genel Başkanı olarak siyasal yönelişine ilişkin açıklamaları demokratik gereklere göre değerlendirilmelidir.

Sakıncalı bir eylemi, konuşması, yazısı, katılımı kanıtlanmadıkça
suçlu gözüyle bakılamaz.

Gökçe Fırat’ı Fetocu’lukla ya da herhangi bir biçimde onlara yardım, destek, katkı ve katılmayla suçlamanın gerçeklerle bağdaşamayacağı görüşündeyim. Yansız yargının gerçeği saptayacağı umudunu taşıyorum. Tutuklandığını duyunca
Şaşırdım ve üzüldüm. 

Aydınlık gelecek diliyorum.3



http://www.turksolu.com.tr/pdf/525.pdf

12 Mart 2015 Perşembe

DEMOKRASİ SEVDALISI.. YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN,



DEMOKRASİ  SEVDALISI..  
YEKTA  GÜNGÖR  ÖZDEN,




Yekta Güngör Özden - Laiklik İçin...


Yekta Güngör Özden
Laiklik İçin...
Atatürk'ün lâiklik ilkesinden verilen ödünlerle başlayan süreç, son yirmi yıldır, Türkiye'nin hızla Şeriatçı Ortaçağ karanlığına sürüklenmesi ile devam ediyor. İmam hatip okulları, türban zorlaması, ılımlı İslam son dönemlerin gündemi işgal eden başlıca konuları.

Anayasa Mahkemesi eski başkanı Yekta Güngör Özden, daha 1950'li yıllardan başlayarak, lâiklik konusunda giriştiği büyük mücadelenin ürün ve belgelerini bu kitapta topluyor.
Anayasa Mahkemesi'nin Refah Partisi'ni kapatma kararından, mahkemelerde ve üniversitelerde türban yasağına, 163. maddenin kaldırılmasına karşı mücadeleye kadar, son yılların en önemli tartışma konularını, en önemli tanıklarından biri olan Yekta Güngör Özden'in kaleminden okuyacaksınız.

3. baskı, 704 sayfa, 30 YTL

İÇİNDEKİLER  SUNUŞ 

ÖNSÖZ 
Gençlik Andı


I- TÜRKSOLU YAZILARI

Sarıklı ve çarşaflı sulu demokrasi
Bu ay da böyle geçti
Görünen köy
Biçimsel demokrasi
Akıntıya kürek
Ne olacak
Nereye? Neden? Nasıl?
Sapkınlık (ihanet)
Bu kafayla..
Çıkmaz sokak
Yazık!
Ne durumdayız?

II- YAZILAR

Çıkarken
Devrim Gençliği
Devrimimiz ve Avrupa
Atatürk ve Anıt-Kabir bizim için nedir?
Gaflet, dalâlet, hıyanet
Başkanın köşesi
Atatürkçüler neredesiniz?
Lâikliğin Türkiye için ulusal ve hukuksal değeri
Ne mutlu Atatürk olanlara!..
Lâiklik konusunda kimi sapmalar-saptırmalar
Atatürk utkusu
Yeni insan hakları, yeni hukuk devleti tanımı
Aydınlanmanın ve çağdaşlığın önünde kimi engeller
Atatürk'ü anlamak
Unuttuklarımız..
Sona doğru
Yazık!
Türkiye düşmanları
Lâik Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu
Genel durum ve görünüm
Lâiklikten ödün verilemez
Devrim Yasaları...
Hangi yüzle?
Din-inanç sömürüsü

III- KONUŞMALAR

Biz Atatürk'e candan bağlıyız
Bugün ne varsa 29 Ekim'in sonucudur
Atatürk'e insanlık borcumuz
Lâiklik
3 Y- Yasama, yürütme, yargı ve demokrasi
Lâikliğin hukuksal ve siyasal boyutları
Atatürk ve hukuk anlayışı
Cumhuriyeti sonsuza dek yaşatacağız
Ne mutlu Atatürk'ü olanlara
Türkiye'yi Türkiye yapan ilkelerden ödün vermek ölümdür
Türkiye düşmanlarına kanmayalım
Atatürk bize gerçekçiliği öğretti
Atatürk ilkelerini yıpratmaya kimsenin gücü yetmez
İnsan hakları ve lâiklik
Sivas olayı bir vahşettir
Şeriatla demokrasi bağdaşmaz
Atatürk içimizdedir
Lâiklik tüm hak ve özgürlüklerin güvencesidir
Ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık
İlkelerden ödün verilemez
Atatürk ve lâiklik
Kapıkulu olmaktan Atatürk sayesinde kurtulduk
Devletin yapısı ve niteliği bozulamaz
Birleştirmeci olması gereken din ayrımcılığa itilmektedir
Lâiklik bizi kul olmaktan kurtarır
Özgürlükler bir bütündür
Çok önemli kimi konular
Din
Demokratikleşme, insan hakları ve hukuk devleti bağlamında avukatlık mesleği
Aymazlık ve bağnazlıkla bir yere varılmaz
Ulusal birliğimiz etnik ve dinci saldırıyla karşı karşıyadır
Atatürk ilkelerinin en önemlisi lâikliktir
Atatürk ilkelerinin temeli lâikliktir
Dünyada ve Türkiye'de lâiklik
Dinsel sömürü devam ediyor
Atatürkçe düşünmek
Dine saygısızlık etmedik
Şeriat bağımlılık Cumhuriyet bağımsızlıktır

IV- SÖYLEŞİLER-RÖPORTAJLAR

Türban giyilemez
Atatürk soyut ve somut değerlerimizin özetidir
Lâikliğin ekonomik, hukuksal, toplumsal boyutları
Lâiklik demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur
Lâiklik bir insanlık kurumudur
İnanç düşüncenin üstünde değildir
Lâiklik olmayınca demokrasi olmaz
Dinlere saygılıyım
Lâikliği savunmak da benim asıl görevimdir
Puslu bir ortamdayız
Kişiler de lâik olur
Lâiklik bir insanlık kurumudur
Türkiye Atatürk'tür Atatürk Türkiye'dir
Vicdanımızı yastık yapıp yatıyoruz
İrtica en büyük tehlikedir
AKP rejim için büyük tehdit

V- DEMEÇLER VE MEKTUPLAR

Türban sulandırılamaz
Demokrasiyi ve insan haklarını savunmanın neresi hata?
Bir alıntı: Medyanın bir kesimindeki kimileri
Din devleti istendiğinin ayırdında olunmalıdır
Din sömürüsü de dinsizlikle birdir
Başkanlık yetkilerime kimse dokunamaz

VI- KARARLAR

Barolarda başıkapalı avukatın kaydının silinmesine ilişkin "ilk karar"
Ankara Barosu'nun "Türban Kararı"nın ve Türkiye Barolar Birliği kararının iptali istemini
reddeden Danıştay kararı
Ankara Barosu'nun türbanlı avukat kararıyla ilgili haberler
Anayasa Mahkemesi'nin 7.3.1989 günlü "türban kararı"
Refah Partisi'nin kapatılma davası
Karşıoy Gerekçesi (27 Kasım 1979)
Ek Gerekçe Yazısı (3 Temmuz 1980)
Karşıoy Gerekçesi (21 Haziran 1990)
Karşıoy Gerekçesi (31 Mart 1992)
Karşıoy Gerekçesi (21 Haziran 1995)
Özgürlükleri yıkmak için özgürlüklerden yararlanılması



.