casusuluk hikayeleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
casusuluk hikayeleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ekim 2018 Salı

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 5,

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 5,

AĞCA OLAYINI BİR DE BULGAR İSTİHBARATINDAN DİNLEYİN
Dimo STANKOV Bulgaristan’ın İzvorovo köyünde 1924 yılında doğdu. Kasım 1947’de Sofya’daki seçkin zırhlı topçu alayında takım komutanlığına atandı. Birkaç ay sonra da “askeri karşı istihbarat” görevine alındı. 1953’de, dış istihbaratla uğraşan Devlet Güvenliği Birinci Dairesi’nde çalışmaya başladı. 1974-78 yılları arasında Türkiye’de de görev yapan STANKOV, Bulgarların sırlarını vermeden çok ilgi çeken bir kitabı yayınlama başarısını yakalamıştı.
Soğuk savaş döneminde Bulgar İstihbarat Servisinde ‘Servis 7’ denilen, ıslak işleri ve cinayetleri planlayan bir bölüm vardı. Bu bölüm İtalya, İngiltere, Danimarka, Batı Almanya, Türkiye, Fransa, Habeşistan, İsveç, İsviçre gibi ülkelerde faaliyet göstererek, komünizmden kaçıp bu ülkelere yerleşmiş Bulgarlara yönelik örtülü operasyonlar yapıyordu. Bu konuda bazı bilinen olaylar o tarihte üst düzey görevli olan ve Komünist dönemde birçok kilit olayda yer alan Dimo STANKOV’a sorulmuş ancak, STANKOV böyle bir çalışmayı reddetmişti. Bu bakımdan yer-yer, onun bazı anlatımlarına ‘acaba mı’ diye soru işaretleri koyabiliriz… Nitekim Dimo STANKO, kitabını bastırmak için Türkiye’ye geldiğinde Aktüel Dergisi ile yaptığı söyleşide, söyleşiyi yapan gazeteci Ali Selim Emeç de tereddütlerini açıkça belirtmiş. Şimdi bu söyleşiye bir göz atalım…
SUİKAST ÜCRETİNİ 27 KEZ DEĞİŞTİRDİ
“STANKOV’a göre Ağca, cezaevinden kaçırıldıktan sonra 18 ay boyunca on kadar ülkeyi dolaştı. Bunlar arasında İsviçre, Batı Almanya, İspanya, Tunus ve eğitim gördüğü İran’daki askeri kamp da vardı. Bu arada Türkiye’ye bile girip çıkmıştı. Çeşitli uyuşturucu kaçakçılarıyla ve Avrupa’da cezaevlerinde yatmış teröristlerle buluşup para alıyordu. STANKOV’un iddiasına göre Ağca 1980 yılında Yoginder Singh adını kullanarak, 17 kişiyle birlikte sahte Hint pasaportuyla Bulgaristan’a giriş yaptı. Hindistan ve Bulgaristan arasında vize işlemi olmadığı için pasaportta kendi resmi vardı ve hiçbir Avrupa ülkesi Bulgaristan’a Türkiye’de işlediği suçtan dolayı İnterpol tarafından arandığına ilişkin bilgi vermemişti. STANKOV’un buraya kadar anlattıkları, Uğur Mumcu ve başka kaynaklar tarafından da doğrulandı. Ancak STANKOV’a göre Ağca’nın bu süreçte Bulgaristan’da Vitoşa, Nüotani ve Moskova Otelleri’nde kaldığı yolundaki ifadeleri doğru değil: «Çünkü o otellerin konuk cetvellerinde Yoginder Singh ismi yok. Sadece Sofya Oteli’nden, biri dokuz ve biri dört dakikalık iki konuşma yapmış. Sofya’da bir ay kalmış. Ancak nedeni belli değil.»
Bu bilginin doğru olmadığı iddiası Bulgaristan istihbaratı tarafından Roma Mahkemesi Soruşturma Yargıcı Martela’ya da bildirildi. Ancak STANKOV, yargıcın bilinmeyen nedenlerle konunun üstüne gitmediğini söylüyor. Oysa Ağca, İtalya’da mahkemede bu otellerde kaldığını itiraf etmişti: «Oral Çelik ve Ömer Bağcı’dan Türk pasaportunu getirmelerini beklerken Sofya’da kaldım. Beklediğim pasaportu Bağcı’nın TIR şoförü kardeşinden aldım» diyordu Ağca.
STANKOV’un iddiasının aksine, Ağca’nın kaçış güzergâhını dolaşan Uğur Mumcu da adı geçen bu iki otele de gitmiş ve gerek otel kayıtlarındaki belgelerle, gerek tanıklarla yaptığı konuşmalarla Ağca’nın buralarda kaldığını vurgulamıştı. Mumcu, gelen yeni sahte pasaportta Ağca’nın yeni adının ise Mehmet Özgür olduğunu belirlemişti. Mumcu, bu bilgi ve belgeleri tanık olarak dinlendiği mahkemeye de vermişti.”
ANTONOV’UN HAYATINI M. ALİ AĞCA MAHVETTİ
Papa suikastı konusunda araştırmaları olan bir diğer gazeteci yazar ise Belma Akçura. Son olarak, Akçura’nın Milliyet gazetesinde Dimo STANKOV ile 03 Ağustos 2007’te yaptığı söyleşiye de yer verip konuyu kapatalım.
"Dimo STANKOV, Papa suikastı davasında yargılanan ve önceki gün ölü bulunan Bulgar ANTONOV’un hayatını Ağca’nın mahvettiğini söyledi. Bulgaristan İstihbarat Örgütü eski Dış İstihbarat Daire Başkanı Dimo STANKOV, Papa 2. Jean Paul’e düzenlenen suikast girişimine karışmaktan yargılandıktan sonra suçsuz bulunup serbest bırakılan, önceki gün de Sofya’daki evinde komşuları tarafından ölü bulunan Bulgar Sergey ANTONOV’un hayatını Mehmet Ali Ağca’nın mahvettiğini söyledi.
STANKOV, olaydan sonra ANTONOV’un ailesini ve işini kaybettiğini ve cezaevinden çıktıktan sonra da akli dengesini yitirdiğini anlattı. 12 Mayıs 1981’de Papa 2. Jean Paul’e karşı suikast girişiminde bulunan Mehmet Ali Ağca’nın ifadeleri doğrultusunda tutuklu olarak yargılanan ve 1986’da delil yetersizliği nedeniyle suçsuz bulunan Sergey ANTONOV’u, Bulgar ajanı Dimo STANKOV Milliyet’e anlattı. STANKOV, Bulgaristan’ın Balkan Havayolları Roma Müdür Yardımcısı Sergei ANTONOV’un hayatını, Ağca’nın yalan ifadesinin mahvettiğini söyledi.
Türkiye’de ‘Yeter Sustuğum’ adlı kitabının çevirisini yapan arkadaşı yazar Refik Erduran’la bir araya gelen STANKOV, Papa suikastında ANTONOV ile ilgili tek delilin Ağca’nın ifadesi olduğunu söyledi. STANKOV, Ağca’nın silahı ANTONOV’dan aldığını söylemesinin kendilerini bile dehşete düşürdüğünü, ANTONOV’un o türden işlerle bir ilgisinin bulunmadığını belirtti.
STANKOV şöyle konuştu: «ANTONOV’un tutuklanmasına akıl erdiremiyorduk. ANTONOV kendi halinde biriydi. Üç yıl demir parmaklıklı hücrede aşağılanarak ve kabaca soruşturmalara hedef olarak yaşamak onun dengesini bozdu. ANTONOV, cezaevinden çıktığında hastaydı. Cezaevinde verilen ilaçlar yüzünden anılarını yitirmişti, bilincinde boşluklar oluşmuştu. Kimi yakınlarını tanımıyor, resmi giyimli insanlardan korkuyordu. Karısı, kızını yanına alıp onu terk etti. Hükümet de unuttu felaketzede vatandaşını. Hiçbir yardımda bulunmadı. İşsiz ve yalnızdı. Ağca olayının kişisel düzeydeki bir sonucu da bu işte.»
Tarih 27 Ocak 1968. Gazetelerde en önemli ve manşet haber İstanbul’da önemli bir Rus casusunun yakalandığı ile ilgiliydi. “SOVYET CASUSU MANUKYAN NASIL ELEGECTİ?”, “İSTANBUL’DAKİ BÜYÜK CASUSLUK OLAYININ HİKÂYESİ” gibi başlıklarla verilen haber günlerce kamuoyunu meşgul etmişti. O tarihlerde ben de İstanbul’da görevliydim. Manukyan’ın Dolmabahçe’ den Nişantaşı istikametine çıkan Kadırgalar Caddesi’nde Sovyet ajanı ile gizli buluşmasını seyrettim ve sonuçta her ikisinin suçüstü yakalanışlarında da bulundum. Şimdi bu konuyu Cumhuriyet ve Milliyet gazetesinden pasajlar ve resimlerle anlatmaya devam edelim:
“Tam 12 yıl takip edildi
İstanbul’da cereyan eden ve bazı yabancı diplomatların da adının karıştığı son yılların en önemli casusluk olayı, Milli İstihbarat Teşkilâtı tarafından ortaya çıkarılmıştır. Sovyet Rusya hesabına ve Türkiye aleyhine 12 yıldır casusluk faaliyetinde bulunan Kerim Manukyan adında T.C. uyruklu ve Ermeni asıllı bir ajan Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından suçüstü yakalanmıştır. İstanbul’da, Fatih Ormanında bazı askeri sırları taşıyan dokümanları diğer Sovyet ajanlarına teslim ederken yakalanan Kerim Manukyan’ın bütün suç ortakları da tespit olunmuştur. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın bir yıldır üzerinde hassasiyetle durduğu ve nihayet tamamı bütün suç delilleriyle birlikte ele geçirdikten sonra açıklanan bu casusluk olayının tafsilatı şöyledir:
Sovyet ajanlarıyla yaptığı temaslar
Kerim Manukyan’ın, değişik isimler taşıyan pasaportlarla sık sık Avrupa’ya gittiği ve birtakım şüpheli hareketleri, MİT’in gözünden kaçmamıştır. Kegam Levon Pamukoğlu, Kegam Levon Pulli, Kerim Ömer Pamukoğlu, Kerim Borman ve nihayet kendi adı ile Türkiye dışına çıkan Kerim’in oralarda casusluk eğitimi gördüğü, şifreli telsizle Moskova’dan emir aldığı bir yıl önce öğrenilmiştir. Milli İstihbarat Teşkilatı, casusluk olayı hakkında bütün delilleri ele geçirmek istediği için, Kerim Manukyan’ı adım adım takip etmeğe başlamıştır.
Bu arada İstanbul’da Sovyet Rusya hesabına casusluk faaliyetlerini idare eden bir diğer ajanla temas edip, ondan talimat alan Kerim Manukyan 20 Mayıs 1967 günü Mete Caddesi’nde, Fransız Hastanesinin kapısı civarındaki bir ağacın dibine kırmızı bir kiremit koyarak işaret vermiştir.
Ajan, ertesi gün (21 Mayıs 1967), Fatih Ormanına gitmiş, 20 Haziranda ise aynı ağaca boş bir Hisar sigarası paketi bırakmıştır. 21 Haziran günü saat 21 sıralarında Etiler’de Tepecik Sokağına giden Kerim, bir hafta sonra, aynı saatte tekrar oraya uğramış ve bir Sovyet ajanı ile kısa bir görüşme yapmıştır.
Su Terazisi Önüne Bırakılan Paket
Bütün çalışmaları, temasları kontrol altına alınan Manukyan, 20 Kasım’da Mete Caddesi’ndeki aynı ağacın altına boş bir sigara paketi bıraktıktan sonra, ertesi gün tanınmış filmci Hürrem Erman’dan aldığı 34 AY 715 plakalı otomobille Etiler’deki malum buluşma yerine tekrar gitmiştir. Kerim Manukyan 15 Aralık sabahı Boğaz’da şimdilik ismi açıklanmayan bir yere uğramış ve orada birkaç gün kalmıştır. Takip edildiğinin zerre kadar farkına varmayan ajan, 1 Ocak 1968 günü yine aynı otomobille Belgrat Ormanlarında, Bentler mevkiine gitmiş ve orada toprağı kazarak bir şevler aranmıştır. Öğleden sonra Dolmabahçe den Nişantaşı istikametine çıkan Kadırgalar Caddesi’nin sol tarafındaki su terazisi taşının önündeki incir ağacına önce bir tuğla koyan Kerim Manukyan hemen sonra bir de ufak paket bırakmıştır. Bu paket diğer Sovyet ajanları tarafından alınmıştır.
Buluşma işareti kırmızı kiremit.
Manukyan pervasızlığını o derece artırmıştır ki, 18 Ocak günü kalkmış, askeri önemi haiz bir yer olan Derince’ye gitmiş ve orada bazı şüpheli temaslarda bulunduktan, fotoğraflar çektikten sonra İstanbul’a dönmüştür. 20 Ocak günü ise aynı ağacın altına giderek, artık «buluşma işareti» olduğu anlaşılan kırmızı kiremidi bırakmıştır. Ertesi gün saat 18 sıralarında, Hürrem Erman’a ait aynı otomobille Fatih Ormanına giden Manukyan, siyah boyalı bir taşın altına Türkiye’ye ait gizli bilgi ve dokümanları koyarken Milli İstihbarat Teşkilatı dedektifleri, bu faaliyete son vermiş, casusu kıskıvrak yakalamışlardır.
İkincisi de ağa düşüyor.
Kerim Manukyan’ın taşın altına bıraktığı dokümanlar diğer bir Sovyet ajanı tarafından alınırken, bu ajan da böylece ele geçirilmiştir. Onun nasıl olsa geleceğini bilen «MİT» detektifleri kısa bir süre bekledikten sonra tahminlerinin doğru çıktığını görmüşlerdir.
Manukyan itiraf etti
Kerim Manukyan’ın evinde yapılan aramada bütün suç delileri; telsiz şifreleri, verici ve alıcı makina, gizli yazı yazmağa mahsus malzeme, kendisine Sovyet ajanları tarafından gösterilmiş olan eğitimlere ait mikrofilm ve materyal bulunmuştur Suçunu itiraf eden ve bütün tafsilatıyla anlatan Manukyan kendisini sevk ve idare eden Sovyet ajanlarını teker teker açıklamış şimdiye kadar kendisinden istenenleri ve hizmet karşılığı ödedikleri paranın miktarını açık açık söylemiştir. Öğrendiğimize göre Kerim Manukyan, Sovyet Rusya ajanlarından 500 bin lira almıştır. Son yılların bu en önemli casusluk olayının faili Kerim Manukyan’ın tahkikatının tamamlanmasına müteakip duruşması yapılacaktır.
Manukyan’la çalışan Sovyet diplomatı Türkiye’den ayrıldı
Casusluk olayı ile ilgili olarak, İstanbul’daki Rus Konsolosluğu Ticaret Mümessilliğinde görevli Jouri Maximov (Yuri Maksimov), dun Yeşilköy’den kalkan uçakla Türkiye’den ayrılmıştır Diplomatik pasaportlu Jouri’nin, casus Kerim ile ilişkisi olduğu Ermeni asıllı casustan topladığı bilgileri memleketine aktardığı öğrenilmiştir Rus Ticaret Mümessilliğinde bir süreden beri görev yapan ve dün sınır dışı edildiği sızan haberlerden öğrenilen casus diplomatı, konsolosluk memurları uğurlamıştır. Milli İstihbarat dedektifleri, Jouri’nin hareketlerini, Yeşilköy’de uçağa binene kadar izlemişlerdir.
Film Makineleri Tamircisi
15 yıl önce Ermanların şoförlüğünü yapan Kerim Manukyan, daha sonra karanlık işlere girmiş, Alyon Sokak Atlas Apartmanı’nda kiraladığı dairede, film makineleri ayarı ve tamirciliği yapmağa başlamıştır Manukyan. Rus Ajanları ile tanıştıktan sonra işlerini büyütmüş, iki yıl önce de lüks bir araba ile Alyon Sokağa gitmiş ve tanıdıklarına, arabayı satacağını söylemiştir.
Kıbrıs harekâtı sırasında
Kıbrıs olayları sırasında ordunun İskenderun ve Trakya harekâtını izleyen Rus casusunun Derince’de Askeri malzeme boşaltan Amerikan gemileri ve boşaltılan malzemeler hakkında bilgi topladığı da, Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından ortaya çıkarılmıştır Bu arada, Trakya yolunu kontrol altında bulunduran dedektiflerin sıkı izlemesine uğrayan ve Edirne’ye gidip dönen Manukyan’ın faalıyetleri akamete uğratılmıştır.
Kadınlarla teması fazla
Dedektiflerin yaptıkları izleme sırasında Rus casusunun, lüks eğlence yerlerinde görüldüğü ve bol para harcadığı, aktris kadınlarla sıkı bağlar kurduğu da gözden kaçmamıştır.”
Oradaydım
Başta belirttiğim gibi Manukyan’ın Sovyetlerle gizli haberleşmesine şahit olmuştum. Dolmabahçe Stadyumunun batı yanından çıkan ve Vali Konağı Caddesine açılan (şimdi mecburi istikamet olarak kullanılıyor) yokuşun ortalarında idi. Önce Manukyan yukarıdan yürüyerek gelmiş ve boş arazide bulunan ağacın yanında küçük tuvaletini yapıyor görüntüsünde detrap [istihbaratta kullanılan bir gizli haberleşme yöntemi – ölü posta kutusu] noktasına mesajları bırakmıştı. Manukyan stadyum civarındaki detrapa mesaj bırakacağı gün sabahtan itibaren ustaca testlerle arkasını kontrol etmiş, takip edilmediğine kanaat getirmişti.
Gizli faaliyetlerin kuralları bununla da yetinmiyordu. Manukyan detrap noktasına gitmeden önce Fransız Hastanesinin civarındaki belli bir yere
emniyet işaretini vermiş, bir tehlike olmadığını belirtmişti. Bu kadar tedbir de yeterli değildi. Manukyan detrabı doldurduktan sonra geldiği yöne geri dönmüş yokuşun üst tarafındaki bir ağaca detrabın dolu olduğunu belli eden işareti koymuştu. Detrap yerinin karşısında bulunan metruk gazinonun bahçesindeki büyük ağaca tırmanmıştık. Aramızda bir hayli mesafe olmasına rağmen bölgeye ve detrap yerine
hakimdik. Film gibi faaliyeti izliyorduk. Takipçiler geniş bölgeye yayılmış ve sabit noktalardan gözetleme yapıyorlardı.
Manukyan’ın ayrılmasından 15-20 dakika kadar sonra Sovyet memurun aşağıdan geldiğini gördük. Diplomatik plakalı araba ile Beşiktaş istikametinden gelmiş ve araba stadın yanından yokuşa sapar sapmaz otodan inmişti. O yukarı doğru ilerlerken içi kalabalık olan Sovyet arabası iki kez Taşlık’tan tur atarak Sovyet’in yanından geçti ve güvenliğini kontrol etti. Sovyet detrap noktasına yaklaşırken yokuşun yukarı tarafında ortaya çıkan bir diğer Sovyet aşağı doğru yürümeye başladı. Herhalde güvenlik ve detrap dolu işaretlerini o kontrol etmişti. Yan yana geldiklerinde hiç durmadan ve konuşmadan geçtiler. 1.nci Sovyet bir müddet sonra ağacın yanındaydı. O da Manukyan gibi davranıp bir müddet oyalandı. Sonra oradan ayrılıp yukarı doğru yoluna devam etti. Maçka Oteli sapağına geldiğinde arkadan gelen ve üçüncü turunu atmış olan Sovyet arabasına binip uzaklaştılar. Bu meslek hayatımda yaşayabileceğim en güzel olaydı.
Orman’da Suçüstü
Fatih Ormanı o kadar sessizdi ki en ufak bir fısıltı dahi yankılanıyordu. Sovyet casusu Manukyan’a bu gece suçüstü yapılacaktı. Biz iki kişi, Maslak asfaltından ormana giren yola yakın bir yerde duruyorduk. Detrap noktası 300-400 metre kadar ilerdeydi. Etrafında tertibat alınmıştı. Aylardır yürüttüğümüz takip faaliyeti nihayet sona erecekti. Manukyan veya onu sevk ve idare eden Rus ormana bu yönden girerlerse onu ilk önce biz görecek ve işaret verecektik.
Manukyan, bizim bulunduğumuz yönden geldi ve orman yoluna girdi. İşaret dalga dalga detrap bölgesine ulaştı. Nefeslerimizi bile tutmuştuk. Çıt çıkmıyordu. Bir süre sonra yol kenarındaki bir kaya parçasının altı olan detrap yerinden koşuşmalar ve sesler geldi. Arkadaşlar haberi ulaştırdılar. Manukyan enterne edilmiş ve götürülmüştü.
Sıra Rus’a gelmişti. Yarım saat geçmemişti ki, Rus’un otomobili ormanın Kilyos istikametinden detrap bölgesine yaklaştığı işareti geldi. Yerimizde kaldık. Kısa bir süre sonra bağrışmalar gelmeye başladı. Koşarak detrap bölgesine gittim. Sovyet Yuri Vladimirovich Maksimov’un ayaklarında balıkçı çizmesi ve üzerinde spor bir kıyafet vardı. İlk bakışta denizden yeni dönmüş, ağlarını toplayan bir balıkçıya benziyordu. Detrabı boşaltmaya yalnız gelmişti. İri yarı bir adamdı. Kendisini tutmaya çalışanlara şiddetle karşı çıkıp kurtulmaya çalışıyordu. Sonunda kollarını arkasından kıvırıp hareketsiz hale getirdiler, o vaziyette yürüyerek 200 metre kadar ilerdeki Orman İdaresine ait binaya götürdüler. Ankara’dan yetkili amirler gelmişti. Binada onunla görüştüler. Herhalde usulen bir kimlik kontrolünden sonra kendisine bizimle çalışması halinde bu olayı unutabileceğimiz söylenmiştir. Maksimov kısa bir müddet sonra diplomatik statüsü icabı serbest bırakıldı. Kazaya uğramış bir balıkçı gibi perişan bir vaziyette arabasına binip bölgeden uzaklaştı. Ertesi gün Sovyetler Birliğine geri dönüyordu.
***

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 4,

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 4,

MAKARIOS’UN SARAYINA MİKRAFON YERLEŞİYOR
GRİVAS’ın hiçbir zaman teslim olmaya yanaşmayacağını biliyorduk. Ordunun bir süre önce sıkıştırdığı iki yardımcısı gibi çarpışma sırasında ölmeyi tercih edecekti. 17 Ocak 1959’da Lefkoşe’deydim ve hemen Özel Şube’ye gittim. MAGAN’ın dosyalarla ilgili analizini inceledim. Sonra planımı yaptım.
Önce Makarios’un sarayına mikrofonlar yerleştirmeye karar verdik. Bunu başardık da. Ama ‘GÜNEŞ IŞIĞI’nın asıl amacı GRİVAS’ın yerini bulmaktı. Onun İngiliz Ordusu’nun haberleşmesini dinlemek için alıcılardan yararlandığından emindim. O yüzden kendisini aramaya çıkaracaklarını hemen öğreniyordu. Önce GRİVAS’ın alıcısının antenini bulmaya çalışacaktık. Sonra da yön bildiren bir alıcıdan yararlanacaktık.
Sonunda anteni bulabildik. Ancak yön bildirecek olan cihazın üzerinde çalıştığım sırada Sömürge Bakanlığı Kıbrıs sorununu Lancaster House’da yapılan bir toplantıda alelacele çözümledi. Bu MAGAN’ı çok öfkelendirdi. Özellikle GRİVAS tahmin ettiğimiz bölgede ortaya çıkarak Yunanistan’a uçtuğu zaman. Orada adayı kötü bir biçimde etkilemesini sürdürecekti. MAGAN çözümün en iyi ihtimalle geçici olduğuna inanıyordu. Önemli sorunlardan hiçbiri çözümlenememişti.
MAGAN’a göre Sömürge Bakanlığı’nın kısa vadeli çözümü, uzun vadeli sıkıntılara neden olacaktı. Sonradan MAGAN’ın haklı olduğu da kanıtlanacaktı.
HARVEY, Kıbrıs’la ilgili açıklamalarımı dikkatle dinledi. İki problemin birbirine benzediğini düşünüyordu. Bana, ‘İngilizler Küba’da ne yaparlardı?’ diye sordu. Aslında Küba meselesine karıştırılmayı istemiyordum. ‘Her halde diğer siyasi liderlerin üzerinde dururduk…’
HARVEY sabırsızca, ‘Biz bunu yaptık,’ dedi. ‘Ama şimdi hepsi de Florida’dalar. Domuz Körfezi çıkarmasından sonra içerideki her şeyimizi kaybettik…
CASTRO KONUSUNDA NE YAPARDINIZ?
Peki, Castro konusunda ne yapardınız?’ ‘Onu yalnız bırakmaya, halkı aleyhine döndürmeye çalışırdık sanırım…’ HARVEY sözümü kesti. ‘Onu öldürtür müydünüz?’ ‘Son zamanlarda böyle yollara başvurduğumuzu sanmıyorum’. ‘Neden?’ ‘Süveyş’ten beri böyle şeyler yapmıyoruz, Bill’. Süveyş krizi baş gösterdiği zaman MI5, Nâsır’ı sinir gazı kullanarak öldürmeyi planlamıştı. Başbakan Eden önce buna razı olmuş ama Fransa’yla İsrail birlikte askeri harekâta girişme konusunda söz verince vazgeçmişti. HARVEY, beni Süveyş operasyonu konusunda uzun uzadıya sorguya çekti. Sonra da, ‘Büro’da bu tür problemleri çözümlemeleri için yeni bir tim oluşturuyoruz,’ dedi. ‘Bu alanda uzmanlara ihtiyacımız da var.’ HARVEY, ciddileştiği zaman sesi hafifliyor ve tekdüzeleşiyordu.
Onu en çok SAS timlerinin ilgilendirdiği belliydi. ‘Onlar serbestçe çalışmıyorlar, Bili,’ diye hatırlattım. ‘Ama emekliye ayrılmış olanlarla anlaşmaya çalışabilirsin.’ HARVEY, sanki mahsus yardım etmekten kaçınıyormuşum gibi öfkeyle yüzüme baktı. ‘Stephenson’la konuştun mu?’ diye sordum. ‘Eskilerin çoğu onun savaş sırasında New York’ta öyle bir timi yönettiğini söylüyor.’ Nakliye işleriyle ilgilenen bir Alman casusunu durdurmanın başka yolunu bulamayınca bir İtalyan’dan yararlanmış. Her halde adam Mafia’dandı. ANGLETON hemen not aldı. Sonra da anlamsız bir yüzle beni süzdü. O not defteri sinirime dokunuyordu. İki Amerikalının Castro’yla ancak bu biçimde başa çıkabileceklerine inandıkları anlaşılıyordu. Onlara bu bakımdan yardım edemediğim için de sinirleniyorlardı. HARVEY birdenbire, ‘Bizden hâlâ bir şeyler gizliyorsun değil mi?’ dedi. ‘Sana söyledim ya, Bili. Biz artık öyle oyunlar oynamıyoruz. Neticede biz ikinizin de söylediği gibi bu anlaşmada önemsiz olan tarafız. Önemli şeyler sizin sorumluluğunuz’. HARVEY, bir şakaya gülecek tipte bir adam değildi. Aslında ANGLETON da öyleydi ya”.
“Türkiye, Batı istihbarat örgütlerinin bağlantı merkeziydi." Bu sözler Bulgar İstihbaratının eski şefi Dimo STANKOV’un ülkesinde yayımlanan ve Türkiye’de de yakın dostu Refik Erduran tarafından tercüme edilerek "Yeter Sustuğum" adıyla tanınan kitabından. Dimo STANKOV kitabında, uzun süre sessiz kaldıktan sonra, hasımlarla çarpışırken kendi safının bürokrasisi ile de boğuşmak zorunda kaldığı o dönemde yaşadıklarını ve gördüklerini açıklıyor. Anlattıklarının içinde Türkiye ile ilgili birçok şey var.
Kitap; «Saf köy çocuğunun zehir hafiye oluşu,» «Avrupalılık peşinde çekilenler,» «İngilizlerin astığı Lord Ho-Ho,» «Görev gereği Don Juan’lık,» «Bir pardesü karşılığında ABD Başkanı’na bağışlanan trilyon dolarlık sır,» «Casuslar Kralı PHILBY’in Türkiye’de dağıttığı rüşvetler,» «Çıplak kız karşısında istihbarat yenilgisi,» «Ağca olayını bir de Bulgar istihbaratından dinleyin,» «İsmail Erez’le yenilemeyen yemek,» «İlk hava korsanı, Türkiye’de Fahişe olan kızı» gibi başlıkları taşıyor.
CASUSLAR KRALI KİM PHILBY
Dimo STANKOV’un kitabında “istihbarat tarihinin en başarılı ve önemli uzmanı” dediği Kim PHILBY ile anıları da yer alıyor. Kim PHILBY eşiyle birlikte Moskova’dan gelip Bulgaristan’da dolaştığı sırada STANKOV onlara refakat görevini alarak tanışıyor. STANKOV, PHILBY için,Dimo STANKOV’un kitabında “istihbarat tarihinin en başarılı ve önemli uzmanı” dediği Kim PHILBY ile anıları da yer alıyor. Kim PHILBY eşiyle birlikte Moskova’dan gelip Bulgaristan’da dolaştığı sırada STANKOV onlara refakat görevini alarak tanışıyor. STANKOV, PHILBY için, "İngilizlere sempatimi fark etmesi yakınlaşmamızı kolaylaştırdı" diyor.
İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİNİN BAĞLANTI MERKEZİ
Dimo STANKOV’un kitabından pasajlarla ve onun anlatımıyla devam edelim. “kısa sürede dost olduk ve anılar kitabında yer vermediği ayrıntıları anlattı. Benimle konuşurken sık değindiği konulardan biri de Türkiye idi. Onun gibi bir uzmandan o ülkeye ilişkin değerlendirmeler dinlemek çok ilginç ve yararlıydı. Türkiye komşumuzdur ve tarihsel yazgımız beş yüzyıl boyunca o komşuya bağlı kalmıştır.”
PHILBY KRALİÇE’YLE RANDEVUSUZ GÖRÜŞEBİLİYOR
“Kim PHILBY, din değiştirip İslam’ı seçen Suudi Arabistan Kralı’na danışman olan eksantrik bir İngiliz diplomatının oğlu. 1912 Hindistan doğumlu olan PHILBY İngiltere’nin en seçkin okullarında eğitiliyor; Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Yunanca, Arapça ve Türkçe konuşabiliyor. Cambridge’de okurken oradaki pek çok parlak öğrenci gibi komünist görüşlü eğitim üyelerinden etkileniyor ve Sovyet istihbaratçılarının önerisiyle KGB’ye katılıyor. Sovyetler için, gazeteci kimliğine bürünerek önce Avusturya ve İspanya’da, sonra İngiltere’de istihbaratçılık yapıyor.
Çalışmaları ve kişiliği İngiliz gizli servisinin dikkatini çektiğinde Sovyet meslektaşlarının talimatıyla hemen İngiliz servisine giriyor. Orada hızla yükselerek 1944’te Sovyetlere karşı istihbarat bölümünün başına getiriliyor. Dilediği zaman Başbakan ve Kraliçe’yle randevusuz görüşebilen PHILBY’in aktardığı bilgiler sayesinde İngiltere’nin Sovyetler Birliği’nde başarılı casusluk yürütmesi olanaksız hale geliyor. İstanbul’a 1945 Ağustos’unda atanan Rus konsolosu [Not. Konstantin VOLKOV adında üst seviyede bir istihbarat görevlisi] ülkesine ihanete karar verip kentteki İngiliz diplomatlarla temasa geçiyor ve 27 bin sterlin ve sığınma karşılığında bir öneride bulunuyor: "Size Türkiye’deki Sovyet istihbarat sırlarının tümünü bildiririm. Ayrıca Londra’da çok önemli Sovyet ajanları var. Onların adlarını da açıklarım." İngiltere’ye haber iletilmesinin ardından mesaj doğrudan PHILBY’in önüne geliyor. Londra’daki en önemli Sovyet ajanı, kendisi! Açıklanacak adların başında da kendininki geliyor! PHILBY hemen İstanbul’a uçuyor.”
İLK HAVA KORSANI TÜRKİYE’DE
"30 Haziran 1948 günü Varna’dan Sofya’ya uçmakta olan Bulgar Havayolları JU-52 tipi uçağında dört kişilik mürettebat vardı: Pilot Şaroplev, iki yardımcısı Nedalkov ve Maznev, bir de General Ganev. Bu sonuncusu kurumun baş yöneticisiydi; katıldığı bir törenden dönüyordu. 16 yaşındaki kızıyla birlikte yolcular arasında bulunan emekli Albay MIHALAKEV [Not – Hava Albay Strahil veya Strashimir MIHALAKEV, Bulgaristanın Romanya Askeri Ataşesi.] silahlıydı. Eski rejime bağlılığı bilinen bu sağcı subay ordudan çıkarılmıştı. Sinirli görünüyordu… MIHALAKEV kalktı, ateş edip Nadelkov’u öldürdü. Sonra koşarak pilot kabinine girdi. Arkadaşları da fırlayıp silahlarını yolculara çevirdiler. Kabinde MIHALAKEV General Ganev ile Maznev’e de ateş ettikten sonra tabancasını pilotun kafasına dayayıp ‘Türkiye’ye!’ dedi. General Ganev de tüm çabalara karşın öldü. Türkiye’de iyi karşılanacağını ummuştu. Ama hesabı tutmadı. Ağır sorgulardan geçirildikten ve bildiği her şeyi anlattıktan sonra da uzun süre cezaevinde kaldı.
Tek başına kalan 16 yaşındaki kızı Türkiye’de görevli Amerikalı subaylarla düşüp kalkmaya başladı. Biriyle evlendi, ama evlilik yürümedi. Sonunda fahişe oldu. Çok geçmeden de öldü. MIHALAKEV mahpusken ve cezasını çekip çıktıktan sonra yetkililere ‘Bana istihbaratçılık eğitimi verin, size hizmet edeyim’ dedi. O isteğinin geri çevrilmesinin nedenini kestiremiyorum. Sonra çıkmış aflardan yararlanarak ülkesine dönmek istedi. Aldığı yanıt şöyleydi: ‘Dönebilirsin. Ama uçak kaçırdın, iki kişiyi öldürdün. Bundan sorumlu tutulacaksın.’ Vazgeçti dönmekten. Kızının acı ve utanç verici sonu oldu MIHALAKEV’i asıl yıkan. İlk hava korsanı üzüntüye dayanamadı, bir süre sonra bir Türk mülteci kampında o da öldü."
DOSTUM REFİK ERDURAN
"1960’lı yılların ortalarında tanıma fırsatını bulduğum Türk gazeteci ve oyun yazarı Refik Erduran’dı. O dönemde ülkenin önemli gazetesi Milliyet’te günlük sütunu, en üst düzeyde yöneticilerle sürekli teması, kamuoyunda saygınlığı ve etkisi vardı… Ben Erduran’ın görüşleriyle kendiminkiler arasında şaşırtıcı paralellikler görüyordum. Sanki konuşup, anlaşıp, birlikte kaleme alıyorduk çoğu yazısını…
Ekonomik durumumuzu ve Bulgar halkının yaşamını yakından görmesi için Erduran, Dışişleri Bakanlığımızca birkaç günlüğüne davet edilince sevindim. Tanışınca hemen kaynaştık; sözünü sakınmadan konuşması, sivri sorular sormaktan çekinmemesi, benim sorduklarımı da dürüstçe ve açık sözlülükle yanıtlaması dostluğumuzu hızla pekiştirdi. Diyaloğu sürdürmek için fırsat buldukça buluşmaya karar verdik. Ama nasıl yapacaktık bunu? Türkiye’de komünizm paranoyası vardı. Bir Bulgar istihbaratçısıyla görüşmek insanın başını derde sokardı kesinlikle. ‘Yolculukların belli olunca bana bildir. Denk düştükçe Bulgaristan’da yahut senin gittiğin yerlerde buluşup konuşuruz’ dedim. Aklı yattı. Öyle yaptık. Rejim değişinceye kadar fırsat buldukça diyaloğu sürdürdük."
İSMAİL EREZ’LE YİYEMEDİĞİM YEMEK
"Paris’te güneşli bir sonbahar günü Romanya Büyükelçiliği öğle ziyafeti veriyordu. Daha önce birkaç kez görüşmüş olduğum Türkiye Büyükelçisi İsmail Erez idi. Hemen yanına gittim… Uzun uzun konuştuk… ‘En yakın zamanda elçilikler dışında, başka bir çevrede buluşalım’ dedi Erez. Birlikte dışarı çıktık. Erez Türk bayrağının dalgalandığı elçilik arabasına bindi, ‘Görüşmek üzere’ dedi, uzaklaşırken pencereden el salladı. Bizim elçilik yakın olduğu için ben yürüyerek gittim, Erez’den edindiğim bilgi ve izlenimleri şifreli telgrafla merkeze gönderdim. O işi yeni bitirmiştim ki görevlilerden biri geldi, ‘Biraz önce nehir üstündeki bir köprüden arabasıyla geçerken Türk elçisi öldürülmüş’ dedi. İnanamadım. Buluşmamızın yer ve tarihine ilişkin not bugün de durur defterimde. Baktıkça yanarım."
***

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 3,

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 3,
MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI, Mehmet Eymür, CASUS, casusuluk hikayeleri,
HOOVER KENDİNİ TANRI MI SANIYORDU?
Ama herkes HOOVER’ın kendisini Tanrı sandığını biliyordu. Bu adamların bundan kendi aralarında bile söz etmemeleri acayipti. İki adamla ‘TISLER Olayı’ndan söz ettik. Sonra HOOVER’in odasına gittik. FBl’ın Direktörü masasının arkasında duruyordu. Parlak lacivert bir elbise giymişti. Resimlerinde durduğundan daha uzun boylu ve inceydi- Ama yüzü kırışıktı ve etleri sarkmıştı. Kesin, fakat neşesiz bir tavırla elimi sıktı.
BELMONT ziyaret nedenimi anlatmaya başladı ama HOOVER sert bir tavırla onun sözünü kesti. ‘Raporu okudum, Al. Olayı Mr. Wright’tan dinlemek istiyorum’. Kömür gibi kapkara gözlerini bana dikti. RAFTER’in (Not-Türkçe ‘KİRİŞ’–Sovyetlerin İngiliz Takipçilerin telsizlerini dinlediğini tespit eden ve gizli haberleşmelerini bulan teknik sistemin kod adı) bulunmasını anlatmaya başladım ama HOOVER lafı hemen ağzıma tıktı. ‘Sizin Servis’in bizim Çek kaynağın açıklamalarından artık memnun olduğu anlaşılıyor’… Cevap verecektim ama beni susturdu. ‘Güvenlik organizasyonlarınıza burada, Washington’da çok yardım ediliyor’. Sesi tehdit doluydu. ‘Bu durum milli güvenliğimizi etkilediği zaman Amerika Birleşik Devletleri Cumhurbaşkanı’na önerilerde bulunmam gerekiyor. Onun için böyle olaylarla yakından ilgilenmek zorunda kalıyorum. Özellikle İngiltere’nin bu alanda son zamanlarda karşılaştığı problemler açısından. Ayağımı bastığım yerin sağlam olduğunu bilmeliyim. Anlatabiliyor muyum’? ‘Tabii, efendim. Anlıyorum’.
Harry STONE gözlerini ayakkabılarının bağlarına dikmişti. Al BELMONT’la Bill SULLIVAN, HOOVER’ın masasının bir yanında, gölgelerin arasında oturuyorlardı. Yani iş bana düşüyordu. ‘Verdiğim raporda’. ‘Adamlarım raporunuzu hazmettiler bile, Mr. Wright. Beni aldığınız dersler ilgilendiriyor’. Ben cevap veremeden HOOVER öfkeli, küçültücü bir eleştiriye başladı. Batı, Komünizm saldırısı karşısında yetersiz kalıyordu. HOOVER’ın düşüncelerinin çoğunu paylaşıyordum- Ama konuşma tarzı çok çirkindi. Tabii sonunda BURGESS ve MACLEAN konusunu açtı. Bu iki casusun adlarının her hecesini yakıcı bir kinle söylüyordu. ‘Mr. Wright, burada, bu Büro’da böyle bir şey olamaz! Ajanlarımın hepsi hakkında araştırma yapılır! Bu olaydan alınması gereken dersler var. Anlatabiliyor muyum’? Başımı salladım. Harry STONE atıldı. ‘Tabii, Mr. HOOVER’. ‘Daima tetikte olmalı, Mr. Wright. Tetikte olmalı. Burada, Büro’nun merkezinde ışıklar her zaman yanar’.
CIA KARŞI CASUSLUK ŞEFİ ANGLETON
HOOVER’la yaptığım bu sıkıcı konuşmanın ertesi günü CIA’nın Karşı Casusluk Bölümü Şefi James ANGLETON’la yemek yedim. Müthiş zeki bir adamdı. Soğuk Savaş’ın keyfini çıkarmayı değil, mücadeleyi kazanmayı istiyordu. 1950’lerin sonunda ANGLETON’un yıldızı Washington’da iyice parlamaya başlamıştı. Özellikle İsrail’deki bir ajanından Kruschev’in Stalin’i suçlayan konuşmasının gizli kopyasını almayı başardıktan sonra. ANGLETON, eski MI6 bürosunda eğitilmişti. Hem de Kim PHILBY tarafından. ANGLETON’dan hoşlanıyordum. Ve o daha önce birlikte iş yapabileceğimizi de ima etmişti. Lokantadan içeri girdiğim zaman ANGLETON masada oturuyordu. Zayıf, veremli bir adamdı. Gri bir elbise giymişti. Ona katılırken boğuk sesiyle, ‘HOOVER nasıldı?’ diye sordu.
‘Her şeyi çok çabuk haber alıyorsun, Jim’, dedim. Bir ölününkini andıran yüzünde bir tebessüm belirdi. Onun ağzımdan laf almaya çalıştığını biliyordum. CIA’nın ‘TISLER Olayı’ndan da, adamın iddialarından da haberi yoktu. ‘Bu sıradan bir ziyaretti. Büroyla dost olmaya çalışıyoruz. Şu ara Londra’da moda bu’.
ANGLETON, ‘Boşuna zaman kaybediyorsun’, dedi. ‘Ben bildim bileli o adamla dost olmaya çalışıyorsunuz. O bize her zaman İngilizlere hiç dayanamadığını söylüyor’. Biraz öfkelendim. Oysa damarıma mahsus bastığını da biliyordum. ‘CIA’nın bize daha dostça davrandığı söylenemez’. ANGLETON bardağına tekrar içki doldurdu. ‘Şu son on yıl Washington’a çok şey borçlandınız… HOOVER gibilere gelince… Onlar BURGESS’le MACLEAN’e bakıyorlar. Sonra da MI5’e. Ve ‘Ne uğraşalım?’ diyorlar’. ‘Yanılıyorsun, Jim’ dedim. ‘Her şey değişiyor. On yıl önce beni bir bilim adamı olarak işe almazlardı. Ama şimdi Büro’dayım. Ve durmadan yeni ajanlar tutuluyor’.
İNGİLİZ OKULUNDA OKUDUM, SİZİ İYİ TANIRIM
ANGLETON alay etti. ‘Ben bir özel İngiliz okulunda okudum. Sizi iyi tanırım’. ‘Durmadan BURGESS’le MACLEAN’den yakınmanın bir yararı yok. O olay geçmişte kaldı. Dünya çok küçüldü. Tekrar birlikte çalışmaya başlamalıyız’. ANGLETON sigarasının dumanlarını havaya üfledi. ‘HOOVER size yardım etmez!’ Ama kendisinin yardım edeceğini de söylemedi. Yemek bir hayli uzun sürdü. ANGLETON ağzından bir şey kaçırmıyor, durmadan beni konuşturmaya çalışıyordu. Bir ara, ‘Ya PHILBY?’ diye sordu. Açık açık, ‘Onun bir casus olduğunu sanıyorum’, dedim. ‘Bana MI5’in Armond HAMMER’le ilgili dosyasını verebilir misin?’ HAMMER, ‘Occidental Petroleum’un başıydı ve Sovyetler Birliği’yle iş yapıyordu. ‘Seninle dostuz, Jim. Ama o kadar da samimi değiliz’. Ayrılırken, ‘Beni dinle, Jim’, dedim. ‘Çok ciddiyim. Sen Washington’da bana yardım etmezsen ben de başkasını bulurum’. ‘Bakalım, elimden geleni yaparım’, diye mırıldanarak uzaklaştı.”
Evet, bu günlük burada keselim. Görüyorsunuz, ‘Süper Güç’ ABD, milli menfaatlerine dokununca, en yakın akrabası İngiliz Kraliyetini bile tanımamış ve aşağılamış! Koskoca İngiliz güvenlik teşkilatının ikinci adamı, FBI Başkanı HOOVER’in karşısında bir laf dahi edememiş, ezilip büzülmüş.
Ama HOOVER deyip geçmeyelim. O ABD Başkanlarının açıklarını bilen ve bu sebeple 48 yıl makamında kalan enteresan bir şahsiyet. Başkan Kennedy suikastı dahil, birçok siyasi cinayette parmağı olduğu iddia ediliyor.
Gerçi bizde de HOOVER benzerleri, çok sır bilen, kimsenin dokunamadığı önemli makam sahipleri çıktı ama, 48 senelik rekoru kırabilen yok!
Polonya Entelijans Servisi’nde yüksek kademede, bir kaynak olan ve CIA’ya Polonya ve Sovyet entelijans operasyonları hakkındaönemli bilgiler veren Michael GOLENIEWSKI (1922-1993)CIA tarafından SNIPER, MI5 tarafından da LAVINIA kod adıyla anılıyordu. Onun CIA’ya ilettiği ve CIA’nın da MI5’e aktardığı bilgiler neticesinde İngiltere Portland’da ‘Portland Casusluk Şebekesi’ olarak adlandırılan ve İngiliz nükleer denizaltı filosu hakkında bilgi toplayan bir Sovyet Operasyonu çökertildi. Bu faaliyette suçüstü yakalananlardan biri Deniz Kuvvetleri Entelijans Servisi’nde görevli Harry HOUGHTON diğeri ise Gordon LONSDALE isimli bir Kanadalıydı. Esasında LONSDALE, ölü bir kişinin hüviyetine girmiş ve yıllardan beri faaliyet gösteren bir illegal Sovyet istihbaratçısıydı ve esas adı ‘Konon Trofimovich MOLODY’di.
Casusluk Hikâyelerine MI5’in ikinci adamı Peter WRIGHT’ın bir diğer ABD seyahati anlatımı ile devam edelim:
“Amerikan entelijans çevreleri Lonsdale Olayını olağanüstü bir zafer saydılar. Washington, Yayın Operasyon Komitesi’nin çalışmalarına karşı büyük bir ilgi duymaya başladı. Yeni teknikleri koordine eden bu komiteydi. Ben Amerikalılarla yapacağımız görüşmelerin İngiliz Gizli Servislerinin yeniden göze girmelerini sağlamak bakımından şahane bir fırsat olduğunu biliyordum. 1961 Ekim’inde Hugh Alexander, Hugh Denham, Ray Fravvley ve ben Washington’a gittik. Bize orada MI6 Bürosu’nun şefi Christopher Phillpotts da katıldı. Tabii aslında bizimkinin bir kumar olduğunu biliyordum. Hugh Alexander da benimle aynı fikirdeydi.
NSA’DA TOPLANTI
Toplantıda yapacağımız açıklamalara karşılık Amerikalıların bize bir şeyler anlatacakları kesin değildi. Hatta hiçbir açıklamada bulunmayacakları hemen hemen kesindi. Güvenlik meselesini de düşünmemiz gerekiyordu. Ama bütün bunlara karşılık büyük yararlar sağlayabilirdik.
Toplantı NSA’nın Maryland’de Fort Meade’deki merkezinde yapıldı. NSA Başkan Yardımcısı Louis TORDELLA açık açık fikir alış verişi yapılmasını istiyordu. Tabii açıklamalarımız Amerikalıları çok etkiledi. Tordella’nın açık açık konuşmasına karşılık CIA teknik gelişmeler konusunda hiçbir şey söylemedi. Sanki bize güvenemedikleri için sırlarını açmak istemiyorlarmış gibi bir tavır takınmışlardı, ama biz başka bir neden olduğundan şüpheleniyorduk. Ne olursa olsun toplantı, İngiliz-Amerikan Entelijans Servislerinin ilişkileri bakımından yine de bir dönüm noktası sayılabilirdi. On yıldan beri ilk defa altı entelijans bürosu oturmuş nasıl iş birliği sağlayabileceklerinden söz ediyorlardı. Müşterek araştırma programları başlatıldı,özellikle kompüter alanında. Böylece aradaki güvensizlik duvarını yıkmak için ilk adımı atmış olduk. Londra’dan ayrılmadan önce Arthur Martin, ‘Lonsdale Olayı’nın teknik yanı ve özellikle KİRİŞ’in geliştirilmesi konusunda Amerikalılara bir brifing vermemi ayarlamıştı. İki yüz CIA ajanının oturduğu salonda podyuma çıktığım zaman bir hayli sıkıldım. Ağır ağır konuşarak kekemeliğimle savaşmaya çalıştım- Brifingim bir saat sürdü. Ancak KİRİŞ’le ilgili açıklamalarım hiç de iyi karşılanmadı. CIA’nın D Bölümünü yöneten Bil HARVEY’in ANGLETON’a doğru eğilmiş, öfkeli öfkeli bir şeyler söylediğini fark ettim.
İŞBİRLİĞİ BUNA DENİR
Sonra geriden biri, ‘Bu KİRİŞ [Not: İngilizce RAFTER –Sovyetlerin İngiliz Takipçilerin telsizlerini dinlediğini tespit eden ve gizli haberleşmelerini bulan teknik sistemin kod adı]ne zaman geliştirildi?’ diye bağırdı. ‘1958 baharında.’ ‘Peki, bu günün tarihi nedir?’ Şaşalayarak kekeledim. Adam yine haykırdı. ‘Ben söyleyeyim. 1961’deyiz’ Başka biri ekledi. ‘İşbirliği buna denir!’
Yerime oturdum. Ajanlar salondan çıkmaya başladılar. Daha sonra HARVEY’le ANGLETON yanıma geldiler. Bir boğaya benzeyen Bill HARVEY’in çok kızgın olduğu belliydi. Jim ANGLETON, kibar bir tavır takınmaya çalışarak, ‘Dinle Peter,’ dedi. ‘Bu konunun iyice konuşulması gerekiyor. Ama böyle bir konferans salonu bu işe uygun değil. Bu akşam Bill ve benimle yemek yemeni istiyoruz. Rahatça konuşabileceğimiz güvenli bir yer buluruz.’ HARVEY bir şey söyleyemeden koluma girip beni podyumdan uzaklaştırdı.
O akşam ANGLETON’un teknik uzmanı Joe Burk, beni otelimden aldı. Bir saatlik bir yolculuktan sonra kırlar arasındaki bir eve gittik.
‘BURAYA BAK İNGİLİZ PİÇİ’
ANGLETON verandaya çıkmıştı. Sakin bir tavırla beni karşıladı. ‘Bu gün olanlardan üzgünüm,’ dedi, ama bir açıklama da yapmadı. Beni içeri soktu. Bir masanın başına geçtik. CIA’nın Batı Avrupa Bölümü Şefi de bize katıldı. Kibar bir adamdı ama işte o kadar- Daha sonra Bill HARVEY de geldi. Elinde bir şişe viski vardı. İyice içmiş olduğu da anlaşılıyordu. Şişeyi masaya vurarak, ‘Buraya bak İngiliz piçi’ diye kükredi. ‘Artık gerçeği öğrenmeliyiz’. Bu oyunu önceden planlamış olduklarını hemen anladım. MI5’le ilgili ciddi konular görüşüleceği zaman Harry Stone de benimle birlikte gelirdi. Ama o kalp krizi geçirmişti ve şimdi hastanedeydi. ANGLETON’a döndüm. ‘Bu haksızlık, Jim. Beni yemeğe çağırdığını sanıyordum.’ ANGLETON benim için bir bardağa viski doldurdu. ‘Tabii yemeğe çağırdım, Peter.’ Kesin bir tavırla, ‘Beni ezmenize izin verecek değilim, ‘ dedim. ANGLETON usulca, ‘Öyle bir niyetimiz yok,’ diye cevap verdi. ‘Sadece anlattıklarını tekrar dinlemek istiyoruz… Başından itibaren…’ Lonsdale hikâyesini tekrar anlattım.
Hikâye sona erdiği sırada HARVEY de kendisini tutamadı. Tükürür gibi, ‘Güvenilemeyecek köpekler olduğunuzu biliyordum!’ diye bağırdı. ‘Buraya geliyor, araştırma yapmanız için para vermemizi istiyorsunuz. Ama o sırada KİRİŞ gibi bir şeyi de bizden gizliyorsunuz.’ ‘Meseleyi anlayamadım…’ ‘Sen hiçbir şeyi anlayamıyorsun zaten!’ HARVEY ikinci viski şişesini açtı. ANGLETON, ‘Mesele bizim operasyonlarımız, Peter,’ diye açıkladı. ‘Ajanlarımızdan çoğu yüksek frekanslı alıcılar kullanıyorlar. Ruslar KİRİŞ’i ele geçirdilerse, çoğu yakayı ele vermiş demektir… Peter, KİRİŞ Sovyetlerin eline geçti mi?’ ‘Önce geçmemişti. Ama şimdi KİRİŞ’ten yararlandıklarından eminim. UB’nin içindeki bir kaynak MI6’ya, Polonya’yla Sovyetlerin birlikte yürüttükleri bir operasyondan söz etti. Ajan olduğundan kuşkulandıkları birini yakalamak için… Anlatılanlardan Sovyetlerin KİRİŞ’i elde ettikleri anlaşılıyor. ‘ HARVEY ıslık çalar gibi, ‘Kahretsin,’ diye fısıldadı. ‘Polonya’daki bütün kaynaklarımızı kaybettik demektir’ ‘Ama bütün bu raporları sizin Polonya Bölümü’ne yolladık, ‘ diye cevap verdim. ‘Ajan bizimkilerden biri değildi. Bu yüzden sizin adamlarınızdan biri olduğunu düşündük. Bu rapor hiç olmazsa size Polonya’yla yapılan telsiz haberleşmelerinin tehlikede olduğunu açıklamalıydı.’ Batı Avrupa Bölümü’nün Şefi kızardı. ‘Bu işi yarın sabah araştırırız.’ HARVEY, ‘KİRİŞ’i başka kimler biliyor?’ diye sordu. Ona FBI’ya ve Kanada Gizli Servisi’ne bilgi verdiğimizi açıkladım.
‘AŞAĞILIK BİR DİLENCİDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLSİNİZ’
HARVEY öfkeyle masaya vurdu. ‘Kanadalılar! Papau’lulara da söz etseydiniz.’ ‘Korkarım biz olaya bu açıdan bakmıyoruz. Kanadalılar, İngiliz Milletler Topluluğu’nun güvenilen üyeleridir-’ HARVEY homurdandı. ‘Onlara başka bir şifre makinesi almalarını söyleyin!’ Onun D Bölümü’nün sırlarını açıklamasından korkan ANGLETON masanın altından adama müthiş bir tekme attı. Tartışma uzadıkça uzadı. Beni sindirmeyi önceden planladıkları öyle belliydi ki. Kendimi suçlu hissetmemi, sonradan pişman olacağım sözler söylememi istiyorlardı. Hep aynı şeyleri tekrarlıyorlardı. ‘Biz size Sniper’ı verdik,bakın karşılığında ne yaptınız. Araştırmalarınız için milyonlarca dolar vermeye razı olduk. Bu borcunuzu nasıl ödediniz? Savaştan beri dikkatsizce davrandınız. PHILBY, MACLEAN, BURGESS…’ HARVEY sonunda, ‘Şunu unutmayın,’ diye haykırdı. ‘Siz bu kentte aşağılık bir dilenciden başka bir şey değilsiniz.’
‘SİZ GERİDE BIRAKTIĞIMIZ İÇİN ÖFKELENİYORSUNUZ’
Darbelere karşı koymaya çalıştım. ‘Evet, karşı casusluk konusunda başarılı olamadık Ama Arthur MARTIN artık geri döndü. Lonsdale Olayı ise bizim için sadece bir başlangıç. Size başlangıçta KİRİŞ’i haber vermek zorunda değildik. Bu bizim sırrımızdı. Ben buraya geldim ve uğrunda hayatımı harcadığım projeleri açıkladım. KİRİŞ, ŞARAMPOL, SARMA, Her şeyi. Ama siz NSA’da tam beş gün karşımda oturdunuz ve bana hiçbir şey söylemediniz. Dostça alışveriş böyle mi oluyor? Aslında siz geride bıraktığımız için öfkeleniyorsunuz…’
HARVEY mosmor kesilmişti. Saat dörde geliyordu. Oradan ayrıldım. ANGLETON’a ertesi günkü programa uymayacağımı da söyledim. Olanlar hoşuma gitmemişti. Barışı sağlamak artık onlara düşüyordu. Ertesi gün ANGLETON birdenbire kalkıp otelime geldi. Pek sevimli tavırlar takınmıştı, özür dileyip duruyordu. Bütün suçu HARVEY’e yüklüyordu. ‘Çok içiyor o. Siz İngilizler’ in gerçeği zorlukla açıkladığınıza inanıyor. Ama artık o sana inanıyor Peter. Sadece sizi bir tehdit gibi görüyor, işte o kadar.’ Beni zorla alıp yemeğe götürdü. Ertesi gün de NSA’ya gidebilmem için arabasını yolladı. Bu sayede Amerikalıların desteğini sağlamayı da başardım. HARVEY’le yaptığımız tartışmayı unutmuştum. ANGLETON bana gelerek, ‘HARVEY seninle konuşmak istiyor,’ diye haber verdi. Çok şaşırdım. ‘Olamaz!’ ‘Yanlış anlama. O senin fikrini almak istiyor. Küba’da bir problemle karşılaştı da. HARVEY’e senin ona yardım edebileceğini söyledim.’ ‘Ya geçen gece olanlar?’ diye sordum. ‘Onun için endişelenme. HARVEY sadece sana güvenip güvenemeyeceğini anlamaya çalışıyordu. Sınavı geçtin.’ ANGLETON başka bir açıklama yapmaya yanaşmadı. Sadece HARVEY’le iki gün sonra yemek yiyeceğimizi söyledi. 1961 yılında CIA’nın aklı fikri Küba’daydı. Domuz Körfezi çıkarması yeni başarısızlığa uğramıştı.
KIBRIS’TA EOKA LİDERİ GRIVAS’A OPERASYON
İki gün sonra ANGLETON’la birlikte lokantaya girdiğim zaman HARVEY ayağa kalkıp karşıladı, elimi hararetle sıktı. Her zamankinden daha sağlıklı duruyordu. İki gece önceki olaya hiç değinmedi. Bana Küba problemini incelediğini ve MI5’in 1950’lerde Gerilla lideri GRİVAS’a karşı giriştiği operasyon konusunda bilgi istediğini söyledi. Kıbrıs işine MI5’e girdikten kısa bir süre sonra karışmıştım. E Şubesi yani Sömürge İşleri Bölümü Şefi Bill MAGAN bana ilgili dosyayı yollamıştı. Makarios bağımsızlık için bir kampanyaya girişmişti. Yunan Hükümeti, AKEL Komünist Partisi ve Albay GRİVAS’ın yönettiği EOKA gerillaları onu destekliyorlardı. Kıbrıs’ın askeri bir üs olarak kalmasını isteyen İngiltere, Makarios’a karşı koymaya çalışıyordu. İngiliz siyaseti Kıbrıs’ta bir felaket halini almıştı. GRİVAS’ın bulunması ve etkisiz hale getirilmesi gerekiyordu. Siyasi görüşmelerden ancak ondan sonra bir sonuç alınabilirdi. Ordu bütün gücüyle GRİVAS’ı arıyor ama bulamıyordu. Dosyayı inceledikten sonra MI5’in bu işi daha iyi başaracağına karar verdim.
MAGAN’a, ‘GRİVAS’ın yerini haberleşmeleri izleyerek bulabiliriz,’ dedim. ‘Ruslarınkini dinlediğimiz gibi.’ MAGANGRİVAS’ın bulunduğu yerle ilgili bilginin oradaki Özel Şube’nin dosyalarında bulunduğundan emindi. Sadece uzmanlar bu bilgiyi doğru biçimde yorumlayamamışlardı. Şimdi mesele o dosyaları incelemekteydi. EOKA yerel Özel Şube’nin bürosuna iyice sızmıştır. MI5’in ajanının kimliği anlaşıldığı takdirde dosyaları incelemesi onun için tehlikeli olabilirdi. Ajanlarımızdan biri Lefkoşe’de ana caddede vurulmuştu bile. MAGAN olağanüstü bir insandı. Terörün tehlikelerini çok iyi biliyordu. Tehlikeli görevi adamlarından birine vermek istemedi. Kıbrıs’a gitmekte ısrar etti. Onu Kıbrıs’taki irtibat subayı Albay Philip Kirby GREEN destekleyecekti. Kirby son derecede cesur ve azimli bir insandı. Ben de operasyonun teknik yanını planlayıp uygulamak için kısa bir süre sonra MAGAN’ı izleyecektim. Operasyona ‘GÜNEŞ IŞIĞI’ kot adı verilmişti. ‘GÜNEŞ IŞIĞI’nın bir suikast operasyonu olduğunu söylemek kabalık sayılır. Ama bu yine de aynı kapıya çıkıyordu plan basitti. GRİVAS’ın yerini bulacak ve oraya çok sayıda asker yollayacaktık.
***