gençlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gençlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Kasım 2019 Cumartesi

ACI ÇEKEN TÜRKİYE., BÖLÜM 1

ACI ÇEKEN TÜRKİYE.,  BÖLÜM 1



Prof.Dr.Sait Yılmaz 
07 Temmuz 2019 


“ Problemi.,  Onu yaratanlarla Çözemezsiniz ” 
Albert Einstein 

 Giriş 

Geçenlerde iş adamı bir arkadaşım Karaman.a gitti. Dediğine göre kuru bakliyatın depolanması için oranın nemsiz iklimi çok müsaitmiş. Ancak, onun asıl ilgisini çeken ve çok üzen gördükleri olmuş, çok etkilenmiş, gözleri yaşararak, „insanlar tozun içinde yaşıyor ve acı çekiyorlardı. dedi. 

Gördüklerini özetleyecek olursak şöyle anlatıyordu; “ Sanki zaman durmuş, sokakta insan yok, genç insan hiç yok, tüm kadınlar kapalı. Devlet makyaj olsun diye yol yapmış ama zihniyet daha da geri gitmiş. Pencerelerden kaldırımlara her şey yoz bir kültür içinde”. 

 Osmanlı.dan çok çeken Karamanoğulları.nın kaderi sanki hala bu şehirde devam ediyor. Meşhur tekerleme; “ Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu.” Karaman a olan tarihi güvensizliğin bir ifadesi gibi. Karaman, IQ sıralamasında ülkemizde 19. sırada yer alıyor. 

 Bu durum, aslında Karaman.a özel değil, kıyı bölgeleri dışında durum bir şehirden diğerine pek farklı değil. Osmanlı.dan günümüze yaşanan siyasi, sosyal, ekonomik ve toplumsal yanlışların bir sonucu. Türkiye.nin iç bölgelerinde büyük birkaç şehir hariç ölü toprağı serpilmiş insan hayatı yaşanıyor. İç bölgeler kaskatı büzüşmüş, dışarıdan kıyı bölgelerine uzanmak istiyor ama olmuyor. 

İç bölgelerimizde insanlar; işsiz, eğitimsiz, becerisi olmadığı halde her işi yaparım diyerek sürekli büyük şehirlere göç ediyorlar. Bu göçlere son yıllarda pek çok ülkeden yanlış ve hesapsız göçler de eklendi. Geçmişte göç edenler ayak uydurana kadar şehirli kabul edilmezdi, şimdi İstanbul.un eski beyefendisi yok, gelen yaşadığı yeri geldiği yere benzetiyor. 

Ege ve Marmara gibi kıyı bölgelerinin genel karakteri ile iç bölgelerin farkı (Eğitim, Kadın, Laiklik, Gençlik, Çalışma hayatı, Din, Günlük yaşam, alt yapı) gittikçe açılıyor. Bu durum, ülkedeki siyasi seçim sonuçlarına da yansıyor. Ülkemizin geleceğine ve düzenine de etki ediyor. 

Türkiye.nin dönüşümü, toplum yapısı ve değişen Türk insanın doğası çok ince bir analiz gerektiriyor. Ülkemiz gittikçe toplumsal ve sosyolojik olarak üç parçaya ayrılıyor. Bu konuları çalışması gereken sosyologlarımız bir türlü yetişmiyor. Bu makale ile bu tür çalışmalara bir alt yapı sağlamaya ve farkındalık yaratmaya çalışacağız. 

Osmanlı’nın Toplumsal Mirası; Osmanlı Ekonomisi ve Kapitalizm.. 

Osmanlı ekonomisi, 1585.lerden itibaren başlayan „fiyat devrimi. ve Akdeniz.in 
ekonomik bir merkez olarak önemini kaybetmesi gibi iki ciddi şokla sendeleyip çözülmeye başladı. Fütuhat olgusu bitip, toprak kayıpları başlarken, Osmanlı insanı, maddeden bilgi üretecek bir bilimsel anlayışa uzaktı. Kapitalizm dünyayı sararken Osmanlının tepkisi içe çekilmek oldu. 

 19. yüzyılda, başta İngiltere olmak üzere Osmanlı kaynaklarına göz diken ülkelerin dış baskısı başladı. Osmanlı ekonomisinin bu şokları atlatamaması, ekonominin giderek daha fazla içe kapanmasına ve Ortaçağlaşmasına sebep oldu1. Dış dinamiklerin emperyalist amaçlarla belli azınlıkları desteklemesi Osmanlı içinde bölgesel dengesizlikleri artırdı2. 

 19. yüzyılda Avrupa.da görülen gelişmeler ve yapılan çeşitli anlaşmalar Osmanlı topraklarını Avrupalıların sanayi ürünleri için bir pazar haline getirdi. Ülke dâhilinde hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan satılan yabancı mallar Osmanlı şehirlerinde daha önce var olan el sanatlarına dayalı ekonomik faaliyetleri kısa süre içerisinde adeta söndürmüştür3. 

 Türkiye'de Osmanlı.nın son döneminden itibaren göreceli de olsa kapitalistleş me başlamış ve buna paralel olarak bir burjuva sınıfı oluşmuştu. Ancak, bu süreç Osmanlı toplumunu kapitalist üretim ilişkilerinin hâkim olduğu bir topluma dönüştürmedi. Hatta böyle bir dönüşümün önünde engel haline geldi. 

Sanayi Devrimi yaşanırken, geri kalmış Osmanlının küçük sanayisi ithal edilen 
teknolojiye dayanmakta olup, Batı endüstrisi ile rekabet şansı yoktu. Osmanlılar faize karşı olduklarından mali sermaye ve dolayısı ile sanayi oluşturamadılar. Bu durum, hem ekonominin geri kalmasına hem de ordunun gerekli silah ve teçhizatı edinmesine engel teşkil etti. 

Osmanlılarda geçmişten gelen ve aşar v.b. sistemlerle sürdürülegelen büyük bir 
sermaye birikimi vardı. Ancak, bunun sanayiye yatırılmamasının nedeni Osmanlı sermaye birikim rejiminin üretime değil üretilenin büyük bölümüne el konmasını sağlayan haraç ve vergi sistemiydi. Avrupalı egemenler, burjuva devrimlerle beraber bu emeğe ve zenginliğe doğrudan el koyma imkânın dan mahrum kalmışlardı 4. 

 1841 ve 1847 yıllarında çıkarılan nizamnameler ile kişilerin tasarrufundaki topraklara tapu verilmeye başlandı ancak, kanunun boşlukları nedeni ile devleti dolandıran ve köylüyü ezen büyük toprak sahipleri ortaya çıktı. Aşar vergisi toplayan mültezimlerin baskı ve yolsuzluğu ise Cumhuriyet dönemine kadar devam etti. 

1856.daki Islahat Fermanı ve yabancılara toprak satışının başlaması ile yabancı 
bankalar bol miktarda kredi vermeye başlamışlardı. Bu krediler, Osmanlı toprakları üzerinde Müslüman olmayan kesimlerin zenginleşmesinin önünü açtı. Hazinenin iflası nedeni ile vergi kaynaklarına el koyan dış çevreler Türk köylerinde ikinci sömürücü güç olarak ortaya çıktılar. 

Osmanlı.da birçok bölgede tarımsal verimliliği artırabilecek Tımar sistemi 
uygulanırken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde bugün bile devam eden ağalık sistemine neden olan yurtluk veya ocaklık sistemi uygulanıyordu. 

Osmanlı döneminde kurulan en önemli bankalar, Osmanlı Bankası ve Ziraat 
Bankası'ydı. 1856'da İngiliz sermayesi ile kurulan ve 1863'te İngiliz-Fransız ortaklığı biçimine giren Osmanlı Bankası, yarı-resmi bir merkez bankası statüsündeydi5. 19. yüzyıl sonunda Osmanlı bankacılık sistemi, başta Osmanlı Bankası olmak üzere yabancı bankaların denetimi altındaydı ve kredi yaratma kapasitesi çok sınırlıydı6. 

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı'da da sanayileşme amacıyla bazı 
adımlar atılmış ve yeni oluşan burjuvaziye birçok teşvik sağlanmıştı. Ancak, bu tür teşviklere rağmen, 20. yüzyılın başında Osmanlı'da kapitalist sanayi, kayda değer bir ölçeğe ulaşmamıştı. Çünkü Osmanlıda sanayi en fazla yarı mamul elde etmeye ya da hammadde işlemeye dayanıyordu. 

Elde edilen hammadde diğer ülkelere taşınabilir hale getiriliyor, mamul haline gelme süreci yabancı ülkelerde tamamlanıyordu. Daha sonra, hammaddenin yüzlerce kat değerine ulaşan bu mamul pazarlardaki yerini alıyordu. Örneğin, Fransızlar Osmanlı hâkimiyetindeki Lübnan.da ipek ticaretinin başını çekiyordu. İplik ve dokuma sanayinin belkemiği ham ipek ve en fazla yine Fransız ve İngilizlerin getirdiği iplik çekme makineleri idi. Osmanlı için ham ipek satışından elde edilen vergi gelirleri önemli iken Avrupalılar için ham maddenin, ham maddeden yüzlerce kat daha değerli olan ipek kumaşa çevrilmesi önemliydi. 

1908-1918 arası, kapitalizmin iktisadi himayecilik versiyonu için kuluçka dönemi 
oldu. İkinci Meşrutiyet ile birlikte kapitalistleşme yönündeki çabalar hızlandı, bu durum yeni kurulan şirketlerin sayısındaki artışta yansımasını buldu. 1908-1919 yılları arasında yarıya yakını anonim şirket olan 208 şirket kuruldu7. 

1913 yılında mamul maddelere bağımlılık tüm sektörlerde ortalama %59.2 civarında idi. İthalatın %25.i Almanya ve Avusturya-Macaristan.dan; %65.i savaşa kadar İtilaf Devletlerinden; %10.u da savaşa tarafsız ülkelerden yapılmaktaydı 8. 

1920'lere gelindiğinde Türkiye'de - olduğu kadarıyla - kapitalist sanayi, kapitalizm öncesi kırsal ilişkiler denizi içindeki küçük ve dağınık adacıklardan ibaretti. Genelde atölye niteliğinde, ortalama 2-3 işçi çalıştıran, dokuma, gıda ve kısmen de madencilik gibi temel veya geleneksel üretim kollarında yoğunlaşan, zayıf bir sanayi yapısı söz konusuydu 9. 

Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışına sebep olan iç sebepler arasında; devlet yönetimi ve toplum yapısında yaşanan sıkıntılar, ordudaki bozulma, pozitif bilimlerden uzaklaşılması, ilmiye (din ve şeriatı uygulayan) sınıfının yozlaşması, sosyal ve ekonomik yapının Sanayi Devrimi gibi çağdaş gelişmelere ayak uyduramaması başta gelmektedir 10. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***


16 Şubat 2015 Pazartesi

1961-71 Döneminde Kemalizm ve Gençlik




1961-71 Döneminde Kemalizm ve Gençlik




Turhan Feyizoğlu

1961-71 döneminde kendilerini “Kemalist”, “Kemalist sosyalistler”, “Sol Kemalistler” olarak niteleyen Milli Türk Talebe Birliği (MTTB), Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF), Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı (TMGT), Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB), Türkiye Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu (TDGF), Sosyal Demokrasi Dernekleri Federasyonu (SDDF), “Kemalist Devrimciler Birliği” gibi örgütler söylenebilir.
Bu örgütlenmeler, “Mustafa Kemal’in başlattığı burjuva devriminin bitirilmemiş olduğu, bunun tamamlanması gerektiği” tezini savunan örgütlerdir.
Temel tezleri, “İkinci Milli Kurtuluş Savaşı” vererek “Demokratik Halk Devrimi”ni gerçekleştirmektir. Bu örgütlerden bazıları, bu düşünceye Marks’çı bir içerik kazandırmak istemişlerdir. Bu, ilk önce, “Milli Demokratik Devrim”, “Ulusal Demokratik Devrim” ya da “Burjuva Demokratik Devrim” olarak ortaya konmuştur. Daha sonra, “Halk Savaşı”, “Öncü savaş” tezleri gündeme gelir. Örgütlerin yönetim kadrosu değiştiği zaman, savunulan tezler de değişmiştir.
SDDF, düşüncelerini şöyle açıklamıştır:
“Sosyal demokrat gençler, çağdaş olmayı, ideolojik ayrıntılar yüzünden bir birine düşman olmamayı savunmuşlardır. Kemalist çizgide Sosyal Demokrasiyle birleşmenin, Anayasa’nın tam olarak uygulanmasının mücadelesini vermişlerdir.”
Bugün, bazı kesimlerce belki gülünç karşılanabilecek, bu nedenle mi ayrışmalar, çatışmalar olmuş denilebilecek nedenlerle, o dönem, ciddi kavgalar yaşanmıştır.
1961-1971 döneminde, gençliği sol politik açıdan etkileyen iki akım vardır: Kemalizm ve sosyalizm. O dönem, gençlik örgütleri arasındaki mücadele daha çok sosyalistlerin kendi içinde ve sosyalistlerle sosyal demokratlar arasındadır.
1960’lı yılların ilk yarısında, Kemalizm veya bir deyişle Atatürkçülük, gençlik örgütlerinde egemendir. 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren gençlik örgütlerinde sosyalist düşünce de egemen olmaya başlar. Fakat Kemalizmden tam kopuş değildir. Sol ile Kemalizmin buluşmasıdır.
Türkiye’de güçlü bir Kemalist gelenek vardır. Doğan Avcıoğlu, 22 Ağustos 1962 tarihli YÖN Dergisi’nde, “Sosyalizmi, halkçılık, devletçilik, devrimcilik, laiklik, cumhuriyetçilik ve milliyetçilik ilkelerine dayanan Atatürkçülük’ün en tabii sonucu ve devamı sayıyoruz. Sosyalizmin, Atatürk devrimlerini geliştirme ve ileri götürme yolu olduğuna inanıyoruz” der.
Tabii Senatör Muzaffer Karan da, 12.9.1962 tarihli, YÖN dergisinde yazdığı yazısında, “Kemalizmin altı oku, Türk sosyalizminin temel taşlarıdır.” der.
Bu dönem, gençlerin yaptığı bileşim ise ilginçtir. Ahmet Börüban, “1969’da ODTÜ’de öğrenci iken, bilgisayarda Che Guevera’nın silueti üzerine Atatürk’ün Bursa Nutku’nu yazar, bunu bildiri haline sokar, dağıtırdık” demiştir.
Hüseyin İnan, ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü’nün bir toplantısında, Atatürk için, “Gök gözlü oportünist” diyen, birisinin üzerine, “Polis, provokatör” diye hışımla yürüyerek, dövmek istemiştir.
Geneli yansıtmasa da belli bazı merkezlerde yapılan anket ve seçim sonuçları konu hakkında bilgi verir.
ANT Dergisi’nin İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’nda 150 öğrenciyle 1967 yılında yaptığı ve 31 Ekim 1967 günü yayınladığı bir ankete göre öğrencilerin beğendikleri liderler sırayla şöyledir:
Atatürk, De Gaulle, Che Guevera, Mao Çe Tung, Kennedy, Nasır, Castro, İnönü, Lenin, Lumumbo, Ho Şi Minh, Aybar, Alpaslan Türkeş ve Gandi.
2 Haziran 1968 Pazar günü, Kısmi Senato, Belediye, İl Genel Meclisi, Muhtar ve boş yerlerdeki milletvekili seçimi yapılır.
İstanbul’da bulunan öğrenci yurtlarında çıkan seçim sonuçları şöyledir:
Site Öğrenci Yurdu: CHP:160, TİP:115, AP:67, CKMP:43
Çemberlitaş Kız Yurdu: CHP:70, TİP:31, AP:30, CKMP:2
1961-71 döneminde kendisini “Kemalist” ya da “Sosyalist” olarak tanımlayan birçok gençlik örgütünü çatısı altında toplayan üst kuruluşlar bulunmaktadır.
Tanımlamalar sadece bilinen anlamları açısından değil, kimin nasıl tanımladığına da bakmak gereklidir.
TMGT, DÖB, ODTÜ Öğrenci Birliği, Ankara Üniversitesi Talebe Birliği, 30 Ekim-10 Kasım 1968 günleri, Samsun’dan Ankara’ya, “Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü” düzenler.
DÖB, yürüyüş hakkında şu açıklamayı yapar:
“Biz, Devrimci Öğrenci Birliği olarak hareketin niteliğinin, özünün Amerikan emperyalizmine-Feodalizme-İşbirlikçi sermaye çevrelerine karşı bir mücadele, gerçek demokrasi için bir mücadele olacağını belirttik. Zira Tam Bağımsız Türkiye, ancak bu güçlere karşı savaşın başarıya ulaşması ile gerçekleşebilirdi. Biz, Mustafa Kemal Gençliği olarak, Türkiye’nin istiklalinin zedelendiğini, elden gittiğini görüyorduk. Onun için atılması gereken devrimci adımın ‘İstiklali Tam Türkiye’ için olacağını, gerçekleştirilmesi gereken ilk amacın ‘Tam Bağımsız Türkiye’ olduğuna inanıyorduk. Ve bu fikrimizde de direndik. Sosyalist şiarlar atmadığımız için diğer örgütler tedirgin olmadılar.”
Bir örgüt, “sosyalist şiarlar atmadığını” bildiride açıklama gereksinimi duyduğuna göre, ciddi veya önemli bulduğu bazı kesimler vardır ve bu kesimlere mesaj göndermektedir.
23 Nisan 1970’de, “Ulusal bağımsızlık ve Ekonomi Haftası” başlatan SDDF, yayınladığı bildiride özetle şu açıklamayı yapmıştır:
“Kemalist devrimci hareketimiz her türlü baskıya karşı yürütülecektir. Amerikancı iktidar ve destekleyicileri bunu böyle bilmelidir.”
Peki İstanbul TDGF Bölge Yürütme Kurulu, Ulusal Egemenlik Bayramı dolayısıyla, 23 Nisan 1970’de nasıl bir bildiri yayınlamıştır, ona bakalım.
Bildiri özetle şöyledir:
“Yeraltı ve yerüstü servetlerini Amerika’ya peşkeş çekmiş; Mustafa Kemal’in tam bağımsızlık ilkesini emperyalist çizmeleriyle ezmiş ve ihanetlerini belgelemiş iktidarlara karşı, işçisiyle, köylüsüyle, Kemalist ordusuyla ve devrimci gençliğiyle artık ‘Dur’ demenin zamanı gelmiştir.”
Bu dönem ayrıca, Harp Okulu’nda eğitim gören bir kısım öğrencide, yaşanan politik gelişmelerden etkilenmiştir. İlk önce 69 deniz subayı (Daha sonra katılanlarla imza sayısı 110’a çıkmıştır) imzaladığı için “69 Deniz Subayının Bildirisi” olarak anılan ve Aralık 1969’da yayınlanan bildiride şu cümleler yeralmaktadır:
“Bu savaş bir avuç insanın değildi ki, dursun. Bu savaş senin; bu savaş ezilenlerin. bu savaş Mustafa Kemal’in savaşı... Milli Kurtuluş Savaşı’mızın en büyük dayanağı yiğit halkımızsa, onun yumruğu devrimci gençliktir. Onun yumruğu bizleriz. Gece yarılarından alacakaranlıklarda, gençliğe sıkılan kurşun gerçekte Mustafa Kemal’e sıkılıyor.”
Örnek olarak verdiğim bu açıklamalar esasında, o dönem, bu örgütlerin ve kendisini MDD’ci olarak olarak adlandıran kesimlerin bütün bildirilerinde yeralan ortak açıklamalardır.
O dönemin, en popüler gençlik örgütü olan TDGF’nin yaptığı eylemlere ve açıklamalarına bakalım.
TDGF, 14 Mart 1970 Cumartesi günü, Ankara’da, “Bağımsızlık Haftası” düzenler.
14 Mart 1970 Cumartesi günü, TDGF, ODTÜ Öğrenci Birliği, Ankara Üniversitesi Öğrenci Birliği, SBF Öğrenci Derneği, Üniversite Asistanları Derneği, Ankara Üniversite Hukuk Fakültesi Öğrenci Derneği, Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu Öğrenci Derneği, Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi Öğrenci Derneği ve bir çok kuruluş, DTCF bahçesinde bir forum yapar.
Forumda alınan karar gereğince, “Mustafa Kemal’in kurduğu Birinci Millet Meclisine gidilecek ve orada da forum” düzenlenecektir.
Binlerce genç, en önde Türk bayrağı koşarak, Ulus’taki ilk TBMM’ne gelir. Sanki ilk TBMM’deki gibi bazı konular tartışılır, görüşülür ve sonunda karara bağlanır.
İlk TBMM balkonundan, Ulus Meydanında bulunan binlerce gence şu duyuru yapılır:
“Mustafa Kemal’in yürüttüğü milli kurtuluş savaşımızın başarıya ulaşması için 23 Nisan 1920’de ilk toplantısını yapan Türkiye Büyük Millet Meclisi, onurlu bir ulusun parlamentosuydu.
Mustafa Kemal’in başkanlığında toplanan parlamento emperyalizmin kovulması, halkımızın kurtulması için kararlar alıyor, işgal kuvvetlerini atmak için planlar yapıyordu.
Biz, Türkiye’nin milli kurtuluşçu, devrimci gençliği olarak böylesine onurlu bir parlamentoyu özlüyoruz.
Biz, Amerikan emperyalizminin ve işbirlikçilerinin egemenliğindeki bir gerici politik düzeni değil, işçi-köylü-asker ve gençliğiyle tüm ulusumuzu temsil eden devrimci ve demokratik bir politik düzeni özlüyoruz.
Biz, devrimci gençlik olarak, Amerikan uşaklarının, oy pazarında para ile satın alınan kişilerin, halkımızın sırtından milyonlar vuranların at oynattığı bir politik düzeni tanımıyoruz.
Yaşasın Mustafa Kemal’in milli, onurlu, parlamentosu!.
Yaşasın işçi-köylü-asker ve gençliğin devrimci dayanışması!.
Toplantıda alınan kararlar şunlardır:
“1- Amerikan emperyalistleri, işbirlikçileri ve toprak ağaları halkımızın baş düşmanıdırlar.
2- Halkımızın ve gençliğin hiçbir siyasi partiye güveni yoktur.
3- Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye’yi kurmak için:
-Yurdumuz bütün Amerikan Askeri üslerinden ve tesislerinden, bütün Amerikan askerlerinden, Barış Gönüllülerinden ve bütün Amerikan sivil uzmanlarından temizlenmelidir.
-Yer altı ve yer üstü servetlerimizi sömüren bütün yabancı şirketlere ve yabancılarla işbirliği yapan zenginlerin mallarına el konmalıdır.
-Milli çıkarlarımızı zedeleyen bütün ikili anlaşmalar feshedilmeli NATO ve CENTO’dan çıkılmalıdır.
-Toprak ağalığı ve tefecilik ortadan kaldırılmalı ve ağaların toprakları yoksul köylülere dağıtılmalıdır.
-Bütün milli sınıf ve tabakaların, işçilerin, köylülerin, memurların, öğretmenlerin teşkilatlanmalarını ve demokratik mücadelesini engelleyen bütün kısıtlamalar kaldırılmalıdır.
-Bütün ilkokullar, ortaokullar, liseler, yüksek okullar ve bütün eğitim ve öğretim sistemimiz yabancılara değil, Türkiye halkına hizmet eder duruma getirilmelidir.
-İstiklali tam Türkiye için mücadele, gerçek demokrasinin kurulması için mücadele devrimci görevimizdir.
Bu uğurda mücadeleye katılmak her yurtseverin hem hakkı, hem de görevidir.”
Bu eylem ve kararlar, Atilla Sarp’ın TDGF Genel Başkanı olduğu dönemde yapılmıştır.
60’lı yılların sonunda en kalabalık yürüyüşlerden birisi 10 Kasım 1970 Salı günü yapılmıştır.
Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (TDGF), Üniversite Asistanları Sendikası (ÜNAS), Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı (TMGT), Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), Ankara Üniversitesi Öğrenci Birliği, Hacettepe Üniversitesi Öğrenci Birliği ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi Öğrenci Birliği, Yapı İşçileri Sendikası (YİS), Sağlık İşçileri Sendikası (Sağ-Kur), 10 Kasım 1970 Salı günü, “Mustafa Kemal Yürüyüşü” düzenler.
Ellerinde taşıdıkları “Mustafa Kemal”in kalpaklı afişleriyle çoğunluğunu öğrencilerin teşkil ettiği yürüyüş, saat 11.00’de Anıt-Kabir’de başlar.
İstiklal Marşı’nın okunması ve saygı duruşundan sonra TDGF Başkanı, özetle şu konuşmayı yapar:
“Atatürk, istiklal-i tam Türkiye görüşünün ışığı altında anılmalıdır. Yeni bir kurtuluş savaşının eşiğindeyiz. Emperyalizmin bütün dünyada hızla çöktüğü bir dönemde Ata’yı anıyoruz. Ata’yı anmak için Birinci Kurtuluş hareketinin manasını iyi bilmek lazımdır.”
Gençler, “Bağımsızlık andı” içtikten sonra, Anıtkabir önünden yürüyüşe geçer.
“Atatürk geliyor”, “Kahrolsun Amerika”, “Bağımsız Türkiye”, “Devrimciler el ele, milli cephede”, “İşçi gençlik ele ele, milli cephede” sloganlarıyla Tandoğan Alanı’na gelen gençler, İstasyon yolu üzerinden eski TBMM önünde toplanır. Bu arada, bir grup genç, Cento binası önüne gelerek yarıya indirilmiş Amerikan bayrağını indirerek yırtar. Yürüyüşe devam eden gençler, Cemal Gürsel Alanı’nda yapılan kısa konuşmalardan sonra dağılır.
“Mustafa Kemal Yürüyüşü”nü düzenleyen kuruluşlar, Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi (DTCF)’nde de, saat 17.00’de “Mustafa Kemal” forumu düzenler.
Forumda TDGF Başkanı Ertuğrul Kürkçü, TÖS Başkanı Fakir Baykurt, Prof. Muammer Aksoy, Milli Birlik Komitesi üyelerinden Tabii Senatör Suphi Karaman, Devrim Gazetesi Sahibi Doğan Avcıoğlu, ODTÜ Öğrenci Birliği Başkanı Erhan Erdoğmuş, konuşma yapar.
Bu yürüyüşten yaklaşık üç ay sonra, 12 Mart 1971 Cuma günü, askeri muhtıra verilir. Türkiye, yeni bir siyasi dönemin içindedir artık.


..