İran’da Siyasal Sistem ve İç Dinamikler BÖLÜM 2
İran siyasi sisteminde yasama organı olarak işlev gören meclis ya da İslami Şura Meclisi bir nevi halka dayalı meşruiyetin kullanıldığı organlardan biri çünkü İran anayasasına göre seçimler yoluyla meclis üyeleri belirleniyor ve seçimler doğrudan ve gizli oyla halk tarafından yapılıyor. Her dört yılda bir meclis seçimleri yenileniyor. Mecliste azınlıkların temsil hakkı var, bu İran için özel bir şey diyebiliriz. Beş vekil ile azınlıklar temsil ediliyor.
Bunlardan Zerdüştler ve Museviler birer temsilci, Süryani ve Keldani Hıristiyanlar birlikte bir temsilci, güneydeki ve kuzeydeki Ermenilerde birer temsilci ile
mecliste temsil ediliyorlar. Meclis İslam’a ve anayasaya aykırı olmamak koşuluyla her sorun için kanun koymaya yetkili. Bu konudaki denetim yetkisi
daha önce de belirttiğim gibi Koruyucular Şurası’na aittir. Meclisin yaptığı her kanun Koruyucular Şurası’na gidiyor, Koruyucular Şura’sı kanunların anayasa ya ve şeriat’a uygunluğunu denetledikten sonra kabul eder ise meclise geri gönderiyor ve yasa işleme konmuş oluyor. Kabul edilmezse tekrar görüşülmesi
için yine meclise iade ediyor ve nihai veto hakkı da Koruyucular Konseyi’ne ait. Meclis, ülkenin bütün işleri için araştırma ve soruşturma hakkına sahip.
Milletlerarası antlaşma, sözleşme ve muvafakat belgeleri devlet tarafından borç alıp verme, ödünç alıp verme, karşılıksız yardımlar vs. hepsi mecliste kabul edilip onaylanıyor. Savaş ve olağanüstü şartlarda bazı hak ve hürriyetlerde zorunlu sınırlamalar getirmesi için hükümet, meclisin onayını almak zorunda. Ayrıca güvenoyu, soru sorma ve gensoru yöneltme yollarıyla yürütme icraatlarını da meclis denetliyor. İran siyasal sisteminde yürütme gücünü kullanan kurum ise cumhurbaşkanlığı kurumudur. Cumhurbaşkanlığı da dört yıl için ve halkoyuyla seçilir. Cumhurbaşkanı rehberden sonraki en yüksek makamı diyebiliriz. Bir cumhurbaşkanı üst üste en fazla iki defa seçilebiliyor. Tekrar
aday olmak istediğinde aradan bir dönem geçmiş olması gerekiyor. Daha önce söylemiştim, rehberin İran asıllı olması gerekmiyor ancak cumhurbaşkanının
İran asıllı olması gerekiyor, İran vatandaşı olmalı, tedbirli ve idareci, iyi geçmişli, güvenilir ve takva sahibi olmalı, Caferi mezhebi mensubu olmalı ve İslam cumhuriyetinin temel prensiplerine inanmalı. Bu özellikleri cumhurbaşkanı adayının sahip olup olmadığını denetleyen daha önce de söylediğim gibi
Koruyucular Konseyi’dir. Adaylarda, eğer bu özelliklerde bir eksiklik bulursa adaylıklarını reddediyor. Cumhurbaşkanı seçime katılanların salt çoğunluğu
ile seçiliyor. Eğer adaylardan hiçbiri bu salt çoğunluğu sağlayamazsa seçim en fazla oyu alan iki aday arasında bir sonraki haftanın Cuma günü tekrarlanıyor
ki bu İran seçimlerinde sık sık olan bir şeydir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine Koruyucu Şura nezaret ediyor. Ancak cumhurbaşkanı mazbatasını rehberden alıyor. Yani cumhurbaşkanını yürütme yetkisiyle görevlendiren kişi nihayetinde rehber oluyor. Yeni cumhurbaşkanı İslami Şura Meclisi’nde yemin ederek görevine başlıyor. Cumhurbaşkanının görevleri arasında milli planlama ve
bütçeden sorumlu olmak var, büyükelçilerin atamasını yapıyor, yabancı büyükelçilerin itimatnamelerini kabul ediyor, Yüksek Güvenlik Konseyi’nin de
başkanlığını yürütüyor. Yargı kurumu İran’daki yasama-yürütme ve yargı, üçlü yönetim İran’da da mevcut. Yargı üçüncü ayak olarak göze çarpıyor.
Yargı gücü İslami ölçülere uygun olarak kurulmaları gereken adli mahkemeler aracılığıyla kullanılıyor.
Yargının görevi davaların çözüme bağlanması, kamu hukukunun korunması, adaletin icrası ve yayılması ile şer’i cezaların uygulanmasıdır. Bir yüksek
yargı erk’i başkanı mevcuttur. Yüksek yargı erk’i başkanını rehber seçiyor. Müşteyitler arasından beş yıl süre ile seçiliyor. Bu yüksek yargı erk’i başkanı,
hakimleri işe almaktan, atamaktan ve özel bir işle görevlendirmekten sorumludur. Bir de İdari Adalet Divanı kurulmuş durumdadır. İdari Adalet Divanı; halkın, memurlar, devlete bağlı hükümetin birimleri veya tüzükler dolayısıyla olan şikayet ve itirazlarını inceliyor. Ayrıca İhtisas mahkemeleri de mevcut. Asker, jandarma, polis ve devrim muhafızların görevlerini ilişkin suçların soruşturulması için askeri mahkemeler kurulmuş durumda. Devrim mahkeme leri yine ülkenin iç ve dış güvenliğine yapılan bütün saldırılar, rejimin kurucusu Humeyni ve rehber hakkında kötü söz ve iftiralar, rejimin güvenliğine yönelik tehditleri ele almak için yetkilidir. Bir de doğrudan rehbere bağlı özel ulema mahkemesi var ki bu mahkeme din adamlarının ve medrese öğrencilerinin
sorunlarını çözmekle yükümlüdür.
Anayasal Kurumların sonuncusu Danışma Kurullarıdır.
Bu kurullar iki tanedir. Birincisi düzenin yararına teşhis heyeti ikincisi yüksek güvenlik konseyidir. Düzenin yararına teşhis heyeti İslami şura meclisi ile yani parlamento ile koruyucular şurası yani yasaları denetlediğini söylediğim şura arasındaki anlaşmazlıkları çözmek üzere kurulmuştur. Tabi bu kurum esasın da 1980’lerin sonlarına doğru gerçekten yasa yapılma konusunda meclis ile koruyucular konseyi arasındaki ciddi çatışmaların çıkması sonucu pratik nedenlerden ötürü kurulmuş bir kurumdur ve bugünde hala işlemektedir. Bu kurum ülkenin genel siyasetinin belirlemesinde danışma kurulu vazifesini görüyor. Meclis ile koruyucular şurası arasında yasaların İslami ve anayasaya uygunluk hususunda anlaşmazlıklar sık sık ortaya çıkabiliyor.
Bu durumda anlaşmazlık çözülemediği takdirde eğer rehber isterse bu heyeti yani düzenin yararına teşhis heyetini toplayıp konuyu çözüme kavuştura
biliyor. Bu heyetin bütün üyeleri belirli bir süre için doğrudan rehber tarafından atanıyorlar ve kararları ancak rehberin onayından sonra icra edilebiliyor.
Yüksek Güvenlik Konseyi bir diğer danışma kuruludur. Yasama, yürütme ve yargı başkanları, Genel Kurmay Başkanı, plan ve bütçe sorumlusu rehberin
seçtiği iki temsilci dışişleri, içişleri ve istihbarat bakanları gerektiği zaman ilgili bakan, ordu ve devrim muhafızları en üst dereceli komutanlarından oluşan
büyük bir kurumdur. Daha doğrusu fazla üyeli bir kurumdur. Amacı ve görevleri Milli çıkarları sağlamak, İslam devriminin ve ülkenin toprak bütünlüğünü
korumak bu amaç ile Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan bir kurumdur.
Rehberin tayin ettiği genel siyaset çerçevesinde ülkenin güvenlik ve savunma politikasını belirlemekle siyasi, toplumsal, kültürel, ve ekonomik faaliyetlerin genel güvenlik ve savunma tedbirleriyle uyumlu hale getirilmesinin sağlamak görevleri de bulunuyor. Yine Yüksek Güvenlik Konseyinin kararları ancak rehberin onayından geçtikten sonra icra edilebiliyor. Bu teknik kısmı bitirdikten sonra 1979 İran devrimi sonrası siyasi gelişmelere göz atmak gerekirse. “79 İran devrimi” sonrasını ilk önce Humeyni dönemi ile başlatmak uygundur. Çünkü Humeyni karizmatik kişiliğiyle devrimde oynadığı lider rolle rehber seçildikten
sonra hayatta kaldığı 1989’a kadar bütün siyasi sorunlarda meselelerde kararlarda en önemli rol oynamış kişiliktir. Bu dönemi de ikiye ayırmak mümkün dür. 79- 81 yılları arasındaki ılımlı dönem ve 81 -89 yılları arasındaki radikal dönem. Ilımlı dönem, ülke içerisinde devletin şeklinin belirlendiği, anayasanın yapıldığı, rejimin niteliklerinin belirlendiği dönemdir. Ancak, devrimin niteliğinden dolayı devrime pek çok kesimden insanların katılmasından
dolayı bu dönemde bu grupların söz söyleme hakkı bulunuyordu ve henüz radikal İslamcılar iktidarı tamamen ele geçirmiş değillerdi. Ancak,
81’in sonlarına doğru radikal İslamcıların iktidarı ele geçirmeleriyle ve ülkedeki solcu, milliyetçi ve liberal grupların siyaset sahnesi dışına itilmeleriyle ılımlı
olarak adlandırdığım dönem aslında son derece katı politikaların yerleştiği bir dönem oldu ve daha sonraki radikal siyasete zemin hazırlayan dönem
oldu. Humeyni döneminde devrimci gruplar arasında iki temel düşünsel eğilim göze çarpmakta.
Bunlar elitist ve halkçı eğilimlerdir. Elitist eğilim daha çok muhafazakar ve ya geleneksel sağ olarak adlandırılan kesim tarafından benimsenen eğilimdir.
Bu gruplar nihai egemenliği Allah’a ait olduğunu ve dini esasları en iyi bilen kişiler olarak ulemanın kutsal yasaları uygulamakta tek yetkili olduğunu
savunanlardır. Sosyal ve kültürel alanda şeriatın katı yorumunun uygulanmasını savunuyorlardı. Ekonomik alanda ise özel mülkiyeti savunuyorlardı.
Çünkü, özel mülkiyetin çok çalışmayla elde edildiğini dinde kutsal olduğunu dolayısıyla Devletin özel mülkiyete müdahale etmemesi gerektiğini düşünüyorlar dı. Bu nedenle de ağır vergilere sanayi ve ticaretin devletleştirilmesi ne karşı çıktılar. İkinci eğilim olan halkçı eğilim ise İslam devletinin temelinin vatandaşlar ile devlet arasındaki anlaşmaya dayalı olduğunu savunuyordu. Buna göre, vatandaşlar egemenlik haklarını yasaları yapacak olan seçilmiş temsilcilere devredeceklerdi. Bu grubu radikaller olarak adlandırmak mümkün Humeyni döneminde. Halkçı grupta anayasal cumhuriyet vurgusu oldukça belirgindir.
Zenginliğin ve fakirliğin uç derecelerinin toplum için kötü olarak görüyorlar ve bu nedenle devletin zenginliği yiyecek ve petrol sülvasyonları parasız eğitim, sağlık hizmetleri, aşamalı vergilendirme gibi yollarla halka eşit olarak dağıtması
gerektiğini savunuyorlar. Sosyal ve kültürel konularda ise muhafazakarlardan daha ılımlı bir bakış açıları var. Ancak bu iki eğilim arasındaki temel fark aslında İslam hukukunun iki farklı yorumundan ortaya çıkıyor. Muhafazakar grup, elitist
eğilimi olan grup, İslam’ın Kuran ve sünnet gibi geleneksel kaynaklarının temel kabul edildiği ve yeni yorumlara kapalı olan bir hukuksal anlayışı benimsiyor.
Halkçı grup ise İslam’ın kaynakları üzerinde zamanın gereklerine ve ihtiyaçlara göre ve yeni durumlara göre ikincil hükümlerin verilebileceği daha dinamik bir hukuk anlayışını savunuyor. Aslında ikisinin farkı burada ortaya çıkıyor. Elitist
grup, muhafazakar ikincil hükümlere karşı doğrudan kurallı ve sünnetin uygulanmasını isteyen grup, halkçı grup ise yeni durumlara yeni gerekliliklere
göre yeni şerri hükümler yeni şerri kararlar verilmesi gibi verilmesi gerektiğini savunan ve bu anlamda modern durumlara uyum sağlamak çabasında olan
gruptur. Bu iki grubun yanında devrimin ilk 10 yılında önemli rol oynamış diğer bir grup daha vardır bu aslında Humeyni’nin ölümünden sonra siyasette
rol kazanmıştır. Bu da dönemin meclis sözcüsü Ali Ekber Haşemi Rafsancani etrafında toplanan gruptur.
Savundukları karma bir ekonomik anlayış mevcuttur. Bir taraftan zenginin halka yeniden dağıtılmasını savunurlarken diğer taraftan özel mülkiyetin korunması gerektiğini düşünüyorlar. Sosyal ve kültürel alanda ise daha nispeten ilerlemeci bir tavırları vardı. Dediğim gibi Humeyni devrimin ilk lideri, rehber ve karizmatik kişiliğiyle dini bilgisiyle bütün bu gruplar arasında dengeleyici bir rol oynamıştır
ve bu nedenle de bütün bu gruplar hepsi iddialarını Humeyni’nin fetvalarına dayandırma çabasına girdiler. Hepsi meşruiyetini bir anlamada Humeyni’nin
düşüncesinden aldılar. Bu dönemde aktif olan muhafazakar grupların bazıları militan din adamları derneği, İslami birleştirme topluluğu ve Kum Havzası
Müderrisleri Derneği olarak sayılabilir.
Ancak 1988’e gelindiğinde militan din adamları derneği arasında fikir ayrılıkları ortaya çıktı. Ruhaniyat diyeceğimiz bu grup arasında solcu eğilimli din adamları
dernekten ayrılarak Ruhanuyu’yu militan din adamları heyetini kurdular. Bu dönemdeki radikal gruplar ise yani halkçı eğilime sahip guruplar ise İslam
devrimi mücahitleri ki devrim öncesinde Şah’a karşı silahlı mücadelesinin gerekliliğini savunan grupların birleşmesiyle kurulmuştu. İslam cumhuriyeti
partisi olarak göze çarpmaktadır. İslam Cumhuriyeti Partisi dönemin siyasetinde önemli rol oynamıştı. Hem muhafazakar hem radikal unsurları içerisinde barındırıyordu. Ancak bu unsurların bir arada olması zamanla fikir çatışmalarına ve ayrılıklara yol açtı. Bu parti içerisindeki temel çatışma bugünde adını belki duymuş olabileceğiniz Hücretiyecilerle Mektebiyeler arasında yaşanmıştı. Hücretiyeciler muhafazakar kanadı oluşturuyorlardı ve nihai egemenliği kayıp İmam Methi’ye 12. imama ait olduğunu savunuyorlardı. Yani biraz daha geleneksel Şii yönetim anlayışına yakın bir tavırları vardı. Dolayısıyla velayeti fakih kurumunu ve bu kurumun siyasete müdahalesini sorgulamaya devam etmişlerdi. Radikal grubu oluşturan mektebiyeler ise dinamik hukuk anlayışını benimsemişlerdi. Dinamik hukuk anlayışının ortaya çıkardığı velayeti fakih
yorumunu sonuna kadar desteliyorlardı. Bu iki grup arasındaki görüş ayrılığının yol açtığı çatışmalarla İran İslam cumhuriyetinin ilk ve tek partisi olan
İslam Cumhuriyeti Partisi 1987 yılında Humeyni’nin izniyle kapatıldı. Bundan sonra da siyasi parti kurulmasına izin verilmedi. Şu anda İran da hiçbir siyasi parti bulunmamaktadır. Sadece bazı dernekler siyasette etkin olmaya çalışmaktadır. Yine Humeyni döneminin yeniliklerinden biri de devlet yönetimin de maslahat zaruret doktrinin uygulanması oldu. Maslahat çıkar demek, zarurette gereklilik demek. Bu doktrin İslam toplumunun çıkarlarını korumak söz konusu olduğunda veya olağanüstü gereklilik halinde İslam hukukçularının şeriat hükümlerini ihlal etmemek koşuluğuyla yeni fetvalar verebileceği anlayışını ortaya çıkardı. Bu yine devletin pratik ihtiyaçlarından kaynaklanan doktrindir.
Çünkü karşılaşılan yeni meselelerin eğer şeriat hukukunda yeri yoksa ya da hakkında bir fetva yoksa çözülememesi gibi bir durum olmuştu Humeyni
döneminde dolayısıyla çözmek için yeni fetvalar verilmesini sağlamak için bu doktrin uygulanmaya başlandı.
Humeyni döneminin önemli olayları da bilindiği üzere 1981’de Irak’la İran savaşmaya başlamıştı. 1988 Ağustos’unda savaş ateşkes ile sona erdi.
Yani aradan geçen sekiz yıllık sürede İran Irak’la bir fiil savaş halindeydi ve bu savaş durumu da ülkedeki siyasi gelişmeleri ya da ülkedeki siyasi tartışmaların
üzerine örten bir durum olmuştu ve yine 1989’da Humeyni’nin isteğiyle başlayan çalışmalar sonucu anayasa da yapılan değişikliklerde bu dönemin önemli
gelişmeleri arasındadır. Humeyni 3 Haziran 1989’da vefat etti. Bunun ardından İran siyasetinde yeni bir dönem başladı.
Humeyni’nin vefatından yaklaşık 1 ay sonra anayasa değişiklikleri onaylandı ve aynı gün Haşimi Rafsancani cumhurbaşkanı seçildi.
Anayasa değişikliğinin Humeyni’den sonra yerine gelecek rehberin önemli bir ayrıntısı vardı. Eski anayasaya göre rehberin Ayetullah olması gerekiyordu
ve merce-i taklit olması gerekiyordu. Yeni anayasada da yine rehber Ayetullah olmalı ancak merce-i taklit olma şartı ortadan kaldırıldı. Çünkü Humeyni’nin yerine İran’daki mevcut siyasi yapı bugünkü rehber Hamenei’nin şeçilmesini istedi. Hamenie ise merce-i taklit konumunda değildi yani Şii hukukunda fetva vermeye yetkili en yüksek kişi konumunda değildi. Dolayısıyla anayasadaki değişiklikleriyle bu şart ortadan kaldırıldı ve yine o dönemde rütbesi Hücretul İslam olan Hamenie çok kısa sürede Ayetullahlığa yükseltilerek mederese tarafından yeni rehber olarak İran devletinin başına getirildi rehberde ilan edildi. Rafsancani dönemine gelirsek 1989’da cumhurbaşkanlığına seçildi ve 97 yılına kadar iki dönem cumhurbaşkanlığı yaptı. Bu dönem İran’ın savaş sonrası dönemine denk geliyor. Savaşta son derece yıpranmış olan ülke hem ekonomik
olarak hem alt yapısal olarak savaştan çok büyük bir zararla çıkmıştı. Rafsancani ise bu dönemin savaşın hasarlarını tamir etmek ve ülkeyi yeniden yapılandırmak amacıyla uyguladığı politikalarla yürüttü.
Beş yıllık kalkınma planları yaptı örneğin ve ekonomik gelişmeye öncelik verdi. Tabi kalkınmaya yapılan vurgu yönetimde teknokratların ağırlığın artmasına yol açtı. Rafsancani döneminde İran siyasetine hakim olan siyasi görüşler biraz daha yelpaze olarak genişledi diyebiliriz. Geleneksel sağdan söz etmek mümkün bu dönemde, geleneksel sağ velayet-i fakih sistemde her şeyin üstünde tutan görüş, geleneksel İslam hukukunu savunan görüş ekonomik alanda devlet müdahalesinin olmadığı serbest pazar ekonomisini savunan görüş yani bir anlamda Humeyni döneminde anlattığımız geleneksel muhafazakar görüşün devamı diyebiliriz. Ancak Rafsancani döneminde geleneksel sağ kültürel ve
sosyal alanda biraz daha sertleşerek batıyı İran’a kültürel saldırı yapmakla suçlamaya başladılar ve İran’ın kendi yerel değerlerini koruması gerektiğini
savunamaya başladılar. Dolayısıyla toplumun batının kültürel etkisine karşı savaşması gerektiğine dair katı bir tutum içerisine girdiler. Modern sağ ise
Rafsancani’nin de temsil ettiği kanadı oluşturmaktı aslında. Bunlar kendilerine yeniden yapılandırmanın uygulayıcıları adını vermişlerdi. 1996 yılında
geleneksel sağdan tamamen ayrıldılar.
Amaçları Rafsancani’nin başlattığı savaş sonrası yapılandırma çalışmalarının devamı ve İran’ın ekonomik ve siyasal kalkınmasını sağlamaktı. Bu grubun anahtar kelimeleri kalkınmaydı her şeyi kalkınmak için yaptıklarını düşünüyor lardı. Kültürel alanda biraz daha modernizme açıklardı. Ancak ekonomik alanda her ne kadar devlet desteğini benimseseler de nihayette serbest Pazar ekonomisinin yerleşmesi gerektiğini düşünüyorlardı. 3. grup ise radikaller diye bileceğimiz bir grup. Radikaller daha önce bahsettiğimiz 1988’de muhafazakarlar arasında bir fikir ayrılığı oldu. Radikaller bu fikir ayrılığı sonucu ruhaniyattan
ayrılan militan din adamları derneğinin ve İslam devrim mücahitlerinin birde birliği güçlendirme ofisinin ki bir öğrenci teşkilatıdır ve bu örgütlerin
oluşturduğu görüş olarak ön plana çıkmakta. Radikaller İslam hukukunun dinamik yorumunu savunuyor güçlü, merkezi ve zenginliği halka yeniden
dağıtan devlet istiyorlardı. Ancak ekonomik ve sosyal kültürel politikalarda liberal bir duruş sergiledikleri için Rafsancani öncesi radikal düşünceden biraz ayrıldılar. Yani Humeyni dönemi radikallerinden ayrıydılar. Kültürel ve ekonomik alanda daha liberal duruşa sahiptiler. Bu grubu sağdan ve muhafazakarlardan
ayıran temel fark velayet-i fakih yorumunu değil kutsal halkçı yorumunu savunmalarıydı. Bu yoruma göre velayet-i fakihin temsilcisi rehber mutlak güce ve despotizme yol açabilirdi. Çünkü yetkileri mutlak olduğu zaman her türlü kararı hiçbir anayasal kuruma danışmadan kendi başına alabilirdi bu da despotizme yani Şah’a karşı mücadelelerine despotizme karşı mücadele olarak tanımlamış bir ülkede mutlak velayet-i fakih yorumu yine aynı despotizme yol açabileceği için radikaller tarafından bu yoruma karşı çıkıldı. Buna karşın, İran
rejiminin dini yani kutsal meşruiyeti olduğu kadar halka dayanan meşruiyeti de vardır ve ikisi birlikte gözetilmelidir görüşü bu grup içinde hakimdir. Ekonomik
görüşleri devrimci, devletin temel amacının zenginliği eşit olarak dağıtması gerektiğini savunan bir görüştü ve radikallere göre devlet sosyal adaleti
sağlamalıydı. Soysal ve kültürel görüşlerinde daha özgürlükçüydü ler. Rafsancani’nin iki dönem yaptığı cumhurbaşkanlığından sonra yeni seçilen
cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi oldu 1997 yılında ve 2005 yılına kadar iki dönem cumhurbaşkanlığında bulundu. Hatemi dönemi de yine İran
siyasetinde yeni gelişmelerin öncüsü olmuş bir dönemdir.
Hatemi’nin seçilmesi başlı başına önemli bir süreçtir. Çünkü Hatemi dönemi yerleşik kurumlar tarafından yani rehber tarafından desteklenmeyen bir adaydı. Her ne kadar din adamı olsa da ve koruyucular şurası tarafından adaylığı kabul edilse de seçilmesine çok az şans verilen bir adamdı. Ancak Hatemi seçim söyleminde İran siyasetine çoktandır halkın beklediği yeni kavramları soktu ki
bunlar insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokratikleşme gibi söylemlerdi. Dolayısıyla seçimlere katılım % 88 gibi bir seviyeye ulaştı ve oyların % 69
alarak iş başına geldi. Bunda söylenen şudur, kadınların ve gençlerin Hatemi’ye verdiği destek çok büyük rol oynamıştır. Hatemi’nin liderliğinde başlayan
bu hareket İran da reform hareketi olarak adlandırılıyor.
Reform hareketin amacı sivil toplumun yaratılması, ifade özgürlüğü, hukuk devletinin tesisi ve şeffaf yönetimin sağlanmasıydı. İran da rejim yapısıyla
ilgili entelektüel tartışmalarda yine bu dönemde zirveye çıktı. Çünkü Hatemi’nin özgürlükçü bakış açısı altında pek çok grup ve görüş kendini ifade etme şansı buldu. Bu dönemde yine dini entelektüeller adıyla adlandırılan en ünlüsü Abdulkerim Şuruş’tur. Bu aydınlar görüşlerini ifade etmeye başladılar ve toplumdan destek alamaya başladılar. Bütün gruplar velahit-i fakih’i kabul eden asla karşı çıkmayan gruplardır. Çünkü hepsi bu sistem içerisinde çalışan gruplar ancak velahit-i fakih’e bakış açılarında farklılıklar var. Bu dönemde sosyal ve kültürel alanda büyük bir özgürleşme yaşanıyor. Gazetelerin üstündeki sıkı denetim ortadan kaldırılıyor ve pek çok yayın, yayın hayatına başlıyor ve fikirler
kendini ifade etmeye başlıyor. Bu dönemde olan önemli olaylardan birkaçı Kasım 1998’de İran’da nasıl ve kimin tarafından yapıldığı belli olmayan bir seri cinayet işlendi bu cinayette gazeteciler ve aydınlar öldürüldüler. Bunların en ünlüsü İran’ın milliyetçi partisi liderlerinin öldürülmesiydi. Tabi ki de bu cinayetlerin olması toplumda büyük korku yarattı. Çünkü cinayetlerin kim tarafından ve neden işlendiği belli değildi. Toplumda yaygın olan görüş cinayetlerin gizli servisler tarafından işlendiğiydi. Hatemi bu cinayetleri soruşturmak üzere parlamentoyu görevlendirdi. Hatemi’nin bu soruşturmayı yapması aslında mevcut yapıya bir anlamda meydan okumasıydı. Çünkü bu gizli cinayetleri aydınlatması demek Hatemi’nin toplum için popülaritesini daha da artırması anlamına geliyordu. Nitekim belirli bir noktaya kadar başarı kazandı. Çünkü
1999 yılında İstihbarat Bakanı, bu cinayetlerin bakanlıktan kişilerin işlemiş olabileceği şeklinde bir açıklamada bulundu ve bir süre sonra istihbarat bakanı
görevinden istifa etti. Ancak Hatemi bu cinayetleri tam anlamıyla aydınlatmayı başaramadı. Nitekim cinayetlerden en çok sorun tutulan kişide hapishanede esrarengiz bir şekilde ölü olarak bulundu ve hiçbir zaman da ortaya çıkamadı.
Bu dönemde yine Hatemi, hükümetiyle mevcut kurumsal yapı arasında ikinci bir gerilim unsuru da 8 Temmuz 1999 ‘da patlak veren öğrenci olaylarıydı.
Hatemi’nin seçilmesinden sonra 1997’den sonra basın alanında geniş özgürlükler verilmeye başlandı gazeteler yayınlanmaya, fikirler söylenmeye başlandı.
Ancak tabi ki de bu muhafazakarların büyük tepkisine neden oldu ve bu gazetelerin teker teker kapatılması gündeme geldi. Kapatılan gazeteler tekrar
başka bir adla yeniden yayın hayatına başlıyordu. Ancak 1999 yılına gelindiğinde muhafazakarlar yeni bir basın yasası çıkardılar ve ifade özgürlüğüne
ciddi bir kısıtlama getirdiler ve bunun arkasından da büyük, önemli bir reformcu gazeteyi kapattılar. Öğrenciler bu durumu protesto etmek için sokağa döküldü ler.
8 Temmuz 1999 da Tahran’da altı gün süren öğrenci olayları yaşandı. Bu olayları bastırmak için güvenlik güçleri öğrenci yurtlarına girdiler ve olaylarda bir kişi öldü. Ancak Hatemi olayları bastırmak için öğrencilere karşı desteğini geri çekmek zorunda kaldı bu da mevcut yapıyla reformcular arasındaki çatışmanın e n büyük örneklerinden birisidir. Hatta Hatemi, bu öğrencilerin dış güçler tarafından yönlendirildiğini söylemek zorunda bile kaldı. Hatemi’nin mevcut yapıyla çatışmaya girdiği bir diğer yapıda meclisten geçirmek istediği ikili bir yasa tasarısı olmuştur. Bu yasa tasarısını 2002 yılında meclise vermişti, seçim yasasında reform yapmak ve koruyucular şurasının seçime girecek adayların denetlenmesinde bazı kısıtlamalar getirmek istedi.
Reformcu politikalarını uygulaya bilmek adına Cumhurbaşkanı yetkilerini arttırmak istedi. Tabi ki de bu yasa defalarca koyucular şuurası ve meclis arasında gitti geldi ve iki yıl sonra Hatemi yasayı geri çekmek zorunda kaldı. Hatemi döneminde devrimin ilk yıllarında Allah’ın savaşçıları olarak kurulmuş
gruplar ortaya çıktılar. Hatemi döneminde hem özgürlükler oldukça genişledi ancak bu mevcut rejimin tepkisini çektiği ölçüde toplumda sorunlar yaşanmaya başlandı toplumda sertlik yanlısı taraflar çoğalmaya başladı. Hatemi çok büyük ideallerle gelmiş olmasına rağmen rejimde Cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırlı olması ve nihayette kurumlar tarafından kısıtlanmasından dolayı reformcu politikasını uygulayamadı ve başarısız olarak görüldü. Bir anlamda da İran halkının umutlarının sönmesi demek oldu. Nitekim arakasından da 2005 yılında Ahmedinejad Cumhurbaşkanı seçildi.
Ahmedinejad ile birlikte neo-radikal diye bileceğimiz yeni bir dönem başladı. Bu dönemde neo-radikaller hem muhafazakarlara hem de reformculara karşı bir tavır takındılar. İran siyasetini ve toplumunu yeniden İslamileştirme politikası gütmeye başladılar. Ahmedinejad’ın seçilmesinde devrim muhafızlarının desteği olduğu iddiaların ortaya atılmıştı. Tabi ki de doğruluk payı yüksekti. Devrim muhafızları devrimden sonra kurulan ve devrimin ideallerini korumakta hükümlü düzenli ordunun yanında ikinci bir orduydu. Bugünde hala siyasette etkindir. Devrim muhafızlarının hem askeri gücü vardır hem de siyasete katılabilirler. Siyasete katılmak için görevlerinden istifa etmeleri gerekir ama gene de siyasete katılabilirler.
Ekonomik Güçleri vardır.
Ahmedinejad’ın seçilmesin de desteğinin çok büyük olması İran siyasetinin askerileşiyor mu sorusunu da beraberinde getirdi. Ahmedinejad döneminde
ekonomik olarak izlenen politikalar daha çok ö-zelleştirme ile ilgilidir.
Ahmedinejad’ın ilk dönemi böyle geçti ikinci dönemi ise 2009 seçimlerinde yine
reformcularla neo-radikaller ve muhafazakarlar arasında büyük bir çatışma oldu. 2009 seçimlerinde % 60’a yakın bir oy alarak seçildi. Ancak aynı seçime
katılan Musavi ve Kerrubi liderliğindeki ve daha sonra yeşil dalga adıyla anılacak olan hareket bu seçim sonuçlarına itiraz ettiler. Bugüne gelindiğinde
İran iç siyasetinde oldukça baskıcı bir tavır söz konusu, ifade özgürlüğü yok denecek kadar az, basın özgürlüğü yok denecek kadar az ve rejim kendini
korumak çabasında kendini korumak için de zaman zaman baskıcı tedbirlere başvuruyor. Nitekim bugün yeşil dalganın liderleri göz hapsindeler.
***