2 Ekim 2018 Salı

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 6

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 6

Mükemmel Kurulmuş Bir Faaliyet
Manukyan, filmciydi. Beyoğlu’nda Mis Sokağı civarında oturuyordu. Sovyetler onu bir savaş halinde kullanmak üzere eğitmişlerdi. Gömülü uzun mesafeli telsizi vardı. Sovyetler zaman zaman kendisine işten kopmasın diye küçük görevler veriyorlardı.
Manukyan’a mesajlar ve talimat, radyo vasıtasıyla Moskova’dan geliyordu. Manukyan bu mesajları şifre blokları vasıtasıyla çözüyor, en üst katta bulunan evinin balkonundan hareketli hale getirdiği su tahliye borusunu çıkardığı zaman mesajları doğru aldığı anlaşılıyordu.
Sovyetler o sokaktan geçip göz ucuyla mesajların alınıp alınmadığını anlıyorlardı. Yani hiçbir şekilde yüz yüze temas yoktu. Yakalandıktan sonra evinde yapılan aramada casuslukla ilgili malzeme ve şifre blokları Manukyan’a ait agrandisörün özel bir bölmesinde bulundu.
Bu mükemmel kurulmuş faaliyete nasıl sızabilmiştik bilmiyorum. Kim bilir, belki de Manukyan ABD Konsolosluğuna gidip itirafta bulunmuş ve kendi ayağı ile kaderini çizmişti…
Pırıl-Pırıl Rus Casusu
Gazete haberlerine dönelim: “Yakalandıktan sonra Birinci Ordu Askeri Ceza Mahkemesinde yargılanan Manukyan (Keğam Pulli) mahkemede son derecede sakindi.
24 Mayıs 1968 günü yapılan duruşmada Rusların kendisine verdiği eğitimden bahsetmiş, mikro film, şifre çözme ve telsiz kursu gördüğünü açıklamıştır. Sözlerine şöyle devam etmiştir: “İlk başlarda İstanbul ve diğer bölgelerdeki askeri üsler, radar merkezleri ve birlikleri, askeri vasıtaların numaralarını benden istiyorlardı. Sonradan telsizle 15 günden 15 güne (Merkez) denilen Moskova ile irtibat kuruyordum. Aldığım malûmatı da tanıdığım ajanlara rapor ediyordum. Beni daha ziyade seferberlik için hazırlıyorlardı. Son defa da benden nüfus hüviyet cüzdanları istemişlerdi. Herhalde ajan sokmak istiyorlardı. Nüfus tezkerelerini Belgrat Ormanına haberleşme yerimize bıraktığım gün yakalandım. Yakalanmasaydım bu yaz askeri bölgelerden filimler çekmemi istemişlerdi.
Manukyan yakalandıktan sonra, doküman almak için ormana gelen diplomatik pasaportlu Ajan Yuri Maksimov’da «istenmeyen adam» olarak memleketine iade edilmiştir.
Nazi Taraftarı Rus Casusu
Mahkeme Başkanının, «Evinde bulunan Hitler resimlerini ve Nazi sembollerini neden topladın?» sorusuna Keğam şu cevabı vermiştir: «Ben öteden beri bir Hitler hayranıydım. Nazi rejimine karşı büyük sempatim vardı. Ruslara karşı hizmet etmemin gayesi biraz da onlara daha sonra bir kötülük yapabilirim ümidiydi. Fakat istediklerim olmadı. Ruslara karşı düşmanlık hissetmekteydim.»
Kaç Lira Aldı?
Çok sakin bir şekilde» konuşan Keğam sık-sık «Yakalandıktan sonra vicdan huzuruna kavuştuğunu» bildirmiş, «Kazandığı paralar konusunda» şunları söylemiştir: «Masraf alıyordum. 13 yıl içinde aldığım masraf 50-60 bin lira eder. Bana ayda 500 lira maaş bağlayacaklarını söylemişlerdi. Bir defasında bu maaşın bir yıllığını peşin aldım. Fakat aldığım paralar elimde kalmıyordu. Arkadaşlarım filmcilikle milyoner olmuştu. Ben ise huzursuzluk ve vicdan azabı yüzünden işimde de başarı kazanamadım. Haydan gelen huya gidiyordu.»
Babanın Mezarı Nerede?
Keğam kendisine sorulan «Babanın mezarı nerede?» sorusuna «Türkiye’de» cevabını vermiştir. «Ya senin hizmet ettiklerinin babalarının mezarları nerede?» şeklindeki ikinci bir soruyu cevaplandıramamış sadece, "Nedamet hisleriyle dolu bulunduğunu, duruşmadaki rahatlığının yakalanmasından ileri geldiğini» söylemiştir.
Elbisesi ütülü ayakkabıları «Pırıl, pırıl» boyalı «Rus casusu» Savcının «idam talebini» de soğukkanlılıkla karşılamıştır.
19.06.1968’deki duruşmada ise Askeri Muhkeme tarafından önce İdam cezasına mahkûm edilmişse de, yakalandıktan sonra suçunu itiraf etmiş olması ve MİT’e kolaylıklar sağlamış olması yüzünden ceza hafifletilmiş, “ömür boyu hapis cezasına çevrilmiştir.”
Manukyan 1979’da aftan yararlanarak çıkar ve Paris’e gider. Burada ölür.
Hikâyeyi Bir de Sahibinden Dinleyelim
90’lı yılların sonunda (1997-2000 arası) Paris mahreçli bir haberde şunlara yer verilmişti: “(Paris) Türkiye’de 14 yıl aralıksız olarak Sovyetler hesabına çalışan eski KGB Ajanı Manukyan sığındığı bir Avrupa ülkesinde Sovyetlerin hesabına çalıştığı yıllardan Türkiye’de yakalandığı zamana kadar olan hatıralarını yazıyor. İsviçre’nin Zürih kentinde görüştüğümüz eski KGB Ajanı Manukyan yaptığı açıklamada ”yarısından fazlasını yazdığım hatıralarımı satın almak için şimdiden 5-6 yayınevi başvurdu” diyerek, aslında eski yıllara ait çalışmalarını hiç bir zaman yazmayı düşünmediğini, buna kendisini MİT Mensubu Mehmet Eymür’ün yazdığı hatıralarının mecbur bıraktığını açıkladı. MİT Mensubu Mehmet Eymür’ün MİT’ten ayrıldıktan sonra kaleme aldığı hatıralarında kendisiyle ilgili yazdıklarının aslı olmadığını söyleyen Manukyan, Mehmet Eymür’ün yazdıklarının gerçekleri yansıtmadığını, anlattıklarının bir senaryodan öteye gitmediğini iddia eden Eski KGB Ajanı Manukyan ‘Sovyetlerin hesabına çalıştığını’ gizlemiyor.”
Fransa’ya Sığınmış
Çalışmaya ne şartlar altında zorlandığını hatıralarında açıkça yer verdiğini belirten Manukyan, Mehmet Eymür’ün hatıralarında kendisi için yazılanları yalanlamak zorunda kalacağını açıkça belirtiyor ve "suç benden gider” diyor. Türkiye’de 1954 yılından 1968 yılına kadar aralıksız olarak Sovyetler Birliği hesabına çalışan Manukyan, veya film piyasasındaki ismiyle “Kerim” şimdi Fransa’ya sığınmış olup Paris’te yaşamaktadır. Türkiye’den yasa dışı yollarla kaçmıştır. Manukyan şimdi Parkinson hastalığına yakalandığını, sağ eli ile sağ gözünde hafif bir arıza olduğunu, ara sıra tedavi gördüğünü söyledi.
Sovyetlere Çalışmaya Başlaması
Manukyan’ın ailesi, 1915 sürgünü sırasında Erzurum yöresinden kaçarken, bir bölümü Batum’a diğer kısmı ise Romanya’ya gitmişler. Amcası olan Adrinik Batum’a gidenlerdenmiş. Amca Adrinik yıllar sonra Türkiye’ye Süleymanoğlu Hüsnü ismiyle dönmüş ve İstanbul’da bir apartmana kapıcı olarak girip çalışmaya başlamış. Manukyan’ın anlattığına göre Amca Adrinik, Rusya’da çok iyi yetiştirilmiş bir KGB ajanıymış. Manukyan film piyasasında çalıştığı sırada Rusya’dan kaçak film getirilebileceğini duymuş. Zaten Avrupa ülkelerinden ham film getirip karaborsada satıyormuş.
Bir gün Amcası Adrinik (Hüsnü Süleymanoğlu), isterse kendisinin de film temin edebileceğini ve bunun daha da ucuza olacağını söylemiş ve Manukyan bu teklifi kabul etmiş. Getirilen filmi kaliteli bulmuş ve arkasından 10 adet daha sipariş etmiş. 10 film daha gelince amcası kendisini birileriyle tanıştıracağını söylemiş ve evinde tanışmışlar. Manukyan’ın tanıştığı kişiler 10 adet filmi teslim etmiş ancak ücret almamışlar. Hediye olduğunu söylemişler. Bu kişiler, Manukyan’a kendilerinin de bir istekleri olduğunu açıklamışlar. KGB hesabına çalışmasını… "Reddettim" diyor Manukyan. Manukyan’a daha evvel çekilmiş bazı resimleri göstermişler, Sovyetlerin ne kadar güçlü bir ülke olduğunu söylemişler ve tehdit etmişler. Neticesinde kabul etmiş ve eğitim için Doğu Berlin’e gönderilmiş. Berlin’de gördüğü eğitimden sonra İstanbul’da 5 ajandan gelecek bilgileri şifrelemek ve yerine ulaştırmakla görevlendirilmiş.
Göreve başladığı ilk ayda kendisinden, "İstanbul’da ne kadar çift çıkışlı lokanta ve kahve varsa adreslerini tespit et ve bir rapor halinde ver" şeklinde istekleri olmuş. Manukyan, kendisine bağlı çalışan ajanların önceden belirlenmiş ağaç kovuklarına bıraktıkları mesajları alıp anında mikro filme çekerek yerine ulaştırdığını, bu işi en iyi şekilde yapmak için büyük gayret sarfettiğini belirtiyor. Bir ara KBG’den kurtulmak için Bağdat’a kaçmış, Beyrut’ta çalışmış, orada da bulmuşlar. KGB kendisinden en çok 30 yaş dolayındaki kişilere ait kimlik istiyormuş. Sonsuz bir harcama imkânı tanımışlar. Kendisine 6 ayrı kimlik ve harcamaları için yüksek miktarda avans para vermişler. Manukyan, "ben göreve başladıktan bir müddet sonra amcam Adrinik bir ormanda ölü bulundu" diyor. "Çünkü amcam çok şey biliyordu bildikleri KGB’yi rahatsız edebilirdi bundan dolayı aynı ekip tarafından öldürüldü" şeklinde ilave ediyor.
Yakalanışı
Manukyan yakalanışını ise şöyle anlatıyor. İlkokuldan tanıdığı bir Ermeni, Amerika’ya yerleşmek ve Amerikan vatandaşlığına geçmek istiyor. Sözlü mülakat sırasında "hiç komünizimle ilişkin oldu mu?", "komünist tanıdığın var mı?" şeklinde sorular soruyorlar. Ermeni arkadaşı bir an tereddüt ediyor, ancak Amerikalıların ısrarlı soruları üzerine "film piyasasında çalışan ilkokul arkadaşım var" diye Manukyan’ın adını veriyor. "Yıllar sonra Amerika’ya yerleşecek olan arkadaşımla Beyrut’ta karşılaştık. Bana olayı anlattı. Bu arada beni, ilk okuldaki ismim ile film piyasasında aramışlar. Sonunda beni buldular ve ilk önce Amerikan ajanları sorguladılar” diyor. Amerikalılar kendisine Türkiye’deki KGB ajanı olduğundan şüphe ettikleri kişiler hakkında bilgi toplaması görevini vermişler ve bu iş için de bir yıl süre tanımışlar. Manukyan "benden istedikleri arasında Hürrem filmin sahibi de bulunuyordu. Üstelik Hürrem Bey Rus bir kadınla evli idi ve Rusya’dan kaçak film getiriyordu. Onun KGB’ye çalıştığını iddia ettiler. Ben Hürrem beyi tanıdığım için mümkün olmadığını söyledim. Buna rağmen evine girip, kasasını açıp bakmamı istediler. Diğer isteklerinden bazılarını yerine getirdim ama Hürrem Bey için söz konusu olmayacağını tekrarlamam üzerine bir yılın sonunda beni MİT’e Amerikalılar ispiyon etti" şeklinde anlatımlarını sürdürüyor.
Beni yakaladılar Ziverbey köşküne attılar, burada 8 gün ayaklarımda çok ağır prangalarla tutuldum ve sorgulandım. Çocukça sorular soruyorlardı, Amerikalıların verdiği bilgiler çerçevesinde sorular sorulduğu için" diyen Manukyan sonra tutuklandığını söylüyor. Belgrad ormanlarında bir miktar dolar ve bazı aletlerin toprağa gömülü olduğunu anlatıyor. "20 yıl dayanacak plastik kutular içindeydiler, ayrıca yakalandığım büro ve evde de duvara gizlenmiş okuyucu aletler ve resim çeken bir saat vardı" diyor. Yakalanışı konusunda gerçeklerin yazılmadığını da anlatan Manukyan; ”Benim büromda buldukları mikro filmleri yaktılar, içinde ne var diye bakmaya bile lüzum görmediler. Bu aptalca bir işti” diyor. “Aslında o filmlerin birer kopyası alındıktan sonra imha edilmesi gerekirdi, benim ve diğer ajanların ne gibi konuları işledikleri öğrenilebilirdi, ben Amerikalılara çok şeyi anlatmamıştım” diyor. Manukyan, Türkiye’de kısa süre Ulaştırma Bakanlığı yapmış bir kişinin de CIA ajanı olduğunu, çünkü İstanbul’da Amerikan Haberler Merkezinde bu zatı çokça gördüğünü, CIA ajanlarını Leyla S’nin evine götürerek peşkeş çektiğini iddia ediyor. Paris’te yaşadığını gizlemeye çalışan Manukyan, Mehmet Eymür’ün kolunun uzun olduğunu, bunun için de Paris’te bulunduğunu bilmemesini istiyor. Manukyan yaz aylarında tatilini geçirmek için Yunanistan’a gideceğini söylüyor.”
Evet, kendi beyanı ile Manukyan’ı dinlediniz. Ben de o tarihte (Nisan 2000’de mealen “Kerim Manukyan’ın bizden korkması için bir neden de yok. O şu veya bu şekilde bu oyuna katılmış ve cezasını çekmiştir. Yukarıdaki mülakatta çok sathi geçen ‘hayat hikâyesini’ kitabına yansıtırsa, daha çok bilgilenir veya doğrudan bize bir şekilde hayatının bilmediğimiz kısımlarını aktarırsa, bundan memnuniyet duyar, okuyucularla paylaşırız” diye yazmış, bazı haksız ithamlarını da cevaplamıştım. Bir süre sonra Paris’ten şu mesajı aldım.
“Efendim, size daha evvel de Manukyan’la ilgili bilgi vermiştim, hani şu hatıralarını satmayı düşünüyordu. Kerim bey veya gerçek ismiyle Manukyan’ın geçtiğimiz Ağustos ayında sizlere ömür, tedavi gördüğü hastanede vefat ettiğini öğrendim. Size bu haberi vermeyi uygun buldum. Zira Manukyan sizi çok takdir ettiği kadar sizin elinizin her an kendisine ulaşabileceği inancını asla kaybetmemişti. Sizin çok iyi ve değerli bir istihbaratçı olduğunuzdan sitayişle bahsettiği için size bu haberi ulaştırmak istedim. Başarılar, diğer yazılarınızı okuyorum ve de faydalanıyorum. Saygılarımla. S.T.M”
Not: Ercan Çitlioğlu’nun ‘Gölgedeki Sessiz Tanıklar’ isimli kitabında da Manukyan (Levon Keğam Pulli) hakkında detaylar bulunuyor. İlgilenenlere tavsiye ederim.
Türkiye’de 1940 ila 1994 yılları arasında 132 casus yakalanmıştır. Bunların çoğu ağır hapis cezalarına çarptırılmış, çok azı delil yetersizliğinden beraat etmiştir. Bu 132 casusluk faaliyetinin hangi ülke lehine yapıldığının dağılımı ise şöyledir: 2 ABD-İngiltere, 74 Bulgaristan, 6 Irak, 1 İran, 2 Libya, 2 Mısır, 2 Romanya, 27 SSCB, 10 Suriye ve 6 Yunanistan’dır.
Balkanlardan Göç
Görüleceği gibi rekor Bulgaristan’dadır. Bunda, Balkanlardan Türkiye’ye 1940’tan itibaren yapılan ve 585 bin kişiyi bulan yüksek miktarda göçün de rolü olduğu düşünülebilir. [1940─44 arasında 140 bin, 1950─51arasında 155 bin, 1978’de 130 bin, 1989 yılında ise 160 bin kişi gelmiştir.] Bu teknik detaydan sonra, meslek hayatımda iz bırakan ve daha önce de değindiğim eski bir Bulgar Casusluk olayına değinmek istiyorum.
Eski Eleman Mehmet Erel
Mehmet Erel’den nasıl şüphelenilmişti bilmiyorum. Bu şüphe bizden önceki tarihlerde ortaya çıkmış ve onunla temas eden Keysofiserlere teması kesmeleri talimatı verilmişti. (Keysofiser, İngilizce ‘case officer’ deyiminin Türkçeye adapte edilmiş şekli. – Elemanları sevk ve idare eden istihbarat görevlisi. Bu görevi masa başında yapıp değerlendirmeye tabi turan kişiye ise Deskofiser ‘desk officer’ denilir.)
Teşkilatta Erel’le görüşen Keysofiserlerden biri de Şemsi Bey’di. Şemsi Bey emri dinlememiş, gizli olarak Erel’le irtibatını sürdürüyordu. Bulgaristan, Peştere 1927 doğumlu Emin oğlu Mehmet Erel daha önce, Amerikalılarla müşterek bir operasyonda kullanılmıştı. Erel yedi yaşında iken 1934 yılında ailesi ile göç ederek Türkiye’ye gelmiş, İstanbul Ticaret Yüksek okulunda okumuştu. Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Almanca, Bulgarca ve Macarca dillerini konuşuyordu.
Teşkilatın Popüler Siması
Şemsi Bey, James Bond gibi iri yarı, yakışıklı bir insandı. Takip Şefliği yapmıştı. Teşkilat’ın popüler tiplerindendi. O tarihte Sorgu Bürolarının Amirliğini yapıyordu. Yani hep önemli, kritik ve birçok bilginin geçtiği görevlerde yer almıştı.
Mehmet Erel teknik dinlemeye alınmıştı. Teşkilat’la ilişkisi kesilmesine rağmen Şemsi Bey’in görev yaptığı Takip Şubesine ve Sorgu Bürosuna gittiği tespit edilmişti. Mehmet Erel yurt dışına gidip geliyordu. Ticari hayatı çabuk yükselen bir çizgi çizmişti. Mali durumu bir hayli iyiydi. Özellikle, Şemsi Bey’in başında bulunduğu ve şüpheli Bulgar göçmenlerin sorgulandığı yerlere girip çıkması dikkatleri fazlasıyla üzerine çekmişti.
Erel Sorgulanıyor
Neticede Mehmet Erel 1972’nin Aralık ayında sorguya alındı. Sorgu, Şemsi Bey’in başında bulunduğu büroların dışında yapıldı. Konum olmadığı halde Şube Müdürümüz olan Hiram Bey tarafından bu sorguda görevlendirildim. Zaman zaman önemli faaliyetler çıktığında Grup Amirlikleri arasında bu tip imeceler yapılırdı.
Mehmet Erel, 45 yaşlarında, hafif dökülmüş ve kırlaşmış saçlı, kültürlü, itimat telkin eden, son derece zeki, beyefendi bir insandı. Sorgusu sırasında işbirliğine yanaşan, sorgucuyu rahatlatan tiplerdendi. Sorulan her şeye düzgün cevaplar veriyor, saatlerce gayet ciddi ve net bir şekilde konuşuyordu. Son derece kibardı. Onun kibarlığı, bizi de müspet etkilemişti.
Erel’in, Sovyet Rusya ve diğer Doğu Bloğu ülkelerle ticari ilişkileri vardı. 1958 yılında ticari amaçla Bulgaristan’a yaptığı seyahatte Vasil Stayanov isimli istihbaratçı ile tanışmış, Stayanov Erel’e yakın ilgi göstererek Peştere’deki akrabalarını ziyaret etmesine yardımcı olmuştu.
Stayanov Türkiye’de
Vasil Stayanov aynı yılın Ekim ayında İstanbul Bulgar Ticaret Ataşeliğine tayin olmuştu. Bulgaristan ile zaten ticari ilişkisi bulunan Mehmet Erel’le kolaylıkla temas kurdu ve ilişkileri derinleştirdi. Konuşmalarda ondan Bulgaristan’daki akrabaları, ticari ve maddi durumu, sosyal çevresi, emniyet ve istihbarat teşkilatlarındaki tanıdıkları hakkında bilgi alıyordu. Sonunda Erel’e Bulgaristan lehine çalışması için hizmet teklifinde bulundu. Bulgaristan’la olan ticareti genişleyecek ve Erel çok para kazanacaktı. Erel görevi kabul etti. Erel arada bir Bulgaristan’a gidiyordu. Orada Bulgar istihbaratı DS’nin başı ile tanıştı. Artık Bulgarların üst seviyede bir ajanı haline gelmişti. Stayanov, 1963’de Bulgaristan’a dönünceye kadar Erel’den;
• Milli Birlik Komitesi Üyelerinin karakterleri, zaafları,
• CHP ile MBK arasındaki ilişkiler ve CHP’nin MBK’ne etkisi,
• 14’lerin tasfiye edilmelerinden sonra orduda bir bölünme olup olmadığı ve 14’leri tutanların çoğunlukta olup olmadığı,
gibi bilgiler istemiş, Erel bu konuda derlediği bilgileri Stayanov’a iletmişti. Stayanov’un Bulgaristan’a dönmesinden sonra faaliyet devam etmiş, ancak bilgi alış verişi Sofya’ya kaymıştı. Stayanov, Erel’den;
• MİT Mensupları hakkında biyografik bilgiler, görevleri, zaafları, ailevi ve mali durumları, ideolojik eğilimleri,
• Türkiye’nin daha ne kadar göçmen kabul edeceği,
• Bunun Türkiye’nin ulusal politikasına mı yoksa parti politikalarına mı bağlı kalacağı,
• Göçmenler arasında şüphelilerin nasıl saptandığı,
• Bu şüphelilerin nasıl ve ne kadar süre ile kontrolde tutuldukları.
• Edirne’deki göç bürosunda bir tanıdık olup olmadığı.
• Türk-Amerikan Servisleri arasındaki ilişki,
gibi ve benzeri bilgileri istemiştir. Bu arada Bulgaristan’la ticari teması iyi şekilde devam eden Erel’in Bulgaristan’dan alacağı miktarlar gittikçe yükselmeye başlamış, Bulgarlar Erel’in parasının büyük bir bölümünü devamlı bloke ederek onun üzerinde baskı kurmuşlardı.
Avrupa’da Paravan Şirketler
Bulgarlar, faaliyetlerini gizlemek için Erel’e Cenevre ve İtalya’da paravan şirketler kurdurmuşlar, Erel, Bulgarlar lehine Avrupa’da da faaliyet göstermişti. Şemsi Bey’e çocuklarının yurt dışında tahsili gibi bazı maddi imkanlar yaratmış, eşine bir kürk almıştı. Bulgarların verdiği bir iki göçmene ait ismin sorgulamadan temiz çıkmasını Şemsi Bey vasıtasıyla sağlamıştı. Bunlardan biri halen yanında çalışıyordu.
Bulgarlar Erel’e ilginç görevler de vermişlerdi. Bazı ünlü kişilerin özel hayatlarını incelettiriyorlardı. Özellikle Org. Faruk Gürler’in özel hayatı ile çok ilgiliydiler.
***

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 5,

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 5,

AĞCA OLAYINI BİR DE BULGAR İSTİHBARATINDAN DİNLEYİN
Dimo STANKOV Bulgaristan’ın İzvorovo köyünde 1924 yılında doğdu. Kasım 1947’de Sofya’daki seçkin zırhlı topçu alayında takım komutanlığına atandı. Birkaç ay sonra da “askeri karşı istihbarat” görevine alındı. 1953’de, dış istihbaratla uğraşan Devlet Güvenliği Birinci Dairesi’nde çalışmaya başladı. 1974-78 yılları arasında Türkiye’de de görev yapan STANKOV, Bulgarların sırlarını vermeden çok ilgi çeken bir kitabı yayınlama başarısını yakalamıştı.
Soğuk savaş döneminde Bulgar İstihbarat Servisinde ‘Servis 7’ denilen, ıslak işleri ve cinayetleri planlayan bir bölüm vardı. Bu bölüm İtalya, İngiltere, Danimarka, Batı Almanya, Türkiye, Fransa, Habeşistan, İsveç, İsviçre gibi ülkelerde faaliyet göstererek, komünizmden kaçıp bu ülkelere yerleşmiş Bulgarlara yönelik örtülü operasyonlar yapıyordu. Bu konuda bazı bilinen olaylar o tarihte üst düzey görevli olan ve Komünist dönemde birçok kilit olayda yer alan Dimo STANKOV’a sorulmuş ancak, STANKOV böyle bir çalışmayı reddetmişti. Bu bakımdan yer-yer, onun bazı anlatımlarına ‘acaba mı’ diye soru işaretleri koyabiliriz… Nitekim Dimo STANKO, kitabını bastırmak için Türkiye’ye geldiğinde Aktüel Dergisi ile yaptığı söyleşide, söyleşiyi yapan gazeteci Ali Selim Emeç de tereddütlerini açıkça belirtmiş. Şimdi bu söyleşiye bir göz atalım…
SUİKAST ÜCRETİNİ 27 KEZ DEĞİŞTİRDİ
“STANKOV’a göre Ağca, cezaevinden kaçırıldıktan sonra 18 ay boyunca on kadar ülkeyi dolaştı. Bunlar arasında İsviçre, Batı Almanya, İspanya, Tunus ve eğitim gördüğü İran’daki askeri kamp da vardı. Bu arada Türkiye’ye bile girip çıkmıştı. Çeşitli uyuşturucu kaçakçılarıyla ve Avrupa’da cezaevlerinde yatmış teröristlerle buluşup para alıyordu. STANKOV’un iddiasına göre Ağca 1980 yılında Yoginder Singh adını kullanarak, 17 kişiyle birlikte sahte Hint pasaportuyla Bulgaristan’a giriş yaptı. Hindistan ve Bulgaristan arasında vize işlemi olmadığı için pasaportta kendi resmi vardı ve hiçbir Avrupa ülkesi Bulgaristan’a Türkiye’de işlediği suçtan dolayı İnterpol tarafından arandığına ilişkin bilgi vermemişti. STANKOV’un buraya kadar anlattıkları, Uğur Mumcu ve başka kaynaklar tarafından da doğrulandı. Ancak STANKOV’a göre Ağca’nın bu süreçte Bulgaristan’da Vitoşa, Nüotani ve Moskova Otelleri’nde kaldığı yolundaki ifadeleri doğru değil: «Çünkü o otellerin konuk cetvellerinde Yoginder Singh ismi yok. Sadece Sofya Oteli’nden, biri dokuz ve biri dört dakikalık iki konuşma yapmış. Sofya’da bir ay kalmış. Ancak nedeni belli değil.»
Bu bilginin doğru olmadığı iddiası Bulgaristan istihbaratı tarafından Roma Mahkemesi Soruşturma Yargıcı Martela’ya da bildirildi. Ancak STANKOV, yargıcın bilinmeyen nedenlerle konunun üstüne gitmediğini söylüyor. Oysa Ağca, İtalya’da mahkemede bu otellerde kaldığını itiraf etmişti: «Oral Çelik ve Ömer Bağcı’dan Türk pasaportunu getirmelerini beklerken Sofya’da kaldım. Beklediğim pasaportu Bağcı’nın TIR şoförü kardeşinden aldım» diyordu Ağca.
STANKOV’un iddiasının aksine, Ağca’nın kaçış güzergâhını dolaşan Uğur Mumcu da adı geçen bu iki otele de gitmiş ve gerek otel kayıtlarındaki belgelerle, gerek tanıklarla yaptığı konuşmalarla Ağca’nın buralarda kaldığını vurgulamıştı. Mumcu, gelen yeni sahte pasaportta Ağca’nın yeni adının ise Mehmet Özgür olduğunu belirlemişti. Mumcu, bu bilgi ve belgeleri tanık olarak dinlendiği mahkemeye de vermişti.”
ANTONOV’UN HAYATINI M. ALİ AĞCA MAHVETTİ
Papa suikastı konusunda araştırmaları olan bir diğer gazeteci yazar ise Belma Akçura. Son olarak, Akçura’nın Milliyet gazetesinde Dimo STANKOV ile 03 Ağustos 2007’te yaptığı söyleşiye de yer verip konuyu kapatalım.
"Dimo STANKOV, Papa suikastı davasında yargılanan ve önceki gün ölü bulunan Bulgar ANTONOV’un hayatını Ağca’nın mahvettiğini söyledi. Bulgaristan İstihbarat Örgütü eski Dış İstihbarat Daire Başkanı Dimo STANKOV, Papa 2. Jean Paul’e düzenlenen suikast girişimine karışmaktan yargılandıktan sonra suçsuz bulunup serbest bırakılan, önceki gün de Sofya’daki evinde komşuları tarafından ölü bulunan Bulgar Sergey ANTONOV’un hayatını Mehmet Ali Ağca’nın mahvettiğini söyledi.
STANKOV, olaydan sonra ANTONOV’un ailesini ve işini kaybettiğini ve cezaevinden çıktıktan sonra da akli dengesini yitirdiğini anlattı. 12 Mayıs 1981’de Papa 2. Jean Paul’e karşı suikast girişiminde bulunan Mehmet Ali Ağca’nın ifadeleri doğrultusunda tutuklu olarak yargılanan ve 1986’da delil yetersizliği nedeniyle suçsuz bulunan Sergey ANTONOV’u, Bulgar ajanı Dimo STANKOV Milliyet’e anlattı. STANKOV, Bulgaristan’ın Balkan Havayolları Roma Müdür Yardımcısı Sergei ANTONOV’un hayatını, Ağca’nın yalan ifadesinin mahvettiğini söyledi.
Türkiye’de ‘Yeter Sustuğum’ adlı kitabının çevirisini yapan arkadaşı yazar Refik Erduran’la bir araya gelen STANKOV, Papa suikastında ANTONOV ile ilgili tek delilin Ağca’nın ifadesi olduğunu söyledi. STANKOV, Ağca’nın silahı ANTONOV’dan aldığını söylemesinin kendilerini bile dehşete düşürdüğünü, ANTONOV’un o türden işlerle bir ilgisinin bulunmadığını belirtti.
STANKOV şöyle konuştu: «ANTONOV’un tutuklanmasına akıl erdiremiyorduk. ANTONOV kendi halinde biriydi. Üç yıl demir parmaklıklı hücrede aşağılanarak ve kabaca soruşturmalara hedef olarak yaşamak onun dengesini bozdu. ANTONOV, cezaevinden çıktığında hastaydı. Cezaevinde verilen ilaçlar yüzünden anılarını yitirmişti, bilincinde boşluklar oluşmuştu. Kimi yakınlarını tanımıyor, resmi giyimli insanlardan korkuyordu. Karısı, kızını yanına alıp onu terk etti. Hükümet de unuttu felaketzede vatandaşını. Hiçbir yardımda bulunmadı. İşsiz ve yalnızdı. Ağca olayının kişisel düzeydeki bir sonucu da bu işte.»
Tarih 27 Ocak 1968. Gazetelerde en önemli ve manşet haber İstanbul’da önemli bir Rus casusunun yakalandığı ile ilgiliydi. “SOVYET CASUSU MANUKYAN NASIL ELEGECTİ?”, “İSTANBUL’DAKİ BÜYÜK CASUSLUK OLAYININ HİKÂYESİ” gibi başlıklarla verilen haber günlerce kamuoyunu meşgul etmişti. O tarihlerde ben de İstanbul’da görevliydim. Manukyan’ın Dolmabahçe’ den Nişantaşı istikametine çıkan Kadırgalar Caddesi’nde Sovyet ajanı ile gizli buluşmasını seyrettim ve sonuçta her ikisinin suçüstü yakalanışlarında da bulundum. Şimdi bu konuyu Cumhuriyet ve Milliyet gazetesinden pasajlar ve resimlerle anlatmaya devam edelim:
“Tam 12 yıl takip edildi
İstanbul’da cereyan eden ve bazı yabancı diplomatların da adının karıştığı son yılların en önemli casusluk olayı, Milli İstihbarat Teşkilâtı tarafından ortaya çıkarılmıştır. Sovyet Rusya hesabına ve Türkiye aleyhine 12 yıldır casusluk faaliyetinde bulunan Kerim Manukyan adında T.C. uyruklu ve Ermeni asıllı bir ajan Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından suçüstü yakalanmıştır. İstanbul’da, Fatih Ormanında bazı askeri sırları taşıyan dokümanları diğer Sovyet ajanlarına teslim ederken yakalanan Kerim Manukyan’ın bütün suç ortakları da tespit olunmuştur. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın bir yıldır üzerinde hassasiyetle durduğu ve nihayet tamamı bütün suç delilleriyle birlikte ele geçirdikten sonra açıklanan bu casusluk olayının tafsilatı şöyledir:
Sovyet ajanlarıyla yaptığı temaslar
Kerim Manukyan’ın, değişik isimler taşıyan pasaportlarla sık sık Avrupa’ya gittiği ve birtakım şüpheli hareketleri, MİT’in gözünden kaçmamıştır. Kegam Levon Pamukoğlu, Kegam Levon Pulli, Kerim Ömer Pamukoğlu, Kerim Borman ve nihayet kendi adı ile Türkiye dışına çıkan Kerim’in oralarda casusluk eğitimi gördüğü, şifreli telsizle Moskova’dan emir aldığı bir yıl önce öğrenilmiştir. Milli İstihbarat Teşkilatı, casusluk olayı hakkında bütün delilleri ele geçirmek istediği için, Kerim Manukyan’ı adım adım takip etmeğe başlamıştır.
Bu arada İstanbul’da Sovyet Rusya hesabına casusluk faaliyetlerini idare eden bir diğer ajanla temas edip, ondan talimat alan Kerim Manukyan 20 Mayıs 1967 günü Mete Caddesi’nde, Fransız Hastanesinin kapısı civarındaki bir ağacın dibine kırmızı bir kiremit koyarak işaret vermiştir.
Ajan, ertesi gün (21 Mayıs 1967), Fatih Ormanına gitmiş, 20 Haziranda ise aynı ağaca boş bir Hisar sigarası paketi bırakmıştır. 21 Haziran günü saat 21 sıralarında Etiler’de Tepecik Sokağına giden Kerim, bir hafta sonra, aynı saatte tekrar oraya uğramış ve bir Sovyet ajanı ile kısa bir görüşme yapmıştır.
Su Terazisi Önüne Bırakılan Paket
Bütün çalışmaları, temasları kontrol altına alınan Manukyan, 20 Kasım’da Mete Caddesi’ndeki aynı ağacın altına boş bir sigara paketi bıraktıktan sonra, ertesi gün tanınmış filmci Hürrem Erman’dan aldığı 34 AY 715 plakalı otomobille Etiler’deki malum buluşma yerine tekrar gitmiştir. Kerim Manukyan 15 Aralık sabahı Boğaz’da şimdilik ismi açıklanmayan bir yere uğramış ve orada birkaç gün kalmıştır. Takip edildiğinin zerre kadar farkına varmayan ajan, 1 Ocak 1968 günü yine aynı otomobille Belgrat Ormanlarında, Bentler mevkiine gitmiş ve orada toprağı kazarak bir şevler aranmıştır. Öğleden sonra Dolmabahçe den Nişantaşı istikametine çıkan Kadırgalar Caddesi’nin sol tarafındaki su terazisi taşının önündeki incir ağacına önce bir tuğla koyan Kerim Manukyan hemen sonra bir de ufak paket bırakmıştır. Bu paket diğer Sovyet ajanları tarafından alınmıştır.
Buluşma işareti kırmızı kiremit.
Manukyan pervasızlığını o derece artırmıştır ki, 18 Ocak günü kalkmış, askeri önemi haiz bir yer olan Derince’ye gitmiş ve orada bazı şüpheli temaslarda bulunduktan, fotoğraflar çektikten sonra İstanbul’a dönmüştür. 20 Ocak günü ise aynı ağacın altına giderek, artık «buluşma işareti» olduğu anlaşılan kırmızı kiremidi bırakmıştır. Ertesi gün saat 18 sıralarında, Hürrem Erman’a ait aynı otomobille Fatih Ormanına giden Manukyan, siyah boyalı bir taşın altına Türkiye’ye ait gizli bilgi ve dokümanları koyarken Milli İstihbarat Teşkilatı dedektifleri, bu faaliyete son vermiş, casusu kıskıvrak yakalamışlardır.
İkincisi de ağa düşüyor.
Kerim Manukyan’ın taşın altına bıraktığı dokümanlar diğer bir Sovyet ajanı tarafından alınırken, bu ajan da böylece ele geçirilmiştir. Onun nasıl olsa geleceğini bilen «MİT» detektifleri kısa bir süre bekledikten sonra tahminlerinin doğru çıktığını görmüşlerdir.
Manukyan itiraf etti
Kerim Manukyan’ın evinde yapılan aramada bütün suç delileri; telsiz şifreleri, verici ve alıcı makina, gizli yazı yazmağa mahsus malzeme, kendisine Sovyet ajanları tarafından gösterilmiş olan eğitimlere ait mikrofilm ve materyal bulunmuştur Suçunu itiraf eden ve bütün tafsilatıyla anlatan Manukyan kendisini sevk ve idare eden Sovyet ajanlarını teker teker açıklamış şimdiye kadar kendisinden istenenleri ve hizmet karşılığı ödedikleri paranın miktarını açık açık söylemiştir. Öğrendiğimize göre Kerim Manukyan, Sovyet Rusya ajanlarından 500 bin lira almıştır. Son yılların bu en önemli casusluk olayının faili Kerim Manukyan’ın tahkikatının tamamlanmasına müteakip duruşması yapılacaktır.
Manukyan’la çalışan Sovyet diplomatı Türkiye’den ayrıldı
Casusluk olayı ile ilgili olarak, İstanbul’daki Rus Konsolosluğu Ticaret Mümessilliğinde görevli Jouri Maximov (Yuri Maksimov), dun Yeşilköy’den kalkan uçakla Türkiye’den ayrılmıştır Diplomatik pasaportlu Jouri’nin, casus Kerim ile ilişkisi olduğu Ermeni asıllı casustan topladığı bilgileri memleketine aktardığı öğrenilmiştir Rus Ticaret Mümessilliğinde bir süreden beri görev yapan ve dün sınır dışı edildiği sızan haberlerden öğrenilen casus diplomatı, konsolosluk memurları uğurlamıştır. Milli İstihbarat dedektifleri, Jouri’nin hareketlerini, Yeşilköy’de uçağa binene kadar izlemişlerdir.
Film Makineleri Tamircisi
15 yıl önce Ermanların şoförlüğünü yapan Kerim Manukyan, daha sonra karanlık işlere girmiş, Alyon Sokak Atlas Apartmanı’nda kiraladığı dairede, film makineleri ayarı ve tamirciliği yapmağa başlamıştır Manukyan. Rus Ajanları ile tanıştıktan sonra işlerini büyütmüş, iki yıl önce de lüks bir araba ile Alyon Sokağa gitmiş ve tanıdıklarına, arabayı satacağını söylemiştir.
Kıbrıs harekâtı sırasında
Kıbrıs olayları sırasında ordunun İskenderun ve Trakya harekâtını izleyen Rus casusunun Derince’de Askeri malzeme boşaltan Amerikan gemileri ve boşaltılan malzemeler hakkında bilgi topladığı da, Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından ortaya çıkarılmıştır Bu arada, Trakya yolunu kontrol altında bulunduran dedektiflerin sıkı izlemesine uğrayan ve Edirne’ye gidip dönen Manukyan’ın faalıyetleri akamete uğratılmıştır.
Kadınlarla teması fazla
Dedektiflerin yaptıkları izleme sırasında Rus casusunun, lüks eğlence yerlerinde görüldüğü ve bol para harcadığı, aktris kadınlarla sıkı bağlar kurduğu da gözden kaçmamıştır.”
Oradaydım
Başta belirttiğim gibi Manukyan’ın Sovyetlerle gizli haberleşmesine şahit olmuştum. Dolmabahçe Stadyumunun batı yanından çıkan ve Vali Konağı Caddesine açılan (şimdi mecburi istikamet olarak kullanılıyor) yokuşun ortalarında idi. Önce Manukyan yukarıdan yürüyerek gelmiş ve boş arazide bulunan ağacın yanında küçük tuvaletini yapıyor görüntüsünde detrap [istihbaratta kullanılan bir gizli haberleşme yöntemi – ölü posta kutusu] noktasına mesajları bırakmıştı. Manukyan stadyum civarındaki detrapa mesaj bırakacağı gün sabahtan itibaren ustaca testlerle arkasını kontrol etmiş, takip edilmediğine kanaat getirmişti.
Gizli faaliyetlerin kuralları bununla da yetinmiyordu. Manukyan detrap noktasına gitmeden önce Fransız Hastanesinin civarındaki belli bir yere
emniyet işaretini vermiş, bir tehlike olmadığını belirtmişti. Bu kadar tedbir de yeterli değildi. Manukyan detrabı doldurduktan sonra geldiği yöne geri dönmüş yokuşun üst tarafındaki bir ağaca detrabın dolu olduğunu belli eden işareti koymuştu. Detrap yerinin karşısında bulunan metruk gazinonun bahçesindeki büyük ağaca tırmanmıştık. Aramızda bir hayli mesafe olmasına rağmen bölgeye ve detrap yerine
hakimdik. Film gibi faaliyeti izliyorduk. Takipçiler geniş bölgeye yayılmış ve sabit noktalardan gözetleme yapıyorlardı.
Manukyan’ın ayrılmasından 15-20 dakika kadar sonra Sovyet memurun aşağıdan geldiğini gördük. Diplomatik plakalı araba ile Beşiktaş istikametinden gelmiş ve araba stadın yanından yokuşa sapar sapmaz otodan inmişti. O yukarı doğru ilerlerken içi kalabalık olan Sovyet arabası iki kez Taşlık’tan tur atarak Sovyet’in yanından geçti ve güvenliğini kontrol etti. Sovyet detrap noktasına yaklaşırken yokuşun yukarı tarafında ortaya çıkan bir diğer Sovyet aşağı doğru yürümeye başladı. Herhalde güvenlik ve detrap dolu işaretlerini o kontrol etmişti. Yan yana geldiklerinde hiç durmadan ve konuşmadan geçtiler. 1.nci Sovyet bir müddet sonra ağacın yanındaydı. O da Manukyan gibi davranıp bir müddet oyalandı. Sonra oradan ayrılıp yukarı doğru yoluna devam etti. Maçka Oteli sapağına geldiğinde arkadan gelen ve üçüncü turunu atmış olan Sovyet arabasına binip uzaklaştılar. Bu meslek hayatımda yaşayabileceğim en güzel olaydı.
Orman’da Suçüstü
Fatih Ormanı o kadar sessizdi ki en ufak bir fısıltı dahi yankılanıyordu. Sovyet casusu Manukyan’a bu gece suçüstü yapılacaktı. Biz iki kişi, Maslak asfaltından ormana giren yola yakın bir yerde duruyorduk. Detrap noktası 300-400 metre kadar ilerdeydi. Etrafında tertibat alınmıştı. Aylardır yürüttüğümüz takip faaliyeti nihayet sona erecekti. Manukyan veya onu sevk ve idare eden Rus ormana bu yönden girerlerse onu ilk önce biz görecek ve işaret verecektik.
Manukyan, bizim bulunduğumuz yönden geldi ve orman yoluna girdi. İşaret dalga dalga detrap bölgesine ulaştı. Nefeslerimizi bile tutmuştuk. Çıt çıkmıyordu. Bir süre sonra yol kenarındaki bir kaya parçasının altı olan detrap yerinden koşuşmalar ve sesler geldi. Arkadaşlar haberi ulaştırdılar. Manukyan enterne edilmiş ve götürülmüştü.
Sıra Rus’a gelmişti. Yarım saat geçmemişti ki, Rus’un otomobili ormanın Kilyos istikametinden detrap bölgesine yaklaştığı işareti geldi. Yerimizde kaldık. Kısa bir süre sonra bağrışmalar gelmeye başladı. Koşarak detrap bölgesine gittim. Sovyet Yuri Vladimirovich Maksimov’un ayaklarında balıkçı çizmesi ve üzerinde spor bir kıyafet vardı. İlk bakışta denizden yeni dönmüş, ağlarını toplayan bir balıkçıya benziyordu. Detrabı boşaltmaya yalnız gelmişti. İri yarı bir adamdı. Kendisini tutmaya çalışanlara şiddetle karşı çıkıp kurtulmaya çalışıyordu. Sonunda kollarını arkasından kıvırıp hareketsiz hale getirdiler, o vaziyette yürüyerek 200 metre kadar ilerdeki Orman İdaresine ait binaya götürdüler. Ankara’dan yetkili amirler gelmişti. Binada onunla görüştüler. Herhalde usulen bir kimlik kontrolünden sonra kendisine bizimle çalışması halinde bu olayı unutabileceğimiz söylenmiştir. Maksimov kısa bir müddet sonra diplomatik statüsü icabı serbest bırakıldı. Kazaya uğramış bir balıkçı gibi perişan bir vaziyette arabasına binip bölgeden uzaklaştı. Ertesi gün Sovyetler Birliğine geri dönüyordu.
***

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 4,

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 4,

MAKARIOS’UN SARAYINA MİKRAFON YERLEŞİYOR
GRİVAS’ın hiçbir zaman teslim olmaya yanaşmayacağını biliyorduk. Ordunun bir süre önce sıkıştırdığı iki yardımcısı gibi çarpışma sırasında ölmeyi tercih edecekti. 17 Ocak 1959’da Lefkoşe’deydim ve hemen Özel Şube’ye gittim. MAGAN’ın dosyalarla ilgili analizini inceledim. Sonra planımı yaptım.
Önce Makarios’un sarayına mikrofonlar yerleştirmeye karar verdik. Bunu başardık da. Ama ‘GÜNEŞ IŞIĞI’nın asıl amacı GRİVAS’ın yerini bulmaktı. Onun İngiliz Ordusu’nun haberleşmesini dinlemek için alıcılardan yararlandığından emindim. O yüzden kendisini aramaya çıkaracaklarını hemen öğreniyordu. Önce GRİVAS’ın alıcısının antenini bulmaya çalışacaktık. Sonra da yön bildiren bir alıcıdan yararlanacaktık.
Sonunda anteni bulabildik. Ancak yön bildirecek olan cihazın üzerinde çalıştığım sırada Sömürge Bakanlığı Kıbrıs sorununu Lancaster House’da yapılan bir toplantıda alelacele çözümledi. Bu MAGAN’ı çok öfkelendirdi. Özellikle GRİVAS tahmin ettiğimiz bölgede ortaya çıkarak Yunanistan’a uçtuğu zaman. Orada adayı kötü bir biçimde etkilemesini sürdürecekti. MAGAN çözümün en iyi ihtimalle geçici olduğuna inanıyordu. Önemli sorunlardan hiçbiri çözümlenememişti.
MAGAN’a göre Sömürge Bakanlığı’nın kısa vadeli çözümü, uzun vadeli sıkıntılara neden olacaktı. Sonradan MAGAN’ın haklı olduğu da kanıtlanacaktı.
HARVEY, Kıbrıs’la ilgili açıklamalarımı dikkatle dinledi. İki problemin birbirine benzediğini düşünüyordu. Bana, ‘İngilizler Küba’da ne yaparlardı?’ diye sordu. Aslında Küba meselesine karıştırılmayı istemiyordum. ‘Her halde diğer siyasi liderlerin üzerinde dururduk…’
HARVEY sabırsızca, ‘Biz bunu yaptık,’ dedi. ‘Ama şimdi hepsi de Florida’dalar. Domuz Körfezi çıkarmasından sonra içerideki her şeyimizi kaybettik…
CASTRO KONUSUNDA NE YAPARDINIZ?
Peki, Castro konusunda ne yapardınız?’ ‘Onu yalnız bırakmaya, halkı aleyhine döndürmeye çalışırdık sanırım…’ HARVEY sözümü kesti. ‘Onu öldürtür müydünüz?’ ‘Son zamanlarda böyle yollara başvurduğumuzu sanmıyorum’. ‘Neden?’ ‘Süveyş’ten beri böyle şeyler yapmıyoruz, Bill’. Süveyş krizi baş gösterdiği zaman MI5, Nâsır’ı sinir gazı kullanarak öldürmeyi planlamıştı. Başbakan Eden önce buna razı olmuş ama Fransa’yla İsrail birlikte askeri harekâta girişme konusunda söz verince vazgeçmişti. HARVEY, beni Süveyş operasyonu konusunda uzun uzadıya sorguya çekti. Sonra da, ‘Büro’da bu tür problemleri çözümlemeleri için yeni bir tim oluşturuyoruz,’ dedi. ‘Bu alanda uzmanlara ihtiyacımız da var.’ HARVEY, ciddileştiği zaman sesi hafifliyor ve tekdüzeleşiyordu.
Onu en çok SAS timlerinin ilgilendirdiği belliydi. ‘Onlar serbestçe çalışmıyorlar, Bili,’ diye hatırlattım. ‘Ama emekliye ayrılmış olanlarla anlaşmaya çalışabilirsin.’ HARVEY, sanki mahsus yardım etmekten kaçınıyormuşum gibi öfkeyle yüzüme baktı. ‘Stephenson’la konuştun mu?’ diye sordum. ‘Eskilerin çoğu onun savaş sırasında New York’ta öyle bir timi yönettiğini söylüyor.’ Nakliye işleriyle ilgilenen bir Alman casusunu durdurmanın başka yolunu bulamayınca bir İtalyan’dan yararlanmış. Her halde adam Mafia’dandı. ANGLETON hemen not aldı. Sonra da anlamsız bir yüzle beni süzdü. O not defteri sinirime dokunuyordu. İki Amerikalının Castro’yla ancak bu biçimde başa çıkabileceklerine inandıkları anlaşılıyordu. Onlara bu bakımdan yardım edemediğim için de sinirleniyorlardı. HARVEY birdenbire, ‘Bizden hâlâ bir şeyler gizliyorsun değil mi?’ dedi. ‘Sana söyledim ya, Bili. Biz artık öyle oyunlar oynamıyoruz. Neticede biz ikinizin de söylediği gibi bu anlaşmada önemsiz olan tarafız. Önemli şeyler sizin sorumluluğunuz’. HARVEY, bir şakaya gülecek tipte bir adam değildi. Aslında ANGLETON da öyleydi ya”.
“Türkiye, Batı istihbarat örgütlerinin bağlantı merkeziydi." Bu sözler Bulgar İstihbaratının eski şefi Dimo STANKOV’un ülkesinde yayımlanan ve Türkiye’de de yakın dostu Refik Erduran tarafından tercüme edilerek "Yeter Sustuğum" adıyla tanınan kitabından. Dimo STANKOV kitabında, uzun süre sessiz kaldıktan sonra, hasımlarla çarpışırken kendi safının bürokrasisi ile de boğuşmak zorunda kaldığı o dönemde yaşadıklarını ve gördüklerini açıklıyor. Anlattıklarının içinde Türkiye ile ilgili birçok şey var.
Kitap; «Saf köy çocuğunun zehir hafiye oluşu,» «Avrupalılık peşinde çekilenler,» «İngilizlerin astığı Lord Ho-Ho,» «Görev gereği Don Juan’lık,» «Bir pardesü karşılığında ABD Başkanı’na bağışlanan trilyon dolarlık sır,» «Casuslar Kralı PHILBY’in Türkiye’de dağıttığı rüşvetler,» «Çıplak kız karşısında istihbarat yenilgisi,» «Ağca olayını bir de Bulgar istihbaratından dinleyin,» «İsmail Erez’le yenilemeyen yemek,» «İlk hava korsanı, Türkiye’de Fahişe olan kızı» gibi başlıkları taşıyor.
CASUSLAR KRALI KİM PHILBY
Dimo STANKOV’un kitabında “istihbarat tarihinin en başarılı ve önemli uzmanı” dediği Kim PHILBY ile anıları da yer alıyor. Kim PHILBY eşiyle birlikte Moskova’dan gelip Bulgaristan’da dolaştığı sırada STANKOV onlara refakat görevini alarak tanışıyor. STANKOV, PHILBY için,Dimo STANKOV’un kitabında “istihbarat tarihinin en başarılı ve önemli uzmanı” dediği Kim PHILBY ile anıları da yer alıyor. Kim PHILBY eşiyle birlikte Moskova’dan gelip Bulgaristan’da dolaştığı sırada STANKOV onlara refakat görevini alarak tanışıyor. STANKOV, PHILBY için, "İngilizlere sempatimi fark etmesi yakınlaşmamızı kolaylaştırdı" diyor.
İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİNİN BAĞLANTI MERKEZİ
Dimo STANKOV’un kitabından pasajlarla ve onun anlatımıyla devam edelim. “kısa sürede dost olduk ve anılar kitabında yer vermediği ayrıntıları anlattı. Benimle konuşurken sık değindiği konulardan biri de Türkiye idi. Onun gibi bir uzmandan o ülkeye ilişkin değerlendirmeler dinlemek çok ilginç ve yararlıydı. Türkiye komşumuzdur ve tarihsel yazgımız beş yüzyıl boyunca o komşuya bağlı kalmıştır.”
PHILBY KRALİÇE’YLE RANDEVUSUZ GÖRÜŞEBİLİYOR
“Kim PHILBY, din değiştirip İslam’ı seçen Suudi Arabistan Kralı’na danışman olan eksantrik bir İngiliz diplomatının oğlu. 1912 Hindistan doğumlu olan PHILBY İngiltere’nin en seçkin okullarında eğitiliyor; Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Yunanca, Arapça ve Türkçe konuşabiliyor. Cambridge’de okurken oradaki pek çok parlak öğrenci gibi komünist görüşlü eğitim üyelerinden etkileniyor ve Sovyet istihbaratçılarının önerisiyle KGB’ye katılıyor. Sovyetler için, gazeteci kimliğine bürünerek önce Avusturya ve İspanya’da, sonra İngiltere’de istihbaratçılık yapıyor.
Çalışmaları ve kişiliği İngiliz gizli servisinin dikkatini çektiğinde Sovyet meslektaşlarının talimatıyla hemen İngiliz servisine giriyor. Orada hızla yükselerek 1944’te Sovyetlere karşı istihbarat bölümünün başına getiriliyor. Dilediği zaman Başbakan ve Kraliçe’yle randevusuz görüşebilen PHILBY’in aktardığı bilgiler sayesinde İngiltere’nin Sovyetler Birliği’nde başarılı casusluk yürütmesi olanaksız hale geliyor. İstanbul’a 1945 Ağustos’unda atanan Rus konsolosu [Not. Konstantin VOLKOV adında üst seviyede bir istihbarat görevlisi] ülkesine ihanete karar verip kentteki İngiliz diplomatlarla temasa geçiyor ve 27 bin sterlin ve sığınma karşılığında bir öneride bulunuyor: "Size Türkiye’deki Sovyet istihbarat sırlarının tümünü bildiririm. Ayrıca Londra’da çok önemli Sovyet ajanları var. Onların adlarını da açıklarım." İngiltere’ye haber iletilmesinin ardından mesaj doğrudan PHILBY’in önüne geliyor. Londra’daki en önemli Sovyet ajanı, kendisi! Açıklanacak adların başında da kendininki geliyor! PHILBY hemen İstanbul’a uçuyor.”
İLK HAVA KORSANI TÜRKİYE’DE
"30 Haziran 1948 günü Varna’dan Sofya’ya uçmakta olan Bulgar Havayolları JU-52 tipi uçağında dört kişilik mürettebat vardı: Pilot Şaroplev, iki yardımcısı Nedalkov ve Maznev, bir de General Ganev. Bu sonuncusu kurumun baş yöneticisiydi; katıldığı bir törenden dönüyordu. 16 yaşındaki kızıyla birlikte yolcular arasında bulunan emekli Albay MIHALAKEV [Not – Hava Albay Strahil veya Strashimir MIHALAKEV, Bulgaristanın Romanya Askeri Ataşesi.] silahlıydı. Eski rejime bağlılığı bilinen bu sağcı subay ordudan çıkarılmıştı. Sinirli görünüyordu… MIHALAKEV kalktı, ateş edip Nadelkov’u öldürdü. Sonra koşarak pilot kabinine girdi. Arkadaşları da fırlayıp silahlarını yolculara çevirdiler. Kabinde MIHALAKEV General Ganev ile Maznev’e de ateş ettikten sonra tabancasını pilotun kafasına dayayıp ‘Türkiye’ye!’ dedi. General Ganev de tüm çabalara karşın öldü. Türkiye’de iyi karşılanacağını ummuştu. Ama hesabı tutmadı. Ağır sorgulardan geçirildikten ve bildiği her şeyi anlattıktan sonra da uzun süre cezaevinde kaldı.
Tek başına kalan 16 yaşındaki kızı Türkiye’de görevli Amerikalı subaylarla düşüp kalkmaya başladı. Biriyle evlendi, ama evlilik yürümedi. Sonunda fahişe oldu. Çok geçmeden de öldü. MIHALAKEV mahpusken ve cezasını çekip çıktıktan sonra yetkililere ‘Bana istihbaratçılık eğitimi verin, size hizmet edeyim’ dedi. O isteğinin geri çevrilmesinin nedenini kestiremiyorum. Sonra çıkmış aflardan yararlanarak ülkesine dönmek istedi. Aldığı yanıt şöyleydi: ‘Dönebilirsin. Ama uçak kaçırdın, iki kişiyi öldürdün. Bundan sorumlu tutulacaksın.’ Vazgeçti dönmekten. Kızının acı ve utanç verici sonu oldu MIHALAKEV’i asıl yıkan. İlk hava korsanı üzüntüye dayanamadı, bir süre sonra bir Türk mülteci kampında o da öldü."
DOSTUM REFİK ERDURAN
"1960’lı yılların ortalarında tanıma fırsatını bulduğum Türk gazeteci ve oyun yazarı Refik Erduran’dı. O dönemde ülkenin önemli gazetesi Milliyet’te günlük sütunu, en üst düzeyde yöneticilerle sürekli teması, kamuoyunda saygınlığı ve etkisi vardı… Ben Erduran’ın görüşleriyle kendiminkiler arasında şaşırtıcı paralellikler görüyordum. Sanki konuşup, anlaşıp, birlikte kaleme alıyorduk çoğu yazısını…
Ekonomik durumumuzu ve Bulgar halkının yaşamını yakından görmesi için Erduran, Dışişleri Bakanlığımızca birkaç günlüğüne davet edilince sevindim. Tanışınca hemen kaynaştık; sözünü sakınmadan konuşması, sivri sorular sormaktan çekinmemesi, benim sorduklarımı da dürüstçe ve açık sözlülükle yanıtlaması dostluğumuzu hızla pekiştirdi. Diyaloğu sürdürmek için fırsat buldukça buluşmaya karar verdik. Ama nasıl yapacaktık bunu? Türkiye’de komünizm paranoyası vardı. Bir Bulgar istihbaratçısıyla görüşmek insanın başını derde sokardı kesinlikle. ‘Yolculukların belli olunca bana bildir. Denk düştükçe Bulgaristan’da yahut senin gittiğin yerlerde buluşup konuşuruz’ dedim. Aklı yattı. Öyle yaptık. Rejim değişinceye kadar fırsat buldukça diyaloğu sürdürdük."
İSMAİL EREZ’LE YİYEMEDİĞİM YEMEK
"Paris’te güneşli bir sonbahar günü Romanya Büyükelçiliği öğle ziyafeti veriyordu. Daha önce birkaç kez görüşmüş olduğum Türkiye Büyükelçisi İsmail Erez idi. Hemen yanına gittim… Uzun uzun konuştuk… ‘En yakın zamanda elçilikler dışında, başka bir çevrede buluşalım’ dedi Erez. Birlikte dışarı çıktık. Erez Türk bayrağının dalgalandığı elçilik arabasına bindi, ‘Görüşmek üzere’ dedi, uzaklaşırken pencereden el salladı. Bizim elçilik yakın olduğu için ben yürüyerek gittim, Erez’den edindiğim bilgi ve izlenimleri şifreli telgrafla merkeze gönderdim. O işi yeni bitirmiştim ki görevlilerden biri geldi, ‘Biraz önce nehir üstündeki bir köprüden arabasıyla geçerken Türk elçisi öldürülmüş’ dedi. İnanamadım. Buluşmamızın yer ve tarihine ilişkin not bugün de durur defterimde. Baktıkça yanarım."
***