2 Eylül 2014 Salı

ESKİ VE YENİ TÜRKİYE KAVRAMLARI







Yeni Türkiye’nin takip edeceği siyaset, belirsiz ve keyfi olamaz. Bizim siyasetimiz, mutlaka milletin kabiliyet ve ihtiyacı ile mütenasip olacaktır. Artık yeni Türkiye’nin devlet siyaseti, milli sınırları dahilinde egemenliğine dayanarak bağımsız yaşamaktır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1923)
28 Ağustos’da görevi devralan Yeni Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Yeni Cumhurbaşkanımız tarafından atanan müstakbel yeni BaşbakanAhmet Davutoğlu 27 Ağustos 2014 günü gerçekleştirilen Ak Parti Olağanüstü Kongresindeki konuşmalarında defalarca Yeni Türkiye’den söz ettiler.
Bu toprakların yetiştirdiği bir Türk aydını olarak “Yeni Türkiye” söylemlerini reddediyorum.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti asla eskimemiştir.
Tüm müessese ve kurumları ile cumhuriyet rejimimiz dimdik ayaktadır.
Cumhuriyetimizin sözedildiği gibi yenilenme ihtiyacı bulunmamaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temelleri Türk halkının seçilmiş temsilcileri tarafından 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması ile birlikte atılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları tarafından muhteşem bir Kurtuluş Zaferini müteakip 29 Ekim 1923’te kurulmuş ve Lozan Barış Antlaşması ile dünya devletleri tarafından varlığı kabul edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; bugün şehit ve gazi kanlarıyla çizdiği vatan topraklarında, kurucu Türk milletinin 76 milyon evladının koruyuculuğunda, kurulduğu ilk günkü gibi yeni ve yepyeni olarak bağımsızlığını devam ettirmektedir.
İç ve dış tüm yıkma gayretlerine rağmen Türkiye Cumhuriyetinin kurucu iradesinin ülkü birliği tüm yurtta yaşamakta ve yaşatılmaktadır. Her Türk vatandaşının beynine kazınmış bu iradede hiç bir sapma ve zafiyet bulunmamaktadır.
Sonuç olarak; 91 yıllık cumhuriyetimiz zaten yenidir ve yenilenme ihtiyacı yoktur.
Türk Milletine; “YENİ CUMHURİYET”söylemleri ile getirilmek istenen düzeni kabul ettirmek sanıldığı kadar kolay olmayacaktır.
Türk Milletinin Zafer Haftasını ve 30 Ağustos Zafer Bayramını kutluyorum.
Cumhuriyetimizi bize armağan eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere emeği geçen tüm şehit ve gazilerimizi saygı ile selamlıyorum. Ruhları şad olsun.
Dost ve düşmanlarımız bilmelidir ki; 76 milyon Anadolu Türkü bu muhteşem cumhuriyet eserini sonsuza kadar yaşatmaya kararlıdır..
Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://kumkale.wordpress.com/2014/08/28/eski-ve-yeni-turkiye-kavramlari/


.

31 Ağustos 2014 Pazar

( OSMAN PAMUKOĞLU ) KİMDİR.. İNANILMASI ZOR !.. AMA GERÇEK

( OSMAN PAMUKOĞLU ) KİMDİR.. İNANILMASI ZOR !.. AMA GERÇEK 





Salı, 14 Eylül 2010 

BİLDİĞİMİZ, TANIDIĞIMIZ, BİZE ANLATILANLAR
DIŞINDA BİR ÇOCUK !.. ( OSMAN PAMUKOĞLU ) KİMDİR..



Bir kış günü, 27 Aralık 1947’de, 1948’in yılbaşına üç gün kala, salı günü öğleden sonra, kuruluşu M.Ö 2000’lere dayanan Sinop’un Gerze ilçesinde doğdu. Aile kökeni aynı ilçede 1670’den de öte Gerze’de yaşadıklarını göstermektedir. 1670 yılından daha öteye bilgi sahibi olunamadığından atalarının buraya tam ne zaman geldiği bilinmemektedir.
Baba tarafından dedesi Karaoğlanoğlu Osman (Soyadı kanunundan sonra Osman Pamukoğlu) Gerze eşrafından olup tütün tüccarlığıve tütün tarımı yanında yemenicilik (ayakkabı) sanatını yapmıştır. Anne tarafından dedesi Kazım Arslan , Gerze’nin Türkmeneli köyünün en büyük ailesine mensup ve ileri gelenidir.

Okula altı yaşında Gerze İnklap İlkokulunda başladı. Geniş bahçeler ve bağlarda bağımsız ve doğaya uygun büyüdüğünden toplu sınıflardan ve sürekli talimatlar yağdırıp, kurallar koyan öğretmenlerden hoşlandığı söylenemez. Bitirdiği tüm okullarda da sınıflara insanları doldurup eğitim verilme düzenini hiç sevemedi.
Cumhuriyet döneminin en büyük yangını sayılan ve 1200 ev ve müştemilatıyla bir ilçenin yok olduğu 13 Şubat 1956 gecesi, ilkokul üçüncü sınıfta ve sekiz yaşındaydı. 28 kişinin yanarak ve boğularak öldüğü dehşetli anları ailesi ile birlikte sabaha kadar yaşadı. O gece iki ev ve iki dükkanlarının yanıp kül olmasına tanık oldu. Geniş olan bahçelerinin bir köşesinden oturdukları evlerinin de tutuştuğunu görünce, okul çantasının çıkarılan eşyalar arasında olmadığını fark edip , evin bahçe kapısından içeri girerek çantayı aldı ve dumandan çıkamadığı kapıdan vazgeçerek eve bağlı fırın ve sarnıç odalarının çatı kiremitleri üzerinden, dalları buralara uzanan incir ağacına geçerek yere indi. Anne ve babasından onlara göre, bu saçma hareketinden dolayı da bir ton azar işitti… Bu hareketler sırasında çatıdan çatıya geçerken, rüzgardan ve nereden geldiği ve ne olduğu anlaşılamayan bir cisimle alnından yaralandı. Sakladığı yarayı ailesi ancak gündüz fark edebildi.
Uzun bir aralıktan sonra açılan okuluna artık yaşamlarını sürdürdükleri bağ evinden gelip gitmeye başladı ve ailenin bu bağ evindeki yaşamı şehirde yapılan evleri bitinceye kadar (1966) sürdü. Bağları, ilçe sınırının bitip köy sınırının başladığı “Engel” deresinin kenarındaydı. İlkokul bitinceye kadar üç yıl kilometrelerce yolu karda kışta, yağmurda patikalardan, tarla kenarlarından geçerek yürüdü.
Okul temsilciliği, sınıf temsilciliği, kooperatifler başkanlığı sorumluluğundan hiç kurtulamadı. Bütün görevler sırtındaydı. Çevresinde her zaman sözünü dinleyen, zihinsel ve bedensel gücünden etkilenen bir çocuklar grubu vardı. Okul idarecileri her zaman bu özelliğinden yararlandılar.
Sonbaharda saka ve iskete gibi ötücü kuşlar tutarak onların kaliteli olanlarını seçti ve besledi. Kışın çulluk ve karatavuk avladı. Baharda sahillerdeki kayalık ve sığ sularda yengeç yakaladı. Bıldırcın zamanı atmacalarını kaçıran avcıların atmacalarını ormanlarda yakalayarak onlarla kendisi avlandı. En yakın dostları köpekleriydi. Gece gündüz onları yanından ayırmadı.

O dönemlerde yüksek kıyılardan denizi gözetleyip, sahile yakın gezen balık sürülerine dinamit atan adamlar vardı. Bunlar dinamit patladıktan sonra baygın hale gelen balıkları (ki bu yerler şehrin uzaklarındaydı) o kıyıda yüzen çocuklara toplatır, kendileri suya girmezdi. Osman Pamukoğlu da suya dalarak balık toplayan çocuklardan biriydi. Bir gün zihninde şimşekler çaktı. Bu adamlar binbir zahmetle balık toplayan çocuklara emeklerinin karşılığını vermiyor, çıkan bütün balıkları sepetlerine doldurup gidiyorlardı. Böyle bir adaletsizlik kabul edilemezdi. O tarihten sonra da kendisi ve arkadaşları suyun içindeki baygın balıkları, daha derine dalarak yosunlara bağlamaya, yosun ve kayalıkların arasına saklamaya başladılar. Yukarıdan bakan beleşçi adam artık balık göremeyip de çekip gittiğinde ise, hemen sakladıkları yerlerden çıkardıkları balıkları halka dağıttılar.
İlkokul çağlarında kendisine verilen en büyük hediye babasının kendisi için yaptırdığı 20 mm. çapındaki kırma tabir edilen av tüfeği idi. Yıllar sonra üsteğmenliğinde, Kars Iğdır’da hudut bölük komutanıyken çocukluk tüfeğini babasından istedi. Onunla büyük ve küçük ağrı eteklerinde ava çıktı.
İlkokul dördüncü sınıftayken (10 yaşında) dayısı ile birlikte yakın köylerden birinde düğün nedeniyle gece yapılan güreşleri izlemeye gitti. Zengin bir köylünün düğünü olduğundan Orta Karadeniz’in bütün profesyonel yağlı güreşçileri de ordaydı. Küçük orta denilen bir güreş statüsünde karşılaşmalar yapılırken, güreşçilerden birinin haksızlıkla yenilmesine isyan ederek güreş meydanına fırladı. Haksız galip gelen ve daha sonra karşısına çıkan iki güreşçiyi de kısa sürelerde tuşa getirerek o gün ki ödüllerle bir koç ve üç metre onbeş santim boyunda bir pazen kumaş kazandı. Sabaha karşı bağ evine döndüğünde getirdiklerini gören babaannesi: “Bunlar oğlumun ilk kazancı” dedi.

Kandilli Kız Lisesinde okuyan teyzesinin teşviki ile Kuleli Askeri Lisesinin orta bölümüne müracaat etti ve sınavlar için babasıyla İstanbul’a geldi. Hangi sınavın ne gün yapılacağı ve program tam bilinmediğinden birkaç saat içinde kendisini spor müsabakalarının içinde buldu. Herkes hazırlıklıydı, spor ayakkabıları, şortları her şeyleri tastamamdı. O kısa sürede bunları bulmak ve almak imkansızdı. Ayağında o dönemde “kundura” denilen ağır deri ayakkabılar vardı. Ayakkabılarını çıkarıp, pantolon paçalarını yukarı sıvadı. Koşular 30’ar kişilik gruplar halinde yapılıyordu. 100 ve 400 metre koşularını yalın ayak koştu ve her ikisinde de birinci oldu.
Sınavı kazandığı haberinden sonra vapurla İstanbul’a gelirken en iyi eğitim almış olan ötücü iskete kuşu da beraberindeydi. Gemi Kanlıca - Vaniköy açıklarındayken, sağ kolunda duran kuşuna son bir defa baktı. Sonra sert bir şekilde kolunu hareket ettirdi. Bu “Git, uzaklaş, ben seni çağırırım” demekti. Özel kuş uçtu ve vapurun en yüksek sereninin üzerine kondu. Sahibinin “okaya çekmesi” yani özel bir işaretle “gel” demesini bekledi. Ama 11 yaşındaki Osman Pamukoğlu bu işareti vermedi…
Ortaokulda derslerin başlamasından birkaç ay geçmişti. Her çarşamba öğleden sonra aileler çocuklarını görmek için okulun orta bahçesinde bir araya gelirlerdi. Bunlar genellikle de İstanbul ve civarında oturan aileler olurdu. Osman Pamukoğlu da 11 yaşının verdiği duyguyla bu buluşmaları imrenerek izlerdi. Bu çarşambaların birinde, aileler okuldan ayrıldıktan sonra görüşme alanındaki bir oturma kanepesinin altında deriden yapılmış kalın bir cüzdan buldu ve cüzdanı vermek için sınıf amiri binbaşının karşısına çıktı. Odada iki binbaşı vardı. Bulduğu cüzdanı binbaşına uzattı. Cüzdanı alan sınıf amirinin ilk sözü “İçinde kaç lira var?” oldu. Cevabı: “Bakmadım, bilmiyorum…” İki binbaşı kulaklarına inanamadı. İkisi birden: “Sen bunu merak edip, hiç içini karıştırmadın mı?” “Hayır, açmadım ve bakmadım; çünkü başkasına ait” diye cevapladı. İki subay birkaç kez birbirlerine baktı, bir şeyler söylemek istediler ama diyemediler. Osman Pamukoğlu selam verdi ve odadan çıktı.
Ertesi gün erken saatte sınıf amiri olan binbaşı kendisini çağırdı ve şunu söyledi: “Osman Pamukoğlu sana okul Sancağının muhafızlığı görev ve sorumluluğunu veriyoruz. Bu hizmeti layıkı ile yapacağına ben ve daha üst amirlerimizin güveni tamdır…” “Sağolun” dedi ve binbaşının yanından ayrıldı. Taksim Meydanı, Dolmabahçe ve Fenerbahçe stadyumlarında yapılan tören ve gösterilere okulun “şeref ve onur” timsali Sancağının sağ baştaki muhafızı olarak katıldı.

Askeri Ortaokulun birinci sınıfının dersleri bitince O’da diğer öğrencilerle beraber yazlık askeri eğitim kampına katıldı. Disiplin ve yanaşık düzen eğitimleri sonunda öğrenciler Kırıkkale piyade tüfeği ile üçer mermi atış yapıyorlardı. Eğiticiler teğmen ve üsteğmen rütbesindeki subaylardı. Nasıl nişan alınır? Nasıl nefes kesilir? Nasıl tetik düşürülür? Büyük bir coşkuyla anlatıyorlar, öğrencilerde 12 yaşın getirdiği heyecan ve ürküntü ile onların anlattıklarını dinliyorlardı. Osman Pamukoğlu her iki tarafı da tebessümle izliyordu. Sonuçta kendi tüfeği ile hedefe O da üç mermi attı. Sonuçları tek tek ve ismen kaydeden teğmen yanına geldi: “Bugün en şanslı sensin Pamukoğlu, çünkü üç mermide tam 12 göbeğinde ve sanki üç mermi de aynı noktadan hedefi delmiş neredeyse” dedi. Ve devam etti “Ben ordu atış takımındayım, böyle bir vuruşu biz bile yapamayız, varmısın benimle bir yarışa?...” İçinden “Hemen, derhal” demek geldi ama kendini frenledi ve teğmene cevabını verdi: “Üç beş günlük nişancılık eğitimi ile böyle bir sonuç alınır mı teğmenim, bu tamamen tesadüf, ben bugün çok talihliyim…” Teğmen başka bir grubun yanına gidince bir gülme krizine tutuldu ve uzun süre kendine gelemedi…
Askeri ortaokulun birinci sınıfına başladığı yıl, Milli Savunma Bakanlığı askeri liselerin, Selimiye kışlasında birleştirilmesine karar verince Osman Pamukoğlu da Çengelköy’den Selimiye’ye intikal etti. Kışlanın güney ve batı yönündeki pencerelerden görünen Marmara denizinin durgun ve dalgasız halini hep yadırgadı. “Deniz dediğin köpürmeli ve dalgaları şahlanmalıydı”. O’na göre burası bir gölden başka bir şey değildi. Her zamanda böyle gördü ve algıladı.
Bağımsızlık ve bireysel özgürlüğe düşkün kişiliğini Selimiye kışlasının dört duvarı ve kalın demir kapıları sürekli canını sıktı. Hafta sonları dışarı çıkabiliyordu ama bu ona yetmedi. Akşam etütleri bitip herkes yatakhanelerine çekildikten sonra, nöbetçi subaylarını gece sayımlarında yanıltmak için yatağında mostra kurup, ünlü kışlanın insanları ürküten zemin kat ve dehlizlerine indi. Burada üniformasını çıkardı ve sakladığı yerden aldığı sivil kıyafetlerini giyerek karanlıklara karıştı. Firarlarında saatlerini genellikle sahiller ve ağaçlıklı korularda geçirdi. Filmlerini beğendiği zamanlarda da Üsküdar’da “Sunar”, Kadıköy’de “Süreyya” ve “Opera” sinemalarına gitti . Bu gizlice kaçma ve sabaha karşı yatakhanesine geri dönme faaliyeti defalarca ve ortaokul bitinceye kadar devam etti. Her an laf anlamaz bir nöbetçi askerle karşılaşma, koridorlardan eksik olmayan nöbetçi subaylara yakalanma ve sonunda da okuldan kesinlikle atılma tehlikesi O’nu özgürlük aşkından vazgeçiremedi…
Cumhuriyet döneminin en büyük yangınında okul çantası için çatılardan atlayan, henüz ilkokuldayken bile çevresini gücü ve zekası ile kolayca etkileyen, Gerze’nin derin ve karanlık orman arazilerinde korkusuzca tek başına avlanan, haksızlığa dayanamayıp er meydanlarında yılların güreşçilerine meydan okuyan, yalın ayak dahi olsa paçaları sıvayıp mücadeleye girmekten biran tereddüt etmeyen, bir kartal gibi keskin gözleriyle hedefi asla şaşırmayan ve belki de en mühimi hürriyet duygusundan asla vazgeçmeyen bir çocuğun ruhunda adalet, cesaret ve hürriyet ile büyüyen Osman Pamukoğlu’nun meslek yaşamı, yazarlık hayatı ve siyasi mücadeleye atılmasıyla ilgili biyografisini ise her yerde bulabilirsiniz…
Not: Gazeteci – Yazar Nuriye Atabey tarafından yazılan ve Ekim 2010’da Kripto Yayınevi aracılığıyla okuyucularla buluşacak olan “OSMAN PAMUKOĞLU” kitabından alınmıştır.

http://www.hakveesitlik.org.tr/


29 Ağustos 2014 Cuma

Osman Pamukoğlu 5n1k (CNN TÜRK 22 Haziran 2010)

.

Osman Pamukoğlu 5n1k (CNN TÜRK 22 Haziran 2010)




Terör ile Mücadelesi 1993-1995 yılları arasında teröre karşı yönettiği üstün mücadele dağlardaki PKK terör örgütüne bağlı terörist rakamının 12000den 5500-6000 aralığına inmesini sağlamıştır. Pamukoğlu, o dönemde yapılan büyük askeri fedakarlıklara rağmen PKK terör örgütünün halen niçin sonlandıralamadığını 3 temel sebebe bağlıyor: İlk olarak gerçek bir siyasi irade kurulamaması, ikincisi tam bir istihbarat olmaması ve son olarak her yerde yayılmış asker bulunması diye tanımlıyor. Bizzat kendisinin yazdığı kitaplarda ve konuk olduğu birçok televizyon programında PKK terör örgütüne karşı yapılan mevcut mücadelenin uygun tarz ve strateji olmadığını ve ancak daha fazla şehit vermemize sebep oldugunu söylemiştir. Haberturk kanalının Sansürsüz adlı programında 'Karakolların hepsi yıkılmalıdır. Karakola gerek yok. Gelsinler bakalım, girsinler... Nereden girecekler? Pusuyu kurarsın, ağı kurarsın, mostrayı kurarsın alırsın.' demistir. Daha doğru olan yöntemin 20000 kişilik Eşkıya Takip Kuvveti kurmak ve dağlarda, taşlarda, mağaralarda, ormanlarda, nehir yataklarında yani tüm coğrafyada bulunmanın gerekliligini belirtmiştir. Bir başka deyişle, belli başlı, elle gösterilebilir bir yerde olmamakla birlikte her yerde her zaman bulunma tavsiyesini vermiştir.

http://www.youtube.com/watch?v=hAXC6s2X0sg

..

DİNLEYİN BU SÖYLENEN BİR GÜNEŞ TÜRKÜSÜDÜR.

.

DİNLEYİN BU SÖYLENEN BİR GÜNEŞ TÜRKÜSÜDÜR.

eyvatan-makale-42
1922 yılının Ağustos ayı Büyük Taarruz’un son hazırlıkları tamamlanmaya çalışmaktadır. 25 Ağustos akşamı 5’inci Kafkas Tümeninin 10’uncu Alay Komutanı Yarbay İsmail Hakkı Kızılcaali, subayları ile son görüşmesini yapmaktadır. Toplantı bitince alayın doktoru teğmen söz ister ve: “Kumandanım, alayın 2‘inci taburunun yarısı ile 3’üncü taburun tamamının ayakları çıplaktır. Gönderilen kömüş (manda) derisi yetişmediği için, bu taburdaki erlere çarık yapılamadı. Karşımızdaki Yunan siperlerinin etrafı örümcek ağı gibi dikenli tel örgüleriyle çevrilmiş durumda.”
Yaşamı o cepheden bu cepheye koşmakla geçmiş olan Alay Komutanı, “Doktor, sen merak etme, ben bu milletin çocuklarının vatanları için neler yapabileceğini çok iyi bilirim. Çıplak ayakla bile o tel örgüleri ayaklarında en sağlam çizmeler varmış gibi aşacaklardır. Yarın seyret, bak ne göreceksin.”
5’inci Kafkas Tümeninin alayları da ertesi gün sabahın alacakaranlığında taarruza başladı. Yunanlılar mevziin en can alıcı yeri olan Toklu Sivrisi’nde büyük bir direnme gösterdiler… Sonunda süngüler işi bitirdi.
30 Ağustos günü akşam olurken 5’inci Kafkas Tümeni’nin 10’uncu Alayı’nın cenkten cenge koşmaktan rengi solmuş sancağı Toklu Sivrisinin üzerinde güneşin son ışıklarıyla parlıyordu.
İki sönük ışıklı fenerin aydınlattığı alay sargı yerinde, doktor ve sıhhiye erleri durmadan yara sarıyorlardı. Şehitlerin gömülmesi yarına bırakılmıştı.
Alayın doktoru eski püskü, kaynatılmış gaz bezleri ile tabanları parçalanmış erlerin ayaklarını sarıyordu. Bir çavuş parçalanmış ayak tabanlarını pansuman eden doktora, “Şu talihsizliğe bak” der gibi başını iki yana sallayarak “Doktor bey, şu Yunanı arkasından kovalayamadığımızda o kadar çok üzülüyoruz ki, yoksa ne önemi var taban yaralarının…” diye hayıflanıyordu.
Bu metin Osman PAMUKOĞLU’ nun 2004 yılında yayınlanan EY VATAN (ARKADAŞLAR UYKULARDAN UYANSIN) kitabından alınmıştır.
http://hepar.org.tr/dinleyin-bu-soylenen-bir-gunes-turkusudur.aspx
.

28 Ağustos 2014 Perşembe

ÜLKE ŞAMAR OĞLANI OLDU !

ÜLKE ŞAMAR OĞLANI OLDU !  ( 04 10 2012 ) TE  DEMİŞTİK

ANKARA

Türkiye, bugün,Güney ve Doğu Sınırlarını paylaştığı ülkelerle kanlı bıçaklı bir hale gelmiştir.
Ülke,1923 ‘ten bu yana ilk kez böyle bir duruma düşürülmüştür.
Sebebi, mevcut hükümetin aciz ve basiretsiz dış politikasıdır.
Bütün yaz boyunca K.Irak’tan dalgalar halinde gelen PKK saldırılarına karşı koymak için, sınırı geçip, K.Iraktaki PKK kamplarına harekat yapamayanlar, Suriye için tezkere çıkarttılar!..
340 km’lik K.Irak sınırına hakim olamayanlar, 900 km’lik Suriye sınırından içeri nasıl girecekler?
Böyle bir harekat için kaç ordu lazım ve bu ordular nerelerden gelecektir?..
Eğer bu çapta yapamayacaksanız, savaşın askeri ve politik hedefi ne?..
G.Doğunun hali ne olacak?
Bu, iki cephede silahlı mücadele demektir, sevk ve idare edebilecek misiniz?..
Suriye’ ye karşı bir kara ve hava harekatında karşınızda İran ve Rusya’ yı bulacaksınız.
Bir kaç kurnaz goygoycu dışında dünyada başka desteğiniz de yok..
Üstelik çok sevdikleri ARAP’ larıda karşılarında bulacaklardır..
Akçakale’ ye 20 gündür aralıksız ağır ve hafif silah mermileri düşüyor, bu zaman zarfında ne yapmış bu gafiller?..
Suriye ordusu bizim topraklarımıza karşı kimlere ateş ediyor?Ne oldukları,kime ve neye hizmet ettikleri tam olarak ortaya çıkarılamayan silahlı gruplara..
Bunları, siyaseten, silah ve cephane, mekan tahsis ederek kim destekliyor?..
Türkiye’de hükümet olan parti..
Şimdi soruyorum, Akçakale’ de hayatlarını kaybeden kadınlarımızın ve çocuklarımızın ölümlerine sebep olan kim?..
Sınır olaylarında anında tepki verecek ve her şeyi en gec 24 saatte halledeceksin.
Çünkü mütekabiliyet esastır ve olay münferit sınır meselesi işlemi görür.
20 gün önceki atışlarda, o gün derhal ve şiddetli bir cevap verilseydi bu son olay asla gerçekleşmezdi..
Savaşı tarih boyunca, savaşın ne olduğunu bilmeyen ve kolay yapılabileceğini sanan ahmaklar sebep olmuş ve çıkarmışlardır.
Akıl akılsızlaştığında, düşünecek bir şey kalmaz…
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı
http://www.hakveesitlik.org.tr/ulke_samar_oglani_oldu/

..

25 Ağustos 2014 Pazartesi

OKTAY SİNANOĞLU "BUNU KONUŞALIM" PROGRAMI. (TEK PARÇA)



OKTAY SİNANOĞLU "BUNU KONUŞALIM" PROGRAMI. (TEK PARÇA)











..

24 Ağustos 2014 Pazar

KARAMAN’IN KOYUNU SONRA ÇIKAR OYUNU!.





KARAMAN’IN KOYUNU SONRA ÇIKAR OYUNU!.:





KARAMAN’IN KOYUNU SONRA ÇIKAR OYUNU!.

20 Ağustos 2014 


Soros, CHP’den kovulmuş İstanbul’da belediye başkanlığı yapan adamına, önce oluşum başlatıp sonra da parti kurmaya gidecek olan bir çalışma talimatı verdi. Ankara’nın Yıldız semtin de 8 trilyona! Çıkacak olan genel merkez binasının yapımına da başlandı. (O döneme ait bütün gazeteler de bu şahsın söz konusu genel merkezle ilgili beyanatları görülebilir) Yürütülmesi düşünülen plan: Bu CHP bize uygun değil, O’nun yerini alacak yeni bir parti kurulmasıydı ve başlattılar..
Hazır olan bir partiyi ele geçirmek mi, yoksa yeni bir partinin büyümesini beklemek mi daha pratikti? Ele geçirme manevrasına karar verildi. Mevcut genel başkan için zaten elde olan kaset yayıma sokuldu!. 72 saat, gelgitlerle dalgalandı ama fazla uzun sürmedi, TESEV’in 84 no’lu üyesi kaşla göz arasında CHP’nin başına oturtuldu..

8 trilyona (harçlık parası kadar küçük bu para nereden geliyorsa!) Ankara’da genel merkez yapmaya başlayana Soros’ dan; “Sen kenara çekil, şimdilik bekle” direktifi verildi. Üst üste girilen her seçim de sırtı yerden kalkmayan bir pehlivandan farksız hale gelen parti, her kötü pehlivan gibi: Ya zemini beğenmedi, ya kısbete bahane buldu, ya hakeme kızdı, ya da seyirciyi mazeret diye gösterdi!.

Ve bu gün; TESEV’ci ve SOROS’cu iş birliği yaparak YALOVA’lıya karşı güreşmek için meydandalar.. İş birliği dediysek yanlış anlaşılmasın TESEV’ci ve SOROS’cuların patronu tek aslında, yani manevra bir kanattan yönetiliyor. Strateji: Şu çözüm süreci yutturmasın da AKEPE’nin yanına CHP’yi de boca etmekten öte bir şey değil..

2015 Haziran genel seçimleri önemli, çok önemli değil; hayati, Türkiye Cumhuriyeti Devleti için. İki sebepten ötürü, hem rejim hem de toprak bütünlüğü yönünden..

Balık kuyruğundan yakalanmaz ve delik torbaya da arpa konmaz. İnsanlar kendi zayıflıklarını tekrar ede ede sonunda kendilerini haklı görürler. Bu demode adamlarla yorgun, bıkkın ve yaralı ruhuna teselli arayanlar hiçbir şey bulamayacaklar..

Gelecekte oynayacak filmin o kadar çok fragmanı gösterildi ki; artık bu düzen partileriyle işi idare etmeye kalkışmak akıllara ziyan bir durumdur. Türk ulusu, olup bitene mayna olmak (yaklaşmak, bitişmek) zorundadır. Tüm mücadeleler de öyle zamanlar vardır, her saat bin adamdan daha kıymetlidir. Türkiye’nin kaybedecek tek bir saati bile yoktur. Hele, tiksindirici boş gevezeliklere hiç yoktur..

2015 genel seçimlerin de HEPAR’ın gücünü yanında görmeyen hiçbir parti hali hazırdaki durumundan daha ileri gitmek bir tarafa mevcut oy gücünü bile muhafaza edemeyecektir..

Bu yazıyı genel seçim akşamı hatırlayınız!.

Herkes hak ettiğini yaşar…

TEK UMUT TEK YOL HEPAR

Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı

http://hepar.org.tr/karamanin-koyunu-sonra-cikar-oyunu.aspx

Siyasilerin Tarihe Geçen Sözleri | Videolu | Nostalji | FULL

Siyasilerin Tarihe Geçen Sözleri | Videolu | Nostalji | FULL







Siyasilerin Tarihe Geçen Sözleri | Videolu | Nostalji | FULL

Siyasilerin Tarihe Geçen Sözleri | Videolu | Nostalji | FULL







19 Ağustos 2014 Salı

SİYASETİN PUSULASI: KARANLIKTA YOL ALAN lar KARANLIKTA YOK OLACAKTIR ....

SİYASETİN PUSULASI: KARANLIKTA YOL ALAN lar KARANLIKTA YOK OLACAKTIR ....: KARANLIKTA YOL ALAN lar KARANLIKTA YOK OLACAKTIR .. ( 2010 ) KARANLIKTA YOL ALAN lar KARANLIKTA YOK OLACAKTIR .. ( 2010 ) http:/...

SİYASETİN PUSULASI: ORTADOĞU YANACAK ! ( DEMİŞTİK YIL 10 Şubat 2...

SİYASETİN PUSULASI: ORTADOĞU YANACAK ! ( DEMİŞTİK YIL 10 Şubat 2...: ORTADOĞU YANACAK !  (   DEMİŞTİK  YIL  10 Şubat  2012  ) ORTADOĞU YANACAK ! 10 Şubat 2012   Reyhanli _ Patlama İhmal, yalnızca yenil...

8 Ağustos 2014 Cuma

MHP DEKİ GERÇEK MİLLİYETÇİLERE HATIRLATMAMIZDIR





MHP DEKİ GERÇEK MİLLİYETÇİLERE HATIRLATMAMIZDIR.. 
İSTİFA EDİP ( HAK VE EŞİTLİK PARTİSİNE GELİNİZ )
TÜRK HALKINI KANDIRDINIZ İDAMI KALDIRIP ( BEBEK VE TÜRK ASKERİNİN KATİLİNE ADA TAHSİS EDİP ) ÜLKEYİ BU GÜNLERE GETİRTTİNİZ..



http://youtu.be/NmsHy-zcIn8


















16 Nisan 2014 Çarşamba

Osman PAMUKOGLU - Ceviz Kabugu - 08.08.2008 Art Tv (Avrasya Tv )



Osman PAMUKOGLU - Ceviz Kabugu - 08.08.2008 Art Tv 









..

1 Nisan 2014 Salı

Osman Pamukoğlu Konferansı Gençlerin Siyasetteki Önemi 1 (+oynatma l...

Osman Pamukoğlu Konferansı Gençlerin Siyasetteki Önemi 1







.

Osman Pamukoğlu Konferansı Gençlerin Siyasetteki Önemi 2



Osman Pamukoğlu Konferansı Gençlerin Siyasetteki Önemi 2









..




20 Mart 2014 Perşembe

HEPAR = HAK VE EŞİTLİK PARTİSİNİ TANIYINIZ..



HEPAR =  HAK  VE  EŞİTLİK  PARTİSİNİ TANIYINIZ..



















..

12 Mart 2014 Çarşamba

İstiklal Marşı 10 Kıta Sesli





































İstiklal Marşı 10 Kıta Sesli ,,,
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
***
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
“Medeniyyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
***
Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

BU DUYGULARLA  TÜM ATATÜRKÇÜLERİ PARTİMİZE BEKLİYORUZ..


















1 Mart 2014 Cumartesi

Galip Ensarioğlu Roboski'ye Dobroski Dedi !















ROBOSKİ & DOBROWSKİ İLİŞKİGİSİ GAFI VE NE YİN İNTİKAMI.?
GÖRÜN SİZİ KİMLER YÖENTİYOR VE SİZ KİMLERİ SEÇİP GÖNDERDİNİZ.?
YERSE..? AMA BATIDA YEMİYORLAR BAK? İFŞAA EDİYORUZ KENDİ SESİNDEN..
http://youtu.be/p7FdmfMGiIE

.

27 Şubat 2014 Perşembe

Mehmet Esen | "Meydanları AKP'ye ve PKK'ya teslim etmeyeceğiz"



"Meydanları AKP'ye ve PKK'ya teslim etmeyeceğiz"



“Atatürk ve Türk Bayrağında bir araya geldik”

"Meydanları AKP'ye ve PKK'ya teslim etmeyeceğiz"

Yüz binleri sokağa döktük
TÜRKSOLU: Genç Türk ne zaman kuruldu?
MEHMET ESEN: 19 Mayıs 2012'de İstanbul'da düzenlediğimiz bir törenle kuruluşumuzu ilan ettik. Kurucu Genel Başkanlığını ben üstlendim.
Türkiye'nin pek çok ilinden arkadaşlar bir araya geldik. Mersin'den de arkadaşlar vardı. Konya'dan, Kayseri'den de... Elbette İzmir, Ankara gibi büyükşehirlerden de.
TÜRKSOLU: Neden yeni bir örgüt kurma ihtiyacı hissettiniz?
MEHMET ESEN: Bugün siyasi partilerden bağımsız bir oluşuma ihtiyaç var. İnsanları gerçekten birleştirecek bir yapı gerekiyor. Bizler Atatürk ve Türk bayrağı ekseninde bir araya geldik. Amacımız gençliği tek bir çatı altında toplayabilmek. Ortak milli değerler etrafında bir araya gelebilmek. MHP'sinden CHP'sine, HEPAR'ından Ulusal Parti'ye pek çok siyasi partiden arkadaşları da davet ettik.
TÜRKSOLU: Siyasi partilerde nasıl bir eksiklik gördünüz de yeni bir oluşuma ihtiyaç duydunuz?
MEHMET ESEN: Genç Türk'ü kurduğumuzda AKP iktidarının 10. yılıydı ve biz muhalefetin yetersizliğini gördük. Maalesef düzgün bir şekilde görevlerini yapamadılar. Halka gerçekten önderlik yapabilecek, Türk milletinin sesi olabilecek bir oluşum kurmak istedik. Kanı gerçekten vatanı için deli deli akan, Atatürk sevdalısı, bayrak sevdalısı gençlerin olacağı bir oluşuma ihtiyaç vardı.
TÜRKSOLU: Sağ-sol demedik Atatürk'te birleştik diyorsunuz. Bunu gerçekten de hayata geçirebildiniz mi?
MEHMET ESEN: Yaptığımız yürüyüşler ve eylemler ortada. Genç Türk olarak yüz binlerce insanı sokağa dökebilen bir kitle örgütüyüz. Bu yüz binlerce insan sadece solculardan ya da sağcılardan oluşmuyor elbette. Her kesimden insan var. Bir ortak payda oluşturmayı başardık.
2013 yılında, AKP'nin ve PKK'nın Türk olana, Türk milletine, milli olan her şeye ne kadar saldırdığını gördük. Bundan rahatsız olan bütün kesimleri milli değerlerde birleştirdik.
AKP'nin tabanına da ulaşabiliyoruz
TÜRKSOLU: Ne kadar yaygınlaşabildiniz?
MEHMET ESEN: İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin gibi büyükşehirlerde, özellikle üniversitelerinde zaten örgütlüyüz. Ancak biz bunların yanında AKP'nin güçlü olduğu şehirlerde de örgütlenmeyi hedefledik.
İlk örgütlendiğimiz illerden birisi Kayseri'dir mesela. Kayseri'deki Gezi eylemlerine bizim arkadaşlarımız önderlik etti. Hatta geçtiğimiz ay bu yüzden hakim karşısına çıktılar.
Ve Aksaray, Konya... Hatta Erzurum… Bu illerde tahminimizden de fazla ilgi görüyoruz. Örneğin, Aksaray'da düzenlediğimiz "Teröre Lanet Yürüyüşü" büyük olay yaratmış ve oldukça kalabalık geçmişti.
TÜRKSOLU: AKP tabanına da seslenebiliyor musunuz?
MEHMET ESEN: Elbette. Ailesi AKP'li olan pek çok genç arkadaşımız bizimle beraber mücadeleye dahil oldular. Onlar da artık şunu görüyorlar: AKP ile birlikte bu ülkede Türk olan, milli olan her şey saldırı altında. Bir Türk genci olarak kaygı duyuyorlar. Ve yanımıza geliyorlar.
Zaten bizim asıl hedefimiz de buydu. Yalnızca Atatürkçü ailelerin gençlerini örgütlemekle yetinmeyeceğiz. Esas olan AKP'li ailelerin çocuklarını da kazanabilmek olmalıdır.
TÜRKSOLU: Kendisini sağda ya da solda tanımlamış bir genç, Genç Türk'e katılmaya karar verdiğinde, bu fikirlerini terk mi etmek zorunda?
MEHMET ESEN: Hayır, böyle bir zorunluluk yok. Onlara şunu söylüyoruz. Örneğin bir MHP'li arkadaş geldi diyelim. Ona üyeliğini sildir gibi bir çağrıda bulunmuyoruz. Aksine, sen yine kendi partinde mücadeleni sürdür diyoruz. Bizim yanımıza geldiğinde, MHP'li bir Genç Türk oluyor. MHP'ye gittiğinde de Genç Türk üyesi bir MHP'li olmasını istiyoruz. Bizim hassasiyetlerimizi, o partilerde de savunmaları yeterli bu arkadaşların.
TÜRKSOLU: Genç Türk Genel Başkanı olarak siz bir partiye üye misiniz?
MEHMET ESEN: 2011 genel seçimleri döneminde HEPAR'ın gençlik kollarında görev aldım. 2009 yerel seçimleri döneminde ise CHP'nin Maltepe ilçe örgütünde çalışmıştım. O dönem Kemal Kılıçdaroğlu'nun İstanbul'u kazanmasını sağlayamamıştık, ama en azından bulunduğumuz ilçede seçimleri almayı başarmıştık.
İki partinin de gençlik kollarında yönetici görevlerde bulundum. Halen CHP üyesiyim.
Kahramanımız Atatürk
TÜRKSOLU: Her gencin bir kahramanı vardır. Tabii her gençlik örgütünün de... Gençlere ve gençlik örgütlerine bu kahramanlar yön gösterir. Sizin kahramanınız kim?
MEHMET ESEN: Mustafa Kemal Atatürk. Atatürk hepimiz için, bir Türk genci için bir kahramandır. Emperyalizme karşı savaşmış, karşısında kendisinden kat be kat üstün bir askeri güçle mücadele etmiş ve bunu kazanmış bir liderdir. Üstelik dünyada bunu başarabilen ilk insandır. Sadece bu yönüyle değil, ülkesi ve milleti için fedakârca mücadele ettiği için de bizim kahramanımızdır. Yeri geldiğinde apoletlerini söküp bütün mevkilerinden vazgeçebildiği için... Kendisini değil halkını düşünebilen bir insan olduğu için…
Bu özelliklere sahip dünyada bir başka bir lider yok. İşte bu yüzden, tek bir kahramanımız var, o da Mustafa Kemal.
TÜRKSOLU: Basına da yansıyan bir eyleminiz vardı. 10 Kasım'da Dolmabahçe'de Atatürk maskeleriyle bir buluşma gerçekleştirmiştiniz. On binlerce insan katılmıştı. Neydi bu maskenin anlamı?
MEHMET ESEN: AKP ve PKK gibi mücadele ettiğimiz kesimlerin tek bir korkusu var: Atatürk. Biz de Atatürk gençleriyiz. Hep yakınılır, kaygılanılır ya, Atatürk öldü, ne yapacağız diye… Herkeste de bir Atatürk arayışı var. Biz de bu maskelerle şunu belirtmek istedik: Atatürk ölmedi, hepimiz birer Atatürk'üz. Saat 9'u 5 geçe Atatürk gözlerini yumduysa, saat 9'u 6 geçe milyonlarca Atatürk de mücadele aşkıyla gözlerini açtı diyoruz. Bu ülkenin gençliğinin Atatürk'ün mücadelesini devam ettireceğini göstermek için o maskelerle çıktık…
TÜRKSOLU: Ve ardından da "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" sloganı…
MEHMET ESEN: "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" kitlelere Genç Türk'ün mal ettiği bir slogan oldu. 29 Ekim 2012'de on binlerce insanın katıldığı bir Cumhuriyet yürüyüşü yapmıştık. Bu yürüyüşte en çok ilgi çeken şey taşıdığımız 20 metre uzunluğundaki büyük "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" pankartımızdı. On binlerce insan bütün İstiklal Caddesi'ni "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" sloganlarıyla inletmiştik.
TÜRKSOLU: Genç Türk'ün "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" yazılı flamaları özellikle Gezi direnişi sırasında bütün Türkiye'nin dikkatini çekti. Herkesin elinde bu flamalar vardı.
MEHMET ESEN: O bahsettiğiniz flamadan ve üzerinde "Hepimiz Türk'üz Hepimiz Atatürk'üz" yazılı olanından bugüne kadar on binlerce dağıtmışızdır. Gerçekten kitlelere mal olan bir flama oldu. Aslında kuruluş amacımızı da birebir yansıtan bir flamadır o. Bu kadar yaygınlaşması doğru bir yolda olduğumuzu da gösteriyordu. Sonuçta ne vardı o bayrağın üstünde? Ay-yıldız ve Mustafa Kemal. Yani Atatürk ve Türk Bayrağı'nda Türk milletini birleştirme hedefimizi Gezi Direnişi sırasında fiilen hayata geçirmiş olduk.
24 saatin 20'sinde çalışıyoruz
TÜRKSOLU: Genç Türk, Gezi Direnişi'nde hep ön saflardaydı. Kadıköy yakasında da Bağdat Caddesi'nde on binlerce insanın katıldığı büyük yürüyüşler düzenlediniz. 2012 Mayıs'ında kurulmuş bir örgüt olarak 2013 Mayıs'ında, aşağı yukarı bir yaşınıza yeni girmişken, yüz binleri toplamayı başardınız. Nedir bu hızlı yükselişin sırrı?
MEHMET ESEN: Özveriyle çalıştık. 24 saatin 20'sinde çalıştık. Bahsettiğiniz o büyük yürüyüşler de bu özverinin bir ürünüdür. O dönemde İstanbul'un 15-20 ayrı noktasında standlarımız vardı. Bunun dışında kapı kapı gezilip broşürler dağıtıldı. İstanbul'un her tarafında afişler astık.
Üstelik tüm bu etkinliklerin yanında geceleri de Gezi Parkı'na nöbete gidiyorduk. 9-10 çadırımız vardı Park'ta…
Bu hızlı yükselişin bir başka önemli nedeni de elbette savunduğumuz fikirlerin doğruluğudur. Hatırlarsınız, Gezi Eylemleri sırasında herkesin elinde bir Atatürk resmi ya da Türk Bayrağı vardı. Yani bizim hedeflediğimiz kitle ve savunduğumuz görüşler zaten sokağa dökülmüştü. Bu insanlar tabii ki Genç Türk'ün önderliğinde yürüyecekti...
TÜRKSOLU: Bağdat Caddesi'nde 3-4 büyük yürüyüş yaptınız. Kaç kişi katılmıştı tahminen?
MEHMET ESEN: 16 Haziranda yaptığımız son yürüyüş, tam da Tayyip Erdoğan'ın ünlü Kazlıçeşme mitingiyle aynı gündü ve 300 binden fazla insanın katıldığı büyük bir eylem oldu.
TÜRKSOLU: Herhalde Türkiye tarihinin en büyük eylemlerinden birisidir.
MEHMET ESEN: Ne 68'de ne de 80 öncesinde bu kalabalığın bir benzeri olmamış. Yürüyüşe sadece Bağdat Caddesi civarından insanlar gelmemişti. Öğrendiğimize göre, yürüyüş duyurularımızı gören binlerce insan İstanbul'un farklı bölgelerinden akmış Bağdat Caddesi'ne. Hatta Kocaeli'nden, Trakya'dan, Bursa'dan, yani yakın illerden bile gelen olmuş.
Biber gazıyla Gezi'den aylar önce tanıştık
TÜRKSOLU: 300 bin kişi toplamak kolay değil. Bu güveni nasıl sağladınız?
MEHMET ESEN: Yürüyüşlerimiz aslında birkaç aylık bir emeğin sonucudur. Gezi Direnişi'nden aylar önce yine binlerce insanın katıldığı yürüyüşlerimiz olmuştu. 29 Ekim'de Cumhuriyet Bayramı'nı İstiklal Caddesi'nde çok büyük bir yürüyüşle kutlamıştık. 10 Kasım'da Dolmabahçe'deki etkinliğimizden zaten bahsettik. Ardından 25 Kasım'da yine İstiklal Caddesi'nde Balkanlar'da yaşanan Türk Soykırımı'nın 100. yıldönümü için bir yürüyüş yapmıştık. Şubat ayında, artan PKK terörünü ve sözde çözüm sürecini protesto etmek için Büyük Türk Yürüyüşü düzenlemiştik. Yine İstiklal Caddesi'nde ve yine binlerce insanın katılımıyla...
Son olarak 19 Mayıs'ta "Çılgın Türkler Taksim'e" çağrısı yapmıştık. Amacımız Tünel'den Taksim'e kadar yürümekti. O gün polis yürüyüşümüzü engelledi. 2 TOMA ve yüzlerce Çevik Kuvvet'le karşımıza dikildi. Gezi Direnişi'nin bir nevi kıvılcımıdır bu engelleme.
TÜRKSOLU: Biber gazıyla da aylar önce tanışmıştınız.
MEHMET ESEN: Nisan ayında, Akil Adamlar'ı Türkiye'de gittikleri her yerde protesto ediyorduk. En ses getiren eylemimiz İstanbul-Esenyurt'ta gerçekleşmişti. Hepimiz gözaltına alındık. Biber gazıyla işte o gün tanıştık.
TÜRKSOLU: Kalabalıkları toplamayı başardınız diyelim. Bu kadar insanı kontrol edebilmek, bir provokasyona mahal vermemek çok daha zor. Üstelik sizler gençsiniz. Ve yürüyüşlerinize sizlerden yaşça büyük insanlar da katılmıştı.
MEHMET ESEN: Genç Türk'ün hiçbir eyleminde provokasyon olmamıştır. İnsanlar bu sayede yürüyüşlerimize gönül rahatlığıyla katılıyor. Bebek arabalarıyla gelenler, bastonuyla gelenler, tekerlekli sandalyesiyle gelenler bile oluyor. Genç Türk olarak bir eylem tecrübesi edindik ve insanlar bu tecrübeye saygı duyuyor.
TÜRKSOLU: Hiç mi taşkınlık olmadı? Sonuçta o kadar insan katılıyor eylemlerinize?
MEHMET ESEN: Tek tük yaşandı, ama hepsini en baştan engellemeyi başardık. Hatta, hatırlarsınız, Gezi Direnişi sırasında Mado ile Starbucks'a karşı büyük bir tepki vardı. Biz yürüyüşlerimiz sırasında bu firmaların önünden geçerken kimi arkadaşlarımızı dükkânları korumakla görevlendiriyorduk. Bir yandan da taşkınlık olmaması için sürekli anonslar yapıyorduk. Onca kalabalığa ve onca tepkiye karşın tek bir olumsuz olay yaşanmadıysa bu bizim çok dikkatli ve sorumlu davranışımızdandır.
Ayrıca şunu da eklemeliyim, Kadıköy bölgesi bizi çok iyi tanır. Gezi Direnişi'nden iki ay kadar önce orada TC'nin kaldırılmasına ve Akil Adamlar Heyeti'ne karşı imza kampanyaları başlatmıştık. İki ay boyunca bizi her gün o standlarda gören, aşina olan Bağdat Caddesi insanı, elbette yürüyüşlerimizde de bize son derece bağlı davrandı…

Bir umut olduk biz
TÜRKSOLU: Güveni sağlamak kolay değil, tabii ki...
MEHMET ESEN: Bir umut olduk biz. Gençler bu mücadelenin içerisinde. Görevinin başında. İzinde ya da tatilde değil, klavye başında yazıp çizen, oralarda mücadele verdiğini sanan bir gençlik değil. Sokakta… Bir bakıyorsunuz stand açmış. Bir bakıyorsunuz metro çıkışında bildiri dağıtıyor. Bir bakıyorsunuz kapınız çalıyor, açıyorsunuz bizden bir arkadaş. Bir bakıyorsunuz, işyerinizde sizi ziyaret etmiş. Bir bakıyorsunuz duvarlarda afiş asıyor. Bir bakıyorsunuz arabanızın camına broşürünü koymuş.
Her yerdeydik. İnsanlara böyle güven verdik.
TÜRKSOLU: Kürt Açılımı'nın başladığı dönemde, özellikle Akil Adamlar'ı protesto eylemleriniz çok ses getirmişti. O dönem sokakta kimse yoktu, bir tek siz vardınız.
MEHMET ESEN: Sadece Akil Adamlar'a karşı değil, devlet dairelerinden TC ibarelerinin kaldırıldığı dönemde de sokakta bir tek biz vardık. Türkiye'nin dört bir yanında, "TC İlelebet" afişleri astık. Hatta Ziraat Bankaları ve tabelası değişen hastaneler önünde eylemlerimiz de oldu.
Akil Adamlar Heyeti sürecinde de, Genç Türk dışında hiçbir gençlik örgütlenmesinin sokağa çıkmadığını gördük. Halbuki Türk milletinde büyük bir tepki vardı. Tabii, bizim milli duygularımız ön planda olduğu için, hiçbir örgütlenme ortada yokken, sokaklara çıktık, tepkimizi gösterdik. Akil Adamlar'ı gittikleri her yerde protesto etmeye başladık. Bizim o eylemler, yurt çapında Akil Adamlara yönelik tepkinin daha da büyümesini sağladı. Tepki artınca, başlarda sessiz kalanların da eylemlere başladığını gördük.
TÜRKSOLU: 2014'te ne yapmayı planlıyorsunuz?
MEHMET ESEN: 2013 bizim için çok hızlı geçti. Çok büyük eylemler yaptık. Bu hızlı dönemin ardından şimdi, örgütsel yapılanmamızı oturtuyoruz. Bulunduğumuz bütün illerde yönetim kademelerimizi kuruyoruz.
2014'te AKP iktidarına ve PKK'lılara karşı çok büyük eylemlerimiz yine olacak. Dört duvar arasında bir siyasete karşıyız biz. Sokakta olacağız. Sokağa inmeden başarı gelmediğine inandık.
Bugün, PKK sokakları ele geçirmeye çalışıyorsa buna müsaade etmeyeceğiz. Sokaklar bizim. Alanlar bizim.
Her yerde ellerimizde Türk bayrakları ve Genç Türk flamalarıyla olacağız. 2014'te yine çok hızlı bir şekilde geliyoruz...
- See more at: http://www.turksolu.com.tr/433/mesen.html#sthash.lv6Ga34n.dpuf



Mehmet Esen | "Meydanları AKP'ye ve PKK'ya teslim etmeyeceğiz"




BİZİM İÇİN SİYASET VATAN AŞKIDIR! BİZE KATILIN..!



BİZİM İÇİN SİYASET VATAN AŞKIDIR! BİZE KATILIN..!:



 http://youtu.be/-YGmzGxaW9M









..

HAK VE EŞİTLİĞİNE SAHİP ÇIK

HAK VE EŞİTLİĞİNE SAHİP ÇIK SEN SAHİP CIKMAZ İSEN BAŞKALARI SAHİP CIKAR  ESARET İŞTE O ZAMAN BAŞLAR



http://youtu.be/K50G5lv9vdI











..

Hani Hep ATATÜRK Gibi Bir Lider İsterdik ya!.. İŞTE LİDERİMİZ.



Hani Hep ATATÜRK Gibi Bir Lider İsterdik ya!.. İŞTE LİDERİMİZ. 









Hani Hep ATATÜRK Gibi Bir Lider İsterdik ya!.. İŞTE LİDERİMİZ. 



..


22 Şubat 2014 Cumartesi

Prof. Övgün Ahmet Ercan'ın konuk olduğu TVNET programı



Hak ve Eşitlik Partisi

İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanımız PROG ÖVGÜN HMET ERCAN Deprem konusundaki Haberi..



http://youtu.be/3CzZyB27EBo













..

TERÖR MÜCADELESİNDE TARİHE NOT DÜŞÜYORUZ ( 3 )



TERÖR MÜCADELESİNDE TARİHE NOT DÜŞÜYORUZ ( 3 )





TERÖR MÜCADELESİNDE TARİHE NOT DÜŞÜYORUZ.



TERÖR SİYASALLAŞMIŞTIR..

PARTİ KURDURMUŞ MECLİSE GİRMİŞTİR



VATANINI ve MİLLETİNİ DÜŞÜNEN  BİZ VATANSEVERLERDE PARTİ KURDUK



HALKIN İÇİNDEN CIKTIK.. HAk  ve EŞİTLİK  dedik PARTİMİZE İSİM YAPTIK,



TERÖRLE MÜCADELEDE SEYRETTİĞİNİZ MÜCADELEYİ YAPAN

( EFSANE KOMUTAN OSMAN PAMUKOĞLU )..,

ÖNDERLİĞİNDEDE SİYASİ MÜCADELEYE GİRDİK.,

PKK MECLİSTE İSE BİZ NEDEN OLMAYALIM..

MECLİSTE  PKK İSTEMİYORUZ..

HALK ADINA..VATANSEVER VEKİLLERLE BU ÜLKEYİ TEMSİL ETMELİYİZ..

TAM ZAMANIDIR TÜRKİYE..

BAŞI DİK DEVLET.. ONURLU MİLLET İLKESİYLE..

YAŞASIN VATAN  YAŞASIN TÜRK MİLLETİ DİYORUZ..



Osman Pamukoğlu

HAK ve EŞİTLİK PARTİSİ

GENEL BAŞKANI



Bekliyoruz











..

TERÖR MÜCADELESİNDE TARİHE NOT DÜŞÜYORUZ ( 2 )



TERÖR MÜCADELESİNDE TARİHE NOT DÜŞÜYORUZ ( 2 )









..

TERÖR MÜCADELESİNDE TARİHE NOT DÜŞÜYORUZ ( 1 )





TERÖR MÜCADELESİNDE TARİHE NOT DÜŞÜYORUZ ( 1 )









,,

HÜR İNSANLAR UYANINIZ.



HÜR İNSANLAR UYANINIZ.









..

29 Haziran 2013 Cumartesi

Türkiye Televizyonlarının yapamadığı haberi Nasr tv yaptı


Türkiye Televizyonlarının yapamadığı haberi Nasr tv yaptı





https://www.youtube.com/watch?v=2FD_ZHBA7xg

5 Nisan 2013 Cuma

Kafeste Son Tango


Kafeste son tango




5 Haziran 1999 / ERHAN BAŞYURT

PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Suriye'den çıkarıldığı, İtalya ile sıcak günlerin yaşandığı dönemde, Arap dünyasının saygın gazetelerinden al—Hayat'da ilginç bir makale dikkat çekiyordu.
Gazetenin Suriye muhabiri İbrahim Hamidi tarafından kaleme alınan yazıda, Abdullah Öcalan'ın daha önce Suriye'nin iddialarının aksine Şam'da ikamet ettiğini ima etmek için 1 Eylül 1998 tarihinde tek taraflı ateşkes ilanı ile ilgili basın mensuplarıyla yaptığı toplantı anlatılıyordu. Hamidi, toplantıdan bir de ilginç anekdot sunuyordu okurlarına: Öcalan'a, kendi geleceği ile Fransa'da yargılanmakta olan meşhur terörist Çakal Carlos arasında bir benzerlik kurup kurmadığını soruyor Hamidi. Öcalan ilk önce bu soruyu anlamıyor, PKK ile Çakal Carlos arasında bir ilişki bulunmadığını belirtiyor. Hamidi soruyu tekrarlayınca, bu defa neyin kastedildiğini anlıyor ve kesinlik ifade eden bir üslûpla "Türk yargıçları bizi asla yargılayamayacaklar" cevabını veriyor.

Öcalan, 31 Mayıs'tan beri "Bizi asla yargılayamayacaklar" dediği Türk yargıçlarının önünde, üstelik yargılanma metodu da en çok, Çakal Carlos'un yargılanmasına oranla daha özgür olduğu için takdir topluyor. Üstelik Sudan tarafından Hartum'da Fransız güvenlik güçlerine teslim edilen ve uçakla Paris'e getirilen Carlos ile Kenya'da Türk yetkililerine teslim edilen ve uçakla Bandırma'ya getirilen Öcalan'ın yakalanma süreçleri de garip bir şekilde birbirine benziyor.

Öcalan ve sempatizanları yakalanmanın şokunu yaşarken, bizler de Öcalan'ın daha uçaktayken başlayan rahat ve net açıklamalarının şaşkınlığını yaşıyoruz. 15 yılda 30 bin insanın ölümüne sebep olan Öcalan'ın adeta dili çözülmüş, uçakta söylediklerinin benzerini kurşun geçirmez cam kafesin ardından da pek farksız sözlerle tekrarlıyor: Pişmanım... Özür dilerim... Hizmete hazırım...

Aslında Öcalan duruşmanın ikinci gününden itibaren, ilk tutuklandığı günlerde İmralı'da sivil DGM savcılarına yaptığı açıklamalardan pek de farklı açıklamalar yapmıyor. O zaman da örgütün kurucusunun kendisi olduğunu, dolayısıyla bütün eylemlerin sorumluluğunu üstlendiğini söylemişti, duruşma salonunda da bunu tekrarladı. O zaman da her eylemin sorumluluğunu üstlenirken, örgüte tam hakim olamadığını, bir çok eylemin bölge sorumlularının kendi inisiyatifi tarafından gerçekleştirildiğini, aslında kendisinin buna karşı çıktığını, ama engelleyemediğini iddia etmişti, şimdi de.

Öcalan, örgütün yurt dışı bağlantıları ile ilgili olarak da DGM savcılarına verdiği ifadeden pek farklı bir şey söylemedi, duruşmalarda. Suriye ve Yunanistan PKK'nın baş hamileri arasında yer alırken, İran ve Ermenistan'ın örgütle ilişkilerinin sanıldığı kadar ileri olmadığını, buna karşılık bir çok Avrupa ülkesinin pasif destek sağlamakta bu ülkelerin çok ilerisinde olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Örgütün finans ve silah desteğinin nasıl sağlandığını da anlatan Öcalan, devletle aralarında kurulan temaslar hakkında da geniş bilgileri tekrarladı...

Bütün bunlara rağmen, Öcalan'ın duruşmada dile getirdiği ama basına tam yansımadığı için pek irdelenmeyen çok daha önemli bir şey vardı duruşmalarda: Öcalan'ın yazılı savunması. Öcalan, ilk gün duruşmasının öğleden sonraki kısmında vermek istediği siyasal mesajı, bu yazılı savunmada toplamış. Ağır psikolojik durumu sebebiyle hafıza değişikliğinin olduğunu ve bu nedenle ifadelerinde bazı kopukluklar bulunabileceğini söyleyen Öcalan'ın, yazılı savunması bu sebeple daha da önem kazanıyor. İrticalen yaptığı sözlü savunması ile karşılaştırıldığında da daha oturaklı olduğu görülüyor.

"İsyan dönemi bitmiştir"

"Varılan en önemli sonuç; artık tarihi olarak isyanlar dönemi sona ermiştir ve ermek zorundadır... Sorunların çözüm dili isyan veya devrim olamaz. Barış içinde anayasal evrim yolu geçerlidir" diyen Öcalan, "Demokratik bir toplumda yetişmiş ve büyümüş olsaydık, hiç böyle isyan olur muydu? Kendini bile yasaklanmış bulan, ağzından çıkan sözü ana dilinden suçluluk telaşı ile gizlemeye çalışan bir insandan her şey beklenir... Yaşadığım halk gerçekliği bu. Hatta bir alternatif olarak ezici bir kısmı Türkleşmişse bu halkın suçu olamaz. Kaldı ki bu yöntemin de çağdaş olmadığı, böyle zorla yürümeyeceği de ortaya çıkmıştır. O halde hatalar karşılıklı büyümüş..."

Öcalan, kendince başvurdukları yolun sebeplerini ve hata oluşunu bu şekilde ortaya koyduktan sonra, "İki halkın tarihini, siyasi, ekonomik durumunu anlayanlar, parçalanmanın olmayacağını bilirler. Etle—tırnak gibi iç—içe geçmişlerdir" yorumunda bulunuyor. Başlangıçta "Bağımsız Kürdistan" hayalinde olan Öcalan, bu görüşten çark etmesinde 1993 yılına kadar TSK'nın PKK'ya karşı yürüttüğü etkili mücadelenin de rol oynadığını ifade ediyor bir başka yerde. Israrla vurguladığı bölünmenin bir çözüm olmadığını ise, şu çarpıcı ifadelerle anlatıyor :

"Bağımsızlık aleyhimize"

"Bağımsızlık ve özgürlüğün hem birey için hem de halk için koşullar gereği, ancak Türkiye'nin bütünselliği ve Cumhuriyet'in demokratik yapılanması içinde gerçekleşebileceğini belirttim... Bilimsel ölçüler içinde bakıldığında dört taraftan kabul edilmeyecek komşularla çevrili, ağırlıklı olarak dağlık bir coğrafyada, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi olarak çok bölünmüş, ağır feodal değer yargılarıyla ve daha bir alfabeye bile sahip olmayan, nüfusun daha büyük kısmı metropollerde çalışan Kürt toplumu için devlet iddiasında bulunmak bu nedenlerle gerçekçi olamaz. Kaldı ki gerek son iki yüzyıllık tarih tecrübesi ve en son PKK isyanı mevcut askeri güç dengesi altında da ayrılık yönünde sorunun daha da ağırlaşacağını ortaya koymuştur. Bu yöntemle taraflar zorlanır, büyük acı ve kayıp yaşarlar. Ama ne ayrılma gerçekleşebilir ne de sorun yok edilebilir. Hastalık daha da ağırlaşarak devam eder. Hastalığı ne hastayı yok ederek tedavi etmek mümkündür, ne de ana öğesi olduğu bütünden yani devletten ayrılmakla parça, tedavi şansına sahiptir."

Öcalan savunmasında "Bu bilince 1973'te sahip olmak isterdim. O zaman bu yöntem izlenmezdi" diyerek, "Tüm isyanlar içerisinde acımasızlıklar vardır, bastırmada da vardır. Ama, en büyük tesellimiz bunu gerçekten Cumhuriyetimizin sürekli ağrıyan bir hastalığı olmaktan çıkarmak, sağlıklı bir parçası ve barış gücü haline getirmektir. Halkımızın buna ekmek, su kadar ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Cumhuriyete karşı borcu, demokratik birlik dışında ödeme yolu yoktur" sözlerine de yer veriyor. Öcalan, yazılı savunmasını bu şekilde yaptıktan sonra da, özürle başladığı sözlü savunmasında, sorunun çözümü için de kendince bir formül öneriyor. Başka bir deyişle, kendi canının kurtarılması karşılığında, terörü bitirmeyi masaya yatırıyor ve yıllardır uğrunda verdikleri mücadelenin hedeflerini minimize ederek, şöyle formüle ediyor: "Bana bir kanal açın, PKK'yı üç ayda dağdan indireyim."

"Devletin de duyarlılığının bu yönde olduğunu biliyorum. PKK'nın dağdan indirilmesini istiyorum ve bu amaçla çalışmak istiyorum" diyen Öcalan, bunu yapmanın şartı olarak da "PKK'nın devlete karşı olmamasını, yasal bir konuma girmesini istiyorum. Bir af yasası, bir izin gibi şeylerin düşünülmesini istiyorum" şeklinde konuşuyor. Bunu da kendince, "PKK'ya sesleniyorum. Sizi yanıltan ben, hiçbir baskı altında kalmadan söylüyorum. Bizi koruyacak olan demokratik devletin çatısıdır. Ben bunu gördüm. Bu döneklik yaptığım anlamını taşımaz. PKK'lılara diyorum ki, niye silahla savaşıyorsun, düşünce varken" sözleriyle yorumluyor. Başka bir deyişle Öcalan'ın PKK'yı dağdan indirmesinin ilk şartı, bir af yasasının —pişmanlık yasası gibi— çıkarılması ve PKK'nın legalite kazanması.

Dil de önemli değil

Öcalan'ın pazarlık masasına sürdüğü ikinci şart ise, "kültür ve dil özgürlüğünün sağlanması". Türkiye'de düşünce ve siyasal özgürlüğün mevcut olduğunu belirten Öcalan, "Olan bir şeyi niye isteyeyim. Sadece dil ve kültürel varlık problemdir. Türkiye'nin bütünlüğü önemlidir" diyor. Bir uzman, Öcalan'ın kültürel varlık ile tv, radyo gibi şeyleri kastettiğini, dilin eğitim dili olması gibi hususlardan rahatlıkla taviz verebileceğini belirtiyor. Kaldı ki Öcalan, üçüncü gün sorgulamasında Kürtçe'nin yasaklanmasının yanlışlığının görülüp, bu yasağın kaldırıldığının hatırlatılması üzerine, "Doğru. Mesele çözüm yoluna girmiştir. Bundan sonra isyan yanlıştır" diyerek bu tavrı ortaya koymuştur.

Öcalan'ın bu teklifleri, değerlendirilir ya da değerlendirilmez. Ancak yıllardır bölgeyi kan gölüne çeviren bir örgüt liderinin tespit ve önerileri olması ve Öcalan'ın bilgi ve beyin arkaplanını göstermesi açısından önemli. Konuşurken karizmatik olmasa da, aslında istediği şeyleri formüle edebilmiş, savunmasını bir nevi siyasi platforma çekebilmiş durumda. Peki, Öcalan gerçekten de örgüt üzerinde hakim mi? İstese tüm örgütü üç ayda dağdan indirebilir mi? Kaldı ki, Öcalan bizzat kendisi bir taraftan örgüt üzerinde halen hakim olduğunu söylerken, diğer taraftan örgütün tüm faaliyetlerine hakim olmadığını söylüyor.

PKK'yı yakından takip eden akademisyen Doç. Dr. Ümit Özdağ, Öcalan'ın halen örgütte tek lider olduğunu belirtiyor. Özdağ, Öcalan'dan sonra PKK'nın Başkanlık Konseyi'nin toplandığını, yeni bir lider çıkarmak yerine, Öcalan döneminde aktif olmayan konseyi hayata geçirdiklerini, ancak Öcalan'ın "esir lider" olarak konumunu koruduğu iddia ediyor. Özdağ, Öcalan'ın ilk tutuklandığı dönemlerde yaşanan şiddet eylemlerini, avukatları aracılığıyla durdurmayı başardığını da belirtiyor. Avrupa kanadının Öcalan'dan gelen "şiddeti durdurun" direktiflerini hemen uygulamaya soktuğunu, Konsey'in ise buna başlangıçta ayak dirediğini, ancak gelen direktifler sebebiyle onların da uyduğunu belirtiyor.

Özdağ, Öcalan'ın yokluğunda toplanan 6'ncı PKK Kongresi'nde eyalet sisteminden, yeniden 13 kişilik timlerden oluşan saha komutanlıkları sistemine dönüldüğünü, bunun da örgüt içerisinde karizmatik bir lider alternatifinin bulunmamasından kaynaklandığını söylüyor. Konsey'in Öcalan'ın direktifleri doğrultusunda, saldırı tipi eylemlerini durdurduğuna dikkat çeken Özdağ, halihazırda "aktif savunma" olarak adlandırılan yöntemle ancak sıcak temaslarda çatışmaya girildiğini kaydediyor.

Öcalan'ın yaptığı bu silah bırakma çağrılarını da içeren savunma hakkında Konsey'in avukatlar sayesinde önceden haberdar olduğu, ancak şiddetle karşı çıkmalarına rağmen bunu Öcalan'a kabul ettiremediklerini vurguluyor, Özdağ. Devletlerin uzun vadeli yüksek çıkarlarının dikkate alınması halinde, Öcalan'ın kendi canı karşılığında ortaya sürdüğü bu pazarlığın, terörün bitirilmesi için "Berzenci Hadisesi"nde olduğu gibi kullanılabileceğini belirtiyor.

Özdağ'ın bu tespitlerini, PKK Başkanlık Konseyi'nin 3 Haziran'da örgütün yayın organı Özgür Gündem'de çıkan açıklaması da destekliyor. Konsey açıklamasında şöyle diyor: "Genel Başkanımızın büyük bir özveriyi yaşayarak Türkiye Cumhuriyeti devletine sunduğu bu çözüm imkanı Türk ve Kürt halkları arasındaki barış ve kardeşliğin tek doğru yoludur ve tüm dünya halklarının çıkarına olan da budur. Tüm parti örgütümüz yüksek bir birlik ve örgütlülük içinde Genel Başkanımızın yürüttüğü bu tarihsel çabalara bağlıdır ve bütün gücüyle desteklemektedir."

Bu durumda, "Bana bir kanal açın bütün bunları başarayım, ancak bunları yapabilmem için hayatta olmam lazım" diyerek, idamı halinde akan kanın durmayıp, daha da artacağı tehdidinde bulunan Öcalan'ın ortaya attığı bu "can pazarlığı" daha çok tartışılacak gibi. Ancak, bazı uzmanlar böyle bir pazarlığın hayata geçirilebilmesi için, mevcut hükûmetten daha iyi bir alternatifin olmayacağını belirtiyorlar. 28 Şubat kararlarının ancak RP'nin bulunduğu bir hükûmet döneminde çıkartılabileceğine atıfta bulunan uzmanlar, böylesi bir tarihi imkanın da ancak DSP ve MHP gibi milliyetçi partilerin yer aldığı bir hükümet döneminde hayata geçirilebileceğini belirtiyorlar. Bakalım "asrın davası" olarak nitelenen Öcalan duruşması, Öcalan'ın can pazarlığında "asrın dönemeci" haline getirilebilecek mi? Belki de Öcalan uçakta iken söylediği: "...devlete hizmete hazırım... büyük hizmetler göreceğimi hissediyorum" şeklindeki sözleri ile de daha baştan itibaren bunu kastediyordu!



http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-5143-kafeste-son-tango.html

..