12 Eylül 2015 Cumartesi

AVRUPA BIRLIGI ÜLKELERININ YETKILERINI GÜVENLIK GEREKÇESIYLE TÜMÜYLE AVRUPA BIRLIGI’NE DEVRETMEDIKLERI ALANLAR ÜZERINE BIR ÇÖZÜMLEME BÖLÜM 1




AVRUPA BIRLIGI ÜLKELERININ YETKILERINI GÜVENLIK GEREKÇESIYLE TÜMÜYLE AVRUPA BIRLIGI’NE DEVRETMEDIKLERI ALANLAR ÜZERINE BIR ÇÖZÜMLEME  
BÖLÜM 1




Öner AKGÜL,

Özet;

Devletlerin ulusal egemenlik anlayısları ile yetki devrine bakısları arasında yakın bir iliski bulunmaktadır. Bu iliskinin en önemli boyutu güvenliktir. Devletin güvenligi genelde yetkilerin münhasıran muhafazasını içerse de özelde bu yetkilerin devri bir güvenlik sorunudur. Avrupa ülkelerine bakıldıgında 1951 yılında Avrupa Kömür Çelik Toplulugu ile baslayan yetki devri konusu bir çok
alana yayılmaya baslamıstır. 1957 yılında Roma Antlasması tarafından Avrupa Ekonomik Toplulugu’nun kurulması ile yetki devri hız kazanmıstır. Bir çok ulusal politika alanı uluslarüstü bir otoritenin yasama yetkisine bırakılmıstır. 1992 yılına kadar çesitli tadillere ugramıs Avrupa bütünlesmesi, devredilen yetkilerin kapsamını genisletmistir. Maastricht Antlasması tarafından 1992 yılında Avrupa
Birligi’nin kurulması ile birlikte ulus devletin yetki devrinin sınırlarına ulasılmıstır. Nitekim “Avrupa Toplulukları”, “Ortak Güvenlik ve Dıs Politika” son olarak “Adalet ve Iç islerinde Is birligi” alanlarından olusan üç sütunlu sisteme “Avrupa Birligi (AB)” adı verilmistir.
Devletin güvenligini dogrudan ilgilendiren, dıs politika ve iç islerine iliskin yetkiler AB’ye devredilmemistir. Bu konularda kararın oy birligi ile alınacagı belirlenmistir. Ancak bu alanların da dısında vergi, savunma sanayi, terör ve bazı ekonomi politikaları gibi alanların, devletin güvenligini ilgilendirmesi sebebiyle ülkelerin bu yetkileri münhasıran kendi tekelinde bulundurdugu gözlemlenmektedir. Bu arastırma ile AB ülkelerinin güvenlik gerekçesiyle hangi yetkilerini, uluslar üstü sisteme devretmedigini ortaya koymak amaçlanmıstır. AB ülkelerinin egemenlik yetkileri konusundaki tutumu, devletin güvenliginin gerektirdigi ölçüde devredilmesini gerekli kılmaktadır.

1 Yazar Hakkında;  Öner Akgül,  SAREN, Uluslararası Iliskiler Bölümü, Sivil 2’nci Sınıf Ögrencisi.
AVRUPA BIRLIGI ÜLKELERININ YETKILERINI GÜVENLIK GEREKÇESIYLE TÜMÜYLE AVRUPA BIRLIGI’NE DEVRETMEDIKLERI ALANLAR ÜZERINE BIR ÇÖZÜMLEME

Devredilmeyen yetkiler ise, Devletlerin güvenlik gerekçelerinin bir sonucudur.

Anahtar Kelimeler: Ulus Devlet, Avrupa Birligi, Avrupalı Devletler,
Güvenlik Gerekçeleri, Yetki Devri

Giriş

Dünya tarihi içerisinde Avrupa ülkeleri tarafından yapılan savaslar büyük yer tutmaktadır. Özellikle I. ve II. Dünya Savasları sonucunda Avrupalı devletlerin ekonomileri oldukça yıpranmıs ve ABD’ye olan bagımlılıkları artmıstır. Bu dönemden sonra savasların maliyeti, kazancından fazla hâle gelmistir. Savasların bu derece yıkıcı sonuçlar vermis olması uluslararası iliskiler biliminde barıs arastırmaları nın sayısını artırmıstır. Devletler, savasın engellenebilmesi için uluslararası isbirliklerinin yeterli olmadıgı kanısına varmıstır. Bu
nedenle çok taraflı is birliginin yerini yetki devri almıstır. Yetki devri konularının sıklıkla gündeme getirilmesi, bilim adamları ve Avrupalı
devlet adamlarını da etkilemistir.

II. Dünya Savası sonrasında Fransa, yeniden bir tehdit olması muhtemel Almanya’yı dengelemek amacıyla Avrupa Kömür Çelik Toplulugu fikrini ortaya atmıs ve yetki devrinin ilk örnegi gösterilmistir. Egemenlik yetkilerinin devrinin her alanda olabilecegini ileri süren bilim adamlarının görüsleri2 ile güvenlik üzerine de bir örgütlenmenin olabilecegi düsünülmüs ancak bunun çıktısı olan ‘Avrupa Savunma Toplulugu’(AST) projesi reddedilmistir. Nitekim, 1957 yılında kurulan Avrupa Ekonomik Toplulugu’nun (AET) basarılı olması da yetki devrinin
ancak ekonomik alanlarda mümkün oldugunu ortaya koymustur. Bu sürecin akabinde 1992 yılında Avrupa Birligi’nin (AB) kurulması, güvenlik konularında da is birligi olabilecegini ortaya koysa da,2  Güvenlik ve dıs politika konuları ile iç islerine yönelik yetkilerin devredilmemis olması yetki devrinin sınırlarını belirlemistir.

2 Bu çalısmalar David Mitrany ve Ernst Haas gibi siyaset bilimcilerin teorik anlamda ortayakoydukları fonksiyonalizm ve neo-fonksiyonalizm gibi entegrasyon teorilerini kapsamaktadır.


Bu baglamda en önemli husus, yetki devrinin devletler tarafından kapsamı çizilmis bir sınırının bulunmasıdır. Ekonomik anlamda yetkilerin bir üst kuruma devredilmesi tüm devletlerin ortak çıkarına dayanan bir konu iken, dıs politika ve iç isleri konuları güvenlik gerekçesiyle AB otoritesine devredilmemektedir. Bunlar AB mevzuatı içerisinde kurgulanmıs olmasına ragmen bazı yetkiler ise sadece ulus devlete özgü bırakılmaktadır. Savunma sanayi ile ilgili yetkilerin AB mevzuatı içerisine hiç dâhil edilmemis olması ulus devlet kimliginin
korundugunu göstergedir. Diger taraftan vergileme ile ilgili konularda AB sadece mevzuatın yakınlastırılması ile yetkili kılınmıs, vergi üzerine yasama yapma yetkisi devletin sahsına münhasır bir alan olarak bırakılmıstır. Ayrıca terörle mücadelenin adalet ve iç isleri baslıgında, devredilmemis yetkiler içerisinde bulundurulması da bu konuda ulus devletin yetkileri elinde bulundurdugunun göstergesidir.

Çalısmanın amacı AB ülkelerinde ulus devlet kimliginin hâlen korundugunun vurgulanmasıdır. Bunu açıklamak için güvenlik gerekçesi ile devredilmeyen yetkiler ortaya konulmustur. Avrupalı devletlerdeki yetki devri konusuna güvenlik çerçevesinden bakılmaktadır. Bu baglamda, arastırmada, AB ülkelerinde egemenlik yetkilerinin devri sorunu üzerine odaklanılmaktadır. 

Avrupa Toplulukları uluslar üstü bir kurum iken, yetki devri açısından Avrupa Birligi’nden farklı oldugu ortaya konulmaktadır.  Hangi yetkilerin dogrudan AB’ye devredildigi bu kapsamda aktarılmaktadır. Diger taraftan Avrupa Birligi’nin üç sütundan olusan yapısının yetki devri üzerindeki etkisi de açıklanmaktadır.

BÖLÜM I: 

AB Ülkelerinde Egemenlik Yetkilerinin Devri Sorunu


Açıklıga kavusturulması gereken temel husus, terimsel kavram karmasasını ortadan kaldırmaktır. Çünkü, yetki devrini esasen ilgilendiren husus bu kavramlardan hareketle literatüre girmektedir. Bu baglamda en önemli nokta uluslar üstü (supranational) ve hükûmetler arası (intergovernmental) kavramlarının ayrımıdır. Bu ayrımın net bir sekilde aktarılması çalısmanın saglıklı bir temele oturması açısından önemlidir. Buna göre uluslar üstü örgütlenmelerde devletler o konuya iliskin yetkileri tamamıyla üst kuruma devredebilmektedir.3
Uluslar üstü otorite devletlerden aldıgı bu yetkiye istinaden birligi temsilen kendiliginden, müdahaleye ihtiyaç duymaksızın karar alabilmektedir. Buna karsın, bir yetkinin uluslar üstü bir sisteme devri mutlak degildir. Ilgili politika alanı devletin hâlâ kendi politika alanıdır ve istedigi düzenlemeyi yapabilir. Zaten federe devletler bile yetkilerini mutlak bir sekilde federal devlete devretmemektedir ler. Ancak esas olan durum üye devletler, uluslar üstü otoritenin topluluk mevzuatına göre tesis etmis oldugu karara aykırı bir karar alamaz. Üzerinde durulan diger kavram, hükümetler arası kavramıdır.

Hükûmetler arası kavramı adından da anlasılabilecegi gibi devletlerin egemenlik yetkilerini devretmedikleri, hükûmetlerin düzenlenen bir uluslararası konferansta oy birligi ile karar aldıgı durumu belirtmektedir. Burada herhangi bir devletin aleyhte oy kullanması, alınacak karar üzerinde veto etkisi göstermektedir ki bu da güvenlik ile ilgili konularda bu yöntemle karar alındıgının bir göstergesidir.
Son olarak açıklıga kavusturulması gereken bir husus da “yetki devri” ile “yetki tanıma” kavramlarıdır. Yetki devri, yetki tanımaya göre daha mutlak niteliktedir. Devletler bir alandaki yetkilerini devrettikleri zaman üst otorite o konu ile ilgili her türlü düzenlemeyi yapabilir. Yetki tanıma ise egemen devletlerin üst otoriteye, bu devletler tarafından çerçevesi çizilmis bir politikanın uygulamasının ya da temsilinin bırakılmasıdır.  Türkiye’de TBMM’nin Bakanlar Kuruluna yetki tanıması degerlendirilebilir. 
Bu kavramlar ulusal hukuka özgü olup4, aynı zamanda uluslararası hukukta da uygulanmaktadır. Nitekim, AB içerisinde her iki kavram da görülmektedir.

3 Okan Gümüş, Aziz SEVI, Uluslararası Iliskiler Sözlügü, Dıs isleri Bakanlıgı Yayınları,. Ankara, 1996.

1. Avrupa Toplulugu ve Devredilen Yetkiler

1.1. Avrupa Toplulukları

Ikinci Dünya Savası özellikle Avrupa’ya dünya tarihinin en agır sonuçlarını yasatan olayıdır. Bu savasa sebep olan nedenlere bakıldıgında, Birinci Dünya Savası’ndan sonra Almanya’nın silahlanması ve hızlı sanayilesmenin beraberinde getirdigi asırı üretim bunalımı ya da 1929 Ekonomik Buhranıdır5. Ekonomik buhranın genis halk kitlelerinin alım gücünü düsürmüs olması, Avrupa ülkelerindeki makro(ayrıca mikro) ekonomik politikaları da etkilemis olması, fasist diktatörlüklere giden yolun önünü açmıstır6. 2 Eylül 1939 yılında
baslayan savas 1945 yılına gelindiginde henüz bir önceki savaşın sonuçları yüzünden toparlanamamıs Avrupa’yı iyiden iyiye yıpratmıs
ve ABD’ye olan bagımlılıgı hem üretim hem de borç iliskisi nedeniyle artırmıstır.


4 Yetki Devri ve Yetki Tanıma Konularında Iç Hukuk Düzenlemelerinden Örnek: Erdogan Teziç ve Necmi Yüzbasıoglu gibi bazı yazarlara göre,  Türkiye Büyük Millet Meclisinin Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermesi, “yetki devri” niteliginde degil, “yetki  verme” veya “yetki tanıma” niteligindedir. Erdogan Teziç’e göre, “1961 Anayasasında oldugu gibi, 1982
Anayasasında da Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisinin tanınmıs olması, yasama yetkisinin devredilmezligi ilkesini ortadan kaldırmamaktadır. Söyle ki, Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisinin verilmesi, kanunla düzenlenecek konuların yürütmenin düzenleme alanına sokulması, ya da yasama alanından çıkarılması (délégalisation) sonucunu dogurmamaktadır. Yasama organı verdigi yetkiyi her zaman bir kanunla geri alabilecegi gibi, o alanda, daha sonra yasal düzenlemede de bulunabilir” Necmi Yüzbasıoglu da aynı sekilde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermesinin “yetki devri” degil, “yetki verme” niteliginde oldugunu savunmakta dır. Yazara göre, “herhangi bir alanda aslî düzenleme yetkisi, yasama organında oldugu, yani yasama organının her an bizzat kendisinin düzenleyebilecegi, isten tamamen el çekmedigi sürece, yürütme organının kendi denetimi altında, geçici bir süre için, bu alanı yürütme organının düzenlemesine izin vermesi yetki devri degildir. Dolayısıyla, Meclis’in bir alanı asıl düzenleme yetkisini kendisinde alıkoyarak, yürütme organına kendisinin belirledigi bir konuda ya da alanda, yine kendisinin denetimi altında, belirli bir süre için sonunda kendisinin son sözü söyleyebilecegi bir yetki vermesi; yasama organının bu alandan elini çekmeyip her an bizzat düzenleyebilmesi kosuluyla, yetki yasama yetkisi niteliginde de olsa, yetki devri olarak kabul edilemez. 
(Kemal GÖZLER, Kanun Hükmünde Kararnamelerin Hukukî Rejimi, Ekin Kitabevi, Birinci Baskı, Bursa, Subat 2000).

5 Nalan Ölmezogulları, Ekonomik Sistemler ve Küresellesen Kapitalizm, 3.Baskı, Ezgi Kitabevi, 1999,sf:80.
6 Ölmezogulları, sf.83.


1.1.1.Avrupa Kömür Çelik Toplulugu 1951

Ikinci Dünya Savası tüm Avrupa ülkeleri için bir siyaset analizidir. Özellikle, Fransa’nın Almanya’yı Versay gibi anlasmalarla baglamaya çalısmasının bedelini çok agır bir sekilde ödemis olması, bölgesel üstünlüge yönelik stratejisinde degisiklikler yapmaya itmistir. Iste günümüzde Avrupa Birligi olarak adlandırılan bu kurumun temelleri Fransa’nın Almanya’yı çevreleme çabasının bir ürünü olarak “Avrupa Kömür Çelik Toplulugu” ile atılmıstır. Aslında ekonomik ürünleri ihtiva ettiginden bir ekonomik toplulugu olarak düsünülse de AKÇT tam
anlamıyla bir güvenlik toplulugudur.7 Nitekim, savunma sanayinin iki önemli materyali olan kömür ve çeligin uluslar üstü bir otoritenin yetkisine devredilmesi de Almanya’nın yeniden canlandırılabilecek savunma sanayini kontrol altına alma çabasının bir sonucudur. AKÇT’nin kurucu babası Fransa eski Dısisleri Bakanı Robert Schuman’ın 07 Mayıs 1951 günü yaptıgı konusmada;
“Almanya ile Fransa arasında savas düsünülemez degildir, ancak artık, materyal olarak imkansızdır” sözleriyle AKÇT’nin aslında bir güvenlik toplulugu oldugunu vurgulamıstır.

Baslangıç asamasında AKÇT bazı liderler tarafından sadece bir uluslararası örgüt olarak kabul edilirken, bazı liderler de bu örgütü Avrupa Birlesik Devletleri (ya da Federal Avrupa) fikrinin tohumu olarak görmüslerdir.8 Nitekim bu süreçten sonra ulus-devlet fikri bir süre için zayıflama egilimi içerisine girmistir. Ulus-devletin zayıflaması beraberinde uluslar üstü is birligini gelistirmis olsa da aslında bu is birliginin sadece “yumusak politika” alanlarında varlık gösterdigi de göze çarpmaktadır.


7 AKÇT’yi kuran Paris Antlasması imzalanırken, Robert Schuman bu toplulugun esasen güvenlik içerdigini su sözlerle aktarmaktadır. “Dünya barısı, ona yönelen tehditler ortak çabalar ile paylasılmadıkça hiçbir zaman güvende olmayacaktır.” Burada belirtilen ortak çaba, AKÇT’nin kendisidir. Pascal Fontaine, A New Idea for Europe: The Schuman Declaration-1950-2000, Brüksel, Office for Official
Publications of the European Communities, 2000.
8 Winston S. Churchıll, “The Tragedy of Europe”, (ed. By) Brent F. Nelsen & Alexander C-G.Stubb, The European Union: Reading on the Theory and Practise of European Integration, Ikinci Baskı, New York, Palgrave Publ., 1998.


1.1.2.Avrupa Savunma Toplulugu 1952


AKÇT’den hemen bir yıl sonra 27 Mayıs 1952 tarihinde Avrupa Savunma Toplulugu projesi yine Fransa tarafından ABD’nin Avrupa politikalarına karsı ileri sürülmüstür. Sebep bu sefer Kore Savası’nda ABD tarafından Sovyet tehdidine karsı silahlandırılmak istenen Almanya’nın, Fransa tarafından tehdit olarak algılanmasıdır.9 Bunun da ötesinde aslında dönemin Alman Basbakanı artık Almanya’nın yeniden silahlandırılması gerekliligi üzerinde durmaktaydı. Nitekim Almanya’da bulunan isgal kuvvetleri zayıf ve yetersizdi. Adenauer ani
bir Kızıl Ordu baskınına karsı bir Alman ordusunun kurulmasını sart görüyordu.10 Esasında proje, askerî ve politik uluslar üstü bir otorite
kurmayı amaçlamaktadır ve AKÇT’nin askerî kanadı olarak gösterilmektedir.

Dönemin Fransa Dıs Isleri Bakanı Réne Pleven tarafından ortaya atılan projede, Fransa’nın güvenlik endiseleri yatmaktadır. Buna göre Pleven, Alman ulusal ordusunu uluslar üstü bir birliktelik ya da komuta potasında eritmeyi amaçlamaktadır.11 Ancak bu sekilde Alman tehdidinin engellenebilecegi düsünülmektedir. Almanya ya ABD tarafından tampon bölge olarak silahlandırılacak tır ya da AST içerisinde sınırlı ve kontrollü sınırlandırılmasına izin verilecektir. ABD’nin AST’yi desteklemesi ise her iki durumda da Almanya’nın silahlandırılmasını istediginin göstergesidir.

Nitekim, Fransa tarafından ortaya atılan AST fikri, Almanya’nın arzulamasına ve Benelüks ülkelerinin destegine ragmen yine Fransa ulusal parlamentosu tarafından reddedilmistir. 



9 Seth G.Jones, “The European Union and the Security Dilemma”, Security Studies, Vol., 12,(3) Ilkbahar 2003, s: 114.
10 Desmond Dinan, Europe Recast: A History of European Union, Palgrave Mc Millan, 1998.
11 Mette Eilstrup-Sangiovannı & Daniel Verdıer, “European Integration as a Solution to War”, European Journal of International Relations, Vol. 11(1), pp: 99–135.

Fransa parlamentosu içindeki Komünist ve Milliyetçi gruplar, yeniden silahlandırılmıs bir Almanya’yı Fransa için tahammül edilemez  bulmus ve zekice hazırlanmıs Avrupa Savunma Toplulugu projesini reddetmislerdir.12

Fransa’nın güvenlik endiseleri bir ortak Avrupa ordusunun kurulmasını engellemis tir.


1.1.3 Avrupa Toplulukları ve Organları


Günümüz Avrupa bütünlesmesinin mihenk tası sayılan kurum Avrupa Ekonomik Toplulugu’dur (AET). AKÇT otoritesinin, bölgesel barısı ve kömür-çelik üzerinde sagladıgı denetimin basarısı her ne kadar Avrupa Savunma Toplulugunda görülmese de, bu birlikteligi ekonomik alanda da icraata geçirmek için 1957 yılında Roma Antlasması imzalanmıstır. Aynı zamanda Avrupa Atom Enerjisi Ajansını kurarak Atom arastırmaları konusunda is birligine giden yolun önünü açmıstır. Esasen bir takım ulusal yetkilerin tamamen devrinin söz konusu
oldugu örgüt AET’dir. AET, 1957’den sonra bir takım degisikliklere ugramıstır. Yıllara yaygın bir süre içerisinde kapsamı genislemis ve günümüzdeki Avrupa Toplulukları (AT) formunu almıstır. Devredilen yetkilerin hangi kurum tarafından icra edildigini aktarmak için, Toplulugun örgütsel yapılanmasını incelemek dogru olacaktır. 

Buna göre:

AT; genel siyaseti etkilemeyi haiz, 4 ana kurumdan olusmaktadır: Bunlar, Avrupa Parlamentosu, Konsey, Komisyon, Adalet Divanı’dır13.
(Avrupa Birligi, AT’yi, Ortak Savunma ve Güvenlik Politikası’nı ve Adalet ve Iç isleri Politikası’nı kapsıyor. Bu belirtildikten sonra AB kısaltması kullanılmaya devam edilebilir.) Bunların yanı sıra yılda en az iki defa toplanan AB Devlet ve Hükûmet Baskanları Konseyi bulunmaktadır. Bu zirvede devletler, Toplulugun genel siyasetine yön vermektedirler. AB Konseyi’nin niteligi hükûmetler arası olup oy birligi ile karar vermektedir. Ancak esasen islemleri yürüten organ AB Bakanlar Konseyi (literatürde sadece Konsey olarak geçer)’dir. 

12 Veysel Bozkurt, Avrupa Birligi ve Türkiye, Bursa, Vipas 2001.
13 Avrupa Toplulukları Kurucu Antlasması (ATKA), Madde 189-285.



Ancak Bakanlar Konseyi sadece oy birligi ile degil aynı zamanda agırlıklı çogunlukla14 da karar alabilmektedir15. Nitekim bu yönü ile uluslar üstü
bir nitelik kazandıgı söylenebilir.
Çalısmanın özünü olusturan kendilerine yetki devredilen kurumlar ise Komisyon, Parlamento ve Adalet Divanı (ATAD), uluslar üstü niteliktedir. Ilke olarak bu kurumların hiçbir üyesi atandıkları ülkeleri temsil etmezler. Bagımsızlık ve tarafsızlık esasen belirlenmistir.
Parlamento üyeleri geldikleri ülkeleri degil, baglı bulundukları siyasi parti fraksiyonlarını temsil etmektedirler.16 Komisyon ise üye devletler tarafından atanmıs komiserlerden mütesekkildir. Komisyon da uluslar üstü bir kurum olup esasen görevi topluluk mevzuatına uyulup uyulmadıgını kontrol etmektedir.17 Toplulugun yasama sürecini baslatan Komisyon, bu yetkiyi Konsey ve gerektiginde Avrupa Parlamentosu ile birlikte kullanmaktadır. Avrupa Birligi bütünlesme tarihinde Parlamentonun, Avrupalılık ruhunu yansıtması açısından
önemi bulunmaktadır. Nitekim süreç içerisinde asamalı olarak Avrupa Parlamentosu danıssal hizmet veren bir kurum olmanın ötesine geçmis,
karar verme sürecinde etkin rol oynamaya baslamıstır. Avrupa Parlamentosu, çesitli hâllerde yasama sürecine dâhil olur. Komisyon Parlamento ve Konsey’e herhangi bir konu ile ilgili tekliflerde bulunarak yasama sürecini baslatabilir. 

14 Agırlıklı Çogunluk ile Karar Alma Usulü: Agırlıklı Çogunluk ile karar alma prensibi: Bu kurala göre her devletin nüfusu ile orantılı olarak bir oy agırlıgı bulunmaktadır.(Örnegin; Almanya, Fransa, Ingiltere, Italya 29’ar oya sahipken, Belçika 12, Danimarka 7, Malta 3, 1 Ocak 2007’de üye olan Bulgaristan 10, Avusturya 10 oy hakkı bulunmaktadır.)ATKA’ya göre bir kararın Konsey
tarafından alınabilmesi için lehte en az 258 oy gerekmekte olup aynı zamanda topluluk üyelerinin de 2/3 ‘ünün olumlu yönde oy kullanmıs olması gerekmekte dir.Bu sartları saglamakla birlikte, elde edilen toplam oy sayısı, Birlik nüfusunun %62’sine tekabül etmesi gerekmektedir.Konsey bu üç sartı saglamadıkça karar alamaz (Kamuran Reçber, Avrupa Birligi Mevzuatı, Bursa, Ezgi Kitabevi, 2003).

15 ATKA, Madde 205.
16 John Fairhurst & Christopher Vincenzi, Law of the European Community, Fourth Edition, Essex- England Pearson-Longman, 2003, p:63.
17 a.e., sf:80.


Bunları yaparken danısma, rıza verme, isbirligi ya da ortak karar gibi prosedürler isletilmektedir. 18 Bu anlamda devletler tarafından devredilen yetki bu kurumlar tarafından bu sekilde kullanılmaktadır. ATAD ise hukuka uygunluk denetimi yapmakta olup gerektiginde gerçek kisiler bile ATAD’a devletleri dava edebilmektedir.19 Bu mahkemenin de uluslar üstü niteligi bulunmakta olup baglayıcı karar alabilmektedir.20


2.Cİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR
..



11 Eylül 2015 Cuma





AVRUPA BİRLİGİNİN GAP VE SU SORUNUNA YAKLAŞIMI ÇERÇEVESİNDE FIRAT 
VE DİCLE NEHİRLERİNİN YÖNETİMİ ÜZERİNE TARTIŞMALAR 
BÖLÜM 4


5.2. AB’nin Su Sorununa Getirdigi Çözüm Önerisi: Uluslararası Yönetim 

Uluslararası yönetim kavramı, burada altı çizilmesi gereken kavram olarak karsımıza çıkmaktadır. Etki Raporu’nda bahsedilen uluslararası yönetim kavramına açıklık getirilmemis, dolayısıyla yoruma açık bırakılmıstır. Bu kavram ile kastedilenin ne oldugu konusunda iki önemli çıkarımda bulunmamız mümkün; 

a) Türkiye’nin, su meselesine taraf olan komsuları ile (Suriye ve Irak) üzerinde anlasabilecekleri bir çözüm önerisi bulmak suretiyle su rejimini, uluslararası hukuka ve birligin taraf oldugu ilgili sözlesmelerin gözetilmesi kaydıyla kendi egemen iradeleri baglamında düzenlemeleri. 

b) Türkiye ve su meselesine taraf olan ve taraf oldugu düsünülen ülkeler arasında (Suriye, Irak, İ ran ve İsrail ) su konusunda bir uzlasmanın ihtimal dısı görülmesi nedeniyle, bu suların rejiminin düzenlenmesi görevinin, AB öncülügünde olusturulacak uluslararası bir idareye verilmesi. 

Uluslararası yönetim kavramı, Avrupa'daki sınırasan sular (Ren ve Tuna) nedeniyle AB'nin yabancı olmadıgı bir kavramdır. 1990'lı yıllarda oluşan Entegre Havza yönetimi anlayışı, "Su kalitesi" etrafında olusmustur. Önerilen yaklasım; uyumlu hale getirilmis, katılımcı ve koordine edilmiş iş birligidir. Entegre havza yönetimi, henüz yeni bir kavram olmasına karşın, sınıraşan/sınır oluşturan sular açısından uygulamadaki başarının taraf ülkelerin uzlasma kültürü ile orantılı olacaktır.69 

Yukarıda bahsettigimiz ilk çıkarımdan yola çıkılırsa, AB sürecinde Türkiye'nin karsısına çıkacak ve AB mevzuatı ile uyumlastırılması istenecek hususlar Katılım Ortaklıgı Belgesi ve İlerleme Raporları’nda  belirtildigi gibi; Su Çerçeve Direktifi 70 , Sınırasan Su Yollarının Korunması, Kullanımı ve Uluslararası Göllere liskin Sözlesme71 ile Sınırasan Boyutta Çevresel Etkilerin Degerlendirilme si Sözlesmesi72 öngörülen hususlar ile sınırlıdır. 

68 http://www.abgs.gov.tr/indextr.html.ilerlemeRaporu.pdf. 10.11.2006 
69 Vefa Toklu, a.g.e.s.21-23. 


SÇD’nin Amacı (Madde 1) 73 

1. Nehir havzalarının entegre yönetimi (su sisteminin politik sınırlarda bitmediginin kabulü ve sınır ötesi isbirligi), 
2. Yüzeysel sular ve yeraltı sularının bütüncül olarak korunması, 
3. 2015’e kadar suların “iyi durum”a gelmesinin saglanması, 
4.Su kalite standartlarının ve emisyon kontrolünün birlikte degerlendirilmesi ve öncelikli zararlı maddelerin ortadan kaldırılması, 
5.Suyun mantıklı bir sekilde kullanılmasını saglayacak sekilde dogru fiyatlandırılması, 
6.Bütün paydasların ve vatandasların su yönetimine katılması; çevre ile yararlananların çıkarlarının dengelenmesidir. 

Bu mevzuat çerçevesinde olabildigince, simdiye kadar oldugu gibi Irak ve Suriye'ye önerilecek, iş birligi ile çözüm yolları arastırılacak,  bu arayısların sonuç vermemesi halinde diger "kıyıdas" ülkelerin bu konudaki mevcut tavırlarını sürdürerek iş birliginden kaçınmaları durumunda; Türkiye, Su Çerçeve Direktifi’nin 13. Maddesi uyarınca havzanın kendi sınırları içinde kalan bölümü için havza yönetim planları hazırlayıp AB yönetimine sunabilecektir. 

Meseleye bakış açımızın ikinci çıkarım dogrultusunda oldugu varsayarsak; Türkiye ve su sorununa taraf olan ülkeler açısından çözümden ziyade çözümsüzlük hakim olacaktır. Zira Ortadogu'nun, hatta daha açık ifadeyle srail'in su sorununu çözmekte Türkiye'nin su kaynakları kullanılacaktır. Türkiye'nin sınırasan sular sorunu; dünyada benzeri görülmemiş biçimde, ilk kez suya kıyısı olmayan, menba ya da mansap ülke olmayan ( srail) ve bugüne kadar su sorununa hiç taraf olmamış (İran) ülkelerin taraf edilmesiyle çözülmeye çalısılacaktır. 

Avrupa Birligi su sorununu gerek srail-Filistin, gerekse İsrail-Suriye geriliminde temel anlasmazlık noktalarından biri olarak görmektedir. Bölge barısının tesis edilmesinde Fırat ve Dicle nehirleri vasıtası ile basat bir rol üstlenmek istemesi ihtimal dısı degildir. 

70 Council Directive 64,2000/60/EC 
71 Convention Non-Navigational Uses of International Watercourses, General Assembly ResolutionUN/ECE, 51/229, 21 May 1997.
72 Convention on Environmental Impact Assessment in a Transboundary, General Assembly ResolutionUN/ECE 10 September 1991.
73 Ayla Efeoglu, Avrupa Birligi Su Çerçeve Direktifi Ve Bu Alanda Türkiye’de Yürütülen Çalısmalar, DSİ Genel Müdürlügü Yayınları, Ankara, 2005, s.7. 


Zira bölgede, ABD odaklı gelismeler nedeniyle geri planda kalan Avrupa Birligi için Fırat ve Dicle sularının paylasımı konusu bölgede etkin ve söz 
sahibi olabilmek için önemli bir fırsattır. Bu baglamda Filistin sorununun baslangıcında su sorununun da etkili oldugu düsüncesin den hareket 
ederek, 74  Seria Havzası’nı çekirdek kabul edip, Dicle ve Fırat Nehirleri’ni bu çekirdegi besleyen kollar olarak görmektedir. Seria havzasındaki su 
sorunu da Türkiye’yi dolaylı olarak ilgilendirmektedir. Çünkü Suriye, İsrail ile arasındaki en büyük sorun olan Golan Tepeleri’ni isgal atında tutan 

İsrail ile bir anlasmazlık yasamaktadır. Bu anlasmazlıgın temel noktalarından birisi Golan Tepelerini zengin su kaynaklarına sahip olmasından kaynaklanıyor. Hem Suriye hem de srail bu tepeler üzerinde hak iddia ediyor. Su an İsrail’in kontrolü altında bulunan bu tepelerin kontrolünün Suriye’ye tekrar bırakılması ancak İsrail’in alternatif su kaynakları bulması ile mümkün olabilecektir. Bölgedeki diger su kaynakları konusunda da en cazip ülke Türkiye’dir. Benzer sekilde Türkiye’den İsrail’e su gönderilmesi konusu da bu baglamda gündeme 
gelebilir. Her iki seçenekte de Türkiye bu bölgedeki sorunun bir parçası haline gelmektedir. Ancak tüm bunlara ragmen, Ortadogu’nun hidrolojik açıdan bir bütün olarak ele alınmasını mümkün görülmemekte ve çözüm üretirken her havzanın kendi basına ele alınmasını gerekmektedir.75 

Ancak burada dikkat çekilmesi gereken husus, dünyada bir örnegi olmamasına karsın İran ve srail’in de soruna taraf edilerek, AB öncülügünde olusturulacak Uluslararası bir yönetimin; Türkiye'nin ve komsuları Irak ve Suriye'nin de kabulü halinde gerçeklesmesinin mümkün olacagıdır, ki asıl tehlike buradadır. Yani böyle bir yapılanma, örnegi görülmese de mümkündür. 76 

Sonuç ve Öneriler 

Sahip oldugu su kaynakları itibariyle bölgede görece olarak su zengini bir ülke olarak görülen Türkiye, artan nüfus oranı dikkate alındıgında gelecekte su sıkıntısı çekebilecek bir konumdadır. Bu baglamda su kaynaklarını iyi kullanması ve sınır asan sularını da en iyi sekilde degerlendirme ihtiyacıyla karsı karsıyadır. Mevcut durumda, Türkiye'nin varolan akarsularının belli bir bölümü komsu ülkelere aktıgı için bu ülkelerce kullanılmaktadır. Komsu ülkelerden Türkiye'ye giriş yapan sulardan ise komsu ülkeler optimum düzeyde yararlandıgı için 
Türkiye, bir yarar saglayamamaktadır. Türkiye’nin su zengini bir ülke oldugu fikrine ihtiyatla ve dikkatle yaklasılmalıdır. 

74 Özden Bilen, Ortadogu’da Su Sorunları ve Türkiye, Ankara, TESAV Yayınları, 1996, s. 24-36. 
75 Bilen, a.g.e., s.41 
76 Toklu Vefa, a.g.e., s.21-23 

Sınır asan sular konusunda vurgulanması gereken bir önemli husus da, Türkiye'nin yaptıgı barajlarla debi düzensizligi içinde olan nehirlerin akıntılarını zararsız hale getirmiş oldugudur. Bu yolla Türkiye suyu zaman bakımından uyumlastırıp; asagı çıgır ülkelerine ücretsiz bir su düzenleme ve ıslah hizmeti vermektedir. Özellikle Suriye için saniyede 500 m³ su taahhüt edilmesi, bu açıdan Türkiye'nin üstlendigi ve yerine getirdigi bir yükümlülüktür. 

Türkiye gelismekte ve kalkınmakta olan bir ülke olarak enerji ihtiyacını karsılamak zorundadır ve bu çerçevede kendi imkanlarını kullanma hakkına sahiptir. Özellikle GAP’ın gerçeklesmesi ve ülke kalkınmasına istenen katkıyı yapması, Fırat ve Dicle üzerindeki tesislerin istenen kapasitede çalıstırılmasına baglıdır. Türkiye’nin 1960’lardan bu yana ortaya koydugu tavır ve uygulamaların istikrarlı bir seyir izledigi, komsularının haklarını da göz ardı etmedigi ortadadır. 

Bölgedeki Su sorununun çözümünde bölge ülkeleri arasında güven unsurunun eksikligi en önemli sorundur. Bu sebepten, taraflar her çözüm önerisinin altında bir art niyet aramaktadırlar. Özelde Suriye’nin, genelde Arap kamuoyunun tutumu bu yöndedir. Bölge ülkeleri arasındaki siyasi rekabetler ise sorunun baska dış politika konularıyla iliskilendirilmesine yol açmaktadır. 
Türkiye’nin srail’le gelistirdigi stratejik isbirligi, bu güven bunalımını daha da perçinlemektedir. Tüm bu olumsuzluklara ragmen Türkiye; sorunun çözümü için iyi niyetli çabalarını devam ettirmiş ve ettirmektedir. 
Bölge ülkelerinin büyük tepki gösterdikleri GAP’la ilgili erken sonuçlar, bu projenin öncelikle asagı kıyıdaş ülkelere ve beraberinde bölge ülkelerine de katkı saglayacagı yönündedir. 

Fırat ve Dicle nehirlerinin kullanımı ve paylasımı, bu akarsularla ilgili projeler ve bölgede su yönetimi AB'yi; çevre, sürdürülebilir kullanım, bu akarsularla ilgili stratejilerde havza yönetimi anlayısı ile hareket etme ve bu konularda suya kıyıdaş ülkelerle iş birligi boyutunda ilgilendirmektedir. Bu çerçevenin dısında bir girisim uluslararası hukukta konuya iliskin düzenlemelerle bagdasmayacaktır. Uluslararası hukukun geçmisin birikimleri ve günümüz gelismeleriyle her gün, her olayda yeniden yapılanacagı dikkate alınsa dahi, çözüm adına AB'nin Türkiye’nin soruna barısçıl bakısını göz ardı ederek, meseleye iliskin tek 
taraflı ve zorlayıcı ifadeleri, üyelik ve müzakere anlayısı ile izah edilemeyecektir. Bir ülkenin egemenlik haklarının, mütekabiliyet olmadan üçüncü ülkelerle paylastırılması demek olan bu taleplerin raporlarda yer alabilmesi, ülkemizin dış politikada ve diplomaside gelismelerin gerisinde kaldıgını göstermektedir. 

Türkiye'nin su alanındaki uluslararası kurulusların görüş ve çalısmalarına çok temkinli yaklasması gerekiyor. Ülkemizin su kaynaklarının uluslararası yararlanmaya konu edilmesine yönelik çalısmalara ihtiyatlı yaklasmalıyız. Her seyden önce sular meselesinin, ülkemizin gelecekteki ihtiyaçları ve güvenligi için tasıdıgı önemi politikacılarımız ve bilim adamlarımız vasıtası ile, gerek AB’nin yetkili organlarına, gerekse üye ülkelere ifade etmeli sarf edilen iyi niyetli çözüm çabalarını anlatmak suretiyle AB’yi karsımıza degil, yanımıza çekmeye yönelik realist, tutarlı ve kararlı bir politika izlemeliyiz. Bu amaçla Türkiye’nin yapabileceklerine iliskin önerilerimizi su sekilde maddeler halinde sıralayabiliriz: 

a) Etkin bir su politikası izleyerek, uluslararası alanda ve BM çerçevesinde kendi lehine uluslararası kamuoyu yaratmalıdır. 

b) Türkiye, su konusunda bölgesinin özelliklerini, kendi ihtiyaçlarını ve AB’nin su ve çevreye iliskin kriterlerini de dikkate alacak çözüm önerileri hazırlayarak, bunları uluslararası kamuoyuna açıklamalıdır. Aksi takdirde “bölgenin su sorununa çözüm”, adı altında dayatmacı politikalara maruz kalması kaçınılmaz dır. 

c) Türkiye, su sorununu ulusal çıkarlarına uygun sekilde çözümleyebilmek için su konusunda yapılacak olan zirve ve konferansların düzenlenmesinde inisiyatifi elinde bulundurmalıdır. 

d) Türkiye’nin su sorununa yönelik arastırma ve inceleme yapan her kesimi (akademik olan ve olmayan) desteklenmeli, ortaya çıkan bulgularla, basta AB zeminleri olmak üzere, komsu ülkelerin bilim ve medya kurulusları yogun bir sekilde beslenmelidir. 

e) Bundan sonra daha agır taleplerle karsılasmamak ve iliskileri kopma noktasına getirmemek için konu bilimsel ve ekonomik yönleriyle ayrıntılı olarak ele alınarak her zeminde islenmelidir. "Toplumsal dayatma düzeyi"nin böylece yükseltilmesi ile yönetimin dogru kararlar almasını, stratejik yanlıslar yüzünden ülkenin geleceginin tehlikeye atılmamasını saglamak için protesto, lobi, elestiri vb. yöntemler kullanılmalıdır ki; bunlar üyesi olmak istedigimiz AB kültüründe çok daha itibarlı yöntem ve araçlardandır. 

Lozan Bogazlar Sözlesmesi'ne göre kurulan, uluslararası nitelikteki "Bogazlar Komisyonu" kosullarında benzer bir durumla karsı karsıya kalan izledigi strateji ile Montrö Sözlesmesi'ni imzalayarak egemenlik haklarını tekrar tesis eden Türkiye, hukuki statüsü tamamen farklı bir nitelik arz eden Fırat-Dicle nehirleri için ulusal egemenliginin hiçe sayıldıgı bir uluslararası yönetime razı olmayacaktır. Ulus olarak, egemenlik ve bagımsızlıgımıza yönelen tehditlere karsı verilen haklı tepkileri Sevr sendromuna kapılmış AB karsıtlıgı olarak egerlendirmektense, uluslararası arenada mücadele edilerek kazanılmış hakları ve inisiyatifi elden bırakmadan, AB hedefine yürümek; hem mesru hem de onurlu bir politika olacaktır. 

KAYNAKÇA 

KİTAPLAR VE MAKALELER 

1) AGIRGÜN Sami,”Su Kaynaklarının Kirlenmesi, Arıtım Tesisleri ve Arıtımın Önemi”,Yeni Türkiye,Yıl:1, Sayı5, Temmuz-Agustos 1995, 
2) AKMANDOR Neset, Su Sorunun Fiziksel Boyutları:Ortadogu Ülkelerinde Su Sorunları, Tesav Yayınları, Ankara,1994, 
3) BİLEN Özden, Ortadogu Su Sorunu ve Türkiye, Tesav Yayınları, Ankara, 2000, 
4) BISWAS, A.K, "International waters of the Middle East from Euphrates-Tigris to Nile". Oxford, University Press, 1994. 
5) BOSNJAKOVIC, B. Regulation of international watercourses under the UN/ECE regional agreements. "Water International", V.25, N.4, 2000. 
6) BULLOG John, DARW SH Adel; Su Savasları, Çeviren: Mehmet Harmancı, Altın Kitap Yayınevi, stanbul, 1994. 
7) ÇAKMAK Belgin, Turhan Aküzüm, Nizamettin Çiftçi,Zeynep Zaimoglu, Bilal Acar Mehmet Sahin, Zeki Gökalp, “Su Kaynaklarının Gelistirme ve Kullanımı”, 1.Ulusal Sulama Kongresi, Antalya, 2001. 
8) DAVUTOGLU Ahmet, “Stratejik Derinlik” -Türkiye’nin Uluslar arası Konumu, Küre Yayınları, stanbul, 2001. 
9) EFEOGLU Ayla, “Avrupa Birligi Su Çerçeve Direktifi Ve Bu Alanda Türkiye’de Yürütülen Çalısmalar”, DS. Genel Müdürlügü Yayınları, Ankara, 2005. 
10) ERG L Dogu, “Körfez Bunalımı”, Gündogan Yayınları, Ankara,1990. 
11) FIRAT Melek -KÜRKÇÜOGLU Ömer, “1980-90 Arası Ortadogu ile İliskiler”, Türk Dış Politikası C.II, Ed. Baskın Oran, letisim Yayınları, İstanbul, 2001. 
12) GAP, Orta Dogu ve Su Meselesi, Aydınlar Ocagı Yayını, 1996. 
13) GÖNLÜBOL Mehmet, “Olaylarla Türk Dış Politikası”, Ankara, SBF Yayınları, No.279, Sevinç Matbaası, Ankara, 1974. 
14) GÖNLÜBOL Mehmet, “Olaylarla Türk Dış Politikası” (1919-1995), Siyasal Kitabevi, 1999 
15) KARTAL Filiz, ”Su Yönetimi: Son Dönemdeki Politika Arayısları” Çagdaş Yerel Yönetimler, Cilt.8, Sayı:4, Ekim 1999. 
16) KIRAN Abdullah “Ortadogu’da Su: Bir Çatısma ya da Uzlasma Alanı”, Kitap yayınevi, stanbul 2005. 
17) KOCAOGLU Mehmet, “Ortadogu”, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1995. 
18) KULEL. Serap, “Su Kaynakları Yönetimi”, Yeni Türkiye, Yıl:1, Sayı:5, Temmuz-Agustos, 1995. 
19) SÖNMEZOGLU Faruk, “Türk Dış Politikasının Analizi”, Der Yayınları, stanbul, 1994. 
20) KÜRKÇÜOGLU Ömer, “Osmanlı Devletine Karsı Arap Bagımsızlık Hareketi” (1908-1918) , Ankara, AÜSBF Yayınları,1982. 
21) MAZLUM İbrahim, “Türkiye’nin Güvenlik Algılamaları Açısından Sınırasan Sular Sorunu”, En uzun on yıl Büke Yayınları, Mart 2000. 
22) ÖZİŞ Ü, TÜRKMAN F, BARAN T, ÖZDEM R Y., ”Güneydogu Anadolu Projesi ve Hidropolitik Yönleri”, Mühendislik ve Diger Meslek Odaları zmir Subeleri, " zmir Su Kongresi", Mayıs 2000. 
23) PAZARCI Hüseyin, “Uluslararası Hukuk Dersleri” II.Kitap, 3. B, Turhan Kitabevi, Ankara. 1993. 
24) RUSSELL Malcom, “The Middle East and South Asia”, Stryker-Post Publications, 1999. 
25) Siyasi Ve Sosyal Arastırmalar Vakfı, “Ortadogu ve Gelecegi”, SİSAV Yayını, stanbul. 1992. 
26) SOYSAL smail,”Hatay Sorunu”, Belleten Dergisi, Sayı:193, Ankara, Nisan, 1985. 
27) TEK NEL Osman, “Ortadogu Su Sorunu ve Ülkeler Arasındaki İliskilere Etkisi", Çukurova Üniversitesi, Ceyhan Meslek Yüksek Okulu Yardımcı Ders Notları:20. 
28) TİRYAK. Orhan, “”Sınırasan Sular ve Ortadogu’da Su Sorunu”, Hak Yayınları, stanbul, 1994. 
29) UÇORAL Rıfat, “Siyasi Tarih” (1789-1994), Baglam Yayınları, İstanbul,1995. 

GAZETELER 

30) TOKLU Vefa, “Fırat ve Dicle”, Cumhuriyet Strateji, 06.06.2005. 
31) TOKLU Vefa, “AB suda Sınırları Zorluyor”, Cumhuriyet Strateji, 30.01.2006. 
32) srail’e Manavgat Suyu Projesi ptal, Milliyet Gazetesi, 02.02.2006. 
33) YALÇINKAYA Alaeddin, “AB Raporlarında Fırat-Dicle ve srail”, Vatan Gazetesi, 3 Kasım 2006. 
34) KAPLAN Pervin, “Bereket Yerine Felaket,” Radikal, 3 Aralık 1998. 

İNTERNET KAYNAKLARI 

35) http://www.abgs.gov.tr/tur_ab_iliskileri_dosyalar/turab_iliskileri_kronoloji.htm.04.10.2006. 
36) http://www.abgs.gov.tr/indextr.html.ilerlemeRaporu.pdf. 10.11.2006 
37) http//www.belge.net.Avrupa Komisyonu Türkiye lerleme Raporu, Brüksel, 2005. 02.11.2006. 
38) http/www.belge.net., Avrupa Parlamentosu lke Kararı Md. 42. (15 Aralık 2004 Tarihli Oturumda Kabul Edilen Metin) 02.11.2006. 
39) http://www.dsi.gov.tr/duyuru/s_sukonusma1.htm Alison BARTLE Sosyal ve Ekonomik Kalkınmada Barajların Rolü, 02.11.2006. 
40) http://www.ekitapyayin.com/id/062/susorun02-02.htm. 01.10.2006. 
41) http://europa.eu.int/comm/enlargement/report_2004/pdf/tr_recommendation_en. 02.11.2006. 
42) http://europa.eu.int/comm/enlargement/report_2005/pdf/tr_recommendation_en. 02.11.2006. 
43) http://ekutup.dpt.gov.tr/ab/kob, 
44) http://www.kho.edu.tr/yayinlar/btym/haftalikbasbultenleri/basinozetleri/2003/2428subatic.htm.11Mayıs 2003 
45) http://www.khrp.org/documents/turkish/korayduzgoren.doc Sally Eberhardt, Nicholas Hildyard. Antonio Tricario, Heike Drillisch, Douglas 
Norlan, The Preliminary Report FromThe Ilısu Dam Fact Finding 
Mission, 9-16 October 2000. 30.10.2006 
46) http://www.mfa.gov.tr/NR/rdonlyres/5E459993-FDC9-49D5-BC1AE9C10718DA40/0/KOB.pdf. 30.10.2006. 
47) http://www.suvakfi.org.tr/sudosyalari/uluslararasisu/suhukuku.htm, ÖzisÜnal,Özdemir Yalçın, Baran Türkay, Türkman Ferhat, Fıstıkoglu 
Okan, Dalkılıç Yıldırım,”Türkiye'nin Sınır Asan Sularının Su Hukuku ve Su Siyaseti Açısından Durumu” 31.10.2006. 
48) http://www.tsrsb.org.tr/NR/rdonlyres/178F1B9F-99D9-4458-B2CBECF714F85909/1091/2005 lerlemeRaporu.pdf 02.11.2006. 
49) http://www.tsrsb.org.tr/NR/rdonlyres/178F1B9F-99D9-4458-B2CBECF714F85909/1091/2005 lerlemeRaporu.pdf 02.11.2006. 

RESMİ BELGELER

50) Accessıon Partnershıp Wıth Turkey,14 April 2003. 
51) Avrupa Birligi Müktesebatının Üstlenilmesine liskin Türkiye Ulusal Programı, 2003/5930, 23 Haziran 2003. 
52) Convention Non-Navigational Uses of International Watercourses, General Assembly ResolutionUN/ECE, 51/229, 21 May 1997. 
53) Convention on Environmental Impact Assessment in a Transboundary, General Assembly ResolutionUN/ECE 10 September 1991. 
54) Council Directive 64,2000/60/EC 
55) Issues Arısıng From Turkey’s Membershıp Perspectıve 6 October 2004. 
56) Katılıma Dogru Türkiye’nin lerlemesine Dair 2004 Tarihli Avrupa Komisyonu’nun Tavsiyesi Ve Düzenli Raporu Hakkında Avrupa Parlamentosu lke Kararı, P6_TA-PROV ,0096, 2004. 
57) Negotıatıng Framework Principles Governing The Negotiations, 3 October 2005. 
58) Presidency Conclusions 16238/1/04, 16/17 December 2Of The 004. European Council, Brussels, 
59) U.N. "Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of İnternational Watercourses". New-York, United Nations, A/51/869, 1997. 

RAPORLAR 

60) “Türkiye’de Baraj Yapımının Alt-Havza Etkileri” Suriye ve Irak’ta İncelemeler Yapan Gerçekleri Arastırma Heyetinin Raporu Çeviren: 
Emin Sogancı, Mayıs 2002. 

AVRUPA BİRLİGİNİN GAP VE SU SORUNUNA YAKLAŞIMI ÇERÇEVESİNDE FIRAT VE DİCLE NEHİRLERİNİN YÖNETİMİ ÜZERİNE TARTIŞMALAR BÖLÜM 3




AVRUPA BİRLİGİNİN GAP VE SU SORUNUNA YAKLAŞIMI ÇERÇEVESİNDE FIRAT 
VE DİCLE NEHİRLERİNİN YÖNETİMİ ÜZERİNE TARTIŞMALAR 
BÖLÜM 3







4.2. Manavgat Su Temin Projesi 

Akdeniz Bölgesinde yer alan Manavgat Çayı, Akdeniz’e, ortalama olarak her gün 4 milyon metreküp su bosaltmaktadır. Projeye göre, çayın suları Belen mevkiinde depolanacak ve toplanan 500 milyon metreküp suyun, 2 milyon metre küpü tarımda, kullanılacak, 250 milyon metreküp ise, Akdeniz’e döküldügü yerde, kıyıdan 1300 m Uzaklıkta, deniz üzerinde yapılacak iki adet platforma sevk edilecek ve buradan tankerlerle Ortadogu ülkelerine sevk edilecektir. Manavgat projesinin teknik sorumlulugunu DSİ Genel Müdürlügü üstlenmistir. Bakanlar Kurulu kararıyla Agustos 1990’da baslatılan projenin Agustos 1992’de altyapı insaatlarına fiilen baslanmıstır. 8 Aralık 1998 tarihinde Manavgat Çayı Su Temin Tesisi, zamanın Basbakanı Mesut Yılmaz tarafından açılarak hizmete girmis45 ve bu tarihe kadar 147 milyon ABD doları  harcanmıstır. 

Manavgat Projesi’ne iliskin isletme hakkının özel sektöre devredilerek su satış ve dagıtımının özel kuruluslar eliyle yürütülmesi öngörülmektedir. Türkiye’nin su satabilecegi baslıca Ortadogu ülkeleri Suriye, srail ve Filistin yönetimidir. Bu üç ülkeye, bölge dısından Kıbrıs ve Kuzey Afrika ülkelerinin katılacagını düsünülebilir. Son zamanlarda  İsrail ve Ürdün’ün Manavgat suyundan faydalanması ile ilgili çalısmalar yapılmaktadır. Anlasmaya göre srail 2006'dan baslayarak 20 yıl boyunca Türkiye'den yılda 50 milyon metreküp su ithal edecektir.

43 Akmandor,a.g.e.,s.34. 
44 www.basarm.com.tr/yayin/politik/susorun02.htm. (15 Mayıs 2003) 
45 Dogu Ergil, Körfez Bunalımı, Gündogan Yayınları,Ankara,1990, s.129 


İsrail’e yaklasık metreküpü 1$’a mal olacak su özel tankerlerle tasınacak ve İsrail'in yıllık toplam ihtiyacının % 3'ünü karsılayacaktır.46 Ancak, İsrail 
ekonomik olabilmesi için suyun kendilerine maliyetinin bir doların altında olması gerektigini belirterek öneriye soguk bakmakta, Türkiye ise, Manavgat’a yapılmış olan yatırımların karsılıgını alabilmek için, fiyat hususunda esneklik tanımamaktadır. srail, Manavgat’tan tankerlerle su tasımak yerine son olarak Türkiye’ye; Göksu nehir suyunun yeraltına kurulacak bir hat vasıtası ile tasınmasını teklif etmis, ancak Türkiye bu öneriye net bir cevap vermemistir.47 

Sonuç olarak, bölgede bir isbirligi ortamı yaratarak güvenlik ve istikrarı yaratmak amacıyla ve büyük bir iyi niyetle ortaya atılan Barış Suyu Projesi, Üç Asamalı Plan ve Manavgat Su Temin Projesi, Ortadogu'nun karmasık ortamı içinde ya tamamen yanlış yönlere çekilmis, ya da suyun fiyatlandırılması konusunda anlasılamamıstır. Önerilen bu planlara karsı çıkmakta direnen bölge ülkeleri, aynı sekilde GAP projesi çerçevesinde yapılacak olan barajlar sayesinde Suriye ve Irak’ın da lehine olacak düzenli bir su rejimine kavusulacak olmasını da göz ardı ederek GAP Projesine siddetle karsı çıkmıslardır. Bunların yanı 
sıra, bölgede asırı sulama nedeniyle baslayan “tuzlanmaya baglı çoraklasma” tehlikesinin önlenmesi bakımından GAP bölgesinde ileri teknolojiye dayanan sulama sistemlerinin kullanımı bölge için büyük bir avantaj olmustur. 

Bazı kesimlerce GAP kapsamında barajların yapılması sırasında göl alanları altında kalan köylerin etnik nedenden dolayı yerlerinden edildigi48 iddiaları bile dile getirilmistir. GAP politikalarından etkilenen insanların dıslandıkları, görüslerine basvurulmak bir yana onlara zorunlu konularda bilgi bile verilmedigi, 2001 yılının sonlarında kaba yapımı bitip su toplamaya baslayan GAP kapsamında ki Birecik Barajının binlerce Kürt’ün yer degistirmesine sebep oldugu ileri sürülmüstür.49 Oysa dünyanın her yerinde barajlar yapılmakta ve baraj sahasında kalan yerlesim birimleri tahliye edilmektedir, bundan daha dogal bir sey yoktur. Mısır’daki Asuan Barajı da geçmiste büyük tartısmalara neden olmustu. Fakat su anda Mısır’da kuraklıgın giderilmesinde büyük rol oynamakta dır.50 


ÜZERİNDE BARAJ  OLAN NEHİRLERİMİZ




46 Vefa Toklu, Fırat ve Dicle, Cumhuriyet Strateji, 06.06.2005, s.21-23. 
47 “ srail’e Manavgat Suyu Projesi ptal”, Milliyet Gazetesi, 02.02.2006 
48 Müftüoglu, a.g.e., s.10. 
49 “Türkiye’de Baraj Yapımının Alt-Havza Etkileri” Suriye ve Irak’ta ncelemeler Yapan Gerçekleri Arastırma Heyetinin Raporu Çeviren: Emin Sogancı, Mayıs 2002, s.17. 
50 http://www.dsi.gov.tr/duyuru/s_sukonusma1.htm Alison BARTLE Sosyal ve Ekonomik Kalkınmada Barajların Rolü, 02.11.2006. 


5. Avrupa Birligi (AB)’nin Resmi Belgeler Baglamında Fırat-Dicle Meselesi ve GAP’a Yaklasımı 

Türkiye’nin en uzun ve en önemli projesi olan Avrupa Birligi üyeligi süreci, gelinen müzakere asamasında oldukça çetin görüsmelere ve sıkı bir çalısmaya sahne olacak gibi görünüyor. Türkiye’nin tam üyelige giden yolda artıları ve eksileri ile degerlendirilecegi bu süreçte, sosyo-ekonomik ve siyasal bünyesinde yapması gereken degisim ve dönüsümler yine bu müzakere asamasında sekillendirilecek. Müzakere Çerçeve Belgesinin Ek-1. “Avrupa Birligi’nin Türkiye ile katılım müzakerelerinin baslamasına iliskin açıklaması” baslıgı altında 9. 
madde de belirtildigi gibi, hem AB, hem Türkiye açısından zorlu geçmesi beklenen bu süreç, dogru yönetildigi takdirde, her iki taraf için de önemli 
fırsatlar sunabilecektir51 . 

Türkiye -AB iliskilerine bakıldıgı zaman, Avrupa Birliginin Türkiye’yi “Avrupa standartlarına tasıma” gerekçesi ile Türkiye’den birtakım talep ve beklentileri, hatta zorlamaları oldugu görülecektir. Avrupa Birligi ile iliskilerimizde bazen gerilimlere, bazen de görüsmelerin durma noktasına kadar gelmesine sebep olabilen bu istek ve beklentiler, Türk kamuoyu tarafından tartısılmakta AB karsıtlarına göre, ulusal egemenligi tehdit eden AB’nin bu istek ve beklentileri siddetle karsı çıkılması gereken kararlar olarak algılanırken, AB yandaslarına göre de; muasır medeniyete ulasabilmenin kaçınılmaz ve katlanılması gereken bir önkosulu olarak görülmüstür. AB’nin, özellikle son üç yıldır resmi belgelerin de ortaya atılan ve Türk kamuoyunun da tepkisini çeken ve ulusal egemenlik açısından bir tehdit olarak algılanan önemli bir mesele de, AB’nin Fırat ve Dicle nehirleri özelinde, Türkiye’nin su sorununa yaklasımı ve sundugu çözüm önerileridir. 

Türkiye'nin üyelik sürecinde Fırat ve Dicle suları ile bu sular üzerindeki tesislerin, basta srail olmak üzere bölge ülkeleri ile ortak kullanımı önerilmektedir. Karsılıklılık ve esitlik esasına dayanması gereken Türkiye'nin AB ile üyelik sürecinde, egemenlik haklarını bir üçüncü ülke ile paylasması anlamına gelecek olan bu düzenlemenin, belgenin özelligi geregi baglayıcı olmadıgı, ancak önemli siyasi anlamları oldugu açıktır. Öte yandan, Türkiye gerekli girisimlerde bulunmadıgı takdirde, bu tür baglayıcı olmayan metinler, daha güçlü ve baglayıcı belgelere aktarılabilecektir. Devletlerin ve halkların direnme ihtimali olan düzenlemeler, genellikle önce kesin olmayan ifadelerle raporlarda veya 
"soft law" olarak kabul edilen belgelerde yer alır, kamuoyu tepkisi "aşındıktan" ve kamuoyu hazırlandıktan sonra zorunlu düzenlemeler haline gelir. 

51 Negotıatıng Framework Principles Governing The Negotiations, 12823/05, Brussels, 3 October 2005. 


AB raporlarının tavsiye niteliginde olması veya taleplerin yerine getirilmesinin hukuken zorunlu olmaması, iliskilerin dinamik karakteri göz önüne alındıgında, Türkiye'nin sessiz kalmasını gerektirmez.52 

Türkiye Avrupa Birligine Üyelik sürecinde, Avrupa Birligi ile iliskilerini düzenleyen bir çok belge imzalamıstır. Bu belgeler arasından özellikle Türkiye’nin Avrupa Birligine tam üye adaylıgının ilan edildigi 1999 Helsinki zirvesi sonuç belgesinden itibaren temel belge niteligi tasıyan seçilmiş bazı resmi metinlere kronolojik sırayla kısaca deginmekte fayda var: 

11-12 Aralık 1999: Helsinki'de gerçeklestirilen Avrupa Konseyi Zirve Toplantısında Türkiye'ye adaylık statüsü tanındı. 
13 Ekim 2000: Avrupa Komisyonu Türkiye için 3. İlerleme Raporu’nu açıkladı. 
8 Kasım 2000: AB Komisyonu Türkiye hakkındaki lerleme Raporlarından 3. Üncüsünü, Katılım Ortaklıgı Belgesi Taslagı’nı ve Genisleme Stratejisi’nin açıklamıstır. 
19 Mart 2001: TBMM “Topluluk Müktesebatının Üstlenilmesine İliskin Türkiye Ulusal Programı”nı kabul etti. 
13 Kasım 2001 : IV. lerleme Raporu yayınlandı. 
9 Nisan 2002: Kopenhag siyasi kriterlerine uyum amacıyla hazırlanan II.Uyum Paketi (dernekler,siyasi partiler ve basın kanunları basta olmak üzere önemli yasal degisiklikler getiren) yürürlüge girmistir. 
20 Kasım 2002: “Aday Ülkelerin Üyelik Yolunda lerlemelerine  İliskin Tavsiye Kararı” Avrupa Parlamentosu raporu (Genisleme Raporu), AP’nin genisleme konulu Genel Kurul toplantısında kabul edilmistir. 
15 Nisan 2003: Türkiye-Avrupa Birligi Ortaklık Konseyi’nin 42. toplantısı Lüksemburg’da yapılmıstır. Toplantıda Avrupa Birligi tarafı Türkiye’ye gözden geçirilmiş Katılım Ortaklıgı Belgesi’ni sunmustur 
24 Temmuz 2003: 2003 yılı Katılım Ortaklıgı Belgesi ısıgında güncellestirilmiş olan Avrupa Birligi Müktesebatının Üstlenilmesine liskin Türkiye Ulusal Programı yürürlüge girmistir 
5 Kasım 2003: AB Komisyonu Türkiye’nin üyelik yönünde attıgı adımları siyasi, ekonomik ve müktesebat uyumu kriterleri açısından degerlendiren 2003 Türkiye lerleme Raporunu ve Strateji Belgesi’ni yayınlamıstır 
17-18 Haziran 2004: Türkiye’nin reform sürecinde gösterdigi ilerlemeleri takdirle karsıladıgını belirtmistir. 2004 yılı sonunda gerçeklesecek Zirve toplantısın da,Komisyonun Türkiye için hazırladıgı ilerleme raporu ve tavsiye kararlarına dayanarak, Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdigine karar vermesi durumunda, Türkiye ile katılım müzakerelerine gecikmeden baslanacagı teyit edilmistir. 
6 Ekim 2004: Avrupa Komisyonu, 2004 Türkiye lerleme Raporu ve rapora baglı tavsiye belgesini yayımladı. Söz konusu belgelerde Türkiye’nin siyasi kriterleri gerekli ölçüde karsıladıgı belirtilerek, birlige katılım müzakerelerinin baslatılması tavsiyesinde bulunuldu. 
15 Aralık 2004: Parlamenter Camiel Eurlings tarafından hazırlanan Türkiye Raporu Avrupa Parlamentosunun Strazburg'ta yaptıgı toplantıda kabul edildi. Avrupa Parlamentosunda yapılan oylama sonucu 407 evet, 262 hayır ve 29 çekimser oy çıktı. 
16-17 Aralık 2004: AB Devlet ve Hükümet Baskanları Konseyinin Brüksel'de yapmış oldugu Zirve Toplantısında Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini müzakereleri açmak için yeterli ölçüde karsıladıgına karar verildi ve 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelere baslaması öngörüldü. 
29 Haziran 2005: Avrupa Komisyonu, 2005 yılı içinde Türkiye’ye yönelik olarak hazırlanması öngörülen belgelerden, “Türkiye çin Katılım Müzakereleri Çerçevesi Taslagı”nı açıkladı. Taslakta, müzakereleri düzenleyen genel ilkeler, müzakereler in içerigi, müzakere prosedürleri ve müzakere baslıklarına iliskin taslak liste yer aldı. 
3 Ekim 2005: Lüksemburg'ta toplanan AB Genel sler ve Dış iliskiler Konseyi, Aralık 2004 tarihinde AB Devlet ve Hükümet Baskanları Toplantısı Sonuç Bildirgesinden aldıgı yetki ile Türkiye ile AB'ye üyelik müzakereleri çerçeve belgesini onayladı. 
9 Kasım 2005 : AB Komisyonu, 2005 Türkiye ilerleme raporu, Strateji Belgesi ve yenilenmiş katılım belgesini (KOB) onayladı. AB Komisyonu ilerleme raporunda öncelikle raporun kapsadıgı dönemde Türkiye’de gerçeklesen siyasi ve ekonomik gelismeler ayrıntılı bir sekilde ele alındı. 
17 Ocak 2006: Türkiye Cumhuriyeti ile Katılım Ortaklıgında Yer Alan lkeler, Öncelikler ve Kosullara liskin Konsey Kararı" 17 Ocak 2006 tarih ve 15671/05 sayı ile kabul edildi.53 

Yukarıda sayılan temel metinler dısında Avrupa Birligi Türkiye iliskilerini düzenleyen daha bir çok belge bulunmaktadır. Bu belgeler arasında göreceli olarak önemli gördügümüz temel belgelere kısaca degindik. 

52 Alaeddin Yalçınkaya, “AB Raporlarında Fırat-Dicle ve srail”, Vatan Gazetesi, 3 Kasım 2006. 
53 http://www.abgs.gov.tr/tur_ab_iliskileri_dosyalar/tur-ab_iliskileri_kronoloji.htm 

Ancak burada belirtilmesi gereken bir husus var ki; Avrupa Birligi yukarıda adı geçen belgelerde Türkiye’nin sınır asan suları olarak Fırat ve Dicle nehirleri suyunun kullanımı ve paylasımı konusunda 2003 katılım ortaklıgı belgesinde konuya iliskin olarak ilk kez bir degerlendirme de bulunmustur. Avrupa Birligi’nin bu konuda ilk kez 2003 yılı ilerleme raporunda bir degerlendirmede bulunmasının sebebi ile iliskili olarak su ön bilgiyi vermekte fayda var: Su kaynaklarının paylasımı sürecinde çıkacak savaslara iliskin senaryoların genellikle Ortadogu’da önemli savaş ve barış süreçlerinin yasanmakta oldugu dönemlerde gündeme getirilmesi, bu meselenin gerek küresel gerekse 
bölgesel aktörler tarafından bölge-içi dengeleri etkilemek için kullanılan, diplomatik manipulasyona uygun bir potansiyel çatısma alanı olarak 
yorumlandıgını ortaya çıkarmaktadır.54” 

Bu varsayımdan hareketle, kanımızca ABD’nin Irak devletine yönelik yapmış oldugu II. Körfez harekatı sonrası bölgede siddetlenen güç ve hakimiyet savaslarının da bunda büyük payı vardır. Zira; Avrupa Birligi, ABD ile girdigi Ortadogu’da güç ve hakimiyet savasında, bölge için hayati önem arz eden su meselesinde en büyük aktör olarak ipleri elinde tutmak suretiyle güç dengesi saglayıp bölgede söz sahibi olma çabasına girmistir. Avrupa Birligi adaylıgı sürecinde Türkiye’ye Fırat ve Dicle nehir sularının kullanımı ve paylasımı konusunda yön tayin ederek hem güçlü bir bölgesel aktör, hem de srail ve ran gibi iki sorunlu ülkenin de su yönetimine katılmasını saglayarak; çözümü imkansız görünen Ortadogu su sorununu çözüp, bölge ülkeleri üzerinde güven ve otorite tesis etmeyi amaçlamaktadır. Birligin politikasını netlestirmek açısından, 

Türkiye’nin sınırasan sularına yönelik dogrudan veya dolaylı olarak hüküm içeren Avrupa Birligi belgelerine maddeler halinde kısaca deginmekte fayda var: 

a. 14 Nisan 2003 Türkiye Katılım Ortaklıgı Belgesi 

AB, ilk olarak 14 Nisan 2003 tarihli Türkiye Katılım Ortaklıgı Belgesi’nde çevre baslıgı altında sular konusuna deginerek, Türkiye’nin, AB Çerçeve Su Direktifi (SÇD) ve AB’nin taraf oldugu uluslararası sözlesmeler (Su Çerçeve Direktifi, Sınırasan Su Yollarının Korunması, Kullanımı ve Uluslararası Göllere liskin Sözlesme, Sınırasan Boyutta Çevresel Etkilerin Degerlendirilmesi Sözlesmesi)55 Oysa Türkiye, AB’nin atıfta bulundugu sulara iliskin üç sözlesmenin hiçbirine taraf degildir. 

54 Ahmet Davutoglu, Stratejik Derinlik -Türkiye’nin Uluslar arası Konumu, Küre Yayınları, stanbul, 2001, s.337-338. 
55 Accessıon Partnershıp Wıth Turkey,14 April 2003. 

Katılım Ortaklıgı Belgesine karsılık olarak Türkiye’nin hazırladıgı Ulusal Program56 da sözlesmelerin tam üyelikle birlikte degerlendirilecegi belirtilmisti. Baska bir deyisle sorun ileri bir tarihe bırakılmıstı. 

b. 06 Ekim 2004 Etki Degerlendirme Raporu 

03 Ekim 2005’te kabul edilen Müzakere Çerçevesi Belgesi57 AB Komisyonu’nun 06 Ekim 2004’te sundugu Etki Degerlendirme Raporuna atıf yapıyor.58  
Bu Etki Raporu’nda Ulusasırı konular baslıgı altında su ifadeye yer verilmisti: “Ortadogu’da su önümüzdeki yıllarda giderek artan biçimde stratejik bir konu haline gelecektir. Türkiye’nin AB’ye katılımıyla beraber su kaynaklarına ve altyapılarına (Fırat ve Dicle nehirleri havzaları üzerindeki barajlar ve sulama sistemleri, srail ve ona komsu ülkeler arasında su alanında sınır ötesi isbirligi) uluslararası yönetimin AB için önemli bir mesele haline gelmesi beklenebilir.” 

Bu degerlendirmede iki nokta dikkat çekiyor. 

Birincisi, Türkiye’nin görüsünün aksine olarak Fırat ve Dicle ayrı ayrı havzalar olarak gösterilmiş ve bu havzalarda sınır asan boyutta entegre havza yönetimi konseptinin benimsenmesi geregi vurgulanmış 

İkincisi ise; bu konseptin uygulanması Türkiye’nin Avrupa Birligi’ne katılımı ile dogrudan iliskilendirilmistir. 


c. 15 Aralık 2004 Avrupa Parlamentosu İlke Kararları 

16-17 Aralık 2004 tarihinde yapılan Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirgesi59’nin 21. maddesi aynen söyledir:” Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu tarafından 15 Aralık 2004 tarihinde kabul edilen kararı not etmektedir.” Avrupa Konseyi’nin atıfta bulundugu Avrupa Parlamentosu 

İlke Kararları’nın 60    42. maddesi GAP ve su sorununa iliskindir ve aynen söyle der. ”Bölgesel istikrarın gelistirilmesine ve komsularla iyi iliskiler kurulmasına devam edilmesi kapsamında, Türkiye’nin komsu ülkelerin, özellikle Atatürk Barajı’nın insa edilmesi sonrasında su akımının önemli ölçüde azaldıgı Irak ve ran’ın asagı Mezopotamya bölgesindeki su ihtiyaçlarına karsı daha duyarlı olmasını ve Suriye’nin de dahil oldugu komsu ülkelerle, Türkiye’den dogan ve bu ülkelere akan nehirlerdeki suyun adil ve esit dagıtımının saglanması konusunda çalısma gruplarının olusturulmasını ister 61 

56 Avrupa Birligi Müktesebatının Üstlenilmesine liskin Türkiye Ulusal Programı, 2003/5930, 23 Haziran 2003. 
57 Negotıatıng Framework Principles Governing The Negotiations, 12823/05, Brussels, 3 October 2005. 
58 Issues Arısıng From Turkey’s Membershıp Perspectıve 6 October 2004. 
59Presidency Conclusions Of The European Council, Brussels, 16238/1/04, 16/17 December 2004.
60 Katılıma Dogru Türkiye’nin lerlemesine Dair 2004 Tarihli Avrupa Komisyonu’nun Tavsiyesi ve Düzenli Raporu Hakkında Avrupa Parlamentosu lke Kararı, P6_TA-PROV ,0096, 2004. 


Bu ilke kararında Avrupa parlamentosu 2004 etki degerlendirme raporuna paralel olarak meseleyi çok aktörlü bir sorun olarak gördügünü, bu aktörlerden Irak ve Suriye’nin haricinde ran ve üstü kapalı bir sekilde Suriye’nin Komsusu olan İsrail devletinin de katılımıyla ortak bir çalısma grubu olusturularak meseleye uluslararası yönetim anlayısı içerisinde barısçıl bir çözüm getirilebilecegi tavsiyesinde bulunmaktadır. Ancak, kanımızca; bu ilke kararında bugüne kadar Fırat ve Dicle nehirlerinin sularının paylasımı konusunda taraf olmamış olan ran ve srail gibi iki ülke de soruna dahil edilerek, çözümden ziyade çözümsüzlük tetiklenmistir. 

d. 09 Kasım 2005 Türkiye lerleme Raporu ve Katılım Ortaklıgı Belgesi 

Kasım 2005’te yayınlanan ilerleme Raporu62 ve Katılım ortaklıgı belgesi nin63 çevre bahsinde yer alan ifadeler ise su sekilde olmustur. ‘Çerçeve Su direktifi ile Avrupa Toplulugunun taraf oldugu uluslar arası sözlesmeler dogrultusunda, sınırasan sular alanında isbirliginin gelistirilmesine devam edilmesi.’64 

Yukarıda özetle Avrupa Birligi ile müzakere sürecinde Türkiye’nin çözmesi gereken bir sorunu olarak görülen; Fırat ve Dicle nehir sularının Türkiye ve komsuları arasındaki paylasımına dair yakın geçmiste resmi belgelerde AB’nin ortaya koymuş oldugu yaklasımını vermeye çalıstık. 

Gerek 06 Ekim 200465 tarihli lerleme raporunun çevre baslıgı altındaki degerlendirmeleri, 09 Kasım 200566 tarihli ilerleme raporunun 27 nolu müktesebat faslı ve gerekse, 09 Kasım 200567 Katılım Ortaklıgı Belgesi'ndeki ifadelere ve yaklasıma bakıldıgında; Türkiye'deki su kaynakları, kullanım, yönetim, kirlilik, çevre gibi konulara deginilip sınırasan sular alanında Toplulugun taraf oldugu Uluslar arası anlasmalar çerçevesinde isbirligi ve çözüm önerilirken, Etki Raporu'nda tamamen farklı bir bakış açısı, anlayış ve öneri görülmektedir. 

61 http/www.belge.net., Avrupa Parlamentosu lke Kararı Md. 42. (15 Aralık 2004 Tarihli Oturumda Kabul Edilen Metin)02.11.2006.62
http://www.tsrsb.org.tr/NR/rdonlyres/178F1B9F-99D9-4458-B2CBECF714F85909/1091/2005 İlerlemeRaporu.pdf 02.11.2006. 
63 http://www.mfa.gov.tr/NR/rdonlyres/5E459993-FDC9-49D5-BC1A-E9C10718DA40/0/KOB.pdf 
64 http//www.belge.net.Avrupa Komisyonu Türkiye lerleme Raporu, Brüksel, 2005. 02.11.2006. 
65 http://europa.eu.int/comm/enlargement/report_2004/pdf/tr_recommendation_en. 02.11.2006. 
66 http://europa.eu.int/comm/enlargement/report_2005/pdf/tr_recommendation_en. 02.11.2006. 
67http://www.tsrsb.org.tr/NR/rdonlyres/178F1B9F-99D9-4458-B2CBECF714F85909/
1091/2005 lerlemeRaporu.pdf 02.11.2006. 


e. 09 Kasım 2006 tarihinde yayınlanan Türkiye İlerleme Raporu 

Son olarak 09 Kasım 2006 tarihinde yayınlanan Türkiye lerleme Raporunda da Çevre faslında konuya deginilmis, Türkiye’nin Su Çerçeve Yönetmeligiyle uyumlastırma ve özellikle Üye Ülkelerle sınırasan su isbirliginin gelistirilmesine yönelik olarak gerekli adımların atılmadıgı68 belirtilerek AB’nin bu konudaki ciddiyeti ve hassasiyeti tekrar vurgulanmıstır. 


4 CÜ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR..