28 Eylül 2017 Perşembe

KÜRTLER NEDEN DEVLET KURAMAZ

KÜRTLER NEDEN DEVLET KURAMAZ.,






Kürtler Neden Devlet Kuramaz
Dr. Sait Yılmaz 
KÜRTLER NEDEN DEVLET KURAMAZ?

Azerbaycanlı ünlü alim Prof. Dr. Firudun Ağasıoğlu, "Kürtler, Zağnos dağlarında oturan kabile, aşiretler topluluğudur. Yağma ve çapulla geçinirler. Konar-göçer bir halktır." diye yazar. Zaten Kürt kelimesinin anlamı da "Konar-göçer, göçebe yaşam tarzını" benimseyen topluluktur.

Bugün Kürtler, daha ziyade, Türkiye-İran-Irak üçgenindeki sınır boylarında yaşayan bir topluluktur. Bu tür sınır toplumlarına "Frontier" toplumlar denir. Frontier toplumlar, birden çok krallık, imparatorluk, cumhuriyet gibi merkezi yönetimlerini kurmuş toplumların sınırlarında yaşarlar. Ülkelerin sınırları, savaşlar, özel anlaşmalar gibi nedenlerle tarihin içinde değişikliğe uğrayabilir. Bu nedenle, sınır toplumları tarih içinde, aynı coğrafyada yaşamış olsalar da değişik ülkelere tabi olabilirler. Tıpkı Kürtler gibi. Bugün Kürtler, Türkiye, İran ve Irak, hatta Suriye devletlerine bağımlı olarak yaşamaktadırlar.

Türkiye gibi aralarında dil, tarih, ülkü ve hâkim etnik birlik gösteren ülkelere göre, sınır topluluklarının kökenleri hetorojendir (ayrı cinsten, ayrı kandan). Bunlar çeşitli etnik gruplara mensup aşiret, kabile ve boy halinde ya da topluluğu halinde yaşarlar. Bu yüzden devlet kuramazlar. Devlet sahibi olamazlar ve hakim etnik birlik oluşturamazlar. Mensubiyet ve kimlik hislerinden yoksun oldukları için, kolaylıkla başkalarının siyasi emellerine hizmet edecek oyunlara katılırlar. Bu yüzden, sınır toplumları oturdukları bölgelerde devamlı sorun çıkarırlar. Son yüz yıllık tarihe baktığımız zaman, sadece Türk devletine karşı çıkarılan on yedi Kürt isyanı olduğunu görebiliriz. Molla Mustafa Barzani'nin ve oğlu Mesut Barzani'nin Irak hükümetlerine karşı çıkardığı isyanları ve devamlı sorun çıkarmalarını da buna ekleyebiliriz.

Kürtlerin ortak bir dili yoktur

Kürt toplulukları hetorojen oldukları için, ortak bir dilleri yoktur. Hatta daha ileri giderek şunu da söyleyebiliriz: Kimin Kürt olduğu, kimin Kürt olmadığı, kimin Kürtçe konuştuğu, kimin konuşamadığı bile belli değildir. Aslında Zorani, Kurmançi ve Zaza lehçeleri dedikleri lehçeler arasında bir ortaklık olmadığı gibi, anlaşma sağlamak da mümkün değildir. Halbuki, iki ayrı devletleri olmalarına ve aralarında üç bin kilometreden fazla mesafe bulunmasına rağmen Azer lehçesi ile Anadolu lehçesinin ortak gramer kuralları olduğu gibi, bu lehçelerde anlaşmak da oldukça kolaydır. Çünkü, lehçeler farklı olsa da dil ortaktır ve Türkçedir. Kendilerine Kürt diyenlerin ortak bir dili yoktur ve Kürtçe diye bir dil bu yüzden hiç olmamıştır. Konuşulan dil, aşiretlerin, kabilelerin dilidir. Ulus dili değildir. Bunu, farklı lehçe dedikleri ile anlaşamamaları açık olarak gösterir.

Ulus olamayanların tarihleri de olmaz

Henüz millet olamayanların, dilleri olmayanların, devlet geleneği bulunmayanların, tarih boyunca, aşiret ve kabile olarak yaşayanların tarihleri olamaz. Çünkü, tarih yapmak için, millet olmak, medeniyet kurmak, dil, yazı, kültür yaratmak gerekir..

MİLENYUM YAYINLARI 

Bu kitap Kürtleri yok saymak ya da Türk propagandası yapmak amacı ile yazılmadı. Amacımız, Türkler ve Kürtler’in et ve tırnak gibi ayrılmaz bir bütün olduğunu ortaya koymak , birlikte yaşamanın hem en doğru hem de kaçınılmaz gerçek olduğunu ortaya koymaktır.

Türkler ile Kürtler arasında soy, dil, coğrafya, din ve inanç, kültür birliği bulunmaktadır. Ziya Gökalp’in 1922 yılında söylediği gibi; “Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa Türk değildir, Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa Kürt değildir.” Bu kitap, Kürt kardeşlerimize yeniden düşünme imkânı tanımak için, bölücüler tarafından propaganda amacıyla kullanılan iddiaların arka planını açıklamayı hedefliyor. Türk adını taşıyan bizlerin, kardeşlerimiz ve soydaşlarımız Kürtlerin son 150 yüzyıldır çeşitli dış güçler tarafından sürekli kandırılmaları karşısında ihmalimiz hatta onları tehlikeli görüşümüz, nihayetinde terörün de etkisi ile bizleri gittikçe daha fazla kutuplaştırdı. Bu kutuplaşma ve karşılıklı çekilen acılar daha fazla bizlere zarar vermeden bu gidişata dur demek, biz aydınların yapacağı akılcı çalışmalar ile mümkün olabilir. Tarih boyunca birlikte yaşamış ve aynı cephede savaşmış bizlerin her türlü bölücü düşünceden arınmamız için bu tür düşünceleri önce beyinlerden temizlememiz gereklidir. Bu kitap, Kürtleri yok saymak ya da Türk propagandası yapmak amacı ile yazılmadı. Amacımız, Türkler ve Kürtlerin et ve tırnak gibi ayrılmaz bir bütün olduğunu ortaya koymak, birlikte yaşamanın hem en doğru hem de kaçınılmaz bir gerçek olduğunu göstermektir. 

Yayın Tarihi 2011-03-11    
ISBN 9758773442    
Baskı Sayısı 1. Baskı    
Dil TÜRKÇE    
Sayfa Sayısı 424    
Cilt Tipi Karton Kapak    
Kağıt Cinsi Kitap Kağıdı    
Boyut 13.5 x 21.5 cm

***

   

Suriye’ye Giden Silahlar Türkiye’yi Vurur Mu?



Suriye’ye Giden Silahlar Türkiye’yi Vurur Mu?














Yazar: Ümit Özdağ
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü



Bu silahlar gittikçe sadece ağır silah tanımına giren silahları değil sofistike yani ileri teknoloji ürünü silahları da vermeye başladı. Silahların finansmanı Suudi Arabistan ve Katar tarafından gerçekleştirilirken onayı da ABD veriyor. Türkiye'nin rolü ise dağıtımcılık gibi görünüyor. İsyan ve direnişlere silah yardımı yapmanın büyük riskleri var. Çünkü isyancılara silah yardımı yapmak kurumsallaşmış bir orduya silah yardımı yapmak ile aynı şey değil. Ordulara yapılan yardımın kime gittiği belli.

Oysa isyancılara yapılan yardımın kimin eline ulaşacağı belli değil. ABD başta olmak üzere isyancılara yardım eden ülkelerin bunun sıkıntısını çektiği biliniyor. ABD tarafından Afganistan'da mücahitlere dağıtılan ve Kızılordu'nun Afganistan'da hava hakimiyetine ağır bir darbe vurarak Rus Ordusunun Afganistan'dan çekilmesinin önünü açan silah Stinger füzeleri olmuştur.

Daha sonra Taliban'ın Afganistan'ı Pakistan Hava Kuvvetleri'ni desteğinde ele geçirmesi öncesinde ABD Stinger füzelerinin mücahitlerden toplanması için büyük bir çaba sarf etmek zorunda kalmıştır. Bugünlerde Türkiye'den Suriyeli muhaliflere Suriye Hava Kuvvetlerine karşı kullanılmak üzere Stinger füzelerin verildiği haberleri basında yer almaktadır. New York Times gazetesi 15 Ağustos 2012'de sitesine Suriye muhalefetine 500 Stinger ve 1000 adet anti tank R.P.G. 7 füzelerinin verildiğini, bu silahların Suriye iç savaşını yarı yarıya kısaltacağını kaydetmiştir. New York Times anlaşılan bir uyarı üzerine bu haberi kısa bir süre sonra kaldırdı. Ancak ABD'nin en büyük bulvar gazetesi olan USA Today gazetesi, New York Times gazetesinden yaptığı alıntıyı sitesinde vermeye devam etmektedir.

Suriye'ye Türkiye üzerinden giden silahlar konusunda önemli iddialar muhalefet kaynaklarından gelmektedir. Silahların bir bölümü hiç kullanılmadan gömülmekte ve Esad sonrasında çıkacağı beklenen mezhep/etnik savaşta kullanılmaya hazırlanılmaktadır. Türkiye üzerinden gönderilen silahların bir bölümü de PKK'nın eline geçmektedir. Suriye muhalefetine Stinger füzesi verilmesi Türkiye için çok büyük bir risktir. PKK, eline 10 adet Stinger füzesi geçmesi için ruhunu bile satabilir. PKK'nın Stinger füzesine sahip olması Türk Ordusu'nun terör ile mücadelesine çok ağır bir darbe vuracaktır. TSK'nın terörle mücadelesinde özelikle Kara Havacılık Komutanlığına bağlı savaş helikopterleri ve taşıma helikopterlerinden oluşan filo büyük bir yarar sağlamaktadır. Birliklere büyük bir hareket kabiliyeti veren taşıma helikopterleri ve çatışan birliklere verdiği ateş desteğinin ötesinde birliklerin giremediği yalçın kayalık bölgelerde teröristleri üstün ateş gücü ile yok eden savaş helikopterleri terörle mücadelede çok büyük bir şanstır.

Üstelik PKK Stinger füzelerini eline geçiremese bile Şam Suriye Hava Kuvvetlerine karşı Stinger füzelerinin kullanılmasına PKK'ya Stinger'ların Rus muadili sayılan SA-7 füzelerinden verebilir. PKK, SA-7'leri bir kez 1990'larda çok kısıtlı miktarlarda Türkiye'nin Yugoslavya politikasına tepki gösteren Sırbistan'dan elde etmiş ve bir Süper Cobra ve bir Couger tipi Türk helikopterini düşürmüştür.

Özetle eğer New York Times'ın haberi doğru ise ki yalanlamadan sadece haberi servisten kaldırması bunu göstermektedir, Ankara çok tehlikeli bir adım atmıştır. Suriye'nin kuzeyinde de etkinlik kazanan, Şemdinli örneğinde görüldüğü gibi alan hakimiyeti kurma çabası gösteren, Hakkari valiliğinin "Şemdinli'de operasyon bitti" açıklamasını yaptıktan bir gün sonra yine Şemdinli'de kara yolunu keserek yok kontrolü yapan bir PKK'nın eline birde savaş uçakları, helikopterler ve tanklara karşı kullanabileceği silahlar geçer ise çok ciddi bir askeri-politik durum doğar.

Esad düşse bile önce Şam'da iktidardan düşecek ve "Nusayristan"a çekilerek oradan iç savaşı sürdürmeye devam edecektir. Bu durumda Esad, PKK'yı desteklemeye devam edecektir. AKP Hükümetinin böyle çılgın bir adımı atmadığı umudu ile.



***

Suriye’de iç Savaş ve Türkiye




Suriye’de iç Savaş ve Türkiye

Yazar: Ümit Özdağ












İç savaşın bir ana dinamiğini gelişmeleri kontrol edebilecek politikaları üretemeyen Beşşar Hükümeti oluşturuyor. İç savaş için diğer ana dinamiği ise muhalefeti destekleyerek, besleyerek ve yönlendirerek iç savaştan galip çıkacaklarına inandıran dış güçler oluşturuyor. Suriye'de ilk muhalefet gösterileri ve hükümet güçlerine karşı silahlı eylemler başladığı zaman konu ile ilgili herkes Suriye'de bir iç savaşın olağanüstü büyük muhtemel bölgesel sonuçlarından dolayı hiç kimsenin menfaatine olmayacağı ve hiçbir dış güç tarafında da desteklenmeyeceği şeklindeydi. Ancak aradan geçen aylar içinde gerek Şam yönetiminin etkili politikalar geliştirememesi gerek ABD dahil Batı'nın "Bu iş Esad ile devam etmez" düşüncesini gündeme yoğunlaştırarak taşıması ve Şam'a karşı politik ve ekonomik önlemlerin alınmaya başlaması, Suriye'ye muhalefeti iç savaş konusunda cesaretlendirmektedir.


















Suriye tam bir etnik mozaiktir. Genellikle % 90 Arap, % 9 Kürt, % 1 Çerkes, Ermeni, vs. şeklinde bir nüfus tanımı yapılsa da bu doğru değildir. Suriye'de özellikle Halep ve çevresinde yaşayan ve dilini koruyan Türklerin sayısı 1 milyon 300-500 bin civarındadır. Ancak sadece etnik doku bize Suriye'nin sosyal yapı kimliğini vermemektedir. Suriye'nin geleceği açısından mezhepsel ve dinsel yapı da bir öneme sahiptir. Suriye nüfusunun % 74'ü sünni Müslüman, % 12'si Nusayri Arap, % 3 Dürziler, % 10 değişik hristiyan mezhepleri ve Şam, Kamışlı ve Halep'de küçük Yahudi cemaatlerinden oluşmaktadır. 
Suriye'de bir iç savaş çıkması durumunda bu etnik ve dini/mezhepsel mozaik kendi içinde koalisyonlar oluşturarak aldıkları dış destek ile ülkeyi hızla bir kara deliğe çekecek iç savaşa sürükleyebilir. Özellikle Kuzey Irak'tan destek alacak olan Türkiye'nin sınırdaş olan Kamışlı çevresindeki Kürtler bu iç savaşı Suriye'den kopmak için etkili bir şekilde değerlendirmeye hazırlanmaktadırlar. Bu iç savaşa, İran, Hizbullah, Lübnan'daki değişik silahlı siyasi partiler karışacağı gibi Amerikan işgal güçlerinin çekilmesinden sonra üzerindeki baskı tamamen kalkacak Irak'taki sünni ve şii partiler de dahil olacaktır. Bu süreçte El Kaide'nin yer almayacağı düşünülemez.

Buraya kadar ortaya koyduğumuz çerçeve genelin tasvirinden ibarettir ve günlük gazete okuyucu herkesin bilgisi dahilindedir. Bu bilgi bize şu soruyu sordurmaktadır: "Türkiye'nin bugün izlediği politika Suriye'de bir iç savaşı engellemeye mi hizmet etmektedir yoksa bir iç savaşı hızlandırmakta mıdır?" Bu sorunun cevabı, AKP Hükümetinin izlediği Suriye politikasının Suriye'yi bir iç savaşa götüren yola taş taşımak olduğudur. 

Ankara'nın Suriye'nin bir iç savaş yaşamadan demokratikleşmesine katkısı daha kapsamlı ekonomik, siyasi, kültürel ilişkiler geliştirerek mümkündü. Şam ile çok boyutlu ilişkiler devam ederken AKP Hükümeti bir yandan da Esad rejimine demokratikleşme konusunda sabırlı telkinlerde bulunmaya devam etmeliydi. Ancak her neden ise AKP, PKK'ya gösterdiği sabrı Suriye'ye göstermemiştir. 2006'da PKK ile görüşmelere başlayan, 2009'dan itibaren Oslo ve Brüksel görüşmeleri ile müzakereleri protokollar çerçevesinde sürdüren AKP Hükümeti, PKK'nın bu süre içinde düzenlediği binlerce terör eylemine ve yüzlerce insanımızı katletmesine rağmen terör örgütü ile müzakerelere devam etmiştir. Öte yandan söz konusu Suriye olunca, A. Davutoğlu bir kez Suriye'ye gitmiş, Esad'a bir muhtıra vermiş ve bu muhtıranın kabul edilmediğini söyleyerek Şam ile ilişkiler askıya alınmıştır. 

Suriye'de bir iç savaş çıktığı zaman Türkiye iç savaştan çok boyutlu olarak etkilenecektir. Öncelikle yüz binlerce insan Türkiye sınırına doğru kaçabilir ve Türkiye'ye sığınmak isteyebilir. İç savaşın başlaması ile birlikte Esad rejimi elindeki her şeyi kullanmaya başlayacaktır. Bu çerçevede PKK ile on yıllar öncesine giden ve hiçbir zaman gerçek anlamda kopmamış olan bağlarını Türkiye'ye karşı kullanacaktır. Arap Baharı'nın Suriye'ye gelmesini AKP Hükümeti ile yürüttüğü müzakereleri kesmek ve daha uygun şartlarda müzakere edebilmek için terörü yükselten PKK bu desteği sevinç ile karşılayacaktır. Böylece PKK'nın Türkiye'ye karşı imkanları ve muhtemelen öldürücü silah türleri artacaktır. 

Oysa, Türkiye'nin Suriye'de çıkacak bir iç savaştan en fazla etkilenecek ülkelerin başında geldiği göz önünde tutularak, Suriye'de iç barışa katkıda bulunmak için daha sabırlı ve titiz bir telkin süreci üzerinde çalışılması gerekmekteydi. Türkiye, Orta Doğu'ya Batı'nın demokrasi ihracı politikalarını taklit ederek değil, bölgenin demokratikleşmesine kendi tarzını geliştirerek gerçek bir katkıda bulunma yolunu seçmeliydi. Bu sadece bir Şam ziyareti ve birkaç telefon görüşmesi ile alınabilecek bir sonuç değildir. Suriye yönetimini daha yoğun, çok düzeyli ve sürekli bilgilendirme, aydınlatma ve yönlendirmeyi gerektiren bir çalışmanın yapılması gerekirdi. Aslında bunu yapabilecek tek ülkede Türkiye idi. Ancak AKP Hükümeti bunu yapacağına, Batılıların Orta Doğu'ya davranış şeklini taklit ederek, hemen tehdit, baskı ve aşağılama yolunu tercih etti. Bu yaklaşımın bugün Orta Doğu'da Arap halklarının gözünden kaçmasının nedeni AKP'nin İsrail'e karşı kullandığı sert dil ve Arap Baharının henüz bir Arap lider bulamamış olmasıdır.


http://www.21yyte.org/kose-yazisi-yazdir/6323

***

CIA, Tayyip Erdoğan’a ' Seni Öldürürüm ' dedi!


CIA, Tayyip Erdoğan’a ' Seni Öldürürüm ' dedi!


Sabahattin Önkibar
Aydınlık Gazetesi, 
21.12.2016 


Bir: Kesin olan bir şey var ki o da Failin FETÖ’cü Hipnotize edilmiş bir Haşhaşinin olmasıdır.
İki: Rus Büyükelçisi'ni vur emrini veren tartışmasız olarak  Fetullah Gülen’dir, zira onun emri olmaksızın hiçbir haşhaşi veya şakirt böyle bir çılgınlığa kalkışamaz. 
Üç: Fetullah gibi her şeyini kaybetmiş biri bile cezaevindekilerin hatırına çok mecbur kalmasa bu emri vermez.
Dört: Fetullah’ı mecbur eden irade, Uşaklığını yaptığı CIA’nın kesin emridir.
Beş: Evet CIA Emretti, Fetullah Öldürtmüştür.
Altı: CIA, Fetullah’dan katilin özellikle polis olmasını istemiştir.
Yedi: Amacı Tayyip Erdoğan’a Mafyatik mesajdır.
Sekiz: CIA, Erdoğan’a seni o Rus elçisi metoduyla öldürürüm demektedir.
Dokuz: Rus Elçisi'ni öldüren polis Tayyip Erdoğan’ın son dönem koruma grubundan.
On: CIA,Tayyip Erdoğan’a polis ve asker içinde bunun gibiler elimde yüzlercesi var ve seni istediğim an yok ederim diyor.
On Bir: CIA, Tayyip Erdoğan’a, ölmek istemiyorsan, Suriye ve Halep konusunda Rusya ile anlaşma, Suriye’de YPG’ye itiraz etme, PKK ile mücadeleyi bırak ve yeni bir  süreç başlat, FETÖ’cülar ile uzlaş ve affet diyor.
On İki: Hayır bu suikastın Türk-Rus ilişkilerini sabote amacı olamaz zira ne Rusya’yı ne de Türkiye’yi yönetenler o kadar salak değil ki bunu CIA da biliyor.
On Üç: Suikastte güvensizlik iklimini yaratmak bir başka amaçtır ki hedeflenen Türkiye’yi dünyadan tecrit edip ekonomik çöküşü hazırlamaktır.
On Dört: Ancak katilin polisten seçilmesi Erdoğan’a mesaj   ihtimalini  öne   çıkarıyor.
On Beş: Tayyip Erdoğan namlunun ucundadır ve öldürülüp iç savaş çıkarılmak isteniyor.
On Altı: Erdoğan kazara tehdide boyun eğip geri adım atarsa sarı öküzü verir ve sonunu o dakika hazırlar.
On Yedi: CIA, eğer bu şekilde tehdide mecbur kaldı ise belli ki zordadır.
On Sekiz: Türkiye artık hiç düşünmeden ABD’ye somut karşılıklar vermeli. Mesela Diyarbakır ve hatta İncirlik üslerinin faaliyetlerine en azından geçici olarak sonlandırmalı.
On Dokuz: Buna ilaveten yapılan suikastın amacı bizim yazdığımız gibi tane tane bütün dünya’ya gerekçelerle beraber açıklanmalıdır.
Yirmi: Hadise büyük resimde tartışmasız olarak ABD’nin Türkiye’ye açıktan savaş ilanıdır.
Yirmi Bir: ABD’ye eğer kaybedecekleri fiili olarak hatırlatılmazsa CIA frene basmayacak ve iç savaş çıkarmak için benzer çabalarını sürdürecektir.
Yirmi İki: “Siyasetten çekildim” deyip her alanda kendini medyanın gözüne sokup ismini diri tutan Abdullah Gül’e çok dikkat edilmelidir zira ABD’nin projesi 
        Tayyip Erdoğan’ı yok edip onu oturtmaktır ki böyle bir şey Allah korusun o dakika Türkiye’nin manda idaresine girmesi demektir.
Yirmi Üç: Savaştayız ve savaş kuralları uygulanmalıdır.
Yirmi Dört: Türkiye 1923’ten bu güne kadar hiç bu kadar büyük bir tehditle yüz yüze gelmedi.
Yirmi Beş: Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!


https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/sabahattin-onkibar/2016-aralik/cia-tayyip-erdogan-a-seni-oldururum-dedi

****

26 Eylül 2017 Salı

Alevilerin Etnik Kimliği, Aleviler Kürt Mü? Türk Mü? BÖLÜM 3




Alevilerin Etnik Kimliği,  
Aleviler Kürt Mü? Türk Mü? BÖLÜM 3



DERSİM TARİHİ 
Ali Kaya 

Dersimliler, Daylam, Daylamlılar olarak anılan, Hazer denizinin güney batısıyla Tahran'ın kuzeyine düşen bölgede yaşayan bir toplum olarak bilinmektedir. ... Goranların yine Deylemliler olduğu da anlaşılmaktadır. 

Dersim denince iki özellik ön plana çıkıyor: 1. Dersim’de oturanların Zazaca konuşması, 2. Alevi olmaları. ... Bir de Dersim deyince Kürt Aleviler akla geliyor. ... Bazı kaynaklar Medlerin kuzey komşusu olan Deylemliler'den söz ediyor. Onların bugünkü Zaza’ların ataları olduğunu ifade ediyor. Ayrıca Minorski de ... “Zaza bu insanlara ve konuştukları dile, komşularınca verilen bir addır. Onları kendilerine Dimili derler.” Diyor. Bu yüzden Dersim’e Dimili derler. ... Deylemlerin Kürtlerin arasına karışıp Kuzey Mezopotamya bölgesine yerleşen Zazalar'ın ataları olduğu belirtilmektedir. ... Taylor, Dimilice'den hareketle, Zaza’ların ayrı bir halk olduğunu belirtmektedir. 
Deylemlilerin biraz önce de belirttiğim gibi 700-1200 yılları arasında çeşitli sebeplerden dolayı Dersim'e gelip yerleştikleri, buranın yerli halkıyla da kaynaşarak bugünkü Dersim halkını oluşturdukları bir gerçektir. 
Dilden hareket ettiğimiz zaman, her dil bir halktır. ... Almanca ile Hollanda’ca arasında yakınlık % 70'lere varmaktadır. 

M.Ö. 4000 yıllarında kısmen Dersim'e Sümerlerin egemen olduğu... İmparator Manuel 1052 yıllarında Bağın yöresine Barus komutasında ... 1055 de Barus'un yerine bu defa da Melisene geçer. Bizans İmparatoru Theodoros Bağın yönetimini ve Ermeni prenslerini savunma görevini Melisene'ye verir. ... 1226'da Anadolu Selçukluları Çemişkezek'i ele geçiriyorlar. 1228'de 
Mengücükoğulları topraklardan edilir Selçuklular tarafından. Böylece Dersim yöresi Selçukluların egemenliğine girer. ... Yavuz Sultan Selim Çaldıran Seferine çıktığı sıralarda, özellikle Dersim üzerinde büyük baskılar kuruyor. Bu Çaldıran seferine gitmeden önce yediden yetmişe olan Alevi kesiminin nüfusunu tespit ettirip daha sonra da bunların önemli kesimini öldürdükten sonra Çaldıran Savaşına katılır. 
1896 yılında özellikle Doğu Anadolu ile Güney Doğu Anadolu'da Mehmet Paşa'ya Hamidiye Alaylarını oluşturma görevi veriliyor. ... Bu Hamidiye Alayları içerisinde Dersim yöresindeki Alevi aşiretlerin olmaması Dersim Alevi aşiretlerinin tepkisine neden oluyor. ... 

1893'lerde Dersim'e Osmanlılar tarafından,. Nakşicilik de yayılmaya çalışılmıştır. 
23 Nisan 1920'de TBMM ilk Bileşik toplantısına Türkiye'nin değişik yerlerinden 330 milletvekili çağrılır. İlk toplantıya sadece 115 milletvekili katılır. Bu 115 milletvekilinden 6'sı Dersim milletvekilidir. 

O zamanda Dersim aşiretleri arasında sürekli çelişkiler var. Mesela Dersimliler Şeyh Sait İsyanına katılmamışlardır. ... Hükümet Dersim aşiretlerini memnun edebilmek için 1926 tarihinde Vali Cemal Bardakçı aracılığıyla Dersim aşiretlerini Ankara’ya çağırıyor. Ve bu dönemde, Dersim aşiretleri Hükümete destek vermişler. ... Devlet Dersim'e ... üvey evlat muamelesi yapıyor. 
Dersim'in vergi vermediği görülüyor. Bir başka sebep asker vermediği görülüyor. Oysa Dersimliler Osmanlı-Rus savaşında 10500 milis vermişler. 

Yani bu Cumhuriyet yönetimiyle Dersim arasındaki çelişkide esas olarak ekonomik sebepler olmasına rağmen tümü öyle değildir. Orada ağalarla halk arasında ya da ağalarla Cumhuriyet yönetimi arasında bir çelişki vardır. ... Her defasında Osmanlılar dönemi de dahil, Dersim'e karşı ibret alma düşmanlık yapma, öç alma, ayrı gayrı davranma yerine, eğer gerçekten onların diline, dinine, kültürüne, folkloruna saygı göstermiş olsalardı, gelenek göreneklerini doğal karşılasalardı, yöreye refah, sevgi, dostluk, ekonomik kalkınmayı götürmüş olsalardı ve her defasında askeri çözümler yerine devlet ekonomik anlamda iyileştirme yapmış olsaydı demokrasiye bağlı, insan hakları bazında, çözüm aramış olsalardı gerçekten Dersimlilerle Devlet arasında büyük sorunlar meydana gelmezdi. Bunlar yaşanmazdı. 

1937-38'de Dersim'in nüfusu yaklaşık 110 bin. ... 

4000 civarında insanımız 4000-7000 arasındaki insanımızın ne yazık ki çok hunharca öldürüldüğü yazıyor. Bu olaydan sonra da 72 bin insanımızın sürgün edildiği batının çeşitli illerine sürgün edilip orada adeta eza ve cefa çektiği gene belgelerde yazılı. 

KOÇGİRİ OLAYI 

Baki Öz 

Koçgiri bildiğiniz gibi bir aşiret. Ama bir aşiret değil, aşiretler federasyonu, konfederasyonu. ... 
Koçgiri Aşireti köken olarak Dersim aşiretler grubundandır. ... Vergi kayıtlarında 1360'lı 70’li yıllardan itibaren Koçgiri bölgesi vergi kayıtlarına geçmiş, vergi ödemiş. ... İzol Aşiretine dayanıyor. 

Şeyh Hasan aşiretine dayanıyor. Böylece Dersimli aşiretler grubuna dayanıyor. Dersim bölgesini aslında ta Asya'ya kadar götürmek gerekir. Köken olarak oralara kadar götürmek gerekir. Biz Koçgiri'nin izlerine Asya da Orta Asya'da rastlıyoruz. Karahanlı boyları içerisinde Koç kökenli, koç kelimesine dayanan boylar var. Ve boyların alt grupları oymaklar var. Mesela Karahanlı grubu 
içersinde Koçurgalılar boyları vardır. Hala da var bu Koçurganlar. ... Gelen bu boylar özellikle 

Dersim bölgesine yerleşiyor Dersim bir bakıma birikim noktası. Dersim çeşitli bölgelere Erzincan'a, Erzurum'a, Sivas bölgesine göç veriyor. ... Karahanlı boyları içerisinde Koçurganlar adını alıyorlar. Hala da bu boyların kalıntıları var. Bu boylar Türk kökenli. Yani Koçgiri bölgesinin halkı Kurmançca konuşuyor. Ama Kurmançca konuşmaları onların bir Kürt boyu oluşunu kanıtlamaz. ... Ekrat taifesi Osmanlı dilinde konar göçer, henüz konar göçerliği bırakmamış, Kürtleşmiş Türk boylarının adıdır. Türkmen taifesi der, Kürt taifesi der. ... 

Ama Türk iken Kürtleşenlere ise Ekrat boyları, Ekrat taifesi der. ... Ya da Ekrat Türkmeni der. 

Koçgiriler hayvancı bir toplum. ... Hayvancı toplumlar mutlaka boylarına hayvan figürleri damgalar verdikleri gibi, boy adları olarak da hayvan adları alırlar. ... Akkoyunlular, Karakoyunlular gene öyle. Bugün Dersim'in hangi yöresine giderseniz gidiniz koç başlı mezar heykellerine rastlarsınız. Koçgiri bölgesinde de koç başlı mezarlar oldukça hakimdir. Bu da onların kökeninin nerelere kadar gittiğini, yani hangi etnik boya dayandığının, yani Türk kökenli olduklarının bir kanıtıdır. 


Koçgiri Olayı, ... 1920 Eylülü ile 1921 Haziranı arasında Ulusal Kurtuluş Kuvvetleriyle Koçgiri'deki aşiret beyleri arasında geçen bir olay. ... Aleviler laik Cumhuriyet Mustafa Kemal'in mücadelesini (Kuvay-ı Milliye'nin) başından sonuna kadar yanında yer aldılar. Kurtuluş Savaşına iki toplumsal güç karşıydı. Bunlardan birisi şeriatçı padişah yanlısı oluşumlardı. İkincisi de gene Uğur 

Mumcu’nun şeriatçı Kürt ayaklanmaları diye ifade ettiği Kürt kökenli Şafii ayaklanmalardır. 

Burada 15-20 civarında ayaklanmayı kastediyor çeşitli yazarlar. ... Alevilerin genel konumu ise bunların ikisinin dışında Atatürk'ün yanındaydı. Fakat bu kuralın istisnası olarak iki olayla karşı karşıya kalıyoruz. Birincisi Koçgiri olayı ikincisi de Dersim olayı. Koç gölü zamanla değişerek dil kurallarına göre Koçgörü, Koçgiri'ye dönüştü. Koçgirililerin özellikle bağlandıkları Alevi Ocağı Baba Mansur Ocağıdır. Bir aşiret hareketi bu. Aşiret hareketi ama yönlendirme var işin içinde. Yönlendirme de Alevi güdüsüyle bir yönlendirme değil. Kürtlük güdüsüyle bir yönlendirme. ... İstanbul merkezli 1918’lerde kurulan Kürt Teali Cemiyeti vardır. ... Kürt Teali Cemiyetinin amacı Osmanlı Devletine 
bağlı, Osmanlı Devletinin içerisinde bir özerk Kürdistan kurmaktı. O dönemler Koçgiri aşiretinin başındaki Mustafa Paşanın ... Erzincan'a çağırılarak kılıç kuşandırılıp Paşalık veriliyor. ... Oğulları eğitim görüyorlar. ... Abdülhamit'in Kürt ağalarının çocuklarını alıp okutma ve daha sonra kendi hizmetinde kullanma gibi bir politikası vardı. 

Alişan ve Haydar Beyler de böyle bir eğitimden geçmiş ve sarayla bağı olan insanlar. ... O dönemde halk arasında Baytar Nuri adıyla geçen veteriner binbaşı Nuri Dersimi ... Onlar da Kürt Teali Cemiyeti çerçevesinde ... Ve teorisini Baytar Nuri hazırlıyor. Çünkü ne Alişan Bey'de ne de Haydar Bey’de olayın teorisi yok. O bölgede bir Kürt örgütlenmesi yapılıyor. Ortaya güya Zülfikar koyma gibi. Zülfikar üzerine yemin etme gibi. Bunlar Alevilikte saygınlığı olan şeyler. 

DERSİM OLAYI 

Dersim, Osmanlı'da bağımsız bir bölgeydi, bağımsız bir eyaletti, bugünkü tabirle söylersek. 
Osmanlı yönetimi dönme devşirmelerden oluşuyordu. Yani Türk olmayan daha çok Bulgar, Sırp, Hırvat, Ermeni, Yahudi v.s. kimlikli insanların alınıp Osmanlı edebine göre yetiştirilmesinden sonra, Osmanlı bürokrasisinde görev verilmesinden oluşuyordu. Bu nedenle Osmanlı yönetimindeki idari 
yapıya birçok tarihçi gibi ben de dönme devşirmelerden oluşan bir idari yapı olarak görüyorum. 

Bu yapıdan oluşan hilafetçi, saltanatçı, teokratik bir yönetimdi. Dini esaslara göre yönetiliyordu. 

Mülkiyet ilişkisi açısından bakıldığında, Osmanlı’da tüm mülk Tanrı adına padişahındı. Dersim’in de içinde yer aldığı Kürdistan denilen topraklarda, ağalar ve aşiret reisleri mülkün sahibiydi. Yani diğer yelerde mülk padişahların, bu bölgede ise babadan oğula geçen aşiret ağalarınındı. ... 
Dersim halkı Osmanlı'nın gözünde kafirdi, zındıktı. Dersim halkıyla M. Kemal'i Osmanlı karşıtlığı, ulusal kurtuluş mücadelesi şartlarında bir araya getirmişti. 
Kurtuluş Savaşı sonrası Doğu bölgesinde ya da Kürtler arasında Dersim'i de o bölge içinde sayarsak iki akım vardı: Esas akım, ana akım, milli hükümetle birlikte yani ulusal kurtuluş mücadelesinin yanında yer alan akımdı. İkincisi ise İngilizlerle ve Damat Ferit Hükümeti içinde sonuçta bir Kürt Devleti'ni kurmayı amaçlayan akımdı. İstanbul’daki Kürt unsurlar ise kendi içinde İngiliz karşıtı ve kesinlikle Türk yanlısı olanlar olarak ikiye ayrılmıştı aydınlar. 

Bu iki akımdan İngiliz işbirlikçisi olan zayıf akım esas olarak Kürdistan Teali Cemiyetinde örgütlenmişti. ... Önemli kadroları genellikle köklü Kürt ailelerinden gelmekteydiler. 

Kürdistan Teali Cemiyeti kendi içinde iki kanattan oluşmuş. Bunlardan biri Seyit Abdülkadir kanadı. 
Kürt milli haklarını Osmanlı Devleti'nin bünyesinde sağlamak isteyen kanat. Bir de Kamuran Bedirhan önderliğindeki Teşkilat-ı İçtimaiye adını taşıyan bağımsız gruptu. Bu ise bağımsız Kürdistan kurmayı amaçlıyordu. Ancak her iki grup da bizzat Kürt yazarlarının da saptadıkları gibi aşırı İngiliz yanlısı idiler. ... Hatta Seyit Abdülkadir, Bedirhani Emin Ali, Bediüzzaman Said-i Nursi Amerikan komiserlerine harita üzerinde Kürdistan sınırlarını belirterek denizlere bir çıkış bulunması zorunluluğunu bile anlatmışlardır. 

Erzurum Kongresinde Kürt ileri gelenlerini ve Kürt halkını milli mücadeleye kazanan Mustafa Kemal Paşanın, Sivas'a gelince daha sonra Koçgiri İsyanına liderlik yapacak olan Alişan Bey'le buluştuğunu hatta ona milletvekilliği teklif ettiğini de biliyoruz. ... Mustafa Kemal Paşa'yla işbirliği yapan Kürt mebuslarının sayısı o sırada 70 civarındadır. 

Şimdi baktığımızda yaklaşık 400 yıldır bağımsız yaşamış, bir anlamda merkezi otoriteyi kabul etmemiş Dersim önderleri, merkezi otoriteyi kabul etmeye direniyorlardı. Dersim’i ağalar yönetiyordu. ... Dersim’e yol, okul, karakol, kaymakamlık, valilik gibi devletin bölgeye girmesini gerektirecek kurumların yerleşmesini istemiyordu Dersim feodalleri. Dinleyici: Bu konuda özellikle Dersim konusunda size bir tek kaynak öneririm. Bu kaynak Türkiye Cumhuriyeti tarihinin çok önemli bir kaynağıdır. Ve çok önemli bir itirafıdır. Bu Sayın İhsan Sabri Çağlayangil'in itirafıdır, anılarıdır. ... O anılarda anlatılan, Seyit Rıza'ya yönelik kanunsuzluk, hukuksuzluk, idamının nasıl yapıldığı bütünüyle anlatılmaktadır. Yani Seyit Rıza'nın sizin de öyle söylediğiniz gibi, ağalık yanı yok. Seyit Rıza tamamen kendine özgü bir din adamıdır. ... Çağlayangil ... Sıkıyönetim Komutanına der ki, siz bu iki kişiyi, savcı hakim görevden alın. Benim yanımda getirdiğim bu hukuk mezunu müfettişi biz atarız. Aynen bu şekilde yapılır, bu adam atanır. Hukuk mezunu olmanın ötesinde hiçbir hukuki formasyonu olmayan bu kişi de Seyit Rıza'nın idamına karar verir. Ve M. Kemal oraya gitmeden bir gün önce Seyit Rıza orada asılır. Seyit Rıza'nın sizin söylediğiniz gibi dil dinamiklerle yakından uzaktan ilgisi yoktur. 
Seyit Rıza'nın kendisi Erzincan’da Vali ile görüşmeye giderken yakalanmış, oradan Elazığ’a getirilmiş ve yargılanma süreci sonunda üstelik yaşı küçültülerek, kendisinin yaşı 80’in üstünde olduğu için, yani idam edilme yaş sınırını aştığı için, yaşı küçültülmüş, oğlunun ise yaşı büyültülerek asılmıştır. 

Dersim millet meclisine 6 vekil göndermiş, ama kendisi millet meclisini tanımıyor, devleti tanımıyor. 

Bu durum ne kadar devam edebilirdi? ... Mustafa Kemal Dersim'deki bu duruma hiçbir bölgede olmadığı kadar toleranslı davranmıştır. ... Esas çelişkinin halk ile Cumhuriyet yönetimi arasında olmadığını, esas çelişkinin mahalli otorite ile merkezi otorite arasında olduğunu, bölgedeki halkın son 60 yıldır gösterdiği, Cumhuriyet laiklik ve demokrasiden yana olan siyasi tavrı göstermektedir. 

ALEVİLER KÜRT MÜ TÜRK MÜ? 

Türkler, İslamiyet'i doğuşundan yaklaşık 300 yıl sonra Türkistan’ı fethe gelen Arap orduları ile tanışmışlardır. Bu fethe çok direnmişler, sonuçta da çok kan dökülmüştür. Kabul ettiklerinde ise İslam içindeki Emevi Müslümanlığını değil Ehlibeyt yandaşlığını seçmişlerdir. 

Orta Asya'da, Yusuf Hemedani, Ahmet Yesevi, Lokman Parende ve Hacı Bektaş Veli, İslamiyet'i Türk sufiliği ile bütünleştirmişlerdir. İslamiyet’i Türkçe konuşturmuşlardır. Kürtçe ya da Zazaca konuşan Alevilerin ortaya çıkması Kürtlerin veya Zaza’ların Aleviliği benimsemesi sonucu olmamıştır. Bu olasılık din sosyolojisi açısından mümkün olmasına karşın Osmanlı tarihinin gelişim seyri açısından mümkün gözükmüyor. Kürtlerin Aleviliği benimsemesini iddia etmek Osmanlı tarihini bilmemektir. Çünkü Osmanlı, Fatih döneminde başlayan Yavuz ve Kanuni döneminde daha yoğunlaşan bir ölçüde Türkmen karşıtıdır. Türkmenler de Alevi olmaları nedeniyle Alevi karşıtıdır. Kürtler ise o yıllarda Osmanlı tarafından korunan, kollanan adeta Osmanlı'nın vurucu gücüdür. 

1516-1517 Çaldıran Savaşına dek Erzincan, Erzurum, Diyarbakır valileri Erdebil Dergahı tarafından atanırmış. Yani Türkmen Safevi Devleti bu bölgelerin valilerini atarmış. O yıllarda bugünkü Doğu ve Güney Doğu Anadolu'ya Türkmen egemenmiş. O bölgeyi Osmanlı Kürtleştirmiş. Doğan Avcıoğlu ne yazıyor: “Güneydoğu Anadolu, Safeviler’in elinde kalsa idi, Türkçe orada rakipsiz bir dil olurdu. Bölge Türkleşirdi. Osmanlı'da bu ters oldu. Şah İsmail'in peşindeki Kızılbaş Türkmen'e karşı, Osmanlı çoğu Sünni ve Şafi olan Kürt beylerini tutmuştur.” Orta Anadolu'da yaşayan Türkmenler, Osmanlı zulmünden canlarını kurtarmak için kuş uçmaz, kervan geçmez dağ başlarına kaçmışlardır. Çünkü Osmanlı'nın gözünde Türkmen potansiyel suçlu idi. ... Ord. Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan nasıl bir tespit yapmış: “Osmanlı İmparatorluğunda çeşitli tarihlerde iskan amacı ile v.s sürgün edilen kitlenin çoğunu adi suçlular teşkil ediyordu. 
Kızılbaşlık da bu adi suçlar arasında sayılıp sürgün nedeni oluyor.” 

Bu yıllarda Türkmen ve Alevi olmak sürgün ve “katli vacip” nedeni oluştururken Kürtler imtiyazlı toplumsal kesimi oluşturuyor. Kürtlerin böyle bir durumda Aleviliği benimsemeleri olasılık dışıdır. Bırakalım Kürtlerin Aleviliği benimseme sini, iktidar mezhebi olduğu halde daha ılımlı İslamı temsil eden Hanefiliği bile Kürtler benimsememişlerdir. Kürt olup Hanefi olan azınlık kesim ise, Kürtleşen 
Türkmenlerdir. ... Doğan Avcıoğlu'nun tespiti: "Osmanlı, Kürdistan adını verdiği bölgede devletin temel dayanağı olan tımar sistemini uygulamaz. Devletin yönetimini bölgede, yönetim babadan oğula geçtiği Kürt beylerine bırakır. Bölgede bulunan Türkmenlerin önemli bir bölümü dillerini unutur ve Kürt kabilelerine karışır.”... Avcıoğlu'nun tespit yaptığı yıllar 1500'lü yıllardır. 

GÖKALP, ÖCALAN VE DİYARBAKIR’IN KÜRTLEŞMESİ 

Tarih kitapları Diyarbakır’ın Eylül 1515'de Osmanlı İmparatorluğu'na katıldığını yazıyor. ... Ondan Öne Diyarbakır valisi Safevi Devleti tarafından atanırmış. Yani Diyarbakır Türkmen Safevi Devletine idare olarak bağlı imiş. Erzincan valisi gibi, Diyarbakır valisi de Erdebil’den atanırmış. 
Çaldıran Savaşını Şah İsmail yani Türkmenler kaybettiği için Doğu Anadolu Kürtleşti. ... Çünkü İdris Bitlisi aracılığı ile Kürt Ağaları, aşiret reisleri ve Kürt şeyhleri Osmanlı-Safevi Savaşında Osmanlı'nın yanında yer aldılar. Karşılığında da Doğu Anadolu'nun tapusunu adeta aldılar. Ziya Gökalp ... Diyarbakırlıların konuştuğu Kürtçe'nin suni olduğunu söylüyor. Bu şivenin Türk Kürtçesi olduğu tespitini yapıyor. Diyarbakırlıların Türk olduğuna ilişkin en önemli delil dildir diyor. ... 

Diyarbakır'ın hakiki yerli halkı Hanefi'dir. Kürtler ise Şafii’dir. Kürtlerden başka Şafii yoktur. Türklerin ise çoğunluğu Hanefi’dir. 

İşte Abdullah Öcalan’ın konu ile ilgili yazdıkları: “Benim meselem bir Kürtçülük icat etmek değildir. Benim ana tarafım Türk. Benim anam Türk'ten çok, Türkmen’e benzer.” ... “Selçuklu tarihini inceleyin Kürt ve Türk beylikleri iç içedir. Daha başka örnekler de verebilirim. Karakoyunlular, 
Akkoyunlular, Artukoğulları Kürt coğrafyası içerisindedir ve çoğu Kürt onu kendi beyi sanır ve bazı Kürt beylikleri de Türkmen boylarının beyidir. Bu kadar içiçelik vardır.” ... "Birçok Türk beyinin Mardin'de, Diyarbakır'da Ahlat'da, Erzurum'da kurduğu beylikler var. Hepsinin içinde Kürt-Türk karışmıştır ve işin ilginç yanı, birçok Türk boyu Kürtleşmiştir. Örneğin Karakeçililer, bugün Karacadağ eteklerinde yaşıyorlar, hepsi de benden daha fazla Kürt ve hiç Türkçe bilmezler. 
Karakeçililer aslında bir Türkmen boyudur; buna benzer birçok boy var.” 

DİL, DİN, ETNİSİTE İLİŞKİSİ YA DA DİL, DİN, MİLLİYET İLİŞKİSİ 

Hemen hemen hiçbir toplum ilk ortaya çıktığından günümüze dek aynı dili, aynı inancı hatta aynı etnik kimliği izlemiyor. 

Tarihin tanıdığı ilk Türkler'in, bu adı taşımamakla beraber, Hunlar olduğu hemen hemen kesindir. 
Yahudiler dışında Museviliği kabul eden tek farklı milliyet ise Hazar Türkleridir. Museviliği kabul eden Hazar Türkleri tarihsel süreç içinde Musevileşmekle kalmadılar Yahudileştiler. Yani Yahudileşen bir Türkmen boyu söz konusudur. 
Antropologlar; yaptıkları incelemelerde Ön Asya'da elde ettikleri buluntulardan, Sümer, Kut, Elam ve Hurri topluluklarının Ural-Altay kavimlerinden özellikle atlı göçebe Türk unsurlar olabileceği kanaatine varmıştır. Eski Ön Asya Tarihi uzmanı F. Hemmel, Sümerleri tamamıyla Türk olarak kabul etmektedir. Orta Asya'dan 4500-5000 yıllarında gelen Türkler'in Sümerleri oluşturduğunu ileri sürer. Sümerce'deki 350 kelimenin Türkçe olduğunu savunur. Sadece Doğu Anadolu’da 11. ve 16. yüzyılda yerleşik Oğuz Türkmen beyliklerinin kurduğu devletler şunlardır: 

1. Yukarı Fırat’da Saltuklar (1072-1202) 
2. Aşağı Fırat’da Mengücekler (1080-1228) 
3. Bitlis’te Dilmaçoğulları (1084-1393) 
4. Van’da Sökmenliler (Atlahşahlar) (1110-1207) 
5. Diyarbakır’da Yınaloğulları (1098-1183) 
6. Harput’da Çubukoğulları (1085-1113) 
7. Doğu ve Güneydoğuda Artukoğulları (12.-14.yy) 
8. Karakoyunlular (1365-1469) 
9. Akkoyunlular (1469-1508) 

Doğu Anadolu'da kurulmuş Türk Devletlerine baktığımızda en geç tarih 1469-1508 ile Akkoyunlu Türkleri'dir. 1500'erden sonra ise Doğu Anadolu Tarihi incelendiğinde Osmanlı ile işbirliği ile bölgenin Kürtleştiği gözleniyor. 

Bunların bir kısmı Türkçe’yi bile bilmezken bir kısmı ise kendi ana dilini bile bilmezdi. Bir yandan da gizli bir dil ve gizli bir din taşıdıkları iddia edilir; 
Prof.Orhan Türkdoğan ... “Devşirme sisteminde militarist kadro ile bürokrasi tamamıyla Türk olmayan gruplara emanet ediliyor. Anadolu çocukları ise çiftçi (reaya) durumunda kalıyorlardı. ... Bizans İmparatorluğunda olmayan soylu sınıf yani "Fener Aristokrasisi" 18."yy. dan itibaren Enderun nimetlerinden yararlanarak oluşmuştur” diyor. Prof. Dr. Bernard Lewis ... “Yunanistan'a gönderilen Karaman Rumları din itibariyle Hıristiyan Rumlardı, yine de bunların çoğu Rumca bilmiyordu. Dilleri -Grek yazısı ile yazdıkları- Türkçe idi. ... 
Yapılan iş, bir Türk ve Rum mübadelesi değil, daha çok bir Rum Ortodoks ve Osmanlı Müslüman mübadelesi idi. ... Bunun hiç bir şekilde vatana iade olmadığı, iki sürgüne gönderme -Hıristiyan Türkler'in Yunanistan'a, Müslüman Yunanlıların da Türkiye'ye- olduğu sonucuna bile varabilir.” Aslında sosyal olarak Türkleşmişler. Bunlara; Türkleşmiş Arnavut, Türkleşmiş Makedon, Türkleşmiş 
Bulgar v.s. denebilir. Ama etnik olarak Türk değiller. Vatandaşlık bağı ile T.C. vatandaşı ve kendileri Türk olabilirler. “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyen herkese Türk denmesi gerektiği gibi... Osmanlı'nın Yemen'e iki büyük seferi var. Biri 16. yüzyılda Portekizlilerin bölgeye geldiği dönemde. Öteki de 18. yüzyılın sonunda. 

Osmanlı'nın 1918'de çekilme kararı almasının ardından, Yemen'den ayrılmayan Anadolu kökenlilerin bugünkü devamı olanların nüfusu 500 bini geçer. 

Sibirya'dan Saha Türkleri'nden ve ABD'de Kızılderili Türkler'in Meluncan’ların katıldığı geniş bir yelpaze gözleniyor. 

Sadece devlet başkanlarının katıldığı 2000 yılındaki Türk Devletleri Sempozyumunda ise devlet başkanları düzeyinde bile ortak dil konusunda sorun yaşanınca bu kez de ortak dil İngilizce olmuştu. 

"Türk Dünyası" toplantılarına bir de Yeni Dünyadan, ABD’den gelip katılan Meluncanlar ve Kızılderililer var. Bunlar da her toplantıya katılmaya çalışıyorlar ve Türkçe bilmedikleri halde ısrarla "Biz Türk’üz" diyorlar. Peki bunlara ne diyeceğiz? Bunların ille de Türk’üz demelerinin sebebi de Kemalistler tarafından asimile edilmeleri midir? 

Türkler'in ilk uygarlıklarının M.Ö. 8.-10. yy. a dek ulaştığını kaynaklar yazıyor. ... Türkler'in sadece inandığı dinler ve Türkler'in konuştuğu diller üstüne yapılmış araştırmalar yazılmış kitaplar var. Bu durum bile olayın ciddiyetini ortaya koyuyor. Türkler tarihleri boyunca bir dizi din ve dil olduğu gibi bir dizi de Alfabe değiştirmişlerdir. 

Türkiye'de Türkler ve Kürtler dışında sayısal olarak bir önemli grup da Çerkes'lerdir. Çerkesler; Osmanlı-Rus savaşları sonucu 1860'lardan sonra Anadolu ile tanıştılar. Osmanlı'yı tutan Çerkesler savaşta Osmanlı yenilince Anayurtları Kafkasya'dan göç ettiler. Bir kısmı Ürdün'e, bir kısmı Balkanlar'a giderken önemli bir nüfus da Anadolu'ya geliyor. Hatta bugün Türkiye'de bulunan Çerkes nüfusun ana yurtları Kafkasya'dan 3 kat fazla olduğu ifade ediliyor. 

Üstelik Çerkes denilince bir etnik grup diye ifade edilmesi de tam doğru ifade olmuyor. Çünkü aslında Çerkes diye bir etnik grup yok. Çerkesce diye bir dil de yok. Türkiye'deki Kafkas gruplardan "Adıgeler"e Çerkes deniyor. Bunlar ise; Abhazlar, Osetler, Şapsığlar, Kabarteyler, Balkarlar, Çeçenler v.s. 20 civarında olan toplumsal grup var. Sosyolojik olarak "kabile" denebilecek toplumsal yapılanmalar. Dil açısından da bir birlik yok. ... Bunların hiç biri Çerkesce değil, dolayısıyla Çerkesce diye bir dil yok. Ama aynı zamanda hepsine de tek tek veya topluca Çerkesce deniyor. Çerkeslik bir üst kimlik, diğerleri alt kimlik denebilir. 
Zazalar kendilerini Kürt olarak kabul etmiyorlar. Zazalar kendilerini ayrı bir etnik yapı olarak kabul ediyorlar. “Biz ne Kürt’üz, ne de Türk’üz biz ayrı bir etnik yapıyız. Biz Zaza’yız” diyorlar. 

Yahudiler... İspanya'dan Osmanlı'ya gelenler Safaratça konuşurlar. 
Kürtlerin nasıl ki bazı istisnalar dışında tümü inanç olarak İslamiyet'in Şafii mezhebine mensupsalar, Yahudiler de bazı istisnalar dışında tümü Musevi’dir. 
Bazı Ermeniler bu olaya dahil olmamak için Kürtler ve Aleviler arasına gizlenmişler ve süreç içinde ise bir kısmı Kürtleşmiş veya Alevileşmiştir. 

Türkiye'de yaşayan Ermenilerin çoğu anadilini unutmuştur. Lozan’da elde ettikleri temel haklara karşın Türkler'le ve Kürtlerle içli-dışlı yaşamları onların bir kısmını Kürtleştirirken bir kısmını da Türkleştirmiştir. 

Süryanilik dinsel bir ayırım. Doğu Hıristiyanlığı denilen bir Hıristiyan ekolü. Hıristiyanlık içinde kendilerine özgü farklı yorumları var. 

Süryanilerin ana dillerinin Süryanice veya Suritçe olduğu biliniyor. ... Süryaniler; Mardin'de Süryanice konuşuyor. Diyarbakır'da Kürtçe, Irak ve Suriye'de Arapça konuşuyor, 

İstanbul’da Türkçe. 

Kendilerine son yıllarda Asuriler de diyen Nesturiler'de dil, din, etnisite ilişkileri nasıl yapılanmış? 

Anavatanları Suriye. ... İbadet dilleri Süryanice, kendileri etnik olarak Asur. ... Kendilerine Nesturi, kendilerine sosyolojik olarak yakın akraba olan diğer bir Asuri topluma da Keldani diyorlar. Keldaniler'in ibadet dilleri olan Süryanice dışında bir de ana dillerinden bahsediliyor. Onun adı Suritçe'dir. 

Kürtçe ya da Zazaca konuşan yaşlı Aleviler ısrarla ama ısrarla kendilerinin Türk olduğunu vurgularken son yıllarda siyasi – ideolojik olarak Kürt siyasi hareketinin etkisinde kalan gençler ise Kürt olduğunu söylüyor. 

İşin ilginç yanı; Alevi Türkmen'in Kürtleşmesine Abdullah Öcalan dahil ,Şafii Kürtler yani etnik Kürtler bu saptamalara soğukkanlı bakarken hatta doğrularken her nedense Alevi kökenli ve kendisini Kürt kabul eden bazı "aydınlar" ve gençler olağan dışı kırıcı davranıyorlar. Hatta saldırgan tavırlar alıyorlar. 
Asimilasyon aynı zamanda toplumsal dönmelik olayıdır. Dönmelerin ise genel olarak asıllarından daha saldırgan oldukları tarihte örnekleri çok bilinen bir olaydır. 

Bir Anadolu hayranı Sabahattin, Eyüboğlu’nun “Mavi ve Kara” da yazdıklarını sizlerle paylaşarak bitirmek istiyorum: “Halkımızın tarihi Anadolu'nun tarihidir. Paganmışız, bir zaman sonra Hıristiyan olmuşuz, sonra Müslüman. Tapınakları kuran da bu halkmış, kiliseleri de, camileri de ... 
Bembeyaz tiyatroları dolduran da bizmişiz, karanlık kervan sarayları da. Kah bozkıra çıkmışız, kah mavi denize. Sayısız devletler, medeniyetler bizim sırtımızdan yükselmiş. Yetmiş iki dili konuşmuşuz, Türkçe’de karar kılmadan önce.” 

***