2 Aralık 2018 Pazar

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 4

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, . BÖLÜM 4


Ecevit, İdeolojik-teorik-örgütsel hangi hakla ve hâlâ " Demokratik Sol " literatürünü kullanmaktadır?

Özetle: Siyasal-ekonomik krizin birincil sorumluları 1950'den bu yana "Washington ve Brüksel güdümünde" Türkiye'yi yöneten iktidarlardır. Hesap onlardan sorulmalıdır.
Ekonomik krizin faturasını da hortumcular yanında 1950-2000 yılı döneminde
palazlanan ticaret, sanayi ve mali sermaye burjuvazisi ödemelidir. İşçi, emekçi,
yoksul köylü, memur, esnaf, dar ve sabit gelirlilerle ezilen ve sömürülen halk değil. Yukarıda yer alan açıklamalarında Zihnipaşa İşkence Köşkünden(26) CIA ve Pentagon'a giden izleri saptadığımı, "Kontrgerilla Gerçeği"nden Ergenekon
Örgütü'ne(27) 1990'daki İtalya'da ortaya çıkan Gladio örgütünün arkasında CIA
işbirlikçisi yerli istihbarat örgütleriyle P-2 Mason Locası desteğinde NATO'nun yeraltı örgütleri kurup ABD çıkarlarına göre iç politikaya yön verdiğini açıklamıştım.

Peki CIA'yı kim yönetiyordu? Görünürde ABD, gerçekte CFR (Commission of Foreign Relation) -Dış İlişkiler Komisyonu- 1975 yılında Nelson Rockefeller Commission, ABD'nin bütün istihbarat örgütlerini CFR denetimine alma kararı aldı. (28) 1972'de falakadan geçirilen bir kurmay subay olan ben, Zihni Paşa Köşkü işkencecilerini, onları yüreklendiren emperyalist işbirlikçisi güç, örgüt ve iktidarların yıllarca izini sürüp Kapitalist Enternasyonalin en üst örgütü olan CFR'e ulaştım. Bu emperyalist yapılanma anlaşılmadan küreselleşme hıyanetinin dünya halklarını soyma, sömürme girişimlerine doğru tanılar konulamaz. ABD'nin Dünya Egemenliği niyeti de tüm boyutları ile saptanamaz.

Uluslararası Kapitalizmin Örgütleri, hegemonik sömürücü ilkelerini masonizmden
almıştır. Tüm dünyada etkinliğini sürdüren, kapitalist değer yargılarını benimseyen Mason Locaları bu tür yapılanmanın temelini oluşturmuştur. Bu tür örgütlerin tüm Üyeleri ismen saptanıldığında savımız kesinlikle doğrulanabilir.
ABD emperyalizmi Masonluk baz alınarak üst ve alt (premasonik örgütler) kurmak ve her sektörden -siyaset, ticaret, sanayi, bankacılık, bürokrat, basın mensubu, akademisyen, asker, istihbaratçı, meslek örgütü yöneticisi vb. gibi- kişileri kendi denetimindeki Örgütlere üye etmek suretiyle işbirlikçiler ağını kurmak yöntemiyle küreselleşmiştir. Buna karşılık küreselleşmenin işbirlikçilerine iktidar, itibar, şöhret, makam, para vb. gibi olanaklar sağlanmaktadır. Küreselleşen medya kendi adamlarını öne çıkarmakta, işbirlikçi ve işbirlikçi iktidarları desteklemektedir. Tüm bu örgütlenme Mason yeminine sadık kalınarak halktan gizlenmekte, örgütler hiyerarşisinde yukardan-aşağı küreselleşmecilerin emperyalist çıkarları doğrultusunda alınan kararlar uygulanmaktadır.

Kağıt 1 ABD dolarının arkasındaki amblemden söz etmiştim. Şimdi de seçilmiş
kişilerden oluşan ve 1907 yılında ABD'de kurulan "Skulls & Bonnes Society" den(29)' söz etmek İstiyorum. Bu yılın başında sinemalarımızda gösterime giren "Saklı Seçilmişler" adlı filmde bu örgütün içyüzü açıklandı. Filmin adı yanlış tercüme edilmişti.

Eleştirmenler Örgülün içyüzü hakkında bilgi sahibi olmadıkları için gördükleriyle
yetindiler. Bu arada açıklanan tek gerçek dört ABD Başkanı'nın "Kafatasları ve
Kemikler Örgütüne" üye olmalarıydı. Bu yönü ile "Skull & Bonnes Society"ye ABD emperyalizminin ilk üst gizli örgütü diyebiliriz. Gerçekleri yansıtan filmde yemin sahnesi ve seremonisinin geçtiği taştan yapılma bir mekânın duvarında 2 metre kadar büyüklükte War -Savaş- yazıyordu. Kuşkusuz emperyalist canavarın palazlanması için savaşa gereksinimi vardı.

Küreselleşmenin Gizli Örgütleri(30)

1. Commission of Foreing Reiation = CFR -Kuruluşu: -1921-Dış İlişkiler Komisyonu.
2. Bilderberg Group = BG -Kuruluşu: 1954,
3. Trilateral Commission = TC -Kuruluşu: 1971, Üçlü Komisyon.

CFR "Dış İlişkiler Komisyonu"nun fikir babası Rockefeller olup 1921 yılında
Newyork'ta siyonist-üniversal mali sermaye oligarşisinin Önderliğinde kurulmuştur.

Örgüte seçilmiş ABD vatandaşları üye olabilir. Dünyada tek istisna Rahmi Koç'tur.
Geçen yıl David Rockefeller Türkiye'yi ziyaret ettiğinde bu üyelik açıklandı. (31)
21 CFR üyesinden oluşan heyet politik gelişmeler, insan hakları, hükümetin yeniden yapılanması, özelleştirme, enflasyon, nüfus artışı, depremin tahribatı, konularında bilgi aldılar...
Bu arada Demirci, CFR Onursal Başkanı David Rockefeller'e bilgi verip "Yeni Türkiye Cumhuriyeti"n den söz etti... (32)

BG (Bilderberg Group): CFR'nin alt Örgütü olarak küreselleşmenin Avrupa ayağını oluşturmak üzere Hollanda Prensi Bernard başkanlığında, Yahudi asıllı Polonyalı Joshep Rettinger'in fikir babalığı yaptığı bu örgüt Hollanda'nın Dosterbeek Bilderberg Otelinde CIA denetiminde ilk toplantısını yapmıştır. Adını otelden almaktadır. Örgüte  seçilenler her yıl bir ülkede toplanıp CFR paralelinde gizli kararlar alıp uyguluyorlar.

Örgüte ABD'li, Avrupa'lı, Türkiye'li seçilmişler üye olabilir.

TC (Trilateral Commission) Üçlü Komisyon: 1971 yılında Zbigniew Brzezinski'nin fikir babalığında kurulmuştur. Küreselleşmenin gizli örgütlenmesi içine Japonya da dahil edilmiştir.

Örgüte üye olabilmek için seçilmiş ABD'li, Avrupalı ve Japon olmak gerekiyor.
Küresel Seçkinlerin Hiyerarşisi(33)
Bu kişiler kendi aralarında: Dış halka, merkez halka, iç halka ve Boğanın
Göz bebeğin de "Center Of the Bulls Eye" şeklinde yer almakta ve küreselleşmenin gizli kararlarından bir oranda haberli kılınmaktadır. 
Tıpkı masonik hiyerarşide olduğu gibi...

Küreselleşmenin liderleri seçilmişlerin seçilmişleri olan "Center Of ıhe Bull's Eye"m lideri. CFR örgütünün onursal başkanı David Rockefeller bu anlamda "Dünya İmparatora" olup ABD Başkanı dahil tüm devlet kuruluşları, çok uluslu şirketler ve küresel coğrafyadaki tüm örgütlerin patronu konumundadır. D. Rockefeller'in karar organına üye olmak için CFR+TC+BB örgütlerinin her üçüne de üye ABD vatandaşları içinde seçilmiş olmak gerekiyor. Birkaç örnek vermek gerekirse: George Bush" Bili Clinton, Henry Kissinger, Zbigniew Brzezinski sayılabilir.
Henry Kissinger,(35) Bilderberg Örgütü'nün hemen hemen bütün toplantılarına katılıp CFR adına alınan kararlan empoze eden bir kişi olup örgüt bağlamında özellikle Türkiye'nin lideri konumundadır. Bu hüviyetiyle Münir Ertegün, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Turgut Özal, Selahattin Bayazıt(36) hatta Ayşegül Nadir'le kişisel dostluk ilişkileri kurmuştur...

1995 yılı kayıtlarına göre Henry A. Kissinger, David Rockefeller'in Chase Manhattan Bank, N.A'nın danışmanıdır, (counsellor) Anılan bankanın yönetim kurulu üyeleri içinde Rahmi M. Koç'un yanında Lord Carrington'da (NATO eski Genel Sekreteri) yer almakta...Rahmi Koç bir gazetede yayınlanan açıklamasında: (37)

"Amerika bugün patron. O ne derse o olur ....Güç onda. Amerika bir şey dediği
zaman, hepimiz boyun eğeceğiz." demiştir.
Rahmi Koç bir vatandaş sıfatıyla bu görüşte olabilir, Ama o şu anda Rotaryen +
Bilderberger(38) +CFR üyesi olduğu için küreselleşmecilerin Türkiye'deki lideri
konumunda olduğu anlaşılıyor. Bu nedenle de iktidardaki Bilderberger'ler yasaları zorlayıp ormanları, fabrika arsaları olarak sunuyorlar. Küresel medyada Koç'lar daha da parlatılıyor. (39)
''Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir" diyen Atatürk'ün ülkesinde bu
anlayışın yaygınlaşmasına tüm yurtseverler karşı çıkmalıdır.
Tüm bu uzun açıklamaları Süleyman Demirel'le Bülent Ecevit'in konumlarına ve
birlikteliğine gelebilmek için yapmak zorunda kaldım. 1960'lardan günümüze dek
politikaya damgasını vuran bu kişilerin emperyalist küreselleşme olgusu içindeki
konumlan bilinmeden ülkemizin düşürüldüğü bugünkü duruma doğru tanıların
konulabileceğini sanmıyorum. Gerek Süleyman Demirel ve gerekse Bülent Ecevit
Bilderberg Örgütü üyesidir.40 Sorunun en ilginç boyutu her ikisi de 1975 yılında
Çeşme Altınyunus Oteli'nde(41) yapılan Bilderberg toplantısına katılıp Bilderberger olmuşlardır.
O günleri anımsayanlar bilirler; isteyenler gazete arşivlerini karıştırabilirler.
Türkiye'nin iki "karşıt" parti lideri konumlarıyla Demirel ve Ecevit kamuoyu önünde çok sert biçimde birbirlerini suçlamış ve bu tavırları yıllarca sürdürmüşlerdir. Acaba bu tavır küresel bir takiyye miydi? Yoksa değişen koşullar içinde iki lider birbirini daha iyi mi anlamıştı?
Bu yakınlaşmada birinin cumhurbaşkanı diğerinin başbakan olmasının etkisi var
mıydı? Bu sorulara gerçekçi yanıt verebilmek için her ikisinin küresel özgeçmişlerine bakmamız gerekiyor.

Demirel'in Mason olduğuna dair ilk belge İlk kez bir gazetede yayınlandı." Demirel o güne kadar loca mensubiyetini geçiştiriyordu. Oysa yayınlanan belge "Masonların Ankara Bilgi Locasına" ait olup 15. sayfasının 43 sıra no.'ya Süleyman Demirel'in kayıtlı olduğunu gösteriyordu.

Bu belge inkâr edildi, karşıt belge sunuldu, Mason Localarında konu tartışıldı, Necdet Egeran devreye girdi. Konu dalgalanmaya bırakılıp unutuldu.
1989 yılında Demirel'e bu konuda bir gazete soru sorduğunda: (43)
"Benim Mason Locasına mensup olup olmadığım 25 senedir tartışıldı. Bu tartışmayı yapanlara ben 'Sizi niye alakadar ediyor?' diye sordum. Yani bu ülkenin hangi meselesini çözüyor? 28 Kasım 1964'te Adalet Partisi'nin Büyük Sinema'daki kongresinde aynı soru soruldu. Ben bu kongreye belge verdim. Gidin bakın o belgeye ister inanın ister inanmayın."
Demirel'in Mason olmadığını varsayalım. Bu konu bizi küreselleşme bağlamında
ilgilendiriyor. Küreselleşmenin Lideri ABD'nin ilk başkanı George Washington'dan
itibaren çoğunun Mason olması nedeniyle ilgilendiriyor. (44)
İngiliz parlamentosu konuya fırsat ve imkân eşitliği yönüyle yaklaşıyor. (45) Nitekim "Lord Nolan başkanlığında kurulan bir komisyon, masonların hükümetteki etkisini araştırmaya hazırlanıyor."
"Independent Gazetesi'nin haberine göre, İngiltere'de ilk kez masonlar üst düzey bir kurulca araştırılacak.

Haberde 300 bin erkek üyesi bulunan Mason Localarının emniyet, yargı, bankacılık, siyaset ve sistemin diğer alanlarında üst düzey konumda oldukları belirtildi." İngiliz örneğine özellikle yer verdim. Çünkü Türk Bilderberger'lerin ilk duayeni Selahattin Beyazıt İskoç Locasına bağlı en üst düzeyde bir Mason olduğu için İngiliz Kraliyet protokolüne dahil edilmiştir ("İngiliz Asili Beyazıt", Ekonomik Panorama, 4 Haziran 1989).

Mason'luk bir diğer yönü ile de bizi ilgilendiriyor. Dünyadaki tüm devrim, darbe,
karşıdevrim, terör ve anarşinin (İtalya'da P-2 örneğinde olduğu gibi) çoğunun ardında emperyalist-kapitalist Mason parmağı görüyoruz da ondan...
Demirel'e dönelim. 1954'e Demire! ABD'deki "Eisenhower Exchange Fellowship"
Örgütüne katılan ilk Türk vatandaşıdır. (46) Uluslararası bu programa bu yıla kadar ülkemizden seçilmiş 40 kişi katıldı. Tüm dünyada da katılımcı sayısı 1200 kişi kadardır.

Liderlik yeteneği bulunanlar arasında seçilen bu kişilerin İngilizce bilmeleri, seçkin ve sivrilmiş olmaları aranır. Tüm dünyaya yayılan Fellowship'lerden dayanışma içinde bulunmaları istenir. Örgütün başkanı George Bush'tur...
İlk kursa katılan Süleyman Demîrel'e de ABD'de onbir ay otomobille ülkenin her tarafı gezdirilip ABD tanıtıldı.


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

26. Talat Turhan, Bomba Davası Savunma 1 ve 2. 1986. İlhan Selçuk, Ziverbey Köşkü, Çağdaş Yayınları,
27. Can Dündar, Celal Kazdağlı, Ergenekon "Devlet İçinde Devlet", İmge Yayınevi. 1997.
28. Halid Özkul, Yeni Dünya Dikeni.
29. Kafatasları ve Kemikler Topluluğu (örgütü). Bilindiği gibi "kafatası" Mason Localarının demirbaşları arasındadır.
30. Talat Turhan, Çeteleşme, agy. E. Dz. Bnb. Erol Bilbilik, "Dış İlişkiler Konseyi Dünya Gladyosunun Merkezi” Aydınlık, 25 Şubat 2001.
31. Zenginlerin Türkiye Zirvesi, Rahmi Koç en zengin üye". Milliyet. 21 Ekim 1999. Kadife Şahin'in haberi.

32. "Demirel Rockefeller'e Türkiye'yi anlattı" Milliyet, 23 Ekim 1999.
33. Adams James, "Bull's Eye", New York, Time Books, 1992.
34. George Bush şu anda Süleyman Demirel'in de üyesi olduğu "Eisenhower Exchange Fellowship" Örgülü lideridir.
35. Bakınız: "TÜSİAD'ın girişimleri ve Henry Kissinger'in iç yüzü", Talat Turhan'ın Basın Açıklaması, 12 Ekim 1996. Talat Turhan, Orhan Gökdemir, Mehmet Eymür-Ziverbey'den Susurluk'a Bir MİT’çinin Portresi, Sorun Yayınları, Dördüncü Baskı, Mart 2000, s. 271-287,
36. Bilderberg Örgütü Türkiye duayeni.
37. Yeni Yüzyıl, 7 Şubat 1998.
38. Bilderberg Örgütü üyelerine Bilderberger denilmektedir.
39. Erol Bilbilik, "CFR Türkiye Yönelimi Rahmi Koç ta' Aydınlık, 25 Mart 2001.
40. Talat Turhan, Çeteleşme, s. 192'de Türk Bilderberg'lerinin isimlerini açıklıyorum.
41. Altınyunus Oteli'nin 1975 yılındaki o günkü sahibi Selçuk Yaşar da aynı toplantıda Bilderberger's
olmuştur. Halen batık bankacılar arasında bulunan bu kişiden bu günlerde ses seda çıkmıyor!?
42. "Bu vesika karşısında lütfen saygı ile eğiliniz sayın Demirel", Yeni İstanbul, 26 Ocak 1968.
43. "Demirel'i kızdıran soru:"Mason musunuz?", Hürriyet, 8 Haziran 1989. Alime: Allan, "Mason
musunuz?, Hürriyet, 10 Haziran 1989.
44. ABD Başkanlarının tümünün (Reagan hariç) Masonların en üst örgütü olan ABD çıkarları
doğrultusunda Küreselleşmenin kararlarını alan CFR üyesi olduğunu bildiğimiz için ''ulusalcılık'' karşıtı
girişimler bizi ilgilendiriyor…
45. "İngiltere'de Masonlar Araştırılacak", Hürriyet, 22 Ocak 1998.
46. Talat Turhan, Çeteleşme, agy. 

-Gerekli bilgilere İnternet aracılığı ile de ulaşabilirsiniz.


5 Ci BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri. BÖLÜM 3

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 3


1976 yılında ise bir gazetede yayınlanan yazı dizisinde: (11)

"... Nakşibendilik tarikatı' nın kökenini, boyutlarını, niteliklerini ve bu gün ulaştığı
düzeyi algılamayanların Türkiye'nin politik olaylarını teşhiste güçlük çekmeleri
olasıdır.,.." şeklinde bu konuda görüş açıklıyordum.

12 Eylül 1980 darbesi baskı, zulüm ve zor kullanıp ülke düzenini daha da emperyalist güçlerin arzu ettiği konuma getirdi. 1975 yılında yargılanırken Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'ne vererek kamuoyuna mal ettiğim CIA kaynaklı bir kitapta darbecilere yol gösterilmektedir. (12) Bu bağlamda 7 adımlık kademeli bir uygulama önerilmektedir. 4. adımda da: Başkaldıranların ''siyasi örgütünün ortadan kaldırılması" İstenilmektedir. CHP bu istek doğrultusunda kapatıldı. (13) 7. adımda ise "Bir partinin kurulması" öngörülüyor… Kuşkusuz bu partinin liderinin denenmesi de gerekmekteydi. 6. adıma göre... ANAP bu amaçla kuruldu... Darbe artığı bir parti olarak askerî darbecilerin temel uygulamalarını sivil görünümünde uygulamak için...

Bu partinin liderinin ABD'nin tüm değer yargı [arını benimsemesi yanında Nakşibendi kimliği de biliniyordu. Ev ödevlerini yapmakta başarılı olduğu için
Cumhurbaşkanlığı’na getirildi. Bu dönemde basında "Türkiye'nin kucağa oturtulma planından söz ediyordum; '' ama uydulaşma süreci ivme kazanmış, 1976'lı yıllarda dikkatleri üzerine çektiğim tarikat 17 yıl sonra Çankaya'ya kadar tırmanmıştı.
Atatürk'ün kemikleri sızlıyor olmalıydı... (Özal, 24 Ocak 1980'deki kararların da
mimarlarından ve aynı zamanda uluslararası ticari çevrelerinin önemli örgülü Dünya Bankası mensubuydu, Türkiye’ye gelmeden önce...)

İktidarların ilticaya ödün verme sabıkası ve aymazlığı her geçen gün dozajını artırarak sürdü. Bu süreç Atatürkçü geçinenlerin elbirliği ile gerçekleştirildi. Onlar oy depolarını sağlayan tarikat şeyhlerinin destekleri yanında işbirlikçi sermaye ve bu güçlerin dış bağıntılarının desteği ile iktidarlarını sürdürme
adına Atatürk ilkelerinden, ulusal bağımsızlıktan, ulusal onurdan ödün vermekten hiç sakınmadılar. 

28 Şubat (1997) Süreci bu gidişin ivmesini azalttı...

Yıllarca önce Şellefyan'la başlayan ekonomik çıkar ilişkileri, yeğenlerden birinin "Mobilya yolsuzluğu" ile İlk kez kamuoyunun öğrendiği "Hayali İhracat" olgusu, Özal iktidarı döneminde inanılmaz boyutlara ulaştı. Ne idüğü belirsiz ithal prenslerin yönetimine bırakılan ekonomi, işini bilen memurlar yanında, "Hayali ihracat"a bilinçli olarak göz yumuldu. Bu pastadan pay kapmak isteyen şirketler ve saygın iş adamları(!) soyguna katıldılar... Ekonomimiz kan kaybetmeye devam ederken soyguncular palazlandıkça  palazlandılar...sömürdüler. Nerede ise vurgun ve soygunları yanlarına kâr kalacaktı...

Türkiye avantalar ve yağmalar ülkesine-cennetine dönüştürüldü...

Rant ekonomisi uyuşturucu, kara para, fuhuş vb. gibi desteklerle beslenip "kayıtdışı ekonomi" olgusu ekonominin önemli bir bölümünü oluşturdu. Bu bataklık her türlü sahtekârlık yanında, kumar rüşvet, soygun, haraç, tahsilat çetelerine uygun bir ortam oluşturdu... Tüm bu pislikler içinde kamu görevlilerinin de yer aldığı açıkça görüldü.

Sistem mafyalaştırıldı... Olayın ucu giderek TBMM'ye kadar uzandı. Dokunulmazlık duvarı bu pisliğin tüm boyutlarının ortaya çıkmasını engelliyor... Politikacılar nerede ise "istifa" kelimesini sözlüklerden çıkartacaklar. Politikacılarla, hukukçular meydan muharebesi veriyor... Her liderler zirvesinde yeni bir aklama-paklama "antlaşması" yapılıyor, uygulanıyor.

1950'li yıllardan bu yana ekonomiyi ABD çıkarlarına uygun bir şekle dönüştürmek için dış destek ve finansmanla oluşturulan ve palazlandırılan işbirlikçi sanayi burjuvazisinin büyük çoğunluğu özel uçaklar, lüks arabalar, yatlar, villalar vb. gibi üretken olmayan yatırımlarla kaynaklarımızı tükettiler... Çocukları ise tam bir mirasyedi bonkörlüğü içinde zevk ve sefa alemi içinde sonradan görme ilkel burjuva sosyetenin doymak bilmez isteklerini karşılıyorlar... Halkımız, onlar soyup sömürdükçe fakirleştikçe fakirleşti... Kapitalist anarşi, Türkiye'nin yeraltı ve yerüstü bütün servetlerini emperyalist sömürü uzantısında yağmaladı; insanımızı, değerlerimizi yabancılaştırma yöntemleriyle çürütmeye başladı... Açlık, yokluk ve yoksulluk. inanılmaz boyutlara ulaştı. Asgari ücret ayda' 100 dolunu gerisine düştü. "Sosyal
Adalet" Anayasa'da kaldı. Toplumun ekonomik açıdan üstte bulunan katmanlarıyla en alttakiler arasındaki uçurum dünya rekoruna(!) koşuyor... (14) Ülkemiz tüm uluslararası istatistiklerin olumsuz göstergelerinin başını çekiyor... (15)

Türkiye kanımızca bu acıklı duruma emperyalizmin bilinçli bir politikası sonucunda getirildi. Nerede ise bütçesinin tümünü dış ve iç borç faizlerine yatıran bir ülkede siyasal-ekonomik krizlerin birbirini izlemesinden daha doğal ne olabilirdi?

Ülkemiz "Borç Tuzağı"na "Küreselleşme"nin gizli örgütlerinin lider kadrosunun
denetiminde olan işbirlikçi iktidarlar eliyle düşürüldü.

Ekonomist olmaya gerek yok, Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası tefeci finans kuruluşları hakkında burjuva medyada yer alan haberleri gözden geçiren herkes ekonomik krize sürüklendiğimizi algılayabilir. Aslında Dünya genelinde borç alıp ekonomisini düzlüğe çıkaran ülke yok gibi. Aksine IMF dayatmaları borçlu ülkeleri krizden krize sürüklüyor. (16) Bu politikalar uzamasında; Rusya sonuçta küreselleşmecilerin dayattığı ödünler kopartılıp "Ulus Devlet'ler küreselleşmecilerin haritasından silinmek isteniyor. Örneğin: 1997 yılında yayınlanan bir BM raporunda (17) dünya ekonomisi "pusulasız ve haritasız" yol alan yelkenliye benzetilip: "Dillerden düşmeyen globalleşme, rekabet gücü bulunmayan ülkeleri felakete sürüklüyor" denilmektedir.

Kuşkusuz bu oluşumda kapitalist anarşide palazlanan herkesin, kiralık kalemlerin, yeğenlerin, aile fotoğrafı içine girenlerin, manevi evlatların, dost çevresinin ekonomimizi hortumlayanların katkısı yadsınamaz. Aileden Örnek alan hortumcular ekonominin kanını, iliğini çökertir, şeffaflığı önler. Biz, o ülkelere gitmeyiz." Bataklık... Alın, başınıza çalın!..." Milliyet, 18 Ocak 2001, Yalçın Doğan.

Havadan para çarpan bu dolandırıcılar, partilerin seçim masraflarını finanse edip
suçlarım perdelemeye çalıştılar. Bu çirkin alışveriş politikayı ve politikacıları daha da kirletti ve onlara olan "güveni" hepten tüketti.
Bugün ülkemizde ilerici, demokrat ulusalcı güçler küreselleşmeye karşı direniyor.
Belirli bir küresel plan içerisinde yaratılan ekonomik krizi kullanıp sosyal muhalefet ve ulusal direniş kırılmak isteniyor. Küreselleşmecilerin tüm istekleri yerine getirilince "can suyu" verilip krizdeki ekonominin yaşatılması küresel çıkarlarla örtüşüyor...
Ekonominin kanını emen hortumcularla gittiği yere kadar mücadele edip bu kişilerin çarptığı paraların yedi sülaleleri de dahil olmak üzere burunlarından fitil fitil çıkarılması ve sistemin sorgulanması ülkemizin düzlüğe çıkarılmasının Önkoşulu gibi görünüyor... Bu görevin sanıldığından da güç okluğu bilinmelidir. Nitekim, sorun derindedir. Prof. Dr. Emre Kongar bir makalesinde(18) hortumculuğun evrelerini açıklıyor:

“1950–1960 hazırlık dönemi.
 1965–1980 geçiş dönemi.
 1983'ten günümüze egemenlik dönemi."

Görüldüğü gibi 19501i yıllarda DP iktidarının ABD emperyalizminin uydusu ekonomik politikalarının bir sonucu olarak başlayan hortumculuk 27 Mayıs 1960 hareketinin gölgesiyle gerilemiş, 1965-1980 özellikle AP iktidarı dönemlerinde palazlanmış, 1983'ten soma Özal döneminde de kök salmıştır.

Bu süreçte iktidarda bulunan tüm partilerin ve liderlerinin destekçilerinden
hortumculardan tam anlamı ile hesap sorulabilir mi? Çok güç olmasına karşın
ülkemizin kurtuluşunun bir anlamda bu hesabın sorulmasına bağlı olduğunu
düşünüyorum. Bu konuda Bahadır Kale-ağası'yla ayni görüşü paylaşıyoruz. (19)
Kuşkusuz Gene! Kurmay Başkanımız Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun bu konudaki tanısının ağırlığı yadsınamaz... (20)

Kıvrıkoğlu:

"Yolsuzluklarının üzerine gidilmediği İçin ekonomik krizin patlak verdiği" kanısındadır.
Ülkemizde yıllardan beri yönetim krizi yaşanıyor. "Türkiye'yi kim, kimler yönetiyor ya da yönlendiriyor?" sorusunun yıllarca yanıtını arıyorum ve bu konuya katıldığım etkinliklerde de yanıt aradım. Kanımca en doğru tanıyı Bülent Ecevit koyuyor. (21)
"Dış dünya, İç politikamızı da kendi güdümüne aldı. Hükümet Çalışmaları, aslında Washington ve Brüksel'den yürütülüyor."

Ecevit'in muhalefette iken açıkladığı bu görüş kuşkusuz gerçeği yansıtıyor... Bu
noktada sorulması gereken yaşamsal soru, Ecevit iktidarında bu dış güdümden
kurtulmak için neler yapıldığıdır.

Kanımızca içine düşünü düğümüz acıklı durumun, düzenin sosyal yapısına ilişkin,
yönetsel ve siyasal sorumlularının suçları ortaya çıkarılmadan ekonomik kriz
aşılamaz. Sorunların "umut insanlarla" aşılacağına inananlar dün olduğu gibi
gelecekte de yanılabilirler... 1975'Ii yıllarda Ecevit "umut", olarak halkımıza
sunulmamış mıydı?
Dünyanın mazlum ulusları adına ilk "Kurtuluş Savaşı"nı verip bağımsızlık ve
özgürlüğünü kazanan bir ülke uzun erimli emperyalist bir plan sonucu krizden krize sürüklenirken, ABD Büyük elçisi Robert Pearson'un "Kurtuluş Savaşandan söz etmesini(22) onurlu hiç bir vatandaşımızın içine sindirebileceğini sanmıyorum.

ABD Büyükelçisi'nin söylemini bir ay sonra Ecevit yineliyor: (23)
"Ekonomimiz uğradığı kazadan kısa sürede kurtulacaktır ve enflasyon yeniden düşüş sürecine girecektir. Ekonomide çekilen sıkıntıların yükünü isçiler de en az girişimciler kadar ve onlarla birlikle çekerler..... Eğer ağır koşullar altında, en çetin savaşları kazanmış olan Türk Ulusu, ekonomik savaşı da elbirliği ile kazanacak ve kısa sürede hakça bir düzenini yolunu açacaktır."

1975'ler den bu yana çeyrek asırdır Ecevit'ten benzer söylemleri  duyuyoruz. Peki, ne değişti? Ekonomik sıkıntı açısından işçilerle patronları aynı potaya koymadaki yanılgı aslında Ecevit'teki sol demogojik değişime ışık tutuyor...
Daha da Önemlisi işgalci ya da siyasal-ekonomik krize girmemize neden olan güçler kim ki onlarla savaş verelim?

Eğer Ecevit'in 1995'lerde söylediği gibi(21) "iç politikamız Washington ve Brüksel
tarafından yürütülüyorsa" bağımsızlığımızı elde etmek için, Ecevit, siyasal-ekonomik krize kadar "ulusal çıkarlar" için ne yaptı? Bundan sonra neler yapmayı düşünüyor?

Bizi "ekonomik savaş" verme konumuna düşüren Dünya Bankası ve IMF politikalarını güz ardı edip ayrı kuruluşların istediği ödünleri verip, borcu borçla Ödemek kısır döngüsünü bu ulusa "Ekonomik Savaş" diye nasıl sunabiliyor sunuz? (24)

Tam bu dönemde DSP milletvekili Ali Arabacı'nın Kopenhag Kriterleri'ne gönderme yapıp bazı yasalardan "Atatürk ilkelerine bağlılık şartının kaldırılması"(25) için yasa teklifi hazırlamasının bir rastlantı mı, yoksa küreselleşmecilerin bir isteği mi olduğunu da Ecevit'ten soruyorum?

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

(*) Ayrıntılı bilgi için bakınız;
1. S.Ö., 12 Mart 1971’den Portreler, C 1,6. Baskı, s. 307-347, Sorun Yayınları, 1999.
2. S.Ö. Devrimci Siyasi Terbiye-Diplomasi-Ahlâk. s. 131–137, Sorun Yayınlan 2001.
1. Talat Turhan, Çeteleşme, Akyüz yayıncılık, Haziran 1999, İstanbul (s.: 443-509).
2. Örneğin: l3 Mart 2001 günü, Bursa Eczacılar Odası'nda "Küreselleşmenin Perde Arkası" ve 15 Mart 2001 günü. 
    Bursa Çağdaş Gazeteciler Derneği'nde; "Küreselleşmenin Mililer ve Paramiliter Boyutu" konulu konferanslar...
3. Ayrıntılı bilgi için bakınız; Sorun Yayınlan, Emperyalizmin Gizli Örgütleri Dizisi’nin tüm kitapları.
4. Talat Turhan, age.
5. "Eşitsizlik yeniden masada" Cumhuriyet, 12 Şubat 2000.
6. Köhler, "Aşırı Liberalleşme Tehlikeli",,Milliyet, 3 Nisan 2000.
7. M. Ali Birand, 12 Eylül: 04.00, Karacan Yayınlan, II. Baskı, Nisan 1985, s. 286.
8. Aktüel, No.: 179, 8-14 Aralık 1994.
9. 1 'de age, s. 43–45 Said-i Nursi ve s, 150–153 Fethullah Gülen.
10. 7 Gün Dergisi: 3 Ağustos - 14 Aralık 1977.
Y.n.: Yazı dizisi sürerken dergi yayın hayatına son verdi.
11. Talat Turhan, "Terazinin Kefesi ve DGM'ler", Politika, 28 Eylül, 4 Ekim 1976.
12. David Galula. Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri, Gn. Kur. Basımevi. 1965,
13. Talat Turhan. Çeteleşme. s. 46–49.
Y.n.: 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin ünlü savcısı Süleyman Takkeci bir dergide yer alan söyleşisinde bu konudaki niyetini açıkladı; "Bütün CHP'lileri hapse atacaktım",Nokta, 19 Temmuz 1992.
14. "Türkiye'deki hanelerin yansına yakını aylık 150 milyon lininin altında gelirle ayakta duruyor." TÜBİTAK araştırması, Radikal, 26 Ocak 2001.)
15. 7 Aralık 2000 yünlü "OECD Yolsuzlukla Mücadele Raporu"ndan: "Yolsuzluk ve rüşvet, o ülkelerin uluslararası alandaki güvenilirliğini yerle bir ediyor. Bunun sonucunda, o ülkeye yabancı sermaye gelmez oluyor."
"Yolsuzluk, demokrasiyi ve insani değerleri kemirir. Rekabeti öldürür, serbest pazar ekonomisini çökertir, şeffaflığı önler. Biz, o ülkelere gitmeyiz." Bataklık... Alın, başınıza çalın!..." Milliyet, 18 Ocak 2001, Yalçın Doğan.
16. "IMF gittiği her ülkeyi batırıyor", Cumhuriyet, 23 Şubat 2001. (Meksika, 1994–95. Endonezya, 1997–98, Güney Kore, 1997–38, Tayland ve Malezya, 1997–98, Rusya, 1998, Brezilya, 1999)
17. Radikal, 12 Haziran 1997.
18. Emre Kongar, 'Tanzimatçılar, Cumhuriyetçiler ve Hortumcular". Cumhuriyet, 9 Nisan 2001.
19.  "1990'ların  başında  dünya  basınında  'yükselen  yıldız'  olarak  söz  edilen  Türkiye  Çinili  şunlarla anılıyor:  
Köhneleşmiş siyaset,  çökmüş  ekonomi, insan  hakları  sorunları,  gelir  dağılımı  uçurumu...", Radikal, 24 Nisan 2001.
20. "Krizin nedeni hortum". Radikal, 24 Nisan 2001.
21. Ecevit: 'Dışından yönetiliyoruz,' Cumhuriyet, 28 Aralık İ995.
22.  "ABD'nin  Türkiye  Büyükelçisi  Pearson  Türkiye'nin  ekonomik  alandaki  mücadelesini  Kurtuluş Savaşı'na benzeterek '
ABD arkanızda' mesajı verdi." Radikal, 25 Şubat 2001.
23. "Ecevit: KurtuluşSavaşı veriyoruz.", Hürriyet 22 Mart 2001
24. Osman Ulugay, "Siyasetçi3. şoku da yaşatmaya niyetli," Milliyet, 22 Nisan 2001.
25. Atatürk ilkeleri şartı kalkmalı mı? Milliyet, 15 Nisan 2001.


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 2

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri ,  BÖLÜM 2


GİRİŞ

Kitabımı alıp okuma gereksinimi duydukları için öncelikle okuyuculara teşekkür etmek istiyorum. 

  Bugünkü konumumu dost okurların bilinçli katkılarına borçluyum.
Aslında bu kitap da eski okuyucularımın sürekli isteklerini yerine getirmek için yazıldı.
1965 yılından beri çeşitli yayın organlarında makale, dizi yazı, inceleme ve araştırma türü yazılar ve söyleşilerim yayınlandı. 1986 yılından bu yana da kitaplarım yayınlanmaya başladı. Bu süreçte çeşitli yurt içi ve yurt dışı konferanslara, tv ve radyo programlarına katıldım ve diğer etkinliklerimi sürdürdüm. Bunu yaparken bolca dipnot ve kaynak kullanmam nedeniyle okuyuculardan eleştiri de aldım. Çünkü bu yöntem okuyucu açısından hem sıkıcı oluyor hem de kaynaklara ulaşmak isteyenler için güçlük yaratıyordu. Elinizdeki kitaplarla bu güçlüğü aşabilirsem mutlu olacağım.

   "27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri" başlığını taşıyan bu kitapta ve sürmesini umut ettiğim diğer kitaplarda tüm etkinlikleri mi okuyuculara yansıtmak ve onlarla paylaşmak istiyorum.

Ülkemizde bazı önemli günler tarihsel sürecimizin kilometre taşlarını oluşturuyorlar.

Kanımca 27 Mayıs ve 28 Şubat günlerinin bu bağlamda önemleri yadsınamaz.
Gerçekte 28 Şubat 1997'den sonra da etkinliklerimi sürdürmeye devanı ediyorum.

Görüldüğü gibi, özellikle 1990'lı yıllardan sonra çalışmalarımı belki de en çok üzerinde durulması gereken paramiliter boyutu başta olmak üzere, - ulus devletlerin yer altılarının soğuk savaş sürecinde emperyalist devletlerce ele geçirilmesi- "Küreselleşmenin Gizli Örgütleri" üzerinde yoğunlaştırdım. Kuşkusuz 1960'lardan önce de birçok tarihsel olayın tanığıyım. Daha sonraki evrelerde yaşadığım olayların hem mağduru, hem tanığı hem de sanığı oldum. 

Sürgünler, işkenceler, cezaevleri, yaşamımın bir parçası haline geldi. 

1. Talat Turhan, Çeteleşme, Akyüz yayıncılık, Haziran 1999, İstanbul (s.: 443-509).
2. Örneğin: l3 Mart 2001 günü, Bursa Eczacılar Odası'nda "Küreselleşmenin Perde Arkası" ve 15 Mart 2001 günü. Bursa Çağdaş Gazeteciler Derneği'nde; "Küreselleşmenin Mililer ve Paramiliter Boyutu" konulu konferanslar...
27 Mayıs’tan–28 Şubat'a F/2

Emperyalizme karşı tutarlı bir mücadelede aydın olarak risk ve sorumluluk almak, her şeyden önce, sağlı "sol"lu burjuva parti ve anlayışlarına angaje olmamaktan geçiyordu. Ülkemizi 1947'den bu yana emperyalist güdüme sokan iktidarlarla benimsediğim "Kurtuluş Savaşı'mızın ilkeleri çatışıyordu. Ülkeyi dışa bağımlı hale getiren ulusal onur ve değerlerimizi aşındırıp son çözümde ortadan kaldırmayı amaçlayan dış güçler ve onların işbirlikçileriyle hep çatıştım. Bu misyonu yerine getirebilmek için "düzen dışında kalmak" ve de dolayısıyla "bağımsız ve özgür" olmak gerektiği bilinciyle emekli olduktan bu yana yaşadığım gerçeklerden hareketle tanığı ve sanığı olduğum tarihsel olayları kamuoyuna yansıtmaya çalışıyorum. Bu süreli uğraş içinde Zihni Paşa (Ziverbey) İşkence Köşkü'nden CIA ve Pentagon'a giden izleri saptadım. Kontrgerilla gerçeğinden, Ergenekon Örgütü’ne ulaşan emperyal işbirlikçi ağlarının
ayırdına vardım. Ulusal bağımsızlığımıza yöneltilen bu hıyanet girişimlerini hem
açıkladım hem de yasal platformlarda kavgasını verdim. Kuşkusuz tüm bu uğraşıyı tek başıma yaptığım savında da değilim. Benzeri ve paralel kavga veren örgüt ve kişilerin pişirdiği aşta benim de tuzum oldu. Aslında emperyalist sızmanın toplumun her alanına egemen olmasına katkıda bulunmayı iktidarda kalmalarının ön koşulu gören işbirlikçiler dışında tüm örgütler zamanında kendilerine düşen kolektif eylemi örgütleme görevini yapmış olsalardı bugünkü duruma düşülmezdi...

1990'lı yıllarda İtalya'da ortaya çıkan "Gladio" Örgütlenmesi masonik destekle 1970'Ii yıllardan bu yana öne sürdüğümüz savlar doğrultusunda, ABD emperyalizminin ulusal çıkarlarını garanti altına almak için tüm ülkelerin yeraltına yerli işbirlikçilerden kurulan paramiliter ağla egemen olmaya çalıştığım kanıtladı. Avrupa'da bu işlevi NATO'nun üstlendiği de belgeleriyle açıklandı, kanıtlandı...''

Soğuk Savaş döneminde ABD emperyalizmi, müttefiki olan ülkelerde işbirlikçi sermaye + ABD çıkarlarına hizmet eden dini gruplar + ABD ve istihbarat örgütlerinin denetiminde şoven milliyetçi örgütlerin altyapısını oluşturan "Anti Komünist Cephe” dolarlarla finanse edildi, örgütlendi ve indoktrine edildi. Bu
cephenin iç desteğiyle yaşatılan iktidar "liberal ekonomi" söylemi yanında kimi zaman milliyetçi, kimi zaman milliyetçi-muhafazakâr, kimi zaman Milliyetçi Cephe vb. gibi söylemlerle kamuoyunun önüne sunuldular... Bu amaçla "Psikolojik Savaş”ın her türlü yöntemi her geçen gün etkinliği arttırılıp sürdürüldü, sürdürülmeye devam ediyor ve de sürdürülecek... 24 saat, 30 gün, bir yıl, bir yüzyıl, sonsuza dek...

Propagandayla ulusal değerlerimizden uzaklaştırılan halkımız küresel değerleri
benimseyip uydulaşıp, gerçek kimliği eriyene dek... Bu süreçte -Soğuk Savaş- dış dinamiklerin dayatmalarıyla oluşturulan yapay iktidarlar, ABD çıkarlarını korumakla güçlük çektiğinde ya da depolitizasyon, demagnetizasvon yöntemleri kullanılıp terörle güçsüz bırakıldığında, askeri darbeler ile düzen ABD'nin çıkarlarını koruyacak bir yapıda şekillendirildi... 12'li darbelerin ardında CIA'nın bulunmasının amacı bu idi...

Bu faşist darbelerin Yunanistan, Arjantin, Brezilya, Şili vb. ülkelerde aynı yöntemleri uygulaması kuşkusuz rastlantıyla açıklanamaz... Sosyalizmle mücadele maskesi altında ulusal çıkarları emperyal çıkarların önünde tutan tüm kişi ve örgütler “Temizlik Operasyonu”nun hedefi oldular. Türkiye'de gerçek Atatürkçüler de bu operasyonlardan nasiplerini aldılar...

1990'lı yıllardan sonra "küreselleşme" (globalizm) söylemleri öne çıkarıldı. Aslında Sovyetlerin dağılması emperyalizmi bir üst aşamaya ulaştırmış, ''küreselleşme" söylemiyle de ABD'nin dünya liderliği ve egemenliği özlemi dile getiriliyor ve "Dünya Hükümetinin kurulmasının önkoşulları hazırlanıyor ve dünyada akıl almaz bir değişim ve dönüşüm yaşanıyor, ülke düzenleri ekonomik, mali, politik, sosyolojik, kültürel, askerî bir dönüşümle patron ülkenin (!) (hegemonların) istemleri doğrultusunda şekillenmesi için işbirlikçi iktidarlar zorlanıyordu, Aslında ABD yönetimi de çok uluslu şirketler ve holdinglerin denetiminde olduğu için dönüşümün arkasındaki güç onlardı... ÇUŞ (Çok uluslu şirket) ve ÇUH (Çok uluslu holding)'ları da yöneten güç ise, "Küreselleşmenin Gizli Örgütleri" idi…
ABD uzun erimli hedefini 1 doların (kağıt) arkasına koyduğa masonik amblemle açıklıyordu. 

Yaygın kanının tersine "küreselleşme"nin, 1990'h yıllarda başladığını söyleyenleri
tarihsel bir yanılgı içinde görüyorum. Çünkü 1876"lara kadar inen bu yapılanmada dolar üzerindeki amblemde Latince "Novus Ordo Seclorum" yazılıyor. Anlamı "Çağların Yeni Düzeni" ya da "Yeni Dünya Düzeni" Şimdi internete; "New World Order", Bilderberg Group, Mossad ile ilgili sitelere lütfen girin; 1 dolar üzerindeki amblemleri ve benzerleri ni bulacaksınız. Tüm bu ayrıntıları 1999 yılında yayınladığım bir kitapta açıkladım.(4) Küresel denetim içinde psikolojik savaş aygıtı olarak kullanılan düzen medyasından denetim içinde psikolojik savaş aygıtı olarak kullanılan düzen medyasından ses çıkmadı... Ne lehte ne de aleyhte... Kuşkusuz ABD'yi kınamaya hakkimiz yok. Teknolojik üstünlüklerini de kullanıp önceden saptadıkları "Dünya Egemenliği" hedefine adım adım ilerlediler ve de dünyayı kendi çıkarlarına uygun bir şekle dönüştürmek için tam bir Makyavelist anlayış içinde her yola başvuruyorlar. Kınanması gerekenler Kurtuluş Savaşı kazanımlarımızı mirasyedi hovardalığı içinde, tam bir teslimiyet içinde emperyalistlere ve "Yeni Dünya Düzenline peşkeş çeken "gaflet, dalalet ve hıyanet" içindeki işbirlikçi iktidarlardır.

Dünyanın az gelişmiş yörelerinde yoksul halklar ile ''Küreselleşme kapsamı içine
alınmamış ülkelerin işçileri, köylüleri, dar gelirlileri, esnafı açlık ve sefalet içinde
yoksullaşıyorlar, işsiz kalıyorlar ve eziliyorlar. Bu haksız, eşitsiz, insafsız, vicdansız, ahlâksız savaşa ve dayatmalara karşın her gruptan ve örgütten insanlar "küresel başkaldırıyı başlattılar. Küreselleşmeci örgütlerin ve kuruluşların her toplantısında protestolar sürmeye devam ediyor.

Bu eylemler daha şimdiden meyvelerini vermiş olmalı ki, Bangkok'taki UNCTAD toplantısında İngiliz Ticaret Bakanı Richard Caborn; "DTÖ'nün işleyişinde modernleşme gerekiyor, bu kuruluşta bir başka başarısızlığın altından kalkamayız. Azgelişmiş konumdaki ülkeler müzakere sürecine dahil edilmeli,
dışlanmamalıdır"' derken, Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Horst Köhler Der
Spiegel dergisinde açıklanan söyleşisinde:

"Beş yıllık görev donemi içinde, aşırı liberalleşmenin bir sonucu olan spekülatif
amaçlı küresel para hareketlerini azaltmak amacıyla hükümetlere daha çok yetki vermek için çalışacağını"(6) açıklamıştır.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Ancak konuyu dağıtmak istemiyorum.

Sosyalizm kuramsal açıdan enternasyonal -uluslararası- olmasına karşın, Sovyet
örneğinde görüldüğü gibi uygulamaya geçemedi. Buna karşın kapitalizm küreselleşti.

Yani kapitalizm enternasyonal leşti. Bilindiği gibi ulusalcılık -millicilik- ile
uluslararasıcılık karşıt kavramlardır. Oysa ki dünyamızda ulusal olduğunu iddia eden birçok iktidar küreselleşmenin değirmenine su taşıyor... Bu olguyu bir turnusol kağıdı gibi algılayıp işbirlikçi iktidarları saptayabilirsiniz.
Ülkemizdeki düzenin kapitalizme daha da entegre olabilmesi için Atatürk mitinin
ortadan kaldırılması gerekiyordu. İnönü'nün Atatürk'ten sonra cumhurbaşkanı
olduğunda Türk paralan üzerine kendi resimlerini bastırmasının bu doğrultuda atılmış ilk adım olduğunu söylemek olanaklı ise de, bu olguyu tarihsel bir yanılgı diye algılayıp Demokrat Parti dönemine geçebiliriz. Anılan parti ABD uydusu, liberal görünümlü, emperyalizme kölece bağlı bir politikayı uygulamak için Atatürk karşıtı dinsel yapılanmalardan, tarikatlardan, tarikat şeyhlerinden destek aldı. Ancak 1980 yılına kadar geçen süreç içinde gelip geçen siyasi partilerin tüm çabalarına karşın Atatürk devrimleri azalarak da olsa etkinliğim sürdürdü; ta ki 12 Eylül 1980 darbesine kadar... Bu darbe O'nun partisini (CHP) kapattığı gibi çocuğu gibi üzerine titrediği "Türk Tarih Kuruma" ve "Türk Dil Kurumu"na kalıtsal hukukî hakları bile göz ardı edip müdahale etti.

Aslında darbe sonrası ABD'li yetkililer arasındaki konuşma 12 Eylül'ün niteliğini çok açık bir şekilde ortaya koyuyordu.(7)

"Ankara- 0330 (Washington-yerel saatle 20.00) Milli Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu Paul Henze .......Beyaz Saray'ın "Situation Room" …..bölümünü aradı.........:
- Paul seninkiler nihayet yaptı (.... your hoys have done it).

— Kim benimkiler, neden bahsediyorsun?
— Senin generaller Türkiye'de darbe yaptılar,
—Ooo, öyle mi? Çok memnun oldum."

Bunun gibi, 12'1İ darbelerin ardındaki gücün CIA (Amerikan Merkezi Haber alma Örgütü) olduğu da çok yazıldı. Örnek vermek gerekirse: (8)

CIA'nın Türkiye istasyon şefi Paul Henze'nin anılarında:

"12 Eylül ABD'nin tercihiydi" denilmektedir... Daha sonra, 12 Eylül'cülerin açtığı çığırda "Atatürk" diye diye Atatürkçülük ortadan kaldırılırken gene Paul Henze 
ve yandaşları tarafından Kemalizm’in devrinin tamamlandığı Türkiye'deki düzenin "Ilımlı İslâm" olması gerektiği önerildi. Önerilmekle de kalınmadı, bu amacın gerçekleşmesi için kimi okullar ABD desteğiyle dünyanın her yerinde konuşlandırıldı. (9)

Fethullah Gülen'in ABD'de özel bir himaye altında tutulmasının nedeni nedir? Başbakan Ecevit'in hakkında soruşturma açılan bu kişiyi koruması nasıl açıklanabilir?

Yazın yaşamıma başladığım 1965 yılından bu yana Atatürk devrimleri karşıtı bu gelişmelere ve bu çerçevede yapılan demogojilere, sömürücülere hep dikkatleri
çekmeye çalıştım. Örneğin bu oluşumda karşı devrimci girişimlerin iktidara tam anlamıyla egemen olduğu, koalisyon ortaklarının yangından mal kaçırırcasına
yandaşlarını bürokrasinin, KİT'ierin, yönetim kurulu başkan ve üyeliklerine doldurulduğu 1. ve 2. MC -Milliyetçi Cephe - iktidarları o dönemde "iktidarların
Çeteleşmesi ve Bürokrasi" başlıklı bir yazı dizisiyle eleştirmiştim: (10)

"Kontrgerilla Örgütlenmesinin, amaçlan dışında kullanılmasına karşı çıkmak güç ve yeteneğine sahip olmayan iktidarlar, askerleri politika içine çekmekte ve askeri darbelere açık bir ortam hazırlamakla da Anayasa suçu işlemekte, iktidarların örtülü veya açık askeri nitelik kazanmasına yardımcı olmakla, emperyalist işbirlikçilerini hıyanete dönüştürmektedirler, Bu olguyu, iktidarların çeteleşmesi olarak niteliyoruz." şeklindeki kanımı açıklıyordum. İktidarların akıl almaz aymazlığı bir anlamda öngörüm doğrultusunda 12 Eylül 1980 darbesine davetiye çıkardı... Bunun gibi aynı yazı dizisinde: Hilafetçi, tarikatçı, Abdülhamitçi politikacılar,; Atatürk devrimlerine, o'nun ilke ve devrimlerinin savunucusu güçlere, özgürlükçü parlamenter düzene vebu düzeni/ı çatısını oluşturan Anayasa'ya karşıdırlar. Bit gün Anayasa çatısı altında yer almaları, geriye dönük hayallerini gerçekleştirmek için, İktidarı araç olarak kullanmak art niyetinden kaynaklanmaktadır" diye yazıyordum.


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri , BÖLÜM 1


27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri , BÖLÜM 1


KİTAP TANITIM..
TALAT TURHAN'IN 
Talat Turhan TSK'dan yetişen devrimci kimlik ve kişiliği ile öne çıkanlardan birisidir.

Onun amacı ve düşünce-davranış çizgisini çeşitli faaliyetleri arasında görmek ve tanımlamak mümkündür. Bu kitap Talat Turhan'ın amaç ve evrimini doğrudan
belgeleyen bir içeriğe sahiptir. Devrimci bir kimlik ve kişilik taşıyanların amaç-araç diyalektiğini ne ölçüde gözettiği, hangi süreçte neler yaptığı doğrudan yaptığı işlerde görünür-aranır. TSK'dan gelen devrimcilerde öne çıkan en belirgin nitelik, Türkiye'nin sorunlarına " Çözüm " üretilmesi ve emperyalizme karşı mücadeledeki tutarlılıkta aranır.

Elimizdeki kitap, aynı zamanda askeri-sivil bürokrasi hakkında Sol'un politikasızlığına da işaret ediyor... Devrimci ve Marksist Sol'un günümüzde sıçrama ve kopuş sürecinde yığınağı nereye yapmalı soru ve sorununa cevap arayanların, TSK'dan gelen Talat Turhan'ın düşünsel evriminden öğretici ders ve sonuçlar çıkarması gerekiyor.

Kuşkusuz " Yurt ve Dünya " sorunlarına çözüm konusu tartışılırken, bilimsel bir yöntem ve sınıfsal bir bakış gereklidir. Tutarlılık bu zeminde gözlenir. Talat Turhan eylemini yazıya döktüğü için, hakkındaki değerlendirme her türlü spekülasyonun dışındadır.

Hele emperyalizmin insana ve insanlığa saldırdığı bir süreçte (gericilik döneminde) ezilen ve sömürülenler den yana tavır almak, Özgür, eşitlikçi, demokratik bir dünya idealini kendine Özgü taktik yöntemlerle saptamak, önerilerde bulunmak, insanlığın genel ilerici-devrimci cephesinde çeşitli etkinliklerle saf tutmak çok önemlidir.

Ulusal-sosyal kurtuluşunu bir türlü gerçekleştirememiş Türkiye'nin " Düze Çıkması " konusu tartışılırken 27 Mayıs'tan 28 Şubat'a sarkan süreçteki olayları yerli yerine  koymak gerekiyor. Bilimsel inceleme ve araştırma yapmaya aday genç insanlarımızın yararlanacağı pek çok malzeme bu kitapta fazlasıyla mevcuttur.


Elimizdeki kitap Talat Turhan arkadaşımızın bin bir emekle oluşturduğu arşivinden belli bir sistematiğe göre derlenerek hazırlandı. " 27 Mayıs'tan 28 Şubat'a... Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri "  

Adıyla Okurlarımıza sunulan  1. Kitap'tan sonra, 2. ve 3. kitaplarda gereken ilgiye kavuşunca, yazarın arşivindeki malzemelerin ayrıca gün ışığına çıkarılarak 
kitaplaştırılması planlanmaktadır.

Neden mi?

Söz ve sıra "neden"lere gelince bilince çıkarılması gereken pek çok nedenden söz edebiliriz; gerek Talat Turhan'ın gerekse onun gündeme taşıdığı konulan gündeme taşıyarak, asıl sahibi okurlarımızla buluşturmak yolunda Sorun Yayınları Kolektifi'nin projesi birbirine denk düşmüştür. Ünlü bilginin özdeyişindeki, "İnsanım, insani olan hiçbir şey bana yabancı değil" dediği gibi, bizler de kapitalizme-emperyalizme karşı mücadelede tutarlı tavır alan herkesin kavgasının yanındayız; bu türden kavgaların asla yabancısı değiliz; ister "tutarlı bir demokrasi mücadelesinde" ve ister işçi sınıfı ve tüm ezilen ve sömürülen emekçi halkların haklı ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesinde sorumluluk alan, riskler üstlenen kişi, grup ve örgütlü mücadeleleri yalnız bırakmıyoruz.

Devrimci ve Marksist Sol Kadro olabilmenin vazgeçilmez ilke-sellikleri bize böyle davranmayı öğretiyor: Devrimci Hareket’te görev ve ödevlerini yapma çabası içinde olanları, İlkin anlamaya çalışmalı, ardından tanımalı, sahiplenmeli ve eleştirel katkı yapmalıyız.

Talat Turhan devrimci bir kurmay subay olarak gerek TSK'da gerekse "sivil" olarak yaşamında kimliği ve kişiliği bilinen biridir. 40 yıla varan yazı hayatında, önüne devrimci bir iş koymuştur. İş ve emek sevgisiyle Önüne iş olarak koyduğu şeyin hakkını vermeye çalışmaktadır. Devrimci mücadelede bu türden Özellik ve niteliklere sahip insanlara büyük oranda ihtiyaç vardır. Mesleğinde, özel yaşamında, üretiminde; düzgün, ilkeli, samimi ve dürüst olanlar, Önünde sonunda amaçlarına ulaşmışlardır.
Kapitalist anarşinin kol gezdiği bu coğrafyada, hakim gerici sınıfların açtığı bataklıklarda temiz ve lekesiz kalmak öyle kolay değildir. Namuslu, ahlaklı, direngen olanların hak bildiği yolda savaşması, her-şeyden önce kapitalizmin işleyişine ve mantığına terstir. Hakim gerici sınıflar avantalar ve yağmalar ülkesine dönüşen bu ülkede ayakta kalabilmiş, doğruların ve hakikatin kavgasında isyan edip ayağa kalkmış, davasına ihanet edip dönmemiş, giderek bilenmiş, bilendikçe kavgasına renkler katmış devrimcilerden korkarlar. Elini insan kanına ve emeğine bulaştırmış olanların korkması doğaldır. Dünya nimetlerini elinin tersiyle itmiş devrimci insanlarımızın korkusuzluğu, bilinç ve kararlılığı pek çok şeyi süzgeçlerinden geçirdiklerinden dir.

Kapitalizmin açtığı kanallarda yarım-doğruları geveleyen yarım-aydınların risk ve sorumluluk almayan kaçak güreşindense, Talat Turhan gibi inandığı, bilincinde tartıp, ölçüp biçtiği yolda yürüyen ve gerektiğinde başkaldıran insanlarımız bize daha yakındır.

Bilindiği gibi Talat Turhan, TSK'dan gelip tutarlı bir anti-emperyalist mücadeleye katılan hemen hemen biricik isimdir. O, ayrıca mücadelesini ziğzağlara sapmadan, inandığı, doğru bildiği yönde götüren, sürekliliğini koruyan, inatçı bir kişiliğe sahiptir.Devrimci mücadelede, inat, ısrar, kararlılık ve süreklilik çok değerli nitelikler olarak anılır.

Talat Turhan, TSK'da " Sisteme karşı oluşan " tüm örgütlenmelerin içinde, yanında veya merkezindeki tanık ve sanık olarak bulunan ilginç bir örnektir,

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 surecine verdiği değerlimalzemelerle renk katan Talat Turhan ismi en önde anılacaktır. Çünkü o, bu sürecin doğrudan içinde olmuştur. Ayrıca, devrimci kimliği ile, anılan tarihlerde TSK'dakifaşist veya faşizan Örgütlenmelerin bilinen angajmanlarıyla kurduğu "cuntacı" ve "darbeci" ilişkilerin açığa vurulmasında kimi roller ve sorumluluklar da üstlenmiştir. Talat Turhan süreçten etkilenmiş ve o günkü bilinç ve donanımıyla " Genç Kemalistler Ordusu" isimli bir örgütün içinde yer almış, tutuklanmış, yargılanmış, işkence görmüş, mesleğinden uzaklaştırılmış, yaşamı boyunca izlenmiş, kışkırtma ve provokasyonlarla yüzleşmiş, kücükburjuva " Sol "ların ihanetine uğramış, verdiğisözlerden dönmemiş, " Ahde Vefa " gibi günümüzde pek " Lüks " sayılan niteliklerini ısrarla korumuş, örgütsel yeminine asla ters düşmemiş, organize olmayı, donanımlı bulunmayı ne 9 Mart’çıların ve ne de 12 Mart’çıların "darbe" ve "cunta" mantığına yeğlemiştir.

Türkiye'deki sınıflar mücadelesinde Devrimci Hareket'in etkinlikleri derece derece TSK'yi da etkilemişti, doğallıkla. TSK'da tekelci sermayenin, faşizmin etki alanında olanlar da, onlara karşı olanlar da şarlarım almıştı. Talat Turhan'ın yeri ilerici-devrimci ve yurtseverlerin yanındaydı. Nitekim bir " Vitrin Dava " olan " Bomba Davası " faşist tertiplerle tezgâhlanmış tı. Talat Turhan bir kurmay subay titizliği ile faşizmin çirkin yüzünü bu davadaki savunmalarıyla açığa vuruyordu. O'nun 8.6.1973 günkü, Duruşma Tutanağı (D.T.)'na geçirdiği sözlerini bu vesileyle anmak yerinde olur: (D.T. s.15) "İhtilâl yapmak yürek ister!", (D.T. s. 16) ' İhtilâlciyim, bunu inkâr etmiyorum; ama ben ihtilâl yaparım, bomba atmam! ", (D.T. s. 17) " Atatürk'e de Bolşevik denmişti; Askeri Savcı benim ihtilâlciliğimden bahsediyor, eğer bunu geçmişteki hareket ve faaliyetlerime dayandırıyorsa haklıdır; zaten bunu inkâr etmiyorum!", (D.T. s. 18) "Bu dava şişirilmiş bir balondan başka bir şey değildir. Açıklamalarımla balonu patlatmak
bir yana, kalbura çevireceğim! Bu dava, Türkiye'deki bir iktidar kavgasıdır. Kuvvet Komutanlarına dayanmaktadır." ve son cümle olarak da: (D.T. s. 18) "Ya onlar beni vuracaklar, ya ben onları!" şeklindedir.

Talat Turhan devrimci kişilik ve kimliği ile "tutarlı bir demokrasi mücadelesinde" ve yine "tutarlı bir anti-emperyalist" olarak yerini bireysel olarak almıştır. Bu kavgada başarılı olmak ve son sözleri söyleyebilmek için yüzde yüz bağımsız ve yüzde yüz ezilen ve sömürülenlerden yana olmanın gereğine inanmıştır. Bu duruş, Kolektif’imizin yüzde yüz bağımsız ve yüzde yüz işçi sınıfından yana olan konumuyla örtüşmektedir. Bu duruş, ayrıca günümüzdeki sınıflar mücadelesinde dağınık özne ve nüvelerin bir türlü bulunamadığı bir süreçte doğru bir tavırdır.

Çünkü günümüzdeki mücadelede emperyalizm "yeni" yöntemler geliştirmiş, bunda da kimi başarılar kazanmıştır. SSCB'nin içinden ve dışından yapılan kuşatma ve kışkırtmalarla Sovyet örneği çözülmüştür. Sosyalizmin bilimsel analizleri ve yöntemi çözülmemiş, daha bir anlam kazanmıştır.

İnsanın ve insanlığın emperyalizmin "YDD" ve "Globalleşme Çağı" denilen baskı, tehdit ve sömürüsünden yine sosyalizme sarılarak "çıkış hattı" üretilecektir. Eskiyip aşınmış teorik/pratik donanımlar yerine yeni olana ihtiyaç vardır. Yeni'nin işbaşı yapabilmesi hegemonların gündemini bilince çıkarmakla mümkündür. Ezilen ve sömürülen emekçi halkların ulusal ve sosyal kurtuluşu yolunda başka bir yöntem ve silah bulunmamaktadır.

Sovyet deneyiminin çözülüp başka bir yapıya dönüşmesiyle emperyalizm asla bir meydan muharebesi kazanmamıştır. Asıl ve nihaî meydan muharebesi, kapitalizmin gelip dayandığı çürüme ve çözülme sınırında verilecektir; verilmektedir. Tarihsel Ömrünü tamamlamış bir sistemin yeryüzünden kazınması sürecinde "ulusal kurtuluş","tam bağımsız ve demokratik Türkiye" slogan ve özdeyişlerine sarılanlar oldukça fazladır. Bu yöneliş eleştirel katkıya muhtaç olduğu kadar, san ve kirli "sonatın sömürüsüne de açılmıştır. Bu alana devrimci bir müdahale şarttır. Hele bulunduğumuz coğrafyada henüz "Türk aydınlanması" tamamlanamamışla, ne Gazi Mustafa Kemal Paşa ve ne de Atatürk olgusu ve TC Devleti'nin 78 yıllık serüveni henüz özgür bir ortamda bilimsel olarak tartışılamamışsa buna müdahale daha bir önem kazanmıştır. "Kemalizm" herkesin ağzında çiğnenen bir sakıza dönüşmüştür. Resmi tarih ve resmi ideolojilerin kuşatması yarılıp aşılamamıştır. "Marksizm’in yorumu ve teorik yeniden üretimi" söz yerindeyse "Sosyalist Aydınlanma" ve bilinçlenme bu noktada öne çıkarılmalıdır.

Talat Turhan da 40 yıllık emek ve çabalarına karşı daima "suskunluk kumkuması" ve " Sinsi Kuşatma " yöntemleriyle karşılaşmıştır; kitaplarından yapılan aşırmalarla kimileri '"tez" yazmış, alıntı dahi gösterme inceliğini göstermemiştir. Hele bu kitaplar Sorun Yayınlan Kolektifi'nce üretilmiş ise anılan kuşatmalar daha da renklenmiştir. Oysa hakikatin ve doğruların kavgasını verenler, farklı kulvarlardan gelmiş obalar dahi, bunun önünü kesmek asla mümkün değildir. Günümüzde yarım-aydınların, yarım-doğruları tekrarlaması, verilen kavgamızın yok sayılmak istenmesi, birilerinin yalnızca "hüsnü kuruntusu"dur; hiçbir işe yaramamıştır.
Doğruların ete kemiğe bürünmesinin sevindirici işaretini her olay ve olguda görüyoruz.

Talat Turhan'ın bu kitabı hem ciddi tarihçilere, hem de emperyalizme karşı mücadelede gardım alan her eğilimden insanlarımıza çok şeyler öğretecektir. Yazarın kendisi de görüşlerinin, saptama ve yorumlarının eleştirel katkıya açık ve muhtaç olduğunu ifade etmektedir. .Her ilerici, devrimci, yurtsever, sosyalist ve komünistin Marksist Eleştirel katkıya ihtiyacı vardır. Talat Turhan da kitaplarıyla bu türden bir eleştirel katkıyı hale edebilecek eylemlerin insanıdır. O, konumuyla Devrimci  Hareket'in, cenahımızın bir parçasıdır. O'nu var eden tarihsel-sosyal koşul ve ortamı iyi ve doğru değerlendirmek gerekiyor. TSK'nın yapısı Talat Turhan gibi bir devrimciyi hazmedememiş dışlamışsa, cenahımız yetenekli bir devrimciyi kazanmasını bilmiştir.

Hangi kesimden gelirse gelsin, hangi düşünce-davranış farklılıkları taşırsa taşısın, devrimciler birbirinin dilinden anlamak, deney aktarımı yapmak, yan yana durmak, tarih olmuş, sosyal pratikte asla doğrulanmamış teori/pratiklerden ( Düşünce Hamallıklarından) kurtulmak zorundadır. Zira emperyalizmin insana ve insanlığa karşı savaşı çirkin sol demagojilerle bezenmiştir; hegemonlar bu kez liberal, post modern sol oportünizmin daha tehlikeli silahlarıyla karşımızdadır. "YDD"nin, "Globalizm Çağı''nın emperyalist ikiyüzlülüğü ancak kolektif kurumlaşmalarla, yani PARTİ ile geriletilip aşılabilecektir.

Talat Turhan yaşamı boyunca emperyalizmin gündemini doğru olarak kavrayabilmek ve açığa vurmak İçin bütün enerjisini bu alanda yoğunlaştırmıştır. Bu süreçte hem öğrenmiş ve hem de öğretmeyi başarmıştır. Kimileri anmak istemese de emperyalizmin-kapitalizmin ne olduğunun bilince çıkarılmasında onun da çok büyük bir katkısı ve emeği vardır. Devrimci mücadelede "politik açığa vurma"ların önemi inkâr edilemez. Burjuva diktatörlüğünün açık ya da yarı-açık faşizme çevrildiği dönemlerde "politik açığa vurma" görevimizi yeterince yerine getiremediğimiz için cenahımız oldukça kusurludur. 12'li faşist askeri darbeler döneminde yaşanılan yenilgi ve bozgunlar bu görevimizi yeterince yerine getiremediğimiz için bu ölçüde boyutlanabilmiştir; ayrıca faşizme karşı mücadelede halk düşmanı politikalarla hesaplaşacak ve lokomotif görevini üstlenebilecek yapıları, PARTİ'yi yürütemediğimiz için de kıyım ve kırımların bu düzeyde boyutlanması kaçınılmaz ve kolay olmuştur.
Bu coğrafyanın yetiştirdiği bütün namuslu insanlar, milliyet farkı gözetmeden, işçi, emekçi, işsiz, öğrenci, aydın, sivil, asker, vb. her kesimden ilerici, devrimci, demokrat, yurtsever, sosyalist, komünist herkes emperyalizme karşı mücadelede tutulacak " hattı " doğru biçimde saptamak ve tavır belirlemek zorundadır. Sağlı "sol"lu burjuva partilerinin sıfırları tükettiği bir ortamda, AB ve ABD'den ısmarlanıp getirtilen " kayyım " ve parti siparişleri yerine alternatif çözüm yöntemleri üretebilecek yapıların oluşturulması gündeme gelmiştir. İkiyüzlü ve çeşitli sol demogojlerle emekçi halkımızın arayış ve yönelişleri saptırılmak istenmektedir. Emperyalizmin kiralık sözcülerini bu alana yerleştirmemek, oynanan oyunları bozup emekçi halkımızın gözünü açabilmek ve yığınağı mümkün olan tek bir yere yapabilmek İçin seferber olmak gerekiyor.

Talat Turhan'ın bu kitabı, geçmişten geleceğe uzanan süreçte, bilgilerimizin yenilenmesinde, tutulacak " Ana Halka "nın bilince çıkarılmasında önemli bir işlevi daha yerine getiriyor.

Bu kitabın üretilmesiyle yazarın devrimci çabalarının yanında olduğumuzu bir kez daha tekrarlıyoruz.
Sorun Yayınları Kolektifi
1 Mayıs 2001

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

3 . Türk Dünyası Hizmet Ödülleri,

3 . Türk Dünyası Hizmet Ödülleri,



“III. Türk Dünyası Hizmet Ödülleri”

Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanlığınca düzenlenen "III. Türk Dünyası Hizmet Ödülleri" töreninde, Türk Dünyası Yılın Onur Ödülü, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli'ye verildi. 

Mustafa Kemal Kültür Merkezinde gerçekleştirilen törende konuşan Ülkü Ocakları Genel Başkanı Olcay Kılavuz, Türkiye'nin maalesef ateşle imtihan edildiğini 
söyleyerek, "İçimiz, dışımız hainlerle, kahpeler, kalleşlerle sarılmış durumda. Türkiye, Irak'a çevrilmek isteniyor, Suriye'ye çevrilmek isteniyor. 
Türk milleti yok edilmek isteniyor." diye konuştu.

Törende Türk Dünyası Yılın Onur Ödülü, MHP Genel Başkanı Bahçeli'ye verildi. Ödülü Bahçeli adına Ülkü Ocakları Genel Başkanı Kılavuz aldı.

Türk Dünyası Yılın TV Programı Ödülü, Önce Söz Vardı programına; Türk Dünyası Yılın STK Ödülü, Avrupa Türk Konfederasyonu'na; 
Türk Dünyası Yılın Akademisyeni Ödülü, Maltepe Üniversitesi Dekan Vekili Ramazan Korkmaz'a; Türk Dünyası Yılın Proje Ödülü, İstanbul Ülkü Ocakları Projesi OCAKTABU'ya; Türk Dünyası Yılın Sporcusu Ödülü, Sevilay Konçuy Özyurt'a; Türk Dünyası Yılın Kültür Özel Ödülü, Sabri Karger'e; Türk Dünyası Yılın Hizmet Ödülü, Keisuke Vakizaka'ya; Türk Kültürüne Hizmet Ödülü, Diriliş Ertuğrul dizisine; Türk Dünyası Kültür Sanat Ödülü, Hayri Tekgöz'e; Türk Dünyası 
Seçici Kurul Ödülü, Doç. Dr. Erdal Bay'a; Türk Dünyası Yılın Sanatçısı Ödülü, Kaya Kuzucu'ya verildi.

Türk Dünyası Vefa Ödüllerine de Ünal Osmanağaoğlu, Nefi Demirci, Prof. Dr. Emin Özbaş ve Prof. Dr. Gülçin Çandarlıoğlu layık görüldü.

Yılın En Etkili Ocakları Ödüllerini ise Malatya Ülkü Ocakları İl Başkanlığı, Gaziantep Ülkü Ocakları İl Başkanlığı, Hatay Dörtyol Ülkü Ocakları İlçe Başkanlığı, Şanlıurfa Birecik Ülkü Ocakları İlçe Başkanlığı aldı. MHP İstanbul İl Başkanı Mehmet Bülent Karataş'a teşekkür plaketi takdim edildi.


http://www.criturk.com/haber/siyaset/iii-turk-dunyasi-hizmet-odulleri-9883


***