1 Eylül 2019 Pazar

GENİŞ GRUP KİMLİĞİ VE BARIŞ SAĞLAMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER., BÖLÜM 4

GENİŞ GRUP KİMLİĞİ VE BARIŞ SAĞLAMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER.,  BÖLÜM 4


‘Ötekilerin’ yaşattığı ağır travmanın ardından, geniş grubun üyeleri aşağıdaki psikolojik olguları zararsız hale getirmek gibi zor işlerle karşılaşırlar; 

1) insanlık dışı bir muameleye maruz kalma vekurban edilmişlik hissi 
2) çaresizlik nedeniyle açık vegizli aşağılanmanın neden olduğu acı 
3) eziyet çekenler için bir şey yapamamış ve kurtulmuş olmanın verdiği suçluluk hissi 
4) Aşağılanmayla karşılaşmadan haklı olmanın zorluğu 
5) Dışlama/yansıtmada artış ve buna bağlı olarak ‘kötü’ ön yargılarda aşırılık 
6) Büyük grup kimliğindeki narsistik yatırımın artması 
7) Kurban edene karşı kıskançlık ve savunmacı özdeşim kurma 
8) Zorluk ya da çoğunlukla yetersizlik nedeniyle kayba karşı yas tutamama 
    Eğer bu psikolojik paylaşım deneyimleri devam eder ve geniş grup bunları çözmek için uygun yollar bulamazsa bir sonraki paylaşılacak deneyim ise: 
9) Travmanın etkilerinin psikolojik görev olarak kuşaktan kuşağa aktarımı Aynı anda faillerin utanç ve suçluluk hissi(gizli de olabilir) de gelecek nesillere 
aktarılabilir. Ortaklaşa kuşaktan kuşağa aktarım seçilmiş travmayı yerleştirir. 

Yas Tutamama ve Kuşaktan Kuşağa Aktarım 

Öncelikle kuşaktan kuşağa aktarımın bir yetişkinle gelişen çocuk arasında nasıl oluştuğunu kısaca anlatacağım ve ardından ortak kuşaklar arası aktarımın nasıl 
yer aldığını anlatacağım. Çocuğun psişik sınırları ile annenin ve diğer bakım verenlerin arasında bir akış vardır ve çocuk -anne/bakım veren arasındaki yaşantılar, çocuğun gelişen zihninde genellikle ‘inkübator’ görevi görürler. Büyüme-başlatıcı elemanların yanı sıra, üst nesilden bakım veren kişi, çocuğa arzu edilmeyen psikolojik elemanlar da aktarabilir. Kuşaktan kuşağa olumsuz aktarımın en iyi bilinen örnekleri Anna Freud ve Dorothy Burlingham’ın Nazi saldırıları sırasında Londra’daki gözlemine dayanır. Freud ve Burlingham27, üç yaşın altındaki çocukların bombalamalardan anneleri korkmadığı sürece endişeli hale geçmediklerini gözlemlemişlerdir. 

Yukarıda belirtilen akış diğerleri nedeniyle gelişen ağır travmalar sırasında ve sonrasındaki gibi bazı belli regresyon koşulları altında yetişkinlerde de olabilir. Kuşaklar arası aktarımın birçok formu vardır. Kaygı, depresyon, coşku, endişe ve fanteziler yanı sıra, yetişkinler çeşitli psikolojik görevleri de çocuğa devreder. 

Bir yetişkin zedelenmiş kendilik imajını da travmatik olayın içerdiği diğerlerinin imajı üzerinden içerisine depolayabilir- hatta bazen failin imajının bile- ve bu 
aktarılan imajlarla travmanın acısını azaltmak ya da orijinal travmanın sonuçlarını kontrol edebilmek için çocuğa psikolojik ödevler vermiş olur. Depolama çocuktaki ‘kimlik özdeşimi’ ile yakın ilişkilidir; ancak bazı yönlerden de kimlik özdeşiminden belirgin şekilde farklıdır. Kimlik özdeşiminde çocuk, yetişkinin imajlarını almak ve asimile etmekte, bu kişinin ego ve süper ego fonksiyonlarını edinmekte öncül rol oynar. Depolamada ise, yetişkin kendi spesifik imajlarını çocuğun gelişen kendilik temsiline yerleştirmekte daha aktif rol oynar. Başka bir deyişle, yetişkin kişi çocuğu belli kendilik ve diğer imajları için kalıcı bir rezervuar olarak (çoğunlukla farkında olmaksızın) kullanır. Yetişkinde bu zihinsel imajları oluşturan deneyimler, çocuk için erişilebilir değildir, henüz sadece zihinsel imajlar çocuğun içine itilir, tecrübeye dayanan bir yapıda değildir. Bir kişiye ait hatıralar, diğer bir kişiye geçirilemez; ancak bir yetişkin travmatize kendiliğini vediğer imajlarını çocuğun içine içsel imajlar şeklinde kendilik temsili ve görev devri olarak depo edilebilir.28 Judith Kestenberg’in terimi olan 29 ‘kuşaklar arası aktarım’ın, depo edilen travma-
tize imajlara karşılık geldiğine inanıyorum. Bu bireysel psikolojide ‘yansıtmalı özdeşim’ olarak iyi bilinen olguyla ilişkilidir.30 

Depolama olgusunu aydınlatmak için iyi bilinen bir fenomen olan ‘ikame çocuk’tan bahsetmek istiyorum 31: Bir çocuk ölür, kısa bir sure sonra anne tekrar gebe kalır ve ikinci çocuk yaşar. Anne ölen çocuğunun imajını-ölen çocuğuyla olan duygusal ilişkisi de dâhil ikinci çocuğun gelişen kimliği içine depolar. İkinci çocuğun artık bu depo edilmiş kimliği içinde taşıma görevi vardır. Çocuğun bu göreve ilişkin çeşitli tepkileri olabilir: Çocuk kendisine depo edilenleri başarıyla özümseyip ikame çocuk olmaya uyum sağlayabilir. Alternatif olarak, çocuk ‘çift kimlik’ geliştirerek, klinisyenlerin ‘borderline kişilik organizasyonu’ olarak nitelendirdiği durumu yaşayabilir. Ya da, ikinci çocuk, ölmüş kardeşinin ülküleştirilmiş imajına ulaşmaya kendi içinde mahkûm olup, bu ülküleştirilmiş imajı canlandırmak için yaşamında önemli şeyler yapmaya takıntılı bir şekilde güdülenir. 

Benzer şekilde, ani şekilde travmatize olan yetişkinler de travmatize kendilik imajlarını çocuklarının gelişmekte olan kimliklerinde depolayabilir ler. Soykırımdan kurtulmuş, duruma iyi bir şekilde uyum sağlamış görünen, ‘normal’ davranan bir kişi, bu travmaya bağlı travmatize kendilik imajlarını çocuklarının gelişen kendilikleri ne depolar ve çocuklarına bu imajlarla baş etmelerine yönelik görevler verirler. Bu anlamda, mağdur edilmiş önceki kuşaktan olan kişiyi yükünden kurtarıp, soykırımın dehşetine yönelik tepki verenler artık çocukları olmuştur. İkame çocuklarla birlikte, bu çocuklar ebeveynlerinin zedelenmiş kendilik imajlarının taşıyıcıları olmaları durumuna her biri farklı tepki verirler; çünkü her çocuğun bireysel psikolojik yapısı depo edilen imajdan bağımsızdır. 

Geniş grup psikolojisinde depolama, binler ya da milyonların paylaştığı, çocukluktan başlayarak ve “psikolojik DNA” haline gelen ait olma duygusunu yaratan bir sürece karşılık gelir. Bir düşman grup tarafından ateşlenen ortak bir felaketi yaşadıktan sonra, etkilenen bireylerin paylaşılmış bu olayla self imajları benzer şekilde (ancak aynı olmayan) travmatize olur. On binlerce ya da milyonlarca kişi bu tip imajları çocuklarında depolarlar ve ‘Benim için, benim öz saygımı geri kazan’ ya da ‘Benim yas sürecimi tamamla’ ya da ‘Kendinden emin ol, intikamımı al’ şeklinde bir görev verirler. Bu toplumsal travmanın döngüsünü ebedileştiren uzun süreli görevlerin kuşaktan kuşağa aktarılmasıdır. Böylece, ikinci kuşaktaki her çocuk, bu temsili tamamlayamazsa -ki genelde de durum böyledir- onlar bu görevi üçüncü kuşağa geçirirler ve bu şekilde gider. Bu tip durumlar on binler ya da milyonlarca kişi arasında gözle görülmeyen çok güçlü bir ağın oluşmasına neden olur. 

Dış koşullara bağlı olarak, paylaşılan görev kuşaktan kuşağa değişebilir. Örneğin, bir kuşakta paylaşılan görev atalarının kaybına vekatliamına üzülmek iken, takip eden kuşakta, paylaşılan görev bu kaybın ve katliamın intikamını alma duygusunu yaşamak olabilir. Kuşağın açığa çıkardığı durum her ne olursa olsun temel görev, atalarının travmasının zihinlerde canlı kalmasını sağlamaktır. Olayın zihinsel temsili geniş grubun kimlik belirleyicisi olarak ortaya çıkar ve seçilmiş travma haline gelir. Benzer süreçler kurban edenlerin sonraki kuşaklarında da görülür. Faillerin ileriki kuşaklarında aşağılamaktan ziyade, netice nedeniyle oluşan suçluluk duygusuyla uğraş vardır. İki grup da yas tutmakta ciddi bir zorluk veya yetersizlik yaşar. 

Geçmişteki, diğerleri tarafından gerçekleştirilen tüm ağır trajediler seçilmiş travmaya dönüşmez. Katledilen kahramanların mitolojik hale getirilmesi ve ortaklaşa travmanın anlatılan hikayelerle anılması, şarkı ve şiirlerle popüler ize olması, sonrasındaki politik liderlerin geçmiş travma ile ilgili olaylarla ilgilenmesi, bir tarihi olayı seçilmiş travma haline getirir. Bazen olayların kombinasyonu gelecekteki seçilmiş travma için zemin hazırlar. 10 Nisan 2010’da Polonya devlet başkanı Lech Kacyznski, eşi Maria Kaczynska ve birçok Polonyalı üst düzey askeri vesivil lider Rusya’daki Smolensk Hava Üssü’ne yaklaştıkları sırada uçak kazası ile öldüler. O sırada 1940 Nisan-Mayısı’nda Sovyetler tarafından Polonya milletine yapılan Katyn Forest katliamını anmak üzere yoldaydılar. Bu katliam Joseph Stalin ve Sovyet Komünist Parti yönetiminin bilgi ve onayıyla Sovyet Gizli Servisi tarafından gerçekleştirilmişti. Yaklaşık 22000 Polonyalı asker ve polis, entelektüeller, iş adamları, din adamları öldürüldü. Bu olay 1990’da Mikhail Gorbaçov döneminde aydınlatıldı. 

Uçak kazası, inanıyorum ki, Katyn Katliamını bir seçilmiş travmaya çevirmekte etkili olacaktır. 

Sağlam şekilde yerleşmiş seçilmiş travmalar vardır: Ruslar 13. ve 14. Yüzyılda Tatar-Moğolların saldırılarını hatırlarlar; Yunanlılar 1453’te İstanbul’un Türkler 
tarafından alınması “anısını” hatırlayarak birbirlerine bağlanırlar; Çekler 1620’de olan ve yaklaşık 300 sene onları Habsburg İmparatorluğu altında yaşamak zorunda bırakan Bila Hora Savaşı’nı, İskoç’lar 1746 Culloden Savaşı’nın hikâyesini canlı tutmaya çalışıyorlar, Kırım Tatarları kendilerini 1944’te Kırım’dan sınır dışı edilmeleriyle tanımlarlar. Tüm dünyada İsrailliler veYahudiler bireysel olarak soykırımdan etkilenmemiş olsalar dahi, doğrudan ya da dolaylı şekilde buna göndermeler yaparak geniş grup kimliklerini tanımlarlar. Soykırım yukarıda anlatılan seçilmiş travma olarak sayılabilmek için halen fazla “taze”dir. Ortodoks Yahudiler halen M.Ö. 586 yılında Yahudi tapınağının tahrip edilmesini Yahudilerin seçilmiş travması saymalarına rağmen, soykırım daha şimdiden bir geniş grup belirleyicisi haline gelmiştir. Bazı seçilmiş travmaları belirleyebilmek zordur; çünkü iyi anlaşılabilen tarihi olaylarla basitçe ilişkilendirilemezler. Örneğin; Estonyalılar’ın seçilmiş travması bir tek spesifik olayla ilişkili görünmez; ama binlerce yıl neredeyse başkalarının (İsveçliler, Almanlar, Ruslar) altında yaşamaları gerçeği ile ilişkilidir. 

Belli dini olaylar da seçilmiş zafer ya da travmalar ya da ikisinin karışımı haline dönüşebilir. Şiiler için MS 680’de (İslam takvimine göre 61.yıl) bugünkü Irak sınırları içinde, Kerbela Savaşı’nda yaşadıkları, dini geniş grup kimliklerinde en önemli yere sahiptir. İslam peygamberi Hz. Muhammed’in torunu ve dördüncü 
halife Ebu Talip’in oğlu olan Hz. Hüseyin’in, ailesi ve yandaşlarının, Yezid’e bağlı ordu tarafından susuz bırakıldığı ve çöl düzlüğünde öldürüldüğü hadise burada 
yaşanmıştır. Şiiler Hz. Muhammed’in 632’deki ölümünden sonra dini liderliğinin Ali’ye ait olduğuna inanırlar. Ancak, Hz. Ali halife olarak tanınmadı veAli hilafetini ilan ettiğinde onun saltanatına Muaviye karşı durdu. Ali’nin yerine, daha sonra Muaviye’nin emriyle zehirlendiğine inandıkları, oğlu Hasan geçmiştir. Söylendiğine göre Hüseyin, Hasana bağlılık yemini etmeyi reddetti ve.ailesini güvenceye almaya çalışırken Kerbela’da Muaviye’nin oğlu Yezid tarafından saldırıya uğradı.. Seçilmiş bir travma olarak Şiiler bu tarihsel zulümü Kerbela Savaşının yıldönümünde yeniden yaşarlar. Bugünkü İran’ın iç vedış ilişkileriyle ilgilenen batılılar, bu Şii seçilmiş travmasının, Acem geniş grubunun sosyal kültürel vesiyasi süreçler üzerindeki psikolojik etkisini çalışma gereği duymalıdırlar. 

Mehmet Akif Ersoy,Turkiye’deki Alevi nüfusunu veonların seçilmiş travmalarını analiz etmiştir. Türkiye’de İslamiyet’in bir diğer mezhebi olan Aleviliğe inananlar, halife Ali’nin yolundadırlar ve kendilerini İran Şiileri’nden farklı kabul ederler. Anadolu Alevileri Osmanlı’nın erken dönemlerinden beri bazen büyük 
Sünni grup tarafından dışlanmıştır. Onların kahramanları ünlü halk şairi vedini liderleri olan Pir Sultan Abdal’dır. Pir Sultan Abdal onaltıncı yüzyılda yaşamıştır 
ve Sünni Osmanlı Devleti güçlerince öldürülmüştür. Bu olay Türkiye Alevileri için bir seçilmiş travmadır ve onlar Pir Sultan Abdal’ı ‘canlı ‘ tutmaya çalışırlar. 
Ancak, ilginç bir şekilde Türkiye’deki Aleviler Kerbela’da yaşanan olayı da seçilmiş travma olarak alırlar. Ersoy: “Öyle sanıyorum ki, Anadolu Alevilerinin deneyimlediği travmatik olaylar, aynı zamanda onların Şiilerle olan tarihsel yakınlığı, Kerbela gibi Şii kültürünün normlarının kabulü ve benimsenmesinde ve Alevi seçilmiş travmasının birleştirilmesinde önemli bir rol oynamaktadır.” diye yazmıştır.32 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

GENİŞ GRUP KİMLİĞİ VE BARIŞ SAĞLAMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER., BÖLÜM 3

GENİŞ GRUP KİMLİĞİ VE BARIŞ SAĞLAMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER.,  BÖLÜM 3



‘Çadır’ Metaforu 

Tarihi, sosyolojik, antropolojik, ve filozofik literatürlerde; kabileleri, etnik, ulusal veya politik geniş grupları tarif eden birçok fenomen bulunabilir. Sıklıkla geniş 
grup başlığı o disiplinin çalıştığı varlık ve amaca göre değişir. Binler hatta milyonlarca bireyin paylaştığı kimlik belirleyicileri; tarihsel akış, devrimler, ekonomik durumlar, göçler, yaptıkları işler, liderlerin kişilik özellikleri ve başka sebeplerle değişebilir. Örneğin, 1923’de kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde modern Türkiye’nin batılılaşma ve modernizasyonunda fes uzun süre sembol olmaktan çıkmıştır. 
Ancak günümüzde Türkiye’de dini semboller milli olanları gölgede bırakmaya başlamıştır. Ben bir psikanalist olarak bizlerin yüzeysel geniş grup kimliği tanımlarıyla uğraşmak yerine geniş grupların içinde ve diğer gruplarla olan ilişkilerinde gerçekleşen psikodinamik süreçlerle daha derinlemesine ilgilenmemiz gerektiğini düşünüyorum. 

Grup liderini temsil eden bahar direğinin etrafında sıralanmış insanları seyrettiğimi hayal ederek, geniş grupların klasik Freudyen kuramını18(1921) düşünmeye başladım.19

Gruptaki kişiler direk/lider etrafında tıpkı dans edercesine birbirleri ile özdeşim kurarak liderlerini idealize edip desteklerler. Direğin üstüne gerilmiş 
çadır bezinin on binlerce hatta milyonlarca insanı topladığını ve sanki dev bir çadır oluşturduklarını hayal ederek bu metaforu genişlettim. Bu metaforda özellikle de başka bir çadırdaki insanlarla yaşanan bir zıtlaşma olduğunda, insanlar hala lideri desteklerler; ancak bunun altında yatan esas amaç çadırı gergin, sağlam, korunaklı halde tutabilmektir. Bu çadırın kumaş görünümü geniş grubun kimliğinin vesınırlarının simgesidir. Ben böylesi grupların kendilerine giderek narsistik bir yatırım yaptıklarını, liderin etrafında toplanmanın bu yatırıma hizmet ettiğini düşünüyorum. 

Metaforik dev çadır altında yaşayan insanlar, kendi kişisel giysilerinde ait oldukları sosyal ya da politik alt grupların sembollerinin yanı sıra bazı durumlarda altında yaşadıkları çadır kumaşının motiflerinden de ikinci bir giysi olarak yararlanırlar. 
Barış dönemlerinde insanlar dikkatlerini ailelerine, komşularına, okulla-rına, kişisel sportif, sosyal kulüp ve faaliyetlerine, facebook sayfalarına 
yönlendirirler. Ancak bu geniş grup, ‘öteki’leri olarak nitelendirilen bir başka grup tarafından aşağılanır ve tehdit edilirse, saldırıya uğrayan topluluk dikkatlerini rutin uğraşlarından çekip, çadırlarını onarmaya, korumaya, onun devamını sağlamaya yönelik ciddi bir uğraş vermeye odaklanır. Geniş grup kimliği altında aşağılayan, inciten ve öldüren saldırganlar da kendi çadır metaforlarında yaşayıp, o simgesel motifleri giyerler. İki taraftan da küçük muhalif gruplar, bu iki düşman grubun ilişkisinde etkisiz kalır. 

Bu on binlerce, milyonlarca aynı metaforik çadırı paylaşan insanı, nefes alıp verdiğini fark etmeyen kişilere benzetebiliriz. Bukişiler ancak sigara dumanıyla 
kaplanmış bir odaya girdiklerinde ya da zatürree olduklarında aldıkları her nefesi fark etmeye başlarlar. Benzer şekilde, geniş grup ancak bir stres altındayken ve 
geniş grup kimlikleri zedelenmeye, diğer grup kendi geniş grup kimliği altında onları öldürmeye başladığında, tehdit altındaki grup, hızlıca kendi geniş grup kimliklerini ‘diğer’lerininkinden, ‘düşman’ gruptan, ayırıp ‘biz-lik’ lerini fark ederler. 

Bu müzakere masalarındaki kişiler için de sokaktaki sıradan insan için de geçerlidir. 

Geniş grup psikolojisi, kendi haklılığı içinde narsisizme yatırım yapma, çadırlarını koruma ve devamını sağlama ihtiyacını paylaşır. Binlerce ya da milyonlarca 
kişi, farkında olarak ya da olmayarak, kendilerine bu görevi atfederek etnik, dini, ideolojik ve uluslararası ilişkilere karşılık verirler. Eğer bir yabancı geniş grup eğer kendi geniş gruplarına ait kişileri küçük düşürecek, aşağılayacak ya da zedeleyecek bir davranışı geniş grup kimliği adı altında yapacak olurlarsa, -örneğin bir ülkenin kuzeyinde yaşayanlara yapılacak olursa bu davranışlar- o ülkenin güneyinde yaşayan aynı geniş grup kimliğine sahip kişiler de aynı acıyı hissederler. El-Kaide 11 

20 Eylül 2001’de New York veWashington’a saldırı düzenlediğinde, Louisiana veya California’da yaşayan Amerikalılar da kendilerine saldırılmış gibi hissettiler. Geniş grup kimliği, insanları nerede yaşarlarsa yaşasınlar, metaforik devasa çadır altında duygusal olarak birleştirir. Bir yerdeki geniş grup üyelerine ‘öteki’ tarafından yapılan saldırı, bölgesel kalmaz. 

Psikolojik Sınır 

Yukarıda ifade ettiğim aynı duyarlılıkları paylaşan binlerce ya da milyonlarca insanın altında yaşadığı metaforik çadır; geniş grubun kimliği ve sınırlarını temsil eder. Bu sınır ‘biz’ ve ‘onlar’ arasında bir geniş grubun dışlamak vediğerleri şeklinde yansıtmak için uğraştığı şeyler için bir psikolojik sınırdır. Globalleşen şimdiki dünyada bile20farklı geniş gruptan insanlar karışık topluluklar halinde yaşamlarını sürdürmekteyken çoğunlukla binler ya da milyonlarca ‘ötekiler’ halen karşı taraftır ve bir tür fiziksel sınır ile ayrılırlar. Bir ülkenin yasal sınırları, kabile ya da klanları ayıran doğal coğrafik ya da büyük grubu kuşatan düşmanın zorla yarattığı sınırlar olabilir bunlar. Komşular arasında çatışma olmadığı zamanlar fiziki sınırların pek anlamı kalmamaktadır; ancak çatışma varlığında bu fiziki sınırlar psikolojik olarak geniş grupların kimliklerini ayırmada önemli anlam taşır. 

Burada, iki karşıt geniş grup arasındaki fiziki sınırın, nasıl psikolojik bir sınır haline de geldiği hakkındaki gözlemlerimi dile getireceğim. İsrail ve Ürdün arasındaki gerginliğin çok yükseldiği 1986 yılında İsrail’in davetlisi olarak, iki ülkeyiayıran, Ürdün Nehri’nin üzerindeki Allenby köprüsünü ziyaret ettim. Gördüm ki köprü üstünde iki ülkenin sınırını ifade eden beyaz bir çizgi çizilmişti. Bugözlemimde 16 kamyonun sınırdan geçişine tanık oldum. Araçlar adeta fabrikada parçaların takılması unutulmuş gibi duruyordu. Araçların sökülebilir tüm parçaları çıkarıldı, her yeri açıldı, tüm bölmeler kaçak bir malzeme saklanamayacak şekildearandı. Ürdün tarafından gelen araçları aramak İsrailli görevlilerin epey uzun zamanlarını alıyordu. Bu sınırda mücevher dükkanını andıran bir odada Arap kadınların altın yüzük veya bilezikleri iyice incelenip onlar hakkında not alınıyor ve böylece bu hanımların İsrail’den ayrılmadan önce Arap akrabalarına bir şey bırakmamış olduklarından emin olunmaya çalışılıyordu. Burada ana fikir, bu kadınların Arap akrabalarına bıraktıkları altınlarla İsrailli Arapların, İsrailli Yahudilere karşı ‘tehlikeli’ olabilecek şeyler almalarına engel olmaktı. 

Başka bir önlem ise, İsraillilerin rutin olarak sınıra paralel yolu süpürmeleriydi; böylelikle ayak izlerinden karşıya geçmeye çalışanlar yakalanabilecekti. Ayrıca sınırın en modern elektronik izleme aletleriyle doldurulduğunu da söylemek gerekir. 

Bir İsrailli memur, belki de şaka olarak, İsrailli güçlerin bu izleme aletleriyle önemlibir Ürdünlü kişiyi banyoda ya da bir kadınla kaçamak sırasında bile izleyebileceğini söylemişti. Bu ekstra önlemlerin mazeretleri olsa da, Allenby Köprüsü’ndeki fiziksel sınır psikolojik sınırla bütünleşmiş ve iki ülke arasındaki psikolojik boşluğu sembolize eden ritullere neden olmustu. 

İki geniş grup arasındaki çatışmada kaygı ve regresyon –gerileme- her iki tarafça da paylaşılıyorsa fiziksel sınır karşıt kimlikleri korumaya yetmez, bu fiziki sınır herhangi bir şekilde bir kimliğin diğerine geçişini/temasını engellemek için psikolojik sınıra dönüşmek zorundadır. 

Büyük Grup Kimliği belirleyicileri 

Her geniş grubun metaforik çadırlarının farklı rengarenk dizaynda kumaşları olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Bu sadece o çadır altındaki binler ya da milyonlara ait ve onlar için anlamlıdır. Ben bunlara ‘geniş grup kimliği belirleyicileri’ diyorum. 

Bunlar somut ve soyut çok farklı şeyler olabilir; diller, bayraklar, müzikler, yemekler, Finliler için Fin hamamı, İskoçyalılar için İskoç etekleri geniş grup kimliği belirleyicileridir. Bu kolay görülebilir vealgılanabilir tipik kimlik belirleyicilerinin yanı sıra üç tane daha farklı tipte geniş grup çadırı dizaynı ele alalım: 

Birincisi, “diğer” grup tarafından üretilir. Yan yana iki geniş grup çadırı hayal edin. Birinci çadırdaki bireyler ikinci çadırın üstüne çamur atarlar- bu onların ve 
diğerlerinin “kötü” imajlarını dışsallaştırma ve istemedikleri düşünce, duygu, tutum ve beklentilerini yansıtmalarıdır. Bu eylem geniş grup kimliğinin kendisine yapılır, çadıra karşı yapılır ve eylemin içindeki bireylere yapılması gerekmez. Maurice Apprey21beyaz Amerikalı geniş grubun Afrikalı Amerikalı geniş grubu algılamalarının, Afrikalı Amerikalı geniş grup kimliği deneyimlerine nasıl asimile olduğunu - mesela, siyahilerin birbirlerine karşı işledikleri suçların nasıl zihinsel olarak beyaz-siyahi etkileşimlerinin temsili olduğunu çalışmıştır. 

İkincisi, Kemal Atatürk, Vladimir Lenin, Mahatma Gandi, Mao Zedong gibi “karizmatik” liderlerin yarattığı geniş grup kimlikleri vardır. Bugibi liderler yüz 
binlerce milyonlarca insanı yeni bir politik ortaklıkta bir araya getirmişlerdir.22 Bazen bu liderler bir adım daha ileri giderler ve kendi iç dünyalarının ihtiyaçlarına göre takipçilerinin dış dünyalarını ve geniş grup kimlikleri hakkındaki öznel duygularını da yeniden şekillendirebilirler. 

Üçüncüsü, mitolojik veya yaşanmış kahramanlıklar gibi tarihsel olaylar ve bunlara eşlik eden kahramanları ifade eder. 

Bu tarihi olaylar gurur verici ve travmatizeedici olarak ayrılabilir. Çok zaman aralarındaki farkı görmek zor olur. 

Örneğin, inanılmaz travmatik olmasına rağmen Sovyetlerin Büyük Kahramanlık Savaşı, Sovyet halkı için kahramanlık ve azim nedeniyle gurur vericidir. Geniş grubun kimlik belirleyicileri burada paylaşılan narsisizme yatırımdır ve genelde ‘üstün’ olarak kabul edilir ve gurur kaynağıdır. Eğer bunlar tarihi zedelenmelerle ilgili ise ‘öteki’nin zedelenmelerinden daha ‘büyüktür’. 

İlk kez 1991’de ‘seçilmiş zafer’ ve ‘seçilmiş travma’ kavramlarını tanımladım. Bunlar geniş grupların üçüncü tip çadır bezi tasarımlarını temsil ediyor. Seçilmiş 
zaferler geçmiş olayların ve kahramanların paylaşılmış gurur ve mutluluğunun zihinsel temsilidir. Bu anlamda cephelerde kazanılmış zaferler, politik ve dini başarılar genellikle seçilmiş zafer olarak karşımıza çıkar. Örneğin, geniş gruplar bağımsızlık günlerini kutlarlar. Bazı seçilmiş zaferler ve bunlarla ilişkili kahraman kişiler de çoğunlukla zaman içinde aşırı mitolojik hale gelir. 

Seçilmiş zaferler öğretmen/ebeveyn-çocuk ilişkileri ile ya da ritüalistik törenlerle kuşaktan kuşağa aktarılır. Bu geniş grubun çocuklarını birbirine ve geniş gruba 
bağlamada, çocukların bu zaferlerle ilişkilenerek kendilerine saygılarının artma-sında etkilidir. Ebeveynlerin ya da diğer önemli yetişkinlerin neden bu aktarımı 
yaptıklarını anlamak hiç de zor değildir; yaparlar çünkü bu mutluluk verici bir aktivitedir. Zor durumlarda liderler desteği artırabilmek için seçilmiş zafer ve ilişkili kahramanları yeniden canlandırmaya çalışırlar. I. Körfez savaşı esnasında Saddam Hüseyin, aslında bir Arap olmayıp Kürt olan Selahattin Eyyubi’nin başarılarına göndermeler yapmıştır. 

Geniş grubun facia olarak nitelenebilecek kayıp, aşağılanma, düşman elinde çekilen eziyet benzeri tarihi olaylar da ‘seçilmiş travma’ belirteçlerindendir. Seçilmiş zaferler kendine güveni artırmakla beraber, seçilmiş travmalarda olduğu gibi gelecek kuşakların yüklenmesi gereken bir psikolojik görev vermez. Aşağıda seçilmiş travmaların neden seçilmiş zaferlere göre geniş grup kimliğinde daha karmaşık ve güçlü belirleyiciler olduğuna değineceğim. 

Seçilmiş Travmaların Evrimi 

Geniş grupların ağır travmaları çok çeşitli tipte olabilir. Bazıları depremler, büyük yangınlar, volkanik patlamalar, fırtınalar gibi doğal nedenlerle olur. Bazı 
toplumsal travmalar ise 1986’da atmosfere tonlarca radyoaktif madde salınmasına neden olan Çernobil kazası gibi insan eliyle olan yıkımlar olabilir. Bazen büyük grubun çoğunluğu için paylaşılmış “aktarım figürü” olarak rol oynayan birisi öldürüldüğünde veya beklenmeden öldüğünde, bu travmatik toplumsal olayları provoke edebilir - Amerika Birleşik Devletlerinde John F. Kennedy’nin23ve Martin Luther King’in İsrail’de Yitzhak Rabin’in24, İsveç’te Devlet Başkanı Olof Palme’in, Gürcistan Comhuriyeti’nde Ulusal Demokratik Parti lideri Giorgi Chanturia’nin, Lübnan’da eski Devlet Başkanı Rafik Hariri’in katlima uğramalarından ya da Amerikan astronotlarının, özellikle de 1986’da uzay mekiğinin patlamasının ardından öğretmen Christa McAuliffe’in ölümünden sonra 25 olduğu gibi. 

Diğer ağır travmalar, düşman grubun etnik, ulusal, dini vepolitik ideolojilerindeki çatışmalara bağlı kasti yapılmış eylemleridir. Bu tip facialar, bir ulus sınırları 
içindeki “ötekilerin” bir grubu kronik kötü davranış veya boyunduruğu altında tutmasından, terörist saldırılar, savaşlar ve hatta soykırımlara kadar, ve travmatize grubun güçlü düşmanıyla umutsuzca aktif kavgasından, tamamıyla pasif ve çaresiz duruma düşürülene kadar bir çeşitlilik içinde olabilir. 

Doğa, öfkesini gösterdiğinde ve insanlar bundan zarar gördüğünde, etkilenenler bu olayı kader ya da Tanrı’nın isteği olarak yorumlamaya eğilimlidir.26İnsan eliyle oluşan kazalardan sonra ise, kurtulanlar dikkatsizliklerinden dolayı küçük bir grup ya da hükümeti sorumlu tutarlar. Bir geniş grubun lideri aynı gruptan bir kişi tarafından öldürülürse öfke bu kişiye, eğer varsa onun politik grubuna yönelir. Ancak eğer travma baskı, zulüm, savaş ya da diğer etnik, milliyetçi, dini ve politik çatışmalar nedeniyle olursa, özellikle de kurban edilen pasif ve çaresiz kalmışsa, öfkenin yönlendirildiği; kasten acı çektirip, aşağılamış olduğuna inanılan; açık bir düşman geniş grup vardır. Burada failler başka bir geniş grup içinde olduklarından öldüren ve zarar verenler bunu geniş grup kimliği adı altında yapmış olurlar. Yalnızca bu tip travmalar seçilmiş travmalar olarak gelişebilir. Bir geniş grup, diğer bir grup tarafından zarar görmeyi, kurban edilmeyi buna bağlı olarak özsaygısını yitirmeyi ‘seçmez’; ancak geçmişte yaşanan travmayı psikolojik hale getirip yaşatmayı ve metaforik çadırına temel tasarım olarak iliştirmeyi ‘seçer’. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

GENİŞ GRUP KİMLİĞİ VE BARIŞ SAĞLAMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER., BÖLÜM 2

GENİŞ GRUP KİMLİĞİ VE BARIŞ SAĞLAMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER.,  BÖLÜM 2 


Çocuk, Entegre edemediği ‘kötü’ kendilik ve nesne imajları için uygun bir rezervuar bulduğunda, çocuğun zihninde ‘diğer’ kavramının öncüleri deneysel düzeyde yerleşir. Türk çocuk bu noktada, Rum olmanın ne demek olduğunu tam 
olarak anlayamaz. Sofistike düşünceler, algılar ve duygular, ve ‘diğer’iyle ilgili tarihi imajlar bireyin nesne ilişkileri gerilimine bağlı duygudan kurtulmasına yardımcı olan ilk düşman sembolü, o farkında olmadan zamanla evrimleşir. Kıbrıs’taki neredeyse tüm Türk çocuklar aynı hedefi kullandığında gerçek dünya problemleri karmaşıklaştığında, hepsi aynı ‘öteki’ öncüsünü paylaşarak onu ‘düşman’ haline getirecektir. 

Birleştirilmemiş ‘iyi’ kendilik ve diğer imajlar da çocuk büyüdükçe, uygun kalıcı 
dışlama rezervuarları bulacaktır ve ‘biz-lik’ kavramını temsil edecek veonun 
geniş grubu için önemli kültürel değerler haline gelecektir. Finli çocuklar ‘iyi’ rezervuarı için Fin hamamını kullanırlar. Finli çocuklar büyüdüklerinde, Finli olmakla ilişkili sofistike düşünce ve duygular geliştirebilirler. Daha genel bir şekilde, dil, müzikler, yemekler, danslar, dini semboller ya da spesifik coğrafik yerler gibi belli kültürel değerler, kalıcı ‘iyi’ dışlaması için uygun hedefler haline gelir. Belli tarihi olaylar da uygun dışlama rezervuarına katılarak geniş grubun yatırımını artırabilir. 

İskoçya’da, on üçüncü yüzyıldan beri geleneksel İskoç kıyafeti giyiliyordu; 
ancak on sekizinci yüzyıldan sonra ekose İskoç eteği bir ‘iyi’ rezervuar haline gelmiştir. 
İngiltere 1746’da Bonnie Prens Charles’ı Culloden Savaşı’nda yenilgiye uğrattığında, İngilizler İskoç eteği giymeyi kanun ile yasaklamışlardır. Otuz altı yıl sonra bu yasak yürürlükten kaldırılmış ve İskoç eteği İskoçlar’ın askeri kıyafeti haline gelmiştir. IV. George, 1882’de İskoçya’ya resmi ziyaretinde, güçlü İngiltere sembolüne karşı İskoç ‘biz-liği’ni kıymetlendirmek için İskoç eteğine yatırımı güçlendirmiştir. 
Hatta birçok İskoç ailesinin kişisel giysilerinde kullandığı kendi ekose 
tasarımı bile vardır. İskoç eteğinin giyilmesini engelleme çabaları başarısız olmuştur ve bu giysi halen İskoçluğu simgelemeye yarayan bir etnik rezervuar olmaya devam etmektedir. 

Bir başka psikanalitik kavram ise çocuklarda geniş grup kimliğinin oluşumunda 
rolü iyi bilinen ‘özdeşim’ kavramıdır. Çocuklar gerçeklere, fantezilere, dileklerine 
ya da korkutucu görünümlerine göre çevrelerindeki önemli kişiler ve onların psikolojik fonksiyonları ile özdeşim kurarlar. Bu kişiler annelik, babalık, kardeşlik ve yol göstericilik fonksiyonlarıyla, sorunları ele alışlarındaki psikolojik yönlerle, 
inanç sistemleriyle, kültürel değerlere yapılan yatırımla, geniş grup ritüelleriyle içe alınırlar ve çocuğun küçük ve geniş gruplar ile uyumlu ya da bazen de uyumsuzşekilde ilişki kurmasında iç dünyalarını genişletmek için kullanılırlar. ‘Özdeşim kurma’ ve ‘kimlik’ ilişkili kavramlardır; ancak bunlar birbirleri arasında değişebilen olgular değildir. Erik Erikson’un11dediği gibi kimlik ancak özdeşim kurma işlemi tamamlandıktan sonra başlar. Bir çocuk ‘genellemeci’ olmayı bırakıp, kabileye kabul edilmeye, milliyetçilik, dini ya da politik ideolojiye bağlandığında bir geniş gruba bağlı olduğu deneyimini öznel olarak hisseder. Bir çocuk Katolik bir ailede büyürken, farkında olmaksızın ‘genellemeci’ olmayı bırakıp bir Katolik olur. Eğer Katolik mezhebini içselleştirerek büyüyen çocuk bir Katolik rahip tarafından taciz edilirse, dini geniş grup kimliği büyük olasılıkla entegre edilmeyecektir. 

Kim olduğumuzu oluşturmak, biyolojik ve genetik potansiyelimizin yanı sıra, 
çocukluk deneyimlerimizdeki kalıcı dışlaştırmalarımıza, önemli diğer kişilerle ve 
onların fonksiyonlarıyla özdeşim kurmamıza, kişisel ve geniş grup kimliklerimizi 
geliştirme kabiliyetimize bağlıdır. Çevrede var olan koşullar, çocukların ne tiptebir geniş gruba ait olmaya uğraştıklarını belirler. Örneğin, Hindistan’ın Haydarabad şehrinde doğan bir çocuk, oradaki yetişkinler kendilerini Müslüman ya da Hindu gruplarına dâhil olarak tanımladıklarından, geniş grup kimliğini dini/kültürel konularla ilişkili geliştirir.12Kıbrıslı Türk- Kıbrıslı Rum çatışması sırasında Kıbrıs’ta doğan bir çocuk geniş grup kimliğini etnik/milliyetçi duygularla tanımlarlar. 
Bunun nedeni o zaman o bölgede önemli olan şeyin, Rum Ortodoks Hıristiyan 
ya da Sünni Müslüman olmaktan ziyade Rum ya da Türk olmak olmasıdır. 
Etnisiteye karşı dini, milliyetçiliğe karşı ırkçı, ya da bir ideolojiye karşı diğer bir 
ideolojiye yapılan yatırım meselelerini anlamak; birey kimliğinin geniş grup kimliğiyle ilişkilendirildiği psikodinamik süreçleri ve geniş grupların etkileşimlerinde bunu nasıl kullandıklarını anlamak kadar önemli değildir. 

Bazı çocukların farklı iki etnik ya da dini gruba ait olan ebeveynleri vardır. 
Eğer bu iki geniş grubun uluslararası bir çatışması varsa, o zaman bu gençlerin,
hatta yetişkinliklerinde bile ciddi psikolojik problemleri olabilir. Örneğin ben Sovyetler Birliği’nin yıkılışından sonra Gürcistan Cumhuriyeti’nde çalıştığım sırada Gürcüler ve Kuzey Osetyalılar arasındaki savaşların karışık soydan gelenlerde ne kadar kafa karışıklığı ve psikolojik rahatsızlığa neden olduğunu fark ettim. Aynısı Transilvanya’da Romanyalı ve Macar evliliklerinden doğan çocuklarda da bu iki grup arasında düşmanlık ortaya çıktığı zamanlar için geçerlidir. 

Geniş grubun kabilesi, milliyeti, etnik, dini ve diğer unsurları ve geniş grubun 
düşman ve müttefikleri ile ilgili fikirler çocukluktan başlar. Buaynı zamanda bir 
politik ideolojik grup üyesi için de geçerlidir. Bukişinin de çocukluğunda ebeveynleri ya da çocukluğunda etrafındaki insanlar da aynı ideolojiye inananlardır ve büyürken bu ideolojinin spesifik sembol, inanç ve geniş grupla ilişkili tarihi hatıraları özümserler. Bir yetişkin olarak bir politik ideolojiye bağlanmakta başka psikolojik motivasyonlar da vardır. Ergenlik çağında kişinin kendi içinde bir psikobiyolojik gözden geçirme olur. Gençler çocukluklarındaki önemli diğerlerinin imajlarına yaptıkları yatırımını kaybederler, bu özdeşimleri modifiye edip bazen güçlendirir bazen ise hiçe sayarlar. Ayrıca bazen akranlarıyla ya da sınırlı çevreden uzaklaşarak yaşadıkları deneyimlerden edindikleri, yeni özdeşimler eklerler.13 Bu içsel aktivitelerde gençlerin kalıcı içsel aynılık duyusu gözden geçirilir. 

Sağlam bir kimliğin oluşması bu dönemde geniş grup kimliğiyle beraber tamamlanır 14 ve çocukların geniş gruba ait olma duygusu onları diğer geniş grup kimliklerinden farklılaştırmış olur. Ergenlik döneminden sonra, geniş gruba ait olma, tüm yaşam boyunca devam eder. Sadece nadiren bazı uzun süren zorlayıcı tarihi olaylar bir grup bireyin yeni bir geniş grup kimliği edinmesine neden olabilir.

Örneğin, belli bir grup güneyli Slav yüzyıllarca süren Osmanlı İmparatorluğu yönetimindeyken Bosnalı Müslüman haline gelmiştir. Bazen bir kişi özellikle gönüllü ya da zorunlu göçlerden sonra ya da ideolojik vepolitik olarak muhalif olduğundan kendisine sunulan gruba ait olmayı ret ederek ve diğer bir gruba olan aidiyetini gizleyebilir. Ancak, kendi gözlemime göre, bir kişi ergenlik çağından sonra narsistik yatırım yaptığı esas geniş grup kimliğini değiştiremez, onu sadece saklayabilir. 

“Yalancı Türler” ve Geniş Grup Kimliği Adına Öldürmek 

Kasım 2006’da Kuzey Afrika’daki Cape Town Üniversitesi’nde Başpsikopos 
Desmond Tutu’nun 75inci doğum günü kutlama ve 10. Yıllık Hakikat ve Barış 
Komisyonu’nun toplantısında açılış konuşmasını yapmak üzere onurlandırıldım. 
Bu toplantının ardından zamanımın bir kısmını vahşi hayvan ve kuşların korunduğu bir bölge olan Kruger Park’ta geçirdim. Orayı ziyaret eden insanların vahşi hayvanlardan korunmak için etrafı kapalı yerlerde kaldıklarını gördüm. Bir gün de bir rehber ve diğer turistlerle beraber dört saatlik bir safari turuyla hayvanları doğal ortamında gözlemlemek fırsatı buldum. Bize eğer şanslıysak hayvanların alışılmadık aktivitelerine tanık olabileceğimiz söylendi. Şanslı olduğumuz birkaç durum oldu. Ben hayvan davranışları konusunda uzman değilim; ancak onları izlerken aklıma gelen şeyleri burada paylaşacağım. 

Gezi sırasında filler tarafından sahnelenen bir tür ‘ödipal hikaye’ye tanık oldum. 
Biz etrafta dolaşırken havada tuhaf bir koku oluştu. Rehber bize kokunun cinsel 
olarak uyarılmış genç bir erkek filden geldiğini söyledi, bu testosteronun kokusuymuş. 
Bu heyecanlı fil, yanında iki tane dişi ve iki tane de yavru fil olan, kendisinden 
yaşlı fili gördü. Genç erkek fil, bu ‘aile’ toplantısının içine öfkeyle daldı 
ve dişi fillerin yavrularını alıp yavaşça uzaklaşmasına neden oldu. İki erkek fil, 
genç ve yaşlı olan, birbirlerine vurmaya başladılar. Biz bir süre onları şaşkınlıkla 
izledik; ancak bu fantastik savaşın sonunu göremeden oradan ayrıldık. Kruger 
Park’ta şaşırtıcı başka manzaralara da şahit olduk. Kendilerini korkutan bir gök 
gürültüsünün ardından gergedanların bir araya gelip bir göletin etrafında adeta 
dans edişi, ‘biz-lik’ kavramının somut bir örneği gibiydi. Bir de yavruları birkaç 
gün önce öldürülmüş bir dişi aslanı başka bir dişi aslanın yavrularına şefkat gösterirken gözlemledik. Ayrıca bir ağacın altında ahşaptan bir haç gördük, orada daha önce bir safari rehberi tuvalet ihtiyacı için durup cipten inmiş vebir aslan tarafından yenmiş. 

Gün sonunda, onca ilginç manzara ve olaya şahit olduktan sonra kapalı ve güvenli bir yerde otururken, o gün Kruger Park’ta hayvanların ne yaptığı konusundaki gözlemlerimi listelemeye karar verdim. Bunlar yiyecek arama, bir yeresahip olma, cinsel istek, üreme, yavrularını koruma, sevdiğini kaybetme, grup kurma, aynı gruptan erkeklerin birbiriyle rekabet etmeleri, agresyon veitaat sergileme, korku yaşama, türe özgü savunma, kaçma ya da savaşıp ‘diğer’ini öldürme vebireysel ve grup olarak hayatta kalmak için uğraşmaydı. Bana aynı türe ait olup kavga eden o iki filin birbirlerini öldürmeyeceği söylendi. Kruger Park’taki vahşi hayvan dünyasında genelde öldürülenler öldürenden farklı bir türden; tıpkı cipinden tuvalet ihtiyacı için inen talihsiz rehber ya da grup halinde gezen çok sayıda antilop gibi. İnsanların ise geniş grup kimliği adı altında tereddüt etmeden kendi türüne ait bazen binlerce hatta milyonlarca insanı nasıl öldürdüğünün nedenleri araştırılmalıdır. 


O Gece Erik Erikson’un insan türünün kendi arasındaki farklılıklarına karşılık olarak adlandırdığı yalancıtür kavramını anımsadım. Erikson 15‘ İnsan sanki zamanın başından beri doğaüstü bir nedenle ayrı türler olarak ayrılmış kabile, klan, sınıf gibi çeşitli yalancı türler halinde evrimleşir (her ne şekilde bir evrimleşme ve hangi duruma adaptasyon için ise)’ demiştir. Erikson ilkel insanın, çıplaklığına katlanamayıp bunun için bir korunma yolu aradığını ve diğer hayvanların zırhlarından faydalanarak, onların derilerini, kürklerini, pençelerini giymeye başladıkları kuramını öne sürmüştür. Bu dış kıyafete göre her bir klan, kabile ya da grup paylaşılan kimlik duygusunu ve aynı zamanda bunun yalnızca bir insan kimliği barındırdığı inancını geliştirmiştir. Erikson’un bu düşüncesini temel alarak, ben de büyük insan gruplarının ancak farklı türlere ait olduklarını hissederlerse birbirlerini öldürebileceklerini düşündüm. 

Biz Erikson’un bu varsayımına spekülatif olmakla beraber insanoğlunun evrimleşme sürecinde neler olduğuna dair başka bir düşünce daha ekleyebiliriz. Yüzyıllardan beri komşu kabileler doğal sınırlarından ötürü sadece birbirleriyle 
etkileşime geçmişlerdir. Komşu gruplar hayatlarını devam ettirebilmek için toprak, yiyecek, cinsel ihtiyaç ve fiziksel mallar için birbirleriyle yarışmak zorunda kalmışlardır. 

Sonuçta, bu primitif yarış daha çok psikolojik anlam içermeye başlar. Fiziksel 
esaslar, gerçek ihtiyaç statülerini korumanın yanı sıra; prestij, onur, güç, 
imrenme, öç, coşku, aşağılama, itaat ve kayıp gibi zihinsel anlamlar kazanmıştır. 
Ayrıca bunlar yaşam işaretleri olmaktan geniş grup sembolleri, gelenekleri, dinleri ya da tarihi “anılar”ı gibi bir geniş grubun öz saygısını, narsisizmini ve kimliğini içeren tarihsel anılar olmaya doğru çeviril miştir. 

Erikson’un varsayımları geçmişten kalan doküman ve dil aracılığıyla ‘diğer’ine yapılan göndermelerle desteklenmektedir. Eski Çinliler, kendilerini insan ve ‘öteki’leri kuei ya da “avlanan ruhlar” olarak görmüşlerdir. Apaçi Kızılderilileri, kendileriniindeh, yaniinsan, veötekileriindiah, düşman16olarak farz etmişlerdir. 
Brezilya yağmur ormanlarından Mundurucular, bazı belli komşuları hariç dünyayı Mundurucu olanlar, yani insanlar ve Mundurucu olmayanlar, pariwatlar (düşmanlar) olarak ikiye ayırmışlardır. Bir antropolog olan Howard Stein17bu kalıbın “bütün kültürlere genelleştirilemeyeceğini, ancak uç noktada ‘insan’ olmayanlara yönelik duygularda, onların algılanma şeklinde ve onlara karşı eylemlerde evrensel bir eğilim gösterdiğini” söyler. Yazılı tarihine ulaşabildiğimiz dönemlerde, Erikson’un yalancı türlerini ve bir grubun diğerlerini daha az insan olarak gördüğünü görebiliyoruz. Orta Çağda, Hıristiyan Avrupalıların Yahudilere, Amerika Birleşik Devletleri’nde beyaz Amerikalıların Afrikalı Amerikalılara muameleleri, Nazilerin davranışları, daha da yakın tarihten eski Yugoslavya, Rwanda ve sayısız birçok yerdeki olaylar, geniş grupların birbirlerini gayri insanileştirme örnekleridir. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

GENİŞ GRUP KİMLİĞİ VE BARIŞ SAĞLAMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER., BÖLÜM 1

GENİŞ GRUP KİMLİĞİ VE BARIŞ SAĞLAMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER.,  BÖLÜM 1 


Geniş Grup Kimliği ve Barış Sağlama Üzerine Bazı Düşünceler, 
Vamık VOLKAN,* DLFAPA, FACPsa 




*Prof. Dr., Virginia Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi, Amerikan Psikiyatri Cemiyeti Üyesi, Amerikan Psikanaliz Cemiyeti Üyesi. 
* Çeviren: Dr. Bilge Bilgin, Arş. Gör. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı 21. Yüzyılda Sosyal Bilimler Sayı: 2 / Aralık-Ocak-Şubat ‘12-13 
Vamık VOLKAN 

Özet: Türkiye’de başlıca iki geniş grup kimliği krizi mevcuttur. İlk kimlik meselesi son birkaç on yıldır modern Türkiye’nin kurucusu Kemal Atatürk ve takipçilerinin algıladığı ve geliştirdiği ‘Türklük’ kavramını değiştirmeye yeltenen ve içine dini unsurlar sokmaya zorlayan bir düşünceye karşılık gelmektedir. 

İkinci geniş grup kimliği meselesi ise etnik olandır. 1984’ten beri PKK’nın terörist eylemleri ve karşılığında Türk hükümetinin askeri operasyonları ile on binlerce Türk vatandaşı, Türkler ve Kürtler, hayatını kaybetmektedir. Şu an Türkiye’de birçoğu barışçıl vatandaşlar olan milyonlarca Kürt, hayatlarının her günü etnik kimliklerinin farkındalığını yaşamaktadırlar. Etnik Türkler ise tekrarlayan trajik olaylar nedeniyle ve ülkede ‘Kürt sorunu’ olarak bilinen etnik meseleye her gün maruz kaldıklarından, etnik kimliklerinin farkındalığını her gün yaşamaktadır. 

Ben bu makalede Türkiye’deki geniş kimlik meselelerine odaklanmayacağım. Bunun yerine ‘geniş grup kimliği’ psikolojisini, onun paylaşılan narsisizmini, yarattığı ‘psikolojik sınır’ı, ‘öteki’ ile ilişkili ağır travmalara etkisini, ulusal veuluslararası meselelerdeki rolünü ve karşıt grupların barış içinde yaşamasına engel teşkil etmesini ele alacağım. Bu ele alışın Türk sorunlarıyla baş etmede işe yarar olacağını umuyorum. 

Geniş grup kimliğini, çoğunluğu birbirini hiç görmeyecek ve hiç tanımayacak olsa bile geniş grup kimliğinin aynılık hissini paylaşan onbinlerce ya da milyonlarca 
insan için kullanıyorum. Bir geniş grup kimliği; ortak başlangıç mitleri ve gerçeklerinin, tarihi devamlılıkların, coğrafik gerçeklerin ve paylaşılan diğer dille ilişkili, toplumsal, dini, kültürel ve politik faktörlerin sonucu olarak oluşur. Günlük yaşantıda bizler, ortak yönümüzü belirtmek için‘ biz Bedeviyiz, biz Litvanyalı Yahudileriz, biz Kürtüz, biz Slavız, biz Sünni Müslümanlarız, biz Taliban Kardeşleriz, biz Komünistiz’ gibi kimlikleri kullanarak sözler sarf ediyoruz. Yine de bu özetteki basit geniş grup kimliği tanımı, konunun politik, ekonomik, yasal veaskeri girişimleri geliştirmek üzerindeki gücünü ve bu girişimler karşı anlamsız dirençler oluşturmakta etkisini anlatmak için yeterli değildir. 

Filistinlilerin Taşları: Geniş grup kimliğinin ‘keşfi’ 

1932 yılında Kıbrıs’ta doğduğumda bu Akdeniz adası İngiliz Kolonisiydi. Onlu yaşlarımdan önce ailem başkent Lefkoşa’da Türkler ve Rumların yaşadığı bölgelerin tam bitiştiği yerde yaşardı. Evimizin yanında Rum bir aile oturuyordu. Benden biraz küçük bir kız çocukları vardı. Evlerimizin bahçesi çamurdan yapılmış briketlerle ayrılıyordu. Büyüyüp boyum uzadıkça onu yan bahçeden görebiliyordum. İlk defa nerede tanıştığımızı hatırlamıyorum; fakat evlerimizin önünde karşılaşırdık. 

Caddedeki arabaları ve bisikletleri işaret ederek Türkçelerini ona söylerdim. O da bana Yunancalarını söylerdi. Kısa bir süre sonra ergenliğe ulaştığımızda Kıbrıs’taki Türk veYunan geniş grubu arasında yapılacak evlilikleri ensest gibi şiddetle yasaklayan kültürel kalıplar gibi nedenlerle bizim buluşmamız sona erdi. Çocukluğumda bunu fark etmemiştim; ancak somut şekilde geniş grup kimliğinin insanları nasıl ayırdığını tecrübe etmiştim. 

Çocukluk yıllarımda beni geniş grup kimliğinin insanlar vetoplumlar üzerindeki etkisine maruz bırakan başka olaylar da vardı. Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı 
Rumların her ikisi de, benim çocuk aklımın tam olarak anlayamayacağı, adanın sınırları dışından gelen tehlikeye engel olma konusuyla takıntılı bir şekilde uğraşıyorlardı. 

Nazilerin 1941 yılında bir başka Akdeniz adası olan Girit adasına hava istilasından sonra, bir sonraki saldırı hedefi Kıbrıs’tan başkası değildi. Bahçemize sığınaklar kazdık, bazı durumlarda orada kalabilmek için. Bazen yağmurlu gecelerde, gecenin ortasında siren sesleriyle uyandırılırdık. Yiyecek sınırlıydı, bayat ve lezzetsiz ekmekleri yemeye zorlanırdık, bize gaz maskesi takmayı öğretmişlerdi. Sokaklarda yürüyen başları sarıklı, uzun sakallı Hintli askerleri dikkatimi çekerdi. 

Okulun bahçesinde diğer çocuklarla oynarken bir İtalyan savaş uçağının vuruşuna tanık oldum. Denilebilirdi ki çocukluğum Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Runların İngiliz hâkimiyeti altında Alman ve İtalyanların dış düşman olduğu bir ortamda geçti. Nazi Almanlarının Yahudileri öldürdüğünü duydum; ancak hiçbir Yahudiylekarşılaşmamıştım. Özetle, onlu yaşlarımdan önce bazıları çok korkunç olan olaylara maruz kaldım ve bunlar yukarıda bahsettiğim geniş grup kimliğiyle ilişkiliydi. 

Eminim çocukluğumda yaşadıklarım, bir psikanalist olarak 35 yıldır dünyadaki ‘öteki’lerin neden olduğu travmatik olaylarla ilişkili, barış içinde yaşamak üzere 
gayri resmi toplantılarda düşman grupları bir araya getirdiğim projeleri gerçekleştirmemde önemli rol oynamıştır.1.1984’te Amerikan Psikiyatri Derneği’nin sponsorluğunda yapılan, itibarlı İsrailli, Filistinli ve Mısırlı kişileri bir araya getiren interdisipliner Amerikan takımının başkanı oldum. O sene İsviçre’de toplandığımızda, geniş grup kimliğinin uluslararası ilişkilerdeki merkezi rolünü tamamen anladım. Bu toplantının ilk gününde, küçük bir grupta sağ tarafında Gazze’den gelen Filistinli bir psikiyatristin oturduğu, iyi tanınan emekli bir asker olan General Shlomo Gazit’in solunda oturuyordum. Bir anda Filistinli psikiyatrist Gazze Şeridi için ilk kez görevlendirilen İsrailli generale dönüp şöyle dedi: “Siz, Araplarla ilişkilerde adil olan Gazze’den sorumlu ilk ve son İsrailli generalsiniz. Ben İsrail ablukası altında yaşamayı bir parça bile sevmiyorum. Bir insan olarak, size saygı duyuyorum. Sizin görev süreniz dolduktan sonra yeni İsrailli komutanlardan hiç biri bize sizin davrandığınız gibi adil davranmadı.” Filistinli konuştukça duygulandı. Sağ elini pantolonun cebine soktu. Ben kumaşın altından parmağının telaşlı hareketini görebiliyordum. O anda ben şiddetle Gazze ablukasının başındaki ilk komutan olan İsrailli generalin yanında oturmanın Filistinli’de, biz psikanalistlerin ‘kastrasyon kaygısı’ olarak nitelendirdiğimiz şeyi tetiklediğini ve kastre olmadığından emin olmak için cinsel organına dokunduğu nu düşündüm. Ancak; Filistinli doktor neredeyse bağırıyordu ve şu sözleri sarfetti: “Ben buna sahip olduğum sürece, siz benim Filistinli kimliğimi benden alamayacaksınız.” O anda bahsettiği şeyin pantolonunun cebindeki bir şey olduğu belliydi; ancak benim bu nesnenin ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu. 

Daha sonra tüm hikâyeyi öğrendim: Bahsettiği şey üzerinde Filistin bayrağı renklerinin boyalı olduğu bir küçük taş parçasıymış. Filistinli psikiyatrist bunu 
bana hiç direk olarak göstermediği halde, bana onu tarif etti ve Gazze’deki birçok Filistinli’nin böyle bir taşa sahip olduğunu söyledi. Onun için çok anlam taşıyordu ve onun güvenliğini hissettiriyordu. Bu taşı yanında tutmak ona diğer Filistinlilerle bir olduğu hissini somut olarak hissettiriyordu. Politik kargaşa vepaylaşılan aşağılanma sırasında, bu küçük boyalı taşlar Filistinlilerin sembolik olarak etnik kimliklerinin dışlaştırılan özelliklerini depolayan bir paylaşılmış rezervuar halini almıştı. Bu rezervuarlarla İsrailliler görmeden güvenli ve gizli şekilde etnik kimlik hislerini saklayabilmişler. Benim geniş grup kimliği olgusunu psikolojik açıdan incelememi ve bunun nasıl geniş gruplar arasında temel bir unsur olduğu konusuna dikkatimi yönlendiren olay bu Filistinli psikiyatrist ile emekli İsrailli general arasındaki bu etkileşim oldu. Savaşlar, savaş benzeri durumlar, terör, diplomatik çabalar, paylaşılan yas, ve paylaşılan kayıplar ve kazançlar hep geniş grup kimliği adı altında ortaya çıkar. Bu psikolojik köken; politik, ekonomik, yasal, tarihi ve etik gerçek dünya sorunlarının arkasına saklanmaya çalışsa da geçerlidir. 

Birey Kimliği 

Sigmund Freud ve ilk psikanalistler ‘kimlik’ kavramına nadiren değinmişlerdir. Psikanalitik ‘kimlik’ kavramını geliştiren esas olarak Erik Erikson olmuştur. Birey 
üzerinden ‘kimlik’ kavramını “bir kişideki kalıcı aynılık... [ve] bir kişinin diğerleri ile ilişkideki paylaşımındaki devamlılık” olarak tarif etmiştir.2 Günlük yaşantıda, 
yetişkinler sosyal ya da profesyonel statüyle ilişkili olarak kimliklerinin çok sayıda tavır ve davranışını gösterirler; bir kişi aynı anda anne, baba, doktor, marangoz ya da sportif ya da yaratıcı aktivitelerden hoşlanan biri gibi davranabilir. 

Bu taraflar kabaca Erikson’un tanımına uymaktadır; ancak bir kişinin sürdürülen aynılığının içsel duyusunu tam olarak yansıtmamaktadır. Bir kişinin sosyal ya da kariyer kimliği tehdit altındaysa, kişi kaygıya kapılabilir ya da kapılmayabilir. Bazı durumlarda bu kaygı şiddetli olabilir; ama öte yandan örneğin meslek ya da bir spor kulübü üyeliğini değiştirmeye benzemeksizin ciddi psikolojik problemlere neden olabilir. Diğer taraftan, aniden kontrolünü yitirip gerçeği değerlendirmesi bozulan bir yetişkini ele alalım. Böyle bir kişinin özgün kişiliği parçalara bölünür ve kişi dehşete kapılıp bir yıldızın patlayıp milyonlarca parçaya bölünmesi gibi bir his deneyimleyebilir.
3 Bu kişinin deneyimi kişinin kaybetmekten korktuğu çekirdek kimliğini tarif etmeye yardımcı olur ve onu diğer hafif sosyal ya da profesyonel kimliklerden 
ayırır. Kişi kendini koruyamadığında ve kendi çekirdek kimliğini kaybettiğini gördüğü zamanlarda bu psikolojik ölüm gibi bir his yaratır. Erikson’un kimlik hakkında kişideki içsel kalıcı aynılık derken çekirdek kimlikten söz ettiğine inanıyorum. 

Son birkaç on yıldır yeni doğanın bilimsel gözlemleri, çocuk-anne/bakımveren ilişkilerinin çocuğun zihnindeki rolünü açıklamıştır4ve bize yeni doğan beyninin 
birkaç onyıl önce düşündüğümüzden çok daha aktif olduğunu göstermiştir. Robert Emde 5 yeni doğan zihninin evrimi üzerine yaptığı araştırmada ‘biz-lik’ ve grupilişkili davranış için var olan bir potansiyel olduğunu öne sürmektedir. Paul Bloom 6 bizim erken çocukluktan itibaren neden ve neyi sevdiğimizi venasıl kendi cinsimize meyilli olduğumuzu ifade etmiştir. Daha 3 aylık bir bebeğin kendi ırkından birinin yüzünü daha çekici bulduğunu ve küçük çocukların kendi grubundan yetişkin insanlarla aynı renkte ve stilde giyinmeye çalıştığını hatırlatmıştır. Ancak bir yeni doğanın çevresi ebeveynleri, kardeşleri, akrabaları, ve diğer bakım verenlerden oluştuğundan ‘biz-lik’ kapsamı geniş grup kimliğinin çok belirgin bir boyutunu içermemektedir. Bir yenidoğan ve çok küçük bir çocuk, Erik Erikson’un7 tabiriyle kabile kültürüne bağlanana, milliyetçilik, etnik, dini ya da politik bir ideolojiye ilişkilenene kadar bir ‘genellemeci’dir, bunun ardından öznel olarak bir geniş gruba aidiyet deneyimi oluşur. 

‘Genellemeci’ olmaktan, Geniş grup kimliği geliştirmeye. 

Yeni doğanın üstesinden gelmesi gereken birçok işten birisi de kendisini psikolojik olarak bakım verenden ayırması ve diğerleriyle arasındaki farkı duyum samasıdır. 

Diğer bir görevi ise kendisini memnun eden annesi (ya da bakım vereni) ile kendisine engel olan annesinin aynı kişi olduğunu ve takiben sevilen vegeri 
çevrilen bebeğin de tek bir kişi olduğunu fark etmektir. Yeni doğan karşıtlıkları onarmayı başarmalı ve kendisini diğerlerinden ayırma kabiliyetini geliştirmelidir.8 
Yeni doğanların bilimsel incelemelerinin öncülerinden biri olan Daniel Stern9, bize yeni doğanların günde dört ila altı kez beslendiğini hatırlatmaktadır. Her beslenme deneyimi farklı derecelerde mutluluk yaratır. Çocuk büyüdükçe, bir anlamda, bu değişik deneyimler ‘iyi’ ve ‘kötü’ olarak kategorize edilir. Sevmek ve engellemek, aynı zamanda sevilmek ve engellenmek de bu deneyimlerle bağlantılı görünen kişilerle ilişkilendirilir ve birleştirme fonksiyonu etkin bir şekilde tamamlanana kadar bu kişileri de benzer şekilde ayırır. Çocuğun birleştirmiş olduğu ve aynı zamanda ayrıştırmış olduğu, öznel olarak duyumsadığı kendiliği, çocuğun kişisel kimliğidir. Eğer çocuk, biyolojik ya da çevresel etmenler nedeniyle birleştirme işini tam olarak başaramamış ve kendisini psikolojik olarak diğerlerinden ayıramamış ise, bireyin kimliği, yetişkinlikte, ayrılmış hatta parçalı ve stabil olmayan şekilde kalır. 

Daha önce 10 geliştirdiğim bir teoriye göre, çocuklar büyürken, özellikle de en yoğun şekilde kendi parçalanmış (hala entegre edemediği) yanlarını bir araya getirdikleri sırada, benim sabit ve kalıcı dışsallaştırma ları için “paylaşılan rezervuarlar” olarak adlandırdığım çevrelerindeki hedefler yetişkinler tarafından 
çocuklara sağlanır. Bu hedefler yetişkinler tarafından desteklenen ve korunan çoğunlukla da cansız nesnelerden oluşmaktadır. Bu kalıcı vesabit dışsallaştırmalar çocuğa geri dönmez ve çocuktaki ‘biz-lik’ ve aynı zamanda ‘diğerleri’ kavramını somut olarak başlatırlar. Bu işlem daha sonra büyüyen çocuğun klan, etniklik, milliyet ve diğer geniş grup etiketleri gibi kavramların daha sofistike bir biçimde anlaşılmasıyla birleşir. 

Benim teorimin uygulamasını örneklemek için, Kıbrıs’ı düşünelim. Kanlı olayların arkasından 1974’te iki ayrı politik oluşum haline gelen, bu süreye kadar yüzyıllarca Türklerin ve Rumların yan yana yaşadığı bir yerdi Kıbrıs. Rum çiftçiler çoğunlukla domuz yetiştirirlerdi. Türk çocuklar da Rum çocuklar gibi çiftlik hayvanlarına meraklıdır ve bir Türk çocuğun gidip bir domuz yavrusuna dokunup sevmek istediğini hayal edin. Türk çocuğun annesi ya da etrafındaki önemli bir 
kişi çocuğun domuz yavrusuyla oynamasına şiddetle karşı çıkar; çünkü Müslüman Türkler için domuz ‘kirli’dir. Böylelikle Türk çocuk için domuz sadece Rumlara ait bir şey gibi veTürkler’in geniş grubuna ait değil şeklinde algılanır. Bundan sonra Türk çocuk kalıcı şekilde dışlayacağı ya da entegre edemediği ‘kötü’ kendilik ve nesne imajları için bir rezervuar bulmuş olur. Müslüman Türkler domuz eti yemediğinden, somut olarak domuz imajının içine atılan, dışlanan şeyler tekrar içe alınmaz. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***