31 Ocak 2020 Cuma

TÜRK AKIMI PROJESİ TÜRK-RUS İLİŞKİLERİNDE YENİ İŞBİRLİKLERİNİN TETİKLEYİCİSİ OLABİLİR Mİ?

TÜRK AKIMI PROJESİ TÜRK-RUS İLİŞKİLERİNDE YENİ İŞBİRLİKLERİNİN TETİKLEYİCİSİ OLABİLİR Mİ? BÖLÜM 1


TÜRK AKIMI PROJESİ TÜRK-RUS İLİŞKİLERİNDE YENİ İŞBİRLİKLERİNİN TETİKLEYİCİSİ OLABİLİR Mİ?



21 KASIM 2018










19 Kasım 2018 tarihinde İstanbul’da Türk ve Rus üst düzey devlet yetkililerinin birlikte katıldığı bir törenle deniz hattı bölümünün inşasının tamamlandığı Türk Akımı Doğal Gaz Boru Hattı, sadece Ankara-Moskova ilişkileri bağlamında değil, aynı zamanda Avrasya bölgesi enerji güvenliği parametreleri çerçevesinde de çok dikkat çekici bir proje olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu analiz yazısında, ilgili boru hattı projesinin günümüze kadar izlediği seyir ve bunun Türk-Rus ilişkilerinin geleceğine olası yansımaları irdelenecektir.
1984’te imzalanan bir doğalgaz alım-satım anlaşması ile başlayan Türk-Rus enerji ilişkilerinde, sırasıyla Mavi Akım ve Batı Hattı projelerinin devreye alınmasıyla birlikte münasebetlerin bu boyutu güçlendirilmeye çalışılmıştır. Nitekim geçen seneler içerisinde, Rusya Federasyonu, Türkiye’nin en önemli doğalgaz tedarikçisi haline gelmiştir. Günümüzde bu oran yaklaşık yüzde 60’tır. Rusya Federasyonu’ndan Avrupa’ya giden doğalgaz boru hatlarının yüzde 70’inden fazla bir bölümü Ukrayna toprakları üzerinden geçmektedir. Ancak Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ertesinde bağımsızlığını kazanan Ukrayna’nın dış politikasında zaman zaman Avro-Atlantik politikaları önceleyen bir tutum takınması, bu ülkenin özellikle 2000’li yıllarda Rusya ile çok ciddi krizler yaşamasına neden olmuştur.
Vladimir Putin’in 2000 senesinde Rusya Federasyonu’nda Devlet Başkanı olması, burada dengeleri değiştiren bir unsur olmuştur. Nitekim uyguladığı sert ve merkeziyetçi politikaların yanı sıra o dönemde hidrokarbon fiyatlarının yüksek seyretmesi sayesinde Putin liderliğinde dış politikasında daha aktif bir tutum takınmaya başlayan Moskova, öncelikle Ukrayna ve Gürcistan’ın hiçbir şart altında NATO ve Avrupa Birliği’ne üyeliklerine izin vermeyeceğini vurgulamıştır. Nitekim Gürcistan örneğinde olduğu gibi bunu sert güç unsurlarıyla yapabileceğini ortaya koyan Moskova, Ukrayna örneğinde ise doğalgazdan çok etkili bir biçimde istifade etmiştir. Kiev’in dış politikasında 2004 Turuncu Devrim ile iktidara Viktor Yuşçenko-Yuliya Timoşenko ikilisinin Avro-Atlantik yanlısı politikalar takip etmeleri ve Rusya’yı devre dışı bırakarak bu ülkeyle olan enerji ilişkilerinde doğalgaz fiyatı ve alımdan kaynaklı borcun ödenmeyeceğinin ilanına Moskova çok sert cevaplar vermiş ve bu doğrultuda 2006 ve 2009 senelerinde Kiev’e özel indirim çerçevesinde verdiği doğalgazı kesmiştir. Kış mevsimlerinde vuku bulan bu kesintilerden sadece Ukrayna çok kötü yönden etkilenmemiş, aynı zamanda mevzubahis ülke üzerinden doğalgaz alan Avrupa ülkeleri de çok olumsuz bir biçimde etkilenmişlerdir.[1]
Bahse konu krizlerin hem Rusya, hem de Avrupa tarafından Ukrayna’ya alternatif doğalgaz taşıma projeleri önceliklendirilmiştir. Moskova açısından Kuzey Akım ve Güney Akım/Türk Akımı projelerinin ivedilikle devreye alınması öngörülürken, Avrupa ise öncelikli olarak Azerbaycan doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmasını öngören ve TANAP ve de TAP boru hatları projelerini içeren Güney Gaz Koridoru’na ağırlık vermektedir. 2007 senesinde Rusya’nın İtalya ile başlattığı Güney Akım Doğalgaz Boru Hattı Projesi hattın üzerinden geçmesi düşünülen tüm ülkelerle ilgili anlaşmaların imzalanmasına karşın, Kasım 2013’te o dönemin Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç, AB Ortaklık Antlaşması’nın imzalanmasından son anda ulusal güvenlik gerekçeleriyle vazgeçilmesi neticesinde patlak veren kriz ve bunun Rusya’nın Kırım’a yönelik ilhakı ve de Doğu Ukrayna’daki ayrılıkçılara Moskova tarafından sağlanan kapsamlı destekten ötürü Rusya’ya Avro-Atlantik Blok tarafından yaptırımlar uygulanması neticesinde Kremlin’in 1 Aralık 2014 tarihli kararıyla iptal edilmiş ve hattın geçtiği rotanın değiştirilerek “Türk Akımı” olarak adlandırılması kararlaştırılmıştır. Ancak bu dönemde günümüzde de sıcaklığını koruyan Suriye meselesinden ötürü, o dönem çok ciddi krizler yaşayan Ankara-Moskova arasında 24 Kasım 2015 tarihinde yaşanan uçak düşürme krizinden dolayı aralarında bu projenin de olduğu birçok proje -geçici süreyle- buzdolabına kaldırılacaktır. Fakat 24 Haziran 2016 tarihinde dönemin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın muadili Vladimir Putin’e gönderdiği ilişkileri düzeltme ve özür talebini içeren mektubun ertesinde ilişkiler yavaş yavaş eski haline dönmeye başlamıştır. Bundan sonraki süreçte, başta Türk Akımı Doğalgaz Boru Hattı Projesi olmak üzere çok çeşitli stratejik alanlarda projeler ortaya konulmaya devam edilmektedir.[2]
Türk Akımı özelinde Türkiye’nin enerji güvenliği politikaları bağlamında Rusya özelinde birtakım verileri paylaşmak bu projenin ikili ilişkilerde içerdiği önemin anlaşılmasına yardımcı olabilecektir. Enerji, Ankara ve Moskova arasındaki münasebetlerde başat bir unsurdur. Özellikle 2000’li senelerle birlikte sağlanan refah artışı, Türkiye’nin hidrokarbon tüketiminde yükselişler yaşanmasına yol açmıştır. Türkiye’nin söz konusu enerji kaynaklarına sahip olmaması dışa bağımlılık sonuçlanmıştır. Mevzubahis minvalde Türkiye’nin petrolde ithalata bağımlılığı oransal olarak yüzde 93,6 iken, doğalgazda söz konusu bağımlılık oranı yüzde 99,2 düzeyindedir. Türkiye’nin ithalatını yaptığı petrolün tedarikçilerine göre dağılımı ele alındığında listenin 2. sırasında yüzde 18’lik oranla Rusya yer almaktadır. Öte yandan, Türkiye’nin gaz ithalatında tedarikçi ülkeler listesi irdelendiğinde ise, Rusya, sahip olduğu yüzde 55’lik oran ile ilk sıradadır.[3] Örneğin, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu 2014 Doğalgaz Sektörü Raporu’na göre, 2014 senesinde gaz ithalatı yüzde 54,76’lık payla en çok Rusya’da yapılmışken, miktar temelinde ise takriben 50 milyar metreküplük gaz gereksiniminin 26 milyar metreküpü Rusya’dan tedarik edilmiştir. Bu minvalde, Moskova’ya gaz satışı için ödenen toplam tutar 16,5 milyar dolar olmuştur.[4]
Büyük bir net enerji ithalatçısı konumundaki Türkiye, 2015 senesinde kullandığı toplam 130 milyon ton petrol eşdeğeri birincil enerjinin dörtte üçünü ithal etmiştir. Uluslararası Enerji Ajansı’nın istatistiklerine göre, 2015 senesinde Türkiye, ithal ettiği 34 milyon ton taşkömürünün yüzde 33’ünü, 25,1 milyon ton ham petrolün yüzde 12,4’ünü, 23,6 milyon ton petrol türevi ürünlerin yüzde 22,9’unu ve 47,6 milyar metreküp gazın ise yüzde 55’ini Rusya’dan tedarik etmiştir.[5]  Bu minvalde, Türkiye’nin toplam Rus gaz satışındaki payı yüzde 13 düzeyindedir. 2015 senesi itibariyle Rus enerji devi Gazprom tarafından Türkiye’ye 27,02 milyar metreküp gaz ihracatı gerçekleştirilmiş olup, Ankara, Berlin’in ardından Moskova’nın gaz ihracatında ikinci en büyük alıcı pozisyonunu muhafaza etmiştir. Söz konusu miktarın 2016 senesinde 24,5 milyar metreküpe düşmesi, fakat gelecek dönemlerde de küçük bir artış göstererek 2022 senesine değin 25 milyar metreküp düzeyinde sabitlenmesi öngörülmüştür.
24 Haziran 2016’da Erdoğan tarafından Putin’e gönderilen mektupla düzelmeye başlayan ikili ikili ilişkilerde, Türk Akımı bağlamında 14 Eylül 2016’da Gazprom söz konusu projenin deniz altındaki bölümünün yapımı için Ankara’dan ilk iznin alındığını ilan etmiştir. 10 Ekim 2016’da o dönemin Türkiye Enerji Bakanı Berat Albayrak ve Rusya Enerji Bakanı Aleksandr Novak arasında Türk Akımı’nın yapımı konusunda bir anlaşma imzalanmıştır. İmza töreninde, Cumhurbaşkanı Erdoğan, söz konusunun anlaşmanın iki ülkenin arasındaki stratejik ilişkilerin normalleştirilmesine yardımcı olacağını vurgulayarak, bu projenin sonuçlandırılmasına dönük müzakerelerin iki ülkenin Enerji Bakanlıkları arasında yapılacağına işaret etmiştir. Gazprom Başkanı Aleksey Miller ise, yaptığı açıklamada, söz konusu hattın Kuzey Avrupa’ya gaz taşınmasını hedefleyen Kuzey Akım 2 Projesi ile birlikte Avrupa piyasaları için bir meydan okuma olmayacağının altını çizmiştir.[6] TBMM, 1 Aralık 2016’da Genel Kurul’daki 223 milletvekilinin 210’nunun kabul oyu vermesiyle Türk Akımı Projesi’ni onaylanmasını takiben Türk Akımı konusundaki Hükümetlerarası Anlaşma ile ilgili kanun 6 Aralık 2016’da Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından onaylanma ve Resmî Gazete’de yayımlanmasının ertesinde yürürlüğe girmiştir.
Bu noktada Türk Akımı’nın hayata geçirilmesi paralelinde 19 Kasım 2016’da Ankara’da katıldığı bir tören esnasında uğradığı suikast sonucu hayatını kaybeden dönemin Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’un konuyla ilgili değerlendirmelerinden bahsetmek yerinde olacaktır.[7] Karlov, Rusya’nın Türkiye’yi bir gaz “hub” noktası olarak görmek istediğini ve bundan ötürü Türk Akımı Projesi’ni desteklediğini ifade ederek, boru hattı inşasının 2017 senesinde başlayıp ilk gaz akışının 2019 senesi itibariyle yapılacağının altını çizecektir. Ayrıca Karlov, iki hat yapılacağını ve bu hatlardan ilkinin Türkiye’nin gaz ihtiyaçları için tahsis edileceğinin diğerinin ise anlaşma paralelinde ya Güney Avrupa’daki üçüncü ülkelere transfer edileceğini veya Türkiye’nin artan iç talebini karşılamak maksadıyla buraya yönlendirileceğine vurgu yapacaktır. Türk Akımı’nın yapımıyla ilgili olarak önce 20 Ocak 2017’de Rusya Parlamentosu’nun alt kanadı olan Duma tarafından daha sonrasında ise 1 Şubat 2017’de RF Konseyi tarafından da Hükümetlerarası Anlaşma onaylanacaktı. Duma tarafınca verilen bu onayların ertesinde, Başkan Putin tarafından 7 Şubat 2017’de “RF Hükümeti ve T.C. Hükümeti arasında Türk Akımı Gaz Boru Hattı Projesi Anlaşması’nın Onaylanması Hususundaki Federal Kanun” onaylanmış olacaktı.
7 Mayıs 2017 tarihinde Gazprom Başkanı Aleksey Miller, Türk ve Rus liderlerinin Soçi’de gerçekleştirdiği görüşmelerden günler sonrasında yaptığı bir açıklamada söz konusu tarih itibariyle Türk Akımı’nın offshore bölümünde boruları döşemek suretiyle pratik uygulamaya geçildiğinin altını çizmiştir. Öte yandan, Rus gaz devi Gazprom, söz konusu projeyi nihayetinde sekteye uğratabilecek ABD Senatosu tarafından önerilmekte olan ek bölgesel yaptırımların[8] endişesiyle Türk Akımı’nın boru döşeme çalışmalarını hızlandırmıştır. Miller, Avrupa’nın gaz talebinin günümüzde artış gösterdiğini ve Türk Akımı’nın kesinlikle bu ülkelere yönelik gaz tedariklerinin güvenliğini sağlayacağına işaret etmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 23 Haziran 2017 tarihinde muadili Putin ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde Türk Akımı hakkında aşağıdaki değerlendirmelerde bulunmuştur: “Başta doğalgaz projeleri olmak üzere ülkelerimiz arasındaki enerji projeleri yaklaşık 30 yıldır enerji arz güvenliğimizin önemli ve güvenilir bir parçasıdır. Aynı zamanda Rusya Federasyonu, enerji alanında ülkemizin de güvenilir ve istikrarlı bir ortağıdır. Biz bu ortaklığı, daha da geliştirme, dostluğumuzu daha da kuvvetlendirme konusunda kararlıyız. Akkuyu Nükleer Güç Santrali ve Türk Akımı gibi yakın gelecekte tamamlanması beklenen büyük çaplı projelerle inşallah dostluğumuz perçinlenecektir. Türk Akımı sayesinde hâlihazırda Batı Hattı ve Mavi Akım Hattı üzerinden ülkemize gelen Rus doğalgazının herhangi bir ülkenin iletim sistemine bağımlı olmadan doğrudan Türkiye’ye iletilmesi sağlanacaktır. Türk Akımı Projesi, enerjinin uluslararası ilişkilerde bir çatışma sebebi değil, barış için birleştirici bir araç olması gerektiğini savunan dış politikamızın ve kazan-kazan anlayışımızın güzel bir sembolüdür. İleride başka vesilelerle yine bu birlikteliği gerçekleştiririz. Çünkü bu proje, tarihî niteliktedir. Kapsamlı bir çalışmanın ürünüdür. 2 bin 200 metre derinlikte sondaj yapılacak olan bu adım, gerçekten çok çok önemli bir vasıf ve dünyanın ilki. Bu süreçte emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Türk Akımı Projesi’nin, bu alanda girişimlerimizin ülkelerimize ve bölgemize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.”[9]
23 Haziran 2017 tarihinde yapılan bu telefon görüşmesinde ise Putin, Türk Akımı’na verdikleri önemi aşağıdaki sözlerle ifade etmiştir: “Türkiye ile Rusya arasında yürütülen işbirliğinin, diğer birçok ülkeyle yürütülen iş birliği seviyesinin üzerindedir. Türkiye ile yürütülen projelerin de başka ülkelerle yürütülmemektedir. Diğer ülkelerle yıllar süren koordinasyon sürecinin Türkiye ile kısa bir süre içerisinde hızla çözüme kavuşmaktadır. Türk Akımı Projesi’ne ilişkin hükümetler arası anlaşma 7 ay önce imzalandı. Birkaç aylık süre zarfında projede inşaat başladı. Bu, sizin şahsi desteğiniz sayesinde gerçekleşiyor ve bu konuda size teşekkür ediyorum. Önümüzdeki yıl proje kapsamında ilk hat, 2019’da da ikinci hat tamamlanmış olacaktır. Projeyle ilgili anlaşmamız gereken bazı başka noktalar daha var. Hattın Türkiye’ye giriş noktası ve çevresel konuları gibi. Ancak şu andaki tempomuzla devam edersek, tüm planlarımızı zamanında gerçekleştiririz. Türkiye üzerinden Doğu ve Güney Doğu Avrupa’ya doğalgaz göndermeye hazırız. Ortaklarımızın buna ilgi duyduğunu biliyoruz”.[10]
Türk Akımı Projesi’nin güzergâhı konusunda yapılan değişikliğe göre boru hattının Türkiye’den çıkması sonrasında Yunanistan yerine Bulgaristan’a giriş yapacaktır. Bunu takiben Bulgaristan, Romanya ve Macaristan kanalıyla Avrupa’nın merkezi olan Avusturya’ya ulaşmış olacaktır. Sofya’nın da söz konusu değişikliğe yönelik olarak hazırlıklara giriştiği bildirilmektedir. Mevzubahis proje sayesinde Ukrayna devre dışı bırakılmış olacaktır. Bu hat bağlamında Sofya’nın tercih edilmesi sayesinde söz konusu hatta tersine işlem gerçekleşecektir. Hâlihazırdaki Sofya, Bükreş hattına daha sonrasında Budapeşte ve Viyana’nın dâhil olması öngörülmektedir. Adı geçen kapsamda Moskova, farklı boru hatlarıyla 2020 senesinde sıcak çatışma içerisinde bulunduğu Ukrayna’dan artık tamamıyla kurtulmayı istemekte ve bu amaç doğrultusunda alternatif rotalara ağırlık verirken hâlihazırda olanlara ilaveten Türk Akımı ve Kuzey Akım 2[11] gibi yeni projeleri de gerçekleştirmektedir. Diğer yandan enerji pazarlarında dönüşümün zorunlu kılacağı sıfır kilometre koşulların tatbiki ve enerji oyununda kartların yeniden dağıtılması için en erken tarihin 2020 senesi olacağı düşünülmektedir. Bunun sebebi ise adı geçen sene itibariyle Avrupa gaz pazarında üç dikkat çekici gelişmenin yaşanacağına dair beklentidir:
  • Moskova-Kiev arasında uzun dönemli gaz alım-satım sözleşmesi ve Avrupa’ya gaz akışını gerçekleştiren taraflar arasındaki iletim kapasite anlaşmasının 2019 senesinin sonunda bitecek olması,
  • Avrupa Birliği’nde ticareti gerçekleştirilen her üç gazdan ikisinin fiyatına artık petrol temelli fiyatlandırmadan arındırılmak suretiyle spot pazarda karar verilirken, 2020 ertesinde Gazprom’un öteki Avrupa ülkeleriyle arasındaki uzun dönemli sözleşmelerinin sona erecek olması ve
  • Güney Gaz Koridoru bağlamında Avrupa piyasalarına Rusya haricindeki tedarik kaynaklarından gaz sağlayacak Adriyatik Geçişli Gaz Boru Hattı Projesi’nin ancak söz konusu zamanlarda tam olarak faaliyete geçmesinin öngörülmesidir.[12]
Konunun uzmanlarının değerlendirmelerine göre bu tür bir girişimin hayata geçirilmesi durumunda karaya inşa edilecek olan boru hattının milyonlarca dolarlık yatırım maliyeti ortadan kaldırılacaktır. Gazprom Başkan Yardımcısı Aleksandr Medvedev, Viyana’da gerçekleştirilen 11. Avrupa Gaz Konferansı’nda yaptığı konuşmada şu hususları vurgulamıştır: “Türk Akımı Projesi’nin Avrupa’ya uzanacak olan bölümü için değişik seçenekler üzerinde çalışılmaktadır. Bu alternatiflerden birisi ise Avusturya’daki Baumgarten Doğalgaz Merkezi’dir. 2019 yılından sonra Ukrayna üzerinden gaz transit hacmi, transit koşullarına ve Avrupa’daki talebe bağlı olacak. Birçok ülkeye Ukrayna üzerinden gaz almalarını önerdik ancak yeni koridor üzerinden gaz almak istediklerini söylediler”.[13]
Dünyanın en büyük inşaat gemisi olarak nitelendirilen ve Türk Akımı Gaz Boru Hattı’nın derin sulardaki bölümünü döşemek maksadıyla 40 ülkeden 562 kişinin görev aldığı Pioneering Spirit, takriben 10 aylık seyahatinin ertesinde 30 Nisan 2018 tarihi itibarıyla Türkiye kıyısına ulaşmış durumdadır. Böylelikle Türk Akımı’nın Türkiye’ye gaz sağlayacak ilk hattının derin deniz bölümü bitirilmiştir. Bu inşaatı gerçekleştiren geminin kaptanı Loek Fernengel, Türk Akımı’nın kendileri açısından büyük bir başarı olduğunu değerlendirerek, mevcut durumda 74.000 boru kaynağının yapılmış olduğunu vurgulamış ve şu ifadeleri kullanmıştır: “Bu kaynaklarda hata payı sadece yüzde 0,63 olarak belirlendi. Bunları da düzelttik. Şu ana kadar hem üretim hızı ve güvenliği rekorlarımızla hem de kalite açısından çok başarılı bir süreç geçirdik. Bir ay önce bir fırtına nedeniyle 7-8 metrelik dalgalara rağmen çalışmalara devam ettik. Gemiye zarar verdi, ancak üretim durmadı. Boru döşeme işi esnasında deniz dibinde uçak enkazlarına ve arkeolojik alanlara rastladık. Her seferinde yeni bir rota belirledik, bunlara rağmen hedefimize zamanında ulaştık, herhangi bir erteleme olmadı. Artık bu görevimizi tamamladık ve buradan Rotterdam’a gideceğiz. Orada 10 gün içinde gemiyi boru döşeme ayarlarından çıkarıp platform montaj ayarına getireceğiz. Ardından Norveç kıta sahanlığında 22.000 tonluk bir petrol sondaj platformunun kurulumu için yola çıkacağız. Türk Akımı’nın ikinci hattını tamamlamak için 2018’in 3. çeyreğinde Karadeniz’e geri döneceğiz”.[14]

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

28 Ocak 2020 Salı

Jüpiter'den Büyük bir gezegen bulundu.,

Jüpiter'den Büyük bir gezegen bulundu.,





Jüpiter'den tam 11 kat daha büyük yeni bir gezegen bulundu. HD 106906 b gezegeni, Dünya'ya 299 ışık yılı mesafesindeki Crux takım yıldızındaki sistemde yer alıyor. 

 07.12.2013 07:52    

Jüpiter'in 11 katı büyüklüğündeki HD 106906 b, dev kütlesi ve bağlı bulunduğu yıldıza olan büyük uzaklık nedeniyle gezegen oluşum teorilerini alt üst etti.

ABD'deki Arizona Üniversitesi'nden bilim adamlarının liderliğinde çalışan uluslararası ekibin yaptığı araştırma, Güneş Sistemi dışında yer alan dev bir gezegenin varlığını ortaya çıkardı.

"HD 106906 b" adı verilen gezegen, Dünya'ya 299 ışık yılı mesafedeki Crux Takımyıldızı'nda yer alan HD 106906 yıldızının etrafında dönüyor. Kütlesi, Güneş Sistemi'ndeki en büyük gezegen olan Jüpiter'in 11 katı büyüklüğündeki HD 106906 b, dev yapısı ve bağlı bulunduğu yıldızla arasındaki çok büyük mesafe  nedeniyle bilim dünyasında şaşkınlık yarattı.  Arizona Üniversitesi'nin internet  sitesinde yayımlanan yazıda, gezegenin bağlı bulunduğu yıldızla arasındaki mesafenin, Dünya'nın Güneş'e ortalama uzaklığının 650 katı olmasının gezegen oluşumlarına ilişkin teorileri alt üst ettiği vurgulandı.

Bundan 4,5 milyar yıl önce oluşan Dünya ile kıyaslandığında 13 milyon yıl önce oluşmuş genç bir gezegen olan HD 106906 b, oluşum aşamasındaki ısısının bir kısmını hala muhafaza ediyor. Bu nedenle 1500 santigrat derecelik bir yüzey sıcaklığına sahip olan gezegen, etrafına gözle görülemeyen kızıl ötesi ışık saçıyor.

Gezegenin varlığını Şili'deki Atacama Çölü'nde bulunan Magellan Teleskobu üzerine yerleştirilen termal kızıl ötesi kameralar yardımıyla keşfeden  bilim ekibi,  gezegenin bağlı bulunduğu yıldızla birlikte hareket ettiğini ise Hubble Uzay Teleskobu'nun 8 yıl önce, başka bir araştırma programı için elde ettiği verileri  inceleyerek teyit etti.  Megallan Teleskobu üzerindeki "Folded-port Infra Red Echelette (FIRE)" spektrografı sayesinde keşfettikleri gök cisminin doğası ve yapısı hakkında detaylı bilgiye ulaşan araştırmacılar, böylece HD 106906 b'nin bir yıldızın yörüngesinde dönen bir gezegen olduğunu bilimsel olarak ortaya koydu.

HD 106906 b mevcut teorileri alt üst etti

Bilim dünyasında kabul gören teorilerden birine  göre, Dünya gibi, bağlı bulunduğu yıldızın yakınında yer alan yıldızlar, oluşum halindeki bir  yıldızın çevresindeki, başlangıç diski olarak adlandırılan, disk biçimindeki  toz ve gaz bulutu içinde oluşan küçük asteroit benzeri yapıların bir araya gelmesiyle oluşuyor. Ancak bu teori, çok ağır işleyen bir süreç gerektirmesi  nedeniyle, HD 106906 b gibi çok genç, bağlı bulunduğu yıldızdan çok uzakta ve dev yapıdaki  bir gezegenin nasıl oluştuğunu açıklamaya yetmiyor.

Diğer teori ise dev gezegenlerin, başlangıç diskini oluşturan materyalin direkt olarak çökmesi durumunda hızla oluşabileceğini öngörüyor. Ancak başlangıç disklerinin dış alanındaki kütlelerinin HD 106906 b gibi bir gezegeni oluşturacak bir büyüklüğe erişmesinin çok zor olması nedeniyle bu da söz konusu dev kütleli  gezegenin oluşumunu açıklamak için yeterli görülmüyor.

Bilim ekibinin başı Arizona Üniversitesi Astronomi Bölümü yüksek  lisans öğrencisi Vanessa Bailey, yaptıkları keşfin,  gezegen ve yıldız oluşumlarına ilişkin bilinen hiçbir modelin gözlemlenen bu sistemi açıklayamaması nedeniyle özel bir önem taşıdığının altını çizdi.


 http://haber.rotahaber.com/jupiterden-buyuk-bir-gezegen-bulundu_421045.html


***

27 Ocak 2020 Pazartesi

Ticaret Savaşı Nereye Evriliyor? Corona Virüsü Bir Biyolojik Saldırı mı?

Ticaret Savaşı Nereye Evriliyor? Corona Virüsü Bir Biyolojik Saldırı mı?




Yazan  
Füsun Sarp Nebil 
27 Ocak 2020


    2. Dünya Savaşı sürerken, 1942 yılında İngiltere'de (İskoçya'nın kuzeyinde, karaya 1 km uzaklıktaki küçük bir ada olan) "Gruinard" adasının bir biyolojik silah test alanı olarak kullanıldığı bilinir [1].

    Alman şehirleri üzerinde etkisini anlamak için, adaya konulan 80 koyunun üzerine, uçakla "şarbon" virüsü atıldığını ve sonuçlara bakıldığını 2003'de Türkçesi basılan " Virüs Saldırıyor / Biyolojik ve Kimyasal Savaşa Doğru " isimli kitapta okumuştum[2].

Aşağıda adaya Antrax yani Şarbon adının da takılmasına neden olan bu deneyin sonuçlarını, 1997'de operasyonun gizliliği ortadan kalktıktan 
sonra yayınlanan videodan kısmen izleyebilirsiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=TIpB2gV1iyk&feature=emb_logo


Bahsettiğim kitap, ABD ve İngiltere'nin kendi halkı üzerindeki bazı deneylerini de anlatır. İngilizler bir salgın hastalığın ne hızla yayıldığını test etmek için metro hatlarında, Amerikalılar ise San Francisco'da Golden Gate köprüsünün altında grip virüsünü salmışlar. Sonucunda da ne hızla ve ne yönde dağıldığını araştırmışlar. Bu arada bu testlerde ölen de olmuş[2] [3].

Benzer bir örnek Kazakistan ile Özbekistan arasındaki Aral Denizi içinde bulunan Vozrozhdeniya Adasında Rusların 1954 yılında kurduğu biyo-silah tesisidir. 

Bu adada şarbon, çiçek hastalığı, humma gibi pek çok hastalıkla ilgili testler yapıldığı kaydedilir [4].

Bir iddiaya göre, ABD Irak'ta da kimyasal ve biyolojik silahlar kullanmıştır [5].

Bütün Bunları Neden Anlatıyoruz???

Çin'de Hızla Yayılan Corona Virüsü Bir Biyolojik Silah mıdır?

Wuhan Şehri Çin'in ortasında yer alıyor[/caption]

Whatsapp üzerinden yayılan bir sesli mesajda, 

Çin'de tahsilini sürdüren bir Tıp öğrencisinin Wuhan'daki salgının sanıldığından ve resmi olarak açıklandığından çok daha büyük olduğunu söylediği aktarılıyor [6]. 

Ama başka bir not daha var; o da şehrin içinden geçen nehirdeki bir yılan 
cinsinin çok sevilen yemekler arasında olduğu ve bu nehirde bir füze başlığı bulunduğu şeklinde. Özetle bu ses kaydı, virüsün bir biyolojik saldırı olduğunu söylüyor.

Biz de konuyu araştırdık. Öncelikle şu habere bakalım [7]. Washington Post diyor ki; 2002'deki SARS virüsüne çok benzeyen CORONA virüsünün ne olduğu, Çinliler tarafından çok hızlı bir şekilde yani ilk olayın görülmesinden 10 gün sonra analiz edilmiş. Kamuya açık olarak da yayınlanmış [8].  

Arkasından ABD'deki bazı bilim adamlarının hızla virüse karşı çalışmalar gerçekleştirdiği anlatılıyor. 

Belki başka ülkelerdeki bilim adamları da.

Arkasından şuna bir bakın [9]; 

Wuhan'ın Çin'in en üretken güneydoğu bölgesinin - yani Çin'in ekonomik güç merkezinin  tam ortasında stratejik bir konumda olan bölgenin, kolayca tasarlanmış hastalık yayılım vektörleri nedeniyle biyolojik saldırı için seçildiği yazılıyor. Bunun da Çin'in ekonomik ve finansal sektörlerini felç etmek isteyen bir Anglo-Amerikan kara operasyonu olduğu iddia ediliyor.

Şimdi bir başka yazıya bakalım [10]; O da Corona'nın laboratuvarda yaratılmış olmadığını ve bu alanda bir patent de bulunmadığını söylüyor. 

Bu bir "doğrulama" sitesi. Bizde de örnekleri olan ve olayların arka planına bakarsak, yorum yazan sitelerden birisi. 

Bu site de, Facebook'da 86 binden fazla görüntülenme aldığını söylediği

"[Koronavirüs]" yeni "ama 2015 yılında laboratuvarda yaratıldı ve patentlendi ('03'ten beri geliştiriliyor) [...] 


Patent ayrıca CDC'nin [11] bunu yapmasına yardımcı olduğunu söylüyor!"

iddialarını araştırıyor. 2015'de patentlendiğine dair iddialara bakıyor ve SARS-CoV için alınan 2004 tarihli patent [12] ile karışıklık olduğunu gösteriyor. 

Sonuçta da bunların komplo teorisi olduğunu yazıyor.

Buraya kadar bunun Amerikalılar tarafından bir biyolojik saldırı olup olmadığına baktık. 

Ama internette tam tersine bir iddia da var [13]. 

Bu da Dany Shoham isimli İsrailli bir biyolojik savaş uzmanının görüşlerine göre, Corona'nın Çinlilerin kendi biyolojik silah programından üretildiğine dair bilgiler veriyor. Buna göre Radio Free Asia isimli radyo Wuhan Viroloji Enstitüsünde ölümcül virüslerle çalıştığının raporlandığı aktarılıyor [14].

Biyolojik Savaş Gördük mü?

Yukarıda bahsettik. Çeşitli denemeler yapıldı. Özellikle de virüs rüzgar ve doğal şartlarla nasıl yayılıyor araştırmaları var. 

ABD’nin Irak’ta kullanmış olabileceği iddiaları da mevcut. Ama sorun şurada; bu silah da aynen Nükleer gibi. Sadece kullanıldığı yeri mahvetmiyor. 
Rüzgar ve doğal şartlarla yayılabiliyor. O nedenle de 1975’de yürülüğe giren bir karar ile kullanımı yasaklanmıştı [15].

Ticaret Savaşı, Biyolojik Savaşa mı Evrildi?



Geçtiğimiz günlerde bir araştırma yayınlandı. Bu araştırma dünyada insanların kapitalizminden nefret etmeye başladıklarını gösteriyor [16]. 

Komünizmin daha önce (perestroyka ile) yani 1990'larda iflas ettiğini açıkladığını da hatırlatalım (bunu söyleyince cevap verecek olanlar için Uğur Mumcu'dan alıntı yapalım : “Atatürkçülüğü ve milliyetçiliği yadsıyarak solculuk yapma gafletine düşen bir sol, Türkiye’de hiçbir zaman başarılı olamadı, olamaz da... Türk milliyetçiliği Türk halkının alın terini yabancı çıkarlara karşı korumak demektir...”)

Dolayısıyla 21. yüzyıl henüz kendi yönetim şeklini ya da şekillerini bulamadı. Tüm dünyada sancılar var. Ama 1950 lerin sonrasında giderek artan oranda "Şirketokrasi" olarak adlandırılan yönetimle gidilmekte olduğunu görmek lazım.


   Şimdilerde Wuhan/Corona olayına bir de buradan bakalım. 

   ABD, 1980 sonrası şirketlerinin "Outsource (taşaron)" sistemi ile Uzak Doğu ve Çin teknolojisinin yükselişine verdiği tetiklemeden şu anda muzdarip. Bir çare arıyor. Ancak kafası çok dağılmış vaziyette. 
   Bunu Çin-ABD Ticaret Savaşında neredeyiz diye ayrı bir yazıda yayınlamayı planlıyorum. 

Ama şimdilik sektörden bir arkadaşımdan alıntı yapayım;

"Pentagon şirketlerin satışları konusunda kaygı duyuyor, Amerikan Ticaret Bakanlığı ise ulusal güvenlikten. Şaşırmış durumdalar."

Aynen böyle ABD ne yapacağını şaşırmış vaziyette. Öyle ki; geçen yıl Trump hatırlarsanız,  Çinli firmalara yasak koydu. Sonra bu yasağı kaldırmaya başladı. Geçtiğimiz günlerde, Huawei'in kurucusunun kızının davasında Kanada Başkanı Justin Treadu dedi ki;  "Trump'a bu davada ne yapılacağı kesinleşmeyen Çin ile ticaret anlaşmasının 1ci fazını imzalama" Ama Trump Treadu'yu dinlememiş bile, pat diye imzalar atıldı. 

En son gelişme de şu (ki yukarıdaki ifadenin nedeni buydu) Pentagon, ticaret savaşının geri çekilmesini istedi [17].

Peki bütün bunları söyledikten sonra, başlıktaki suali cevaplayalım;

"Bu bir biyolojik saldırı mı, bilmiyoruz. Sadece 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü okuyucularına, olayın farklı boyutlarını referansları ile birlikte sunduk. 
Biz merak etmiştik. Okuduklarımızı sizin için özetledik."

Ticaret savaşının analizini başka bir yazıda vereceğiz. Ama bugüne kadar ki durum için çeşitli haberleri Aralık 2019 dosyasında bulabilirsiniz [18].

[1] Gruinard Island

[2] Virüs Saldırıyor/Biyolojik ve Kimyasal Savaşa Doğru

[3] 'One of the largest human experiments in history' was conducted on unsuspecting residents of San Francisco

[4] Vozrozhdeniya Island

[5] US military prepares for Iraq to use chemical and biological weapons

[6] As families tell of pneumonia-like deaths in Wuhan, some wonder if China virus count is too low

[7] Scientists are unraveling the Chinese coronavirus with unprecedented speed and openness

[8] Novel 2019 coronavirus genome

[9] WUHAN CORONAVIRUS PANDEMIC BIOENGINEERED: Who’s behind it, why now and why China?

[10] Contrary to claims in viral social media posts, Wuhan coronavirus was not lab-created nor was it patented years before outbreak

[11] CDC = Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (Centers for Disease Control and Prevention)

[12] Coronavirus isolated from humans

[13] New Corona Virus Linlked to Chinese Biological Warfare Program

[14] Virus-hit Wuhan has two laboratories linked to Chinese bio-warfare program

[15] Convention on the Prohibition of the Development, Production and Stockpiling of Bacteriological (Biological) and Toxin Weapons and on their Destruction

[16] Küresel Araştırma Kapitalizmin Yarardan çok Zarar Verdiğini Ortaya Koydu

[17] Pentagon Blocks Clampdown on Huawei Sales

[18] 2019 Aralık Dosyası : Ticaret Savaşları (ABD-Çin ve Diğer)


https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/ticaret-savasi-nereye-evriliyor-corona-virusu-bir-biyolojik-saldiri-mi

***

Domates ve Diş sağlığı

Domates ve Diş sağlığı


Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
08 Ağustos 2011 


Geçen hafta Konya’nın Çumra ilçesi millete diş kirası hediye etti. 

   Bildiğiniz gibi eskiden varlıklı aileler  iftara davet ettikleri misafirleri uğurlarken hediye verirler, buna “Diş kirası” denirdi. 
Samiha Ayverdi büyüğümüzün bir eserinde, cömert ve zengin bir davet sahibinin misafirine diş kirası olarak zarflı bir fincan hediye ettiğini, onun da yıllar sonra bu fincanı satıp bir ev aldığını ve kalan para ile hanımıyla hacca gittiğini anlatır. İşte bereketli ve irfanlı toprakların diyarı Konya’mızın Çumrası milletimize diş kirası hediye etti. Yerli domates üretimine dönüşüm müjdesini verdi. İsrail’den alınan dölsüz tohumlara olan esaretimizden kurtuluşun ilk müjdesini böylece almış olduk. Yerli domatesin verimi daha fazla, ürün bereketi daha çok...  

Lezzeti ölçülmez.  

Böylece mübarek Ramazan ayı gerçekten, bir ayrı güzellikle ışıldadı.  
Sahip olduğu manevi miras, tarihi bereket ve zenginlik sınırsız olan Konya’nın bu güzelliklerin yanında çok zengin bir fıkra ve mizah hazinesi de vardır.   

Bu konuda bir iki örnek aktarmak istiyorum: 
Loras Dağı, Alaettin Tepesi’ne çıktığımız zaman güneşin batış istikametinde Takkeli Dağın yanındadır. 
Eski Konya tozuyla meşhur. “Konya’nın tozu, Koçhisar’in tuzu, Sille’nin kızı” tekerlemesi asfalat yolla tanışıncaya kadar çok söylenirdi. 
Loraslılar, dağdan toplayabildikleri odunları, tavuklarının yumurtasını Konya pazarında satıp biraz tuz ve idare lambası için gaz almak üzere yola koyulurlar. Ancak, güneş Konya istikametinden doğduğu için gözlerini perişan eden tozla birleşir. İkindiden sonra köye dönerken bu defa yine güneş gözlerini yakmaya devam eder. Bu zor durumdan onları kim kurtarır diye düşünürken akıllarına bir çare gelir. Mıllıoğlu’na, güneşi şikayet etmek. Mıllıoğlu o devirde halkın, Mevlâna dergâhında bulunan Hazreti Pir’in vekili kabul edilen Şeyh Efendiye verdiği unvandır. 

Mevlâna oğlu halkın dilinde Mıllıoğlu olmuştur. Mıllıoğlu’na giderler. Hazret tebessümle dinler ve “Siz merak etmeyin, güneşe tembih ederim, bir daha gözünüzü yakmaz. Ancak siz akşama doğru köyden Konya’ya doğru yola çıkın gece dergâhta bizim misafirimiz olun, sabah pazarınızı yapın köye dönün” der. Köylüler son derece mutlu, huzuru terk ederler. Ertesi gün o geceyi dergâhta geçirmiş ve dinlenmiş halde mallarını satar, yola koyulurlar. Tek merakları vardır. “ Güneş ne yapacaktır? ” Bir müddet hiç ses çıkarmadan at sürerler güneş arkalarındadır. 

   Yan gözle güneşi kızdırmamak için bakarlar. 

Bir müddet sonra içlerinden en kabadayısı dayanamaz ve güneşe dönüp “Mıllıoğlu’ndan zılgıtı yedin ya nasıl yön değiştirirsin” der. 

Bu güzel insanların esprileri, hikayeleri çoktur. Birini daha nakledeyim: Loraslı bir köylü şahitlik için kadıdan davet alır. 

Bu emre uyarak yola çıkar. Geceyi Konya yakınındaki Horozlu Handa geçirir. Yatmadan hancıya sabah ezanı ile kendisini kaldırmasını, Konya’da erken saatte kadının huzurunda olması gerektiğini söyler. Hancı gün doğmadan köylüyü uyandırır, yolcu alelacele giyinir ve yola çıkar. 

Gün ışıldarken Konya’dan gelen yolcularla karşılaşır. Selamdan sonra köylüler: “Len Hüseyin sen ihtida mı ettin” diye sorarlar. 

Hüseyin “ Ne ihtidası len? Nereden çıkardınız? ” karşılığını verince arkadaşları el aynasını tutarlar. 

Hüseyin bir de ne görsün? 

Başında papaz serpuşu, sırtında papaz entarisi. Ve şöyle söylenir: “Şu hancının ettiğine bak akılsız gidi. Benim yerime yanlışlıkla papazı uyandırmış.” 

İşte böyle, “gönlü açık, kapısı açık, sofrası açık” bu aziz milletin böylesine temiz ve saf tarafları da vardır. 

   Çumralıları kurdukları birliği, dirlikli olması duasıyla gönülden tebrik ediyorum. Domateste atılan adımın bütün ürünlerde öncü olmasını ve milletimizin tarımda içine atıldığı israf çukurundan bu idrakle kurtulmasını temenni ediyorum. 

Mübarek Ramazan ayı bütün insanlığa, bizim insanlarımıza gönül aydınlığı, iman zenginliği ve zihniyet gelişmesi nasip etsin diyorum. 

Domates ve diş sağlığı 
Agah Oktay GÜNER 


https://www.yenicaggazetesi.com.tr/domates-ve-dis-sagligi-19314yy.htm



***

Başbakanın yeni Sloganı

Başbakanın yeni Sloganı




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
01 Ağustos 2011


Sayın Başbakan,  “İsraf ekonomisinden kurtulur, verim ekonomisine geçersek kriz bize teğet bile değmez” diyor.  

“İsraf Ekonomisi” ve “Verim Ekonomisi” kitaplarının yazarı olarak, Türkiye’nin o günkü şartlarında büyük ilgi görmüş ve  bu gün bile derde deva olan bu eserlerin Son Sözümün Sayın Başbakan tarafından hatırlanılması beni mutlu etti. 

Mutluluğum, acaba Sayın Başbakan Türkiye’yi tüketen, uyguladığı ekonomik modelden vaz mı geçiyor noktasındadır?  Zira kendilerinin ekonomi  modeli, “İnsansız ve insafsız ekonomi” dir.

  Daha  iki ay önce; IMF Projeksiyona göre Türkiye, GSYH hesabıyla 2012 - 2016 döneminde 17. Büyük ekonomi olacaktı. 

   Ülkemiz GSHY’si bu süreçte 876,6 milyar dolardan rakamla 1 trilyon 159,2 milyar dolara çıkacaktı.  Ancak yeni tedbirlerle, Türkiye, Hükümetin seçim propagandalarında belirttiği gibi, 2023 yılında ilk 10 ekonomiden biri olamayacak, bizzat hükümetin uygulamaya koyduğu politikalar buna engel olacaktır.Sayın Başbakan, “İsraf Ekonomisi” den kurtulmak için önce, israf zihniyetinden kurtulmak lazım geldiğini herhalde kabul eder. 

Ne yazık ki Hükümetin asırları aşan tecrübe birikimine sahip Devlet kurumlarıyla kavgası sürüyor.  Son olarak Genel Kurmay Başkanı ve  Jandarma hariç Kuvvet Komutanlarının istifası kim ne derse desin Orduyu yaralayan, Hükümeti yıpratan bir halkadır. Çünkü bu Hükümet Üniversite, Yüksek Yargı Organları,muhalefete cesaret eden basınla kavgalıdır.  Akıllı liderler toplumun temel yapısını ve değerlerini yıpratmaktan kaçınmalıdır. 

Çünkü bu yoldaki girişimler önce cemiyeti, sonra da devleti zaafa ve yıkıma götürür.  Eskilerin tabiriyle Hikmet-i hükümet dengedir, adalettir, objektif olmaktır. Hikmet nedir?   Yaradılışın sırrına ermek, kâinattaki yerini idrak ederek hiçliğini kabullenmektir.Adalet, bir hükümetin dikkatle takip etmesi gereken değerler bütünüdür. Adalet sapar, saptırılırsa felaket olur. Bugün bu ülkede adalete güven kalmamıştır. 

Nasıl kalsın? 

Bazı vatandaşlarımız ağır ithamlarla tutuklanıyor. Tutukluluk süresi üç yılı geçiyor. Toplum içinde mevkiî, adresi, yeri  belli insanlarımıza yapılanlar tedbiri aşıyor, amme vicdanını yaralıyor.Devlet adamı her türlü nefsani hesabı aşıp âleme Hakkın penceresinden bakmak zorundadır. 
Gönül medeniyetinin insanları Neron ve Zalim Haccac üslubuyla hareket edemezler. Onlar  hikmet idrakinin içinde olmak zorundadır.

“Bu fena mülkine ibretle nazar kıl ey canHani Sultan-ı Süleyman, hani İskender Han Ne güle bülbüle bâkî a gözüm bağ u cihanKime yâr oldu muradınca felek-i devr-i zaman Sohbet-i arifi billahe eriş dûn olma Saltanat-ı mesned-i dünya ile mağrur olma Kamil veliler böyle diyorlar. 

Bu yüce beyanlar zirveden tabana hepimiz için ne büyük lütuftur, hem de sorumluluktur.  Kültür hayatımızda korkunç bir israf var. 

İnsanımız beyin göçüyle uzak diyarlardadır. Toprağımız akıl almaz bir biçimde yabancıların oluyor. Yabancılara köylerde mülk sahibi olmayı sağlayan kanun değişikliğinden sonra MTA’nın yıllar önce maden rezervi ölçtürdüğü yabancı şirketler, o madenin bulunduğu köyleri satın aldılar. 

Köylüye tapunuz sizde kalsın, noter senediyle satın alacağız dediler. Madenlerimizin büyük bir bölümü böylece elden çıktı. 

Bu yürek kanatan konuyu ayrıca yazacağım.   

Sayın Başbakan “ Verim Ekonomisi ”ne  geçersek diyor. 
Doğrudur. 
Ancak insanların “ İnsan olduklarını hatırlamadan ”, idrâk etmeden verimli olmaları mümkün mü? 

Bizim çok ciddi, vatan çocuklarına ilk aşamada insan olduklarını hatırlatacak ve insan gibi yaşamanın üslubunu verecek, onlara bu milletin çocukları olduğunu (Tarihiyle,Sanatıyla, Musikisiyle ve Edebiyatıyla öğretecek) bir eğitim reformuna ihtiyacımız var. 

   Ne yazık ki bu ülkenin çocukları milli dillerini öğrenmeden İngilizce öğreniyor ve bir İngiliz gibi düşünüyorlar. 

Bizim değerlerimizi tanımıyor, yabancı oluyorlar.  
İsraftan verime geçmek, bu milletin asırlık rüyasıdır. 
Bunu gerçekleştirecek lideri millet baş tacı yapmak  için hasretle bekliyor. 


Başbakanın yeni sloganı 
Agah Oktay GÜNER 


https://www.yenicaggazetesi.com.tr/basbakanin-yeni-slogani-19237yy.htm


***

Başbakanın Bekçi Postu

Başbakanın Bekçi Postu




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
25 Temmuz 2011 


Sayın Başbakanın halini; bekçi kürkü giymiş adamın yüzmesine benzetiyorum. 
Düşününüz o uzun tüylü postlardan üretilmiş bekçi kürkleri; suyu nasıl emer ve ağırlaşır.  

Bu yükle yüzmek kolay mı?Ancak bazı bakanlar öyle demeçler veriyorlar ki herhalde başbakan öfkeden çıldırma noktasına geliyordur.

    Birkaç gün önce başbakan bir konuşmasında “Cari açığı büyütmeyin. 
Biz cari açık meselesini çözecek tedbirlere sahibiz.” dedi. 
Pek tabii bu tedbirler nedir? diye beklemeye başladık. 
Başbakanın beyanı sakin, gelişmeyi gören ve duruma hakim olduğu havasını veren bir açıklamaydı. 
Bir süre sonra bir sayın bakan, “kriz geliyor. Tedbir alın.” diye bir demeç patlattı. Hani güzel bir söz var: “Siz beni dostlarımdan koruyun. 
Düşmanlarıma karşı ben tedbirimi nasıl olsa alırım.” Evet başbakanı bu değerli bakanlarından nasıl korumalıyız?  Muhalefet elbette başbakanın düşmanı değildir. Ekonomiyi alt üst edecek, dengeleri bozacak, dışarıda itibar kaybına sebep olacak bu tip ifadeleri muhalefetten değil, iktidarın bakanlarından dinliyoruz.Bir diğer bakan da, “Ev almayın, kredi kullanmayın, paranızı harcamayın” diyor.Hükümet üyeleri sayesinde ekonomi neredeyse durma noktasına gelecek. Bu insansız ve insafsız ekonominin tıknefes olduğu, fazla ısındığı doğru, ancak yanlış ekonomi politikalarının bizi getirdiği bu duruma yeni sıkıntılar ekleyecek demeçlerle çözüm bulunamaz. Bu tip açıklamalar her şeyi bitirir. Biz bu konuda yetkililerin dikkatini çekmek için çok yazdık, söyledik... Ne yazık ki dinleyen olmadı.Muğlalı seçmen kardeşlerime “Seçimden sonraki ilk ay 
içinde ekonomi tehlike sinyalleri verecektir. Hükümet ekonomi politikasını ele alarak gerekli düzenlemeleri yapmalıdır” demiştim. 

   Ne yazık ki hükümet baştan itibaren bir Anayasa kurumu olan Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)’nı 1980’den sonraki modaya uyarak yok saymıştır. 

Sanayi ve Kalkınma Bakanlığı Kanunuyla da  eritmiş, belediyeler gibi hamur etmiştir. 

DPT onuruna saygı duyularak, çalışan bir kurum olsaydı derhal hükümete “geçiş planı” hazırlar, gerekçelerini sıralayarak yapılması gereken işleri, alınması gereken tedbirleri bildirirdi.Şimdi DPT gibi yılların bilgi, tecrübe ve birikimine sahip bir kurum misyonunu terk ediyor, üstün zekalı bakanlar konuşuyor.Kriz aşılacak!Cari açık uygulanan ekonomi modelinden kaynaklanıyor.. İhracat üç haneli rakamlara koşuyor diye TV ekranlarını işgâl edenler hiç ithalattaki yükselişi görmediler, göstermediler. 

Şimdi deniz bitti! diye feryat ediyorlar.  

Bakanları yalnız bırakmamak için Merkez Bankası Başkanı da bir açıklama yapıyor. “Dolar zıplıyor, cari açık ise tüm zamanların en yüksek seviyesine çıkıyor”. uyarısında bulunuyor.Ekonominin en basit ve herkesçe bilinen kuralı, tüketim olmadan üretim olmaz. Bu sebeple soğukkanlı bir üslup ve devlet adamı sorumluluğu ile alınacak tedbirler tek ağızdan açıklanmalıdır.Milletçe yaşadığımız israfı, tüketim çılgınlığını görmeli ve bilinçli tüketim alışkanlığına geçmeliyiz.  “Hazırı sakla, Hızır’a muhtaç olmayasın” diyen ata sözümüzü hatırlamanın tam zamanıdır.
  
Başsağlığı Aziz Kardeşim, büyük mücadele ve inanç adamı Necdet Sevinç’in kaybından duyduğum derin üzüntüyü Türk milliyetçileriyle paylaşıyorum. 
Ailesine ve tüm sevenlerine başsağlığı diliyorum. 
Yürekli, cesur, bilgili ve vatanperver bir kalemdi. 
Mekanı cennet olsun. 

Başbakanın Bekçi postu 
Agah Oktay GÜNER 


https://www.yenicaggazetesi.com.tr/basbakanin-bekci-postu-19160yy.htm

***

Devletin Yumruğu,

Devletin Yumruğu




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
18 Temmuz 2011 


Türkiye çok ağır, karmaşık problemler içinde bir dönem geçiriyor. 
Böyle dönemlerde öncelikle çok sakin ve soğukkanlı olmak gerekir. 
Karşılıklı ithamları  bir kenara bırakmak elzemdir. 
Dağlar gibi  birikmiş yanlışları hatırlatmak da bir fayda sağlamaz.   Bu dönemi atlatabilmek için yapılması gerekenleri, uyulması gereken öncelik sırasına göre şu şekilde sıralayabiliriz: 

1- Kürt ile Kürtçü ve PKK’lı dikkatle ayırt edilmelidir.Kürt bu ülkenin vatandaşıdır. 

Etnik kökeninin Kürt olması  bir suç unsuru değildir. Aslında böyle bir şey  hukuk kurallarımız çerçevesinde hiçbir  dönemde söz konusu olmamıştır.   

Anayasamızda ya da diğer kanunlarda  Kürt kökenlilere  veya  başka etnik kökenlilere yönelik bir ayırım söz konusu  değildir. Vatandaşlığın bütün 
haklarından  ayrımsız olarak Kürt yurttaşlarımız da faydalanır.  Bunun böyle olduğunu ve  Cumhuriyetin temellerinde Türk-Kürt kardeşliğinin harçları bulunduğunu  hepimiz biliyoruz.Bu ülkede yaşayan insanların büyük çoğunluğu bu inanç içindedir.  Her türlü bölünmeye karşıdır.   

Türkiye’deki Kürtler  ekonomi  ve kültür düzeyleri  açısından, İran, Irak ve Suriye’dekilere göre  en iyi durumda  olanlardır. 

Bu üç ülkedeki kardeşleri  Türkiye’ye  bakarak  uygulanan sosyal ve ekonomik politikalara özlem duymaktadır.

2-Kürtçü olanlar ise Kürt milliyetçileridir.  

Onlara göre tespit ettikleri Kürt coğrafyasında  Türkiye Devleti işgalcidir.  
Bu fikri yazan, propagandasını yapanlar  fikir planında kalmaları halinde  eğer kanunları ihlal etmişlerse , bu  kapsamdaki kanunlara göre yargılanırlar. 
Kürtçü olanların silaha sarılmış militanları PKK’lılardır. PKK’nın aslında  Türkiye’yi zayıflatarak bölmek isteyen emperyalist dış güçlerin  desteğiyle kurulduğu ve bu güne kadar getirildiği  artık alenen bilinen bir gerçektir. Örgütün vurucu timlerini  Yunanistan başta olmak üzere pek çok devletin silahlı kuvvetleri ve gizli servis  mensupları  eğitmiş, silah ve malzeme temin etmiştir.  Tabii  Suriye ve İran’ın gerek  devlet görevlileri gerekse kontrollerindeki terör örgütleri vasıtasıyla  sağladıkları destek unutulmamalıdır. NATO bünyesinde müttefikimiz olan, ABD  başta olmak üzere ortaklarımız   bu ihaneti desteklemektedir. 

Çatışmalarda ölen PKK’lı  teröristlerin bazıları  Ermeni, bazıları da Yunanistan,  Suriye vatandaşıdır. Bu tablonun arka plandaki destekçilerinin  sahte dostluk mesajlarına  Türkiye hep tebessümle karşılık vermiştir.   

    Onüç yiğidimiz vuruldu ve aynı gün özerklik ilan ettiler.  
TC sınırları içinde federasyonu düşünmek  bölünmenin  ilk adımıdır. 
Düşünülemez. 

Bütünlüğümüzü koruyarak, ipin ucunu  kaçırmadan BDP  meşru zeminde kalmak ve teröre destek vermemek şartıyla muhatap kabul edilmelidir.   
   Bu tesbitlerin ışığında  bir acı gerçeği daha görelim;  

2003’de 31, 
2004’de  75, 
2005’de 105, 
2006’da 111, 
2007’de 146, 
2008’de 177, 
2009’da 80  ve 
2010’da  106 Asker ve Polisimiz şehit edildi.  
Son On günde  iki Astsubay, 13 Uzman Çavuş ve er ile bir Komiserimiz Şehit oldu.

Acaba büyük Devlet Adamlarımız teröre taviz vererek  bu  örtülü savaşın  önlenmesinin, Tüketilmesinin  mümkün olmadığını ne zaman görecekler?    

   Sivil ve üniformalı  sorumlular  devlet gibi  hareket etmeyi  ne zaman idrak edecek?  

Kan dökerek, yürekleri dağlayan acılar yaşatarak hedefe varacaklarını zannedenler nasıl bir gaflete düştüklerini göreceklerdir.   

Türk Devletinin, Türk  Milletinin  varlığını ve geleceğini koruma iradesi  granit bir kayadır. 

Devletin yumruğu  hainleri mutlaka yere  serecektir. 

Bu böyle biline... 

Devletin Yumruğu 
Agah Oktay GÜNER 


https://www.yenicaggazetesi.com.tr/devletin-yumrugu-19076yy.htm

***

Ekonomide beklenen zihniyet

Ekonomide beklenen zihniyet




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
11 Temmuz 2011

Lozan görüşmeleri sırasında Lord Curzon heyet başkanımız İnönü’ye hitaben şöyle demişti;  

   “Şimdi istediklerinizi aldınız. Yarın nasıl olsa paraya ihtiyacınız olacak, Mecburen bize geleceksiniz.  

Biz de o zaman bugün verdiklerimizi geri alacağız.  ”Lozan’da Musul, Kerkük ve Selanik Misak-ı Milli içinde olmasına rağmen alınamamıştı. 
Türkiye Cumhuriyeti Devleti enerji kaynaklarından mahrum olarak kurulmuştur. 

   Milli Devlet kurulduktan sonra Mustafa Kemal’in direktifi daima “Ne kadar paranız var, o kadar yatırım yapın” olmuş, geliri giderini karşılayan 
“Denk Bütçe” çizgisinden sapmamıştır.Güçlü ekonomiye sahip olmanın birinci kuralı gelirin giderinden fazla olmasıdır. 
TC ekonomisi bütçesi son birkaç yıldır fazla vermekte, ancak bu fazla ÖTV ile sağlanabilmektedir. 

ÖTV bilindiği üzere tüketimden alınan vergidir. Tüketimin üretimden fazla olduğu bir ortamda aslında bütçeniz açık veriyor demektir ya da görünen fazla ülkede kalmıyor, ithalat ile yurtdışına çıkıyor demektir. TC’de geçen yıl gerçekleşen ve bu yıl 70 milyar doları aşacak olan cari açık bu durumun ispatıdır. Üretimden fazla olan tüketimin kısılması ve/veya üretim ile ihracatın arttırılması durumu düzeltecek tedbirdir. 

Kredilerin kısılarak ekonominin soğutulmaya çalışılması, dahilde işleme rejimindeki düzenlemeler, OSB yatırım teşvikleri ve bazı ihracat arttırıcı 
teşvikler son aylarda üretim ve ihracatı arttırma, tüketimi kısma yolunda alınan tedbirlerdir. Ancak, 2001 krizi sonrası 10 yılın ekonomi uygulamaları ile oluşan dev cari açığı bugünlerde finanse etmenin tek çaresi yabancı sermaye olarak görülmüştür.İMKB verilerine göre İMKB’deki 221 bin yatırımcının 8 bini yabancı. 8 bin yabancının toplam yatırım portföyü 213 bin yerlinin toplam yatırım portföyünün 2 katı büyüklüğünde. Bu Türkiye’deki sermaye sorununun ve dışa bağımlılığının resmi ve son birkaç yıldır gerçekleşen büyüme rakamının 
borçla sağlandığının, aslında bu büyümenin üçte ikisinin yabancılar tarafından gerçekleştirildiğinin göstergesidir. Bu yabancı sermaye siyasi veya ekonomik gerekçelerle başka bir kazanç kapısı (ülke) bulduğunda Türkiye’yi terk etmeye hazırdır. 

Nisan 2011’de rekor kıran yabancı sermaye 123 milyar doları buldu ama bu rakamın üçte ikisi vur kaçcı dediğimiz çok kısa vadeli olan cinsten (%60 borsa, %40 bono ve mevduat, bu bono ve mevduatın da büyük kısmı 1 aya kadar vadeli). Teorik olarak bu paraların aynı gün yurtdışına çıktığını düşündüğümüzde mali denge çöker ve Türkiye 1 günde Yunanistan’ın durumuna düşer. Çünkü Merkez Bankası’nın 10 yılda biriktirdiği döviz rezervi Türkiye’deki yabancı 
sermayeden daha düşüktür (yaklaşık %85’i). Dolayısı ile aynı gün kaçmak isteyen yabancı sermayenin tamamına ödeme yapacak bir döviz stoku yoktur. Yabancı sermaye yurtdışına kaçmaz ancak daha da fazlası yurda gelmez senaryosunda bugünkü cari açığı üretim ve ihracat artışı ile durduramayan hükümet mali çöküşü en fazla 1.5 yıl erteleyebilir. Çünkü Merkez Bankası döviz rezervlerinin mevcutta ayda ortalama 5 milyar dolar cari açık veren bir ekonomiyi ancak 18 ay finanse edecek gücü vardır.  Görüldüğü gibi ekonomimiz bir zihniyet değişimine muhtaçtır. “İthal et ve işledikten sonra sat” anlayışı bize çok şey kazandırmamıştır. Asıl olan üretimi artırmak ve ara malı ithaline zamanla son verecek mal bolluğunu iç piyasada gerçekleştirmektir.      

Kalıcı, gerçek kalkınma milli kaynakları harekete geçirerek sağlanacaktır.    

Öncelikle sağlıklı bir envanter çalışması ile tarımda ve sanayide neleri ne kadar ve nasıl üretebileceğimizi tespit etmeliyiz. 

Ülkemizin üretim kapasitesini belirlemek için bu çalışma ilk adımdır. Daha ileri teknoloji üretimi ve Dünya piyasalarında rekabet edebilecek fiyatlarla mal bolluğuna nasıl hazırlanabileceğimiz yeni programın getireceği zihniyetin temeli olacaktır. Artık ülkenin yer altı ve yer üstü servetlerini satarak hiçbir yere varılamayacağını görmek zorundayız. Benim ülkemin serveti, benim ürettiğim mal şuuru ile üretim rakamlarını özlenen seviyeye çıkarmış bununla iftihar eden bir ülkenin yurttaşları olarak Dünya çapında güvenilen markalara sahip olmayı hedef olarak benimsemekle zihniyet değişimi sağlanacaktır.     

Ekonomide beklenen zihniyet - 
Agah Oktay GÜNER 


https://www.yenicaggazetesi.com.tr/ekonomide-beklenen-zihniyet-19002yy.htm


***

Yalandan Büyüme

Yalandan Büyüme



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
04 Temmuz 2011



   “ Yılandan Korkma., Yalandan kork ”  diyen ne doğru söylemiş. 

Ne yazık ki iktidarlar tarih boyunca çoğu kere yalanın mutluluğunu yaşamayı gerçeğin acılığına tercih etmiştir. 
Siyasi tarihin hemen her döneminde görülen bu durum adeta iktidarları madalyonun tek yüzüne bakarak kendi yalanlarıyla kendilerini de avutur hale getirmiştir. Son birkaç gündür Türkiye ekonomisinin yılın ilk çeyreğinde yüzde 11 büyümesi hükümet ve hükümetin medyadaki yakın çevresi tarafından büyük bir başarı gibi sunuluyor. Hâlbuki işin gerçeği bu gelişme, yıl içinde kaçınılmaz olarak yaşanacak bir kısım sert çöküşlerin habercisidir. Türkiye 1980’den bu yana milli kaynaklara, milli üretime dayanan bu yolla ihracat yaparak kalkınmayı hedefleyen  “Planlı Kalkınma Anlayışı” nı terk etti. Geçen dönemde kademe kademe Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) devre dışı bırakılarak ülke neo liberal, 
muhafazakâr iktisat anlayışına teslim edildi.  Böylece Türkiye iktisadi gelişmesini  bütünüyle  uluslar arası tekelci sermayenin iradesine terk etti. 

   Türkiye’ye bu anlayışı dikte ettiren ABD, AB, Dünya Bankası, IMF Türkiye’ye öncelikle  “Sen sanayileşme!”  emirlerini yerleştirdiler. 

Sanayileşmeyi terk eden Türkiye ikinci adımda “Tarımda küçül!” talimatını aldı. Yeni fabrikalar kurmayan, tarımda üretimi artırmak hedefinden uzaklaşan ülkemizde  işsizlik çığ gibi büyüdü. Bundan sonraki merhale özelleştirme adıyla cumhuriyetin bütün birikimlerinin satılması oldu. 

Bu gün ülke ekonomisi yüksek işsizlik, fevkalade büyük dış  açık, gelişmeye başlayan bütçe açığı gibi göstergelerle, dış dünyada yaşanmakta olan krizin de etkisiyle yeni sert düşüşlere doğru gidiyor. Hükümet sorumluluğunu taşıyanlar görülmemiş kalkınma hızı davulunu bir kenara bırakıp yaklaşmakta olan fırtınanın tokmağını başlarında hissetmelidir.Diyelim ki yüzde 11 büyümüşüz, milli gelir ve tüketime bakıyoruz, yüzde 12,1 büyümüş. Maaş ve ücretler yılın ilk çeyreğinde yüzde 3,8 oranında artmıştır. Tüketim harcamaları maaşların neredeyse üç misli  arttığına göre bu ancak yurttaşlarımızın geleceklerini  kredi kartlarıyla  ipotek altına  almalarından  başka bir mana ifade etmez. 

   Bu büyüme açılan yeni fabrikaların iş alanları üzerinde gelişmiyor. 
Artış gözüken yatırımların çoğu ithal  mallarıdır. 
Bu büyüme yeni fabrikaların sağladığı istihdam imkanları  üzerinden bir büyüme de değildir. 

İhracatın ithalatı karşılama oranı ise devamlı düşmekte ve yeni bir tehlikenin sinyalini vermektedir.    

Hükümetin bütün ikazlara rağmen üzerinde durmadığı  cari açığı ele almasının zamanı neredeyse geçmek üzeredir. 

Nedense kamuoyuna devamlı ihracat rakamlarıyla övünmeyi siyasi prensip olarak benimseyen iktidar ithalattaki dörtnala giden artışı hiç dile getirmemiştir. İlk üç aydaki 56 milyar dolarlık ithalatın 20 milyar dolara varan kısmının işlenmiş sanayi mamul ara girdiler kaleminden oluşması, öte yandan üç aylık ithalatın içinde 5 milyar dolarla en büyük payı Çin’in almış olması  ekonomide sıkıntı yaratan durumun ithal enerji dışı alanlara da sıçradığını açıkça göstermektedir.  Diğer taraftan Türkiye’nin ihracat pazarındaki bazı gelişmeler de kaygı vericidir. 

    İhracatımızın yaklaşık yarısının AB pazarlarına yapıldığını biliyoruz.  
AB ülkelerinde yaşanan ekonomik durgunluk da ihracatımızı olumsuz yönde etkileyebilir.

Bütün bunlara karşı sadece Merkez Bankası’nın kur-faiz tedbirleriyle karşı durulması mümkün değildir. 

Hatta bu politikada ısrar edilirse kur-faiz tedbirlerinin  ekonomideki yan etkileri faydalarını ortadan kaldırabilir.

Üçüncü aydan sonra yaşanan büyümedeki azalışın işsizliği artırmaması için  istihdam tedbirlerini düşünmenin zamanıdır.

Yalancı saadetleri  bir tarafa bırakalım. 

Ciddi bir plan ve program anlayışıyla içine girdiğimiz  dar boğazdan çıkacağımıza inanalım. 

Emperyalist sermaye çevrelerinin paşası olmayı bırakalım. Milli kaynaklara dayanan, üreten, mal bolluğu sağlayan kalkınma anlayışının kurtarıcımız olacağını bilelim.Güçlüklerin başarının değerini artırdığını unutmayalım. 

Yalandan büyüme 
Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/yalandan-buyume-18925yy.htm


***

Seçim Sonrası Düşünceleri.,

Seçim Sonrası Düşünceleri.,




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
27 Haziran 2011

     


Evet, seçimler bitti amma gürültüsü bitmedi.    
Hani Nasreddin Hoca’nın evinden bir gürültü duyulmuş, komşular koşup gelmişler; 

“Hayrola Hocam ne oldu?” diye sormuşlar. 
Hoca; “Hiç meraklanmayın cübbem düştü.”  karşılığını verince  “Aman Hoca cübbenin düşmesiyle bu kadar gümbürtü kopar mı?”  dediklerinde 

Hoca,

“Canım içinde ben de vardım” demiş.  Evet seçimin malzemesi ve özü insandır. 

İnsanın kendi kendisiyle kavgasını bitirip barışık hale gelmeden gürültünün bitmesi mümkün değildir.  

Siyasetten düşen, yükselen hep insan olduğu için bunu anlamak gerekiyor. 
İnsan nefsini aşmadan kemâl (olgunlaşma) yoluna giremez. Mevlâna, “Yapacağın işte nefsinle meşveret etmek ve ne derse desin tersini 
yapmak kemâl’dir.” buyurur. Gerçekten siyaset nefsin at oynattığı bir alandır. Bu alanda ihtiras, alkış, hırs, öfke dört nala at koşturur. 

Osmanlı Hanedanının Cuma namazına giderken kırk adama “Mağrurlanma Padişahım, senden büyük Allah var” diye bağırtması, bir bakıma  
“nefsine karşı hür ol, haddini bil” ikazıdır. Ancak kolay mı? Siyaset meydanında öfke nefsin gölgesidir. Bu gölgeden kurtulmak kolay değildir. 
Öfke insanı hoşgörüsüz ve tahammülsüz yapar. Mevlâna ne güzel anlatır: “Adamın birisinin bir evi varmış. Ata yadigârı bu bu binanın duvarı 
çatlamış. Adam samanla toprağı karıştırıp meydana gelen çamuru duvarı sıvayarak çatlağı kapatmış. Aynı çatlak temelde, tavanda başka 
yerlerde zuhur ettikçe adam da hep aynı şekilde davranmış. Biraz saman ve biraz toprak karıştırılarak yarıklar sıvanmış. Bu böyle devam ederken 
bir gün adam akşam tarlasından dönünce ne görsün, ev yıkılmış, enkazı tepe halinde. Enkazın yanına diz çöküp ağlamaya başlayan adam 
‘Ah evim, kırık yıl beraber yaşadık böyle birdenbire yıkılmak olur mu?’ diye dövünürken yıkıntı dile gelmiş: ‘Ben birdenbire yıkılmadım. 

Haber vermek için ne zaman ağzımı açtımsa sen ağzıma çamur doldurdun’”İşte şerh ederseniz bir ciltlik cevap...  

Zamanın gerçekleri bulması gibi insanoğlu da hayatın akışı içinde yediği darbelerle gerçekleri görür ve hakikatı idrak eder. 
Tek doğrusu kendi olan bir insanın yanlışları, onun kara kitabını yazar.Adamın birisi bir koyun kesmiş ve derisini güneşe sermiş. 
Tuz serpmiş, şap sürmüş, mazılamış. Deri kururken çubuğunu yakıp dinlenmeye koyulmuş. 
Aniden koşarak gelen bir hırsız deriyi kapıp kaçmış. 

Adam da arkasından kovalamaya başlamış. Hırsız kaçar adam kovalar, bir süre sonra hırsız mesafenin daraldığını fark edince deriyi önlerine çıkan bir evin yüksek bahçe duvarından içeriye fırlatarak hızla gözden kaybolmuş. Derinin sahibi soluk soluğa bahse konu evin kapısını çalmış. Kapıyı açan sakallı, iri cüsseli adama “ bir hırsız benim derimi çaldı ve sizin duvarın ardına attı müsaade ederseniz onu alacağım” demiş. Ev sahibi, “Ceddi hu Celali hu, ham deri helali hu” diye cevap vermiş. Aman etmeyin, ham deri olur mu? 

Ben onu tuzladım, şapladım, mazıladım  diye derinin sahibi feryad edince ev sahibi “Azılı mazılı kara kitapta böyle yazılı” diyerek kestirip atmış ve 
kapıyı kapatmış.İlahi nasipleri aydınlık kitap olmayanlar işi kara kitaba uydurur ve nefislerinin kölesi olmaya devam ederler.   

Nefsine köle olan biri “Ben hür bir insanım” diyebilir mi? 

Yunus Emre “ Aklı olan korkmak gerek, nefsinden, hırs elinden” der.   

Ne mutlu o toplumlara ve onların insanlarına ki, siyaset adamları nefis ve hırslarından arınmış, aklın ve ruhun emrine girmişlerdir. 

Seçim sonrası düşünceleri  
Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/secim-sonrasi-dusunceleri-18837yy.htm

***

AGAH OKTAY GÜNER DE CİDDİ UYARIDA BULUNDU

AGAH OKTAY GÜNER DE CİDDİ UYARIDA BULUNDU



11 Ocak 2017 Çarşamba 15:01


Agah Oktay Güner de " Yedek Parça" tanımını kullandı.

   
AGAH OKTAY GÜNER DE CİDDİ UYARIDA BULUNDU

 12 Eylül Darbesi öncesinde, Milliyetçi Hareket Partisi'nin önde gelen isimlerinden biri olan Agah Oktay Güner’in Başkanlık açıklamaları gündeme bomba gibi düştü.

Katıldığı bir televizyon kanalında Başkanlık hakkında görüşlerini aktaran Güner’in zehir zemberek sözleri sosyal medyadan da ülkücülerin desteğini kazandı. 

Ülkücü milliyetçi camianın içerisinde bulunduğu rahatsızlığı "12 Eylül mahkemelerinde şerefle birlikte yargılandığım Başbuğ Türkeş'in kemikleri sızlıyor." açıklamasıyla dile getiren Güner “Milletvekilliği rozetten maaştan ibaret değil” dedi. 

Agah Oktay Güner, MHP milletvekillerine seslenmek istediğini belirterek devam etti:

“Milletvekilliği yüksek maaş, bir takım sosyal haklardan ibaret değildir. Milletvekilliği sorumluluktur, tarih önünde millete karşı bir sorumluluk.  

MHP’nin şerefli mazisini arkadaşlarım lütfen biraz incelesinler. 1980 yılında MHP yöneticileri olarak hepimiz idam talebiyle "MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası"nda yargılandık. Savunmalarımızın büyük bir bölümü Mamak’ta görülen işkenceleri gençlere yönelik ağır, insafsız, merhametsiz davranışlar suretiyle demokrasiyi savunmaya dayandı. Ve şiddetle, ısrarla idam sehpasının gölgesinde demokrasiyi savunduk. 

Ne oldu bu milletvekillerine? Gittiler çok kıymetli Genel Başkanlarına fevkelade yanlış, fevkalade utanç verici tavrı sebebiyle yedek parça oldular.

AK Parti’nin neyine yedek parça oluyorlar? 

Hangi yüksek politikasına teslim oldular? Bizi dış politikada perişan eden AK Parti değil mi? 

Şu anda yiğitlerimizi Suriye çöllerinde ölüme terk eden AK Parti değil mi?

Oradaki, Irak’taki Türk varlığı imha edilirken ağzını açmayan AK Parti değil mi? 

Biz bütün milliyetçiliği ayağımızın altına aldık diyen AK Parti’nin ayağının altına girmek MHP’ye ne kazandırıyor?

Millet kör ve sağır değil. Bunun hesabını seçimlerde soracak. Tek adama icra yargı ve en önemlisi meclisin sahip olduğu yetkiler veriliyor. Başbakanlı kaldırılıyor, hükümet kaldırılıyor. 

Kim bu adam? 

Tanrı’nın gölgesi mi? 

Bu kadar nasıl inanıyorlar, neyine güvenebiliyorlar, yazıklar olsun.Merhum Türkeş’in eminim kemikleri sızlıyor. Türkiye’yi savunma uğruna verdiğimiz 5000 şehit mezarından bunlara beddua ediyor. 

Ve bugün bütün vatanperverler, bütün ülkücüler, önce vatan diyen herkes MHP’nin içine düştüğü sefil tavırdan nefret ediyor…”


http://www.haberalp.com/gundem/agah-oktay-guner-de-ciddi-uyarida-bulundu-h81466.html

***