IŞİD’in Ramadi’yi Kontrolü ve Bağdat-Washington Eksenindeki Gelişmeler
Ali SEMİN
www.bilgesam.org
Irak’ta yerel güvenlik güçlerinin ve ABD öncülüğünde kurulan uluslararası koalisyonun Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütüne karşı başlattığı
askeri mücadeleden bugüne kadar herhangi bir somut netice alındığını söylemek mümkün değildir. Irak, 10 Haziran 2014 tarihinden bu yana IŞİD
krizinden ve petrol fiyatlarının düşüşünden dolayı ekonomik krizle de mücadele etmektedir.
IŞİD tehdidinin büyümesiyle birlikte ortaya çıkan göç sorunu, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası toplumun ve Irak hükümetinin
yaşanan krizi aşmasını zorlaştırmaktadır.
Irak’ın IŞİD krizi ile beraber ülke tarihinin en zorlu dönemecinden geçtiğini ve bu sorunun yalnızca havadan sınırlı operasyonlarla çözülemeyeceğini
ifade etmek gerekir. Gerek yerel güvenlik güçleri gerek uluslararası koalisyon IŞİD’in ülkedeki ilerleyişini kısa süreliğine durdurmayı sağlasa da örgütün
Irak’ta ve hatta Suriye’de stratejik bölgeleri denetimine aldığı görülmektedir. IŞİD’in Anbar’ı kontrol etmesi hem bölgesel ve küresel güçlerin Orta Doğu’daki
güç rekabeti açısından hem de Irak’ın iç siyasetindeki etnik ve mezhepsel ayrışmaların keskinleşmesi bakımından oldukça önemli bir gelişmedir.
IŞİD sadece bir örgütten ibaret değildir. Bölgede yaşanan gelişmeler ve güç boşluğunun belirginleşmesi sonucunda çıkara dayalı bir güç mücadelesinin de
aracıdır. Küresel ve bölgesel güçlerin Irak ve Suriye’deki nüfuz rekabetinin sonucunda güçlenen IŞİD’e karşı Ağustos 2014’ten beri yürütülen operasyonlara
ramen örgütün zayıflatımaması/ve ilerleyişinin durdurulamaması kuşkulara yol açmıştır. Bu bağlamda IŞİD sorununun ardından Irak’ta ortaya
çıkan milisleşme süreciyle birlikte, Irak güvenlik güçleri dışındaki silahlı grupların etnik ve mezhepsel (Şii-Sünni ve Kürt) aidiyete göre silahlanması ülkenin
kısa ve orta vadede iç savaşa doğru gideceğinin habercisidir. Bu analizde söz konusu saptamalar ışığında Anbar vilayetinin IŞİD kontrolüne geçmesinin
düşündürdükleri ve Bağdat-Washington ekseninde yaşanan gelişmeler kaleme alınmaya çalışılacaktır.
IŞİD’in İlerlemesi ve Ramadi’nin Kontrolü
IŞİD’in Musul’dan sonra Irak’ın en önemli vilayeti olan Anbar’ı kontrol etmesi, ülkedeki yerel güçlerin ve uluslararası koalisyonun örgüt ile olan askeri
mücadelesinin yetersiz olduğunun önemli bir göstergesi olmuştur. Ayrıca IŞİD’e yönelik askeri mücadelenin yetersizliğinden dolayı ülkedeki sivil kaybının
arttığı görülmektedir. Birleşmiş Milletler’in açıkladığı rakamlara göre, IŞİD’in 10 Haziran 2014 tarihinde Musul’u kontrol etmesinden 2015 yılının Nisan ayına kadar Irak’ta 15219 kişi hayatını kaybetmiş
ve 29493 kişi de yaralanmıştır. 1
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM)
Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL www.bilgesam.org www.bilgestrateji.com bilgesam@bilgesam.org Tel: 0212 217 65 91 - Fax: 0 212 217 65 93
2 Sayfa
Bunun yanı sıra Irak’ta IŞİD saldırılarından ötürü 3 milyon kişi göç etmek zorunda kalmış ve 8 milyon 200 bin kişi ise insani yardıma muhtaç duruma
düşmüştür.2 Dolayısıyla IŞİD ile mücadelenin yalnızca askeri yöntem ile yürütülmesi zor görünmektedir.
IŞİD için Anbar bölgesinin stratejik önemi oldukça yüksektir. Anbar vilayeti yüzölçümü olarak Irak’ın en büyük ilidir. Anbar’ın bir diğer önemi ise Suriye, Ürdün ve Suudi
Arabistan ile çevrili bir kent olmasıdır. Ayrıca nüfusunun çoğunluğu Sünni Araplar’dan oluşmakta ve Bağdat merkezi hükümetindeki Şii yönetim karşıtı aşiretlerin çoğunluğu
Anbar’da bulunmaktadır. Anbar Bağdat’ın batısından 110 kilometre uzaklıktadır. Anbar vilayetinin Suriye, Ürdün ve Suudi Arabistan’ın sınırında olması stratejik olarak IŞİD’in
ülkenin diğer bölgelerine ve hatta güneydeki kentlere ilerlemesine yol açabilir. Bunlara ilaveten Ramadi’de bulunan Ramadi ve Hadise barajlarını kontrol altına alması, birçok
kentte su sıkıntısı yaşanmasına ya da kapakların açılarak bazı bölgelerin sular altında kalmasına sebep olabilir. Anbar vilayetine bağlı 41 ilçe ve kasabanın sadece 5 tanesi Irak
güvenlik güçlerinin kontrolünde olup geri kalanı IŞİD’in denetimindedir. IŞİD’in Anbar vilayetinin merkezi olan Ramadi’yi kontrolünde tutmasının Irak güvenlik güçlerinin
Musul’a yapacakları kurtarma operasyonlarını engellediğini /engelleyebileceğini ifade etmek mümkündür.
Bu çerçevede 17 Mayıs 2015 tarihinde Ramadi’nin IŞİD’in kontrolüne geçmesi, örgütün Musul’dan sonra Irak’taki ikinci başarısı olarak kabul edilebilir. Bu durum IŞİD’in Irak’ta
ve Suriye’de ilerleyişinin hızlanmasına yol açabilir. Aslında IŞİD’in Irak’taki ilerleyişi, örgütün güçlü olmasından ziyade, Irak güvenlik güçlerinin çatışmadan birçok kentten geri
çekilmesinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Irak’ın tek bir bütün olarak savaşan güvenlik gücünün olmayışı IŞİD’in ülkedeki hareket alanını genişletmesine neden olmaktadır.
Musul’dan sonra Irak güvenlik güçlerinin Ramadi’den de çatışmadan çekildiği belirtilmektedir. Irak Başbakanı Haydar el-Abadi, Ramadi’nin IŞİD’in denetimine geçmesiyle ilgili
yaptığı açıklamada güvenlik güçlerinin herhangi bir çekilme emrini beklemeden kentten geri çekildiğini belirtmiştir.
Bu sebeple Abadi, 20 Mayıs’ta Anbar İl Emniyet Müdürü General Kazım Muhammed Farıs el-Fehdavi’yi görevden almış ve yerine General Hadi Rezic’i atamıştır.3
1 http://www.almadapress.com/ar/news/47
(Erişim: 19.05.2015)
2 http://elaph.com/Web/News/2015/5/1007556.html,
(Erişim: 25.05.2015)
Öte yandan Anbar iline bağlı el-Bağdadi nahiyesinde ve Ramadi’nin 90 km batısında bulunan Aynel-Esed askeri üssünde Irak güvenlik güçlerine eğitim ve danışmanlık yapan 300’den fazla Amerikan askerinin bulunduğu bilinmektedir.
Ayrıca Irak ordusunun en eğitimli özel operasyon gücü olarak tanımlanan el-Dehabi (Altın) kolordusu, Ramadi’de IŞİD’e karşı savaşmaktadır.
Bütün bunlara rağmen Ramadi’nin IŞİD’in kontrolüne geçmesi oldukça düşündürücüdür. Irak güvenlik güçlerinin Ramadi’den geri
çekilmesi hususunda iki gerekçe ileri sürülmektedir. Birincisi bin civarında Irak askerinin IŞİD tarafından Ramadi operasyonlarının koordinasyon merkezinde kuşatıldığı, silah
ve askeri mühimmatın ulaştırılamadığıdır. Diğeri ise, Irak güvenlik güçlerinin savaşmak istemediği ve Bağdat hükümetinin bölgede silahlandırdığı 3 bin aşiret mensubunun da
silahlarıyla birlikte IŞİD’in safına geçtiği iddiasıdır. Hem Abadi hükümetinin hem de ABD’nin başını çektiği uluslararası koalisyonunun terörle mücadele kapsamındaki tutumuna
bakıldığında, ordu ve güvenlik güçlerinin Anbar’da ve diğer Sünni bölgelerinde IŞİD ile savaşın tamamen Sünni Arap aşiretleri arasında bir güç rekabetine dönüştürüldüğü ifade
edilebilir. Bu durum ABD’nin Irak’ta IŞİD’in kontrolündeki Sünni bölgelerinde örgütle mücadele stratejisini Sünni Arap
aşiretleriyle sürdürmek istemesinden kaynaklanmaktadır.
( Irak’ın işgalinden bu yana Irak ordusunun ve güvenlik güçlerinin Washington tarafından yeterince eğitilmediği ve desteklenmediği
gerçeğini de ifade etmek mümkündür. )
Bu bağlamda 29 Nisan’da ABD Kongresi, Irak ordusu dışında IŞİD’e karşı savaşan Peşmerge ve Sünni Arap aşiretlerin milis güçlerine doğrudan askeri desteği öngören yasa
tasarısını onaylamıştır. ABD Kongresi aynı zamanda Iraklı güçlere 715 milyon dolarlık askeri destekte bulunulacağı da belirtilmiştir. Söz konusu yasaya göre, Irak’a yapılacak askeri
yardımların %25’i Peşmerge ile Sünni millis güçlerine doğrudan dağıtılacaktır.4
3 http://www.alwasatnews.com/4639/news/read/992806/1.html,
(Erişim: 21.05.2015)
4 http://www.alliraqnews.com/modules/ news/article.php?storyid=2935,
(Erişim:25.05.2015)
“ Irak ordusunun en eğitimli özel operasyon gücü olarak tanımlanan el-Dehabi (Altın) kolordusu, Ramadi’de
IŞİD’e karşı savaşmaktadır. Bütün bunlara rağmen Ramadi’nin IŞİD’in kontrolüne geçmesi oldukça düşündürücüdür.“
ABD Savunma Bakanı Ashton Carter, Ramadi kentinin IŞİD’in kontrolüne geçmesine ilişkin 24 Mayıs’ta CNN kanalına verdiği mülakatta “Ramadi’deki
gelişmeler Irak ordusunun savaşma iradesi olmadığını gösteriyor” şeklinde bir açıklama yapmıştı.5 ABD’nin Irak’ta IŞİD ile mücadele etme ve krizin çözümünde ülkedeki yerel
güçler arasında kime güveneceği konusunda henüz net bir karara varamadığı ifade edilebilir. Irak’ta IŞİD ile mücadelede Irak güvenlik güçleri, Peşmerge gücü, Haşed el-Şaabi Şii milis gücü ve Sünni Arap aşiretlerine bağlı silahlı milis güçleri
olarak dört ana faktörün varlığından söz etmek mümkündür.
ABD’nin söz konusu kararındaki belirsizliğin sebepleri şu şekilde sıralanabilir:
1. Irak Güvenlik Güçleri Faktörü: Irak ordusunda ve güvenlik güçlerindeki etnik ve mezhepsel ayrışmalar IŞİD’e karşı mücadeledeki en önemli sorunlardan birisidir. Yerel
güçler arasında koordinasyonun sağlanamaması ülkedeki terör sorununun artmasına ve IŞİD’in ilerleyişine yol açmaktadır. Dolayısıyla IŞİD’e karşı mücadelenin sadece Irak
ordusu ve güvenlik güçleri tarafından yürütülemediği görülmektedir. ABD Kongresi’nden geçen yasa tasarısında Irak güvenlik güçleri yerine Iraklı güçler tabirinin yer alması,
Washington yönetiminin IŞİD ile mücadelede Irak güvenlik güçlerine güvenmediğinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
2. Peşmerge Gücü Faktörü: IŞİD ile mücadelede bir başka problem de peşmergenin Irak anayasasının 140. maddesinde yer alan tartışmalı bölgelerin dışında savaşmak isteğinin
olmamasıdır. Başka bir ifadeyle Irak’ta Kürtler’in, 2003 Irak işgalinden sonra Kerkük ve diğer tartışmalı bölgeleri kendi toprakları olarak çizdikleri sınırlar dışında savaşmak istememeleri
ABD’nin ülkedeki hangi yerel güçlere güveneceği hususunu belirsiz kılmaktadır.
5 CNN: http://arabic.cnn.com/middleeast/2015/05/24/ashton-carter-isis-ramadi,
(Erşim:25.05.2015)
3. Haşed el-Şaabi Faktörü:
Silahlı Şii milis güçlerinin koalisyonu niteliğindedir. Haşed el-Şaabi gücünün komutanı eski Ulaştırma Bakanı ve Bedr Tugayı lideri Hadi el-Amıri’dir. Bu güç Bağdat’tan ziyade İran Devrim
Muhafızları’na bağlı Kudüs Ordusu Komutanı General Kasım el-Süleymani’nin kontrolündedir. Söz konusu Şii milis gücü IŞİD ile mücadelede önemli bir unsurdur. Bunun da
iki temel nedeni vardır. Birincisi Haşed el-Şaabi’ye katılan gönüllü Şii milisler, Şiiliği ve Şiiler için kutsal topraklar ve türbeleri koruma inancıyla çatışmaktadır. Diğeri ise Bağdat
merkezi hükümeti tarafından ciddi mali, askeri ve silah desteği almaktadır. 12 Haziran 2014 tarihinde Şii Dini Merci Ayetullah Ali el-Sistani’nin çağrısı üzerine kurulan Haşed el-
Şaabi Şii milis gücüne Bağdat hükümeti 1 milyar dolar harcamıştır. Ayrıca Bakanlar Kurulu kararıyla Heşad el-Şaabi gücü, Başbakan ve Silahlı Kuvvetler Başkomutanı Haydar
el-Abadi’ye bağlı olarak resmi bir şekilde IŞİD’e karşı mücadele etmektedir. Haşed el-Şaabi gücü, IŞİD ile mücadelede zımnen başarılı olsa da Şiilik bilincini fazlasıyla ön plana
çıkarmasından dolayı ülkede mezhepsel çatışmayı körüklemektedir.
Çünkü Irak’ın Diyale ve Selahaddin vilayetinde (Tikrit’te) IŞİD’e karşı başarı kaydettiğinde Sünni Araplara karşı baskı, sindirme ve yok etme potansiyeli olan bir güç
şeklinde hareket etmiştir. Uluslararası İnsan Hakları Örgütü, Haşed el-Şaabi milis gücünün özellikle Diyale bölgesinde Sünni Araplara karşı katliam düzenlediğini açıklamıştır.
Dolayısıyla İran’ın etkisi altında olan Haşed el-Şaabi milis gücünün IŞİD ile olan savaşta başarı kaydettikçe zamanla Bağdat merkezi hükümetinin kontrolünden çıkma ihtimali
oldukça yüksektir.
4. Sünni Arap Aşiretlerinin Milis Gücü Faktörü: Irak’ta IŞİD’in kontrol ettiği Sünni Arap bölgelerinde Bağdat hükümetine destek veren aşiretler bulunmaktadır. Fakat Bağdat
yönetimi ile IŞİD’e karşı mücadele etmek isteyen Sünni Arap aşiretleri arasında ciddi anlamda güven bunalımı söz konusudur. Bağdat hükümetinin Sünni Arap aşiretlerine silah
ve para yardımı yapma hususundaki çekincelerinin aynısının Obama yönetiminde de olduğu ifade edilebilir. Bağdat merkezi hükümetinin Sünni Arap aşiretleriyle ilgili kaygıları iki
taraf arasındaki anlaşmanın bozulması halinde, bu aşiretlere verilen silahların IŞİD’e gitme ihtimalinden kaynaklanmaktadır. Nitekim 2008 yılında ABD’nin öncülüğünde dönemin
Başbakanı Nuri el-Maliki tarafından kurulan ve Sünni Arap aşiretlerinden oluşan el-Sahva gücünün (Uyanış) durumu bu kaygının yersiz olmadığını göstermektedir. Sahva gücünü
destekleyenlerin ellerindeki silahların büyük kısmı daha sonra Maliki ile ilişkilerinin kötüleşmesi neticesine IŞİD ve IŞİD’e destek veren silahlı Sünni milis güçlerinin eline geçmiştir.
“ Yerel güçler arasında koordinasyonun sağlanamaması ülkedeki terör sorununun artmasına ve IŞİD’in ilerleyişine yol açmaktadır. ''
Bağdat, Washington ve Tahran Hattında IŞİD Krizi
IŞİD ile mücadelenin yalnızca hava operasyonlarıyla çözüme kavuşturulması oldukça zordur. IŞİD’in Irak ve Suriye’de kontrol ettiği bölgelerde yaklaşık 8 milyon sivil
yaşamaktadır. Bu nedenle havadan veya karadan askeri operasyonların büyük ölçüde sivil kaybına yol açacağı unutulmamalıdır. Irak’ın sorunu sadece güvenlik kurumlarındaki
bölünmüşlük değildir, istihbarat ve bilgi edinme eksikliği de söz konusudur. ABD’nin Irak hükümetiyle istihbarat anlamında daha fazla bilgi paylaşımı yapması gerekmektedir.
Öte yandan Irak güvenlik güçleri etnik, mezhepsel ve ideolojik bölünmüşlük sebebiyle IŞİD ile savaşmamaktadır. Örneğin Haşed el-Şaabi milis gücü Şii bölgelerin ve kutsal
türbelerinin korunması amacıyla kurulmuştur. Bu da ülkenin pratikte Kürtler, Şiiler ve Sünni Araplar arasında üçe bölündüğünün göstergelerinden biridir. Amerikan yönetimi
IŞİD’in Musul’u kontrol etmesinden sonra bazı Sünni yetkili ve aşiret liderlerini Washington’a davet edip görüşse de bu çabaların örgütle mücadelede yeterli olmadığı görülmektedir.
Çünkü Sünni Arap aşiretler arasındaki bölünmüşlük faktörü, ABD’nin Sünni bir muhatap bulmakta zorlanmasını beraberinde getirmektedir. Başka bir ifadeyle Irak hükümetinin
ve Washington yönetiminin IŞİD ile mücadelede Sünni Arap aşiretlerinden tam manasıyla destek aldığı söylenemez. Aslında Sünni Araplar da birçok bölgede IŞİD’in faaliyetlerinden
rahatsızdır. Fakat IŞİD’in kontrol ettiği bölgelerden çıkarılması durumunda Haşed el-Şaabi Şii milis güçlerinin kendilerine yönelik saldırı gerçekleştirmesinden ve sebepsiz
tutuklamalar yapmasından çekinmektedir. Eğer Haşed el-Şaabi milis gücü Şii ve İran güdümlü bir yapıda olduğu görüntüsünü vermeseydi ve Haşed el-Irak olarak ortaya çıksaydı
Sünni Araplar’ın çoğundan destek alabilirdi. Bu durumda Irak’ta IŞİD’e karşı savaşan yerel güçler arasında mensup oldukları etnik ve mezhepten ziyade ait oldukları toprakları
savunma fikri daha belirgin hale gelebilirdi. Bugün Irak’ta bu yönde bir güvenlik ve savunma anlayışı oluşturulması elzemdir. Aksi halde IŞİD ile mücadele hususunda askeri operasyonlardan
sonuç elde etmek oldukça güç görünmektedir.
IŞİD ile mücadele etme konusunda ne Bağdat merkezi hükümeti ne de Washington yönetimi Iraklı güvenlik güçlerinin tek çatı altında olması için çaba harcamıştır. ABD’nin öncülüğünde
kurulan uluslararası koalisyon, Irak’ın hassas bölgelerinde (barajların ve petrol rafinerilerinin olduğu bölgelerde) başarılı hava operasyonları düzenlese de, diğer yandan
yerel güvenlik güçleri arasındaki ayrışmayı derinleştirmiştir. Koalisyona destek veren Almanya gibi ülkelerin Peşmerge güçlerine silah, eğitim ve lojistik destek vermesi, Irak’ta iki
nizami ordu ortaya çıkarmıştır. Bir başka ifadeyle Irak’taki mevcut durum, Şii milis güçlerinin koalisyonu niteliğindeki Haşed el-Şaabi ve Peşmerge gücünün lehine değişmeye
başlamıştır. Bu da aslında IŞİD ile mücadele hususunda Bağdat, Washington ve Tahran arasında hem dolaylı hem de doğrudan bir mücadele yaşandığını göstermektedir. Bağdat
ile Washington yönetimi arasında ciddi bir güven sorunu bulunmaktadır. 13 Nisan’da Irak Başbakanı el-Abadi, ABD’yi ziyareti sırasında Başkan Obama’dan silah ve para talep
etmiştir. Ancak Irak’ın ABD ile olan milyarlarca dolarlık silah anlaşmalarına rağmen Washington yönetimi Bağdat’a silahları vermeyi geciktirmektedir. Özellikle satın alınan 36
adet F-16 tipi savaş uçağının Washington tarafından hala teslim edilmemesi oldukça düşündürücüdür. Diğer yandan Washington’dan yeterli silah desteği alamayan Bağdat hükümeti
alternatif olarak Rusya ile silah anlaşması yapmaya yönelmiştir. Başbakan el-Abadi’nin 21 Mayıs’ta Rusya lideri Vladimir Putin ile görüşmesinin ana gündemini silah anlaşması
oluşturmuştur.
Irak hükümetinin IŞİD ile mücadele sürecinde ABD’ye ve kurduğu uluslararası koalisyona fazla güvenmediğini söylemek mümkündür. ABD, Irak’ta IŞİD ile mücadeleyi Tahran,
Haşed el-Şaabi ve Peşmerge güçleriyle sürdürmektedir. Ancak Washington IŞİD ile mücadelede Irak ve Suriye’deki yerel güçlerle işbirliği sağlamanın yanı sıra bölgesel bir işbirliği
mekanizmasının oluşması için de çaba sarfetmelidir. Öte yandan İran, Irak’a IŞİD ile mücadelede destek vermeyi sürdürmektedir. Bunun üç temel sebebi bulunmaktadır: Bağdat
yönetimindeki Şii çoğunluğun nüfuzunu sürdürmesini sağlamak, Şii milis güçlerinin kendi güdümünden çıkmasını önlemek ve Şiiliği simgeleyen kutsal mekânları IŞİD’den
korumak. İran’ın bu noktada Sünni bölgeleri kurtarmak için herhangi bir çaba içerisinde olmadığını da görmek mümkündür.
Yukarıda da bahsedildiği üzere ABD, IŞİD ile mücadele kapsamında bölgesel bir koalisyon kurmalıdır ki bu koalisyon tüm bölgesel rekabetler bir kenara bırakılarak Suudi
Arabistan, Türkiye ve İran öncülüğünde oluşturulmalıdır. Zira IŞİD sadece Irak ve Suriye için bir sorun değildir, bölgesel ve global bir kriz unsurudur.
Sonuç
IŞİD’in Irak ve Suriye’de ilerleyişinin önüne geçilememesi bölgesel anlamda büyük tehdit arz etmektedir. 10 Haziran
“ Eğer Haşed el-Şaabi milis gücü Şii ve İran güdümlü bir yapıda olduğu görüntüsünü vermeseydi ve Haşed el-Irak olarak ortaya çıksaydı Sünni Araplar’ın çoğundan
destek alabilirdi. “
2014 tarihinden bu yana IŞİD’in Irak’ta ve Suriye’de kontrol ettiği stratejik öneme sahip bölgelerin geri alınamaması, bu örgütün Orta Doğu’da uzun bir süre daha kalacağı şeklinde
yorumlanabilir. Şu hususa dikkat çekmek gerekir ki, Irak’ta veya Suriye’de IŞİD’le işbirliği içerisinde olan Sünni Arap aşiretlerinin IŞİD’e biat etmesi durumunda örgüt ile mücadele
daha da zorlaşacaktır. Çünkü bu durumda IŞİD’in kontrol ettiği bölgelerde toplumsal ve sosyal destek bulması kolaylaşacaktır. Dolayısıyla Sünni Arap aşiretlerinin IŞİD’e
biat etmesiyle birlikte örgütün bundan sonraki süreçte Irak’ta yeni bölgeleri kontrol altına alması beklenebilir ki Irak’ta Ramadi’yi, Suriye’de Tedamır’ı kontrol etmesi ilerlemesinin
süreceğinin sinyallerini vermektedir. Öte yandan Irak’ta IŞİD ile mücadelenin yerel güçler arasında bir nüfuz rekabetine ve silahlanmaya dönüşme ihtimali oldukça yüksektir.
Zira bugün Irak’ta IŞİD ile mücadele bağlamında ulusal güvenlik güçlerinden ya da ordudan bahsetmek zorlaşmaktadır.
Bu sebeple hem Irak hükümeti hem de ABD öncülüğünde kurulan uluslararası koalisyona katılan ülkeler yeni bir yöntem geliştirmeli ve somut adımlar atmalıdır. IŞİD’e karşı
savaşmak için uluslararası toplumun ve ABD’nin sadece hava operasyonları gerçekleştirmesi ve sınırlı sayıda askeri danışman göndermesi yeterli değildir. IŞİD ile mücadele;
sosyal medya araçlarının kullanılmasını, örgütün yeni üye bulmasının önlenmesini ve mali kaynaklarının engellenmesini gerektirmektedir. Ayrıca Irak ile bölge ülkeleri ve ABD
arasındaki istihbarat paylaşımının artırılması ve IŞİD ile bölgesel çapta bir mücadele için zemin hazırlanmalıdır.
Bu çerçeveden bakıldığında ABD’nin Irak’ta IŞİD ile savaşa doğrudan ve tek başına girmek istemediği görülmektedir. Bu nedenle Obama yönetiminin Irak’ta iki stratejisinin olduğu
söylenebilir. Birincisi hava operasyonlarının uluslararası koalisyona katılan ülkelerle devam ettirilmesidir. Diğeri ise, Irak’ta IŞİD ile mücadelenin karadan İran’ın desteklediği
Haşed el-Şaabi gibi Şii milis güçleri tarafından yürütülmesidir. Her iki seçeneğin de Irak’taki Sünni Araplar tarafından tepkiyle karşılanacağı söylenebilir. Bu nedenle IŞİD ile mücadele
etmek amacıyla Haşed el-Şaabi dışında Sünni Arap, Kürt ve Türkmenler’den oluşan yeni bir karma güç kurulmalıdır. Aksi takdirde IŞİD’in Irak’tan tamamen çıkarılması 5
ila 10 yıl sürebilir.
BİLGESAM Hakkında
BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur.
Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların
katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri,
dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır. BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara
yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.
Yazar Hakkında
Mart 2011’den beri BİLGESAM Orta Doğu araştırmaları uzmanı olarak çalışan Ali Semin, Orta Doğu siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası,
Türk-Irak ilişkileri, Irak’ın iç ve dış politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, Türkmenler, Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri,
Körfez ülkeleri, İran, Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Filistin sorunu, Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir. Semin, 2012 yılından itibaren Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir..
www.bilgesam.org
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder