5 Şubat 2016 Cuma

YUNAN MEZALİMİ




YUNAN MEZALİMİ


Tarihçi  George Finlay,  1864’te yayınlanan  Yunan  Ayaklanmasının  Tarihi (History  of Grek  Revolution)   adlı  kitabında   şöyle  yazıyor: ”1821  Nisanında  20.000  kişi   toplamına  yakın   bir  Müslüman  nüfus   Yunanistan’da  dağınık   olarak  yaşıyor  ve  tarımda  çalışıyordu. Daha iki ay geçmeden bunların çoğu kıyımdan geçirildiler;  adamlar,  kadınlar,  çocukları hiç acımadan ve sonra pişmanlık duymadan öldürdüler ”.

Yunanlı Başpiskopos Germenos’un ağzından çıkan ayaklanmanın milliyetçi sloganı “Hıristiyanlara huzur,  konsoloslara saygı,  Türkler’e ölümdü”

Balkan Harbi’nde Yunan mezalimi akıl almaz boyutlara ulaşmıştı. Bu konuda Yanya’da bulunan bir Rum eczacının yaptıkları dehşet vericidir:

“ Her gece sekiz-on Türk Osmanlı kızını ağlata ağlata soymak,  oynatmak,  tehditle,  işkencelerle onları meyus etmek. Helen oğullarına ne kadar neşeli bir zafer gururu bahşediyor. Yanya düştüğü zaman müşterilerimin kapılarını çalıp onları himaye etmek istediğimi belirtince,  beni Osmanlı dostu bildikleri için mücevher,  para ve aileleriyle evime geldiler. Bunlardan erkek olan yedi kişiyi su kuyusuna yuvarladım. Üç ihtiyar kadını boğazladım. Şimdi en müstesna dokuz metrese sahibim. Biri Yüzbaşı hanımıydı ve hamileydi. Çırılçıplak soyunmak ve oynamak istemediği için tekmeledim,  çocuğu düşürdü. Bu uğursuz Türk yavrusunu yumurta kırar gibi ezdim. Diğer Türk kadınlarıyla mücevherlerinin yerini göstermek şartıyla ırzlarına tecavüz etmemek üzere bir anlaşma yaptım. Bütün mücevherler geldikten sonra anlaşmayı bozdum ”.

Bir Selanikli dükkân sahibi olan ve daha sonra Yunan Ordusunda Yedek subaylık yapan Yunanlının hatıra defterinde anlattıkları da etnik soykırımın boyutlarını akıl almaz derecelere çıkarmaktadır. Günümüzdeki en tehlikeli savaş çeşitlerinden biri olarak görülen biyolojik savaş taktikleri daha o zaman Türkler’e uygulanmıştı.

“ Çocuklar,  Kadınlar Süngülerimizin parıltısını görünce derhal haçı öperek Hıristiyan oluyorlar. Mutaassıp Türkler’in kafalarını kasaturalarımızla vücutlarından ayırıyoruz,  uğursuz birer numune olan minare ve camiler derhal dinamitlerle havaya uçuruluyorlar. Alman gazeteciler yüzünden Türk esirleri aşikâre boğazlayamıyoruz. Ama bir doktor ile yeni bir usul bulduk. Şişelerle dizanteri,  tifo mikrop kültürlerini bakkallara dağıttık. Müslüman müşterilerinin aldığı şeylere hemen bir iki damla katıyor,  hastalık alametleri başladığında o havaliyi kordon altına alıyoruz,  ne konsolos ne de gazeteci giremiyor. Bundan sonra kuvvetli zehirleri ilaç diye veriyoruz. Kıvrana kıvrana telef oluyorlar. Türk çocuklarına şeker satarken kolera mikrobu bulaştırıyoruz,  hemen ölüyorlar. Türkleri katlederken kurtulanlar bir camiye sığındılar ve sürgüleri kapadılar.  Caminin dört tarafına gazyağı dökerek ateşleyince ikinci bir eğlenceye tesadüf ettik. Kapıdan çıkanlar derhal süngüleniyordu. Kadınların saçlarından tutuşunca pervane gibi nasıl dans ettiğini görmeli. Hele Türklerin vücudu tutuştuktan sonra mısır kızartırken hasıl olan çatırtılardan daha müthiş sadalar çıkıyor.”

KAYNAK: Osmanlı’dan Cumhuriyete Balkanların Makûs Talihi: Göç

H.Yıldırım AĞANOĞLU Kum Saati Yayınları,  İstanbul 2001 S:64–67


http://www.akintarih.com/turktarihi/soykirim/yunan.htm

*****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder