SURİYE İÇ SAVAŞI VE TARİHİ GELİŞMELERİ,
BÖLÜM 3
Suriye Krizi ve İslâm Dünyası
Doç. Dr. Ahmet UYSAL
Arap Baharı diye bilinen ve bütün Ortadoğu’yu ve dolayısıyla dünyayı
etkileyen Arap isyanlarının Tunus ve Mısır gibi ülkelerden sonra Suriye’ye
ulaşmasından bugüne bir yılı aşkın bir süre geçtiği halde halen soruna
kalıcı bir çözüm bulunabilmiş değil. Suriye’deki Baas rejiminin yıkılması
veya isyancıları ve rejimin uzlaşacağı bir çözüm bulunmasının gecikmesi
Suriye rejiminin iç sosyal, kültürel ve siyasi yapısıyla ilgili olduğu kadar, dış
dengelerle de yakından ilgilidir. Peki, bu sorun konusunda İslam dünyasının
ve bu ülkelerin en önemli şemsiye kuruluşu olan ve başkanlığını Ekmeleddin
İhsanoğlu’nun yaptığı İslam İşbirliği’nin Suriye Krizinde tavrı ve çözüm rolü
ne olmalıdır?
İslam Dünyası’nın genel problemi parçalanmışlık ve baskıcı yönetimlerdir.
Dolayısıyla, genel olarak demokratik Arap devrimlerine ve özel olarak
Suriye Krizine bakarken bu iki kriteri dikkate almak gerekmektedir. Osmanlı
İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra bugün Ortadoğu diye
adlandırılan bölgede yirmiden fazla ülke oluşmuştur. Bu ülkelerin sınırları
sosyolojik sınırlara göre değil işgal edenlerin isteklerine göre çizilmiştir.
Ortadoğu dışındaki Orta ve Güney Asya’daki İslam ülkelerinin sınırları
Rus, İngiliz ve diğer batı ülkelerinin işgali ve bu işgale karşı mücadele ile
şekillenmiştir.
Parçalanmışİslam Dünyası’nda devlet yapıları rejim açısından krallıklar
ve cumhuriyetler olarak tasnif edilebileceği gibi, demokrasiler ve otoriter
rejimler olarak veya ulus-devletler ve teritoryal devletler olarak da ayrılabilir.
İslam coğrafyasında bu parçalı yapı sömürü döneminde kurulmasına rağmen
bağımsızlık döneminde de aşılamamıştır. Hem Ortadoğu’daki devletler hem
de Orta Asya ülkeleri bu özellikleri taşımaktadır. Bu farklı ve parçalı yapı
İslam ülkelerinin herhangi bir sorun karşısında ortak tutum geliştirmelerine
engel olmaktadır. Parçalı yapı hem ülkeleri kendi iç sorunlarıyla meşgul
etmekte hem de dış sorunlara yeterince eğilmelerini engellemektedir.
Suriye Krizine İslam ülkelerinden net ve ortak bir tutum geliştirilememesinin
nedeni budur.
İslam Dünyası’nda otoriter rejimlerin yaygın olması da demokrasi talebiyle
ortaya çıkan devrimlere halkları sıcak baksa bile yönetimlerin baskıcı olması,
kendi halklarına örnek olmaması açısından tedirginlik yaratmaktadır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında anti-emperyalist akımları başa getiren bu
baskıcı yapılar genellikle meşruiyetini halk iradesinden değil sömürgeci
güçlere karşı verilen bağımsızlık mücadelesinden almaktadırlar. Nasırizm,
Baasçılık ve Kaddafi örnekleri bu durumu iyi yansıtır. Tunus’taki devrimden
Kaddafi’nin çok rahatsız olması bu yüzden şaşırtıcı değildi.
Suriye Krizi’nde, İslam ülkeleri arasında demokratik bir ülke olması
dolayısıyla özgün bir yeri olan Türkiye’nin Suriye halkı için demokrasi
talebiyle dış politika çıktılarını belirlemesi doğaldır. Aynı tutumu demokratik
geçişte büyük bedel ödemiş Tunus hükümeti de sergilemiştir. Endonezya
ve Filistin gibi demokrasi yolunda görece mesafe almışİslam ülkeleri de
Suriye’deki demokrasi mücadelesine sempati ile bakmışlardır. Mısır’ın da
halk olarak Suriye Devrimi’ne sempati ile yaklaşması normaldir. Ancak,
henüz demokratik bir hükümet yerine Yüksek Askeri Konsey’in ve onun
görevlendirdiği eski siyasetçilerin görev başında olması Suriye demokratik
hareketine destek vermesine engel olmaktadır. Malezya’da bile demokrasi
belli düzeye ulaşmış olsa da hükümet aleyhinde gösterilerin yapılması9 başka
yerlerdeki demokratik gösterilerin desteklenmesine engel olmaktadır.
Suriye Krizi’ne destek olan Körfez’deki Arap ülkeleri demokratik kaygılarla
değil daha çok stratejik gerekçelerle yaklaşmaktadırlar. Özellikle zengin
Körfez ülkeleri İran tehdidinden büyük rahatsızlık duymaktadırlar. Bu tehdit
algısında İran’ın ideolojik farklılığı, nükleer sevdası ve bölgedeki Şiileri
tahrik etmesi önemli rol oynamaktadır. Ayrıca, Bahreyn hariç bu ülkeler
büyük bir protesto dalgasıyla karşılaşmadıkları için bölgedeki hareketlilikten
etkilenmeyecekleri düşüncesindedirler. Bu algı, Körfez ülkelerinin Suriye
Devrimi’ne destek vermesini kolaylaştırmaktadır.
Türkiye bir demokrasi olduğu için demokratik devrimleri kolay
destekleyebildiği gibi İran da tam tersine demokrasiden uzaklaştıkça
demokratik hareketleri desteklemesi zorlaşmaktadır. İran’ın Suriye
rejimiyle ideolojik olmasa bile mezhepsel yakınlığı bulunmaktadır ve ulusal
çıkarlar yüzünden Suriye’de demokrasiyi değil Baas rejimini desteklediği
bilinmektedir.
Suriye Krizi’nde, İslam ülkeleri arasında demokratik bir ülke olması dolayısıyla özgün bir yeri olan Türkiye’nin Suriye halkı için demokrasi
talebiyle dış politika çıktılarını belirlemesi doğaldır. Aynı tutumu demokratik geçişte büyük bedel ödemiş Tunus hükümeti de sergilemiş tir.
Arap Baharı konusunda en ilginç tavır Irak’tan gelmiştir. Şekil
yönü daha ağır bassa da bir demokratik süreçle başa gelen Nuri
el-Maliki, Mısır ve Tunus devrimlerine destek verirken, terör, istikrasızlık ve temel hizmetler konularında sorun yaşanan Irak’ta gösterilerin başlaması tedirginlik yaratmıştır.
Irak, Suriye ve Lübnan hattındaki Şii etkisinin kaybolma
tehlikesini de gördüğü için bu rejime destek vermektedir. İran’ın tavrını
etkileyen diğer bir sebep ise protestoların ülkesine sıçramasından duyduğu
endişedir. Özellikle son iki seçime hile karıştığı söylentileri ve sonrasında
ortaya çıkan büyük protestolar olması bu tehlikeyi artırdığı için İran
Suriye’deki krizin demokratik bir süreçle çözümlenmesi noktasında olumsuz
tavır içerisindedir. Ancak Mısır’da İsrail yanlısı Mübarek’in düşmesi veya
Şii nüfusun etkili olacağı Bahreyn’deki muhalif gösterilerde gözlemlendiği
gibi İran, ulusal çıkarları ile uyumlu olduğunu düşündüğü protestoları
desteklemekten de geri durmamaktadır.
Arap Baharı konusunda en ilginç tavır Irak’tan gelmiştir. Şekil yönü daha
ağır bassa da bir demokratik süreçle başa gelen Nuri el-Maliki, Mısır ve
Tunus devrimlerine destek verirken, terör, istikrasızlık ve temel hizmetler
konularında sorun yaşanan Irak’ta gösterilerin başlaması tedirginlik yaratmış
ve demokrasi yanlısı tutum değişmeye başlamıştır. Irak’ın tutumunda son
zamanlarda İran etkisinin giderek artması da etkili olmuştur. Özellikle,
Suriye’de dış müdahale ile demokrasi gelmesine karşı çıkmaktadır. Hâlbuki
Irak’a demokrasi gelmesi de ABD ve müttefiklerinin müdahalesiyle olmuş ve
Saddam’ın Baas rejimi yıkılarak demokratik süreç başlamıştı.
İKÖ ve Suriye
Suriye Krizi’nde çözüm yolunda daha büyük rol oynaması gereken kuruluş
İslam İşbirliği Örgütü’dür. Bırakın masum insanların düzenli ordu tarafından
her gün öldürülmesini, İslam coğrafyasında yaşanan bu insanî kriz yalnızca
kınamayla ve beyanatlarla geçiştirilmeyecek kadar ciddi bir sorundur.
Ayrıca, Suriye Krizi çözülmediği için bir iç savaşa ve bölgesel çatışmaya
dönüşme riski de taşımaktadır.
Suriye Krizi’ne çözüm bulunma sürecinde etkili olması beklenen kurumlar dan birisi de İslam İşbirliği Örgütü’dür. Suriye Krizi her açıdan İslam İşbirliği Örgütü’nün müdahale etmesi gereken bir sorundur. Ayrıca, İKÖ Başkanı’nın bir Türk bilim adamı olması ve doğal olarak Türkiye’nin önemsediği konuları belli düzeyde önemsemesi beklenen bir kurum olması dolayısıyla da hem İKÖ’nün daha fazla sorumluluk alması gerekir hem de sorunun çözümüne destek anlamında katkı sağlamalıdır.
Suriye gibi diktatör rejimlerinin en büyük dayanağı uluslararası
meşruiyettir. İslam Dünyası’nın şemsiye kuruluşu olması beklenen İslam
İşbirliği Örgütü’nün İran gibi Suriye rejimine destek olan üyeleri de vardır.
Ancak bu ülke kamuoylarının Suriye’de sivillere yapılan muameleye karşı
tepkili olmasını beklemek zor değildir. Suriye’nin kınanmasına bazı
İslam ülke yönetimleri destek olmasalar bile kamuoyu desteğiyle bu yapılabilir.
Diğer bir ifade ile başkanlık düzeyinde Suriye’de sivillere yapılan baskı ve
saldırıların kınanması mümkündür. Rusya, Çin ve İran desteğinden cesaret
alan rejimin yalnızlaştırılması ancak meşruiyetini kaldıracak bir hareket tarzı
benimsemekle olabilir.
İKÖ, Esed rejiminin gitmesi yönünde tavır takınmak istemiyorsa en azından
birbirine üstün gelmeleri zor olması dolayısıyla çok can kaybına yol açacağı
anlaşılan taraflar arasında diyalog zemini geliştirebilir. Çok kan döktüğü
için yenildiğinde intikamdan korkan ve bu yüzden eski politikalarına devam
eden Esed rejimine güvenli çıkış için yol gösterebilir. Yine bir şemsiye
kuruluş olarak İKÖ siyasi tutumdan uzak insani bir misyon benimseyebilir. Bu
yöntem İKÖ etkisi olmadan Yemen’de denendi ve bir çıkış yolu bulunabildi.
Suriye’de uluslararası güçlerin birbirini bloke etmeleri dolayısıyla bu rolü
oynama fırsatı bulunmaktadır.
İslam Konferansı Örgütü şu anda daha çok sığınmacılara mali yardım gibi
küçük ölçekli yaraları sarma faaliyetleri yürütmektedir. Hâlbuki yaraları
sarmak yerine savaşı durduracak çözümler aramak için daha aktif ve etkili
politikalar üretmesi gerekmektedir. Soruna taraf olmuyorsa bile sorunun
çözümü için daha fazla irade oluşmasında ilgili taraflara baskı ve çağrı
yapılmasına engel olan bir durum yoktur. Esed rejimi daha yerinden
kımıldamadan Libya Krizi’nden ölenlerin yarısına yakın insan Suriye’de
hayatını kaybetmiştir. Ancak, dünya kamuoyu ve İslam Dünyası Libya’ya
gösterdiği hassasiyeti Suriye Krizi’nden esirgemektedir. İKÖ’nün söyleminin
ve çağrılarının çözüm yönünde iradenin güçlenmesinde ciddi bir katkısı
olacaktır.
İKÖ’nün her durumda Suriye’de daha büyük bir krize ve kriz sonrasına
kendisini hazırlaması gerekir. Çünkü büyük çatışmalardan sonra rejim
devrildiğinde iç savaş, katliamlar, intikam ve toplu cezalandırma olmasın
diye rol üstlenmesi gerekli olacaktır. Ülkedeki demokratik sürece destek
veren Suriye’nin Dostları Grubu’nu oluşturan ülkeler arasında pek çok
Müslüman ülke olması gerçeğinin üzerine faaliyetlerini inşa edebilir. Ayrıca,
diğer ülkelerle de yapılacak faaliyetleri koordine etme fırsatı doğacaktır.
Böyle bir insani soruna neden karıştığını kimse sorgulayamayacaktır. Suriye
Krizi, İslam Konferansı Örgütü’ne dünya çapında etkinliğini ve meşruiyetini
artırmasına yardımcı olacak bir fırsat da sunmaktadır.
İKÖ’nün her durumda Suriye’de daha büyük bir krize ve kriz sonrasına kendisini hazırlaması gerekir.
Çünkü büyük çatışmalardan sonra rejim devrildiğinde iç savaş, katliamlar, intikam ve toplu cezalandırma olmasın diye rol üstlenmesi gerekli olacaktır.
25 Şubat 1954 askeri darbesinden sonra yönetimin değişmesi ile
birlikte Suriye siyasi hayatında Baas Partisi’nin ön plana çıktığını
ve bununla birlikte Suriye’nin SSCB açısından önemli bir ülke haline geldiğini söyleyebiliriz.
Rusya’nın Suriye Politikası
Amine YAZICI
Ocak 2010’da Tunus’ta başlayan Arap Baharı aradan geçen bir buçuk yıllık
sürede Ortadoğu coğrafyasının büyük bir bölümünü yenidenşekillendirmiştir.
Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Bahreyn’de yaşanan olaylar kimi yerde yönetim
değişikliğini, kimisinde ise reform süreçlerini başlatmıştır. Arap Baharı’nın
belki de en uzun durağı olan Suriye’de olaylar Mart 2011’den bu yana devam
etmektedir. Suriye’de yaşananlara özellikle Libya’ya karşı gerçekleştirilen
NATO müdahalesinin ardından daha temkinli yaklaşan dünya, süreci
uzaktan ve dikkatle izlemektedir. Batının başını çektiği ve BM çatısı altında
kararlar almaya çalışan devletlerin karşısında, Suriye’deki sorunların bir iç
mesele olduğunu savunan bu nedenle herhangi bir dış müdahaleye karşı
çıkan Rusya, Çin ve İran yer almaktadır. Bu yazıda, Sovyetler Birliği’nden
bugüne Rusya-Suriye ilişkileri incelenecek ve Rusya’nın Suriye’de yaşanan
devrim sürecine bakışı ve tutumu değerlendirilecektir.
Suriye- SSCB İlişkileri
Suriye ve SSCB tarih boyunca yakın ilişkiler yürütmeyi başarmış iki devlet
olmuştur. İkinci dünya savaşı sonrasında 17 Nisan 1946’da bağımsızlığını
ilan eden Suriye’nin siyasal istikrara kavuşması uzun sürmüştür. 1949-1953
yılları arasında Suriye’de üç defa hükümet darbesi, 21 kabine değişikliği
olmuş ve bu esnada iki askeri diktatörlük kurulmuştur.10 25 Şubat 1954
askeri darbesinden sonra yönetimin değişmesi ile birlikte Suriye siyasi
hayatında Baas Partisi’nin ön plana çıktığını ve bununla birlikte Suriye’nin
SSCB açısından önemli bir ülke haline geldiğini söyleyebiliriz.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’ya nüfuz etmek isteyen
Sovyetler ilgisini bu bölgeye yoğunlaştırmış, Suriye’nin bağımsız bir
devlet olması ve İsrail’in Filistin topraklarında bağımsız bir devlet kurma
fikrini desteklemiştir. Yeni kurulan İsrail devleti ABD ile yakın ilişkiler
geliştirince Sovyetler bölgede başka müttefikler aramaya başlamıştır.
Suriye’de başa gelen Baas Partisi ideolojik olarak Pan-Arabizim ve
Sosyalizm’e dayanıyordu, bu nedenle Baas Partisi Sovyetler ile yakın ilişkiler
geliştirmiş ve bu sayede meşruiyetini pekiştirmiştir. SSCB-Suriye ilişkileri 1
Şubat 1946’da imzalanan gizli bir anlaşma ile başlamış ardından 1 Nisan
1950’de imzalanan saldırmazlık paktı ile ilişkiler bir ileri boyuta taşınmıştır.
Baas Partisi’nin komünizme sıcak bakması ve propaganda aracı olarak anti-
emperyalizmi seçmesi Suriye’nin SSCB yanında hareket etmesine neden
olmuştur. Ortadoğu’da İsrail’in kendisine müttefik olarak ABD’yi seçmesi
SSCB’nin Suriye ve Mısır’dan yana tutum belirlemesine neden olmuştur.
Suriye Komünist Partisi’nin oldukça güçlü olması ve Suriye’nin sahip olduğu
jeostratejik konum SSCB için yine oldukça büyük önem arz ediyordu.
ABD’nin aksine SSCB’nin Ortadoğu’ya yönelme gerekçesi petrol
kaynaklarına ulaşmak değildi, ABD’nin kendisine karşı yürüttüğü “çevreleme
politikası11”nın etkisini kırmak ve bölgede ABD’nin tek hegemon güç
olmasını engellemek istiyordu. Bu nedenle SSCB Ortadoğu’da yaşanan
her gelişmenin yakından izleyicisi olmuş ve kendi menfaatlerini ön planda
tutarak süreçleri yönlendirmiştir. Soğuk Savaş esnasında bölgede yaşanan
her olay Suriye’yi SSCB’ye yaklaştırmıştır. 1956 Süveyş Krizi sırasında Mayıs
ve Kasım 1956’da iki ülke arasında askeri işbirliği anlaşmaları imzalanmış,
SSCB Suriye’ye 60 milyon dolarlık yardım yapmıştır. 28 Ekim 1957’de yapılan
anlaşma ile SSCB Suriye’ye 168 milyon dolarlık yardım yapmıştır ancak
bu yardımları askeri alanda değil, baraj, köprü, demiryolu gibi Suriye’nin
ekonomik kalkınmasını sağlayacak alanlarda kullanması için vermiştir.12
1970’de Suriye’de başa gelen Hafız Esed ilk yurt dışı ziyaretini Moskova’ya
gerçekleştirerek SSCB ile ilişkilere verdiği önemi göstermiş oldu. Asker
kökenli olan Hafız Esed yönetime geldiğinde önemli bürokratik görevlere
kendisi gibi asker kökenli kişileri atamış, askeri mantığın ağırlık kazandığı
bir kurumsal yapı ortaya çıkarmıştır. Sovyet modeli bir askeri ve ekonomik
yapılanması olan Suriye’nin SSCB’den aldığı istihbarat desteğini içeride
muhalefete karşı kullanması, yönetimin ideolojik taban olarak SSCB ile
örtüşmesi yakın ilişkileri devam ettirmesinin nedenleri olarak sıralanabilir.13
Hafız Esed döneminde Suriye SSCB ilişkilerini etkileyen bir diğer gelişme
Mısır’da Nasır’ın ölümünden sonra Enver Sedat’ın başa geçmesi olmuştur.
Sedat’ın izlediği ABD yanlısı dış politikayı iyi gözlemleyen Hafız Esed SSCB
ile ilişkileri ileri düzeye taşıyacak yeni askeri anlaşmalar imzalamıştır. 26
Mart 1979’da imzalanan Camp David Anlaşması’ndan sonra 8 Ekim
1980’de imzalanan 15 maddelik SSCB-Suriye Dostluk ve İşbirliği Anlaşması
ilişkilerin en üst seviyeyi çıkartıldığı anlaşma olmuştur.
Hafız Esed ilk yurt dışı ziyaretini Moskova’ya gerçekleştirerek SSCB ile ilişkilere verdiği önemi göstermiş oldu. Hafız Esed yönetime geldiğinde
önemli bürokratik görevlere kendisi gibi asker kökenli kişileri atamış,
askeri mantığın ağırlık kazandığı bir kurumsal yapı ortaya çıkarmıştır.
Rusya’da Yeltsin dönemi boyunca iç politikada ülkeye ekonomik ve siyasi yük getirecek dış politika yükümlülükleri altına girmemeye
özen gösterilmiştir. 1990’larda Rusya Ortadoğu politikasını, Ortadoğu barış sürecinde konumunu muhafaza etmek üzerine kurmuştur.
Anlaşmanın 5. maddesine göre; taraflardan herhangi birinin barış ve güvenliği nin tehdit edilmesi halinde, bu tehdidin bertaraf edilmesi ve barışın yeniden tesisi amacı ile işbirliği yapmak için derhal birbirleriyle temasa geçeceklerdi. Bir anlamda garantörlük anlaşması niteliği taşıyan bu anlaşmanın gizli protokolüne göre SSCB olası bir İsrail saldırısında tüm gücüyle Suriye’ye yardım etme garantisi de veriyordu.14
SSCB’nin Afganistan’ı işgali ile başlayan süreç Ortadoğu’da Suriye’yi bir
anlamda SSCB’nin uydusu konumuna getirmiş askeri açıdan bağımlılığını
artırmıştır. SSCB Doğu Akdeniz’de varlığını devam ettirmek ve Batı bloğuna
karşı elini güçlendirmek için, Suriye ise bölgesinde giderek güçlenen İsrail’e karşı ikili ilişkileri geliştirmiştir.
Soğuk Savaş Sonrası İlişkiler
SSCB ve Suriye arasında seksenlerle birlikte zirve yapan ilişkiler SSCB’nin
dağılması ile son bulan Soğuk Savaş’ın ardından yeni bir döneme girmiştir.
İki kutuplu sistemin sona ermesiyle birlikte Rusya kendi iç meselelerine
dönmüş ve bu durum da ABD’nin özellikle Ortadoğu’da tek taraflı ve baskın politikalar izlemesine imkân sağlamıştır. SSCB’nin yıkılması ile birlikte Suriye pragmatik dış politika anlayışı çerçevesinde 1991’deki Birinci Körfez Savaşı’nda Amerika’nın başını çektiği ittifaka katılarak Irak’a saldırmıştır. SSCB’nin dağılmasıyla birlikte Suriye’nin silah temini sıkıntısı başlamıştır. 1993’de Rus dış politikası “yakın çevre”15 doktriniyle eski Sovyet coğrafyasında daha aktif bir politika izlemeye başlamıştır.
Rusya’da Yeltsin dönemi boyunca iç politikada ülkeye ekonomik ve siyasi yük
getirecek dış politika yükümlülükleri altına girmemeye özen gösterilmiştir.
1990’larda Rusya Ortadoğu politikasını, yakın çevre politikası çerçevesinde
etkinliğini korumak ve Ortadoğu barış sürecinde konumunu muhafaza
temek üzerine kurmuştur. 1999’da Putin’in başa gelmesiyle birlikte Rus dış
politikasında aktif bir döneme girilmiştir. Putin, SSCB zamanında oluğu gibi
bölgedeki rejimleri destekleyerek, onlara silah satarak, bazı ülkelerin SSCB
zamanından kalan borçlarını silerek ve özellikle enerji alanında olmak
üzere yeni iş birlikleri oluşturarak 21. Yüzyılda bölgedeki etkisini yeniden
artırmıştır.
Arap Baharı ve Rusya
Suriye’de Arap Baharı’nın fitilini ateşlediği olaylar diğer ülkelerden daha
farklı bir seyir izledi. Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de sonuca daha hızlı
ulaşılmış olmasına rağmen Suriye’de olaylar aradan geçen 14 aya rağmen
hala şiddetli bir şekilde devam etmektedir. Rusya, Suriye’de yaşanan
olayları ilişkilerinin sahip olduğu tarihsel derinlik ve karşılıklı menfaatler
çerçevesinde yakından izlemekte ve daha temkinli davranmaktadır. Arap
Baharı ile Ortadoğu’da yaşanan rejim değişiklikleri ve eski yönetimlerin
yerine batı yanlısı yönetimlerin gelmesi ihtimali Rusya’da bölgedeki etkisini
yitireceği endişesi yaratmıştır. Rusya Suriye hususunda daha etkin bir politika
izlemiştir, bunun nedenleri Suriye’nin coğrafi açıdan sahip olduğu öneme
ek olarak Rusya’nın bölgede sahip olduğu ticari üstünlük ve Suriye’de ki
Çerkez Diasporası’nı da unutmamak gerekir. Rusya, Sovyet ardılı ülkelerde
yaşanan renkli devrimlerden16 sonra Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere
şüpheci yaklaşmakta, bölünmüş bir Suriye devletini istememektedir. Rusya,
Suriye’ye yönelik bir dış müdahale istemediği için BM çatısı altında 4 Şubat
2012’de alınan ambargo kararını veto etmiş ve sorunu Esed yönetiminin
çözmesi gerektiğini söylemiştir. NATO müdahalesi ile değişen Trablus
yönetiminde Rusya hem silah ticaretinden hem de ülkedeki petrol/gaz
yataklarının işletilmesi alt yapı inşasında elde edilecek kârlardan mahrum
kalmıştır. Benzer durumu Suriye’de yaşamamak için mümkün olan son ana
kadar Esed rejimine desteğini sürdürecektir.
Sonuç
Suriye’ye yapılacak bir dış müdahale pek çok uzmana göre ülkenin
bölünmesini beraberinde getirecektir. Böyle bir durumda Suriye’nin Rusya
ile olan tarihi ittifak ilişkisi sona erecektir. Rusya Akdeniz’deki tek askeri
limanı olan Tartus’u kaybedebilir ve bu durum Rusya’nın yeniden aktif bir dış
politika izlemeye başladığı dönemde hiç istemeyeceği bir gelişme olacaktır.
Rusya Suriye’nin parçalanarak bölgede yeni bir oluşumun hazırlanmasını
kabul etmeyecektir.
Rusya, Suriye’de yaşanan olaylara karşı çok boyutlu bir politika izlemektedir,
Suriye muhalefetiyle de görüşmekte ve arabuluculuk yapmaya çalışmaktadır.
Batı’nın Suriye politikalarına karşı Çin ile birlikte hareket eden Rusya, insani
müdahale kavramı altında Suriye’ye yapılacak Batı merkezli bir askeri
müdahalede verdiği siyasi desteği askeri boyuta taşıyıp Suriye’nin yanında
yer alması da seçenekler dâhilinde değerlendirilmelidir. Mart 2012’deki
seçimlerde Devlet Başkanı olan Putin, Rusya’nın Akdeniz hassasiyeti ve
yukarıda saydığımız derin ilişkilerden ötürü Suriye’ye destek vermeye devam
edecektir. Ancak Suriye’de olaylar bu hızla sürer ve Batı’nın hem Suriye
hem de ona destek veren ülkelere karşı yürüttüğü baskı politikası artarak
devam ederse Rusya’nın Suriye politikasında konjonktüre bağlı zorunlu bir
değişime gideceğini söylemek de mümkündür.
Batı’nın Suriye politikalarına karşı Çin ile birlikte hareket eden Rusya,
insani müdahale kavramı altında Suriye’ye yapılacak Batı merkezli bir
askeri müdahalede verdiği siyasi desteği askeri boyuta taşıyıp Suriye’nin yanında yer alması da seçenekler dâhilinde değerlendirilmeli dir.
İran, İmam Humeyni önderliğinde gerçekleştirilen 1979 İslam Devrimi’ nden sonra Suriye ile münasebetlerini şahlık dönemine nazaran
ciddi biçimde geliştirmiştir.
Suriye, İran İslam Devrimi’nden sonra İran’ın Arap Dünyası içerisinde
ilişkilerinin en iyi olduğu ülke olarak ön plana çıkmıştır.
4 CÜ BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR.,
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder