11 Şubat 2016 Perşembe

SURİYE İÇ SAVAŞI VE TARİHİ GELİŞMELERİ, BÖLÜM 3







SURİYE  İÇ  SAVAŞI VE  TARİHİ GELİŞMELERİ,
BÖLÜM 3


Suriye Krizi ve İslâm Dünyası 

Doç. Dr. Ahmet UYSAL 

Arap Baharı diye bilinen ve bütün Ortadoğu’yu ve dolayısıyla dünyayı 
etkileyen Arap isyanlarının Tunus ve Mısır gibi ülkelerden sonra Suriye’ye 
ulaşmasından bugüne bir yılı aşkın bir süre geçtiği halde halen soruna 
kalıcı bir çözüm bulunabilmiş değil. Suriye’deki Baas rejiminin yıkılması 
veya isyancıları ve rejimin uzlaşacağı bir çözüm bulunmasının gecikmesi 
Suriye rejiminin iç sosyal, kültürel ve siyasi yapısıyla ilgili olduğu kadar, dış 
dengelerle de yakından ilgilidir. Peki, bu sorun konusunda İslam dünyasının 
ve bu ülkelerin en önemli şemsiye kuruluşu olan ve başkanlığını Ekmeleddin 
İhsanoğlu’nun yaptığı İslam İşbirliği’nin Suriye Krizinde tavrı ve çözüm rolü 
ne olmalıdır? 

İslam Dünyası’nın genel problemi parçalanmışlık ve baskıcı yönetimlerdir. 
Dolayısıyla, genel olarak demokratik Arap devrimlerine ve özel olarak 
Suriye Krizine bakarken bu iki kriteri dikkate almak gerekmektedir. Osmanlı 
İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra bugün Ortadoğu diye 
adlandırılan bölgede yirmiden fazla ülke oluşmuştur. Bu ülkelerin sınırları 
sosyolojik sınırlara göre değil işgal edenlerin isteklerine göre çizilmiştir. 
Ortadoğu dışındaki Orta ve Güney Asya’daki İslam ülkelerinin sınırları 
Rus, İngiliz ve diğer batı ülkelerinin işgali ve bu işgale karşı mücadele ile 
şekillenmiştir. 

Parçalanmışİslam Dünyası’nda devlet yapıları rejim açısından krallıklar 
ve cumhuriyetler olarak tasnif edilebileceği gibi, demokrasiler ve otoriter 
rejimler olarak veya ulus-devletler ve teritoryal devletler olarak da ayrılabilir. 
İslam coğrafyasında bu parçalı yapı sömürü döneminde kurulmasına rağmen 
bağımsızlık döneminde de aşılamamıştır. Hem Ortadoğu’daki devletler hem 
de Orta Asya ülkeleri bu özellikleri taşımaktadır. Bu farklı ve parçalı yapı 
İslam ülkelerinin herhangi bir sorun karşısında ortak tutum geliştirmelerine 
engel olmaktadır. Parçalı yapı hem ülkeleri kendi iç sorunlarıyla meşgul 
etmekte hem de dış sorunlara yeterince eğilmelerini engellemektedir. 
Suriye Krizine İslam ülkelerinden net ve ortak bir tutum geliştirilememesinin 
nedeni budur. 

İslam Dünyası’nda otoriter rejimlerin yaygın olması da demokrasi talebiyle 
ortaya çıkan devrimlere halkları sıcak baksa bile yönetimlerin baskıcı olması, 
kendi halklarına örnek olmaması açısından tedirginlik yaratmaktadır. 
İkinci Dünya Savaşı sonrasında anti-emperyalist akımları başa getiren bu 
baskıcı yapılar genellikle meşruiyetini halk iradesinden değil sömürgeci 
güçlere karşı verilen bağımsızlık mücadelesinden almaktadırlar. Nasırizm, 
Baasçılık ve Kaddafi örnekleri bu durumu iyi yansıtır. Tunus’taki devrimden 
Kaddafi’nin çok rahatsız olması bu yüzden şaşırtıcı değildi. 

Suriye Krizi’nde, İslam ülkeleri arasında demokratik bir ülke olması 
dolayısıyla özgün bir yeri olan Türkiye’nin Suriye halkı için demokrasi 
talebiyle dış politika çıktılarını belirlemesi doğaldır. Aynı tutumu demokratik 
geçişte büyük bedel ödemiş Tunus hükümeti de sergilemiştir. Endonezya 
ve Filistin gibi demokrasi yolunda görece mesafe almışİslam ülkeleri de 
Suriye’deki demokrasi mücadelesine sempati ile bakmışlardır. Mısır’ın da 
halk olarak Suriye Devrimi’ne sempati ile yaklaşması normaldir. Ancak, 
henüz demokratik bir hükümet yerine Yüksek Askeri Konsey’in ve onun 
görevlendirdiği eski siyasetçilerin görev başında olması Suriye demokratik 
hareketine destek vermesine engel olmaktadır. Malezya’da bile demokrasi 
belli düzeye ulaşmış olsa da hükümet aleyhinde gösterilerin yapılması9 başka 
yerlerdeki demokratik gösterilerin desteklenmesine engel olmaktadır. 

Suriye Krizi’ne destek olan Körfez’deki Arap ülkeleri demokratik kaygılarla 
değil daha çok stratejik gerekçelerle yaklaşmaktadırlar. Özellikle zengin 
Körfez ülkeleri İran tehdidinden büyük rahatsızlık duymaktadırlar. Bu tehdit 
algısında İran’ın ideolojik farklılığı, nükleer sevdası ve bölgedeki Şiileri 
tahrik etmesi önemli rol oynamaktadır. Ayrıca, Bahreyn hariç bu ülkeler 
büyük bir protesto dalgasıyla karşılaşmadıkları için bölgedeki hareketlilikten 
etkilenmeyecekleri düşüncesindedirler. Bu algı, Körfez ülkelerinin Suriye 
Devrimi’ne destek vermesini kolaylaştırmaktadır. 

Türkiye bir demokrasi olduğu için demokratik devrimleri kolay 
destekleyebildiği gibi İran da tam tersine demokrasiden uzaklaştıkça 
demokratik hareketleri desteklemesi zorlaşmaktadır. İran’ın Suriye 
rejimiyle ideolojik olmasa bile mezhepsel yakınlığı bulunmaktadır ve ulusal 
çıkarlar yüzünden Suriye’de demokrasiyi değil Baas rejimini desteklediği 
bilinmektedir. 

  Suriye Krizi’nde, İslam ülkeleri arasında demokratik bir ülke olması dolayısıyla özgün bir yeri olan Türkiye’nin Suriye halkı için demokrasi 
talebiyle dış politika çıktılarını belirlemesi doğaldır. Aynı tutumu demokratik geçişte büyük bedel ödemiş Tunus hükümeti de sergilemiş tir. 


  Arap Baharı konusunda en ilginç tavır Irak’tan gelmiştir. Şekil 
yönü daha ağır bassa da bir demokratik süreçle başa gelen Nuri 
el-Maliki, Mısır ve Tunus devrimlerine destek verirken, terör, istikrasızlık ve temel hizmetler konularında sorun yaşanan Irak’ta gösterilerin başlaması tedirginlik yaratmıştır. 

Irak, Suriye ve Lübnan hattındaki Şii etkisinin kaybolma 
tehlikesini de gördüğü için bu rejime destek vermektedir. İran’ın tavrını 
etkileyen diğer bir sebep ise protestoların ülkesine sıçramasından duyduğu 
endişedir. Özellikle son iki seçime hile karıştığı söylentileri ve sonrasında 
ortaya çıkan büyük protestolar olması bu tehlikeyi artırdığı için İran 
Suriye’deki krizin demokratik bir süreçle çözümlenmesi noktasında olumsuz 
tavır içerisindedir. Ancak Mısır’da İsrail yanlısı Mübarek’in düşmesi veya 
Şii nüfusun etkili olacağı Bahreyn’deki muhalif gösterilerde gözlemlendiği 
gibi İran, ulusal çıkarları ile uyumlu olduğunu düşündüğü protestoları 
desteklemekten de geri durmamaktadır. 

Arap Baharı konusunda en ilginç tavır Irak’tan gelmiştir. Şekil yönü daha 
ağır bassa da bir demokratik süreçle başa gelen Nuri el-Maliki, Mısır ve 
Tunus devrimlerine destek verirken, terör, istikrasızlık ve temel hizmetler 
konularında sorun yaşanan Irak’ta gösterilerin başlaması tedirginlik yaratmış 
ve demokrasi yanlısı tutum değişmeye başlamıştır. Irak’ın tutumunda son 
zamanlarda İran etkisinin giderek artması da etkili olmuştur. Özellikle, 
Suriye’de dış müdahale ile demokrasi gelmesine karşı çıkmaktadır. Hâlbuki 
Irak’a demokrasi gelmesi de ABD ve müttefiklerinin müdahalesiyle olmuş ve 
Saddam’ın Baas rejimi yıkılarak demokratik süreç başlamıştı. 

İKÖ ve Suriye 

Suriye Krizi’nde çözüm yolunda daha büyük rol oynaması gereken kuruluş 
İslam İşbirliği Örgütü’dür. Bırakın masum insanların düzenli ordu tarafından 
her gün öldürülmesini, İslam coğrafyasında yaşanan bu insanî kriz yalnızca 
kınamayla ve beyanatlarla geçiştirilmeyecek kadar ciddi bir sorundur. 
Ayrıca, Suriye Krizi çözülmediği için bir iç savaşa ve bölgesel çatışmaya 
dönüşme riski de taşımaktadır. 

Suriye Krizi’ne çözüm bulunma sürecinde etkili olması beklenen kurumlar dan birisi de İslam İşbirliği Örgütü’dür. Suriye Krizi her açıdan İslam İşbirliği Örgütü’nün müdahale etmesi gereken bir sorundur. Ayrıca, İKÖ Başkanı’nın bir Türk bilim adamı olması ve doğal olarak Türkiye’nin önemsediği konuları belli düzeyde önemsemesi beklenen bir kurum olması dolayısıyla da hem İKÖ’nün daha fazla sorumluluk alması gerekir hem de sorunun çözümüne destek anlamında katkı sağlamalıdır. 

Suriye gibi diktatör rejimlerinin en büyük dayanağı uluslararası 
meşruiyettir. İslam Dünyası’nın şemsiye kuruluşu olması beklenen İslam 
İşbirliği Örgütü’nün İran gibi Suriye rejimine destek olan üyeleri de vardır. 


Ancak bu ülke kamuoylarının Suriye’de sivillere yapılan muameleye karşı 
tepkili olmasını beklemek zor değildir. Suriye’nin kınanmasına bazı 
İslam ülke yönetimleri destek olmasalar bile kamuoyu desteğiyle bu yapılabilir. 
Diğer bir ifade ile başkanlık düzeyinde Suriye’de sivillere yapılan baskı ve 
saldırıların kınanması mümkündür. Rusya, Çin ve İran desteğinden cesaret 
alan rejimin yalnızlaştırılması ancak meşruiyetini kaldıracak bir hareket tarzı 
benimsemekle olabilir. 

İKÖ, Esed rejiminin gitmesi yönünde tavır takınmak istemiyorsa en azından 
birbirine üstün gelmeleri zor olması dolayısıyla çok can kaybına yol açacağı 
anlaşılan taraflar arasında diyalog zemini geliştirebilir. Çok kan döktüğü 
için yenildiğinde intikamdan korkan ve bu yüzden eski politikalarına devam 
eden Esed rejimine güvenli çıkış için yol gösterebilir. Yine bir şemsiye 
kuruluş olarak İKÖ siyasi tutumdan uzak insani bir misyon benimseyebilir. Bu 
yöntem İKÖ etkisi olmadan Yemen’de denendi ve bir çıkış yolu bulunabildi. 
Suriye’de uluslararası güçlerin birbirini bloke etmeleri dolayısıyla bu rolü 
oynama fırsatı bulunmaktadır. 

İslam Konferansı Örgütü şu anda daha çok sığınmacılara mali yardım gibi 
küçük ölçekli yaraları sarma faaliyetleri yürütmektedir. Hâlbuki yaraları 
sarmak yerine savaşı durduracak çözümler aramak için daha aktif ve etkili 
politikalar üretmesi gerekmektedir. Soruna taraf olmuyorsa bile sorunun 
çözümü için daha fazla irade oluşmasında ilgili taraflara baskı ve çağrı 
yapılmasına engel olan bir durum yoktur. Esed rejimi daha yerinden 
kımıldamadan Libya Krizi’nden ölenlerin yarısına yakın insan Suriye’de 
hayatını kaybetmiştir. Ancak, dünya kamuoyu ve İslam Dünyası Libya’ya 
gösterdiği hassasiyeti Suriye Krizi’nden esirgemektedir. İKÖ’nün söyleminin 
ve çağrılarının çözüm yönünde iradenin güçlenmesinde ciddi bir katkısı 
olacaktır. 

İKÖ’nün her durumda Suriye’de daha büyük bir krize ve kriz sonrasına 
kendisini hazırlaması gerekir. Çünkü büyük çatışmalardan sonra rejim 
devrildiğinde iç savaş, katliamlar, intikam ve toplu cezalandırma olmasın 
diye rol üstlenmesi gerekli olacaktır. Ülkedeki demokratik sürece destek 
veren Suriye’nin Dostları Grubu’nu oluşturan ülkeler arasında pek çok 
Müslüman ülke olması gerçeğinin üzerine faaliyetlerini inşa edebilir. Ayrıca, 
diğer ülkelerle de yapılacak faaliyetleri koordine etme fırsatı doğacaktır. 
Böyle bir insani soruna neden karıştığını kimse sorgulayamayacaktır. Suriye 
Krizi, İslam Konferansı Örgütü’ne dünya çapında etkinliğini ve meşruiyetini 
artırmasına yardımcı olacak bir fırsat da sunmaktadır. 


 İKÖ’nün her durumda Suriye’de daha büyük bir krize ve kriz sonrasına kendisini hazırlaması gerekir. 
Çünkü büyük çatışmalardan sonra rejim devrildiğinde iç savaş, katliamlar, intikam ve toplu cezalandırma olmasın diye rol üstlenmesi gerekli olacaktır. 

  25 Şubat 1954 askeri darbesinden sonra yönetimin değişmesi ile 
birlikte Suriye siyasi hayatında Baas Partisi’nin ön plana çıktığını 
ve bununla birlikte Suriye’nin SSCB açısından önemli bir ülke haline geldiğini söyleyebiliriz. 



Rusya’nın Suriye Politikası 

Amine YAZICI 

Ocak 2010’da Tunus’ta başlayan Arap Baharı aradan geçen bir buçuk yıllık 
sürede Ortadoğu coğrafyasının büyük bir bölümünü yenidenşekillendirmiştir. 
Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Bahreyn’de yaşanan olaylar kimi yerde yönetim 
değişikliğini, kimisinde ise reform süreçlerini başlatmıştır. Arap Baharı’nın 
belki de en uzun durağı olan Suriye’de olaylar Mart 2011’den bu yana devam 
etmektedir. Suriye’de yaşananlara özellikle Libya’ya karşı gerçekleştirilen 
NATO müdahalesinin ardından daha temkinli yaklaşan dünya, süreci 
uzaktan ve dikkatle izlemektedir. Batının başını çektiği ve BM çatısı altında 
kararlar almaya çalışan devletlerin karşısında, Suriye’deki sorunların bir iç 
mesele olduğunu savunan bu nedenle herhangi bir dış müdahaleye karşı 
çıkan Rusya, Çin ve İran yer almaktadır. Bu yazıda, Sovyetler Birliği’nden 
bugüne Rusya-Suriye ilişkileri incelenecek ve Rusya’nın Suriye’de yaşanan 
devrim sürecine bakışı ve tutumu değerlendirilecektir. 

Suriye- SSCB İlişkileri 

Suriye ve SSCB tarih boyunca yakın ilişkiler yürütmeyi başarmış iki devlet 
olmuştur. İkinci dünya savaşı sonrasında 17 Nisan 1946’da bağımsızlığını 
ilan eden Suriye’nin siyasal istikrara kavuşması uzun sürmüştür. 1949-1953 
yılları arasında Suriye’de üç defa hükümet darbesi, 21 kabine değişikliği 
olmuş ve bu esnada iki askeri diktatörlük kurulmuştur.10 25 Şubat 1954 
askeri darbesinden sonra yönetimin değişmesi ile birlikte Suriye siyasi 
hayatında Baas Partisi’nin ön plana çıktığını ve bununla birlikte Suriye’nin 
SSCB açısından önemli bir ülke haline geldiğini söyleyebiliriz. 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’ya nüfuz etmek isteyen 
Sovyetler ilgisini bu bölgeye yoğunlaştırmış, Suriye’nin bağımsız bir 
devlet olması ve İsrail’in Filistin topraklarında bağımsız bir devlet kurma 


fikrini desteklemiştir. Yeni kurulan İsrail devleti ABD ile yakın ilişkiler 
geliştirince Sovyetler bölgede başka müttefikler aramaya başlamıştır. 
Suriye’de başa gelen Baas Partisi ideolojik olarak Pan-Arabizim ve 
Sosyalizm’e dayanıyordu, bu nedenle Baas Partisi Sovyetler ile yakın ilişkiler 
geliştirmiş ve bu sayede meşruiyetini pekiştirmiştir. SSCB-Suriye ilişkileri 1 
Şubat 1946’da imzalanan gizli bir anlaşma ile başlamış ardından 1 Nisan 
1950’de imzalanan saldırmazlık paktı ile ilişkiler bir ileri boyuta taşınmıştır. 
Baas Partisi’nin komünizme sıcak bakması ve propaganda aracı olarak anti-
emperyalizmi seçmesi Suriye’nin SSCB yanında hareket etmesine neden 
olmuştur. Ortadoğu’da İsrail’in kendisine müttefik olarak ABD’yi seçmesi 
SSCB’nin Suriye ve Mısır’dan yana tutum belirlemesine neden olmuştur. 
Suriye Komünist Partisi’nin oldukça güçlü olması ve Suriye’nin sahip olduğu 
jeostratejik konum SSCB için yine oldukça büyük önem arz ediyordu. 

ABD’nin aksine SSCB’nin Ortadoğu’ya yönelme gerekçesi petrol 
kaynaklarına ulaşmak değildi, ABD’nin kendisine karşı yürüttüğü “çevreleme 
politikası11”nın etkisini kırmak ve bölgede ABD’nin tek hegemon güç 
olmasını engellemek istiyordu. Bu nedenle SSCB Ortadoğu’da yaşanan 
her gelişmenin yakından izleyicisi olmuş ve kendi menfaatlerini ön planda 
tutarak süreçleri yönlendirmiştir. Soğuk Savaş esnasında bölgede yaşanan 
her olay Suriye’yi SSCB’ye yaklaştırmıştır. 1956 Süveyş Krizi sırasında Mayıs 
ve Kasım 1956’da iki ülke arasında askeri işbirliği anlaşmaları imzalanmış, 
SSCB Suriye’ye 60 milyon dolarlık yardım yapmıştır. 28 Ekim 1957’de yapılan 
anlaşma ile SSCB Suriye’ye 168 milyon dolarlık yardım yapmıştır ancak 
bu yardımları askeri alanda değil, baraj, köprü, demiryolu gibi Suriye’nin 
ekonomik kalkınmasını sağlayacak alanlarda kullanması için vermiştir.12 

1970’de Suriye’de başa gelen Hafız Esed ilk yurt dışı ziyaretini Moskova’ya 
gerçekleştirerek SSCB ile ilişkilere verdiği önemi göstermiş oldu. Asker 
kökenli olan Hafız Esed yönetime geldiğinde önemli bürokratik görevlere 
kendisi gibi asker kökenli kişileri atamış, askeri mantığın ağırlık kazandığı 
bir kurumsal yapı ortaya çıkarmıştır. Sovyet modeli bir askeri ve ekonomik 
yapılanması olan Suriye’nin SSCB’den aldığı istihbarat desteğini içeride 
muhalefete karşı kullanması, yönetimin ideolojik taban olarak SSCB ile 
örtüşmesi yakın ilişkileri devam ettirmesinin nedenleri olarak sıralanabilir.13 
Hafız Esed döneminde Suriye SSCB ilişkilerini etkileyen bir diğer gelişme 
Mısır’da Nasır’ın ölümünden sonra Enver Sedat’ın başa geçmesi olmuştur. 
Sedat’ın izlediği ABD yanlısı dış politikayı iyi gözlemleyen Hafız Esed SSCB 
ile ilişkileri ileri düzeye taşıyacak yeni askeri anlaşmalar imzalamıştır. 26 
Mart 1979’da imzalanan Camp David Anlaşması’ndan sonra 8 Ekim 
1980’de imzalanan 15 maddelik SSCB-Suriye Dostluk ve İşbirliği Anlaşması 
ilişkilerin en üst seviyeyi çıkartıldığı anlaşma olmuştur. 

  Hafız Esed ilk yurt dışı ziyaretini Moskova’ya gerçekleştirerek SSCB ile ilişkilere verdiği önemi göstermiş oldu. Hafız Esed yönetime geldiğinde 
önemli bürokratik görevlere kendisi gibi asker kökenli kişileri atamış, 
askeri mantığın ağırlık kazandığı bir kurumsal yapı ortaya çıkarmıştır. 


  Rusya’da Yeltsin dönemi boyunca iç politikada ülkeye ekonomik ve siyasi yük getirecek dış politika yükümlülükleri altına girmemeye 
özen gösterilmiştir. 1990’larda Rusya Ortadoğu politikasını, Ortadoğu barış sürecinde konumunu muhafaza etmek üzerine kurmuştur. 


Anlaşmanın 5. maddesine göre; taraflardan herhangi birinin barış ve güvenliği nin tehdit edilmesi halinde, bu tehdidin bertaraf edilmesi ve barışın yeniden tesisi amacı ile işbirliği yapmak için derhal birbirleriyle temasa geçeceklerdi. Bir anlamda garantörlük anlaşması niteliği taşıyan bu anlaşmanın gizli protokolüne göre SSCB olası bir İsrail saldırısında tüm gücüyle Suriye’ye yardım etme garantisi de veriyordu.14 

SSCB’nin Afganistan’ı işgali ile başlayan süreç Ortadoğu’da Suriye’yi bir 
anlamda SSCB’nin uydusu konumuna getirmiş askeri açıdan bağımlılığını 
artırmıştır. SSCB Doğu Akdeniz’de varlığını devam ettirmek ve Batı bloğuna 
karşı elini güçlendirmek için, Suriye ise bölgesinde giderek güçlenen İsrail’e karşı ikili ilişkileri geliştirmiştir. 

Soğuk Savaş Sonrası İlişkiler 

SSCB ve Suriye arasında seksenlerle birlikte zirve yapan ilişkiler SSCB’nin 
dağılması ile son bulan Soğuk Savaş’ın ardından yeni bir döneme girmiştir. 
İki kutuplu sistemin sona ermesiyle birlikte Rusya kendi iç meselelerine 
dönmüş ve bu durum da ABD’nin özellikle Ortadoğu’da tek taraflı ve baskın politikalar izlemesine imkân sağlamıştır. SSCB’nin yıkılması ile birlikte Suriye pragmatik dış politika anlayışı çerçevesinde 1991’deki Birinci Körfez Savaşı’nda Amerika’nın başını çektiği ittifaka katılarak Irak’a saldırmıştır. SSCB’nin dağılmasıyla birlikte Suriye’nin silah temini sıkıntısı başlamıştır. 1993’de Rus dış politikası “yakın çevre”15 doktriniyle eski Sovyet coğrafyasında daha aktif bir politika izlemeye başlamıştır. 

Rusya’da Yeltsin dönemi boyunca iç politikada ülkeye ekonomik ve siyasi yük 
getirecek dış politika yükümlülükleri altına girmemeye özen gösterilmiştir. 
1990’larda Rusya Ortadoğu politikasını, yakın çevre politikası çerçevesinde 
etkinliğini korumak ve Ortadoğu barış sürecinde konumunu muhafaza 
temek üzerine kurmuştur. 1999’da Putin’in başa gelmesiyle birlikte Rus dış 
politikasında aktif bir döneme girilmiştir. Putin, SSCB zamanında oluğu gibi 
bölgedeki rejimleri destekleyerek, onlara silah satarak, bazı ülkelerin SSCB 
zamanından kalan borçlarını silerek ve özellikle enerji alanında olmak 
üzere yeni iş birlikleri oluşturarak 21. Yüzyılda bölgedeki etkisini yeniden 
artırmıştır. 

Arap Baharı ve Rusya 

Suriye’de Arap Baharı’nın fitilini ateşlediği olaylar diğer ülkelerden daha 
farklı bir seyir izledi. Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de sonuca daha hızlı 
ulaşılmış olmasına rağmen Suriye’de olaylar aradan geçen 14 aya rağmen 
hala şiddetli bir şekilde devam etmektedir. Rusya, Suriye’de yaşanan 
olayları ilişkilerinin sahip olduğu tarihsel derinlik ve karşılıklı menfaatler 
çerçevesinde yakından izlemekte ve daha temkinli davranmaktadır. Arap 
Baharı ile Ortadoğu’da yaşanan rejim değişiklikleri ve eski yönetimlerin 
yerine batı yanlısı yönetimlerin gelmesi ihtimali Rusya’da bölgedeki etkisini 
yitireceği endişesi yaratmıştır. Rusya Suriye hususunda daha etkin bir politika 
izlemiştir, bunun nedenleri Suriye’nin coğrafi açıdan sahip olduğu öneme 
ek olarak Rusya’nın bölgede sahip olduğu ticari üstünlük ve Suriye’de ki 
Çerkez Diasporası’nı da unutmamak gerekir. Rusya, Sovyet ardılı ülkelerde 
yaşanan renkli devrimlerden16 sonra Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere 
şüpheci yaklaşmakta, bölünmüş bir Suriye devletini istememektedir. Rusya, 
Suriye’ye yönelik bir dış müdahale istemediği için BM çatısı altında 4 Şubat 
2012’de alınan ambargo kararını veto etmiş ve sorunu Esed yönetiminin 
çözmesi gerektiğini söylemiştir. NATO müdahalesi ile değişen Trablus 
yönetiminde Rusya hem silah ticaretinden hem de ülkedeki petrol/gaz 
yataklarının işletilmesi alt yapı inşasında elde edilecek kârlardan mahrum 
kalmıştır. Benzer durumu Suriye’de yaşamamak için mümkün olan son ana 
kadar Esed rejimine desteğini sürdürecektir. 

Sonuç 

Suriye’ye yapılacak bir dış müdahale pek çok uzmana göre ülkenin 
bölünmesini beraberinde getirecektir. Böyle bir durumda Suriye’nin Rusya 
ile olan tarihi ittifak ilişkisi sona erecektir. Rusya Akdeniz’deki tek askeri 
limanı olan Tartus’u kaybedebilir ve bu durum Rusya’nın yeniden aktif bir dış 
politika izlemeye başladığı dönemde hiç istemeyeceği bir gelişme olacaktır. 
Rusya Suriye’nin parçalanarak bölgede yeni bir oluşumun hazırlanmasını 
kabul etmeyecektir. 

Rusya, Suriye’de yaşanan olaylara karşı çok boyutlu bir politika izlemektedir, 
Suriye muhalefetiyle de görüşmekte ve arabuluculuk yapmaya çalışmaktadır. 
Batı’nın Suriye politikalarına karşı Çin ile birlikte hareket eden Rusya, insani 
müdahale kavramı altında Suriye’ye yapılacak Batı merkezli bir askeri 
müdahalede verdiği siyasi desteği askeri boyuta taşıyıp Suriye’nin yanında 
yer alması da seçenekler dâhilinde değerlendirilmelidir. Mart 2012’deki 
seçimlerde Devlet Başkanı olan Putin, Rusya’nın Akdeniz hassasiyeti ve 
yukarıda saydığımız derin ilişkilerden ötürü Suriye’ye destek vermeye devam 
edecektir. Ancak Suriye’de olaylar bu hızla sürer ve Batı’nın hem Suriye 
hem de ona destek veren ülkelere karşı yürüttüğü baskı politikası artarak 
devam ederse Rusya’nın Suriye politikasında konjonktüre bağlı zorunlu bir 
değişime gideceğini söylemek de mümkündür. 


  Batı’nın Suriye politikalarına karşı Çin ile birlikte hareket eden Rusya, 
insani müdahale kavramı altında Suriye’ye yapılacak Batı merkezli bir 
askeri müdahalede verdiği siyasi desteği askeri boyuta taşıyıp Suriye’nin yanında yer alması da seçenekler dâhilinde  değerlendirilmeli dir. 


  İran, İmam Humeyni önderliğinde gerçekleştirilen 1979 İslam Devrimi’ nden sonra Suriye ile münasebetlerini şahlık dönemine nazaran 
ciddi biçimde geliştirmiştir. 
Suriye, İran İslam Devrimi’nden sonra İran’ın Arap Dünyası içerisinde 
ilişkilerinin en iyi olduğu ülke olarak ön plana çıkmıştır. 


4 CÜ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR.,



*****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder