Muzaffer Özdağ
Yazar: Muzaffer Özdağ
Bu yazı Hızırbek Gayretullah tarafından Doğu Türkistan Göçmenler Derneği yayın organı “Doğu Türkistan” dergisinin 188’inci sayısında yayınlanmıştır.
Çin işgalindeki Doğu Türkistan Türklüğü büyük savaşçılarından birini daha kaybetti. Çin mezalimindeki bu Türk yurdunun özgürlük mücadelesindeki Doğu Türkistanlı olmamasına rağmen, bu ata yurdunda uygulanan Çin jenotisini, tehdit ve tehcirini ,vazıh kalemi ile dile getirenlerdir. Doğu Türkistan’ı tarih,coğrafya, ekonomik, jeopolotik ve sosyokültür olarak çok iyi biliyor ve yorumluyordu.Nerede ne zaman Doğu Türkistan ile ilgili seminer ,konferans gibi toplantı varsa ,rahmetli oradaydı.Doğu Türkistan ile ilgili yayımlanan dergi,kitap ve risalelerde onun imzası her zaman göze çarpardı.
Kendileri kamuoyu 1960 ihtilalinde Milli Birlik Komitesi üyesi olarak tanıyordu. İhtilale katılan genç bir kurmay yüzbaşıydı. Ancak,her ihtilali yapanlar arasında çıkan anlaşmazlıklar da biri,diğer tarafı bertaraf ettiği gibi ,M.ÖZDAĞ 13 Kasım hareketiyle 14’ler arasında yer alacak ve Tokyo’ya sürgün edilecekti.Tokyo’da Rusya ve Çin’deki komünist rejimden iltica eden Orta Asya(Türkistan)kökenli Türkler yaşamaktaydı.Bilhassa Kazan’dan Japonya’ya giden Tatar Türkleri,milli benliklerini kaybetmemek için kültürel faliyetler gösteriyor ve özellikle Türkiye’de bulunan Türkistan’lılarla münasebette bulunuyorlardı.Bir gün Tokyo’dan bir mektup almıştım.Mektupta Türk Sefaretinde Muzaffer ÖZDAĞ adında bir zatın yeni göreve başladığını ve kendilerine olağan üstü bir yakınlık gösterdiğini ;Tokyo’da yaşayan Türklerin kültürel yönden organize olma çabalarına katkıda bulunduğu böyle bir Türkiyeli diplomatla hemdert olmasından memnun olduklarını ifade ediyorlardı.
M.ÖZDAĞ bey’i o sıralarda yayın hayatında olan haftalık “Milli Yol” dergisi idare Müdürü iken, dergiye gelen heber ve yazılardan gıyaben tanırdım .
1965 yılıydı.O zamanki adıyla C.K.M.P İstanbul il teşkilatının Cağaloğlu Klodfarer caddesindeki binasında sekreter olarak görev yapıyordum.Biraz evvel Ankara’dan Genel Başkan Sayın Alparslan Türkeş bey gelmiş,dinlendikten sonra İl başkanı ile birlikte dışarıya çıkmıştı.Kapı çalındı,koridorda üç kişi ilerliyordu.Biri uzun boylu,kumral,atletik yapılı,biri esmer,hafifçe şişman,kısa boylu diğeri ise kumral,orta boylu,güleç yüzlü,çevik adımlarla yürüyordu.Hemen odamdan çıkarak gelen zevatı buyur ettim.Kendilerini tanıttılar.Yarbay Mustafa KAPLAN,Yüzbaşı Ahmet ER ve Muzaffer ÖZDAĞ.Her üçüde 1960 27 mayıs ihtilalini yapan ihtilalcilerdi ve 14’ler grubunu oluşturuyorlardı.Grubun liderliğini de rahmetli Alparslan TÜRKEŞ üstlendiği için,şimdi Başbuğun aktif politikaya atıldığı partide onun yanında yer alıyorlardı.
Bende kendimi tanıtarak, Başkanlık odasına buyur ettim. Zevattan Muzaffer ÖZDAĞ;
“Sen Türkistanlı mısın, batıdan mı,doğudan mı?”diye sordu. Çünkü;Türkistan dediğimiz diyarın,o günlerde Rus işgalinde olan kısmına Batı Türkistan(SOVYET TÜRKİSTANI)Çin işgalindeki olan kısmına da Doğu Türkistan (ÇİN TÜRKİSTANI) DENİLİYORDU.Şimdi Batı Türkistan’da üç Türk Cumhuriyeti doğdu.Doğu Türkistan’da Çin işgali devam etmektedir.”Doğu Türkistanalıyım” dedim.
“Sahi, unuttum. Sen bu konularda yazılar yazıyorsun, okuyorum.
Kalemin kıvrak,ifadelerin düzgün,Çin’le uğraşmak zorlu iş,kendini iyi yetiştir.Bu konuda ata yurdun senin gibi azimli gençlere ihtiyacı var” diyerek iltifatta bulundu.İşte, o günden sonra M.ÖZDAĞ Beyle daha yakından ilgilenmeye başladım.Ankara’da Ulus Posta Caddesi’nde Hanif Apartmanındaki avukatlık ofisine her Ankara’ya gidişimde uğrar,Türk dünyası ve özellikle Doğu Türkistan konusundaki,engin bilgisinden istifade etmeye çalışırdım.
1978 yılında Sovyetler Birliği’ni ziyaret etmek üzere resmi bir davet almıştım.O dönemde bir demir perde ülkesine seyahat etmek pek kolay değildi.Bir defa ,yıllarca komünizm aleyhine makaleler,kitaplar yayınlamış,konferans,seminerler vermiş,anti-komünist teşkilatlarda bilfiil görev almış benim gibi bir kimsenin,böyle bir davete evet demesi,riskliydi,Düşündüm,taşındım konuyu Bağbuğ Türkeş’e arz etmek üzere Ankara yoluna koyuldum.Başbuğ Türkeş,bu seyahati yapmamı salık verdi.Gerçi,bazı Türkistan ve Azerbaycan kökenli antikomünist yazar arkadaşlarımız bu tip davetle demir perdeye gitmişler fakat dönmemişlerdi.Başbuğ, benim için böyle bir tehlike ihtimali olmadığını, zira arkamda güçlü bir kitlenin olduğunu ,bu faktörleri komünist yöneticilerin dikkate alacaklarını söyledi ve ilave etti;
“Ankara’daki ilgili yerlerden gereken belgeler için, seni ÖZDAĞ’A yolluyorum. Gerekeni yapacaktır” dedi.Bir saat sonra M. ÖZDAĞ’ın ofisinde idim.Durumu bir kere daha arz ettim.Bana,döndü;
“Üstad, Başbuğ’un görüşüne bende iştirak ediyorum.Kanaatime göre,komünizmin bir kırılmaya,çökmeye ve gevşemeye doğru gittiğinin bir işaretidir,seni davet etmeleri,”dedi.Saatine baktı;”Hadi kalk,senin bürokratik işlemlerini halledelim” dedi.Ogün öğleden sonra 3-5 saat bana zaman ayırdı,gerekli belgelerimi temin etmeme müzahir olmuştu.
Muzaffer ÖZDAĞ Bey’e göre Türk dünyası “540, 1299, 1919 ,”da değil , 21. Yüzyıldaydı.”Tehdit,tehcir,jenosit ve işgal altında olmamalıydı.Bunun için de şuurlu bir milliyet anlayışına,özlü bir coğrafya ve muhtevalı bir tarih bilgisine sahip olunmalı,”derdi.
Türk dünyası yeri doldurulamaz bir düşünce evladını, yiğit ülkü adamın kaybetmiştir.
Mekanı cennet olsun,Allah rahmetini esirgemesin.
Lider, Fikirdir
Yazar: Muzaffer Özdağ
Bu makale Sakin ÖNER tarafından kaleme alınmıştır.
-Genç ve kıdemli dâvâ insanlarının dikkatine “Önemle”-
Yirmili yaşların başındaydım. Yıl 1967 veya 1968…Bir gün rahmetli büyüğümüz Muzaffer Özdağ, biz gençlerle sohbet ederken “Lider, fikirdir” diye bir laf etti. O zaman bu söz bize çok ters gelmişti. Ne anlama geldiğini çözememiştik. Soyut bir kavram nasıl lider olurdu? Lider dediğin müşahhas bir varlık, bir insan değil miydi? Özdağ bu sözüyle ne demek istemişti? Türk milliyetçiliği fikrinin liderini mi eleştirmişti veya yok mu saymıştı? Sizin anlayacağınız o zaman rahmetli Muzaffer Özdağ’a biraz kızmıştık.
Aradan yıllar geçti, liderin de bir insan ve fâni olduğu gerçeğini kavradım. Lider; peygamber,evliya, melek, mucize adam filan değildir, bizim gibi insandır.İnsan olması gereği liderin de zaafları, eksikleri, duygusal tarafları vardır. Onun da düşüncelerinin, kişiliğinin ve eylemlerinin bize ters gelen taraflarıbulunabilir.Zaaf gördüğümüz bazı davranışlarına şahit olabiliriz.O zaman ne yapacağız? Lidere kızıp, uğruna ömrümüzü adadığımıza inandığımız fikirleri, ülküleri, ilkeleri, kısacası dâvâyıterk mi edeceğiz? Lider bir gün fâni dünyadan ayrıldığında her şey bitmiş mi olacak, dâvâyı bırakıp kaçacak mıyız? O zaman bizim dâvâ adamlığımız nerede kalacak? Neticede Lider de, bizim gibi, inandığımızdâvânın emrinde olan, onun başarısı için çalışan ve dâvâsını milletin bütününe benimsetmeye uğraşan bir kişidir.
Lider gibi, parti, sendika, dernek ve ocak gibi kuruluşlar da geçicidir. Yarın bu kuruluşlar kapatıldığı veya kendi kendine kapandığı zaman her şey bitecek mi? Asıl ve kalıcı olan, fikir ve dâvâdır. Bu gerçeği otuzlu yaşlarda kavradım. O güne kadar Liderin bazı davranışlarına takılıyor, kızıyor, öfkeleniyor ve kırılıyordum. Ama onun da insan olduğunu düşününce, takıldığım davranışları daha hoşgörü ile karşılamaya başladım. Buhrandan çıkışıdâvâya dört elle sarılmakta gördüm. Ayrıca, yıllar sonra, liderin vaktiyle bana ters gelen davranışlarının, aslında doğru olduklarını görüyordum. Liderlerin de bazen inanmadıkları halde, temsil ettikleri dâvâ zarar görmesin diye siyasi olarak, istemedikleri bazı davranışları yaptıklarını, bazı sözleri sarfettiklerini anladım. Liderin, taraftar kadar özgürlüğü yoktur. Çünkü taraftarın bir sorumluluğu yoktur. O kızdımı bağırmayı, kırmayı, dökmeyi düşünür. Lider ise kırıp dökmeden ve dâvâsına zarar vermeden bu işin içinden nasıl çıkacağının hesaplarını yapar. O, önce temsil ettiği fikre, dâvâya, sonra teşkilâtına ve sonra bütün millete karşı sorumludur. Tabii liderin de temsil ettiği dâvâya layık olmak için çaba göstermesi, insani zaaflarını ve nefsinin ihtiraslarını aşması gerekir. Dâvâ arkadaşlarına her yönden örnek bir şahsiyetin sahibi olmalıdır. Câmiasının umudunu ve heyecanını devamlı canlı tutmalıdır.
Liderlerin hiç mi hatası, kusuru, günahı yoktur? İnsan olması gereği mutlaka vardır. Böyle durumlarda nasıl davranılmalıdır? Kızıp, eleştirip, hakaret edip çekip gidilmeli midir? Yoksa kalıp bu hataların, kusurların ve günahların düzelmesi için meşru zeminlerde mücadele mi edilmelidir? Eğer geçekten bir dâvâya benliğini adamışsan, yapılması gereken ikinci yoldur. Bu mücadeleyi yaparken de, önce dâvâna zarar vermemeyi düşüneceksin. Lideri yıpratıyorum diye dâvânı da yıpratmayacaksın.Mücadelende medeni ve seviyeli olacaksın. Kavganı ayağa düşürmeyeceksin. Her şeyi sokağa dökmeyeceksin. Dâvânın düşmanlarına koz vermeyeceksin.Bu mücadelenin sonunda netice alamayacağını anladığında, yine meşru zeminlerde yeni arayışlara girebilirsin. Ama buna rağmen camianın çoğunluğu tercihini onun yönünde yaparsa, demokrasi gereği bu sonuca da boyun eğeceksin. Değişikliği bir başka baharda arayacaksın. Ayrıca liderini yok etmek için uğraşacağına, rakip liderlerin hareketleri ve sözlerindeki yanlışlarla mücadele edersen, dâvâna daha büyük hizmet etmiş olursun.Çünkü, lider fikirdir.
Bilinen bir fizik kanunudur: Zincirin mukavemeti, en zayıf halkası kadardır. Bu zayıf halkalar, maddi menfaatleri zedelendiğinde, maddi imkânlar bulduklarında, can korkusuna düştüklerinde veya siyasi ikbal kokusu aldıklarında kıvranmaya ve kendilerine bir kaçış yolu bulmaya çalışırlar.
Böyle anlarda zayıf halkalarınkullandıkları en yaygın bahane, liderin kendilerine göre yanlış gördükleridavranışları ve söylemleridir.Zaten dönmek iseyenler için bahane çoktur. Bu zayıf halkalar giderken de efendice çekip gitmezler, mümkün olduğu kadar teşkilatlarına ve çevrelerine zarar vererek giderler. Bazen gittikleri yer ve yanına sığındıkları lider, yıllarca savunduklarını öne sürdükleri fikirlerle, dâvâlarıyla mücadele eden, can düşmanı olan mahfiller ve liderlerdir. O zaman bu kişilerin ne kadar samimiyetsiz ve kişiliksiz oldukları ortaya çıkar. Gittikleri yerde de hep üçüncü sınıf insan muamelesi görürler. Bunların gittikleri yere yapabilecekleri yarara göre önlerine birer kemik atılır. Artık o, bundan sonra o kemikle oyalanır durur. Kuyruğunu bacakları arasına saklayarak kenardan kenardan dolaşır, ama bir daha eski mahallesine gelemez. Bunların içinde zaman zaman eski mahallesine dönenler vardır. Artık bundan sonra orada da eski ilgiyi görmezler, tekrar meçhul sokaklara yeni kemikler bulmak için yönelirler.Bunlar, şairin dediği gibi ya yufka yüreklilerdir, ya da yoldaşını yarı yolda terkeden döneklerdir. Bunlarla çetin yollar aşılmaz, yüce dileğe varılmaz.
İtilmesine, kakılmasına, maddi ve manevi ıstıraplar yaşamasına ve liderde aradıklarınıbulamamasına rağmen, yıllardır bulundukları yeri terketmeyenler, eskilerin tabiriyle “sabitkadem” olanlar, gerçek dâvâ ve fikir adamlarıdır. Bunların hiçbir menfaat ve ikbal hesapları yoktur. Bunlar alınıp satılmazlar. Varsa dâvâları için her şeylerini verirler, dâvâlarındanhiçbir şey almazlar. Bunun için kolay kolay yıkılmazlar. Bunlar inandıkları değerlerin, fikirlerin, dâvânın karasevdalılarıdır. Onlar lider dahil, şahıslarla uğraşmazlar, ilkelerle fikirlerle meşguldurlar. Biz ömr-i hayatımızda dâvasından çok dönen gördük. Kimi hırsına yenildi, kimi menfaate satıldı, kimi siyasi ikbale kul oldu. Bunların içinde lidere bizden daha yakın olanlar vardı. O çileli, ölümlü, fakr u zaruret içinde geçirilen günlerde ihanet etmesin diye nemalandırılanlar vardı. Ama bunlar ya zoru gördükleri için, ya da yeni oluşan mahfillerden çeşitli imkanlar sunulduğu için birer birer gemiyi terkettiler. Gerçekten bazıları makam sahibi oldu, bazıları da zengin oldu. Fakat hepsi de itibar fukarası oldular, onurları kalmadı. Hırsına mağlup olup yeni mahfiller oluşturan oldu. Ama hiçbir zaman tek başlarına muvaffak olamadılar. Bazen birilerinin eteklerine tutunarak zirvenin eteklerine çıkmaya çalıştılar. Fiziki olarak yükseldiler, fakat manevi olarak alçaldılar. Allah’a şükür bugün buna rağmen hâlâ, 40-45 yıl önce çıktığı yolda sapmadan yürüyen, inandıklarının arkasında dimdik duran adam gibi dâvâ adamlarımız var. İnanmış azınlıklar, her zaman dönek çoğunluğundan daha güçlüdür.
Sizin anlayacağınız, rahmetli Osman Bölükbaşı’nın dediği gibi, içimiz, bu dönekler yüzünden Karacaahmet Mezarlığına döndü. Ama tesellimiz, zayıf halkalardan geriye kalan sağlam halkaların elinde Türk Milliyetçiliği dâvâsının daha güçlü, daha güvenli olduğu gerçeğidir. Çünkü bunlar, liderin sadece fikirler ve dâvâ olduğu gerçeğini kavramış,ateşle imtihan olmuş, sabırla iğne ile kuyu kazmayı sürdürmüş insanlardır. Unutmayınız, bu tip insanlar için söylenmiş bir sözdür: “Bir, bindir ve dünyadainanmış ve ülküsü olan dâvâ adamının yüreğinden daha büyük silah yoktur”.
Ne mutlu,“Lider fikirdir” sırrını keşfetmiş, kişiler ve olaylarla uğraşmayla vakit öldürmeden, inandığı kutlu dâvânın zaferi için yıllardır yorulmadan ve ardına bakmadanyürüyen gerçek dâvâ adamlarına.
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2013/05/31/7027/lider-fikirdir
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder