DAYTON BARIŞ ANTLASMASI VE BOSNA - HERSEK’İN GELECEGİ Bölüm 5
V. Dayton Antlaşmasının Degiştirilmesinde Etkili Olan Faktörler
Anayasanın 3. Maddesi 3. Paragrafına göre devlet, egemenligini entitelerden almaktadır. Bu durumda entitelerin onayı olmadan devletin uluslararası antlasmalara taraf olması mümkün degildir. Tüm yasalar Halk Meclisi ve Temsilciler Meclisi’nden olusan iki meclisten geçmesi gerekmektedir.
Ayrıca kararlar Temsilciler Meclisindeki her entite temsilcisinin en az üçte bir onayı alındıktan sonra alınabilmektedir. Bu düzenleme, yasama faaliyetinin sadece etnik çıkarlara degil aynı zamanda entite çıkarlarına da uygun olması gerektigini ifade etmektedir. Daha da problemli diger bir durum da Cumhurbaskanlıgı Konseyi tarafından çogunlukla alınan bir kararı onaylayacak parlamentonun çogunlugu tarafından bu kararın “hayati ulusal çıkarlar” a aykırılıgı ilan edilebilmesidir. Bu sekilde ilan edilen bir karar Anayasa Mahkemesi’ne gidebilmekle beraber Mahkeme’nin kendisi de etnik unsurlara göre yapılandıgından karar hakkında aksi sonuç alınması mümkün degildir. Entiteler ise, diger devlet ve örgütlerle uluslararası antlasma yapabilme
yetkileri bulunmaktadır. Merkezi hükümetin entitlerin onayı olmadan sadece uluslararası hukuk islemlerini degil, ulusal anlamda herhangi bir tasarrufta bulunması da mümkün degildir. Entitelerin merkezi yönetim üzerindeki bu vesayetinin sonucunda BM Yüksek Temsilciliginin denetimine ve müdahalesine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu yönüyle federal yapılı devletlerden de ayrılmakta ve dünyada kendisine özgü bir devlet örnegini sergilemektedir.
Bu yapının degistirilmesi ve ülkenin normal bir devlet yapısına kavusması için 2005 Mart’ında “Bosna-Hersek’te anayasal statü ve Yüksek Temsilcilik hakkında görüsleri” kapsayan Venedik Komisyonu Raporu yayınlanmıstır. Komisyon simdilik anayasal yapı ve BosnaHersek’nin AB’ye üye olması konusunda dört ana sorun belirlemistir:
Merkezi hükümetin entitelere karsı zayıflıgı, devletin AB müktesebatını üstlenebilme yetenegini ortadan kaldırmaktadır.
Antlasmadan kaynaklanan Entite meclislerinin “ulusal hayati çıkarlar” nedeniyle sahip oldugu veto yetkisi, iki kamaralı parlamento ve kolektif cumhurbaskanlıgı sistemi, merkezi yönetimin etkinligini bloke etmektedir.
Komisyon, merkezi yönetimin faaliyetini bloke edebilecek nitelikteki “hayati ulusal çıkarlar” gerekçe gösterilerek veto yetkisinin kaldırılmasa da en azından bu yetkinin Halk Meclisi’nden Temsilciler Meclisi’ne aktarılmasını ve kolektif cumhurbaskanlıgının kaldırılarak yerine sınırlı yetkilerle yürütme gücünün kendisinde toplandıgı ve dogrudan seçilen tek kisilik cumhurbaskanlıgının kurulmasını tavsiye etmektedir. Komisyon etnisiteye dayanan entitelerin yapısını ulusal kimligin olusmasına engel olarak görmektedir. Entitelerin varlıgını
ortadan kaldırmanın mümkün olmadıgının farkında olan Komisyon, Bosna-Hersek Devleti’nin merkezilesmeye dogru gayret göstermesini önermektedir. Komisyon sonuç olarak Cumhurbaskanlıgı Konseyi’nin ve Halk Meclisi’nin seçimi ve kompozisyonu Uluslararası İnsan Hakları Sözlesmeleri Düzenlemeleri’ne aykırı oldugunu tespit etmektedir. 1
BM Yüksek Temsilciligi ve Avrupa Komisyonu basta olmak üzere önemli uluslararası kuruluslar, anayasal degisikligin yapılması gerektigini belirtmektedirler. Bosna-Hersek yöneticileri de uluslararası arabulucuların girisimi ve müdahalesi olmadan anayasal reformu kendi baslarına yapamayacaklarını ileri sürmektedirler. Bosna-Hersek Devletinin Bosnak, Hırvat ve Sırplardan olusan yedi siyasal partinin yetkilileri, Amerikan Barış Kurumu yetkilileriyle Saraybosna’da 2005 Martında olusturdukları çalısma grubu, Viyana Komisyonun tespit ettigi anayasal sorunları tartısmıslardır. Bu görüsmelerde Hırvat ve Bosnak Partileri Venedik Komisyonu’nun çözüm önerisine yakın ve paralel olarak yaklasım sergilerken Sırp entitesinin partisi ise, reforma ihtiyatlı yaklasmış Dayton’la getirilen yapının degistirilmesi halinde Sırp entitesinin varlıgının ortadan kalkacak sürece yol açabilecegini ileri sürmüstür.2
Beş ay boyunca, uluslararası toplumun “destegi” ile, Bosna Hersek’teki en önemli yedi partinin yetkilileri arasında süren çalısmalar sona ermiş
ve bir takım degisiklikleri öngören “Anayasa Degisiklikleri Metni” hazırlanmıstır.
Bosna-Hersek Devleti kurumlarının güçlendirilmesi, giderlerinin azaltılması ve entitelerin etkinliginin zayıflatılması amacıyla yapılması gereken degisiklikler ile ortaya çıkan degisiklikler arasında çok büyük amaç farklılıgı bulunmakta idi. Hazırlanan degisikliklerin olumlu taraflarının yanı sıra, devlet seviyesindeki bakanlık sayısının artırılması, üçlü dönüsümlü baskanlık sisteminin yerine sadece bir baskan ve iki yardımcının bulunacagı sistemin getirilmesi, basbakanın yetkilerinin artırılması gibi, Bosna-Hersek’teki etnik bölünmüslügü, kurumsal
harcamaların yüksekligi ve en önemlisi Parlamento’daki etnik usulü karar alma sürecinin devam etmesini öngören bu degisikliklere, birkaç partinin olusturdugu “Yurtsever Cephesi” siddetle karsı çıkmıstır. Ancak, gerek ABD, gerekse AB üyesi devletler ve Avrupa Komisyonu’nun yetkililerinin destekledigi degisiklikler, 26 Nisan 2006 tarihinde, Bosna-Hersek Parlamentosu’nun üst kanadı olan Temsilciler Meclisi’ndeki oylamada, gerekli üçte iki çogunluk destegi bulamayıp, reddedilmistir.3
Venedik Komisyonu gibi Avrupa Parlamentosu, Barış İcra Konseyi gibi uluslararası kurumlar da karmasık anayasal yapının mutlaka degistirilmesi gerektigini vurgulamaktadırlar. Buna ragmen AB, BosnaHersek’in önüne, anayasa degisikliklerini bir kriter olarak koymamaktadır. Bosna-Hersek’te yaptırım gücüne sahip olan AB’nin bunu yapmadıgı sürece ülke mevcut anayasal düzeni içinde çırpınmaya devam edecektir. Gerçekten de Uluslararası Adalet Divanı’nın ülkesindeki savaş suçlularının yakalanması için Sırbistan’a verdigi 26
Subat 2007 tarihli emrin uygulanması konusunda Sırbistan’ı uyarmak için harekete geçmek isteyen Bosna-Hersek Cumhurbaskanlıgı Konseyi, Sırp
üyenin “ulusal hayati çıkarlar” kaydını ileri sürmesi bu konuda karar alınmasını önlemistir.1 iç ve dış hukuksal ve siyasal islemlerin gerçeklestirilebilmesi için hem 3 kisiden olusan Cumhurbaskanlıgı Konseyi hem de üst ve entite meclisleri tarafından bu yönde karar alınması gerekmektedir.
Bosna-Hersek’in sorunlu devlet yapısının üzerinde kontrol yetkisi olan uluslararası Yüksek Temsilciliginin karmasık ve problemli yapıyı degistirmesi ndeki rolünün geç de olsa yürürlüge sokuldugu görülmektedir. Slovak diplomat Miroslav Lajcak’ın 1 Temmuz 2007 tarihinde Bosna-Hersek Yüksek Temsilcisi ve AB Özel Temsilcisi olarak atanması, Dayton’la getirilen yapının artık değiştirilecegi konusunda ABD ve AB’nin ciddi girisimlerde bulunacagı izlenimi vermektedir. Adı geçen diplomatın atandıgında “son 12 yıldır devam eden barısı uygulama sürecinde atılmış temellerin üzerine insa etmek ve bu devleti AB yoluna saglam bir sekilde sokmak için Bosna-Hersek liderleriyle birlikte
çalısmak istiyorum” demesi2 bu yöndeki degisimi göstermektedir. Lajcak’ın geldigi günden itibaren Bosnalı Sırp yetkilileri, yeni Yüksek Temsilci’nin Temsilcilige olaganüstü otorite tanıyan Bonn Yetkileri’ni kullanmaması ve sorumlulugu Bosna-Hersek’li siyasetçilere devretmesi gerektigini savunurken, Bosnak ve Hırvat yetkililer, özellikle polis ve anayasa reformunun gerçeklestirilmesi için Lajcak’ın yetkilerini kullanmasında sakınca görmediklerini açıkladılar.
Bosna-Hersek’li Bosnak, Sırp ve Hırvat yetkililer arasında bu polemik sürerken, hiç kimsenin beklemedigi bir anda Lajcak yetkilerini kullanarak, 10 Temmuz’da, Srebrenica katliamında yer aldıklarından süphelenilen üst düzey bir Bosnalı Sırp polis komutanının görevden alınması ve 36 polis memurunun da açıga alınması yönünde talimat verdi.
Lajcak, savaş suçluları veya savaş suçu zanlılarının adaletten kaçmasına yardım etmekten sorusturma altında bulunan 93 yetkilinin pasaportlarına el konması talimatını da verdi. Ayrıca, savaş suçu zanlılarının komsu ülkelere kaçmalarını zorlastıracak yasal degisikliklerinin yürürlüge koydugunu da duyurdu. Herkesi sasırtan bu ani uygulamaya ilk destek, AB’nin Dış ve Güvenlik Politikası’nın Yüksek Temsilcisi Javier Solana’dan geldi. Lajcak’ın Bonn Yetkileri’ni kullanmaması gerektigini savunan Bosnalı Sırp yetkilileri de bu uygulamanın Yüksek Temsilciligin yetkileri çerçevesinde oldugu gerekçesiyle desteklediklerini açıkladılar.1
AB ve ABD’nin bu yönde yeni inisiyatif kullanmalarında bize göre konjonktürel kosullar agır basmıstır. Çünkü Rusya Federasyonu’nun ve Sırbistan’ın karsı çıkmalarına ragmen Kosova’nın bagımsızlıgının desteklenmesi beraberinde Sırp lehinde olmayan politikaların yürütülmesini gerekli kılmaktaydı. Ancak bu süreçten sonra BosnaHersek’te soykırım yaparak insanlık suçu isleyen Radovan Karadzic yakalanıp uluslararası mahkemeye gönderilebildi. Adı geçenin Holbrooke tarafından kendisine yargılanmayacagı güvencesinin verildiginden
bahisle ABD’nin destegiyle korundugunu belirtmiş olması2, ABD’nin gerçekte Bosna-Hersek’in barış ve istikrarını saglamasından daha çok bölgede kendi lehinde ve çıkarına uygun stratejileri yakalamak oldugunu göstermektedir. Dayton müzakerecisi Holbrooke bunu yalanlasa da Karadzic’in arada geçen onca zamana ragmen yakalanmayıp bu dönemde yakalanması, söz konusu iddiayla ilgili süpheleri artırmaktadır. Ayrıca Karadzic’in mahkemeye basvuruda bulunarak, soykırım suçlamasıyla yargılandıgı davada ABD Dısisleri eski bakanı Albright ile Holbrooke'un da çagrılarak yeminli ifade vermelerini istemesi,3 önemli bir gelismedir. Karadzic’in iddiasının mahkemece tanınması durumunda, ABD’nin soykırımda sorumlulugunu da gündeme getirebilecektir.
AB ile entegrasyon, Bosna-Hersek’in baslıca amaçlarından biridir. AB’ye üye olacak potansiyel devletlerden Bosna-Hersek’in istikrar ve ortaklık sürecinden geçmesi gerekmektedir. Siyasal diyalogun müsterek aracı olarak degerlendirilen AB-Bosna-Hersek stisari Görev Gücü 1998 yılında kurulmustur. Siyasal ve teknik degisimlerin gerçeklesmesi için merkezi bir forum olusturan bu güç, AB ve Bosna-Hersek arasındaki iliskilere yeni bir boyut kazandırarak yapılacak İstikrar ve Ortaklık Antlasması’yla ilgili müzakerelerin sonuçlanması amacıyla Ocak 2006’da “Reform Süreci İzleme” birimi olarak ismini degistirmistir.1
14 Aralık 2006 tarihinde de bu konuda Bosna-Hersek ile Avrupa Komisyonu arasında müzakereler tamamlanmıs, fakat SAA (İstikrar ve Ortaklık Antlasması) imzalanamamıstır. Bunun sebebi de, ülkedeki polis teskilatı reformunun gerçeklestirilmemesidir.
Söz konusu reform için dört temel sart koyan Avrupa Komisyonu’na göre, Bosna-Hersek polis teskilatı yönetiminin devlet düzeyinde olması, devlet bütçesinden finanse edilmesi, siyasetin polis islerine karısmaması ve polis bölgelerinin fonksiyonel olarak çalısacak sekilde belirlenmesi gerekmektedir. 2006 yılının Nisan ayında (Bosnak, Hırvat, Sırp) parti liderleri arasında yapılan görüsmelerde, Avrupa Komisyonu’nun kosullarını karsılayan bir polis reformu konusunda anlasmaya varıldı. Ancak kısa bir süre sonra Bosnalı Sırp partiler söz
konusu anlasmanın getirdigi bazı yetki kayıplarını asla kabul etmeyeceklerini açıkladılar. Bunların basında, olusturulacak polis teskilatının devlet bütçesinden finanse edilmesi ve Sırp ile Bosnak-Hırvat bölgeleri arasındaki sınırın ortadan kaldırılması gelmektedir. Böylece, Bosna-Hersek Sırp Cumhuriyeti yetkililerinin polis teskilatı üzerinde kontrolü devam edecektir.
Bu da, savaş suçu zanlılarının o bölgede serbestçe yasamaya devam edecekleri anlamına gelmektedir.2 AB ise öngördügü polis reformunun yasalasmaması halinde SAA müzakerelerine devam edilemeyecegi ve Bosna-Hersek’in AB’yle iliskilerinin olumsuz etkilenecegi uyarısında bulunmustur. Nihayet Sırpların bu tutumuna ragmen 10 Nisan 2008 tarihindeki oturumunda Bosna-Hersek Parlamentosu’nun Temsilciler Meclisi’ndeki 42 milletvekilinden 22’si polis reformunu kabul etti. 19 milletvekili karsı çıkarken 1 milletvekili de çekimser kaldı. Böylece tam üç yıl büyük tartısmalara neden olan polis reformunun ilk ayagı tamamlanmış oldu. Söz konusu kanun teklifinin yasalasabilmesi için Bosna-Hersek Parlamentosu’nun Halklar Meclisi’nde de kabul edilmesi gerekmektedir. Ancak Temsilciler Meclisi’nde kabul edilen reform paketinin bu mecliste de kabul edilecegi ihtimali yüksektir.3 2005 yılının Kasım ayında baslanan SAA müzakereleri bu sekilde sonuçlanmış ve antlasma metni 4 Aralık 2007 yılında parafe edildikten sonra Bosna-Hersek, Avrupa Toplulugu ve üye devletleri tarafından 16 Haziran 2008 tarihinde imzalanmıstır.
Bu antlasma su konularda gerekli reformların gerçeklesştirilmesini ön görmektedir:
a) Polis reformu,
b) Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesiyle tam isbirligi,
c) Kamu yayıncılıgı ve
d) Kamu yönetimi reformlarına öncelik verilmesi.
Onaylama süreci sonuçlanıncaya kadar 1 Temmuz 2008 tarihinde yürürlüge giren Geçici Antlasma, mali konuları kapsayan SAA ile Avrupa Birligi tarafından alınacak önlemlerin yürütülmesini belirleyecektir. Bu antlasma yerinde uygulandıgı takdirde ülkenin AB’ye adaylık statüsüne kapı açmaktadır.1
AB’nin Bosna-Hersek’le iliskisinde diger dikkat çekici nokta ise, bu devletin vatandaslarına AB’ye vizesiz giriş kolaylıgını tanıması girisimidir. AB, 2008 yılının basından itibaren vize kolaylıgı sundugu Bosna-Hersek'le vizesiz seyahat diyalogunu baslattı. AB Komisyonu'nun adalet ve güvenlikten sorumlu Baskan Yardımcısı Jacques Barrot, vizeden muaf tutulması için Bosna-Hersek'in geri kabul anlasmasını eksiksiz uygulaması, sınır güvenligini garanti altına alması, kaçak göçle, organize suçla ve yolsuzlukla mücadelesini yogunlastırması ve
biyometrik pasaporta geçmesi gerektigini bildirmistir.2
AB yönünde yukarıdaki gelismeler göze çarparken, diger önemli gelisme de Bosna-Hersek’te islenen suçlarla ilgili Uluslararası Adalet Divanı’nın verdigi karardır. 1993 yılında Bosna-Hersek tarafından açılan soykırım davasını 2007’de sonuçlandıran Uluslararası Adalet Divanı, Sırbistan Devletini, Srebrenitsa soykırımından dogrudan sorumlu olmak veya soykırıma istirak etmek suçlarından aklamakla birlikte mahkeme, Sırbistan'ın bu soykırımın yapılmasını önleyememekten sorumlu olduguna karar verdi. Bu baglamda mahkeme Sırbistan aleyhinde açılacak muhtemel tazminat davalarının da önünü kesmiş oldu. Mahkemenin “Srebrenitsa'da soykırım yapıldı, ama devlet eliyle degil"
kararı beraberinde açıkça çeliskiler de barındırmaktadır. Soykırımdan sorumluluk noktasında soykırımı dogrudan yapmak ile soykırımı önlememek arasında ne gibi farkların oldugu hususunda mahkeme ikna edici açıklamada bulunamamıstır. Mahkemenin bu yöndeki kararı Bosnalıların uluslararası yargıya güvenlerine gölge düsürmenin yanı sıra soykırım yapan Sırp militanlarından destegini esirgemedigi o dönemdeki medya tarafından kanıtlanan Sırbistan’ın bu sekilde aklanması3 benzer durumdaki devletleri de cesaretlendirecektir.
Kararın açıklanmasından iki gün sonra Sırp Cumhuriyeti entitesi “Bosna-Hersek'teki savaş sırasında Sırp olmayanlara karsıislenen suçlara iliskin derin üzüntülerini ifade eder ve bu suçlara istirak eden herkesi kınar” seklinde yaptıgı açıklama ile özür dilerken soykırım tabirini kullanmaması1 dikkat çekici olmakla beraber, savaş suçlularının yakalanmasında azami gayret göstermesi ve mahkemeyle tam isbirligi yapması durumunda diger gruplarla iliskilerin iyileşmesine ve entegrasyona hizmet edecektir.
6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder