27 Ekim 2016 Perşembe

DAYTON BARIŞ ANTLAŞMASI VE BOSNA - HERSEK’İN GELECEĞİ Bölüm 4

DAYTON BARIŞ ANTLASMASI VE BOSNA - HERSEK’İN GELECEGİ   Bölüm 4


IV. Dayton Antlaşması’nın Getirdiği Sorunlar 

Dayton antlasması iki siyasal faktörde destek bulmaktadır: Bunlardan biri, kan dökülmesinin ve yıkımın engellemesi konusunda tarafların iradesi, digeri de ABD’nin Avrupa’daki krizlerde siyasi kontrol ve liderligini sürdürmek istemesi.2 Antlasma, 1995 Ekimindeki ateskesi kodifiye ederek yeni çatısmaları engellemek ve Bosna-Hersek’e uluslararası alanda bir kisilik kazandırmakla beraber getirdigi sistemle sürdürülebilir ve sürekli bir barısı henüz tesis edememistir. Savaş boyunca Batının yatıstırma egilimine uygun olarak bu antlasma bir yönüyle saldırganları ödüllendirmiş ve milliyetçi liderleri iktidarda bırakmıstır. Bu liderler uzlasma ve entegrasyonun önünü tıkamıs, mültecilerin ülkelerine dönmelerini engellemiş ve kisileri yerlerinden sürmüslerdir. Antlasmanın karsı karsıya bulundugu önemli handikaplar sunlardır: Antlasma NATO gücüne dayanmakla birlikte, merkezi kurumlarla birlikte uniter devleti ayrı ayrı ordulara sahip iki ayrı entiteye bölmesi, kuvvet sınırlandırmasını öngörmesi ve önemli hukuksal bosluklarıyla birlikte antlasmanın iyi koordine edilmeyen sivil ve askeri 
yönlerinin yetersiz olması.3 

Bu antlasmanın dört önemli yapısal zayıflıgı bulunmaktadır:4 

Birincisi, her ne kadar Bosna-Hersek Devleti’nin üniterligini görünüste 
desteklemesine ragmen, ülkenin bölünmüş halini etkinlestirmekte ve entegrasyonu zorlasmaktadır. İki entite farklı vatandaslık, farklı yönetim 
yapısıyla her biri devlet olmanın bir çok imtiyazından faydalanmaktadır. Merkezi yapının fonksiyonları o kadar düsük seviyededir ki entitelerde yasayan kisilerin tek devletin vatandasları olduguegilimi bulunmamaktadır. Bu da tek bir devletin kimlik bilincini önemli ölçüde zayıflatmakta ve üniter yapının yolunu tıkamaktadır. 

İkincisi, antlasma etnisiteyi onaylamaktadır. 

Üçüncüsü, antlasma barısın sivil yanını düzenlemekle beraber barısın askeri ve güvenlik yönü üzerinde daha çok durmaktadır. 

Dördüncüsü ise, antlasmanın öngördügü siyasal, sosyal ve ekonomik yeniden yapılanma süreci antlasmanın hedefinin göz ardı edilecek sekilde yürütülmekte dir. 


Antlasmanın askeri konulara ve güvenlige iliskin maddeleri uygulanırken, sosyal, ekonomik ve siyasi alanlardaki hükümlerinin yerine getirilmesinde arzulanan hedeflere tam manasıyla ulasılamadıgı görülmektedir. Antlasmayla gelen fiili barış henüz bozulmamış olmakla beraber, tarafların kendi inisiyatifi dısında dış güçlerin zorlamasıyla imzalanan antlasma ileride savasın tekrar patlak vermesine neden olacak hükümleri de içermektedir. Gerek toprak paylasımı gerek devlet yapısından tatmin olmayan Sırpların ve Hırvatların ellerine imkân geçtigi takdirde Sırbistan ve Hırvatistan’la birlesme niyetlerini korumaları nihai barısın önünde bir tehdit olarak degerlendirilmektedir. Bosnaklar ve Hırvatların bir federasyon çatısı altında birlesmeleri uygun görülmüsken, savası baslatan halk olarak kabul edilen Sırpların etnik temizlik politikalarıyla belirlenen sınırlarının antlasma ile bir cumhuriyet olarak onaylanmış olması antlasmanın en zayıf yönlerinden birini olusturmaktadır. 

Çok esnek bir merkezi hükümetin yanı sıra üç üyeli cumhurbaskanlıgı, merkeze ve entitelere ait olmak üzere üç adet parlamento, 10 kanton meclisi ve Brcko özel yönetimin meclisi ve benzer sekilde üç adet yargı mercii ve kantonlar ile Brçko’ya ait alt meclisler bulunmaktadır. BM yüksek Temsilcilerinden eski temsilcisi Paddy Ashdown’un deyimiyle “Bosna-Hersek en az 1200 yargıç, 760 yasa yapıcı, 180 Bakan ve 4 hükümete sahiptir” Devlet gelirlerinin yıllık 
yüzde 40’tan fazlası bu çok yapılı devlet sistemine harcanmaktadır. Bu bakımdan uluslararası yardımlarının çogu devletin ekonomik gelismesi için kullanılama maktadır. 1 

Dayton Antlasması Bosna-Hersek’in tarihsel, sosyal ve etnik gerçekligini ve bölge devletleriyle olması gereken denge unsurunu göz ardı etmistir. Savaş 
süresince yogun etnik kıyımın yasandıgı Visegradd, Srebrenica, Zvornik, Foça ve Drina boyundaki Bosnak bölgelerin Sırp Cumhuriyeti toprakları olarak tescil edilmesi, bu antlasmanın önemli dengesizliklerinden biridir. Etnik temizlik yapılan yerlere Sırplar ve Hırvatlar yerlestirilerek “bölge açma” politikası yürütülmüstür. Dayton’da bu gerçeklik göz ardı edilerek bu sekilde yerlesen halklara “bölge halkları” olarak kabul edilmiş ve bu sosyal dagılım üzerine antlasma düzenlenmistir.2 Bosna-Hersek topraklarının % 51’ni BosnakHırvat 
Federasyonu’na, % 49’nu Sırp Cumhuriyeti’ne tahsis eden antlasmadan aslında Bosnaklar oldugu gibi Sırp ve Hırvatlar da memnun degildir. 


Bosnak Federasyonu, Sırp Cumhuriyeti’nde yerlerinden edilmiş Müslümanların eski yerlesimlerine dönmeleri isterken Sırplar ise buna karsı çıkmaktaydı.1 
Bununla birlikte Antlasmanın Ek-7 bölümü, yerlerinden ayrılmak zorunda kalan bütün insanların eski yerlesim yerlerine dönmeleri konusunda düzenleme getirmekteydi. Sırp tarafının engellemelerine ragmen geri dönüş gerçeklesmiş olmakla birlikte henüz tam yeterlilikte degildir. 2003 yılında BM Mülteciler Yüksek Komiserligi (BMMYK) tarafından yayınlanan bir rapora göre, 1995'ten bu yana bir milyon dolayında mülteci, diger bir deyisle Bosna-Hersek'teki çatısmalar sırasında evini terk etmek zorunda kalan insanların neredeyse yarısı evlerine döndü. Bu kisilerin 400 bin kadarı, etnik azınlık olarak tanımlanacakları yerlere geri döndüler. 2002 yılında, bir rekor kırılarak sekiz yıl ya da daha uzun bir zaman önce yurtlarını terk etmek zorunda kalan 102 bin kisinin evlerine geri dönmesi saglanmıstı. BM yetkilileri tarafından 5 Subat 2003 günü yapılan açıklamada, geri dönüslerin 2003'te de sürmesinin beklendigi belirtildi. Artan dönüş rakamları, ülkedeki durumun gelismesine ve yetkililerin yurtlarını terk eden kisilerin evlerine yasadısı bir biçimde yerlesen kisileri buralardan çıkartmak için gösterdikleri çabaya baglanıyor. BMMYK raporunda, 367 bin dolayında 
Bosnalının hâlâ yurtlarından ayrı yasadıgı, savaş sırasında ülkesini terk eden kisilerin bir milyondan fazlasının ise hâlen yurt dısında oldugu tahmin ediliyor.2 Oysa 2008 yılında Bosna-Hersek Baskanlık Konseyi`nin Müslüman üyesi Haris Silayciç ile yapılan bir görüsmede3 yarım milyondan fazla Bosnalının yurtdısında yasadıgı, çogunun evlerine dönmedigi gerçegine dikkat çekilmistir. Bu da antlasmanın Ek-7 bölümünün 13 yılı askın sürede yeterince uygulanmadıgını ortaya çıkartmaktadır. 

Özerk Brcko Bölgesinin nihai statüsünün belirlenmemiş olması, topluluklar arasında etnik kin ve nefretin halen devam etmesi, altyapı, egitim, saglık, yeni konut ve iş alanı yaratma konularında asılması gereken büyük engeller Dayton Anlasması’nın diger basarısız yönleri arasında sayılmaktadır.4 Antlasmanın Amerikalı müzakerecisi Richard Holbrooke’a göre; Dayton’un getirdigi federasyon sistemi tek multi etnik yapının sürdürülmesinde en optimal yol olmasından kaynaklanmakyadı. 

Ülkeyi etnik çizgilere göre bölmek hem çok büyük mülteci akınına sebep olacaktı hem de ülkenin pek çok yerinde azınlık grupları halinde yasayan Sırplar, Hırvatlar ve Müslümanlar evlerinden kaçmak zorunda kalacagı için toprak ve ev paylasımından dolayı çatısmaların yeniden baslaması kaçınılmaz olacaktı.1 Buna karsın, Bosna-Hersek tek devlet halinde varlıgını sürdürse de Holbrooke, antlasmada bazı zaaf ve kusurların oldugunu kabul etmektedir. Ona göre; bu antlasmanın en ciddi kusuru bir tek ülkede birbirine düsman olan Sırp ordusuyla Hırvat-Müslüman Federasyonu olmak üzere iki orduyu bırakmasıdır. Bunun nedeni, görüsmeler sırasında NATO, tarafların silahtan arındırmayı bir görev 
mecburiyeti olarak üstlenmemesidir. kinci kusur ise; Sırp kesiminin “Sırp Cumhuriyeti” adının sürdürmesine izin verilmesidir. Bu ismin verilmemesi gereken büyük bir ödün oldugu sonradan kendisi tarafından da anlasılacaktır.2 Çünkü özellikle, Kosova’nın bagımsızlıgını engellemek isteyen Sırbistan, Bosna-Hersek’teki Sırp Cumhuriyetinin de bagımsız bir devlete dönüsebilecegi veya Sırbistanla birlesebilecegi sinyalini vermesinin yanı sıra Bosnalı Sırplar da bu konuda aynı paralelde politika izlemistir3. Kosova’nın bagımsızlıgı karsısında Sırpların bu tutumu Dayton Antlasması’nın zorunlu olarak degistirilmesini de gündeme getirmistir. 

Aslında İngilizce olarak yazılmış Dayton Antlasması’nın yerel dillere resmi çevirisi yapılmamış olması da önemli sorun olarak dikkat çekmektedir. “Republika Srpska” deyimi ngilizce metinde de bu Sırpça biçiminde kullanılmıstır. Bu deyimin Dayton Antlasması’yla kurulacak yeni Bosna-Hersek Devleti’ni 
olusturan parçalardan biri olan Sırp etnik grubunun egemenligindeki Cumhuriyet ile “Eski Yugoslavya”’nın parçalanması üzerine 1992 yılında kurulmuş olan “yeni” Yugoslavya’nın iki biriminden biri olan Sırbistan Cumhuriyeti’ni ayırt etmek için kullanıldıgı4 ileri sürülmüstür. Böyle bir gerekçelendirme ileride 
sorunlara yol açması ihtimali dikkate alınırsa kanaatimizce isabetli degildir. Gerçekten böyle bir adlandırma bir yönüyle Bosna-Hersek Devleti’ndeki Sırp entitesi ile Yugoslavya’daki Sırbistan Cumhuriyeti’nin ileride birlesmesine daha fazla hizmet edecektir. Gerçekten de adeta devlet içinde bir devlet olan Bosna-Hersek topraklarının yüzde 49’una karsılık gelen Sırp Cumhuriyeti vatandaslarının Saraybosna’yı degil, Belgrad’ı baskent olarak kabul ettigi önceden de bilinmektedir. 

Kosova’nın gelecekteki statüsü üzerine müzakereler baslayınca, Belgrad daha açık bir sekilde Sırp Cumhuriyeti’ni kendi amaçlarına yönelik kullanmaya baslamıstır. “Kosova bagımsız olursa, Sırp Cumhuriyeti de bagımsız olabilir” kartı üzerinde oynayan Belgrad, Bosna-Hersek’in içislerine karısmaya devam etmektedir. Dahası, Sırp Cumhuriyeti’yle “özel iliskiler” gelistirmiş olması dısında, Belgrad’ın son zamanlarda Bosna-Hersek’in daha küçük bu 
biriminin “ekonomik atardamarlarını” satın alma stratejisiyle mesgul oldugu gözleniyor. Örnegin, 5 Aralık 2006’da Sırbistan telekom sirketi, Sırp Cumhuriyeti telekom sirketinin yüzde 65 hissesini, oldukça yüksek bir fiyattan satın almıstır. Bu yatırım kararının ekonomik degil, siyasi oldugu yönünde yaygın bir inanç var.1 

Sırp entitesinin zaman zaman anayasaya aykırı faaliyetlerinin oldugu da gözlemlenmektedir. Nitekim entite hükümeti’nin, ‘yakın zaman önce 
aldıgı bir karar sonrası Brüksel'de açılmakta olan Temsilciligin ardından, ve Washington’da da temsilcilik açılacagını’ duyurması tepkilere yol açmıstır. Bosna-Hersek Baskanlık Konseyi Dönem Baskanı Haris Silajdzic, 14 Eylül 2008’de Saraybosna'da yaptıgı bir basın toplantısında, "Sırp Cumhuriyeti’nin Bosna-Hersek anayasasını ihlal ettigini ve bagımsız bir devlet gibi davrandıgını" ifade etmistir. Milorad Dodik baskanlıgındaki Sırp hükümetinin, merkezi otoritenin yetki alanına girecek temas ve girisimlerde bulundugunu kaydeden Haris Silajdzic, ülkenin dış politikasında belirleyici tek merciinin kanunen Bosna-Hersek Devleti oldugunu vurgulamıstır.2 

Sırp Cumhuriyeti’nin Anayasa’yı ihlal eden otonom davranıslarına, Yüksek Temsilcilik tarafından müdahale edilmeyerek kayıtsız kalınması da dikkati çekmektedir. İstedigi takdirde yöneticileri de görev alabilen geniş yetkiye sahip olan Yüksek Temsilcilik devletin karar alma sürecine fazla müdahale etmemesi bir yönden entiteler arasında çözülmesi gereken bir sorun olarak düsünüldügünden bu konudaki sorunlar da çözümsüz kalmaktadır. Bosna-Hersek’te yasanılan sorunların Yüksek Temsilcilik ve EUFOR tarafından 
çözülemediginden bahisle bu güçlerin Bosna-Hersek’i adeta ABD ve AB’nin bir “manda yönetimi” haline getirdigi dile getirilmektedir. Bosna-Hersek’in siyasi alanda bagımsızlasması ve demokratiklesmesi, iktisadi alanda gelismesi ve sosyal-politik alanda barısın güçlenmesi için altı politikanın uygulanması önerilmektedir: 

(a) ABD ve Avrupalı büyük devletler ile olan iliskiler radikal bir biçimde yeniden gözden geçirilmeli ve yeniden düzenlenmelidir. 
(b) EUFOR ve Yüksek Temsilcilik ülkeden çekilmelidir. 
(c) Ülkedeki Bosnak, Sırp ve Hırvat milliyetçiligi zayıflatılmalıdır; 
(d) Anti-milliyetçi partiler ve siyasetçiler desteklenmelidir. 
(e) Sivil halk siyasi ve iktisadi alanlarda örgütlenip karar alma mekanizmasına daha etkin bir sekilde katılmalıdır. 
(f) Geçmiste yasanılmış olan bütün kötülüklere ragmen, Bosnakları, Hırvatları ve Sırpları içine alan ve uzun bir tarihsel süreçte ortaya çıkmış olan Bosna-Hersek Kültürü ve Bosna-Herseklilik kimligi yasatılmalı ve gelistirilmelidir. Bu amaçla, II. Dünya Savası sırasında gelistirilmiş ve 80’li yıllarda terk edilmiş olan meshur “ bratstvo i jedinstvo (kardeslik ve birlik) ” anlayısı tekrardan canlandırılmalıdır. Bu, geçmise duyulan romantik bir özlem degildir; bugünkü Bosna-Hersek’in en büyük ihtiyacıdır.1 

Böyle olmakla birlikte, bunları önleyen, yasanan savaş izlerinin atılması için toplumları kaynastıracak sosyal, ekonomik ve egitim reformunun hayata geçirilmesi gerekecektir. Bunun için sadece toplumların inisiyatifi yeterli olmayıp; BM, AB ve ABD olmak üzere uluslararası toplumun da destek vermesi gerekecektir. Yüksek Temsilciligin en çok elestirildigi taraf, antlasmanın askeri ve güvenlik yönünü gözetmek ve yürütmekle beraber sivil yönünü yeterince yürütmemesidir. Kaldı ki, Bosna-Hersek’teki Yüksek Temsilciligin yönetimini I. Dünya Savası kosullarının getirdigi ve daha çok isgalci gücün, ahali halk üzerinde yönetiminin mesrulastırılmasına hizmet eden manda yönetime benzetmek pek gerçekçi degildir. Burada iç savastan kaynaklanan ayrısmaların etnisiteler arasında tekrar savasa yol açmanın engellenmesi ve toplumların tekrar bütünlesmesini saglayacak tedbirlerin uygulanması gibi amaçlar söz konusudur. Bu açıdan Yüksek Temsilciligin kendisine yüklenen bu misyonun geregini yerine getirip getirmedigi yönünden elestirilmelidir. Bosna-Hersek’te kalıcı barış ve istikrar ile normal isleyen bir devlet yapısı olusturulması durumunda uluslararası gücün ve Yüksek Temsilciligin görevi de bitecektir. 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


****


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder