24 Ekim 2016 Pazartesi

ENVER PAŞA'YA SUNULAN ÖNEMLİ BİR RAPOR VE BUNUN IŞIĞINDA BİR DEĞERLENDİRME




ENVER PAŞA'YA SUNULAN ÖNEMLİ BİR RAPOR VE BUNUN IŞIĞINDA BİR DEĞERLENDİRME,



Dr. Vahdet KELEŞYILMAZ,












ENVER PAŞA

I. Dünya Savaşı'nda meydana gelen ilginç faaliyetlerden biri de esir alınan askerlerin kendilerini cepheye sevk eden güçler aleyhine bilinçlendirilip
yönlendirilmeleri için yapılan çalışmalardır. Bu faaliyetlerin hem İtilaf Devletleri ve hem de İttifak Devletleri tarafından yapıldığına dair belgeler vardır. Bu yolda Osmanlı Devleti'nin de içinde bulunduğu grup tarafından yapılan faaliyetlere ışık tutan bir rapor, Halim SabW Bey tarafından Enver Paşa'ya sunulmuştur.

Harbiye Nezareti tarafından Almanya ve Avusturya'daki Müslüman esirleri ziyaret edip vaz u nasihatte bulunmak üzere görevlendirilen Halim Sabit,
İstanbul'daki Alman elçiliğinin kılavuz olarak yanına verdiği Arapça ve Fransızca bilir bir Alman konsolos ile birlikte Berlin'e ulaşmıştır". 

Bu konsolosun refakatiyle burada görmesi gerekenleri ziyaret eden Halim Sabit'in gözlemleri ve buna dayalı değerlendirmeleri son derece önemlidir.

O'nun belirttiğine göre, ziyaret ettiği dairelerin temsilcileri olan kişiler sorunun Türkiye tarafından dikkate alınmasından memnun görünüp Müslüman esirlere konuk gözüyle baktıklarını söylemişlerdir. Burada ilginç olan bir nokta da Müslüman esirlerin aydınlatılmasına başlamak ve hatta bütün Şark işleriyle
uğraşıp özellikle Müslüman kavimleri Almanlara tanıtmak ve İslam aleminde birlik ve uyanış sağlanmasına doğru yürümek üzere bir idarenin kurulmuş
olduğunun Halim Sabit'e haber verilmesidir. Kılavuzunun refakatiyle "Şark /daresi" olarak anılan bu kurumu ziyaret eden Halim Sabit, bu idarenin" ibtida
öte ve berü Şark işleriyle meşgul Baran Oppenheim denilen zengin bir bankerin marifetiyle" kurulmuş olduğunu belirtmektedir. Şüphesiz Halim Sabit'in
hakkında kendisine söylenenleri naklettiği Şark Idaresi; pek çok örnekleriyle bilindiği üzere emperyalizmin keşif kolu olan oryantalistıerin istihdam ve
işbirliğiyle yürütülen, İngiltere, Fransa gibi ülkelerde benzerleri olan kurumlardan farklı değildir. Bu idare başlıca şu şubelerden oluşuyordu:

1. Şimal Müslümanları Şubesi
2. Kafkas Müslümanları Şubesi
3. Arap Müslümanları Şubesi
4. Hind Şubesi
5. Türk Şubesi
6. Fars Şubesi

Bu şubelerin hepsinde ilgili kavimlerin dilleriyle konuşan ve yazan katipler de vardı. Ancak Halim Sabit'e göre, bunlar güzel seçilmediklerinden istenilen
hizmeti göremiyorlardı. Bu şubeler tarafından Şimal Türkçesiyle, Farsça, Arapça, Hindce, Rusça gibi dillerde "El Cihad" adıyla gayri mevkut gazeteler yayınlanıyor du3
    Bu gazetelere konulacak makaleler önce Almanca olarak yazılıp sonra çeşitli Müslüman lisanlarına çevriliyordu. Gerek yazanlardaki eksiklikten gerekse çevirideki yetersizlikten dolayı esirler tarafından okunacak nesnelerin anlaşılmaz bir hale geldiğini, bu gazetelerin taş baskı olmasının da okunaksızlığı artırdığı nı ve bu ciheti yetkililere söylediğini belirten Halim Sabit; Almanların isteği üzerine, orada bulunduğu sürece Şimal Türkçesiyle " Cihad, Hicret, Vahdet-i Milliye, Hicretin Tarikleri" ve sair hususlara ilişkin yirmi üç makale yazmıştır. Böylece Şimal Türkçesiyle çıkan El Cihad, diğer katkılarla birlikte makaleleri bakımından az çok yoluna girmiştir.

Halim Sabit/in katiplerin yetersiz olduklarına ilişkin görüşü, oryantalist kafasıyla Almanca yazılıp daha sonra kendisinin ana dili olan Şimal Türkçesine çevrilerek yayınlanmış olan yazıların gerek söylem ve gerekse dil ve anlatım bakımından eğretiliğiyle ilgili olsa gerektir. Çünkü böyle bir yargıya varabilmenin tek yolu evvelce belirttiği şekilde yazılmış olan makaleleri incelemektir. Aksi takdirde böyle bir yargıya varabilmesi mümkün olamazdı.

Bu nedenle O/nun tercümanların yetersizliği konusundaki eleştirel görüşünü Şimal Türkçesine çeviri yapanlarla sınırlamak ihtiyatlı ve yerinde bir
değerlendirme olur. Çünkü yazılanları gözden geçirmek için Hindce, Farsça değil de kendi ana dilinde yapılan yayını incelemiş olması hem aklın hem de
ifadelerinin bir gereğidir 4. O/nun yazanlardaki eksiklikle ilgili ifadesi ise kendi formasyonuna uygun ve El Cihad adına yaraşan bir içerik ve söylemi varışından
önceki neşriyata yansımayışının bir ipucu olarak değerlendirilebilir. Gazeteleri okunaksızlaştıran taş baskı ise teknik nedenlerden kaynaklanmıştır. Çünkü Berlin/de (o dönemde kullanılan) Türkçe harfler ile dizgi yapacak kişiler bulunmadığı ve Avusturya/dan temin edilenlerden işi sürdüreni de iyi olmadığı için başka çare kalmamıştır. Bu nedenle Almanlar dizgi yapmak üzere Türkiye/den birkaç genç mürettip istemişlerdir.

Alman Hariciye Nezareti/ne bağlı Şark işleriyle uğraşan dışişleri görevlileri ve meşhur oryantalistlerin bir danışma kurulu etkinliği çerçevesinde gerektikçe bir araya geldiklerini ve bunların hemen hepsinin "Islam Politikası" izleyen kişilerden oluştuğunu yaptığı görüşmelere dayanarak belirten Halim Sabit'in; "burada bizimkilerden bazıları olsa gerek Türkiye/deki milli cereyanları Islam Politikası/na muhalif gibi göstermişler ve hatta ikna eder gibi olmuşlardır" demesi ve bu konuyu idarenin müdürü Sabinker ve idare azasından meşhur oryantalist Hartman ile uzun uzadıya konuştuğunu, Türk milliyet perverlerince
lslam Politikası/nın neden ibaret olacağını açıkladığını ve onların da "bu cihetin içtimalarında dahi refikleriyle müzakere edileceğini" söylediklerini belirtmesi
-dönemin koşullarını, Jöntürk karşıtı propagandaların içerik ve söylemini iyi 
4. Hind Uhuvvet-i İslam Cemiyeti kurucusu olan Muhammed Abdülcebbar Hayri, Teşkilat-ı Mahsusa'nın Umur-ı Şarkiye Müdürü Ali Başhamba'nın isteği üzerine Berlin'e yapmış olduğu son seyahate ilişkin olarak 26 Haziran 1331 (9 Temmuz 19] 

5) tarihinde İstanbul'da sunduğu raporda "The Orienta] Büreau in Berlin publishes newspapers for the prisonmen. Newspapers ealled Allehad are published for The  Arabs and The Tartars. But for The Indians no A] Jehad ... only a paper Hindustan." ifadesiyle Şark Jdaresi tarafından Hindlilere yönelik olarak, Araplar ve Tatarlar  için olduğu gibi El Cihad adıyla değil de Hindustan adıyla neşriyat yapılmasını eleştirmiştir. Bu en azından o anda Hindliler için yapılan yayının EI Cihad adıyla olmadığına işaret etmekle bizim ihtiyatlı yaklaşımımızın yerindeliğini desteklemektedir.

Bilmeyenleri şaşırtabilecek ancak varlığına şüphe ölmayan- önemli bir sorunu ortaya koymaktadır. Hatta Almanlann, bu konuda makaleler yazılacak olursa
çeviri yoluyla Alman gazetelerinde yayınlattınlacağını bildirmeleri de sorunun büyüklüğünü kanıtlar. Halim Sabit'in beyanıyla muhataplan "İslam Mecmuası"nın bu gibi işlerle meşgulolduğunu anladıklanndan bu dergideki makaleleri Almancaya tercüme ettirerek yayınlayacaklannı söylemişlerdir.
Türkiye'deki milli cereyanlarla Jslam Politikası'nın nasıl bağdaştınlacağını Almanlara anlatmak -Katolik Avusturya, Ortodoks Bulgaristan ve Protestan
Almanya ile Türkiye'nin bir arada olduğunu vurgulayan Cihad-ı Ekber karşıtı propaganda yapılırken- Almanlann İslamcılığını(!) Müslüman esirlere
anlatmaktan daha zor olmasa gerekti. Fakat sorunlann değinilenlerden ibaret olduğu söylenemezdi. çünkü Halim Sabit'in Türklük, Alman kamuoyu ve Şark
Jdaresi ile ilgili bilgi, görüş ve değerlendirmeleri görevinin önünde başka sorunlar da olduğunu göstermektedir:

"Almanya'da ve bilhassa Şark işleri ile meşgulolanlar arasında Türkleri tanımak arzusu pek kuvvetlidir. Fakat Almanların şimdiye kadar Türkler hakkında 
ve Türkler arasındaki ilmı ve milli cereyanlar hakkında malOmatları pek azdır. Türkleri; Faslı, Mısırlı, Cezayirli Müslümanlarla aynı seviye-i içtimaiyede addedenleri de yok değildir. 
Işte bu cihetten Almanya efkar-ı umumiyesi tenvire muhtaçtır. Aynı zamanda bu maksat kolaylıkla da hasıl olabilir. Türkler tarafından yazılan her türlü makale için Alman gazetelerinde yer bulunacağını Şark Idaresi vaad ediyor.

Bu Şark Idaresi'nin savaş zamanlarına mahsus olmayıp daimi olacağı da söyleniyor. Bu idare doğrudan doğruya Ittihad-ı Islamcıdır. Ye bu maksada göre teşkil edilmiştir. 
Bu ciheti açıktan açığa söylüyorlar. Fakat bunu, bu işi kendi elleriyle kendi kuvvetleriyle yapmak istemiyorlar. Bundaki maksatları hakkıyla anlaşılamıyor. 
Olabilir ki Almanlar Şarkta ıngilizlerin yerine kaim olmak istiyorlar. Onun için o idarenin faaliyetinden haberdar olan hükOmetimiz için faydalı olsa gerek.5"

Belki de Halim Sabit'in karşılaştığı sorunlann en büyüğü, Almanya'daki Türk asıllı esirlerle yüz yüze görüşememiş olmasıdır. Bunun nedeni ise, bu dönemi inceleyenlerin cepheler dışındaki ölüm sebepleri arasında çok sık rastlaya bilecekleri, kolay bulaşan ve hızlı yayılan ölümcül bir hastalıktır:
"Asıl sebeb-i azimetimiz olan üsera ile temas meselesine gelince ... Bu vazife tamamıyla ve arzu ettiğimiz vechile ifa olunamadı. Rus ordusunda lekeli humma
bulunduğundan Islam esirleri de bundan kurtulamamışlardır. Müslümanlar Rus esirlerinden tefrik edilmiş iseler de yine bu hastalık aralarından çıkmamış ve muhtelif  fasılalar ile aralarında hastalıklar vukua gelmiştir. Işte bunun için Türk esirleri de karantina altına alınmışlardır.

  Ben Berlin'e erişmeden bir iki hafta mukaddem karantina kaldınlmış ise de birkaç gün sonra tekrar yedi neferde birden hastalık alaimi görülmesiyle tekrar altı haftalık bir karantina yazma lüzum görülmüştür. İşte bizim Berlin'e yürüdumuz şu tarihe tesadüf etti. Bundan dolayı Şimal Müslüman esirleriyle görüşmek kabil olmadı. 
Söyleyecek sözleri ancak makale suretinde yazarak El Cihad ceridesine yerdim.6"

Bununla birlikte Cezayirli, Tunuslu ve sair Müslüman esirler arasında bulaşıcı hastalık bulunmadığından Berlin yakınında Wünsdorf denilen yerde
muntazam barakalarda bulunan binlerce Arap askeri ziyaret edebilen Halim Sabit, gördükleri ve duydukları karşısında hayal kırıklığına uğramıştır. Çünkü
esir Arapların az çok ileri gelenlerinde iyiden iyiye Fransız dostu bulunduğunu ve bunların okuyup yazmaktan mahrum pek çok ümmileri Fransız askeri
hizmetine sevk ettiklerini söyleyen Halim Sabit, bu askerler hakkında savaşa katılmadan evvel veyahut her nasılsa sonradan fena telkinlere maruz kalmış
olacaklar ki, Türkler hakkındaki fikirleri de pek iyi değil beyanını tanık olduğu bir diyalogla desteklemektedir. Bu konuşma Arapça bilen bir Alman subayı ile
Esir askerlerin alay beylerinden orta yaşlı bir Arap arasında cereyan etmiştir:

_ Peki Fransızlara yardımı siyaseten lüzumlu buldunuz, acaba Hazret-i Halifeye yardım etmek de dinen mecburi değil miydi?

_ Evet Hazret-i Halifeye yardım etmeli idik. Fakat bu mümkün olamadı. Jöntürklerin dinsiz halleri buna mani oldu. Ahali Jöntürk hükümetine ınanmıyor.

Bu sözleri sarf eden alay beyinin de içinde bulunduğu beylerin barındıkları dairenin dolaplarına bakan Halim Sabit'in gördüğü, açılıp da okunmamış El
Cihad gazetesi nüshaları ve açık saçık resimler olmuştur. Alman subayı, bu kitap ve resimlerin savaşa girmeden evvel Fransız kumandan tarafından anılan
beylere hediye edilmiş olduğunu söyleyince " görülüyor ki, Fransızlar bizim Arap kardeşlerimizi pek ince damarlarından yakalamış, onları hissiyat - şehvet perestaneleri vasıtasıyla dalalete sevk etmeyi düşünmüşlerdir? " kanısına varan Halim Sabit, diğer taraftan her türlü yolla iki kardeşin arasına nifak sokulduğu görüşünü de belirtmiştir. Alınanların bu Arap esirlerle ilgilenmekle görevlendir- dikleri kişiler ise, " meslek ve meşrepleri " Halim Sabit tarafından tam
olarak anlaşılamayan, Beyrut Sultanisi Fransızca muallimi Muhammed Salih ile Beyrut Polis Mektebi muallimlerinden Muhammed Sadık'tır

Avusturya'da ise Osmanlı Elçisi Hüseyin Hilmi Paşa ve Ataşemiliter Binbaşı Sadık Bey'le görüşerek Almanya'dakinin benzeri uygulamaların burada da yapılabilmesi için girişimde bulunulmasını dileyerek olur alınırsa bunun İstanbul'a bildirilmesini istirham eden Halim Sabit raporunda şu görüşlerini de dile getirmiştir:

"...Her halde Avusturyalıların da kendiliklerinden ve gerek Almanların ricasıyla İslam esirlere karşı olan muameleleri iyiliğe doğru gidiyor demektir. Hele Avusturya'daki  İslam esirleri de bir yere toplanırsa kendileriyle temas da kolaylaşmış olur. Fakat rehber olmak, doğru yolu göstermek için başlarında daimi olarak birer zatın bulunması  lazımdır. 
Hatta mümkün ise ya İstanbul'da yahut doğrudan doğruya Avusturya'nın kendisinde Şimal Türkçesiyle risaleler neşredilirse elbette faydalı olurdu. 
Ye bu risalelerden Almanya'daki esirlere de gönderilirdi. Şimal Türk esirlerinin yarısından ziyadesi okuyup yazdıkları gibi kalan tarafı da gazetelerdeki makaleleri  dinleyip anlayabilecek seviyededirler. Bu esirler ile temasta bulunan Alman memurları da bu ciheti anlamışlardır. Almanya'da on bin, Avusturya'da dokuz bin kadar Şimal Türk bulunmaktadır. Bu miktar temadiye artıyor da. Şu hale göre bunların gözlerini açıp fikirlerini tenvir edecek risaleler neşri  faydalı olur ümidindeyim."

Halim Sabit Bey'in İstanbul'a döndükten sonra 21 Mayıs 1331 (3 Haziran 1915) tarihinde9 sunduğu bu rapor, Türk ve diğer Müslüman esirlerin yer aldıkları kamplarda o ana kadar yapılan ve ileride yapılması tasarlanan faaliyetler kadar karşılaşılan ve ileride de karşılaşılabilecek güçlüklere ve bunların nedenlerine, ayrıca Almanların İslamcılığı ve bundan muratları konusuna ışık tutmaktadır. Raporda dikkat çeken önemli bir konu da din ve milliyetin ne kadar ve nasıl bağdaştınlabileceği sorununun varlığı ve düşman propagandasını yürütenlerin "Cihad-ı Ekber" ilanına mukabil "Jöntürklerin dinsizliği" söylemini geliştirdik -leridir. Bu söylemin anlık ve ayrık bir tespit olmayıp genel bir nitelik taşıdığı, Jöntürk karşıtı propagandalarda Panislamist söylemin  etkisini kırmak için çok ustaca bir yol izlenerek Padişah-Halifeyi hedef almayan, İttihatçıların Almanların aleti olduğunu vurgulayan bir yol izlendiği bilinmektedir.
Halim Sabit Bey Türkiye'deki milli cereyanların Panislamizme halel getirmeyeceğini Almanlara açıklamak için muhtemelen eklektik bir yaklaşımı
tercih ederek oldukça da yorulmuş olmalıdır. Çünkü tersine bir yaklaşımın o günkü koşullarda Türkler açısından hiç de yararlı olmayacağı açıktır. 

Bu nedenle Halim Sabit ve İttihatçıların İttihad-ı İslamı ısrarla vurgularnaları pratikte Osmanlı Devleti'nin bütünlüğü ve düşmanlarının çöküşünü gerektirecek,
bir söylem olmasındandır. Ancak burada asıl dikkat edilmesi gereken bir nokta da bu konunun Almanlar tarafından açılması ve önemsenmesidir. Bunun
nedenini "The Holy War, Made in Germany (Alman malı Cihad)" vurgusuyla devam eden karşı propagandanın daha da etkili olmasını önlemek amacına
bağlamak mümkündür. Ayrıca Almanların Türkiye'deki milli cereyanlann kuvvetlenmesinden bekleyecekleri bir şeyolmadığı da açıktır. Hatta savaşın
sonlarına doğru Türklerin yoğun olarak yaşadıkları bir bölge olan Kafkasya'daki Türk ilerleyişini kendi emperyal çıkarlan açısından kaygıyla karşıladıkları
bellidir. Panislamizm, sömürgelerinde yaşayan Müslüman halkın çokluğundan dolayı İngiltere açısından savaştan önceki çeyrek asırda üzerinde önemle
durulan bir tehlike olmuştur. Belki de bu nedenle Panislamist propagandanın etkilerini olabilecek en az zararla atlatmalan açısından Ingiliz Intelijensiyası'nın
karşı propaganda ve eylemleri başarılı olmuş ve hatta Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in isyan etmesini sağlayarak baskın çıkmıştır. 1. Dünya Savaşı
sonrasında yediği darbelerle Osmanlı Devleti tarihe kanşırken öz yurdunu Milli Mücadele ile kurtaran Türk ulusu için Osmanlı yapısıyla birlikte Panislamizm
de tarihe karışmıştır:

Atatürk, aklın ve gerçegın ışığıyla ulusal birlik için ulusal kimlik ve ulusal kültür yolunu çizmiştir. O'nun vurguladığı ulusal kimlik;Türkiye'nin geleceğini kurmaya yönelik, dine saygılı fakat dine dayalı devlet düzenini, din ve mezhep ayrımcılığı nı reddeden, tarihin ve yaşanılan coğrafyanın getirdikleriyle barışık ve Türk ulusunu yakınlarıyla birlikte büyük ve geniş bir aile olarak gören, kendisini ayrı saymayanı ayırmayan, yurttaşlık bilincini geliştirmeye çalışan, akılcı ve gerçekçi bir milliyetçiliktir. Bu milliyetçiliğin abideleştiği an ise Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün onuncu yıl nutkunu bitirirken tüm kalbiyle " Ne Mutlu Türküm Diyene! " dediği zamandır.

Kaynakça;
1. Halim Sabit Şibay (1883- i946), aslen Kazan'lıdır. i8 yaşında İstanbul'a gelmiştir. 1910 yılında Darülfünun İlahiyat Şubesi'nden mezun olmuştur.
12 Şubat 1914- 30 Ekim 1918 tarihleri arasında İttihat ve Terakki'nin malı desteğiyle, daha çok modemist-İslamcı ve Türkçü-İslamcı şeklinde nitelendirilen Islam Mecmuası'nı çıkarmıştır. Bu dergide yayınlamış olduğu makalelerinde dinle milliyet arasında bir aynm yapmayı Türk milletinin tarihi ve  kültürel gerçekleri açısından yanlış bulmuş ve bunun tartışılmasını bile gereksiz görmüştür. Uzun dini tahsili sayesinde, İslamiyet ve özellikle İslam tarihi ve fıkhı  üzerine derin vukuf kazanan, II. Meşrutiyetten sonraki yıllarda hutbelerin Türkçe okunmasını ilk teklif edenler arasında yer alan Halim Sabit'in çeşitli yazılarında dini sorunlann meşihata, hukuki ve ilmi olanlann da Adliye ve Maarif nezaretlerine bırakılmasını istemesi modernist-İslamcı olarak  tanınmasına ve muhafazakar-İslamcı çevreler tarafından bazen ağır bir biçimde eleştirilmesine yol açmıştır. 
Bkz. Ali B1RINCI-TOba ÇAVDAR,"Halim Sabit Şibay", TDV İslam Ansiklopedisi, C. iS, İstanbul, 1997, s.336-337.
2. ATASE Arşivi, K:1846, 0:83, F:1. (Bundan sonra arşivadı verilmeyecektir. K: Klasör, D: Dosya, F: Fihrist anlamında kullanılmıştır.)
3. K: 1846, D:83, El/ı.
4. Hind Uhuvvet-i İslam Cemiyeti kurucusu olan Muhammed Abdülcebbar Hayri, Teşkilat-ı Mahsusa'nın Umur-ı Şarkiye Müdürü Ali Başhamba'nın isteği üzerine Berlin'e  yapmış olduğu son seyahate ilişkin olarak 26 Haziran 1331 (9 Temmuz 19] 5) tarihinde İstanbul'da sunduğu raporda "The Orienta] Büreau in Berlin publishes  newspapers for the prisonmen.
Newspapers ealled Allehad are published for The Arabs and The Tartars. But for The Indians no A] Jehad ... only a paper Hindustan." ifadesiyle Şark Jdaresi tarafından  Hindlilere yönelik olarak, Araplar ve Tatarlar için olduğu gibi El Cihad adıyla değil de Hindustan adıyla neşriyat yapılmasını eleştirmiştir. Bu en azından o anda Hindliler için yapılan  yayının EI Cihad adıyla olmadığına işaret etmekle bizim ihtiyatlı yaklaşımımızın yerindeliğini desteklemektedir. (K:35, D: ı403, F: ı117)
5. K:1846, D:83, F:I/2.
6. K: i846, D:83, F: 113.
7. K: 1846, D:83, F: 1/4.
8. K:1846, D:83, F:l/S.
9. K:1846, D:83, F:l/6.


****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder