İŞGAL EDEN ORDU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İŞGAL EDEN ORDU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ocak 2015 Çarşamba

KENDİ ÜLKESİNİ İŞGAL EDEN ORDU., BÖLÜM 2




KENDİ ÜLKESİNİ  İŞGAL EDEN ORDU., BÖLÜM 2






Devlet Kuranların Millet Kurgusu; 
27 Mayıs 1960 Darbesi(1): 

İhtilal’e Doğru 

Şüphesiz bir dönemi anlatmak belirli tarih aralıklarını konu edinmek değildir. Bir dönemi anlatmak geçmişini, yaşandığını dönemi ve sonrasını da gözlemlemeyi 
gerektirir. Her şeyden önce adaletli olmayı gerektirir. 






















Bize tarihin objektif olması gerektiği yalanını yutturanlar, subjektif anlayışlarına böyle bir kılıf uydurmuştur. Objektif alanlar onların olsun, biz tarihin 
ezenler ile ezilenler arasında yaşandığını bildiğimiz için terazimizin adı; adalet olsun. Bu nedenle bir darbe dönemini anlatmak isteyişimiz kısa süreli tarihe not 
düşmelerden fazlası olsun. Bu nedenle ezenlerin kurguladığı darbeci tarihin, ezilenlerin kefesinden yorumlanışı olsun. Varsın ezilenler lehine subjektif 
olsun. Anlatacaklarımız sadece yazılanların değil, yaşanılanların anlatıldığı bir ders olsun. Onlar er(me)sin muratlarına, biz de çıkmayalım kerevetine. Çünkü 
yazacaklarım masal değildir, bir dönemin bugüne sirayet eden tarihidir. 
























Türkiye’de siyasete milletin seçimlerine müdahaleler ile yön verildiği için bunun sonucu gereği çok farklı tarih anlatımları oluşmuştur. Darbecilerin gerekçeleri, sindirilmiş halkın sandık dışında bir kozunun olmayışı, her daim darbenin nedeni olan ordu, yahut ordu içinden bazı isimler, ordunun sivil tezahürü bu milletin yakasından düşmeyen CHP geleneği bir dönemi çok marjinal yaşa(t)mış lakin olması gereken buymuş gibi anlatmış, yazdırmış, inandırmış, devamlılığını kısmen de olsa sağlamıştır. İşte bu gelişmeler nedeniyle darbe dönemleri çok farklı anlatılır. Genellikle zulüm eylemlerine gereklilik nedeni isnad edenler, sentetik ortam oluşturmuş ve hukuksuzluğa kılıf uydurmuştur. Aslında vatan-millet haini olarak anılması gerekenler kahramanlaştırılmıştır. İşte bu çarpıklığın sonucunda darbeler, hiç olmaması gerenler listesinde değil, gerektiğinde meşrudur mantığıyla yorumlanmıştır. Neden bu yanlışa onay verelim ki? 


 Rivayet o dur ki; Deniz Baykal(?) öğrenci iken bir ortamda Adnan Menderes’in yakasına yapışmış, demokrasi(?) arzusunu dile getirmiştir. Bunun üzerine Menderes; ‘ başbakanın yakasına yapışmışsın, bundan daha büyük bir demokrasi tasavvur edebiliyor musun? ‘ diye sormuştur. İşte bu ülke, gerçek demokrasi sistemini getirmeye kalkışanların yakasına yapışan, diktatör militer bir sisteme demokrasi adını verenlerin gölgesinde, kapalı kapılar ardında keyfiyetine kurgular oluşturanların gölgesinde hemen hemen her on yılda bir zihinsel 
taarruzlardan geçirilmiş bir milletin ülkesidir. 







 27 Mayıs 1960 Darbesi, Türkiye Cumhuriyetinin ilk askeri darbesidir. Zihniyete göre Müdahale, Devrim, İhtilal, Darbe sıfatları kullanılmıştır. Milletin iradesine darbe yapanlar, güya milletin bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürüldüğü gerekçesiyle yola çıkmıştır. Yine en büyük darbe sebebimiz, laikliği koruma altında tutma endişesi, bu darbeye de gerekçe gösterilmiştir. 






 Tarihte biraz geriye gidelim… Kısa Kısa notlar girelim… Sürece Bakalım… 

 21 Temmuz 1946 Milletvekili seçimleri ülkede yapılan tek dereceli ilk seçimdir. Seçim tek derecelidir ama bu seçimin ‘ açık oy, gizli tasnif ‘ gibi acayip bir hükmü vardır. Şöyle ki: Seçim günü insanlar açık bir şekilde oy kullanır, sayımdan hemen sonra oy pusulaları yakılırdı. 



     6 OKTAN UZAKLAŞAN CHP


Bu dönem CHP ve onun başındaki(?) İsmet İnönü, 1946 seçimlerine CHP’nin İsmet İnönü kozuyla büyük bir rahatlık ile girmişler, 21 Temmuz akşamı açılan sandıklarda umduklarını bulamayınca türlü hukuksuzluklara başvurmuşlardır. Ve yine kendilerinden birinin Nadir Nadi’nin ifadesiyle: ” … Bütün hükümet kadrolarının CHP’yi tutması ile ve birçok kanunsuz işlemler sonucu olarak DP adaylarından önemli bir kısmı, kazandıkları oylardan yoksun bırakılmışlardır. ” Ve yine Hüseyin Cahit Yalçın’a göre: ” 1946 seçimlerinin her tarafta kusursuz cereyan etmiş olacağını iddia etmek gülünçtür. ” 

 Tüm bu engellemelere rağmen, Demokrat Parti, 7 Ocak 1946 yılında kurulmuş, bundan dört yıl sonra 14 Mayıs 1950'de tek parti dönemine son vererek iktidara gelmiş, bu fiiliyle bazı çevrelerin dikkat kesildiği bir oluşum olmuştur. Sırasıyla 1950, 1954, 1957 seçimleri ile iktidara gelmiş, on yıl boyunca iktidarda kalmış, bu demokrasi ortamına tahammül edemeyenler vasıtasıyla, İhtilal-Darbe yöntemiyle düşürülmüştür. 

 1950 yılının sonlarına doğru ordunun DP hükümetinden hoşnut olmadığı bilgisi Menderes’in kulağına gelmiştir. Nasıl memnun olsunlar ki? Halk iradeyi ele almış, sivil bir memur ülkeyi yönetiyor, korku zihinlerden uzaklaşıyor, militarizm dağılıyor. 

 Tarih, İhtilal’in öncesinde seçim sonuçlarından rahatsız olan ve Dokuz Subay Olayı gibi gizli yapılanmaların 1954 yılında ortaya çıktığını söylese dahi 27 Mayıs’ın mimarlarından birinin eylemlerinin daha eski yıllara dayandığı iddiaları da mevcuttur. Mesela Talat Aydemir ihtilalci fikirlerin kendisinde 1954'te doğduğunu iddia etse dahi, 27 Mayısçılardan Muzaffer Özdağ  ihtilal komitesine 1952 yılında katıldığını söylemiştir. 

 Darbecilerden Talat Aydemir şöyle diyor: 






”Bir münevver olarak,bir kurmay subay olarak, ilk önce ordu dahilinde düşüncelerime yakın düşünen arkadaşlar ile işbirliği yapıp, iktidarda bulunan partinin Türk ordusunu ihmal ederek düşürdüğü bu kötü durumdan kurtarma çarelerinin nelere olabileceğini ve ne şekilde hareket edilirse bu vaziyete bir son verilebileceğini planlamaya başladım. Bütün düşüncelerimi bu istikamete yöneltip Genel Kuram Başkanlığında zemin yoklayarak arkadaş aramaya başladım. Fikirlerime yatan hemen hemen hiç kimse bulamadığım için ümitsizliğe kapıldım. Sene 1954… ( Ve Talat Aydemir Konuşuyor ) 

 27 Ekim 1957 Seçimleri oldukça sert bir hava içerisinde yapılmıştır. DP’nin hukuksuzluk yaptığı iddiaları, bazı CHP’lilerin oy pusulalarının bulunmadığının iddia edilmesi, Antep’te önce seçimden CHP’nin galip çıktığı sonra bu kararın DP olarak değiştirildiği ( köy oylarının sayılmasıyla ), CHP’nin itirazları sonrasında oy pusulalarının Antep Adliyesi Binasına getirilmesi ve sonrasında oy pusulaları ile adliye binasının yanması hadisesi ortalığı bulandırmıştır. Sonra DP’nin konuyla ilgili haberlerin yayınlanmasını yasakladığı iddia edilmiştir. Sonuç olarak tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen DP seçimlerden %47'lik bir oranla galip çıkmıştır. 



 Darbenin çekiciliğinde, 1950 seçimlerinin sonuçlarını darbe gerekçesi olarak gören ordu içinden birkaç subay darbenin on yıl öncesinden bu darbeyi planladıklarına, girişimlerine başladıklarına göre acaba 1960 Darbesinin Menderes’in zorbalığı, baskıcılığı, ülkeyi ikiye böldüğü, hainlik yaptığı, halkın kan kustuğu gibi gereçeklere kim inanır? 

Hem çok daha sonraları bir sonraki yıkıcı darbemizin mimarlarının bir tuzağı olarak aynı silahın sabah bir ülkücüyü, akşam bir solcuyu öldürmek 
için kullanıldığı gerçeğini biliyorken tüm bu kurguya bugünlerde kim inanır? 

 Dönem içerisinde sadece ordu rahatsız değildir, CHP ve ona yakın çevreler, Kemalist akım fedaileri, 1980 Darbesini henüz yememiş olan, Kemalizm asidi içerisinde eriyeceğinden haberi olmayan Sol görüş sahipleri, her dönemin şakşakçılığını yapan medya, gazeteciler, her dönem kadrolaşmalarını ordu lehine göre ayarlayan bazı üniversite hocaları, kışkırtmanın en kolay olduğu yerlerden üniversitelerdeki üniversite öğrencileri de mevcut düzenden değil, sentetik kurgudan kaynaklı olarak rahatsızdırlar. 

 28 Nisan olayları için zemin hazırdır. 28 Nisan Olayı; İstanbul Üniversitesinde öğrenci ve polis çatışmasının yaşanması, bir öğrencinin öldürülmesi ve 27 Mayıs’a giden yolun açılmasıdır. 

Öldürülen öğrenci nedeniyle tarihe bir acı olarak geçen olayın faili Menderes Hükümetine bağlı olan polisler olarak gösterilmiştir. Ancak durumun bu hale gelmesinin asıl nedeni malum zihniyetin ortam hazırlamasıdır. 

 Demokrat Parti, başına gelecekleri hissedince 27 Mayıs’tan bir ay önce Tahkikat Komisyonunu kurmuştur. Dönem kısmen zorluğun olduğu ancak bu kısmi zorluğun çok abartıldığı, yalanların, iftiraların kol gezdiği bir dönem olduğu için komisyon, bu iftira ve yalan furyasının gerçek yüzünü ortaya çıkarıp TBMM’ye, Türk Milletine ve tüm dünyaya gerçeği sunmak amacıyla kurulmuştur. Ancak artık çok geçtir, düğmeye basılmıştır. Yalanlar rütbeliler eliyle gerçeğe büründürülmüştür. Her on yılda bir en az on kişiyi meşru(!) nedenlerle asmayı gelenek haline getirenler, her on yılda bir yüzlerce kişiyi gayri meşru şekilde öldürmeyi görev bilmiştir. 

Meseleye bugünlerden bakacak olursak… 

 27 Mayıs’a götüren süreç için elbet daha söylenecek çok şey, sunulacak çok belge vardır. Özellikle ordu içinde kah birlik oluşturarak, kah birbirinden 
haberi olmadan küçük darbe beyinleri oluşturmak isteyenlerin önce milletin iradesine ve haklarına pervasızca saldırmaları yanı sıra kendi içlerinde kendilerine güttükleri düşmanlık ayrı bir inceleme konusudur. Şu kısa kısa 
dönemsel bilgiler dahi dehşetin boyutunun ispatıdır. 





 Okuduğumuz ya da dinlediğimiz bir tarih dışında, çok yakın yaşadığımız 28 Şubat Post-modern Darbesi öncesi sürecini ve özellikle son yıllarda iddianame olarak ortaya atılan bir kısmı ispatlanan gerçekler ile 50 yıl öncesinin yaşananlarının ne kadar benzeştiğinin farkında mısınız? Bu tür girişimlerin ne acı sonuçları olacağının farkında mısınız? 

 İçinde yaşarken yorumlayamadığımız şeyler vardır. Kime hizmet ettiğimizi bilmeden tükettiğimiz mesailer vardır. Mesela bugün İlhan Selçuk’un nerede, neden yattığını biliyoruz. 

Mesela bugün faili belli olmasına rağmen, faili meçhul olarak anılan cinayetlerden birçoğu o dönem kutuplaşmalarının maktulüdür. Abdi İpekçi 
cinayeti, Uğur Mumcu cinayeti gibi bir zümrenin fail olarak lanse edildiği cinayetlere bugünlerden baktığımızda, aslında fail gösterilen zümreyi de maktul 
kılan zihniyetin aynı olduğunu görüyoruz. Bugün Uğur Mumcu’yu o dönemin darbe yandaşlığı yapan gazetecisi olarak değil de, hepimizi mahkum eden 
otoritenin katlettiğini, birbirine düşmanlık güden dindar çevrelerin ve sol çevrelerin aslında düşmanlığa gerek kalmayacak bir şekilde yaşayabilecek ortamının mevcut olduğunu, birbirimizi yok yere öldürdüğümüzü ancak bugünlere geldiğimizde görebiliyoruz. Tüm bu şiddetin faillerinin, kaybettiğimiz insanlarımızın ve heba edilmiş 50 yılımızın hesabını nasıl vereceklerini düşünüyoruz? Çok şükür saf değiştiriyoruz. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

..

KENDİ ÜLKESİNİ İŞGAL EDEN ORDU.,BÖLÜM 1



KENDİ ÜLKESİNİ  İŞGAL EDEN ORDU., BÖLÜM 1






KENDİ ÜLKESİNİ  İŞGAL EDEN ORDU,
Cemile Bayraktar 





Bu kitap Derin Düşünce Fikir Platformu’nun okurlarına armağanıdır. 

www.derindusunce.org 

İçindekiler 

Önsöz ...................................................................................................................................................................... 5 
Devlet Kuranların Millet Kurgusu; 27 Mayıs 1960 Darbesi...................................................................................... 6 
Devlet Kuranların Millet Kurgusu; 27 Mayıs 1960 Darbesi(1): İhtilal’e Doğru ........................................................ 8 
Devlet Kuranların Millet Kurgusu; 27 Mayıs 1960 Darbesi(2): Dayatılan Son, İhtilal! ........................................... 13 
Devlet Kuranların Millet Kurgusu; 27 Mayıs 1960 Darbesi (3): İhtilal Sonrası ....................................................... 18 
Devlet Kurabilirsiniz, Millet Kurgulayamazsınız! ................................................................................................... 22 
Devlet Kuranların Millet Kurgusu(4):Milleti Kıracaklardı, 12 Mart Muhtırası ....................................................... 26 
Yıldönümünde, Röportajlarla, Referandum Gölgesinde 12 Eylül Darbesi(1) ........................................................ 30 
Yıldönümünde, Röportajlarla, Referandum Gölgesinde 12 Eylül Darbesi(2)M. Nazım Öztürk ............................. 37 
Yıldönümünde, Röportajlarla, Referandum Gölgesinde 12 Eylül Darbesi(3):Osman Yurt .................................... 47 
Yıldönümünde, Röportajlarla, Referandum Gölgesinde 12 Eylül Darbesi(4):Mehmet Şahin................................ 54 
Yıldönümünde, Röportajlarla, Referandum Gölgesinde 12 Eylül Darbesi(5):Sonuç ............................................. 58 
15 yaşında işkence gördüm 12 Eylül’de!… Cafer Solgun ile Ülkenin Toprağından Acı Sökmek............................. 60 
Şeriat Nerede? 28 Şubat’ın Post’unun Altında ...................................................................................................... 66 
Laiklik Tehdit Altındaysa Halkı Tehdit Etmek Teferruattır: 27 Nisan ..................................................................... 70 


Önsöz 

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Normal bir ordu kaynaklarını emrinde olduğu milletten sağlar... Efendisi olan bu milletin gönüllü katkısıyla silah alır, asker toplar, YABANCI DÜŞMANLA savaşır. 

Normal ordular efendilerini yani milleti, o milletin vatanını korurlar ya da ganimet getirebilecekleri ülkeleri işgal ederler. Yine efendilerinin emri ve izniyle yaparlar bunu. 

Anormal ordular ise üniformalı eşkıyalardır. Disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. Üniformalı eşkiyalar ülkenin zenginliklerini tüketirler, geleceğini mahvederler. 

Kendisini ülkenin sahibi zanneden üniformalı eşkıyaların hakim olduğu ülkeler yabancı orduların işgali altında gibidir. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. 

Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. 

Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. 

Mehmet Yılmaz 



Devlet Kuranların Millet Kurgusu; 27 Mayıs 1960 Darbesi 

Sunuş: Tarih üzerine konuşabilmenin ön koşullarından biri de, objektif değerlendirmelerdir. Bazı toplumlar güdüleri ile değil, güdü(l)meleri ile varışlara ulaştırılmaya çalışıldığı için resmi tarihleri objektif olmaktan uzaktır. Sadece varış noktaları ya da varış süreçleri üzerindeki değerlendirmeleri değil sonuç üzerindeki değerlendirmeleri de bu güdülmelerden nasiplenmiştir. 

Ancak bu toplumlarda dahi toplumu oluşturan insanlar, biz onlara millet diyelim- güdülmelerine kendi içlerinden cevaplar üretirler. 
Yaşadığımız son 10-12 yılı göz önünde bulunduracak olursak; bir atasözü olan tarih tekerrürden ibarettir sözü, yahut İbn Haldun’un buyurduğu gibi suyun suya benzediği kadar, tarihin tarihe benzer sözü aslında bugün yaşadıklarımızın hemen hemen hepsinin 50 yıl önce de yaşandığının, en azından yoğun benzerlikler olduğunun kanıtıdır. Yani Türkiye Cumhuriyeti tarihi, gerçeği yaşayanlar ile yalanı yazanlar arasında gidip gelirken, aslında en büyük zararı 
yine Türkiyeli vatandaşlar görmüştür. Maddi olarak gerileyen ülkenin vatandaşları da manevi olarak daha doğrusu zihnen gerilemiş, irade bir türlü milletin eline geçmemiş, geçtiğinde zorla elinden alınmıştır. Halkın lehine(!) söylemleri ile yola çıkan darbe niyetleri, halkın aleyhine sonuçlar ile noktalanmıştır. 

Cumhuriyetin ilanından önce yeni Türk devletinin ilk siyasi partisi ‘ Halk Partisi ‘ 23 Ekim 1923'te resmen kurulmuştur. Daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi adını almıştır. Bu dönemden 1945 yılına kadar alternatif bir parti kurmak maalesef mümkün olmamıştır. Ancak yıllar sonra 18 Temmuz 1945'te Milli Kalkınma Partisi ardından 7 Ocak 1946'da Demokrat Parti kurulmuştur. 


    14 Mayıs 1950'de yapılan seçimde Demokrat Parti iktidara gelmiş, 24 yıl kesintisiz tek başına iktidarda kalan CHP’yi yerinden etmiştir. Ülkenin darbeler tarihinin ilk adımı ise millete rağmen, milletin seçimi olan Demokrat Parti üzerinden kendine zemin hazırlamıştır. 

Devlet kuran zihniyet aynı kararlılık ile milleti de kurmayı, millet bu kurgunun dışına çıktığına şeklen belirli ölçülerde kalması için her türlü eylemi gerçekleştirmeyi meşru bilmiş bu nedenle bazı çevrelerce her zihnin kınaması gereken darbeler övülmüş, darbeciler alkışlanmıştır. Ancak millet geleceğim kaderimdir, kaderim seçimimdir vurgusunda ısrar etmiş, her darbe girişimi sonrasında darbecilere kapının yönünü sandıkla dahi olsa göstermiştir. 

İnsanların ekmek almak için dahi kuyruğa girdiği sefalet dolu yıllardan sonra millet, Tek Parti Döneminde yaşadıklarının acısını Demokrat Parti’yi iktidara getirerek çıkartmıştır. Bu refah ve demokrasiden kargaşa anlamı çıkartan, kendini devletin ve milletin efendisi sanan darbecilere, 27 Mayıs 1960 Darbesinin hemen ardından kapatılan partinin ardılı olan bir partiyi iktidara taşıyarak gereken cevabı vermiştir. Ancak gereken cevap gelene kadar kurgunun anlık vurgusunda; bir başbakan asılmış, milletin iradesi kılıçtan geçirilmiş, halen 
yürürlükte olan ve demokrasiye geçişimizin önündeki en büyük engel olan 1982 Darbe Anayasasının zemini hazırlanmıştır. 

27 Mayıs 1960 Darbesinin 50. yılında, devlet kuranların millet kurmasına muhalif bir duruşla, darbecilere yargı yolunu açacak, halen darbe arzusu taşıyanlara bir sonrakinin 

olmayacağını tebliğ edecek ve tüm bunları kanuna bağlayacak bir anayasanın yapılması gerektiği vurgusunda bulunarak bilinmeyenleri ile 27 Mayıs Darbesini konuşmaya açıyoruz. 



***