Talat Aydemir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Talat Aydemir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Şubat 2019 Pazartesi

KONTROLDEN ÇIKAN GENÇ SUBAYLAR.

KONTROLDEN ÇIKAN GENÇ SUBAYLAR.


İlk başlarda sadece baskıcı tutumundan dolayı DP'nin düşürülmesi amacıyla yola çıkan genç subaylar yavaş yavaş ülkenin sorunlarına kafa yormaya başlamışlardı. 

Atatürk'ün Türkiye'sinin çağdaş dünyanın gerisinde kalmasını kendilerine yediremiyorlardı.

Aydemir 8 Ağustos 1960'ta Türkiye'ye döndüğü zaman kafasında bir sürü soru işareti vardı

Özellikle beraber ihtilal planları yaptığı arkadaşlarının kendisini nasıl karşılayacakları, hangi görevi vereceklerini merak ediyordu. Dündar Seyhan'ın aksine, anılarında, yurtdışında olduğu için Milli Birlik Komitesi'ne alınmamasıyla ilgili en ufak bir yakınma yoktur.

Kendisinin istediği görev “Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreterliği” kadrosudur. 20 senelik tecrübesine dayanarak orduda yapılmasını gerekli gördüğü ıslahat hareketinde yer almak istemektedir. Ama Harp Okulu Kurmay Başkanlığı'na tayin edilir. 

Aydemir, komitedeki arkadaşlarıyla karşılaştığı zaman önce havayı anlamaya çalıştı. Hepsi ile ayrı ayrı konuştu. Kimisinden yakınlık, kimisinden soğukluk görüyordu. Karşısına hemen Türkeş sorunu çıktı.

Talat Aydemir:

“(Türkeş) ‘Sen Kore'ye gittikten sonra Komite ne durum aldı. Sana bunu geniş bilgi vererek anlatacağım. Kimseyi dinlemeden beni dinlersen daha iyi olur’ dedi. 

Biraz sonra ayrıldık, ben Sezai'nin yanına döndüm, öğle yemeğini beraberce mecliste yedik, yemek salonunda Osman Köksal, Ekrem Acuner de vardı. Osman Köksal, Türkeş'in durumu hakkında bilgi veriyordu. Bana dönerek: ‘Hayatta bir tek hata yaptın. O da Türkeş'i içeriye soktun’ dedi. Çünkü Türkeş'i komiteye ben Elazığ'dan yazıp teklif etmiştim. Ekrem de tasdik etti. 

Ben de kendilerine aynen şöyle söyledim: ‘Evet, içinize soktum, fakat ben Kore'ye gittikten sonra siz aranızda, ona neden bu kadar fırsat verip sivrilttiniz, niye frenleyemediniz?’

Sonra şöyle bir şart koştum.

‘Yegane endişeniz bu ise, ben onu hareketlerinden frenlerim, olmazsa hayatım pahasına da olsa ona bir çare bulurum.’ dedim. 

Ekrem Acuner güldü. Ben o anda her şeyi anlar gibi olmuştum. Hemen inceden inceye etrafı tetkike koyuldum. Türkeş'in Başbakanlık Müsteşarlığı herkesi ürkütmeye başlamıştı.” 

İnönü'nün stratejisinde ilk taktik adım meyvesini kısa zamanda verecekti.

CHP milletvekilleriyle ve basınla kuşatılmış komite üyelerinin kafaları karmakarışıktı ve birbirlerine giriyorlardı. Türkeş kolay lokmaydı ve hedef alınması için çok açık veriyordu. Gizli arşivlerden bulunan 1944 yılında “Turancılıktan” yargılandığı haberi her yerde yayılıyordu.

Talat Aydemir:

“Hiç bir görev kabul etmeden komitenin çalışma tarzını incelemeye koyuldum. İlk anda bir ahenksizlik göze çarpıyordu. Hiç bir beyanat birbirini tutmuyordu. Ortada bir Türkeş muamması vardı. Başbakanlık müsteşar makamını işgal etmesi herkesi ürkütüyordu.

Çünkü orada Türkeş her şeye hakim durumdaydı. İlerisi için tehlikeli olarak görülüyordu. Onun için arkadaşlarla olan görüşmelerde O’nun oradan uzaklaştırılmasına karar verildi. Bu işi, Orgeneral Cemal Gürsel'e anlatmak icap ediyordu. Bu görevi Osman Köksal ile Sezai Okan üzerine aldı ve layıkıyla yaptılar. Nihayet Cemal Paşa Türkeş'i değiştirmek için karar vermişti, o sırada bütün komite üyeleri de Anadoluda yapacakları gezi programına göre hazırlıklar yapıyorlardı.” 

Türkeş ve arkadaşları ise birlik birlik dolaşıp taraftar toplamaya çalışıyorlardı. Muzaffer Özdağ, Rıfat Baykal, Dündar Taşer, Harp Okulu başta olmak üzere, diğer birliklerde özellikle genç subayları etkileyebilmek için yoğun çaba harcıyorlardı. 

Harbiyeli Önder Aydınlı :

“27 Mayıs’tan hemen sonra gelmiştim Harbiye’ye Kuleli’ den.. Ve işte ilk örgütlenmeler MBK’nin 14’ler kanadının Harbiye ile devamlı temas kurmasıyla başlamıştır. Eğer 13 Kasım’da Komutan Albay Talat Aydemir basiretli davranmasaydı, 21 Mayıs’ta General Kemalettin Eken’in başına gelenler* O’nun da başına gelebilirdi.”

GENÇ SUBAYLAR BİRBİRİNE DÜŞÜRÜLÜYOR

Süvari Yüzbaşı Nusret Kocabey :

“12 Kasım 1960 günü saat 21:00’a doğru yatmaya hazırlandığım sıra Yılmaz Akkılıç geldi, üzgün ve düşünceli bir hali vardı. Bana: ‘Ersü bugün, akşam üzeri alay lokaline geldi. Ayrılırken beni ve beraber gelmek isteyen Turan Odabaşı’nı da arabasına aldı. Evlerimizin hizasında arabadan inerken Vehbi Bey bana usulca ‘yemekten sonra eve gel’ dedi. Vehbi Beyin evinde konuştuklarımızı, neyi kastettiğini nakletmek güç, ağzının içinde bir şeyler yuvarladı, konuştuklarımızdan kimseye, hatta size bile bahsetmememi tembih etti. Evvela gelişi güzel mevzular üzerinde konuşuyorduk, laf arasında ‘Bşk Cemal Gürsel’in bir karar aldığını, henüz mealine muttaki olmadığını iki üç güne kadar bir hareket beklendiğini bu gibi hareketlerin sabaha karşı yapıldığının unutulmaması lazım geldiğini’ söyledi. Ne kadar üzerinde durduysam da ağzından başka laf alamadım, birde ‘Tank Taburu’nu göz altında bulundurun’ diye bir söz sarf etti! Yüzbaşım ben bu işten bir şey anlayamadım, siz ne dersiniz’ dedi.”

Muhtelif ihtimaller üzerinde konuştuktan sonra bazı ihtimalleri sigara paketinin arkasına yazdım.

1. Komite çoğunluğu, Türkeş taraftarlarını tasfiye edecekler

2. Türkeş taraftarları C. Gürsel ve V. Ersü’yü kendi saflarına aldılar, karşı tarafı tasfiye edecekler.

Birinci şıkkın tahakkuk etmesini temenni ettik.

13 Kasım 1960 saat 05:00 sıralarında sokak kapısına vurulan sert darbelerle uyandım, kapının penceresinden baktım. Bir er: ‘Alay komutanı arkadaşlarını da alsın alaya gelsin diyor’ dedi. Mümkün olduğu kadar çabuk giyindim. Evvela bitişik oturduğumuz Yzb. L. Dedeoğlu’nu sonra 4 numarada oturan Y. Akkılıç’ı uyandırdım. Haberciye ‘Git diğer arkadaşları da uyandır ve alarm verildi de’ emrini verdim.

Alay Kh. Binası önünde Yb. R.Çölok’la karşılaştım. Beni bir kenara çekti. ‘Radyo bu haberi verinceye kadar kimseye bahsetme, komitede tasfiye var. 14 M.B.K. üyesi emekliye ayrılıyor. Çok sık yerleştireceğin nöbetçileri ve kuvvetli bir devriye ile Kışla kuzeyini emniyete al, yanıma gel’ dedi.

Saat 06:30-07:00 sıralarında Tnk.Yzb. Cahit alaya geldi. ‘Tank Tb.undan geliyorum, Ankara K.lığınca bana Tb.a git, komutayı bir yarbay alacak. Onun emrine gir demişlerdi. Halbuki Tb.da tanımadığım bir binbaşı var şimdi ne yapmalıyım’ dedi. Ankara K.lığına telefon ettik. ‘Bnb. Haldun tabura, komuta etmek üzere vasıl olmuştur’ dediler. Yarbay Reşit Çölok bana döndü: ‘Yüzbaşı’yı yanına al, kendi usulünce tabura gir, durumu anla bana da bildir’ dedi. Söyleneni yaptım.” 

Genç subayların İnönü’ye bağlılıkları, O’nun tarihi şahsiyetine güvenleri, İnönü’nün karşı devriminde vurucu güç olarak kullanılmalarını sağlayacaktı.

Fethi Gürcan; mesleğine olan bağlılığı, siyasi iddiası olmaması, komite üyelerinin çoğunun arkadaşı olmasıyla memlekette işlerin kötü olması arasında sıkışıp kalmıştı. Bu çelişkilerden çıkamayınca sağlığı bozulmaya başladı. Oyunu anlamıştı. Ancak bir çıkış yolu bulamaması onu kahretmekteydi. Gittikçe hastalığı arttı. Doktora gittiğinde tüberküloz teşhisi konuldu hastalığına. Halk dilinde verem olmuştu üzüntüsünden. Gülhane Hastanesi’ne yatırıldı. O kışı hastahanede geçirecekti. 

Türkeş ve bazı MBK üyelerinin diğer Komite üyelerinden habersiz yapılan toplantıları dikkat çekici olmaya başlamıştı.

Bazı komite üyelerini komiteden atabilmek için yeniden ihtilal hazırlıklarına başlamışlardı. Toplanıp toplanıp bu konuda tartışıyorlar, planlar yapıyorlardı. Ama toplantı yapmak başka ihtilal yapmak başka idi.

Dündar Seyhan:

“... Kabibay, Erkanlı, Türkeş ve çevremizdeki diğer arkadaşlarla, tereddütsüz olarak başka bir hal çaresi kalmadığında birleşiverdik.

Komiteden, ihtilalin gayelerine aykırı çalışmaları görülen dört - beş kişinin memleket dışında mecburi ikamete gönderilmesi meseleyi kökünden temizleyecekti. Herkesin çekinmeden kabullendiği bu kararın uygulanması, kilit mevkilere yerleştirdiğimiz eski ihtilalcilerin de desteği ile kolaylıkla icra edilebilecekti. Her şey hazırdı. İş, gün ve saatini tespit etmeye kalmıştı.

... Karar, bu sefer bizim aramızda tartışma konusu olmaya başladı. Hepimiz başka bir şekil göremiyorduk. Ya onlar gidecek, ya biz temizlenecektik.

Fakat iş, kararın uygulanması sorununa dayanınca çekimserlikler doğuyordu. 

“Eylül'ün başından beri, aramızdaki tek tartışma konusu, bu olmuştu. Her gece saat en az üçe kadar, çoğu zaman Türkeş'in odasında, birbirimize giriyorduk. Fakat, bütün bu çabalamalar, verilmiş kararın uygulanması için harekete geçmeye yetmiyordu” 

İnönü ekibi ise daha ihtilalin ilk günlerinden itibaren adım adım karşı-devrimi örmeye başlamıştı.

Zaten MBK Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel, her önemli karar öncesinde İnönü’ye danışıyordu. Güç'e gelen insan, siyasi bir görev aldığında bu konuda tecrübesine inandığı İsmet Paşa'yı güçlü görmekten başka ne yapabilirdi?

MODERN Türk Ordusu’nun MBK'sine giren bu ANTİKA Kurmayları, kendilerine zoraki baş bulmakla ilk önemli hatayı yapmışlardı. Kendi içlerinde organize olmayı beceremeyen yine aynı antika yanları aralarında çatlaklar oluşturuyor, İnönü'nün hamleleri de aralarındaki bu çatlakları derinleştiriyordu.

İnönü, kendisi ortalıkta gözükmüyordu ama, “kendisini kurtarıcı olarak gören bazı subaylar” aracılığı ile “memleketi idare edebilecek kadro”nun “İsmet Paşa ve Partisi” olduğu fikrini yayabiliyordu. 

“Halim Menteş'in Türkiye'ye gelmesinden sonra, komitedeki havacılar belli bir fikrin savunucusu olarak ortaya çıkmışlardır. Onlara göre; iktidarın hemen devredilmesi hususunda millete verilmiş söz derhal yerine getirilmeliydi.

...Mevcut komite kadrosunun memleketi idare edebilecek nitelikte olmadığı fikrini ileri sürerdi. ...Ona göre, iktidar, İsmet Paşa ve partisine hemen devredilmeli, komite sahneden çekilmeliydi. ...Böyle bir kanaat taşımaları, havacıları, ister istemez Madanoğlu grubu ile gaye birliğine götürüyordu.” 

Bir diğer adım da, subayların ekonomik durumunu rahatlatmaktı. Bu konuda hızla kanuni düzenlemelere gidildi. 

Talat Turhan:

“Tabiîdir ki, 27 Mayıs'tan sonra çıkan kanunlar Silahlı Kuvvetler mensuplarını maddeten kalkındırmış ve bir çok garanti ve kolaylıkları hizmetlerine amade kılmıştır. Bu gerçeği inkar gayri mümkündür” 

Türkeş'in Başbakanlık müsteşarlığından alınmasının arkasından 13 Kasım 1960 karşı-ihtilali başlatıldı. 

TALAT AYDEMİR DE OYUNA GELDİ

Hedefin yalnız Türkeş ekibi olduğunu zanneden Aydemir bile bu hareketi alkışladı.

Talat Aydemir:

“..Menteş'e gittim. Binbaşı Emanullah Çelebi ile beraber beni evlerinin önünde bekliyordu. Otomobilimi değiştirerek Halim Menteş'in otomobiline bindim. Otomobilde üçümüz vardık. Jandarma Okulunun önüne doğru gelirken Halim otomobili durdurdu. Bana dönerek ‘Talat eskiden ettiğimiz yemini hatırla ve içinden tekrar et, sana ikinci tarihi kararı bildireceğim’ dedi ve verilen kararı açıkladı.

Buna göre: ‘Artık komite içinde tam bir birlik teşkil etmeye imkan yoktu. Sonuç daha kötüye gitmeden anlaşamadığımız arkadaşları komiteden ayırarak uzaklaştırmaya karar verdik. Bunlar emekliye sevkedilerek yurt dışına çıkarılacak ve bu hareket bu gece sabaha karşı tatbik edilecek’ dedi. Ben de derhal kabul ettim. Bana uzaklaştırılacak olanların listesini okudu. Hepsi dokuz kişi idi. Fakat o gece komiteden uzaklaştırılanların ondört kişiye yükseldiğini ertesi gün Cemal Madanoğlu’ndan emir alınca öğrendim.” 

Aydemir de tuzağa düşen kurmaylardandı. 

Kendi ayağına basılmadan, 27 Mayıs ihtilalini yeme planının farkına varamayacaktı. Daha 13 Kasım sabahı MBK komitesinden uzaklaştırılacak üye sayısının 9'dan 14'e yükselmesi bile ayılmasını sağlamadı. Sıranın kendisine gelmesi gerekiyordu.

Talat Aydemir:

“Bir kısım öğrenciler okulda kalmıştı. Saat on sıralarında Sıtkı Ulay Paşa geldi, eski öğrencilerini havuz başına topladı ve onlara bir nutuk çekti. Ben pek dinleyemedim. Yalnız şu hava seziliyordu. Bu durum karşısında demek bana pek itimat edilmemişti. Çünkü ben Okul Kumandanı iken onun gelmemesi gerekirdi. Öğrencilere zamanında çok taviz vermiş olduğu için öğrenciler onu görünce çok şımarıyorlardı. Çok gereksiz konuşmalar olduğu için ben hiç bir zaman Sıtkı Paşa’nın yanına sokulmadım.

Öğle üzeri evime gittim. Saat 14 sıralarında Emniyet’e ait bir araba evin önünde durdu. Polis, şoförümle görüşerek Alpaslan Türkeş'in evinin nerede olduğunu sormuş. Fakat araba ben evden çıkıncaya kadar bizim kapının önünden ayrılmadı.

... Evimde olan telefon konuşmalarımı bile kestiler. Beni hariçten arayanlar telefon başında ilk önce Cemal Madanoğlu’nu buldular. Çünkü telefonumun oraya bağlanılması için emir verilmişti. Yeni esaslı tedbirlerin alındığının farkında bile olmamıştım. 

Bu tasfiye hareketinden sonra da Kara Kuvvetleri’nde bir tayin kampanyası başladı, listeler hazırlanarak on dörtlerin adamı olduğu gerekçesi ile bir çok subayın tayin listesi tanzim edildi. Beni de bu listelerden birinin başına Türkeş'in adamı olduğumu ileri sürerek koydular. Komitede kalan arkadaşlar zamanında duruma müdahale ederek kimsenin adamı olmadığım için bu yanlışlığı tam zamanında önlediler. Bu durumu duyar, duymaz derhal Meclise gittim. Arkadaşlara ‘Benim için yanılanlar diğerleri için de yanılırlar, bu şekilde tayinler yapmaya kalkmayın orduyu ikiye ayırırız, çok kötü neticeler doğar’ dedimse de kimseye dinletemedim.” 

TANK OKULU

Türkeşçilerin en yoğun oldukları yer Tank Okulu idi. 

Türkeş'in ırkçı düşüncelerine karşı, devrimci düşüncelere doğru yönelen süvariler 13 Kasım 1960 günü Tank Okulu'nun etrafını sarmışlardı.

Fethi Gürcan gibi genç subaylar da, CHP nin hakim olduğu basın ve Üniversite çevrelerinin propaganda bombardımanı etkisiyle, Türkeş ve çevresini karşı devrimci olarak görüyorlardı. Ne büyük diyalektik çelişkiydi. Ne büyük oyundu. İsmet İnönü ve generaller, 27 Mayıs’ın devrimci ruhunu taşıyan ordu gençliğini 13 Kasım’da birbirine kırdırarak geriye püskürttüler. 

Abdi İpekçi:

“İktidarda uzunca süre kalarak icraat yapmak isteyen gruptan Dündar Taşer, Ankara’daki tank taburu ile devamlı münasebet halindeydi. Birçok geceler tabur karargahında kalıyor, orada yatıyordu. Buna karşılık diğerleri Vehbi Ersü vasıtasıyla Süvari Alayını elde etmişlerdi. Gerginliğin kopacak hale geldiği günlerde Süvari Alayı, Tank Taburunun girişeceği muhtemel bir harekete karşı bazukalarını hazırlamış vaziyette bekletiliyordu.” 

Genç Subaylar farkında değildi ama karşı devrim hızla sürecekti. Karşı devrim herkesten fazla 27 Mayıs’çı görünmeye çalışırken 27 Mayıs'ın altını boşaltıyor, devrimci yanını, ruhunu boğuyordu. Genç süvari subayları da Türkeş'e karşı olduklarından bu oyuna gelmişlerdi.

Karşı devrim atağa geçmişti. 27 Mayıs adına 7 Aralık 1960'ta yeni Anayasa'yı oluşturup seçimleri hazırlayacak olan Kurucu Meclis oluşturuldu.

Bu sırada M.B.Komitesi'ne de son darbe vurulmak istendi.

Teyfik Subaşı:

“Kurucu Meclis'in açılmasının yaklaştığı günlerde, komitenin görevini bitirdiği gerekçesi ile, dağıtma girişimi sonuç vermedi ve olay gizlilik içinde gömüldü gitti.” 

MBK'sini dağıtma girişimi sonuç vermedi ama, 27 Mayıs gecesi en büyük gücü oluşturan 43. Süvari Alayı, süvariler 13 Kasım'da Türkeşçilere karşı tavır aldıkları halde Ankara'dan uzaklaştırılıp Siirt'e sürüldü

Nusret Kocabey:

“Söz geçirilemez durumuna gelmiştik. Tehlikeli olmaya başladık onlara göre. Gitmemiz daha elverişli olacak diye düşündüler o zaman ve aniden hiçbir jeopolitik nedene bağlı olmadan, stratejik taktik bir nedene bağlı olmadan Siirt’e intikalimiz kararlaştırıldı. Siirt’e gittik. 

Ben o zaman yeni kurulan hükümette, geçici hükümette, istihbarat bölümünde Cemal Madanoğlu’nun karargahında istihbarat Şube Müdürlüğü’nde görevliydim. Kurmay Yarbay Zeki Ergün, bir denizci, bir de ben (Nusret Kocabey) olmak üzere yorum yapıyorduk. Buradan hükümete yorumları götürüyorduk. Fethi de rahatsızdı. Hastalanmıştı. Hastanedeydi o günlerde.” 



***

DAVRANIŞ – DÜŞÜNCE PARALELLİĞİ VE DÜŞÜNCE TEMELİNDE KOMİTELEŞME..1960


DAVRANIŞ – DÜŞÜNCE PARALELLİĞİ VE DÜŞÜNCE TEMELİNDE KOMİTELEŞME..1960


DAVRANIŞ’TAN gelen “Alt rütbeli Subayların” benzer toparlanmaları, DÜŞÜNCE’DEN gelen “Üst rütbeli Kurmay subayların” toplantılarıyla paralellikler oluşturacaktı.

Süvari Yüzbaşı Nusret Kocabey: 

Fethi Gürcan’la birlikte Vehbi Ersü’ye, huzursuzluktan kaynaklanan biçimde o günün koşulları içerisinde, bir müdahalenin yapılmasında görev alabileceğimizi belirttik.

Subaya takınılan tavır, ordunun aşağılanması, sosyal imkanların çok düşük olması, subayın, muvazzaf subayın böyle ikinci sınıf vatandaş gibi nerdeyse ele alınıyor olması, gençliğin bir tahakküm içerisinde belli bir istikamete istekleri dışında kanalize edilmesi, istekleri dışında bir yere zorlanması, genel bir huzursuzluk yaratmıştı bizde. Bu paramızın azlığından kaynaklanan olay değil, para şikayetimiz değildi. Biz öyle bir şekilde eğitilmiştik ki, para bizim için önemli değildi. Vatan, millet, bayrak, sancak, hizmet... Bunlar önemliydi bizim için. Parasızlıktan veya maddi imkansızlıklardan kaynaklı değil de onur ve tavır olarak yani subayın değersiz gibi görülmesi…

Sonra bunu arkadaşlar arasında da yaymak istediğimizde pek fazla taraftar bulduğumuzu sanmıyorum. Giderek bu tür atılıma katılmak isteyenlerin sayıca az olduğunu gördük. Fethi Gürcan, ben (Nusret Kocabey), Vehbi Ersü, Mehmet Ali (Hedili), Yılmaz Akkılıç. Birkaç arkadaşla, bu konu üzerinde fikren ve manen hazırlığa giriştik.

Hazırlığın başında Fethi Gürcan’la ben bulunuyordum. Gün konusunda beklentilerimiz vardı.

Biz Fethi’yle çok yakın arkadaşdık. Bu iş başlarken, bütün varlığımızla sonucu ne olursa olsun bu müdahalede dayanışma içerisinde olmayı ve birbirimizden ayrılmamayı kararlaştırmıştık. Belli yerlere cephanemizi gömmüştük. Hayatta kalırsak, ikimizden biri, kalan diğerinin aile bireylerine sahip çıkması için yemin etmiştik. Ve teslim olmamaya azmetmiştik. Mücadele edeceğimiz kişi kim olursa olsun, ne olursa olsun Askeri müdahalede bizim grup hakim oluncaya kadar adını siz ne koyarsanız koyun ölesiye bir mücadelenin içinde olmaya karar vermiştik. 

Herkes mırıldanıyordu ama kurulu düzenini bozup kelleyi koltuğa alacak adam da bulmak kolay değildi.

Sv. Binbaşı Vehbi Ersü, “Kurmay subayların yaptığı çoğu ihtilal toplantılarına” katılmış bir subaydı. Dolayısıyla İhtilalin DÜŞÜNCE kanadı da bu gözü kara toparlanmadan haberdar olacak, mesafeli de olsa temaslarını sürdürecekti. Zaten Sv. Yzb.Fethi Gürcan tanınan, sözüne güvenilir, kararlı bir subaydı. 43. Süvari alayı ile temasa geçen bir başka Kurmay ise Albay Ekrem Acuner idi. Bu arada, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayına karşı güçlü hale getirmek için, 43. Süvari Alayı’nın bir birliği motorize hale getiriliyordu.

DÜŞÜNCE TEMELİNDE KOMİTELEŞME

Davranış ile düşüncenin birbirini bulduğu hareketli ama karmaşık sürece kısa bir ara vererek, Kurmay subayların “DÜŞÜNCE” temelindeki komiteleşme sürecine kısa bir göz atalım.

DP iktidarına karşı ihtilal yapmak için kurulan komitelerden bilinen en önemlisi, kuruluşunu Talat Aydemir’in yaptığı komitedir. Bu komite 1956 yılından itibaren bazı subayların evlerinde toplanarak çalışmalarına başlamıştı. 

Kısa bir süre sonra da benzer şekilde kurulan bir başka komite ile birleşmişti. 

Bu komitelerin toplantıları, birleşmeleri ve tartışmaları konusunda yazılı bir çok hatıra var. O nedenle detaylara fazla girmeye gerek yok. Ancak 27 Mayıs ve sonrası çalkantılar açısından yol gösterici bir kılavuz olarak bir noktanın vurgulanmasında yarar var. Bu nokta da, iki komitenin birleşmesi sırasında, hep anlatılan fakat üzerinde pek durulmayan: Aydemir’in açık sözlülüğü'dür. Orhan Kabibay ve Dündar Seyhan grubu kendi ilişkilerini saklamış, Aydemir ise hiç lafı uzatmadan doğrudan konuya girerek, güvendiği bu subaylara niyetini açıkça anlatmıştı. 

Kurmay Albay Dündar Seyhan:

Aydemir, gizli kapaklı ve örtülü konuşmaya tenezzül etmeden, bana karşı tam bir güven içerisinde açıkça konuşmuştur. Ankara ve İstanbul'da bazı arkadaşlarla mutabakata vardığını, bir teşkilatın kurulması lazım geldiğini, teşkilatın gayesinin ihtilal yapmak olduğunu ve bu lüzumu memleketin mevcut şartlarının empoze ettiğini anlattı. 

Talat Aydemir bu dürüst yanını öldürülünceye dek korumuş, fakat Dündar Seyhan ve Orhan Kabibay'ın daha baştan ahbap çavuş - hizip ilişkisi tüm ihtilal süreçlerinde kendini göstermiştir. 

Gelelim bu ilk komiteye. Kurmay Okulu’ndaki arkadaş gruplarından oluşan bu birleşik komite Aydemir’in açık sözlü, ağır başlı ve toparlayıcı niteliklerine rağmen tepedeki DP iktidarını devirmek ve herkesin kafasında başka başka anlamlar ifade eden Atatürk ilkelerini hayata geçirmek ana prensiplerinden başka fikir beraberlikleri taşımaktan uzaktı. Arkadaş gruplarının ahbap çavuşluğu içinden çıkılamadığı için, komite başkanlığı seçimleri ve kimlere fikirlerini açabilecekleri tartışmalarından öteye geçemeyen toplantılarda, farkında olmadan kafalarında birbirleri hakkındaki soru işaretlerini de geliştiriyorlardı. 

KOMİTE – İNÖNÜ - CHP

İhtilal teklifleri İnönü’ye kadar gitti. Ancak İnönü bu teklifleri reddetti ama ihbar da etmedi. Ordu ihtilal yapsa, aşağı yukarı hepsi CHP sempatizanı olan bu genç subaylar iktidarı ondan başkasına mı vereceklerdi? Böylece hem riske girmekten, hem de "demokrat"lığına gölge düşürmekten kurtulacaktı. Seçim gezilerinde DP’nin kışkırttığı gerici kalabalıklar tarafından taşlanmasına rağmen "büyük" (ikili) oynamaya devam etti. Bu karakter her olayda kendini gösterecektir. Hem vardır hem yoktur. Hem evetçidir hem hayırcıdır. Bu karakterini etkilediği tüm siyasetçi ve subaylara bulaştırmıştır. Bunları ilerde yaşanan tüm olaylarda göreceğiz.

Genç kurmayların, tanıdıkları bir kaç kişiye temkinli olarak açılmaktan ileri gidemeyen bu iyi niyetli ve saf çalışmaları “9 subay olayı “ diye adlandırılan ihbar patlak verince dağılıp gitti.

9 Subay Olayı’nda ilginçtir ki, ihtilal çalışmalarını ihbar eden Samet Kuşçu adındaki subaydan başka kimse ceza almamıştı. Aydemir ve diğer çekirdek kadro ise kıl payı yargılanmaktan kurtulmuştu. 

Aydemir, kurtuluşlarını Millî Savunma Bakanı Şemi Ergin'in Emir Subayı Adnan Çelikoğlu'nun etkileyici rolüne bağlar.

Talat Aydemir:

"İstanbul’dan ve Ankara’dan ferahlatıcı haberler geliyordu artık bizim komite için tehlike yavaş yavaş yok oluyordu. Çünkü tahkikatın seyri, tahmin ettiğim gibi çıkmıştı. Yalnız bu durumda kurtuluşumuzun başında Millî Savunma Bakanı Şemi Bey'in Emir Subayı Adnan Çelikoğlu'nun büyük rolü vardı. Adnan, Şemi Beye iyi tesir etmesini bilmişti.

Görevini tam hakkıyla yapmış Şemi Bey de bu uğurda kendisini feda etmişti. Yoksa tahkikat başka safhaya intikal etmiş olsaydı şimdi bizlerin hiç biri hayatta yoktu. Hepimiz kurşuna dizilmiştik. Çünkü hemen dokuz subayın tevkifinin akabinde ordudan birisi “meçhul”, Millî Savunma Bakanı Şemi Ergin Beye bir ihbar mektubu yazıyordu. Mektup eski Türkçe sol elle yazılmış olduğundan iyice okunmuyor yalnız üç kişi arasında neler yazılı olduğunun çözümlenmesine çalışılıyordu. Millî Savunma Bakanı Şemi Bey, Özel Kalem Müdürü Selami Bey, Emir Subayı Adnan Çelikoğlu. Bu mektupta hedef olan yarbay Faruk Güventürk için şöyle deniliyordu:

"O yalnız olamaz. Onun arkadaşları da şunlardır..."

Aşağı yukarı bizim komiteden sekiz on kişinin isimleri yazılıymış, fakat isimler çok güç okunuyor hatta bazıları hiç okunmuyormuş. En belli başlı olanı Suphi Gürsoytırak, Orhan Erkanlı isimleriymiş. Fakat Adnan sayesinde Şemi Bey ikna edilerek mektup dosyada kalıyordu.

Mektup ehemmiyetsiz bir muameleye tabi tutulmuştu. Zannedersem, tahkikat dosyasına da konulmak üzere verilmemişti. Adnan bizleri en büyük badireden kurtarmış oluyordu. Ben şahsen onun hakkını hiç bir zaman ödeyemem. 

Şüphesiz Adnan Çelikoğlu’nun önemli payı olmuştur Aydemir ve diğer kurmayların tutuklanmaktan kurtulmalarında. Ancak, 9 subayı mahkemede kimlerin savunduğuna baktığımızda gerçeğin bir başka, fakat en kayda değer yüzü ile karşılaşırız.

Sanık subaylardan biri CHP İstanbul adayı ve İl İdare Kurulu azası emekli Kurmay Albay Cemal Yıldırım idi ve 9 subayı CHP’nin yolladığı 25 avukat savunuyordu.

“O gün, ... CHP’nin temin etmiş olduğu 25 avukattan yedisi mahkemede hazır bulundular. Bunlardan en fazla çalışanı ve devamlısı da tabii cefakar, vefakar İlhami Sancar’dı” 

İnönü, ihtilal tekliflerini sözde kabul etmemişti ama, ihbar etmek ne kelime, tepkili genç subayların kendisine karşı duydukları sempatiyi daha da arttırmaya çalışmıştı. İnönü için “Demokrasi” maskeli politika oyunuydu.

9 Subay olayının verdiği panikle ihtilal komitesindeki subaylar uzun bir süre birbirlerini arayamaz hale geldiler. O sıralarda Siirt’te görevli bulunan Talat Aydemir Kore’ye tayinini istedi.

Bir süre sonra, Kurmay okulunda yetişmiş ilk komitecilerden bazıları Genelkurmay'a tayin oldular. Ve eski arkadaşlarını uygun gördükleri birliklere tayin ettiler. Bunların bir kısmı dağılan komitedeki arkadaşlarıydı. Gittikçe gerginleşen siyasi ortam onları tekrar ihtilal konuşmalarına, eski ve yeni arkadaşlarıyla toplantılara yöneltecekti. 

DAVRANIŞ TEMELİNDE ÖRGÜTLENME

Ankara'da politik hava gittikçe daha da gerginleşiyordu. Subayların yaptığı bütün sohbetler dönüp dolaşıp siyasi ortama geliyordu.

Zaten 9 Subay Olayı’ndan da anlaşıldığı gibi ordu içinde DP iktidarına karşı kıpırtılar başlamıştı, Albay'ından Teğmen'ine kadar kimi arkadaş grupları yapılacak bir ihtilal için birbirleriyle haberleşiyorlardı. 

Fethi Gürcan'ın da, hem binicilikte yarattığı şöhret hem de “mert, yiğit ve arkadaş canlısı” yapısının yarattığı karizmatik kişiliği kısa zamanda kendisini örnek subay olarak gören genç subayların etrafında toplanmasını sağlamıştı.

Bu genç subaylardan biri de ilerdeki yıllarda Fethi Gürcan’ın sağ kolu olacak ve ortak davalarına son güne kadar sahip çıkacak olan Teğmen Erol Dinçer'di. 

1956 yılında genç, dinamik, idealist altı süvari asteğmenle birlikte binicilik temel kursu almak üzere İstanbul’a gelmişlerdi. Genç subaylar, Süvari Yüzbaşı Fethi Gürcan ile ilk kez orada karşılaştılar. Onun binicilik konusundaki ustalığını, yurt dışı yarışmalarda elde ettiği başarıları öğrenmeleri uzun sürmedi. Gazinoda karşılaştıkları Gürcan ile tanışmak ve konuşmak için can atıyorlardı.

Süvari Üsteğmeni Erol Dinçer:

“Biz genç subaylar, ekipteki subayları uzaktan izler kritiklerini yapardık. Fethi Gürcan, idealize ettiğimiz bir insandı. Fazla konuşmaz, işine bakardı. Tipini de beğenirdik. Hatta arkadaşlar beni ona benzetirlerdi. Öteki bazı subaylar bize hava atmaya kalkarlardı. Biz ekipte en çok Fethi Binbaşı’yı sevdik. Anladık ki, ciddi biniciyle, diğerleri arasında bir fark var. Birkaç kez Fethi Gürcan ile konuştuğumuzu hatırlıyorum.” 

1958 yılında Erol Dinçer, Kars’ta görevliydi ve bu sırada, Başbakan Adnan Menderes’i çok sarsan bir olay yaşandı

Menderes’in Bağdat Paktı toplantısı için karşılamaya hazırlandığı Irak Kralı Faysal, ihtilalci subaylar ve halkın işbirliğiyle öldürülmüştü. Menderes, doğudaki birlikleri güneye intikal ettirdi, gerektiğinde Irak’a müdahale yapılacak şekilde yığınak yaptırıldı.

Kağızman’daki alay da bu çerçevede güneye intikal ettirilmişti. Kars’taki 5. Süvari Birliği’ne bağlı Bölük Komutanı Teğmen Erol Dinçer’e ise Kağızman’a gitmesi talimatı verildi. Erol Dinçer, Kağızman’da Fethi Gürcan’ın kendisini görmese de geride bıraktığı etkiyi gördü. Fethi Gürcan, 1952 yılında Kağızman'dan İstanbul'a tayin edilmişti, yani aradan 6-7 sene geçmişti.

Erol Dinçer:

“Kağızman kan ağlıyor. Alay gitmiş. Alay.. 
Öyle bir Kasabanın bütün yaşamı... 
Oraya yerleşince, gördüm ki, Halk en çok Fethi Gürcan’ı konuşuyor. 
Çok seviliyor. Kesinlikle O her yerde ortaya çıkıyordu. 
Halka çok yakın olduğu belliydi. Kısacası, tam bir Halk adamıydı.” 

1959 yılında; Teğmen Erol Dinçer, yeniden Kars’ta idi. Orduda motorize birlikler önem kazanınca, süvarilere aynı zamanda tank eğitimi de verilmesi kararlaştırılmıştı. Dinçer, bu çerçevede, Ankara Tank Okulu’na kursa gitti. 

Tğm. Erol Dinçer ve kursa katılan diğer teğmenler de siyasi atmosferin içine boylu boyunca katılmakta gecikmediler. 

Zaten, en kötülerinden seçilmiş Amerikan teçhizatıyla donatılmış olan birliklere yapılan denetimler, genç subayları çileden çıkarıyor; komutanlarının, Amerikalı düşük rütbeli subaylara hesap vermesini onurlarına yediremiyorlardı. 

Tankçı ve süvari teğmenlerin bazıları, Ankara’daki kurs süresince yapılacak bir ihtilal doğrultusunda örgütlenmeye karar verdiler

“Orada bazı tankçı ve süvari arkadaşlarımızla 12 kişilik bir teğmenler cuntası kurduk. Resmen bir ihtilal yapılması gerektiği konusunda mutabık olduk.” 

Ancak, üsteğmenler, bir ihtilal için rütbelerinin yeterli olmadığını, üst düzeyle bağlantı kurmak gerektiğini biliyorlardı. Kurs bittiğinde, Ankara’da kalacak olan Teğmen Yılmaz Akkılıç, üst rütbelilerle irtibat kurmakla görevlendirildi. Diğerleri de, görevli oldukları bölgelerde kendilerine bağlı halkalar oluşturma planını devreye sokacaklardı. Haberleşmeler şifreli mektuplar yoluyla yapılıyordu. 

Artık, takvimler 1960’a dönmüş, nisan ayının ortalarına gelinmişti. Sonunda, Yılmaz Akkılıç’tan beklenen mektubu aldı Erol Dinçer. Mektupta Cemal Gürsel’in kendileriyle birlikte olduğu belirtiliyor ve “Derhal iznini al ve Ankara’ya gel” deniyordu. 

Tğm. Yılmaz Akkılıç ve diğer bazı teğmenler Bnb. Vehbi Ersü tarafından Yzb. Fethi Gürcan’la irtibata geçirilmişti. 

Fethi Gürcan, herhangi bir sohbet sırasında aleni olarak tabancasını çıkartıp masanın üzerine koyuyordu. Amacı, genç subayları cesaretlendirmek, Alay Komutanı ve yandaşlarına gözdağı vermekti O yıllara kadar silahla oynadığı görülmemişti, onun işi atlarlaydı. Silahın gerektiği yerde ve zamanda kullanılacağını bilirdi ve silahın kullanılabileceği günler yaklaşıyordu.

Kars’ta üç yıl boyunca izinsiz çalışan Erol Dinçer için izin almak zor olmadı. Bir solukta Ankara’ya, Yılmaz Akkılıç’ın bulunduğu 43. Süvari Alayı’na ulaştı. Aynı alayda bulunan Yüzbaşı Fethi Gürcan’la ikinci kez karşılaştı ama bu ilkinden çok farklıydı. Artık iki ihtilalci olarak alaydaki gece toplantılarına katılıyor, bire bir değerlendirmeler yapıyor, düğmeye basılacak gün için hazırlıklarını sürdürüyorlardı. 

43. Süvari Alayı'nda yapılan toplantılarda aşağı yukarı bütün detaylar tartışılıyordu. Alay komutanı hükümetin emirlerini uygulayan bir subaydı.

“ Ne yapacağız? filan diye konuşuluyordu. Ben, onu marangozhaneye kilitleyelim, dedim. Harekat başladığında onu bir odada tutmamız gerekecekti. Biri ‘ayıp olur’ diyor. Ne ayıbı? Adam, eyyamcı. Hücreye atacak değiliz. Bir gece marangozhaneye kilitleyip sonra bırakacağız. Yoksa başımıza bela olabilir.” 

TANSİYON YÜKSELİYOR

İşte tam bu sıralarda, DP hükümeti Meclis Tahkikat Encümeni adıyla bir komisyon kurmuş ve yasama yetkisini de eline almıştı

Artık DP'nin kendi sonunu da getirecek, yasaklar, baskılar ve tutuklamalar dönemi başlıyordu. Bu yasaklardan biri de 27 Nisan 1960'da çıkan, Millet Meclisi’ndeki konuşmaların yayınlanması yasağıydı. Fakat bu yasak CHP gençlik kolları tarafından delinerek ve İnönü'nün Meclisteki konuşmalarının altı çizilerek bildiri haline getirilmiş ve üniversite gençliğine ulaştırılmıştı.

İsmet İnönü bir yandan, Kore'deki gençlik olaylarına atıfta bulunup: "Türk gençliği, Kore gençliğinden aşağı değildir." diyerek CHP Gençlik Kolları yönetici ve üyelerini üniversitelerde yönlendirici olarak kullanıp 28-29 Nisan 1960 gençlik olaylarına yeşil ışık yakmanın ötesinde ilk ivmeyi veriyor, bir yandan da sokağa dökülen sivil ve asker gençliği koz olarak kullanıp "Sizi ben bile kurtaramam" diye Bayar-Menderes ikilisine aba altından sopa göstererek tehditler savuruyordu. Şu Menderes bir istifa etse ne güzel olurdu! Devlet tecrübesiyle biliyordu ki, ne kadar kendi kontrolünde olursa olsun, bir kere ayaklanan "İlmiye (Üniversite)" ve "Seyfiye (Ordu)"yi tekrar hizaya sokup maaşa talimli kapıkulları haline döndürmek oldukça zor ve zaman alıcı olacaktı.

Ancak zıtlaşma artmış, DP hükümeti gemi azıya almıştı. Toprak ağası Menderes'in temsil ettiği DP hükümeti, Vatan Cephesi altında toparladığı taraftarlarının adlarını her akşam radyoda inadına yayınlıyordu. DP, bir yandan da Meclis içinde kurduğu Tahkikat Komisyonu aracılığıyla, kendi iktidarlarını eleştiren gazetecileri tevkif ettirecek, uygulanan sansürler yüzünden gazete başlıkları boş çıkacaktı. 

28 – 29 Nisan Olayları

Üniversite profesörleri DP iktidarı'na ateş püskürmeye, üniversite gençliği de sokağa dökülmeye başladı. Hükümet, 28 ve 29 Nisan günleri İstanbul ve Ankara'da miting düzenleyen üniversite gençliğinin üzerine önce polisi sürdü. Polis olayları bastırmada etkili olamayınca, Askeri Birlikler öğrencilerin üzerine gönderildi. 

28 Nisan 1960 günü sabahı İstanbul Üniversitesi’nde başlayacağını öğrendikleri protesto gösterisini engellemek için Vali ve Emniyet Müdürü erken saatlerde polisi üniversite bahçesine tedbir almak için gönderdiler. Öğrenciler protesto gösterisini başlatır başlatmaz polis saldırıya geçti. Birçok öğrenci ve profesörün polis tarafından dövüldüğü bu olaylarda bir öğrenci de öldürüldü.

Askeri birliklerin olay yerine gelmesi üzerine öğrenciler “ordu – gençlik el ele” diye bağırmaya başladı. Asker ilk olarak, öğrencilerle polis arasına girdi, sonradan da gösteri yapanları gözaltına aldı. Öğrencilerin bir kısmı yolda, bir kısmı da Davut Paşa Kışla’sında subaylar tarafından salıverildi.


***

3 Aralık 2018 Pazartesi

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 12

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri,  BÖLÜM 12


AYDEMİR İNFAZ ÖNCESİ OLAYLARINI AÇIKLIYOR

Aksam, 11 Ekim 1966

Talat Aydemir'in hatıratı dört takdim yazısından sonra gazetemizde aslına sadık
kalınarak yayınlanacaktır. Bu takdim yazıları okuyucuların, hatıratı daha iyi takip
edebilmesi amacıyla hazırlanmıştır. Ayrıca yine hatıratın; büyük bir hakikate ışık
tutacak olan "Menderes'i Kimler Astırdı?" kısmını kronolojik sıradan çıkararak ayrı olarak yayınlıyoruz.
27 Mayıs sonrasının en Önemli olaylarından biri olan "Menderes'in İdamı"nın iç yüzü, hâtıraları gazetemizde yayınlanmakla ulan Talât Aydemir'in bu konuda yaptığı ifşaat ile açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır.
İdam kararlarının Milli Birlik Komitesi'nde görüşülmesi sırasında "Albaylar Cuntası"nın en kuvvetli adamı olan Aydemir, idamlardan sonra CHP çevrelerince MBK'ni idamları tasdike zorlamakla suçlandırılmış, bunun üzerine 21 Mayıs İhtilâli Lideri askeri cezaevinde idamların kimlerin zoru ile MBK'nın hangi üyeleri tarafından onaylandığını, Menderes'in idamının durdurulması için ne gibi teşebbüsler yapıldığını ve idamı, durdurmak için verilen emre rağmen infazın kimler tarafından nasıl yerine getirildiğini bütün teferruatıyla açıklamıştır. Aydemir'in açıklaması şöyledir:
1. Adnan Menderes'in asılması için o zaman orduda bulunan cunta ısrar etmemiştir. Milli Birlik Komitesi üyeleri kararın verilmesinden 48 saat Önce vicdanları ile baş başa bırakılmış hiçbir surette onlarla askerler, subaylar temas ettirilmemiştir. Bu karan bizzat '"Cunta" dedikleri grup almıştır. Cunta'nın başı o zaman C. Sunay ve kuvvet kumandanları dır.
2. Milli Birlik Komitesinde idam hükümlerinin tasdiki için ısrar edenler, CHP kanadına hizmet eden Ekrem Acuner grubudur. Komitede C. Gürsel idamların yapılmaması için çok çaba göstermiştir. Kararda idam hükmüne karşı oy kullananlar şunlardır: C. Gürsel, F. Özdilek, Sıtkı Ulay, Osman Koksal, Ahmet Yıldız, Suphi Gürsoytrak, Selâhattin Özgür, Sami Küçük.
Bu durum 15 Eylül 1961 saat 18.00'de Milli Birlik Komitesi'nin yapmış olduğu toplantı zabıtlarından tetkik edilebilir.
3. Üç idamdan İkisi H. Polatkan, F. Rüştü Zorlu derhal sabaha karşı İmralı Adası'nda, Dz. Kr. Alb. Bülent Tarkan tarafından infaz savcısı Egesel huzurunda icra ettirilmiştir.
4. Adnan Menderes hasta olduğu için iyileşinceye kadar idamı geri bırakılmıştır. Bu arada, İ. İnönü, C. Sunay'a müracaat ederek randevu istemiş, o zamanın Hariciye Vekili Selini Sarper'in Hariciye Vekâletinde, C. Sunay ile İ. İnönü 17 Eylül 1961 saat 10.00 da buluşmuşlardır. İ. İnönü, Adnan Menderes'in asılmasına mâni ol paşa, diye C. Sunay'a teklifte bulunmuştur. (Selim Sarper'in huzurunda). C. Sunay da iğne deliği kadar hukukun geçeceği bir yer gösterin, teşebbüs edelim, demiştir. İ. İnönü ile birlikte saat 11.00 de Çankaya'da C. Gürsel'e gitmişlerdir. Aynı mevzu orada üçü arasında görüşülmüş. C. Gürsel Adnan Menderes'i kurtarmak için Yassıada'ya yeni bir doktorlar heyeti gönderip akli muvazenesi bozuktur, diye rapor verilsin, infaz durdurulsun demiştir. Bu karar uygun bulunmuş. Buraya kadar geçen hâdiseyi bizzat C. Sunay anlatmıştır. (7 kişinin huzurunda. O isimler de mahfuzdur).
"Dur" Emrine rağmen idam Bunun üzerine C. Gürsel, Yassıada Komutanı Top, Yb. Tarık Güryay'a telefon etmiştir. (Telefonu Hv. Bnb. Remzi de dinlemiştir.)
— İnfaz durdurulsun, yeni bîr doktorlar heyeti gönderilecek.
Bunun üzerine derhal Tank Güryay durumu Egesel'e bildirmiş. (Saat 15.00'dir).
Egesel hemen telaşlanmış, "Aman kurtaracaklar, götürüp asalım" demiş. O zamanın Örfî İdare Kumandanı Cemal Tu-ral ve Garnizon K. General Faruk Güventürk'e vaziyet bildirilmiş. Onlar da, acele edin, demişler. Derhal iki tane hücumbot hazırlanmış. Hatta hücumbotlardan birine bir darağacı kurulmuş, ne olur ne olmaz,
İmralı'ya gidinceye kadar yolda telsiz ile bir emir gelirse (idamın durdurulması için). Egesel o zaman hemen yolda hücumbotta infaz ederiz diye bu tertibatı aldırmış. C, Gürsel saat başı durumu Örfî İdare K. C. Tural 'dan sormakta imiş. En nihayet C. Tural daha Adnan Menderes asılmadan asıldı, diye telsizle C. Gürsel'e bildirmiştir. Ve kanuna aylan olarak da acele ile sabaha karşı idam hükümlerinin infazı gerekirken pazar günü saat 18,00'de Adnan Menderes'i asmışlardır.
Bu bilgiler, C- Sunay, Tank Güryay, Hv. Bnb. Remzi, Dz. Kur. Alb. Bülent Tarkan, Egesel, irtibat Bürosu Bşk. (şimdi Tuğg.) Namık Kemal Ersun'dan bizzat dinlenmiştir.
Buna göre Adnan Menderes'in asılmasında çaba gösterenlerin kimler olduğu açıkça meydandadır. Hadise böyle değil ise, isimleri geçen şahısların tekziplerini bekliyoruz.
Milleti kandırmakta fayda uman CHP'liler artık herkese iftira etmekten biraz olsun, utansınlar. Tarih bir gün gelecek, her şeyi açıklığı ile meydana koyacaktır. Bundan başka söylenenlerin hepsi yalandır."

TARİHİ AÇIKLAMA YASSI ADA GÜVENLİK GÖREVLİSİ YÜZBAŞI REMZİ ORAL, İLK KEZ KONUŞTU;* MENDERESİ NASIL ASTIK?

Milliyet, 24 Ağustos 1986

Dünyanın en uzun ömürlü devlet adımı 104'lük Celal Bayar'ın ölümü, bundan 25 yıl önceki "ölümden dönüşü" nü yeniden gündeme getirdi.
O dönemde Yassıada da Milli Birlik Komitesi'nin irtibat subayı olarak görevli bulunan Hava Yüzbaşısı Remzi Oral, Bayar ve Menderes'in idamları kamışlında şimdiye kadar kamuoyuna yansımayan ilginç açıklamalar yaptı.
Hava Kuvvetleri'nde "Deli Remzi" diye tanınan o zamanki rütbesiyle Yüzbaşı Remzi Oral. Yassıada'nın güvenlik ve savunması için doğrudan doğruya Milli Dirlik Komitesi tarafından görevlendirilmişti.

13 Kasım iç darbesiyle Orhan Erkanlı'ın yurtdışına gönderilmesinden sonra yetkileri arttırılan Oral, yazarımız Orsan Öymen'e bugün başlayan "Bir İhtilal Daha Var" başlıklı yazı dizisi ile ilgili söyleşi sırasında şunları söyledi:
Dış Baskı Vardı, Gürsel idamlara Karşıydı "Yassıada kararlarından Önce ordunun içinde çeşitli cuntalar oluşmaya başlamıştı.
Yönetim, 'Silahlı Kuvvetler Birliği' adlı örgütün elindeydi. Bu birliğe Milli Birlik
Komitesi'nin havacı kanadı ve Ekrem Acuner de dahildi. Bir ara Ekrem Acuner acele İstanbul'a geldi. Yassıada Komutanı Tank Güryay ile birlikte benim Suadiye'deki evimde buluktu. Ada Komutanı Tank Güryay Başkan Gürsel’in
kendisini Florya'ya çağırdığını ve Yüksek Hakimler Kurul, üzerinde baskı yapmasını istediğini söyledi. Ada Komutanı Gür yay'ın anlattıklarına göre, Gürsel Yassıada'dan idam cezası çıkma sına karşı imiş. Dış. baskılar varmış. Hatta idam cezası çıkar da Komite bu cezalan onaylarsa Milli Birlik Komitesi'ni feshedeceğin bile söylemiş Gürsel. Bunun üzerine durumu görüştük, Acuner, Tarık Güryay'a Gürsel'i dinlememesini söyledi. Gerekirse karşı devrimcilere karşı yeni bir Örgüt
oluşturulacağını bildirdi.
* Y.n.: Remzi Oral ABD'ye yerleşti. Orada varsıl bir yaşam sürdürürken vefat etti…
"Yassıada'dan idam cezalan çıktıktan sonra Ankara'nın Ada Komutam üzerindeki
baskılar aitti.
"Ada Komutanı Tarık Güryay, o sırada Çankaya'dan gelen telefonlardan tedirgin
oluyordu. İdam cezalarının infaz edilmeyeceği yolundaki söylentiler de yoğunlaşmıştı.
Yassı ada'ya ulaşan bu söylentiler, genç subaylar arasında sert tepkilere yol açmıştı.
O sıralarda Çankaya üzerindeki dış ülke baskılarını biliyorduk. Amerikan
Cumhurbaşkanı Kennedy, bizzat Komite'ye başvurmuştu, idam cezalarının Komite'de üçe indirilmesinden sonra, Yassıada'daki hücumbotta toplanan subaylar, bir ara cezaların komite kararına rağmen toplu halde infazını bile önermişlerdi.
" 'Biz bu ihtilâli niçin yaptık, Yassı ada'da gardiyanlık yapmak için mi' diye söylenenler vardı.
"Ben arkadaşları yatıştırmaya çalışıyordum:
“ 'Arkadaşlar' dedim. ' Kabadayılık sa, içinizde herhalde en kaba dayınız benim. Baş kaldırılacaksa başınıza ben geçerim. Ama Komite kararlarına karşı gelip idamları toptan uygulamak, cinayetten başka bir şey değildir. Biz elimizi kana bulamayız',
"Öfkeler nispeten yatıştı. Hasan Polatkan'la Fatin Rüştü Zorlu'nun ölüm cezalarını İmralı'da hemen infaz ettik. Başbakan Menderes, intihara teşebbüs nedeniyle Yassıada'da hekimlerin gözetimi altındaydı.
"
O sırada Celal Bayar da dahil olmak üzere ölüm cezalan müebbet hapse çevrilen öteki mahkûmları İmralı Cezaevi'nin hücrelerine elleri arkalarından kelepçeli olarak teker teker yerleştirdik. Polatkan ve Zorlu'nun cezalan infaz edilinceye kadar, Celal Bayar’ın ileri arkadan kelepçeli kaldı. Kelepçeleri sabaha karşı Polatkan ve Zorlu'nun infazından sonra çözdük. Bayat'ın cezasının ömür boyu hapse çevrildiğini bildirdik ve Zorlu ve Polatkan'ın idamından hiç söz etmedik. Bayar, ölümden döndüğüne çok sevindi. Birden heyecanlandı .
" 'Doğrusu bu karan beklemiyordum' dedi.
"Milli Birlik Komîtesi'ne muhabbetlerini iletmemizi istedi. Biz İmralı dan Yassı ada'ya döndük.
"Tam bu sırada Ankara'dan yeni haberler gelmeye başladı. Menderes'in infazı
durdurulacaktı. Adadaki subayların Öfkesi yeniden deşilmiş oldu. Eğer Menderes'in cezalı uygulanmamış olsaydı, adadaki üzücü olaylara engel olamayacaktık, "Ada Kumandanı'nın Ankara'dan arandığı haberi gelince telefona ben çıktım.
Gürsel'e;
" 'Buyurun Komutanım, ben Yüzbaşı Remzi' dedim. Gürsel telaşlıydı. Hâlâ, Ada
Kumandanıyla konuştuğunu sanıyordu.
" 'Tank' dedi. 'Beni dinle, çok önemli!' Gürsel. Adnan Menderes'in idamını
geciktirmemizi İstedi, "Korktuğumuz başımıza gelmişti. Gürsel'e bir kere daha kendimi tanıtıp, Ada Kumandanının Menderes'i alıp İmralı'ya götürdüğünü ve cezasının da büyük bir ihtimalle infaz edilmiş olabileceğini söylemek zonanda kaldım.
"Gürsel'in üzüntüsünü ses tonundan anladım:
" ‘Eyvaah’ diyerek telefonu kapattı!
"Durumu Ada Komutanı Tarık Güryay'a bildirdim. Adnan Menderes'i alelacele
hücumbota bindirip İmralı'ya gönderdik. Sonu malûm, idam cezalarının sabaha karşı uygulanması geleneği de ilk kez Menderes'le bozulmuş oldu. Adnan Menderes, saat 13.30'da idam edildi."

Yassı ada'yı Uçurma planı*

27 Mayıs'ın havacı silahşorlarından olan Remzi Oral, daha üsteğmen rütbesi
taşırken, Dündar Seyhan aracılığı ile ihtilâl örgütüne katılmıştı, Kendi deyişiyle
"erkeklik uğruna..." Daha sonra Albay Halim Menteş'in izinde "havacılar cuntası"nda sürdürmüştü silahşorluğunu Gözünü budaktan esirgemeyen bu jet pilotunun elinde ilginç bir "yetki belgesi" vardı.
Yassıada'nın güvenlik ve savunması emirlerinin Remzi Oral'dan alınacağı
bildiriliyordu.
Deli Remzi, bu yetkiyi 13 Kasım operasyonu ile 14'lerin yurt dışına postalanmasın dan önce almıştı. Almış ve Yassı ada'da gizli bir planın hazırlıklarına girişmişti.

Neydi bu plan?

Kendisinden dinleyelim:
Türkeş'in Niyeti?

"Biz Komite içinde havacı kanada bağlıydık. Türkeş'in siyasal bir planından kuşku
duyuluyordu. Türkeş'in Komite'de bir iç darbe yaptıktan sonra Yassıada'daki
demokratları affettirip Demokrat Parti'nin oy tabanı üzerine oturan bir siyasal parti kurma girişimleri söz konusuydu. 27 Mayıs'ı bir siyasal parti yörüngesine oturtmak istiyordu.
"Biz böyle bir olasılığa karşı kendi planımızı yaptık. Yassıada'daki tüm binalara tahrip kalıplan yerleştirdik. Eğer Türkeş ve ekibi önceden davranıp da bizim ekibi tasfiye etseydi Yassıada'yı havaya uçuracaktık. Tabii kendimiz de birlikte uçacaktık."
* Y.n.: Kitapta yer alan ''İnfazlarla ilgili açıklama." başlıklı yazıma bakınız.

On dörtlerin postalanışı ve Menderes'in idamından sonra, bu jet pilotunun son
uçuşuna da gerek kalmadı.

Yassıada'yı havaya uçurma projesi, sadece ufak bir "tatbikatta" kaldı.
13 Kasım 1960 ya da 6 Haziran 1961 gibi, Komite içi sesli ve sessiz darbelerden
önceye rastlayan bu ufak, ama sesli tatbikatın öyküsünü de, o dönemin rütbesi küçük ama yetkisi büyük komutanı Deli Remzi'den dinleyelim:
"Yassıada'nın güvenliğinden sorumlu uçaklar Bandırma'da Albay Emin Alpkaya'ya
bağlıydı, ama emirleri benden alıyorlardı. Roket ve makineli tüfek mermisi yüklü bu uçaklar, arada bir adanın üzerinde alçak uçuş yapıyorlardı. Bir keresinde şöyle bir emir verdim:
" 'Dikkat, dikkat. Akbaşlar! Hedef Sivriada. Roket ve makineli atışı!'
"Şimdi ikisi Türk Hava Yolları'nda görevli olan dört pilot Sivriada'ya doğru dalarak roket ve makineli atışıyla öylesine bir cayırtı kopardılar ki, sesi Çankaya Köşkü'nde yankılandı. Benim ada güvenliği konusundaki özel yetkimden İstanbul Sıkıyönetim Komutanı'nın da haberi yoktu," Bandırma Üs Komutanı Emin Alpkaya'nın da. Gürültü kopunca Ankara'ya şikayet edildim.
"Haber, Çankaya tepesine garip bir biçimde yansıtıldı: 'Deli Remzi Yassıada'yı
bombardıman ettiriyor' diye. Gürsel, bu işin aslı nedir diye Hava Kuvvetleri Komutanı Tansel’i aramış, o da Bandırma'dan Emin Alpkaya'yı. Albay Alpkaya bana veryansın etti.
" 'Yahu Remzi, beni mahvettin, emekliye sevk edecekler diye tir tir titriyordu.
"Acele Ankara'ya çağırmışlar. Yeşilköyde buluşup birlikte gittik. Komite'den Mucip Ataklı Paşa durumu bildiği için idare etti. Mucip Paşa'nın araya girmesiyle Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Paşa sırtımı sıvazladı. Fakat bu olay, İrfan Paşa'ya karşı olanları harekete geçirdi:
" 'Yüzbaşı rütbesindeki Deli Remzi'ye böylesine yetki verilir mi' diyerek Paşa'yı
yıpratmaya başladılar, "Oysa yetkimin kaynağı Komite idi. Eğer 13 Kasım 1960'ta Komite içindeki temizlik harekatında olaylar tersine gelişseydi, ben de üzerinde insan yaşamayan Sivriada yerine Yassıada'yı bombalatacaktım. O Kaman, demokrasiye geçmek de kolay olmayacaktı."
(*) Y.n.: Org. Cemal Tural.


YASSIADA GÜVENLİK SORUMLUSU YÜZBAŞI REMZİ ORAL'IN İKİNCİ AÇIKLAMASI "MENDERES'İ ASMASAYDIK TALAT İHTİLAL YAPACAKTI"

Orsan Öymen Milliyet, 28 Ağustos 1986

• Emekli Albay Oral'ın, Falın Rüştü ile ilgili anısı da şöyle: "İmralı'da aptes almak için ellerinin çözülmesini istemişti. Savcı Egesel, izin vermedi. Ben müdahale ettim. Zorlu, son mektubunu benim kalemimle yazdı."
Yassıada'daki MBK güvenlik ve savunma görevlisi emekli Albay (o zamanki
rütbesiyle Yüzbaşı) Remzi Ora!, eski Başbakan Adnan Menderes'in asılmasına ilişkin açıklamalarına yeni boyutlar getirdi.
Hava Kuvvetleri'nde "Deli Remzi" takma adıyla bilinen Yassı-ada irtibat subayı Remzi Oral, Menderes'in idamının durdurulma olasılığına karşı Cumhurbaşkanı Gürsel'e telefonla yanlış bilgi vererek, cezanın alelacele infaz edilmesi olayı ardında, o günün koşullarına göre bazı zorunlu nedenler bulunduğunu söyledi.
Remzi Oral, "Bir İhtilâl Daha Var" başlıklı kitabı hazırlayan Milliyet Yazarı Orsan
Öymen'in sorularına şu yanıtları verdi:

Öymen: "Başkan Gürsel, Adnan Menderes'in idam cefasının durdurulması için
Yassı ada Komutanlığı'na telefon ettiği zaman, siz kendisine, gerçeği yansıtamadınız ve Menderes'in İmralı'ya götürülüp, cezasının infaz edildiğini söylediniz. Oysa Menderes, o sırada İmralı'da değil, Yassıada önünde hücumbotta idi... Buna niçin gerek duydunuz?"
Remzi Oral: "Bir kere şunu söyleyeyim. Ben cellat değilim. Adnan Menderes'in
asılmasını çabuklaştırmanın ardında demokrasiye geçiş açısından hayati önemde
bazı nedenler vardı ve bunun kararını da tek başıma ben vermiş değilim. Bir kez, o günlerin koşullarını iyi bilmek lazım. Türk Silahlı Kuvvetleri içinde, orduyu siyasetten uzak tutmak için benim de üyesi bulunduğum bir birlik kurulmuştu. Adı Silahlı Kuvvetler Birliği... Bu birlik üyelerinin yemininde Yassıada'da Yüksek Adalet Divanı'ndan çıkacak olan kararların uygulanması da yer alıyordu. Silahlı Kuvvetler Birliği'nde yönetim kısa zamanda, Talat Aydemir Cuntasının güdümüne geçmişti, Talat Aydemir, Babıali Baskını benzeri bir ihtilâl yapıp, diktatörlüğünü kurmak için bahane arıyordu. Eğer Milli Birlik Komitesi, Yassı-ada'dan çıkan idam basarlarım onaylamasaydı, Talat, ihtilâl yapacaktı. Komitenin o günkü toplantısı sırasında Meclis'i, birliklerine kuşattırmıştı. O sırada Talat'tan kopan Havacılar Cuntası olarak da biz, Aydemir'in bu planına karşı çıkıyoruz. Cuntanın havacı yöneticisi Halim Menteş de, kendi subaylarıyla Meclis'te tertibat almış, Talat'ın emrindeki Muhafız Birliği'ni enterne etmişti. Talat, bir darbe yapıp, Milli Birlik Komitesi üyelerini tevkif ederek, yönetimi ele almaya kalksa. Kurmay Albay Halim Menteş birlikleri, silahlı müdahale
edeceklerdi. Biz, Talat Aydemir'in ihtilâl niyetini biliyoruz! Bu ihtilâlin gerekçesi
de hazır, Silahlı Kuvvetler Birliği yeminine sadakat... Bunu önlemek için komitede tasdik edilen idam cezalarını bir an önce infaz ettik ve Adnan Menderes konusunda da Gürsel'e gerçeği tam olarak yansıtmadık!"*
Öymen: "Eğer siz Başkan Gürsel'e, Adnan Menderes'in cezasının İmralı'da infaz
edildiğini söyleyerek yanlış bilgi vermeseydiniz, belki cezası affa uğrayacaktı ve Celal Bayar gibi belki öldükten sonra o da bir devlet töreni ile gömülecekti!"
Remzi Oral: "Sanmıyorum, cezası Milli Birlik Komitesi'nce onaylanmıştı. Olsa olsa, infaz ertelenirdi. O da Talat Aydemir'e yeni bir ihtilâl fırsatı yaratmış olurdu!"' Öymen: "Siz şimdi idam cezalarına karşı mısınız?" Remzi Oral: "Ben öteden beri bir insan olarak idam cezalarına karşıyım. Her bakımdan karşıyım. Bakın, Sokrat ölüme mahkum ediliyor, ama yüzyıllar sonra dünyanın her köşesinde saygı ile anılıyor. İlim dünyamızı süslüyor."
Öymen: "Menderes'in idamı şuasında siz İmralı'da yanında bulundunuz mu?"
Y.n,: Kitabın tümü değerlendirildiğinde gerçeğin böyle olmadığını algılanacağını düşünüyorum. Özellikle ''Havacılar Cuntası"nın CHP'yle işbirliği olayları yönlendirmiş, 21 Mayıs 1963 darbe girişiminden sonra Aydemir'le Mamak Askeri Cezaevine alınan Em. Kur. Alb. Halini Menteş yanılgısını bana açıklamıştır.
Remzi Oral: "Hayır, ben İmralı'ya şevkini sağladım. Ben Fatin Rüştü Zorlu'nun
infazında bulundum."
Öymen: "Nasıldı Fatin Bey?"
Remzi Oral: "Son derece metindi. Bakın, bir anımı anlatayım: Fatin Bey, infazdan ünce ellerinin çözülmesini istedi, aptes almak istiyordu. Savcı Egesel, buna karşı çıkınca şiddetle bağırdım. Dedim ki, 'Burada bu kişi film çevirmeye değil, idama gidiyor, kaçacak hali mi var?' Savcıya karşı geldim ve ellerinin çözülmesi için emri ben verdim. Fatin Bey, aptes aldı ve eşine yazdığı mektubu benim Pelikan dolma kalemimle yazdı. Bu ilgim üzerine Fatin Bey. Ölüme giderken boynuma sarıldı ve ben orada en büyük üzüntümü duydum. Fatin Bey, ilmik boynuna geçirildikten sonra da bana, : Allahaısmarladık yüzbaşım, seni yanlış tanımışım' diye seslendi."

Öymen: "Peki, Ada Komutanı Tarık Güryay o sırada neredeydi?"
Remzi Oral: "O, hücumbotta kararları beğenmeyen subaylarla birlikteydi. Bu İnfazda yalnız ben vardım, irtibat subayı olarak bir de foto film merkezinden asker olarak astsubay vardı. Tabii Savcı Egesel de vardı. Hatta Fatin Bey bir ara Egesel'e dönüp, 'Sayın savcı, sen vazifeni yaptın, kimseye bir kinim yoktur' dedi. Sonra kendini boşluğa bıraktı. Boyu uzundu, iskemle çekilince ayaklan masaya değdi. Cellada, oğlum masayı çek dedim. Masa çekilince Zorlu, boşlukta kaldı."
Öymen: "Bugünkü koşullar altında yeniden benzeri bir görevde bulanabilir misiniz?" Remzi Oral: "Hayır. Dedim ya, kişisel olarak idam cezalarına karşıyım. O günün koşulları başkaydı."


13 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

28 Ocak 2015 Çarşamba

KENDİ ÜLKESİNİ İŞGAL EDEN ORDU., BÖLÜM 2




KENDİ ÜLKESİNİ  İŞGAL EDEN ORDU., BÖLÜM 2






Devlet Kuranların Millet Kurgusu; 
27 Mayıs 1960 Darbesi(1): 

İhtilal’e Doğru 

Şüphesiz bir dönemi anlatmak belirli tarih aralıklarını konu edinmek değildir. Bir dönemi anlatmak geçmişini, yaşandığını dönemi ve sonrasını da gözlemlemeyi 
gerektirir. Her şeyden önce adaletli olmayı gerektirir. 






















Bize tarihin objektif olması gerektiği yalanını yutturanlar, subjektif anlayışlarına böyle bir kılıf uydurmuştur. Objektif alanlar onların olsun, biz tarihin 
ezenler ile ezilenler arasında yaşandığını bildiğimiz için terazimizin adı; adalet olsun. Bu nedenle bir darbe dönemini anlatmak isteyişimiz kısa süreli tarihe not 
düşmelerden fazlası olsun. Bu nedenle ezenlerin kurguladığı darbeci tarihin, ezilenlerin kefesinden yorumlanışı olsun. Varsın ezilenler lehine subjektif 
olsun. Anlatacaklarımız sadece yazılanların değil, yaşanılanların anlatıldığı bir ders olsun. Onlar er(me)sin muratlarına, biz de çıkmayalım kerevetine. Çünkü 
yazacaklarım masal değildir, bir dönemin bugüne sirayet eden tarihidir. 
























Türkiye’de siyasete milletin seçimlerine müdahaleler ile yön verildiği için bunun sonucu gereği çok farklı tarih anlatımları oluşmuştur. Darbecilerin gerekçeleri, sindirilmiş halkın sandık dışında bir kozunun olmayışı, her daim darbenin nedeni olan ordu, yahut ordu içinden bazı isimler, ordunun sivil tezahürü bu milletin yakasından düşmeyen CHP geleneği bir dönemi çok marjinal yaşa(t)mış lakin olması gereken buymuş gibi anlatmış, yazdırmış, inandırmış, devamlılığını kısmen de olsa sağlamıştır. İşte bu gelişmeler nedeniyle darbe dönemleri çok farklı anlatılır. Genellikle zulüm eylemlerine gereklilik nedeni isnad edenler, sentetik ortam oluşturmuş ve hukuksuzluğa kılıf uydurmuştur. Aslında vatan-millet haini olarak anılması gerekenler kahramanlaştırılmıştır. İşte bu çarpıklığın sonucunda darbeler, hiç olmaması gerenler listesinde değil, gerektiğinde meşrudur mantığıyla yorumlanmıştır. Neden bu yanlışa onay verelim ki? 


 Rivayet o dur ki; Deniz Baykal(?) öğrenci iken bir ortamda Adnan Menderes’in yakasına yapışmış, demokrasi(?) arzusunu dile getirmiştir. Bunun üzerine Menderes; ‘ başbakanın yakasına yapışmışsın, bundan daha büyük bir demokrasi tasavvur edebiliyor musun? ‘ diye sormuştur. İşte bu ülke, gerçek demokrasi sistemini getirmeye kalkışanların yakasına yapışan, diktatör militer bir sisteme demokrasi adını verenlerin gölgesinde, kapalı kapılar ardında keyfiyetine kurgular oluşturanların gölgesinde hemen hemen her on yılda bir zihinsel 
taarruzlardan geçirilmiş bir milletin ülkesidir. 







 27 Mayıs 1960 Darbesi, Türkiye Cumhuriyetinin ilk askeri darbesidir. Zihniyete göre Müdahale, Devrim, İhtilal, Darbe sıfatları kullanılmıştır. Milletin iradesine darbe yapanlar, güya milletin bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürüldüğü gerekçesiyle yola çıkmıştır. Yine en büyük darbe sebebimiz, laikliği koruma altında tutma endişesi, bu darbeye de gerekçe gösterilmiştir. 






 Tarihte biraz geriye gidelim… Kısa Kısa notlar girelim… Sürece Bakalım… 

 21 Temmuz 1946 Milletvekili seçimleri ülkede yapılan tek dereceli ilk seçimdir. Seçim tek derecelidir ama bu seçimin ‘ açık oy, gizli tasnif ‘ gibi acayip bir hükmü vardır. Şöyle ki: Seçim günü insanlar açık bir şekilde oy kullanır, sayımdan hemen sonra oy pusulaları yakılırdı. 



     6 OKTAN UZAKLAŞAN CHP


Bu dönem CHP ve onun başındaki(?) İsmet İnönü, 1946 seçimlerine CHP’nin İsmet İnönü kozuyla büyük bir rahatlık ile girmişler, 21 Temmuz akşamı açılan sandıklarda umduklarını bulamayınca türlü hukuksuzluklara başvurmuşlardır. Ve yine kendilerinden birinin Nadir Nadi’nin ifadesiyle: ” … Bütün hükümet kadrolarının CHP’yi tutması ile ve birçok kanunsuz işlemler sonucu olarak DP adaylarından önemli bir kısmı, kazandıkları oylardan yoksun bırakılmışlardır. ” Ve yine Hüseyin Cahit Yalçın’a göre: ” 1946 seçimlerinin her tarafta kusursuz cereyan etmiş olacağını iddia etmek gülünçtür. ” 

 Tüm bu engellemelere rağmen, Demokrat Parti, 7 Ocak 1946 yılında kurulmuş, bundan dört yıl sonra 14 Mayıs 1950'de tek parti dönemine son vererek iktidara gelmiş, bu fiiliyle bazı çevrelerin dikkat kesildiği bir oluşum olmuştur. Sırasıyla 1950, 1954, 1957 seçimleri ile iktidara gelmiş, on yıl boyunca iktidarda kalmış, bu demokrasi ortamına tahammül edemeyenler vasıtasıyla, İhtilal-Darbe yöntemiyle düşürülmüştür. 

 1950 yılının sonlarına doğru ordunun DP hükümetinden hoşnut olmadığı bilgisi Menderes’in kulağına gelmiştir. Nasıl memnun olsunlar ki? Halk iradeyi ele almış, sivil bir memur ülkeyi yönetiyor, korku zihinlerden uzaklaşıyor, militarizm dağılıyor. 

 Tarih, İhtilal’in öncesinde seçim sonuçlarından rahatsız olan ve Dokuz Subay Olayı gibi gizli yapılanmaların 1954 yılında ortaya çıktığını söylese dahi 27 Mayıs’ın mimarlarından birinin eylemlerinin daha eski yıllara dayandığı iddiaları da mevcuttur. Mesela Talat Aydemir ihtilalci fikirlerin kendisinde 1954'te doğduğunu iddia etse dahi, 27 Mayısçılardan Muzaffer Özdağ  ihtilal komitesine 1952 yılında katıldığını söylemiştir. 

 Darbecilerden Talat Aydemir şöyle diyor: 






”Bir münevver olarak,bir kurmay subay olarak, ilk önce ordu dahilinde düşüncelerime yakın düşünen arkadaşlar ile işbirliği yapıp, iktidarda bulunan partinin Türk ordusunu ihmal ederek düşürdüğü bu kötü durumdan kurtarma çarelerinin nelere olabileceğini ve ne şekilde hareket edilirse bu vaziyete bir son verilebileceğini planlamaya başladım. Bütün düşüncelerimi bu istikamete yöneltip Genel Kuram Başkanlığında zemin yoklayarak arkadaş aramaya başladım. Fikirlerime yatan hemen hemen hiç kimse bulamadığım için ümitsizliğe kapıldım. Sene 1954… ( Ve Talat Aydemir Konuşuyor ) 

 27 Ekim 1957 Seçimleri oldukça sert bir hava içerisinde yapılmıştır. DP’nin hukuksuzluk yaptığı iddiaları, bazı CHP’lilerin oy pusulalarının bulunmadığının iddia edilmesi, Antep’te önce seçimden CHP’nin galip çıktığı sonra bu kararın DP olarak değiştirildiği ( köy oylarının sayılmasıyla ), CHP’nin itirazları sonrasında oy pusulalarının Antep Adliyesi Binasına getirilmesi ve sonrasında oy pusulaları ile adliye binasının yanması hadisesi ortalığı bulandırmıştır. Sonra DP’nin konuyla ilgili haberlerin yayınlanmasını yasakladığı iddia edilmiştir. Sonuç olarak tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen DP seçimlerden %47'lik bir oranla galip çıkmıştır. 



 Darbenin çekiciliğinde, 1950 seçimlerinin sonuçlarını darbe gerekçesi olarak gören ordu içinden birkaç subay darbenin on yıl öncesinden bu darbeyi planladıklarına, girişimlerine başladıklarına göre acaba 1960 Darbesinin Menderes’in zorbalığı, baskıcılığı, ülkeyi ikiye böldüğü, hainlik yaptığı, halkın kan kustuğu gibi gereçeklere kim inanır? 

Hem çok daha sonraları bir sonraki yıkıcı darbemizin mimarlarının bir tuzağı olarak aynı silahın sabah bir ülkücüyü, akşam bir solcuyu öldürmek 
için kullanıldığı gerçeğini biliyorken tüm bu kurguya bugünlerde kim inanır? 

 Dönem içerisinde sadece ordu rahatsız değildir, CHP ve ona yakın çevreler, Kemalist akım fedaileri, 1980 Darbesini henüz yememiş olan, Kemalizm asidi içerisinde eriyeceğinden haberi olmayan Sol görüş sahipleri, her dönemin şakşakçılığını yapan medya, gazeteciler, her dönem kadrolaşmalarını ordu lehine göre ayarlayan bazı üniversite hocaları, kışkırtmanın en kolay olduğu yerlerden üniversitelerdeki üniversite öğrencileri de mevcut düzenden değil, sentetik kurgudan kaynaklı olarak rahatsızdırlar. 

 28 Nisan olayları için zemin hazırdır. 28 Nisan Olayı; İstanbul Üniversitesinde öğrenci ve polis çatışmasının yaşanması, bir öğrencinin öldürülmesi ve 27 Mayıs’a giden yolun açılmasıdır. 

Öldürülen öğrenci nedeniyle tarihe bir acı olarak geçen olayın faili Menderes Hükümetine bağlı olan polisler olarak gösterilmiştir. Ancak durumun bu hale gelmesinin asıl nedeni malum zihniyetin ortam hazırlamasıdır. 

 Demokrat Parti, başına gelecekleri hissedince 27 Mayıs’tan bir ay önce Tahkikat Komisyonunu kurmuştur. Dönem kısmen zorluğun olduğu ancak bu kısmi zorluğun çok abartıldığı, yalanların, iftiraların kol gezdiği bir dönem olduğu için komisyon, bu iftira ve yalan furyasının gerçek yüzünü ortaya çıkarıp TBMM’ye, Türk Milletine ve tüm dünyaya gerçeği sunmak amacıyla kurulmuştur. Ancak artık çok geçtir, düğmeye basılmıştır. Yalanlar rütbeliler eliyle gerçeğe büründürülmüştür. Her on yılda bir en az on kişiyi meşru(!) nedenlerle asmayı gelenek haline getirenler, her on yılda bir yüzlerce kişiyi gayri meşru şekilde öldürmeyi görev bilmiştir. 

Meseleye bugünlerden bakacak olursak… 

 27 Mayıs’a götüren süreç için elbet daha söylenecek çok şey, sunulacak çok belge vardır. Özellikle ordu içinde kah birlik oluşturarak, kah birbirinden 
haberi olmadan küçük darbe beyinleri oluşturmak isteyenlerin önce milletin iradesine ve haklarına pervasızca saldırmaları yanı sıra kendi içlerinde kendilerine güttükleri düşmanlık ayrı bir inceleme konusudur. Şu kısa kısa 
dönemsel bilgiler dahi dehşetin boyutunun ispatıdır. 





 Okuduğumuz ya da dinlediğimiz bir tarih dışında, çok yakın yaşadığımız 28 Şubat Post-modern Darbesi öncesi sürecini ve özellikle son yıllarda iddianame olarak ortaya atılan bir kısmı ispatlanan gerçekler ile 50 yıl öncesinin yaşananlarının ne kadar benzeştiğinin farkında mısınız? Bu tür girişimlerin ne acı sonuçları olacağının farkında mısınız? 

 İçinde yaşarken yorumlayamadığımız şeyler vardır. Kime hizmet ettiğimizi bilmeden tükettiğimiz mesailer vardır. Mesela bugün İlhan Selçuk’un nerede, neden yattığını biliyoruz. 

Mesela bugün faili belli olmasına rağmen, faili meçhul olarak anılan cinayetlerden birçoğu o dönem kutuplaşmalarının maktulüdür. Abdi İpekçi 
cinayeti, Uğur Mumcu cinayeti gibi bir zümrenin fail olarak lanse edildiği cinayetlere bugünlerden baktığımızda, aslında fail gösterilen zümreyi de maktul 
kılan zihniyetin aynı olduğunu görüyoruz. Bugün Uğur Mumcu’yu o dönemin darbe yandaşlığı yapan gazetecisi olarak değil de, hepimizi mahkum eden 
otoritenin katlettiğini, birbirine düşmanlık güden dindar çevrelerin ve sol çevrelerin aslında düşmanlığa gerek kalmayacak bir şekilde yaşayabilecek ortamının mevcut olduğunu, birbirimizi yok yere öldürdüğümüzü ancak bugünlere geldiğimizde görebiliyoruz. Tüm bu şiddetin faillerinin, kaybettiğimiz insanlarımızın ve heba edilmiş 50 yılımızın hesabını nasıl vereceklerini düşünüyoruz? Çok şükür saf değiştiriyoruz. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

..