28 Şubat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
28 Şubat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mayıs 2019 Çarşamba

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 14

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 14


Feyzullah Kıyıklık Bey, buyurun. 

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Benim de sorularım var ama hakikaten sizi de yorduk, çok da uzun zaman aldı. Ben, hem hiçbir yorum yapmadan kısa kısa soracağım, kısa kısa da cevap istiyorum, istirhamım bu. 

Şimdi, burada bir konuşmacımız bilgi verirken şöyle bir şey söyledi: “Bütün darbelerden millî savunma bakanları mutlaka haberdar olur.” Sizin döneminizde de Millî Savunma Bakanı zannediyorum Turhan Tayan Bey’di. Böyle bir şey hiç hissetti veya hissettirdi mi? Böyle bir konuşma… Yani daha olaylar su yüzüne çıkmadan önce, 28 Şubattan ta 2-3 ay önce. 

İkinci sorum: Burada bir değerlendirme istiyorum. Ben, 71 12 Martı, 12 Eylülü ve 28 Şubat, 27 Nisan; bunları çok açık ve net yaşadım ama 60 ihtilalinde çocuktum, böyle flu bir şekilde yaşadım. Ancak dikkatimi hep bir şey çekmişti; mesela 12 Mart öncesi -bir şahısla ilgili bir tespiti yapmanızı istiyorum da onun için Sayın Ecevit’in çok -hakikaten bizim o günkü öğrenci kafamızla bile veya köylerdeki insanın kafasıyla- toplumu geren ve kışkırtan sözleri olmuştu ve bu sözler öğrenciler arasında ve çiftçiler arasında büyük sıkıntılara sebep oldu ve 
büyük ayrışmalar oldu biliyorsunuz, neticede bir 12 Mart muhtırası da geldi. Sonra dikkatimi çekti, daha sonra bir tespitim daha oldu… 

TANSU ÇİLLER – “Toprak işleyenindir.” O mu? 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Su kullananın, toprak işleyenin ve bütün kompradorların, zenginlerin, işte, vatan haini olduğu konusunda birçok sözler… 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Vatan hainliği yok. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Var, var efendim, var. Yirmi dört maddelik bir şeyi vardı onun, kendisine göre sıraladığı şeyler vardı. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Son derece de barışçı bir insandı. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Tabii, tabii; çok barışçı insandı. Biz ona bir şey söylemiyoruz, merhum Ecevit’e. Zaten toplumda hiç kimse yanlış yapmamış, darbeler de hiç olmamış ama biz burada boşu boşuna olmayan şeyleri konuşuyoruz. 
İkincisi: Benim dikkatimi bir şey çekmişti. Sayın Ecevit geldiği zamandan sonra Türkiye çok büyük bir maddi sıkıntıya girmişti ve en büyük yolsuzluklar da o dönemlerde… Kendisinin hakikaten hiçbir yolsuzluğu yoktu ama etrafında en büyük yolsuzluk yapılan dönemler siyasi tarihimizde o dönemlerdeydi ve biliyorsunuz ilk defa kabinenin hemen hemen başka yerlerden aldığı bakanların tamamına yakını Yüce Divana gitmişti. Hatırlarsınız belki 80 Eylül öncesini. Biz bunları yaşadık hep. 

Bir şey dikkatimi çekti: 28 Şubat öncesinde ve 28 Şubat devamında ve Türkiye’nin 2000’li yıllarda çok büyük bir krize girmesi olaylarında hemen hemen Ecevit hep belirleyici rol oynuyor, hemen hemen hepsinde. Size teklifleri, basına verdiği demeçler, halka verdiği bilgiler ve bilhassa da -benim hâlâ içime oturmuştur- 1999 seçimlerinden sonra, -siz de oradaydınız zannediyorum değil mi?- Meclisin toplantısında bir hanımefendiye karşı sarf ettiği sözler hiçbir şeyle telif edilecek şeyler değildi. 
Size göre Ecevit bu darbelerin, bilhassa 28 Şubat darbesinin neresindeydi? Yorum yapmak zorunda değilsiniz. 
Diğer bir sorum şu: Şimdi, “Bütün darbelerin arkasında hep dış bağlantılar görülmüştür. 28 Şubat süreciyle ilgili Amerika’nın olduğu belirtilmektedir.” diyor Ruhat Mengi ve devam ediyor köşe yazısında, diyor ki bu hususu belirterek, sizin o dönemde beş tane ABD’li danışman bulundurduğunuzu… 
Önce şunu söyleyeyim: 
Sizin öyle bir danışman bulundurmanız bana göre, hiçbir alakası yok, ilgisi yok, ilgilendirmez ama Ruhat Mengi’nin sözü. O dönemde de bayağı şeylere açık olmuştu bu, sizin aleyhinizde de çok büyük kampanya vardı zaten. Beş tane ABD’li danışmanınızın olduğu, hatta isimlerini bile verebileceğini söylüyor. Acaba bu doğru mu? 
Bu da o dönemdeki çürütme veyahut da sizi halkın gözünde düşürme işlemlerinden birisi mi idi? 
Diğer taraftan, Cengiz Çandar’ın bir sözü var, diyor ki o da: “ABD Dışişleri Bakanlığının yedinci katındaki toplantıya sizin katıldığınız ve orada bazı şeyler size bildirildiği söyleniyor. Cengiz Çandar’ın bu kendi şahsi fikri mi yoksa böyle bir şey var mı, yok mu? Çok kısa bilgiler… 
Diğer bir sorum: Efendim, Türkiye’de irtica, tehdit algısı oluşturarak aslında faiz vurgunları yapıldığı bilinen bir gerçek. Sizin bir iktisatçı olmanız hasebiyle de, Başbakanlığınız ve bilahare Refahyol döneminde acaba bu vurgunların önlenmesine yönelik çalışmalar yürütmeniz hedef tahtası hâline gelmenize sebep oldu mu? Ve bilhassa o dönemde Sayın Koç, grubu adına sizi -genel müdürleri olabilir, CEO’ları olabilir, başkalarıyla olsun bu konularda uyardı mı? Çünkü o dönemlerde kayıt dışı… Bizzat uyardı mı? 
TANSU ÇİLLER – Ne için uyarıyor, anlamadım? 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Yani bu, Gümrük Birliğine girmeniz, havuz sistemini getirmeniz; bu, faiz gelirlerinde büyük düşüşler meydana getirecekti çünkü faaliyet dışı gelirler o dönemlerde hemen hemen yüzde 80’leri bulmuştu şirketlerin, bütün şirketler oradan faydalanıyordu. Koç grubunun böyle bir ikazı oldu mu veya size böyle bir yazısı, görüşmesi, bununla ilgili bir çalışması oldu mu? Tabii, aynı zamanda bu, sizin o gün yaptığınız bedelsiz ithalat hadisesi de birçok tehlikeyi de ortadan kaldırmıştı. Onu da tabii göstererek… Çünkü çok çok pahalıya araçlar satılıyordu. Birdenbire o sattıkları araçlar satılamaz hâle gelmişti. 

Diğer bir soru da: Millî Güvenlik Kurulunda, son 28 Şubat toplantınızda İçişleri Bakanınıza veya size karşı edebi de aşacak bir davranış TSK tarafından sergilendi mi? 
Diğer bir sorum, dokuzuncu olarak da: Medyanın karalama olayları devam ediyordu o dönem de, şantaja varan şeyler de oluyordu mutlak surette. Sizin siyasi danışmanınız Hüseyin Kocabıyık Bey, basın organlarında açıklamalar yaptı. Ve size yönelik bu menfi propagandada basının sadece habere verme  durumunun bulunduğu belirtilebilir mi? Yani bu yapılan şeyler bir haber verme midir yoksa bunun dışında, bir merkezden onların idare edilebilmesi midir? Çünkü burada dinlediğimiz bir şahıs şunu söylemişti, dedi ki: “Bizler bir yerde toplanıyorduk bütün medya mensupları olarak, o haftanın gündemini oluşturuyor… Ama her hafta toplanıyorduk.” Acaba böyle bir şeyin neticesi olabilir mi? Çünkü eğer toplanıyor ve gündem oluşturuyorlarsa, bu, 
aynı zamanda bir de suçtur da. Sizin bu konuda görüşünüz nedir? 
Diğer sorularımdan vazgeçtim. 
Teşekkür ederim. 
TANSU ÇİLLER – Sayın Kıyıklık, çok teşekkürler. 
Cevaplandırmaya çalışayım. 
Millî Savunma Bakanı Turhan Tayan Bey’le, hiç, bu darbe konusunda bir şey konuşmadım. Mesela, ben, emekli edilme konusunu da gündeme aldığım zaman bundan birkaç arkadaşım haberdardı, çok kısıtlı sayıda bir iki arkadaş. İşte, bir grup başkan vekili, bir başkan yardımcısı vesaire… 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Bir açıklama yapayım da, çok affedersiniz. 
Burada konuşma yapan birisi demişti ki o dönemde; daha önce, bundan birkaç hafta önce dinlediğimiz: “Hiçbir ihtilal yoktur ki, darbe yoktur ki bundan çok önceden millî savunma bakanları haberdar olmasın.” TANSU ÇİLLER – Yani bana Sayın Tayan’ın aktardığı hiçbir şey olmamıştır. Ben de kendisiyle birtakım şeyleri konuşmadım. Mesela emekli edilme konusunu, vesaire, hiç konuşmadım, zaten hiç kimseyle konuşmadım. Bunu Sayın Erbakan’la konuştum, bir iki arkadaşımın dışında da orada bıraktık çünkü gerilim olsun istemiyordu Sayın Başbakan, merhum Erbakan. Orada kaldı, dolayısıyla Tayan’la o doğrultuda hiçbir 
konuşmamız olmadı ama bazı hikâyeler dinledim ki bazı darbelerde en son dakikaya kadar hiç kimse hiçbir şey bilmiyormuş. Yani, onu da, duyduğum birtakım hikâyeler de var. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Darbe olmamış zaten çoğuna göre ki, duyulmuş olsun. 
TANSU ÇİLLER – Yani son dakikaya kadar hiçbir şey bilmeden birden önlerinde birtakım şeyler beliriyormuş, alıp götürüyorlarmış. 
ENVER YILMAZ (İstanbul) - Sayın Başbakanım, Turhan Tayan biliyor muydu sizce? 
TANSU ÇİLLER – Bir fikrim yok. Hayır, zaten böyle bir şeyi de… Yani tekrar ediyorum, bu ezber bozan bir darbe. Yani herkesin beklentisi, işte, tank gelecek, o tank Meclise yürüyecek, Meclise kilit vuracak, oradaki insanlar toparlanıp götürülecekler; ihtilal bu. Ama bence böyle kurgulanmadı zaten, yani olay burada başlıyor. Yani birçok insanın hâlen… Mesela ben şimdi hâlen çok hayretle yapıyorum, farkındalık düzeyimiz çok düşük. Bir bakıma benim, bu Komisyonun, sonunda konuşma isteğim de bundan kaynaklandı. Yani bu farkındalık 
düzeyi yükselmeden… Ben sizinle bunları paylaştığım zaman bu toplumun da farkındalık düzeyi, benim de farkındalık düzeyim, yani benim de yükseldi bu süreçte. Bunun inandırıcı olması bir kenara, çıkarılması istenilen dersleri de çıkaramazdık burada. Anlatabiliyor muyum? 
ENVER YILMAZ (İstanbul) – Yani, sizce bu sorun değil mi? Şu açıdan: 1960 darbesinde -27 Mayısta- o dönemin Millî Savunma Bakanı Ethem Menderes askerlerle darbe konusunda son güne kadar istişare hâlinde ve rahmetli Menderes’e son güne kadar darbeyle ilgili bilgi vermedi. 1960, Demokrat Parti; Millî Savunma Bakanlığı… 1997, Doğru Yol Partisi aynı akıbete uğruyor. Başbakan, Genel Başkan sizsiniz ve Millî Savunma Bakanı yine bir Doğru Yol Partili yani o gelenekten gelen birisi. Bu çerçevede sorularıma… 
TANSU ÇİLLER – Anlıyorum. 
Yani, 12 Eylülü de ben dinledim, 12 Eylülde de hiç kimsenin hiçbir şeyden haberi yokmuş. Yani gerçekten hiç kimsenin haberi yokmuş, telefonlar edilmiş son dakikaya kadar. Yani öyle de olabiliyor, böyle de olabiliyor; benim bir bilgim yok bu konuda. 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) - Sayın Başbakanım, bir şey söylemek istiyorum: Yani bizim görüşmelerimizde, o dönemin tanıklarıyla ilgili, Karadayı’yla da görüşmüştük… Zaten size Ocak ayında birtakım bilgiler geliyor. Yani Ocak ayında Genelkurmay birtakım bilgiler gönderiyor, hazırlıklar yapıyor. 
Sayın  Cumhurbaşkanımız Demirel Sayın Başbakan’a bir mektup yazıyor; bu yazdığı mektup Şubat ayının başlarında ya da Ocak ayının sonunda. Yani, önceden bir hazırlık olduğu, bir şeyler yapıldığı, bir şeyler konuşulduğu ortada 
aslında. Yani sadece Turhan Tayan için söylemiyorum, herkesin haberinin olmaması mümkün değil çünkü konuşuluyor bu konu; her yerde konuşuluyor, mektuplar gidip geliyor. Sayın Cumhurbaşkanı Başbakan’a bir mektup yazıyor. Ya, bütün bunlardan haberdar olmamanızı... 
TANSU ÇİLLER – Sayın Şeker, yani tekrar ediyorum: Olayın ve sürecin ve bunun içinde korku yaratma unsurunu bir kenara bırakmayın. Mesela ben Clinton’la konuşuyorum, doğrudan doğruya Albright’la konuşuyorum, Türkiye için demokrasinin ne kadar önemli olduğunu ifade ediyorum kendilerine; kendilerinin tamamen bunun yanında olduğunu görüyorum. Ben Clinton’u çok uzun süre tanıdığım için çok da iyi anlıyorum mesajlarını. Ben ona çok iyi mesajları veriyorum ondan önemlisi. Sonra geliyorum Türkiye’ye, “Amerika darbeyi destekliyor.” “Şu oluyor, bu oluyor.” Bence Amerika da tanklı tüfekli bir darbenin yapımında değil ama sanki tanklı tüfekli bir darbe geliyormuş izlenimini dağıtıyorlar, yayıyorlar. Birtakım… Oluyor, bitiyor olabilir bu ama bu beni etkilemiyordu. Ben, darbenin böyle olmayacağını biliyordum, sezinliyordum, benim aldığım buydu. Bana soran arkadaşlarıma da bunu söylüyordum: “Darbe oluyor zaten eğer bekliyorsanız, bundan başka bir şey olmayacak.” Yani bunu söyledim kaç defa, birkaç defa söyledim, birkaç arkadaşıma söyledim. Dolayısıyla, benim sezgilerimi beni de aşan bir biçimde doğrulayan, savcının bana sunduğu belgeler oldu. Ama ben bunu sezinliyordum yani ben arkadaşlarıma “Darbe olmayacak, sizin bildiğiniz tarzda bir darbe olmayacak; ben bunu görmüyorum.” diyordum, çok da samimiydim. Onun için bu tip şeyler, doğrusu herkesi ilgilendirdiği kadar beni de çok fazla ilgilendirmiyordu, yani beni etkilemiyordu. Onun için birtakım şeylerde belki bilgi eksikliğim de olabilir 
çünkü ben bunlara itibar etmiyorum. 
Evet, şimdi, Ecevit’le ilgili… Valla, Sayın Ecevit’le ilgili, merhum, ben en iyisi hiçbir şey söylemeyim. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Peki, teşekkür ederiz. 
Ruhat Mengi’nin ve Cengiz Çandar’ın bir… 
TANSU ÇİLLER – Ha, evet, Cengiz Çandar… Hayır, böyle bir şey kesinlikle olmadı. Ben hiçbir yerin yedinci katına çıkmadım, o yedinci kattan da bana böyle bir şeyler söylenmedi. Bunu kim söylüyorsa, nereden söylüyorsa benim karşımda söylesin, yani öyle bir şey olmadı. Zaten benim öyle bir yerin yedinci katına gitmeme gerek yok; ben istediğim zaman Albright’la konuşuyordum, istediğim zaman Clinton’la konuşuyordum. Yani böyle bir şeye gerek yok ki. Yani birilerinin bana dolaylı olarak bir şeyler söylemesine, yok gerek yani. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Ruhat Mengi’nin bu 5 tane ABD’li danışman… 
TANSU ÇİLLER – Ha, evet. Bu beş tane ABD’li danışman, vallaha, nedir bilmiyorum. Bu doğrudur. 
Hakikaten 28 Şubat sürecinde hele hiç böyle bir şey olmadı. Benim bazen, bazı alanlarda danışmanlarım oldu, yabancı danışmanlarım oldu; bunlar özellikle teknik danışmanlardı. O zamanlar web sitesi bile bilinmiyordu yani İnternet’i kullanma, web sitesi bilinmiyordu. Biz web sitelerini kullandık ilk önce. Bu konuda arkadaşlarım, danışmanlarım oldu, doğru. Yani teknoloji transferi yapan danışmanlarım oldu, birtakım şeyleri söyleyen danışmanlarım oldu ama bunun 28 Şubatla veya oradaki o sistemle falan hiçbir ilgisi yok. Yani nedir bu 5 tane 
şey falan, onları da hiç anlayabilmiş değilim. Zaten Sayın Mengi’nin söylediği birçok şeyi ben anlamıyorum, onun için böyle cevap vermiş olayım. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Diğer sorum Koç’la ilgiliydi. 
TANSU ÇİLLER – Evet. 
Şimdi, ben Gümrük Birliği sürecine girerken özellikle o… 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Havuz sistemi ve bir de, tabii, bedelsiz ithalat ve Gümrük Birliği; üçü konusunda Sayın Koç’un… 
TANSU ÇİLLER – Vallaha, şimdi, Gümrük Birliğinde genel olarak bir ayaklanma oldu. Ben zaten… Thatcher aslında akıllı bir kadındı ve bizi ziyaret etti. Yine bu odada uzun bir toplantımız oldu kendisiyle. Hep bana söylediği şey şu olmuştu: “Gümrük Birliğine girmek istiyorsun ama bu Gümrük Birliğine girmek isteyen her başbakan seçim kaybetmiştir Avrupa’da. Çünkü bu süreçte çok büyük sıkıntılar olur başlangıçta, sonra bunu iyiliği ortaya çıkar. Sen bunu hem böyle yapıyorsun hem de bir yandan da bütün televizyonların da…” “Ben radyomu İstiyorum.” diye çıkmıştım hatırlıyorsanız eğer. 
Bir yandan da bütün televizyonların, özel televizyonların kanunu yoktu o zamanlar, kanun olmadığı için hükûmetler ve devlet baskı kurabiliyordu üzerlerine. “Bir yandan bunu yapıyorsun yani bir yandan Gümrük Birliğine sokuyorsun, -çok büyük bir şey- bir yandan bütün televizyonların kanunlarını veriyorsun, özel televizyonlar çıkıyor, bir yandan terör mücadelesi yapıyorsun; yani bunların hepsini bir arada yapman mümkün değil.” Çok dostane söylenen laflardı bunlar ama ben bu televizyonların özelleşmesini, sadece TRT’ye bağlı kalınmamasını, çünkü orada bir BBC vardı, egemen güç hâlen BBC’ydi Thatcher döneminde, çoğunlukla hâlen de öyle. Bütün bunları yapmak mümkün değil diye çok uyarmıştı. Dolayısıyla o dönemde, sadece Koç değil bütün o camia Gümrük Birliğinden dolayı ve gümrüklerin indirilmesinden dolayı, o sağlanan rekabetten dolayı ve özellikle araba, otomotiv sektöründeki bu etkisinden dolayı çok rahatsızdı, bu bir gerçek. 

15. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 13

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 13




Şimdi, Merhum Erbakan istifa gerekçesini sunmuş, demiş ki: “Rahatsızlık var. 
Bu rahatsızlık olduğu için ben çekiliyorum.” Doğru, merhum Erbakan “Gerginliği artırmayalım.” dedi ve dedi ki… Erbakan’dan ve o zamanki Refah Partisinden korkuluyor, birlikte karar verdik buna. Bir sıkıntı var. Bizim de yaptığımız bir protokol var ta koalisyon kurulduğunda, o zaman değil; dönüşümlü Başbakanlık olacak. “Bu dönüşümlü Başbakanlık çerçevesinde görevi size verelim.” konuşuyoruz aramızda, ikna oluyor. Ben seçilmiyorum aslında o sırada hâlen, 
“Bu Meclisten seçim çıkmaz.” deniyor. Ondan önce turlar atılıyor muhalefet partilerine. Muhalefet partilerinin hiçbir tanesi “Evet, bu konuda demokrasinin yanında tavır almalıyız.” demiyor. Bu Meclisten seçim… 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Ne diyorlar efendim, muhalefet partileri? 
TANSUL ÇİLLER – Vallaha, hiçbir şey demiyorlar. Yani hiçbir aleyhte beyan veya herhangi bir şey çıkmıyor o zaman. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Sayın Deniz Baykal’ın beyanları var “Erken seçime gidilsin.” diye. 
TANSUL ÇİLLER – Vallaha, efendim, “Seçime gidelim.” falan, biz de söyledik de onları. Yalnız, olayın genelinde, “Bu bir darbedir, dikkat edin. Demokrasi meselesi konusunda hassasiyetimizi ortaya koyalım. Bu nasıl oluyor da demokrasinin ve çoğunluğun üstüne çıkılıyor? Nasıl oluyor da bu “’lla şöyle olacak, böyle olacak.’ şeklinde bir hava yayılıyor, biz bu havaya dahi karşıyız…” Anlatabiliyor muyum? Bunların hiçbir tanesi, yani demokrasi yanında bir söylem o günkü muhalefet partilerinden çıkmadı. Şimdi, hiç kimseyi de suçluyor falan 
değilim, sadece bir tespiti sizinle paylaşıyorum. 

İstifa gerekçesinde “Gerginlik olmasın.” doğrudur, Sayın merhum Erbakan bunu söylemiştir ama merhum Erbakan bir şey daha söylüyor, diyor ki: “Biz, Refah Partisi olarak Çiller’in Başbakanlığını destekliyoruz ve bizim çoğunlumuz var ve Çiller bu çoğunluğu tescilli, imzalı getiriyor.” Ben de ertesi gün götürüyorum onu ve yayılıyor etrafta: “Buna rağmen, Cumhurbaşkanı görevi vermeyecek. Darbe geliyor, vermeyecek, bakın göreceksiniz.” Ya, imza var, 226 geleneğinden geliyoruz biz. Bu 226’yken… Yani bizim davamızın özünün önemli laflarından biridir bu. Benim siyasete girmemde -ANAP mı, Doğru Yol Partisi mi- önemli laflardan biridir bu. Anlatabiliyor muyum? Şimdi, onunla gidiyorsunuz ve vermiyor. 

Peki, vermedi, tercihi, olabilir, hukuken de hâlâ bunların hiçbirinde hiçbir şey yok, doğrudur da belki ama sonra çoğunluğun azınlık yapılmasına kadar bekliyorsunuz. Sonra da sizin önünüze Savcı bir belge koyuyor, diyor ki bu belgede: “Bakın, bunu böyle planlamışlar.” Altında kimin imzası var? O günün en üst komutanlarının. Tek amaç, birinci amaç. E, bu nasıl icra edildi? Böyle icra edildi işte. Evet, bu ezber bozan bir süreç, doğru ama bu sürecin demokrasiyle bağdaşır bir tarafı var mı? Ben size özellikle sormak istiyorum: Yani bu resmi gördüğünüz zaman, “Bu demokrasidir, burada her şey doğal işlemiştir.” diyebilir misiniz? 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Sayın Başbakan, yani ben size sorduğum soruyu benim kendi düşüncelerim olarak söylemiyorum. 
TANSUL ÇİLLER – Anladım, ben de şimdi size aynı şeyi sorarak bir biçimde… 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Dolayısıyla, siz kendi düşüncelerinizi bana tasdik ettirmeyin. Ben, Sayın Demirel’in söylediklerini söylüyorum, yani bir tespit açısından söylüyorum. Yoksa ben sizinle “Darbedir.”, “Değildir.” anlamında bir tartışmaya girmiyorum. 
TANSUL ÇİLLER – Tamam, ben de o resmi çizmek için birtakım şeyleri vurgulamaya çalışıyorum. 
Şimdi, evet, böyle oldu. “Siz hiç yanlış yapmadınız mı? Fail meçhullerin üzerine gitseydiniz, Susurluk’un üzerine gitseydiniz eğer bunlar olur muydu?” Eğer bunlar bir iktidarı götürüyorsa veya getiriyorsa bunu böyle söyleyenler de hiçbir şey yapmadılar, o zaman niye bunlar olmadı? Niye partiler parçalanmadı? 
Mesut Yılmaz geldi, Başbakan oldu, Susurluk üzerinden konuşarak geldi, yani “Bunun üzerine gideceğim.” diye, hiçbir şey olmadı. Niye onlarınki parçalanmadı? Yani bu yeterliyse, ben bunu da… Eksik yok demiyorum, eksik 
yok demiyorum; o farklı bir olay. Susurluk’ta, ben, sonuna kadar gidelim diyordum ama bazı şeyler de ihsas etmeye çalıştım; gelmediler, yani komisyona dahi, kurulmuş olan araştırma komisyonuna birtakım insanlar gelmediler. Ondan sonraki kişiler de bunun üzerinden daha ileriye gitmediler. Şimdi, demek ki bizimle kısıtlı bir olay, vesaire değil ki “Evet, bundan oldu.” diyelim. Anlatabiliyor muyum? 
Peki, Azerbaycan darbesi, Mehmet Ağar vesaire… Yani… 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Susurluktan ceza aldı. Daha evvel MİT raporlarıyla bildirilmiş bir şahıs, Susurluk’tan da bugün cezaevinde hükümlü bir şahıs. Kabinenizin en güçlü insanlarından birisi. 
TANSU ÇİLLER – Evet, bütün bunlar doğru, yalnız şunu da söyleyeyim: Bütün bunlar devletin işi ve bir yerde de İçişleri Bakanlığına bağlı olan Menteşe… Yani, Ağar İçişleri Bakanlığına ve Menteşe’ye bağlı olarak çalıştı, o dönemi yargılandı. Onun hep söylediği şey şudur: “Ben, en ufak bir şey görseydim, fark etseydim, bunu görevden alırdım zaten.” dedi. Esasen yargı da bir kararını vermiş, o süreçten geçmiş. Bununla ilgili, Susurlukla ilgili daha ne yapabilirdik, ileri gitmek için her şey daha yapılabilirdi ama söylemek istediğim şey, bundan sonra 
da olmadı bunlar. Demek ki bir başka bir şey var bunu durduran, bir başka bir şey var durduran. Ben şunun altını çiziyorum: Doğru Yol Partisi nedeniyle o Susurluk’un daha ileri safhalarda incelenmesi meselesi durdurulmuş katiyen değildir. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Sizin bir milletvekiliniz efendim. 
TANSU ÇİLLER – Evet, bizim milletvekilimiz doğru, milletvekili de nihayet yargılandı, yargılandığı zaman da verilen sonuç bu oldu. Yani o yargılama süreci, o adalete teslim edilme süreci sonuçta oldu ve sonuçta da çıkan sonuç bu oldu. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Partinizden ihraç ettiniz mi? 
TANSU ÇİLLER – Valla, o konular aslında farklı konular. Onlar konusunda şunu şöyle söyleyeyim: Ben siyasetten çekilmeye karar verdiğim zaman bütün kapıları yeniden açtım partiye. Ve o açtığım zaman yani ben tekrar açmadan önce… Bütün kapıları açtım ve Sayın Ağar tekrar partiye girdi ve sonra da ben çekildim ve Sayın Ağar partinin Genel Başkanı seçildi, demek ki parti tabanında yeri olan bir arkadaştı. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Susurluk olayının içerisinde kazaya uğrayan da sizin milletvekilinizdi. 
TANSU ÇİLLER – Efendim? 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Kazaya uğrayan da sanıyorum sizin milletvekilinizdi galiba değil mi? Sedat Bucak… 
TANSU ÇİLLER – Evet. Her neyse adalet işledi ve adalet çerçevesinde bunlar ne ise görüldü ve sonuca varıldı yani sonuca varmış bir adalet sürecinin sonunu konuşuyoruz. 
Şimdi, bankaya mevduat garantisi… Bunu iyi ki sordunuz. Benim şimdi iktisatçılığım tutarsa sizi çok yorarım. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - Siyaset kimliğiniz… 
TANSU ÇİLLER - Ama, her neyse, size kısaca söyleyeyim. 
BAŞKAN – Nasıl biz hukukçu ve siyasetçi kimliğimizi… 
TANSU ÇİLLER – Evet, benim şu sıralarda öbür kimliğim daha önde de, onun için ona bir kayıverme eğilimim, bir sevinçli kayıverme eğilimim çok oluyor. 
Şimdi, bakın, bugün Avrupa Birliğinde de bir banka krizi var, ilk düşündükleri şeylerden bir tanesi mevduat garantisi vermektir. Bu, son derece önemli bir unsurdur ve biz onu yapmasaydık o çöküş, İspanya’da bugün görülen çöküş Türkiye’de olurdu. Allah’tan ki ben bir iktisat profesörüyüm, Allah’tan. Yalnız, bakın, 1994 yılında alınmış bu karar -biz 1997 yılında çekildik, 2001 yılında oldu kriz- o zamana kadar çoktan… Ve biz kalsaydık, benim tedricî uygulama için kararım vardı o konuda, yani “Tedricen kaldırılma zamanı gelmiştir artık.” 
diye. Yani söylemek istediğim şey: Keşke benden sonra gelenler de iktisat profesörü başbakanlar olsaydı çünkü bunu görmemeleri mümkün değil, kaç defa da bunu ifade ettim. Bakın o mevduat garantisi doğru bir karardır ama her şeyin bir zamanı var. Yani, belli bir diyeti uygularsınız gereklidir ama o diyetle devam eder, aç bırakmaya devam ederseniz ölür; yani mesele bundan ibaret. 

Şimdi, o dönemde ekonomi konusunda da bir sual sorulmuş. Demişim ki…. Bu hakikaten çok başarılı bir dönem oldu, Refahyol ekonomik olarak çok başarılı bir dönem oldu ama ondan önce, 5 Nisan kararlarının sonuçlarını maalesef Sayın Baykal çok erken seçime gitmek istediği için topluma yansıtamadan 95 seçimlerine girdik, maalesef. Çünkü bakın alınan sonuçların söylüyorum, bu kamuoyunu hiç mâl olmadı, sonradan çıktı. 1994 yılında eksi 6,5’a inmiş bu millî gelir büyümesi, yüzde 8,95’te. 1996’da yüzde 7,5; 97’de yüzde 8. Üç yıl üst 
üste yüzde 8 büyüyen bir ekonominin 5 Nisan kararlarıyla doğrudan ilişkisi vardır, doğrudan. Havuzun da var, havuz da çok doğru bir karar. Zaten havuzun de etkilerinin olduğu bir gerçek ama bunlar ondan önce alınan sonuçlar. Ve daha sonra -size göstereyim- 1997 yılında, biz siyasetten, daha doğrusu koalisyondan çekildikten sonra yüzde 8,3 büyümeye devam eden o ekonomi 2001’de eksi 9 küçülüyor. Ve bütün rakamları verebilirim; hepsi felaket bir durumda. Yani bıraktığımız Türkiye 97’de… 2001 krizi… Apayrı bir Türkiye’den bahsediyorsunuz, sadece ekonomik verilere ilişkin değil; cari açıkta da böyle, ihracatta da böyle, bütün o uygulanan politikalarda bu böyle yani topyekun ekonomi göçüyor, çöküyor. Evet, o oranın içerisinde uygulanan sabit kur sisteminin çok büyük etkisi olmuştur. Nitekim, Derviş gelir gelmez… Kaç defa bunu Meclis 
konuşmalarında söyledim, kaç defa mevduatlara ilişkin garantinin kalkmasını söyledim, kaç defa bunu ifade ettiğim de var ama maalesef Refahyolun gerçekten bizle başlayan; o, CHP’yle birlikteki koalisyon, ondan önce… 
Biliyorsunuz bizim koalisyonlarımız bir de çok zor koalisyonlar oldu. Yani, ilk önce ben İnönü’yle bir koalisyon kurdum, ondan sonra hemen arkasından Murat Karayalçın’la -bunlar hep yeni hükûmetler- ondan sonra Hikmet Çetin’le, ondan sonra Sayın Baykal’la… Yani bütün bu uyguladığımız şeyleri de bu süreçte uyguladık. Ve söylüyorum Sayın Baykal’a “Bir sene daha vaktimiz var, bırakın -hatta bir buçuk sene vaktiniz var- şunların sonuçları ortaya çıksın.” Bir kaç ay, birkaç ay yeterdi çünkü 95’in Aralık ayında biz gittik seçimlere, 96 yılından 
itibaren, başından itibaren bu veriler yayınlanmaya başlandı. Şimdi, dolayısıyla, yapılan şeyler bunlardan ibarettir, benim de söyleyeceğim bunlardır. 
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Başbakan. 

14. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 12

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 12



Şimdi, Sayın Demirel’i dinledik Sayın Başbakan, Sayın Demirel dedi ki: “Millî Güvenlik Kurulu anayasal bir kurumdur, görevleri de yasalarda yazılmıştır. O dönemde toplumda çok büyük bir rahatsızlık vardı, bir tarafta şeriat sesleri yükseliyordu sokakta, her tarafta tarikat adına, tarikatçılık adına sokakları süpüren etekleriyle, elbiseleriyle ve insanlar bağrış çağırış içindeydi, yeminler ediliyordu, toplum çok ciddi bir rahatsızlık içindeydi. 
Ben bu rahatsızlığı… Toplum gelecek kaygısındaydı, en azından birçok insan, toplumun büyük bir kesimi gelecek kaygısı içindeydi. Bana soruluyordu, her kesimden bana soruluyordu ‘Ne oluyor?’ diye. Ben de Başbakan olarak Sayın Erbakan’ı çağırdım ‘Ne oluyor?’ diye sordum. Sayın Başbakan ‘Efendim, incelettireyim durumu, konuşalım.’ dedi…” Yani tam cümleleri belki söylemiyorum ama tutanaklar bu anlamda, Sayın Demirel’in söyledikleri. “Millî Güvenlik Kuruluna gelindiğinde, Millî Güvenlik Kurulunda bunlar değerlendirildi, yani arkadaşların bir kısmı itiraz etti, imzalamadı rahmetli Erbakan o tutanakları.” diye… Sayın Demirel de dedi ki: “İmzalamayı geçin. Sayın Erbakan’ın kendisine yazdığı bir yazıyı gönderdim Başbakan olarak. Sayın 
Cumhurbaşkanına hitaben yazılmış bir yazı. Millî Güvenlik Kurulunda tavsiye edilen kararların genel yararla uygulanacak kısmını uyguluyoruz, yasal düzenlemeye ihtiyaç olan kısımların da hızla yasal düzenleme çalışmalarını yapıyoruz. Yani Millî Güvenlik Kurulunda itiraz etmedi, ardından da bunları uyguluyor olduğuna dair bana gönderdiği yazı buradadır.” 

Şimdi, daha sonra Sayın Demirel, rahmetli Erbakan’ın kendisine istifa dilekçesini sunmaya geldiğini, rahmetli Erbakan’a sorduğunu “Yani niye istifa ediyorsun? Herhangi bir şey mi var, bir baskı mı hissediyorsun ya da koalisyonda bir problem mi var? ‘Hiçbir problem yok. Toplumdaki rahatsızlığı ancak gidermek için böyle bir yol izlemem gerekiyor. Toplumda ciddi bir rahatsızlık var, kamplaşma var. Toplumu rahatlamak için benim istifa etmem gerekiyor.’ dedi, ben de aldım istifasını kabul ettim. Daha sonra bana -sizin biraz önce bahsettiğiniz imzayla sizin hükûmet kuracağınız konusundaki talep ile geldiler. Ben Çankaya noteri değilim; ben aldım, baktım duruma, çoğunluk güvenoyu alabileceği bir çoğunluğa sahip değil. Dolayısıyla, Tansu Hanım’a görevi vermedim, çoğunluk güvenoyu alabilecek birisine verdim. Niye vermedim? Çünkü bu imza atanların, listede ismi bulunanların bir kısmı da bana gelip ‘Biz imza attık ama güvenoyuna geldiği zaman güvenoyu vermeyeceğiz.’ 
dediler.” dedi Sayın Demirel bize. Yani Sayın Demirel’in kendi takdiri ayrı bir sorun. Şimdi, sizin anlattıklarınızdan anlıyorum ki 28 Şubatı, Tansu Çiller’i yok etmek, dolayısıyla Doğru Yol Partisini yok etmek için kurgulanmış, hatta Savcının tespitine göre de bir tek kişiye ve size yapılmış bir suikast olarak, yani darbe olarak değerlendiriyorsunuz bunu. 

TANSU ÇİLLER – Hükûmeti yıkmak için. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Tabii, tabii, yani darbe nihayetinde Hükûmeti yıkmak için. 
Efendim, böyle bir kurguda, toplumun o gün içinde bulunduğu durumun yani hiç mi bir etkisi yok, toplumun içinde bulunduğu ekonomik durumun hiç mi etkisi yok, toplumun içinde bulunduğu siyasi durumun hiç mi etkisi yok, sizin uygulamalarımızın hiç mi etkisi yok sizin yıpratılmanızda, size imza verenlerin “size güvenoyu vermeyeceğiz” demelerinde? Örneğin, döneminizde, biraz önce Süreyya’nın söylediği, faili meçhul cinayetler çok yoğun olarak yaşanmıştı. “Susurluk” diye bir hadise yaşanmıştı, sizin iktidarınız dönemindeydi. Eğer Susurluk’un üzerine gidilmiş olsa ve o işler açığa çıkarılmış olsaydı belki 28 Şubatta şu ya da bu biçimde manipülasyon yapanların buna gücü yetmeyecekti ve bu çete dağılacaktı. Susurluk’u çok hafife aldınız, Sayın Erbakan “gulu 
gulu dansı” dedi, zamanın Bakanı Şevket Kazan da “Mum söndü oynuyorlar.” dedi. Yani Susurluk bu kadar basit miydi sizin açınızdan, Hükûmetiniz açısından? Siz o Hükûmetin sorumlu bir ortağıydınız ve daha sonra protokol yoluyla Başbakan olacak bakanıydınız. 

Yine sizin zamanınızda bir vali suikast silahı ithal etti. 

TANSU ÇİLLER – Efendim? 

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Suikast silahı ithal etti hatırladığım kadarıyla, silah satın aldı yurt dışından. Bu silahların suikastlerde kullanıldığı söylendi, ileri sürüldü. 
Azerbaycan’da ihtilal yapma konusunda ya da çeteleşme konusunda MİT raporlarında adı geçen ve daha sonra Susurluk davası nedeniyle ceza alıp bugün mahkûmiyet yaşayan Mehmet Ağar sizin zamanınızda çok önemli yerlerde bakanlık yaptı. Yani bu durumu daha önceden biliniyor. Şimdi, bu tür bir hükûmet kuruluşunun içerisinde Mehmet Ağar’ın durumunu bilmiyor muydunuz, yani nasıl bir ilişkilerinin olduğunu, hangi ilişkiler ağı içerisinde olduğunu? 

Yine sizin döneminizde “Metin Göktepe” adında bir gazeteci öldürüldü. Gazetecinin ölümünü, kimi polis yetkilileri “Duvardan düştü.” diye açıkladı, İçişleri Bakanınız “Yok, sandalyesi devrilmiş.” diye açıkladı. Eğer basın 
üzerine gitmemiş olsaydı resmen, spor salonunda dövüle dövüle öldürülen bir gazetecinin de şeyi faili meçhul gidecekti. Yani herkesin gözünün önünde öldürülen bir gazetecinin ölümü bile faili meçhul gidecekti. 

Yine, medyayla ilişkileriniz konusunda, bir kartel medyasının varlığından ve kartel medyasının size karşı tavrından, yıpratıcı tavrından bahsettiniz, yayınlarından bahsettiniz. Bunların daha sonra iş ilişkisi, iş adamı rolüyle özelleştirmelere talip olduğunu, bir aldığını, doymadığını söylediniz. Hâlbuki, bu sadece kartel medyası değildi, bir de bunun karşısında bir medya grubu vardı, Dinç Bilgin’in başını çektiği bir grup. Dinç Bilgin kendi beyanında, kendisinin Tansu Çiller ve ekibini desteklediğini, kartel medyasının da Mesut Yılmaz ve ekibini desteklediğini, iki taraf olduklarını ama sonunda anlaştıklarını söyledi ve hatta Dinç Bilgin, kendisi gazetecilik yaparken çok rahat olduğunu ancak bu siyaset ve iş ilişkisine girdikten sonra da bütün hayatının, bütün düzeninin altüst olduğunu söyledi, bu süreç içerisinde banka aldığını söyledi. 

Şimdi, yanlış hatırlamıyorsam, hafızam beni yanıltmıyorsa -bunu teyit edemedim çünkü- bankalara mevduat garantisi sizin döneminizde verildi. Bankalara mevduat garantisi verildikten sonra bankaların batmaması mümkün müydü? Dünyanın herhangi bir yerinde bankalara mevduat garantisi veren başka bir ülke var mı? Şimdi, örnekleri var, örneğin Kadir Has’ın bankası ile Cıngıllıoğlu’nun bankası iki ayrı banka. Bunlar belli bir süre sonra dünür olur, birisinin bankası diğerine kredi verir, öbürünün bankası diğerine kredi verir, kredi alanlar kendilerini kurtarırlar, ikisi de bankaları batırırlar ama kredi kendileri üzerine kalır, borcu da devlet devredilir. Yani bu mevduat garantisini koyarken bu bankaların böyle bir sonuca yol açacağını düşünmüş müydünüz? 

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Sayın Toptaş, yani bu bilgiyi tashih etmek için söylüyorum: Merhum Kadir Has’ın bir bankası olmadı, sadece Akbank’ta bir hissesi var. 
BAŞKAN – Ben de öyle biliyorum. 
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Kayıtlara yanlış girmesin diye söylüyorum. 
Kadir Has’ın sadece Akbank’ta bir hissesi oldu. Yanlış kayıt olmasın. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Yani iki banka… Yani onu ben hafızam yanıltmıyorsa öyle söyledim, tavzih ederim, düzeltirim. 
Yani zaman zaman yaşadık bunları, iki banka, iki dünürün iki ayrı bankası, biri diğerine kredi verir, biri diğerine kredi verir. Şey izler gibi izledik. 

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) - Kadir Has’ın bankası oldu. 
BAŞKAN – Hissesi oldu diye biliyorum. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Hayır, hayır, bankası oldu. 
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Hangi Banka? 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – İstanbul Bankası. 
Yani olayları biz yaşadık Yaşar Bey. Doğrudur, yani ben o günlerde ayakta olan bir insandım ve çok da büyük para gitti. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Teşekkür ederim Feyzullah Bey. Ben de öyle anımsıyorum. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Hayır, ben oralarda yaşadığım için… 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Ama yanılmış olabilirim diye düşündüm Yaşar Bey. 
Yaşar Bey, İstanbul olunca ben “Acaba yanıldım mı?” diye düşündüm çünkü bu ilişkilerden aslında bankaların içi bilerek boşaltıldı. İlişkilerle bankaların içi boşaltılırken devlet de o mevduat garantileri yüzünden bu bankaların dolandırılan paralarını üstlenmek zorunda kaldı. Bu kararı, yanlış hatırlamıyorsam, yine siz iktidarınız döneminde almıştınız. 

Bir de baştan beri sorduğu şey, Meclise salınan boğayı da açıklarsanız, isimlendirirseniz biz de bulmaca çözüyor gibi “Acaba Hasan mıydı, Hüseyin miydi?” diye aramaya gitmeyiz. 

Teşekkür ederim efendim. 

TANSU ÇİLLER – Şimdi, değerli arkadaşımız şöyle açıklıyor: “Canım, toplum rahatsızlık içindeydi. Sizin hiçbir şeyiniz olmadı mı bu rahatsızlık içerisinde? Biraz da bu rahatsızlık nedeniyle bütün bu darbeye yol açan şeyler oldu.” vesaire. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Yani yönetenler de bunlara, bu fırsatçılara fırsat verecek taşları, kilometre taşını döşemiyor mu? Yani biz, bu Darbeleri Araştırma Komisyonunun amacı bir de ders çıkarmak efendim. 
TANSU ÇİLLER – Şimdi, tabii ki bu konuda dikkat edilmesi, bazı şeylerin yapılmadığı gerçeğini de gözler önüne sermemiz lazım işin doğrusuna bakmak açısından, tümüne bakmak açısından. Yani o günlerde, bir kere, çok planlı biçimde yıpratmak için ta gerilerde olmuş birtakım işte başörtülü insanlar, işte birtakım, bilmem, fal baktırıyorlar falan, ben de tam izleyemedim televizyonları ama geçmişten olmuş, gelecekte olacak veyahut da o an olmamış, daha evvelki günlerde olmuş pek çok şeyi televizyonlar devamlı gündeme getiriyorlardı. Yani bir korku refleksi besleniyordu. Ne için? İşte, cumhuriyet ve laik cumhuriyet bir yerde elden gidiyor, korku buydu. Bunu birtakım pekiştirecek hareketler oldu mu? Mesela, ben, merhum Erbakan’a şunu çok net söylediğimi hatırlıyorum… “İstanbul’a, Taksim’e bir cami kuracağız.”, “Tamam.” Ama bunu lanse ederken 
“İstanbul’u yeniden fethedeceğiz.” Yani bunu böyle yapmanın gereği var mı? Bunu böyle söylemenin gereği var mı? Bence yoktu. Yani bu gerginliği artıracak birtakım şeyler olmadı mı? Oldu. Bu konuda hepimizin rahatsızlıkları da oldu ama bir başka gerçekle karşı karşıyayız, o da: Merhum Erbakan bütün bunlara rağmen -bunlar böyle ufak tefek birtakım noktalar hâlinde görülüyor zaman zaman ama- Türk Silahlı Kuvvetleriyle çok iyi geçinmek istiyordu. Yani toplumun huzura kavuşmasını istiyordu, barıştırmak istiyordu. Yani “Devletle millet 
barışsın.” bu laf çok yoğun bir biçimde konuşuluyordu. Dolayısıyla, bunlar hiç olmamış mıdır? Olmuştur ama bu resmin bütünün ne kadar vahim olduğunu ve nasıl savcılık tarafından, üstelik de bir biçimde tescil edildiği gerçeğini örtbas etmedi. Öbürü duruyor. 

Yani bu “boğa” dediğimiz şey, bir iradeyi bir başka iradeye teslim eden ve milletvekillerini ikna odalarında transfer eden, çoğunluğu azınlığa çeviren bir örgütlü icraat bu ve bizi de hedef seçiyor. “Çiller giderse Doğru Yol Partisi parçalanır.” Parçalama sürecine de giriyor. Milletvekilleri çeşitli odalarda, ikna odalarında transfer ediliyorlar, evvelce kurulmuş DTP’ye, ta 7 ocakta kurulmuş bir DTP’ye haziranda transferler başlıyor. ANAP’a gidiyor, oraya gidiyor, buraya gidiyor ve ne kadar bekleniyor? Çoğunluk azınlığa çevrilene kadar bekleniyor. Efendim, zaten Sayın Cumhurbaşkanına söylemişler, imzayı Çiller götürmüş ama, 278-282 imzayla götürmüş ama bunlar zaten söylemişler, zaten yayılan da bu. “Göreceksiniz, Demirel, Çiller’e vermeyecek, göreceksiniz vermeyecek; imzaya rağmen, vermeyecek.” yayılan bu ve o oluyor. Neden? “Bir darbe geliyor, bunu yapmazsak darbe geliyor.” Erbakan’a darbe yapılmamış, asıl laik cumhuriyet tehdidi orada, korku orada, Çiller gelince bu olacak. Neden? Bu belli değil ama olay bu. Zaten, o korku… Herkes “Olur mu canım? Nasıl çoğunluğa rağmen vermez.” derken şak diye oluyor. Yani korkular, geleceği söylenen şeyler gerçekleştiriliyor da aynı zamanda. 

Dolayısıyla, evet, bu gerginliği veya bu sıkıntıyı artıracak münferit olaylar olmadı mı? Oldu, işte “Taksim’de cami yapacağız.” Aç ama bu İstanbul’un fethi niye yani? “İstanbul’u fethediyoruz” diye çıkarsan… “Neyi fethediyorsun? Acaba rejimi mi fethediyorsun, neyi fethediyorsun?” Bu sualler geliyor. Bunlar da olmaması 
gerekli olan şeyler ama bunlar bunu kapamaz, bunlar münferit olaylar, bir büyük çerçeveyle karşı karşıyayız, onun tümünü değerlendirmek gerek. 

13. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 11

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 11



Şimdi, Sayın Demirel’e ilişkin… Benim böyle bir şeyi imzaladığımı kim söyledi, şeyde merak ettim eğer bir şeyse yani böyle bilmem ne kafelerinde… 

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – 8. Ağır Ceza, banka davalarına bakan Mahkemenin Başkanı, “O süreç içerisinde bu tür lisans verme hadisesinin yaygın olduğunu ve hatta o dönemin işte etkin isimlerinden biri ben tam olarak hatırlamadığım için, arkadaşlarımız şimdi sizin isminizin geçtiğini uyarınca söylediler- o dönemde 
böyle lisans ihaleleri veriliyordu.” çok fazla da yani bu sizin sıkıştırıldığınızı gösteriyor. 
TANSU ÇİLLER – Hayır, hayır ben böyle bir şeyi zorla da olsa kesinlikle yapmam. Yani zorlanarak da yapmam, ihale başka bir olay, ihaleye açılmışsa bir şey, bunu bilemiyorum, yani tekrar ediyorum, benim çok karşı olduğum bir şeydi bu yani duruş olarak da çok karşı olduğum bir şeydir dolayısıyla, bunu kim, hangi 
belgeyle veya nasıl, hangi şahitle veya bir şeyde söylüyor? Doğrusu çok şaşırıyorum yani bunu bilmek isterim çünkü gerçekten çok ters olay, bize ters en azından. 

Şimdi, ikincisi 28 Şubat, bir darbe miydi? Zannediyorum ki bundan daha açık söyleyemezdim yani 28 Şubat, bir darbedir, ezber bozan bir darbedir ve bu darbe, eğer milletvekili çoğunluğu azınlık yapılıyorsa ikna odalarında bu darbenin nasıl olduğuna dair bir göstergedir, şeklinde bir açıklamam oldu, yine o dönem 
açıklamalarımda “Bu bir Çankaya darbesidir.” dediğim, sonra tekrar  “Parlamentoya karşı yapılmış bir suikasttır.” dediğim o günün gazetelerinde, o günün beyanlarında, esasen mevcuttur ama bunu bir hukuki platform olarak 
değerlendirmiyorum, bunu daha çok demokrasinin etik kuralları çerçevesinde değerlendiriyorum ama ileri demokrasiler, bununla bağdaşmaz yani böyle olan bir şeyin, bu demokrasidir, demokrasinin gereğidir dememiz de mümkün değildir. Bunu, tekrar ifade etmek istiyorum. 
Şimdi, bundan sonraki bir sualinizde; “Millî Güvenlik Kurulu uygulama mercisi hükûmettir…” anlıyorum 28 Şubata ilişkin soruyorsunuz, kararlarına ilişkin soruyorsunuz. 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – “Beyanlarımızı Meclise götürmeyi düşündük.” diyorsunuz, sizi bu noktaya iten… 
TANSU ÇİLLER – Hayır. Eğer, böyle söylediysem de, böyle tutanaklara geçtiyse yanlış ifade etmiş, söylediğim şey şu: Nihayet, demokrasilerde her şeyin üstünde olan Meclistir, belli bir şey Meclisten geçtiği zaman ancak millî iradenin vazgeçilmez unsuru olur. Millî Güvenlik Kurulu kararları, bazen alınır ve uygulanmaz, bazense hükûmetler hiç alınmamış Millî Güvenlik Kurulu kararlarını, Bakanlar Kurulundan, Meclisten geçirerek uygularlar. Bizim orada yaptığımız şey, tekrar ediyorum, Bakanlar Kurulu süzgecinden geçirerek Meclise 
götürdüğümüz şeyler bizim zaten arkasında olduğumuz şeyler, öyle de olması lazım ama mesela, sekiz yıllık zorunlu eğitimi, biz sekiz yıllık eğitimi mesela Doğru Yol Partisi olarak benimsiyorduk ama zorunlu eğitim farklı bir mecraya sokuyordu olayı. Bizim sekiz yıllık eğitim programımızda vardı ama zorunlu eğitim bir başka olayı ifade ediyor. Yani bütün meslek okullarının bir yerde orta kısımlarının lağvedilmesine… Ve bunu niçin yapıyorsunuz? İşte, imam-hatip okullarını kapatmak için yapıyorsunuz ama onu da o çerçeveye sokuyorsunuz. 
Bunlar doğru değildi çünkü biz meslek okullarına -her şeyin ötesinde, teknik olarak söylüyorum- çok ehemmiyet vermiş bir gelenekten geliyoruz. Yani biz meslek okullarının çoğalmasında çok etkin olduk. Bunun kapatılması doğru değildi ama sekiz yıllık eğitimi uygun görüyorduk. Uygun gördüğümüz kararlar uygulandı ama asıl kilit noktada olan kararlar, yani o günün zorlaması şeklinde ortaya çıkarılabilecek nitelikte olan veya değerlendirilebilecek nitelikte olanlar, tekrar ediyorum, Sayın Yılmaz Hükûmeti kurulduktan hemen sonra icra 
edildi. Söylemek istediğim buydu. Eğer başka bir şey… 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – O zaman zabıtlara yanlış geçmişti, düzelmiş oldu bu vesileyle. 
TANSU ÇİLLER – Onu düzeltmiş olduk böylece. 
Doğrusu, Sayın Ecevit’in Ahmet Necdet Sezer konusunda ortaya attığı isim olarak belirlenen Cumhurbaşkanlığı adayı… Böyle miydi, yoksa yanlış yazılmış mı zaten daha evvelden tutanaklardan? 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Sayın Başbakanım, sizinki değil, o başka bir konuyla alakalı, bilmiyoruz. 
TANSU ÇİLLER – Peki, devam edelim. 
Sayın Ecevit, Ahmet Necdet Sezer’i gündeme getirmiştir. Hatta bir gün bir geç vakit bu geldi bizim önümüze. Hatırladığım kadarıyla, hatta Bilkent’te evde bir toplantı yaptık bu konuda ve biz Doğru Yol Partisi olarak bu ismi değerlendirdik. Bunun kimden çıktığı konusunda benim bir bilgim yok. Yani Haberal bunu 
söylemiş, ondan sonra Ecevit bize bunu getirmiş, onu bilmiyorum ama Sayın Ecevit bize bunu getirdi, çok hızlı biçimde geçirmemiz lazım olduğu konusunda hassasiyeti vardı, biz de geceleyin geç vakit Doğru Yol Partisi olarak toparlandık, değerlendirme yaptık. Zannediyorum ki arkadaşlarımız ilk önce bir miktar frene basmak istediler yanılmıyorsam ama sonuç itibarıyla hep birlikte bunu yapmanın gereği üzerinde duruldu ve bu şekilde geldi. Yani Sayın Ecevit’in Haberal kanalıyla bu ismi alıp almadığı konusunda bir bilgim yok. 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) - Bu da Yanlış anlaşıldı Sayın Başbakan çünkü Ecevit önce Haberal’ın olması noktasında bir düşüncesi bir var iken bu görüşme esnasında, o süreç içerisinde Sayın Yılmaz’la görüşmeye gidiyor, görüşme esnasında bizzat İsmail Hakkı Karadayı Paşa tarafından telefonla aranıyor ve Haberal noktasındaki ısrarından vazgeçip Sezer’i ön plana çıkartıyor. Buna dair bilginiz var mı? 

TANSU ÇİLLER – Uludağ’da İsmail Hakkı Karadayı’yla görüşmem kesinlikle gerçek dışı, böyle bir şey olmadı. Tesadüfen, benim olduğum bir iki gün içerisinde onun da orada olduğu doğrultusunda bir bilgi geldi bana ama bizim kesinlikle böyle bir görüşmemiz olmadı. Dolayısıyla, böyle bir şey söylemiş olmam da gündemde değil, konuşmuş olduğum da doğru değil. 

MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Siz değil efendim, Kalemli söylemişti. Kalemli bize -Meclis tutanaklarında var- sizin görüştüğünüzü söyledi ama… 
BAŞKAN - İsmail Hakkı Karadayı da reddetti bunu. 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Ama İsmail Hakkı Karadayı da reddetti. 
TANSU ÇİLLER – İsmail Hakkı Karadayı’da… Hatta bu konuda ben hemen bir yalanlama da gündeme getirdim çünkü Özel Yetkili Savcıyla görüştükten hemen sonra böyle bir şey çıktı gazetelerde, hangisiydi bilemiyorum, yani benim sanki böyle bir şey söylediğim doğrultusunda. “Kesinlikle gerçek dışıdır, böyle bir şey 
olmamıştır.” diye hemen bir açıklama yaptım. Dolayısıyla, çok az açıklama yapıyorum, yani çok gerekli görmedikçe hiçbir açıklamada bulunmuyorum, biliyorsunuz belki bu duruşumu ama bu konuya gerekli gördüğüm için hemen yaptım. 

Bu arada, evet, bizim, Batı Çalışma Grubunu kamuoyunun önünde açıklamak ve kamuoyunu bu konuda bilgilendirmek konusunda inisiyatifimiz oldu. Yani Batı Çalışma Grubunu otaya çıkaran, bir yerde, Doğru Yol Partisi kanadı olmuştur. Tekrar etmek gerekirse eğer: Meral Akşener “Bunu ne yapalım?” diye bana getirdi, ben de “Bunu kamuoyundan gizlememiz doğru değil, bunu mutlaka ortaya çıkarmak lazım. Bu son derece önemli bir olay.” dedim ama “İlk önce merhum Erbakan’a bunu götür, sonra gereğini konuşuruz.” dedim, o arada 
merhum Erbakan bunu Sayın Cumhurbaşkanına hemen iletmiş, Sayın Cumhurbaşkanı da hemen Türk Silahlı Kuvvetlerine iletmiş ve birdenbire Türk Silahlı Kuvvetlerinin özellikle Güven Erkaya kanadından bize bir bombardıman geldi, Meral Akşener’in üzerinden geldi. Meral Akşener de çok dik durdu orada ve bu bombardımanın asıl hedefinin aslında ben olduğum çok açıktı çünkü Doğru Yol Partisi kanadına yükleniliyordu bu konuda ama mesele bundan ibaret. Zannediyorum ki… 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Yani “Açık darbenin önlenmesine bir gerekçe olmuş mudur?” diye sormuştum. 
TANSU ÇİLLER – Açık darbenin önlenmesinde… 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Şimdi “Uzun süreli bir süreç yaşandı 28 Şubatta. Bu hadiseleri, gizli yapılanmaları sizin ortaya çıkartmış olmanız silahlı kuvvetlerin açık bir darbe yapmasını önlemiş midir?” diye sorum buydu. 
TANSU ÇİLLER – Vallaha, benim kanımı soruyorsanız eğer, benim edindiğim intiba, Türk Silahlı Kuvvetleri belki bir miktar, belki belirli bölümlerinde… 
Çünkü “Türk Silahlı Kuvvetleri” dediğiniz zaman tek vücut bir şeyden de bahsetmiyorsunuz. Belki bir bölümü işte tanklı tüfekli geleneksel bir darbeyi düşündü ama benim algım o ki aslında bu böyle planlanmadı. Yani hiçbir yerinde gerçek bir darbe, bizim anladığımız o geleneksel darbe… Ben çıkarılıp, olayın ezber bozan bir darbeye dönüştürülerek uygulanması konusunda bir kanaat 
oluşmuş, belli bu. Bunun icrası da Batı Çalışma Grubunda görülüyor. Bu Batı Çalışma Grubunun da “Niçin? Biz ne yaparız?”ın tek hedefini, dediğim gibi, Tansu Çiller olarak söylüyorlar. Niye? Tansu Çiller çekilirse Doğru Yol Partisi de göçer, çöker. Bu kadar açık, yani bu kadar açık. 
BAŞKAN – Ahmet Toptaş Bey, buyurun efendim. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Efendim, bizi evinize konuk ettiğiniz için çok teşekkür ediyorum. 
Şimdi, “ezber bozan bir darbe” dediniz ve Meclise bir boğanın salındığını… 
TANSU ÇİLLER – Boğa, İspanyollar boğaları… 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Evet, boğanın salındığını söylediniz. 
Peki, bu boğa kim? Meclise bir boğa salındı, Mecliste dolaşıyor bu boğa yani. 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Biliyorsunuz o boğayı. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Efendim, yani bulmaca çözmeye gitmeyelim. 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Ben de onu söyledim. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Dolayısıyla, Sayın Demirel’in… Biraz önce Değerli Arkadaşım İdris Şahin sizin sözlerinizden yola çıkarak kendi değerlendirmesini yaparken sanki bu darbeyi yapan adamlardan birisinin bir mahkeme hükmünü okur gibi okuduğuna itiraz ettim, o da “Öyle değil. Ben bir tespit yapmak için anlatıyorum.” dedi. 

12. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 10

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 10



TANSU ÇİLLER – Teşekkür ediyorum Sayın Kaya. 

Sorunuza ilişkin olarak Sayın Demirel, bir siyasi figür ve kendisi darbelerden geçmiş birisi, dolayısıyla, kendisinin bazı korkularının olduğu, bazı şeyleri gerçek olarak bir… “Buradan bir şey çıkar, bunu önlemek lazım.” şeklinde bir duruşunun olduğunu düşünmek mümkün, ancak algılanan bir başka boyutunda sanki Sayın 
Cumhurbaşkanı, bu işin tankla, tüfekle olan tarafını önlüyor ama tankla, tüfekle olmayan boyutunda bu siyasi suikast dediğimiz boyutunda, sanki o duyarlılığı göstermiyor ve… 

BAŞKAN - Bir hatırlatma bağlamında bunları ifade etmeme izin verir misiniz? Sayın Demirel’i dinlediğimiz zaman özellikle 28 Şubat sürecinde, ki kendi rolü açısından “Millî Güvenlik Kurulu, anayasal bir kuruluş ve ben anayasal bir kurum, demokratik sistem içerisinde işlettim ve bunun hiçbir yönüyle ne postmodern darbedir, ne darbedir, ne demokrasiyi işlevsiz kılmıştır zira bir muhtırada bile Meclisin faaliyetlerini, Meclis demokratik sistemin dışına çıkar, ne Meclis kapanmıştır, ne tank girmiştir, dolayısıyla, bu tamamen demokratik 
sistem içerisinde siyasal aktörlerle konuşarak çözdüydük.” Problem olarak ifade etti yani tam kelimeler bu olmasa da çizdiği çerçeve buydu, belki bu minvaldeki açıklamalara da yani çerçevesel olan bir şeyi tam derseniz belki de hani daha net bir … yapma imkânınız… 

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Çok özür dilerim, “Sayın Demirel, tankların ve toplarla darbe yapılmasını önledi ama siyasi suikast anlamındaki darbelerle” diye devam ediyordunuz o yarım kaldı herhâlde. 
TANSU ÇİLLER – Evet, siyasi suikast denebilecek ve Meclisin çoğunluğunun azınlığa çevrildiği bir süreçte milletvekili transferlerinin… Aslında bir program çerçevesinde, imzalı bir program çerçevesinde yürütüldüğünü ne kadar biliyordu? Ve netice itibarıyla sonuçta ortaya çıkan tabloda, çoğunluk azınlığa 
çevriliyorsa ve bunu azınlığa çevirme sürecinde korku işletiyorsa, tekrar ediyorum -toplumun hafızasına işlemiş bir eski fotoğraf var, o bir hançer gibi duruyor orada onun altında yapmak daha kolay birtakım şeyleri- ama ikna 
odaları kuruluyorsa, milletvekilleri transfer ediliyorsa ve azınlık çoğunluk yapılana kadar bir zaman süreci tanınıp, o güven oylamasının alınmasına müsaade ediliyorsa ve sonra da ona “tabii şartlar altında kurulmuş bir hükûmet” 
deniliyorsa o zaman bunun demokrasiyle bağdaşır bir tarafı olup olmadığını iyi düşünmek lazım. 

Sayın Demirel, netice itibarıyla bizim partimizin eski Genel Başkanıdır, kendisinin darbelere ilişkin evvelden geçirmiş olduğu birçok şey bize “226 ruhunu” hatırlatmıştır. 226 dediğim şey: “Bulun 226’yı gelin.” yani Meclis çoğunluğunu bulun, gelin. Tabii bunların hepsinde tekrar ediyorum, Sayın Demirel’in, yaşanmışlığının, geçirmiş olduğu darbelerin kendisi üzerinde bıraktığı izlenimlerden doğan çok samimi önleme istekleri olabileceği gibi, başka farklı algıların da gündeme geldiği ve toplumda yankı bulduğu bir süreçten bahsediyoruz. Yani Sayın Erbakan bu doğrultuda hareket ediyor yani daha farklı bir demokrasi sınavı verilebilir miydi? Her şey hukuki olarak devam etmiş de olabilir, böyledir de ama demokrasi etiği açısından bundan sonra yapılacak olan 
bir anayasada, yazılı veya yazısız olarak bu ruhun mutlaka işlenmesi gereğinin altını çizmek istiyorum yani Meclisin çoğunluğu milletçe belirlenir, bu çoğunluk; bu iradenin Meclise yansıttığı aritmetiktir eğer, siz bunun bir bölümünü alıp bir ikna odası süreci içerisinde zorla, korkuyla, menfaatle, her neyse bir başka yere geçiriyorsanız ve o çoğunluğun azınlık olmasını bekliyorsanız sonra da ondan bir hükûmet çıkarıyorsanız ve “Ne güzel işte, demokrasi içinde bu işi hallettik.” diyorsanız o zaman bunun ileri bir demokrasi çerçevesinde yargılandığı zaman 
ne kadar kabul bulacağı ayrı bir sualdir. 

BAŞKAN – İdris Şahin Bey, buyun lütfen. 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Sayın Başbakanım, öncelikle biz de teşekkür ediyoruz , hanenizde bizi misafir ettiğiniz için. 

Ancak, bir tespit yaparak suallerimi tevcih etmek istiyorum. Gerçek anlamda bu Komisyon çalışmaları esnasında şöyle bir manzarayla karşılaşıyoruz; davet ettiğimiz tüm konuklarımızın başlarında kendilerine lider olarak addettiği isimler konusunda bir sual tevcih edildiğinde; emin olun çok büyük sıkıntılar çekerek, doğruyu direkt söylemenin ötesinde dolanarak bazı şeyleri ifade ettiğini görüyoruz. Bunu sadece zatıalinize mahsus değil, bunu biz evveliyatında dinlediğimiz Sayın Recai Kutan’da da gördük, Sayın Şevket Kazan’da da gördük ve diğer bir kısım siyasi aktörlerde de gördük. 
Şimdi, çok net bir sual, aslına bakarsınız Sayın Kaya’nın sormuş olduğu sual; son derece net ve biz Sayın Demirel’i dinlediğimizde de emin olun, bize o süreci anlatırken sanki normal Anayasa çerçevesi içerisinde, Mili Güvenlik Kurulu çerçevesi içerisinde, yapılmış hadiseler gibi anlattı. Demin de buyurduğunuz gibi “Tankla, tüfekle gerçekleştirilemeyen eylemler.” bu dönem içerisinde maalesef Sayın  Cumhurbaşkanının ve onunla birlikte hareket eden bir kısım isimlerin Doğru Yol Partisinin içerisinde yaptığı bir cerrahi müdahaleyle, Doğru Yol Partisinin zemini başka bir mecraya taşınmış ve siyasal olarak çoğunluk elde 
edemeyeceği anlaşıldıktan sonra da başka bir isme hükûmet kurma görevi verilmiş. Niçin bunu söylüyorum? 
Özellikle siz bunu ifade edemediniz, sizin adınıza belki bizler, yaşanılanları sizinle paylaşmak suretiyle önünüzü açmış oluruz, bu niyetle söyledim çünkü Sayın Demirel’e bizzat ben kendim sordum, dedim ki: Efendim, yani demokrasilerde böyle bir teamül var mı? 278 tane ilave oylarla birlikte 282 tane isim geliyor ve Sayın Çiller, sizinle görüşüyor, 282 ismin olduğunu, bu konuda Sayın Erbakan’ın da destek olacakları noktasında size teklifte bulunuyor, ancak siz, hükümeti kurma yetkisini Sayın Çiller’e; değil Sayın Mesut Yılmaz’a, veriyorsunuz, böyle 
bir şey olabilir mi? Dediğimde bana: ”Ben anayasal hakkımı kullandım.” dedi. 

BAŞKAN – “Noterci değilim, Çankaya’nın noteri değilim.” dedi. 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Evet, “Çankaya’nın noteri değilim, anayasal hakkımı kullandım.” Şimdi, biraz önce ifade ettiniz; “226’yı bulan gelir.” Bu söz; Sayın Demirel’in sözüdür, demokrasilerde sadece yazılı esaslar değil, aynı zamanda teamüller işler, bugün biz her yerde aynı şeyleri ifade ediyoruz; İngiltere’nin bir yazılı anayasası yok ama teamülleri var, asla ve asla bazı şeylerin farklı şekilde yürüyeceği noktasında bir inanç dahi İngiltere’deki demokrasi anlayışında yok. Şimdi, biz burada, Sayın Cumhurbaşkanı: “İmza sahipleri imzalarının arkasında olmadıklarını bana söylediler, 278 imzanın ve bundan dolayı Sayın Mesut Yılmaz’a bu görevi verdim.” gibi bir açıklama yapmıştı o gün bize. 

Şimdi, sizin bu söyleminizden şunu çıkartıyoruz; süreci yayarak, belirli bir süre içerisinde Doğru Yol Partisinden bir kısım milletvekilleri ikna odalarına çekiliyor, bir kısım ara otellerde, ikbal kaygısıyla, belirli bir tehditle ve belirli bir korkuyla ikna ediliyor ve bu şekilde de Doğru Yol Partisinden bir kısım isimler kurulacak olan hükûmete güvenoyu vermek durumunda bırakılıyor, bunların bilfiil başında ve bu organizasyonu yapan isimlerin başında da Sayın Cumhurbaşkanının olduğu görülüyor, bizim dinlediğimiz, edindiğimiz bilgilerle. Bunu söylemekten acaba niye çekiniyoruz? Öncelikle bir bunu öğrenmek istiyorum çünkü artık, millet aydınlanmak istiyor. 

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, şimdi, biz burada Sayın Cumhurbaşkanını yargılıyor gibi bir sonuca varıyoruz. 
BAŞKAN – Yargılamıyoruz. 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Efendim, ben bizzat Sayın Cumhurbaşkanının söylediği sözleri söylüyorum. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Şimdi, sözleri söylüyorsunuz da İdris Bey, “Bir mahkeme kararı gibi de anlaşılıyor.” diyorsunuz yani şöyle oldu, Demirel bunu yaptı, Demirel’in bunun gibi… 
BAŞKAN – Şimdi, değerli Milletvekilim, diğer milletvekillerimizin sorularına yorum katarak da sorabilir yani. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Hayır, yorum başka bir şey efendim. 
BAŞKAN – İdris Bey, böyle bir yargılama yapılmıyor fakat ona dikkat ediyorsanız, öyle bir… 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Ahmet Bey, ben başından beri tüm misafirleri dinleyen bir arkadaşınız olarak söylüyorum ve Sayın Demirel’in bizzat hemen yanı başında bu müdahaleyi kendisine de yapmış olan birisi olarak soruyorum. Şu anda da Sayın Başbakan, “Özellikle güvenoyu noktasında süreci biraz uzatarak kendi arkadaşları üzerinde bir kısım operasyonların gerçekleştiğini” ifade etti. Bunu Sayın Başbakan söyledi, ben de ikisini karşılaştırmak suretiyle böyle bir algının içerisinde olabilir miyiz? Bunu somut olarak söylerlerse bundan 
memnun olacağımızı ifade ettim ve girişte de şunu ifade ettim; herkes kendi liderini korumak gibi bir algı içerisinde, bu şekilde davrandığımız zaman, gelecek nesillere tam demokratik, ciddi anlamda özgürlüklerin tartışıldığı bir ülke bırakabilir miyiz? Samimice ifade ediyorum, güzel bir anayasa yapmanın yolu; gerçekleşen hadiseleri, dünde kalanları, tüm çıplaklığıyla burada ifade etmek değil midir? Bunu Sayın Başbakanımızdan rica ediyorum, uygun görürseniz cevaplarsınız, uygun görmezseniz de tamamen sizin takdirinize bırakıyorum Sayın Başbakanım. 
İkinci sualim ise şu: “28 Şubat kararlarını Meclise götürme düşüncesini eyleme geçiremedik.” diye bir düşünce paylaştınız bizimle. Oysaki, 406 sayılı Millî Güvenlik Kurulu kararlarının uygulama mercii tamamen hükümettir. Ancak bir dönem içerisinde hükûmetinizin bu kararlardan duyduğu rahatsızlık nedeniyle dönemin Meclis Başkanı Mustafa Kalemli’yle Sayın Başbakan Necmettin Erbakan’ın bu şekilde bir girişimde bulunduğu yani askerin bir nevi bildirisi veya ihtarını bir şekliyle Meclisten geçirmek suretiyle veyahut da Mecliste bunun 
reddedilmek suretiyle bir duruş sergileme niyetinizin olduğu ortaya çıkıyor, ancak siz burada özel olarak kendiniz ifade ettiğiniz için söylüyorum; “Yani Meclise götürelim düşüncesi bende hâkim oldu.” dediniz. Oysaki, bunun 
muhatabı Bakanlar Kurulu ve Bakanlar Kurulunda görüşüldükten sonra da ilgili bakanlıklara bildirilebilir. 

Buradaki muradınız neydi? Yani 406 sayılı kararları uygulamamak mıydı, Mecliste bir şekliyle zaman kazanmak mıydı, yoksa Anayasa ve çerçevesinde bu olayın, muhatabının Meclisin olmadığı hepimizce bilinmesine rağmen bu yolu tercih etmekteki niyetiniz neydi? Bunu öğrenmek istiyorum. 

Bir diğer sualim ise şu Sayın Başbakan: Özellikle cumhurbaşkanlığı seçimiyle alakalı olan süreç içerisinde yine dinlemiş olduğumuz tanıklardan birisi; “Bizzat kendisinin bu olaya şahit olduğunu…” ifade etti, “Sayın Haberal’ın ismini, Sayın rahmetli Ecevit’in ön plana çıkarttığı ve rahmetli Ecevit’in, Haberal’ın seçilmesi 
noktasında Sayın Mesut Yılmaz ve diğer muhalefet partileriyle irtibata geçip, karar aşamasına geldiği bir anda, silahlı kuvvetlerden bir telefon aldığını ve Sayın Ecevit’e Sezer’in ismi ön plana çıkartılması gerektiğini ve Sezer’in seçilmesi noktasında bir talepte bulunulduğunu” ifade etti. Bu konuyla alakalı sizinle paylaşılmış bir hadise var mı bu süreç içerisinde cumhurbaşkanlığı seçiminde? Bunu öğrenmek istiyorum. 

Bir de çokça konuşulan, toplumun da merak ettiği, ancak muhataplarından birine sorduğumuzda: “Böyle bir görüşmenin olmadığını” ifade etti. “Sizin, Uludağ’da, İsmail Hakkı Karadayı Paşa’yla bir görüşmenizin olduğunu ve kendisine burada veya başka bir noktada: “Paşam, 278 tane imzalı güvenoyu alabilecek çoğunluğum var, siz de yer yüzünde Cenabıallah’tan sonra en büyük kudret sahibisiniz, benim Başbakanlığım noktasında; bu imzaları da toplamışım, bana destek olmanızı istiyorum.” gibi bir görüşmenizin geçtiği ifade ediliyor. Böyle bir görüşme, oldu mu, olduysa nerede oldu ve bu minval üzerine mi oldu? Bunu öğrenmek istiyorum. 

Bir diğer sualim ise; özellikle döneminizin, Ekonomi Bakanı Ufuk Söylemez Bey, son derece güzel bir sunum gerçekleştirdi Komisyonumuza ve o sunumda: “Kendi hiçbir şekilde dış borçlanma o süreç içerisinde yapmadığınızı ve ekonominin Refahyol Hükûmeti döneminde son derece istikrarlı ve iyi gittiğini” ve yine bizim bir sualimiz sonrasında; “Bunun sebebinin havuz uygulaması mı?” diye kendisine sual tevcih ettiğimizde: “Elbette ki havuz uygulaması çok önemlidir ama tek başına havuz uygulaması da değildi, bu dönem içerisinde,  ekonomik çevreler Refahyol İktidarının iyi gidişinden çok ciddi anlamda rahatsız oldular.” gibi bir düşünce paylaştı, biz de kendisine şunu sorduk: “O dönemde Anadolu sermayesinin yükselişine mani olmak isteyen İstanbul iş çevrelerinin darbede; medyayla, askerle olan ilişkilerle ve bu sürecin, sürekli olarak gündemde tutulmasında ciddi anlamda bir faktör oldu mu?” ve özellikle yine o dönemde dinlemiş olduğumuz tanıklardan birisi de şunu ifade etti: “94-2003 yılları arasında 25 tane banka TMSF’ye devredilmiştir ve özellikle de bu süreç içerisinde otobüs üstünde, fona devredilen bankalar da dâhil olmak üzere bir kısım lisanslar imzalattırılmıştır, o günün siyasilerine…” gibi bir söylemle… 

TANSU ÇİLLER – Bu son, anlayamadım son cümleyi lütfen. 

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Şimdi, birçok banka lisansı verilmişti, 93, 94 ve 2003 yılları arasında TMSF’ye devredilen 25 banka içerisinde Komisyonumuzda ifade veren dönemin 8. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı da yapmış olan Mustafa Ak’ın, bir ifadesinde dedi ki: “Seçim otobüsü üzerinde bile banka lisansı 
verilmesine ilişkin kararların imzalandığını biliyorum.” 

TANSU ÇİLLER – Bana ilişkin mi bunu söyledi? 

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Hayır, hayır o döneme ilişkin ve sizin ekonomi profesörü olarak ve ülkemize Başbakanlık yapmış bir isim olarak: “Bu 25 TMSF’ye devredilen banka ve gidişatla alakalı bu davalara bakan yargıcın, yargı eliyle bir çırpıda görev değişikliği cihetine gidilmiş ve bu yargılamaların bir kısmı akamete uğratılmış.” Bizzat, biz bunu, kendi beyanından aldık. Bu süreç içerisinde sorum şu: Söz konusu, 25 bankanın fona devri nedeniyle milyarlarca dolar kamu zararı oluşmuş, acaba 28 Şubat sürecinin bu zarara ne ölçüde etki ettiğini düşünüyorsunuz yani pek çok dinlediğimiz tanıklar, açık bir darbeden ziyade ekonomik bir darbe olduğu kanaatindeler, buna siz de katılıyor musunuz? 

Son sualim de Sayın Başbakanım şu; özellikle Batı Çalışma Grubu evraklarının ortaya çıkması nedeniyle, silsile yoluyla Sayın Orakoğlu, İçişleri Bakanınız Meral Akşener’e, Meral Akşener Hanımefendi de: 
“Zatıalinizin o da bu yolla sizlerle bunun Başbakan tarafından Cumhurbaşkanına götürülmesi noktasında telkinde bulunarak, Cumhurbaşkanına götürüldü, daha sonra ise Cumhurbaşkanı, gereğini yapması gerekir iken, bunun tekrar muhataplarına geri döndürmek suretiyle bu belgeleri vermesi nedeniyle, 28 Şubat süreci içerisinde açık bir darbenin gerçekleşmediğini ve açık darbenin oluşmamasının en önemli sebebinin de bu belgelerin o dönem içerisinde açığa çıkmış olması ve bundan bir şekilde silahlı kuvvetlerin de haberdar olmasını 
öne sürenler var.” Bu görüşe de katılıyor musunuz? 

Teşekkür ederim. 

Tutanaklarda “Sayın Çiller vermiştir.” şeklinde. Hayır, orada bir yanlışlık var, ben tam dinledim onu, Sayın Başbakanın götürmesini istemiştiniz doğru mudur bu öneri? 
TANSU ÇİLLER – Ben, Sayın Meral Akşener’in bunu Başbakana, merhum Erbakan’a götürmesini istedim. 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Tamam doğru, doğru. 
TANSU ÇİLLER – Benim düşüncem, Sayın Erbakan’la bizim onu bir tezekkür edeceğimizdi yani kendi aramızda, o götürecek, biz bir tezekkür edeceğiz fakat bu olmadan Sayın Erbakan, Sayın Cumhurbaşkanına götürüyor meseleyi ve Sayın Cumhurbaşkanı da -yani benim bildiğim bir olay- bunu Türk Silahlı Kuvvetlerine bir biçimde götürüyor ve hemen oluyor bu çünkü arkasından Güven Erkaya –Deniz Kuvvetlerinin başında olması sıfatıyla ve nedeniyle bu konuda çok ciddi bir girişimde bulunuyor- Sayın Meral Akşener’e karşı ama tabii asıl 
hedefte olan Tansu Çiller çünkü Meral Akşener, Tansu Çiller’in yeni Bakan yaptığı ve aralarında bu konuda ve diğer konularda bir akışkan bir ilişkinin olduğu, bir resimle karşı karşıyasınız, ona saldırıyorsunuz ama asıl saldırmak istediğiniz öbürü, mesele bundan ibaret. 

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Çok özür diliyorum, tutanaklarda; lisans ihalesini bunu sağlayan isim olarak zatıalinizin ismi geçmiş, ona dair değerlendirmenizi yaparsanız -arkadaşlarımız uyardı- sizin isminizi vererek, otobüs üstünde lisans sözleşmesi imzaladığınız noktasındaki bir beyan. 

TANSU ÇİLLER – Şimdi, ben ilk önce şu lisanstan başlayayım yani hemen son olduğu için. Ben, bütün Başbakanlığım zamanında en büyük rezistansı koyan, başbakanlardan biriyim hiç şüphesiz, özellikle bu dönemde. Yeni banka kurulmaması açısından çünkü her yeni banka; bir rant, bir kesimden diğer kesime aktarılmış çok ciddi bir ranttır. Buna benden önce başlamış, benden önce başlamış ve sonuca gelmiş birtakım bankalar hariç, Hazine Bakanlığımdan itibaren, buna son derece karşı çıktım yani bu bir şey değil, bu benim 
temel felsefelerimden bir tanesiydi. Bu arada başlamış süreçler vardı, belli bir noktaya gelmiş, belli bir noktadan geri dönmeyenler, bunlar; oldu o araları ama bizim bütün yaptığımız şeyde, bizden sonra furya hâlinde banka verilmesinin en önemli banka kurma yetkisi verilmesinin en önemli nedeni; ondan önce bizim çok ciddi ölçüde bunu sıkmamız oldu. Yalnız, bakın koalisyonlara ilişkin size bir şey daha söyleyeyim: Koalisyonlar, belirli bakımdan demokrasi açısından yararlı bir işlevi var. Nihayet, temsil konusunda bir araya getiriyorsunuz, herkes 
temsil ediliyor ama koalisyonlarda hâkim değilsiniz olaya, sizin hayır dediğinizi bir başka bakanlık kanalıyla yani başbakanlar öyle tek başına iktidar gibi falan tek başına olayları götüremiyor, sizin haberiniz olmadan, birilerinin, birilerinin bakanının altından, birilerinin bir şeyinin altından bir şey yapıldığını görüyorsunuz. 
Anlatabiliyor muyum? 
Yani bu öyle, hele şimdi tek başına iktidar olarak yaşayan arkadaşlarıma ben hep şunu söylemiştim o zaman da arkadaşlarıma; şu nimeti iki seneliğine keşke Cenabıallah bize de kısmet etse de şu milletlimize gerçekten yapabileceklerimizi yapsak çünkü bizim kurduğumuz koalisyonlarda ve hatta bakanlarınıza bazen 
egemen olamıyorsunuz, tek başına bir iktidarda olabileceğiniz kadar yani dolayısıyla, orada birtakım şeyler kaymış olabilir ama benim bu konuda önü çekmem, bilmem şuralarda, buralarda tepelerde bilmem ne imzalamam, tam karşı görüşte olduğum bir olaydan bahsediyoruz. Dolayısıyla, tekrar ediyorum, başlamış birtakım süreçler olabilir, benim haberimin olmadığı süreçler olabilir ama ben temelli buna çok karşı koyduğum için zaten bizim çekilmemizden sonra 97’de furya hâlinde bankalara yetki verildi ve bu bankaların başlarına vesaire de çeşitli insanlar geldi, onları Komisyonunuz eminim inceleyip, görecektir- bunların bir bölümü de bu 28 Şubat sürecinin etkin isimleri oldu, zaman zaman. Dolayısıyla, söylemek istediğim şey; benim tam karşısında olduğum bir noktaya işaret ediliyor, ben banka verilmesine topyekûn, koyabildiğim rezistansı, sonuna kadar koyan bir siyasi ve ekonomik anlayıştaydım yani bunun bilinmesini isterim. 

11. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***