Adana etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Adana etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ekim 2018 Cuma

TANZİMAT SONRASI OSMANLI DEVLETİNDE KAZA., İlçe YÖNETİMİ BELEN ÖRNEĞİ BÖLÜM 1

TANZİMAT SONRASI OSMANLI DEVLETİNDE KAZA., İlçe YÖNETİMİ BELEN ÖRNEĞİ BÖLÜM 1 


Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi 
The Journal of InternationalSocial Research Cilt:9 Sayı:42 Volume:9 Issue:42 
Şubat 2016 February 2016 
www.sosyalarastirmalar.com
Issn: 1307-9581 


Naim ÜRKMEZ* 

* Yrd.Doç.Dr, Erzurum Teknik Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü.
naimurkmez@erzurum.edu.tr 

Özet; 


1516 yılında Osmanlı Devleti’nin hakimiyetine giren Belen, 19.yüzyıla kadar Halep’e bağlı kalmıştır. Belen,Halep’indoğal limanı olan İskenderun’u art bölgesine bağlayan bir geçit olması münasebetiyle daha çok Halep’i ilgilendiren bir muhitti. Buna rağmen, 1815 yılında yapılan değişiklikle Adana eyaletine bağlanan bu yer, bölgedeki eşkıya olaylarının ve şikâyetlerin artması üzerine,1857 yılında tekrar Halep eyaletine bağlanarak sancak merkezi şeklinde teşkilatlandırılmıştır. 


Belen, vilayet nizam namesi 26 Şubat 1866 tarihinde Halep’e tatbik edildiği zaman, Halep’in Payas sancağına tabi bir kazaya dönüşmüştür.


1870yılında Adana’nın vilayet olarak örgütlenmesi ve Payas’ın sancak olarak buraya bağlanması sonrasında da Halep vilayetinin, Halep sancağına bağlı kaza 

merkezi olmuştur. 

1. Giriş 

Güney Anadolu’nun hiç şüphesiz en stratejik noktalarından biri Belen’dir. Bu yer Akdeniz ile art bölgesi olan Amik Ovası ve Halep’i duvar gibi birbirinden 
ayıran Amanos (Cebel-i Bereket/Gavur) Dağ silsilesinin en düşük irtifalı yeri olması hasebiyle bölgenin tek geçit noktasıdır. Sıfin denilen başlangıç 
noktasından, Topboğazı denilen bitiş yerine kadar üç saat süren büyük bir derbendin ortasında bulunmasından dolayı (HVS, 1324: 329), Suriye Kapısı, 
İskenderun Kapısı, Amanos Kapısı gibi adlarla isimlendirilmiştir (Müderrisoğlu, 1994: 238). Onun bu hususiyeti, tarih boyunca büyük orduların bölgede 
hakimiyet kurmak istediklerinde, Belen’i denetim altında tutmalarını gerektirmiştir. Pers İmparatoru Darius, Büyük İskender’i bu bölgede karşılamıştır 
(Ürkmez,2012:5). 
   Haçlılar çağında da orduların denizden ikmali için elde tutulması gereken bir mevki olarak varlığını sürdürmüştür (İbn Kalânisî, 2015: 2). 
   Osmanlıların, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa komutasındak iordusunu, 28 Temmuz 1832’de karşıladığı yer de burasıdır 
(Samur, 1995: 34). 
   Belen 19. yüzyılın sonunda 8.622 (Şemseddin Sami, 1306: 1443), I.Dünya Savaşı öncesinde de 12.531(10.380’i Müslüman, 2.151’i    Gayrimüslim) nüfusa sahip, ortahalli  bir yerleşim yeriydi (BOA,DH.EUM.2.Şb:73/69).  

Bu çalışmada, stratejik açıdan önem arz eden Belen’in, özellikle Tanzimat sonrasındaki mülkî durumu üzerinde durulacaktır. 


Çalışmanın zaman dilimi konu bütünlüğü oluşturması açısından Tanzimat (1839)’dan başlatılarak bölgenin 1918’de Fransızlar tarafından işgaline kadar 

getirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına katıldıktan sonraki sürece de kısaca değinilmiştir. Bir yerleşim yerinin idarî yapısının muhafaza ve değişim nedenleri, pratikteki gayeler ekseninde incelenecektir. Ayrıca aynı dönemdeki Belen idarecilerinin hususiyetleri, şikâyetleri, idare ettikleri yere ne gözle baktıkları ve onlara karşıyapılan ithamlar ile şikâyetler değerlendirilecektir. Osmanlı Devleti’nin bölgeye yönetici atarken bir politikasının olup olmadığı, yöneticileri neye göre seçtiği ve Belen’in idarî yapısının hangi durumlarda devlet tarafından değiştirilmek istendiği irdelenecektir. 
Bu sayede Osmanlı Devleti’nin kaza yönetiminde, yönetici seçimi, azli ve değişikliğinde nelerden etkilendiği ortaya konularak bu örnekten hareketle Osmanlı Devleti ’nin kaza yönetimine dair politikası ortaya konmaya çalışılacak tır. 

2. Belen’in Mülkî Durumu 



Yavuz Sultan Selim (saltanatı1512-1520) zamanında Osmanlı Devleti’nin hakimiyetine giren Belen’e, Kanunî Sultan Süleyman (saltanatı 1520-1566), 

zamanında ahali yerleştirilip, han, hamam ve imaret inşa edilmiştir. Kanunî tarafından ihya edilen ve daha önceleri Bakrasbeli ve Aynet-tel, Arab kayıtlarında da Mozik Bakras ve Bâb-ı İskenderun isimleriyle yad edilen mahal, bu tarihten itibaren “iki dağın arasında alçakta bulunan mahal, yokuş yer” anlamına gelen Beylan, Bilan ve Belen isimleriyle anılmıştır (Evliya Çelebi, 1999: 33; Şemseddin Sami, 1306: 1443; HVS, 1316: 271-271). 
Bu sebepledir ki 1530 ve 1536 tarihli yazımlarda Belen ismine rastlanılmamakta  dır. Çünkü, Memlûkler (Tozlu, 2007: 153) ve sonraki dönem ki yerleşim, Belen Boğazı’nın Amik Ovası tarafında bulunan ve Arap (Şam) beylerbeyiliği nin Halep sancağına bağlı olan Bakras kazasıydı. Bu kaza, Bakras ve Derbisak isimli iki nahiye, 80 köy ve 118 mezradan oluşmaktaydı (998 Numaralı Muhâsebe Defteri, 1998:293,haritaiçins.167;397 Numaralı Tahrir Defteri, 2010: 11).

Arap (Şam) beylerbeyiliği 1568’ de ikiye bölünmüş  güneyde kalan kısmı Şam, kuzeyde kalan kısmı ise Halep eyaleti ismiyle teşkilatlandırılmıştı. 

Halep daha sonra aynı yüzyılda ikiye bölünmüş, kuzeyinde Adana eyaleti tesis edilmişti. Yeni teşkilatlanmada Belen, Halep eyaletine tâbi Üzeyr sancağı dahilinde kalmış ve bu konumunu 19.yüzyıla kadar sürdürmüştü (Baykara,1988:88,106,197). 

Görüleceği üzere Belen,19.yüzyıla kadar idarî olarak Halep eyaleti dahilinde kalmıştır (BOA,HAT: 1449/9;Bayraktar,2004:14-15). Ancak 1815 ve 1816 yıllarında yapılan düzenlemelerle, Adana eyaletine gelir getirmesi ve bölgedeki eşkıyaların önünü almak için, Halep eyaletinden ayrılarak Adana eyaletine bağlı bir sancak haline getirilmişti1. Belen sancak olmasına rağmen Üzeyr sancağı ile birlikte idare ediliyordu.Buraya müstakil bir yönetici/mütesellim tayin edilmemişti. Bunun temel sebebi, özellikle Belen havalisinde bulunan eşkıyanın bertaraf edilmesi maksadıyla muktedir bir yöneticinin tayini içindi. Şayet yönetici sadece Belen’e tayin edilmiş olsa, buranın geliri son derece yetersiz kalacaktı. 

Belen, Üzeyr ile birleştirilmiş ve mirimiran veya kapıcıbaşılık rütbesiyle de bir mütesellim atanarak bu sorun aşılmış oldu (BOA, HAT: 1273/493822). 
Belen sancağı düzenlemeden sonra Belen ve Bakras ile birlikte, İskenderun ve Arsuz nahiyelerinden oluşmaktaydı (Baykara,1988:98). 

Aynı yıllarda Belen’de tacirlerin ve hacıların güvenliğinin sağlanması için menzil teşkil edilmesi kararlaştırılmıştı (BOA,HAT:732/34756-B). 

Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın, Osmanlı Devleti’ne karşı, bölgeyi hakimiyet altına almak için ileri harekata giriştiği sırada, Belen’in idaresi, 
Üzeyr sancağıyla birlikte, güvenilir addedilen ve bölgenin hanedan ailesi olan Küçük Alioğullarına bırakılmıştı (BOA,HAT: 347/19748-E). 

Ancak,Küçük Alioğullarının Adana valisi ile arası iyi değildi. Bölgenin yönetimi ve güvenliği açısından zafiyet oluşturan durum, Mısır meselesi sırasında daha 

belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştı (Efe, 2011:51-54;Tozlu,2009:65-67).
Aslında Belen,Halep’in Akdeniz’e doğal bir çıkışı idi.  Bunun yanında hac yolu güzergâhında bulunuyordu (BOA, HAT: 732/34756-B). Tabiî olarak Belen’de yaşanan herhangi bir aksaklık, emniyetsizlik Adana’dan ziyade Halep ticareti ve hac trafiğini olumsuz yönde etkilemekteydi ( BOA, HAT: 1449/9 ). 

Adana eyaletine gelir getirmesi için yapılan idarî düzenleme, bölgedeki sorunları arttırmıştı. Özellikle eşkıyaların kontrol altına alınamayışı ve İskenderun 

İskelesi’nin güvenliğinin sağlanamaması, Belen’in tekrar Halep’e bağlanmasını gündeme getirmiş, ancak busırada yaşanan bazı siyasî gelişmeler buna 
imkan vermemişti. 

İdari manada yapılan bu hataya dikkat çekmek ve tekrar eski gelirine kavuşmak isteyen Halep eyaleti yönetimi, konuyu ara ara gündeme getirmişti. 


Bu doğrultuda Halep Valisi, 5 Ocak 1832’de Belen’in Halep’e bağlanmasının daha iyi neticeler doğuracak bir düzenleme olacağıyönünde Babıaliye müracaatta 

bulunmuştu. Yapılacak düzenleme ile zafiyet sona erecek, İskenderun İskelesi’nin muhafazası ve yolların güvenliği sağlanmış olacaktır. 

Ancak İbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordusunun 29 Temmuz 1832 tarihinde, Osmanlı ordularını Belen’de yenilgiye uğratması, bu önerinin ötelenmesine 

neden olmuştu. Çünkü Belen’in hakimiyeti 1840 yılına kadar İbrahim Paşa’nın elinde kalmıştı (Samur,1995:34,113-115 ). 

Belen tekrar Osmanlı Devleti’nin hakimiyetine geçtikten sonra sancak olarak teşkilatlanmış ve 1866 yılına kadar bu konumunu sürdürmüştür. 

Ancak Sanayi Devrimi’nin tesiriyle buharlı gemilerin dünya ticaret hacmini arttırması, liman kentlerini ön plana çıkarmıştı.  Netice itibariyle bataklık bir 
mahalle kurulan İskenderun, gelişmeler neticesinde hızla büyümeye, Belen ise küçülmeye başlamıştı. Ters istikametteki bu gelişim, birtakım sorunları 
beraberinde getirmiştir ( Ürkmez, 2012:410-415 ). Belen’in Adana’yabağlı olarak teşkilatlanmasıda ayrı bir sorun teşkilediyordu. 9 Haziran 1847’de İngiltere’nin 
İskenderun konsolos vekili bölgenin Halep’e bağlanmasının birçok fayda sağlayacağı yönünde hükümete müracaatta bulunmuştur. 

Çünkü bölgede ticaret hacminin ciddi bir kısmını elinde tutan devletler Fransa ile İngiltere idi. Belen’in Adana eyaletine bağlı olması yolu emniyetsiz hale 

getiriyor ve Avrupalı tüccarlar bundan zarar görüyorlardı. İskenderun’da yaşanan herhangi bir anlaşmazlık davanın Belen’de veya Adana’da görülmesini 
gerektiriyordu. Oysa tüccarlar, konsoloslarının bulunduğu ve ticaret bağlantılarının olduğu Halep’te muhakeme edilmeyi talep ediyordu (BOA, MVL: 297/71)3. 

Konsolosların müracaatına rağmen Belen’in tekrar Halep’e bağlanması işi akamete uğramıştır ( Ürkmez, 2012:23). 


   1850’li yıllarda bölgedeki otorite boşluğunu değerlendiren Avrupalı tüccarlar, özellikle Belen’e bağlı olan İskenderun İskelesi’nde kendilerine göre bir düzen tesis etmişlerdi. Hükümet durumdan haberdar olunca, İskeledeki otoriteyi ele alabilmek için oraya bir müdür ve iskelede çıkacak davalara bakması için bir naibin atanmasını uygun görmüştü. Buna binaen 8 Eylül 1852 tarihinde İskenderun İskelesi, Belen’e bağlı müstakil bir müdürlük haline dönüştürülmüş tü  (Ürkmez, 2012: 24-25). 


Hem bu hadise hem de aynı tarihlerde Belen’de yaşanan asayişsizlikler Belen’in tekrar Halep’e bağlanmasını gündeme getirmişti. 

Çünkü Belen’de yaşanan uygunsuzluk ve asayişsizlik, Belen’in Adana eyaletine tâbi olmasına bağlanmaktaydı. 

Oysa daha öncede ifade edildiği gibi burada yaşanan asayişsizlikten en çok etkilenen Halep idi. Bu sebeple Halep eyaleti yönetimi, iki seçenekli bir öneri ile 

buradaki asayişsizlik sorununun önüne geçileceğini düşünmekteydi. Bu önerilerden ilki, Belen kazasının Halep’e bağlanması ve buranın yönetimine muktedir bir kaymakamın atanması, diğeri ise Belen’in Reyhaniye kazasıyla birleştirilerek müstakil bir kaymakamlıkla idare edilmesi ve zaptiye askerinin de 
Halep’ten gönderilmesiydi (BOA,A.MKT.NZD:81/87). 

Halep Valisi Süleyman Paşa, bu hususta ısrarcı olmuş ve 16 Ekim 1853 (13 Muharrem 1270) tarihinde, Belen’in Halep’e bağlanması için Babıaliye tekrar 

müracaatta bulunmuştu (BOA, İ. MVL: 294/11862). Ancak Maliye Nezareti, Belen’in Halep’e bağlanmasının herhangi bir fayda sağlamayacağını, aksine, değişikliğin kayıtlarda karışıklığa sebebiyet vereceğini beyan ederek talebi reddetmiştir (BOA, İ. MVL: 294/11862). Daha ileriki tarihlerde de Belen’in 
Reyhaniye kazasıyla birleştirilerek müstakil bir kaymakamlık merkezi yapılıp Halep eyaletine bağlanması düşünülmüş ancak de hayata geçirilmesi 
mümkün olmamıştır. 

Bütün bu teşebbüslere rağmen aksi bir gelişme yaşanmıştı. Adana Eyaleti İdare Meclisi daha önce oluşturulan İskenderun İskele Müdüriyetini lağv etmek 

istemişti. Gerekçe olarak da Belen sancağının ve ona tâbi olan İskenderun İskelesi’nin, iki ayrı idareci tarafından idare edilmesinin uygun olmadığını ileri 
sürmüştü. Onlara göre, İskenderun İskele Müdüriyeti lağv edildikten sonra iskele müdürünün maaşı olan 500 kuruşun Belen sancağı yöneticisinin maaşına 
ilave edilip, zayıf iki idareci yerine, sadece Belen’e dil bilen, siyasetten anlayan, liyakat sahibi bir kişinin atanması daha doğru idi. 

Netice itibariyle bu karar uygun bulunmuş ve İskenderun İskele Müdüriyeti lağv edilerek, Belen Sancağı idaresi ile birleştirilmiştir (Ürkmez, 2012:25). 


Ancak bu idarî düzenleme herhangi bir soruna çözüm olmamış aksine şikâyetleri daha da arttırmıştı.


Belen’in Adana’ya bağlı olması Halep ile ticaret yapan tüccarların Belen havalisinde soyguna uğrayanları mağdur etmekteydi. 


Çünkü Adana valisi bölgeyle çok fazla ilgilenmemekteydi. Adana valisinin Belen ile ilgilenmeme gerekçesi ise İskenderun İskelesi’nden gelen ticarî emtianın vergisinin Halep’te alınmasıydı.


Şikâyetler üzerine lağvedilen İskenderun İskelesi Müdürlüğü tekrar ihdas edilmişti. Haydutluk olaylarının artması ve yaşanan mağduriyetlerin gün geçtikçe çoğalması, Belen’in Halep’e bağlanması fikrini iyice güçlendirmişti. 1856 senesinde bu fikri artık Adana valisi de olumlu karşılamaktaydı. Aynı sene Belen

Sancağı İdare Meclisinin, bölgenin Halep’e bağlanması hususundaki mazbatası Babıaliye ulaştıktan sonra Belen, 13 Mart 1857 tarihinden itibaren 
Halep eyaletine bağlanmıştır (BOA, İ. MVL: 367/16102; Ürkmez 2012: 26).

Belen’in, Halep eyaletine bağlanması İskenderun’un konumunu yükseltmişti. 

Bu sebeple 1860 yılında Belen kaymakamı Edip Efendi, Belen kaymakamlığının 
aynı miktar maaşla İskenderun’a nakledilmesini talep etmişti. Edip Efendi’nin muhtemel gayesi yeni ihdas edilecek kazanın kaymakamlığına daha yüksek 
maaşla tayin edilmekti. Muhtemelen Halep yönetimiyle de ilişkileri iyi değildi, ya da mahalli yönetimin, talebine karşı çıkacağını veya kendini yeni ihdas 
edilecek yere yönetici olarak atamayacaklarını düşünüyordu. Bu sebeple Belen kaymakamlık merkezinin İskenderun’a taşınması fikrini Halep vilayetine
değil de doğrudan Babıaliye yazmıştı. Bu tavrından dolayı Babıali tarafından uyarılmıştır. 

Çünkü mevcut kurallara göre fikrini öncelikli olarak Halep vilayetine yazması gerekmekteydi (BOA, A. MKT. UM: 431/14; Ürkmez, 2012: 28). 

Onun bu talebi, mevcut durumda Belen’in, Karamurt Derbendi ile Bereket Dağı civarında olması nedeniyle reddedilmiştir. 
Çünkü bahsi geçen muhit eşkıya yatağıydı (BOA, A. MKT. UM: 127/42)4.

Bu eşkıya takımı İskenderun’dan Halep’e gidip Halep’ten İskenderun’a gelen tacirleri vergiye tâbi tutmakta ve bölgede soygunlar gerçekleştirmekteydi. 

Bölgede güvenliği sağlayabilmenin yollarından biri, Belen’in idarî anlamda kaza statüsünün devam ettirilmesiydi. Bu sayede asker sayısı kâfi miktarda 
tutulacaktı. Aksi halde asker sayısı azalacağı için emniyet sağlanamayacaktı (BOA, A. MKT. UM: 443/86; BOA, A. MKT. UM: 443/87). 

Aynı tarihlerde Amerikalı bir papazın, eşkıya tarafından öldürülmesi ve cinayeti işleyenlerin yakalanamaması gözleri bölgedeki idarecilere çevirmişti. 

Hadisenin yaşandığı sırada Üzeyr kaymakamı olan Mustafa Paşa’nın görevden alınması düşünülmüş, ancak Reyhaniye’deki idarî boşluk ve Belen Kaymakamı
İzzeti Efendi’nin hasta ve yaşlı olması bunu engellemiştir. 
Bu sebeple 1862 senesinin Eylül’ünde Reyhaniye’nin, Belen ile birleştirilerek buranın kaymakamlığına 3.000 kuruş maaşla Mürsel-zade Ahmed Paşa’nın getirilmesi kararlaştırılmıştı (BOA, MVL: 763/57).

Nam salmış Cebel-i Bereket yani daha eski ismiyle Gavur Dağı eşkıyası, sürekli İskenderun’dan Belen’e giden yola taarruz etmekteydi. 

Bu sebeple yolcular on, on beş kişi olmadıkça İskenderun’dan Belen’e hareket etmiyorlardı (Cevdet Paşa, 1991: 132). 

Bazen gurup halinde hareket etmek de çözüm olmuyordu. Mesela Cebel-i Bereket eşkıyası, 1862 senesinde Belen ile Reyhaniye arasında ikisi Osmanlı, 

sekizi ise yabancı devlet tebaasından olan on tüccardan 170.000 kuruş gasp etmişti. Gasp edilenler arasında İngiltere, Fransa, İtalya ve İspanya 
Devletlerine mensup tacirlerin bulunması, meseleyi diplomatik bir hüviyete dönüştürmüştü. İlgili devletlerin konsolosları, Halep valisi nezdinde girişimde 
bulunarak gasp edilen paranın tazmin edilmesini istemiş, Halep Valisi de olayın açığa çıkarılması ve gasp edilen paranın ele geçirilmesi için bölgeye asker 
göndermişti. Netice itibariyle vali, gasp edilen paranın yarısını ele geçirerek tekrar tüccarlar arasında taksim etmişti (BOA, A. MKT. MHM: 241/27).

Otoritenin zayıfladığı bu dönemde devletin daha önce Kırım Harbi ile meşgul olması da eşkıyaya rahat bir ortam hazırlamıştı. Eşkıyalık yapan aşiret 

mensuplarının göçebe olmaları kontrol altına alınmaları önündeki diğer bir engeldi. Kırım Harbi sırasında 1853-1856 yıllarında devlet asker ihtiyacını 
karşılamak için Cebel-i Bereket ile Kozan Dağı arasındaki aşiretlerden asker temin etmek istemiş ancak aşiretlerin muhalefeti ile karşılaşmıştı. 
Savaştan sonra hem bahsedilen asayişsizliği ortadan kaldırmak, hem de aşiretleri kontrol altına alıp, yeni askerî kaynaklar temin etmek isteyen hükümet, bölgeye bir operasyon planlamıştı. Bu gaye ile 1865 yılında aşiretleri ıslah edecek “Fırka-i Islahiye” ismiyle bir ordu kurulmuş, başına da Derviş ve
Ahmed Cevdet Paşalar tayin edilmiştir. Ordunun başlangıçta kondurulduğu yer Belen ve civarıydı (Cevdet Paşa, 1991: 139; Yavuz, 2012: 114, 115, 120, 122). 

Yapılan operasyon neticesinde yöredeki aşiretler itaat altına alındığı gibi bölgede yeni bir idarî düzenlemeye de gidildi. Bu sırada vilayet nizamnamesiyle, 

eyaletler vilayetlere dönüştürülmekteydi. Halep ve Adana eyaletlerindeki dönüşüm de bu operasyon sonrasında hayata geçirilmiştir. 

Bu çerçevede 26 Şubat 1866 (10 L 1282)’da Halep eyaleti de vilayete tahvil edilmiştir (BOA, İ. MVL: 548/24602).5


Yeni tesis edilen Halep vilayetinin başına da Fırka-i Islahiye komutanı Ahmed Cevdet Paşa, vali olarak tayin edilmişti. İdari düzenleme neticesinde Halep vilayeti; Adana, Halep, Maraş, Urfa, Kozan, Payas olmak üzere yedi sancağa bölündü. Taksimattan anlaşıldığı üzere Adana artık Halep’e bağlı bir sancak olmuştu, Belen ise sancak olmaktan çıkarılmış Payas sancağının Payas, Osmaniye ve Belen isimli üç kazasından biri olmuştu. Payas sancağı, 

kaza sayısı açısından en zayıf olanıydı. İdari düzenlemeden zararl çıkan yerlerden biri, hiç şüphesiz Belen’di. Ancak düzenleme uzun ömürlü olmadı. 
1870-1871’de Adana vilayetinin teşkiliyle birlikte Payas ve Osmaniye kazalarından oluşan Payas sancağı buraya bağlanmıştı (Efe, 2013b: 184). 
Son düzenlemeden önce Payas sancağına tâbi olan Belen ise Halep vilayetinin Halep sancağına bağlı bir kaza merkezi haline getirilmişti (HVS, 1287: 44).

İskenderun’un Belen’in aleyhine büyümesi, bu idarî birime güç kaybettirecekti. Buradaki ticaret hacminin sürekli artması, İskenderun İskelesi’nde ticaret 

yapan tacirlerin Belen aleyhinde şikâyetlerine neden olmaktaydı. Çünkü İskenderun, kaza merkezi olan Belen’e tâbiydi ve kadı, yani mahkeme Belen’de
bulunmaktaydı. En küçük bir uyuşmazlıkta mahkemeye başvurmak için İskenderun’dan Belen’e gidilmesi gerekmekteydi. Bu sebeple 22 Nisan 1876 tarihli bir mahzar ile 9 tüccar, 7 esnaf ve 8 idareci İskenderun’un kaza merkezi yapılmasını talep etmişlerdi. Onlara göre İskenderun kaza yapıldıktan sonra Belen’de kaymakamlık makamının olmasına gerek kalmayacak, buradan sağlanacak tasarrufla İskenderun’un idarî personelinin masrafları karşılanabilecekti  (BOA, ŞD: 2887/14)6. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***


24 Ocak 2018 Çarşamba

PANZER VE KÜRT İSYANI, KILIÇ’IN KÜRT VE SURİYE POLİTİKASI BÖLÜM 2

PANZER VE KÜRT İSYANI, KILIÇ’IN KÜRT VE SURİYE POLİTİKASI BÖLÜM 2


Türkiye’de Suriye ile savaş tam tamları çalarken, İngilizlerin, İsrail’in ve Amerikan Neoconlarının Suriye ve Türkiye’yi bölme planı gözardı ediliyordu. Suriye’nin etnik haritası incelenecek olursa elit Nusayri rejiminin deniz kıyısına yakın bölümlerdeki kendi taraftarlarını içine alan bölgede yoğunlaş tığı görülebilir. Esed’e Nusayristan kurdurulacaktı. Hıristiyan nüfus da bu bölgede yaşıyor ve Nusayrilerle iktidarı yıllardır bölüşüyordu. 
Şam yönetimin ısrarla yürüttüğü etnik katliamların amacı, Sünni nüfusun bu bölgeyi terk etmesini sağlamaktı ve bu da başarılmıştı. Zaten Ruslar da bu plana destek veriyordu. 

Rus Pravdası olaya şöyle bakıyordu: Silahlı muhalifler Suriye halkı demek değildir. Suriye muhalefetinin söylemlerinin aksine Suriye hükümeti geniş halk kitlelerince desteklenmektedir. Suriye Ulusal Konseyi, Libya’da toplanan tacizcilerden, ırkçılardan, işkencecilerden ve hırsızlardan oluşan Ulusal Geçiş Konseyi’nin kopyasıdır. Suriye Ulusal Konseyi; tam da Yeni 
Osmanlıcılığın gündeme geldiği, Türkiye ve Katar gibi Batı sempatizanı iki ülkenin Orta Asya ve Orta Doğu bölgesinde ön plana çıkarıldığı bir dönemde Türkiye’de konuşlandırılmış bir örgüttür. Bunların yanı sıra bu Konsey, İran İslam Cumhuriyeti, Rusya ve Çin ile yapılacak olan savaş için atlama tahtasıdır. İşin en kötü yanı bu teröristler İstanbul’da FUKUS Eksenince eğitildiler ve buradan Suriye’ye onların eliyle sızdırıldılar. Ve aynı güçler BMGK’da yapılacak oylamayı etkilemek için iddialar ortaya attılar. 
Fakat bu iddiaları ortaya atanların unuttuğu şey Çin ve Rusya’nın bu tür aldatmaca lara inanmayacak kadar güçlü ve kadim devletler olduğuydu. 

Ruslar, Almanlar, Fransızlar ve Çinliler paylaşım savaşı dışında kalma endişesiyle çok agresif davranıyorlardı. Bu denklemde en kötü tablo bir mezhep çatışmasının çıkması ve Şii Hilal’inin kırılması adına bu savaşın komşu ülkelere sıçratılmasıdır. İran ile Türkiye’nin ilişkilerini bozacak potansiyele sahip olan mezhep savaşına karşı uyanık olmak gerekiyor. Tam da İran ile beş yılda ticaret hacminin 30 milyar dolara çıkartılması ve iki ülke arasında serbest bölge kurulması projesinin onaylandığı bu aşamada Suriye kartını oynayanların Türkiye’nin iyiliğini istediğini düşünmek çok zor. 

STRATFOR’UN HARİTASI 



Konunun burasında bir haritanın varlığından bahsetmek Suriye üzerinden oynanan oyunların daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Stratfor tarafından 2011'de hazırlanan bu haritada Suriye’nin etnik haritasında kurdurulacak Nusayristan ve Sünni bölgenin sınırları net biçimde görülüyor. Haritayı asıl önemli kılan ise Nusayristan’ın Türkiye’nin Hatay ve Adana illerini de içine alıyor olması. Dolayısıyla Karıştırılmak istenen ve bölünmek istenen ülke sadece Suriye değildir, Türkiye’de hedeftir. Türkiye bu kurtlar sofrasının tam ortasında yer alıyor. Suriye, petrolü olmasa da stratejik konumu nedeniyle süper güçlerin göz diktiği bir ülke. Suriye’deki Kürtlerin bir kolunun PKK’nın üst düzey yöneticisi olduğu ve PKK teröristlerinin üçte birinin Suriyeli Kürtlerden oluştuğu da unutulmaması gereken bir gerçek. 
Hatay, Adana ve Mersin’de yaşayan 300 bin Arap Alevisinin varlığı, Nusayri veya Fellah olarak adlandırdırılan Türk vatandaşlarını tahrik etme kabiliyeti olan Suriye istihbaratı, bir mezhep savaşında en fazla Türkiye’yi karıştıracağının çok açık bir göstergesi. Ekonomisi büyük çıkış sergileyen Türkiye’nin savaş ekonomisine sokularak geriletilmesi ise kötü senar-
yoyu daha da kötü hale sokuyor. Diğer yandan savaş halinde Türkiye’de ordunun sıkıyönetim ilan etmesi kaçınılmazdır; bu senaryo Ergenekon ve Balyoz sanıklarının sessizce salıverilmesi için çaba harcayan global çetenin kusursuz planının diğer parçasıdır. Bu durumun bölgede en çok İsrail devletinin işine yarayacağını tahmin etmek de pek zor olmasa gerek. 
Tüm bunlara Suriye’nin iç yapısı konusunda bilinmeyen önemli bir husus olarak şu da eklenebilir: Suriye’de eski KGB’nin kurduğu tam 16 ayrı istihbarat örgütü var ve her yedi kişiden biri en az bir istihbarat örgütüne çalışıyor, dolayısıyla da kimse kimseye güvenmiyor. Fransız mandasından kurtulduğundan, yani 1946'dan beri Suriye halkına zulmeden azınlık güç 
Nusayrileri düşman olarak gören kızgın halk kitleleri bulunuyor. Yüzde 12'lik nüfusa sahip zengin Nusayriler ancak keskin sınırlarla çizilen, BM Barış Gücü’nün koruduğu veya oluşturduğu tampon bölge sayesinde özgür Nusayristan’da güvenlik içerisinde olabilir. 

Başka bir deyimle Batıdaki Esad müttefikleri, Nusayrileri gözden çıkarmayacak tır. Diğer yandan Rusya ve Çin buna zaten izin vermeyeceği açıktır. 

AK Parti, global Ergenekon’un Türkiye’deki ordu içerisindeki uzantısı olan Türk subaylarıyla ortaklaşa hazırladığı Suriye’yi üçe bölme, ardından Silivri’yi boşaltıp, kendilerini küçük düşürenlerden intikam alma planına dur diyemezse, ilk önce Türkiye’de Kürt ve Türk iç savaşı başlatılacak. 2 yıldır hazırlanan ‘Serhildan’ planı ile Türk ordusuna zorla Diyarbakır’da ikinci bir Dersim katliamı yaptırılacak ve militan Kürtlere bölgeye BM Gözetimi yani 
Barış Gücü adı altında bir güç getirilmesi için uluslararası çağrı yapması doğrultusunda gerekli malzeme verilecektir. Bu bağlamda Suriye’de yaşanan NATO baharının bir sonraki durağının Türkiye olacağı söylenebilir. 

YEŞİLİN SAĞ KOLUYLA GÖRÜŞME 

Suriye’de durum bu kadar karışıkken yapmış olduğum çok öenmli bri görüşmeden bahsetmenin yerinin geldiğini düşünüyorum. Suriye'de durum gerçekten de çok ciddiydi. 30 Mayıs 2012’de Yeşil kodlu Mahmut Yıldırım'ın sağ kolundan mesaj aldım. Kendisi ile 13 yıl önce röportaj yaptığım için beni tanıyordu. Suriyeli muhaliflerin Beka vadisinde Özel Harp, MOSSAD ve CIA işbirliğiyle eğitildiklerini söylemekle kalmadı, görevlerinin ve planın asıl 
amacının Ergenekoncuları Silivri'den çıkartmak, Türk ordusunu Suriye ile savaşa sokmak için provokasyonlar yapmak ve Fethullah Gülen başta olmak üzere cemaatin beyin takımı yöneticilerine suikastlar düzenlemek olduğunu bildirdi. Yeşilin yardımcısı daha sonra şaşırtıcı bir teklifte bulundu. Kendisinin telefon numarasını vererek polise dinletmemi, ve detayları ortam dinlemesi ile öğrenmemi talep etti. Bende öyle yaptım. The cemaatın liderine ve ülke hadimlerine yönelik yapılacak suikastın ABD topraklarında olacağını ve operasyonu İsrail'in Özel İnfaz Komandaları Birimi Simbet ve İran'ın Özel Suikast Birimi Laşgavar 23 Takavar'ın ortaklaşa yapacağını ve gerekli önlemleri almamızı istedi. Ülkelerine mecburen içine düştükleri çirkin daireden dolayı ihanet ettiklerini ve global derin güçlerle ve yerli işbirli-
kçileriyle AK parti liderinin anlaşma yapması nedeniyle ülkemizi içinde bulunduğu tehditten sadece tek temiz kalan vatansever güç merkezi cemaatın kurtarabileceğini, bu nedenle başını derde sokma riskini göze alarak bana bilgi uçurduğunu ve uçuracağını kaydetti. Burada şunu söylemekte fayda var: yukarıdaki bilgilerde olabileceği gibi bazı bilgiler hedef saptırma, manipüle etme için verilebilir ama bu gelen bilgilerin değerli olduğu gerçeğini değiştirmez. 

Türk medyası Suriye’nın üçe bölündüğünü Lazkiye Merkezli Şii Nusayristan ve Batı Kürdistan ile Türkiye güdümlü Halep merkezli Sünni bir devlet daha kurdurulduğunu 25 Temmuz 2013 de fark etti. Halbuki burada yer verdiğim bilgilerin bir kısmı 12 Nisan 2012'de kişisel web sayfam da yayınlanmıştı. Kamuoyundan ustalıkla kaçırılan John Mccain planı yani Neoconların projesinin gerçek olduğu geç de olsa anlaşılıyordu. Başka bir deyimle saklanan global proje ortaya çıkıyordu. Şam yönetimin 2011 ve 2012’de öldürdüğü 20 bin mazlumla ısrarla yürüttüğü etnik katliamların amacı, Sünni nüfusun bu bölgeyi terk etmesini sağlamaktı ve bu başarıldı. 

Gaye Suriye'yi değil Türkiye'yi bölmek: Ya Zayıf Türkiye ya da Anadolu Türkiye Federasyonuydu. Üçlü istihbarat şebekesinin Suriye projesini hayata geçiren Neoconları temsil eden MOSSAD ekibi, Türk Özel Harp ekibiyle birlikte aylardır Lübnan'da Beka Vadisi'nde Suriyeli muhaliflere iç savaş eğitimi veriyordu. Bu istihbaratı bana veren Beka vadisinde Suriyeli muhalifleri MOSSAD adına askeri Eğitimden geçiren bir Özel Harp Subayımız. Ülkemize ihanet içinde olduklarını fark etmiş ve bunu yazdıracak Türk medyasında cesur bir kalem bulamadığı için bu tehlikeli makaleyi yazma görevi bana düşmüştü. 

Aslında o sırada doğu bölgelerinde gelişen olaylar da anlatılanları teyid eder mahiyetteydi. İlk once Dağlıca olayı oldu, sonra Suriye'de düşürülen Türk keşif uçağı, sonra Şam'da yok edilen Suriye devletinin önemli istihbarat, asker ve bürokratlar. Bu olayların arkası gelecektir. Bunları planlayan ve organiz eden ekip Beka vadisinde, Lübnan'da konuşlanmış durumda. Ekibi Türk özel Harpçiler, Yeşiller yönetiyor. Bana da zaten mesajı gönderen Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın sağ kolu. 13 sene önce onunla yaptığım ve yayınlayamadığım röportaja rağmen, bir umut bana bu bilgiyi hayatı pahasına sızdırdı. Belki de Yeşil'de orada. Zaten son 13 yıldır askeri üniformayla askeri ateşe kisvesinde değişik ülkelerde dolaştırılıyor, Elbette Yeşil'i kimse yakalamak için aramıyor. Diğer yandan bu kitabın okuru 
için artık şaşırtıcı olmayacak bir biçimde, PKK’nın Fehman Hüseyin yönetimdeki Suriye kolu, Kandil’i Suriye ile Türkiye sınırında Afrin’e taşımayı tamamlar tamamlamaz ilk ses getiren terör eylemini Dağlıca'da Beka'daki Ergenekoncu Türk Özel Harp uzmanları kontrolünde ve bilgisinde yaptı. 

GLOBAL PLAN 

Bu sırada ‘Global Ergenekon’un yerli işbirlikçilere uygulatacağı planı deşifre etmek gerekir. Bu ittifak, Beka’da hazırlanan Suriyeli muhaliflerin ve PKK’lıların Suriye ordusu kıyafetiyle başta Hatay, Adana ve Mersin olmak üzere Türk askerlerini, polisini ve sivil vatandaşları öldürmesini sağlayarak büyük provokasyonlara imza atacak. Olayların faturası PKK’ya kucak açan Şam yönetimine kesilecek. Rejim PKK karşıtı tüm Kürt liderleri yabancı istihbaratların tetikçilerine ve yerli ajanlarına Suriye’de öldürttü. İsrail’in Simbet ve İran’ın Lashgare 23 Takavar özel saldırı infaz timleri birlikte çalışıyor. İnfaz listeleri kabarık, Türkiye’de de yeni gazeteci, aydın, politikacı suikastları yapacaklar. 
Dertleri Suriye’de Esed rejimini devirip, akan müslüman kanını durdurmak değil, gayeleri ülkemizde müslüman kanı akıtmak ve 10 yıllık kazanımların kaybedilmesini sağlamak. Ayrıca İsrail’in kaybettiği konumu tekrar istediği de biliniyor. 

Aslında, AK Parti’nin “Yerli ve Global Derin Devlet” ile anlaşma yapması derin devleti tasfiye sürecinin sonlandırılacağı anlamına geliyordu. 250. Madde krizi çıkartarak özel yetkili savcıların yetkilerini budamak isteyen AK Parti’nin asıl amacı yakın vadede bu değil. Savcı ve hakimlerin tepki göstererek tayinlerini istemesi bunu gösteriyor. HSYK’nın 2012 Yılı Adli 
ve İdari Yargı Kararnamesi ile 2 bin 335 hakim ve savcının yerini değiştirmesi yanlış yorumlandı medyada. Star yazarı, AK Milletvekili Şamil Tayyar’a bakılacak olursa, “yargı AK Parti’ye darbe yapıyor.” İşin aslında ise, yargı AK Parti’ye derin devletle anlaştığı ve yargıya müdahale etmek istediği için rest çekiyordu. Yeni hakim ve savcıların atanmasıyla 
Ergenekon, Balyoz, KCK, Şike gibi davalar zarar görecek ve yeni gelenlerin en az altı ay süresince davalara vakıf olması gerekecekti. 

Bu gelişmelerin ardından hayata geçirilecek ikinci aşama ise çok daha korkunç sonuçlar doğurabilecek nitelikteydi. 

Lübnan’da Beka’da aylardır askeri eğitim gören provakasyon ekibine beş koldan inanılmaz provokasyonlar yaptırılacak ve Türk medyasında buna parallel olarak savaş tamtamları çalacak. Sonunda toplum Türk milliyetçilerinin isyanıyla patlayacak, Genelkurmay ve Başbakanlık anlaşarak, vatandaşını koruma hakkını kullanıp, Şam’a hak ettiği dersi vermek için Suriye’ye girecekti. Uluslararası camiada da buna kimse karşı çıkmayacak, hatta alkışlanacaktı. Fakat işler istenildiği gibi gitmeyecekti. 

Savaş, Ankara’nın tahmin ettiğinden uzun sürecek, kayıplar artacaktı. Genelkurmay, ülkede olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilan edecekti. Bu durumda askeri bir darbenin kapılarını sonuna kadar açacaktı. Hükümet başkanı ve cumhurbaşkanı ordunun sembolik olarak başı olsa da tüm güç merkezleri ve kaynakları yönetim askeri bürokrasinin eline geçecekti. Bu da Silivri’deki yargılanan askerlerin intikamının alınacağı anlamına geliyordu. 

2012’nin Haziran ayında internete düşen 4 ses kaydının sahiplerinin ve bunların hitap ettiği astlarının, içinde bulundukları psikolojik durumun normal olmadığı ortadaydı. Diğer yandan bu kişiler mahkeme sürecinde illegal işler yaptıklarını itiraf etmişlerdi Polisin topladığı milyonlarca belge ne olacak peki? Yargı mensupları kaarlarını bu belgelere göre vermişlerdi, 
yani ortada subjektif bir yargılama süreci yoktu. 

BÜYÜK OYUN NEDİR? 

AK Parti, 250. Madde’yi bu dönem çıkartarak, özel yetkili savcıların yetki alanını kaldırdı ve global büyük oyunda Batılı dostlarına beni oyundışı bırakmayın mesajı gönderdi. Nur cemaatinin size oyun oynuyorlar, amaçları sizi de bizide budamak, kesmektir uyarılarına, ikazlarına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan aldırmadı. Peki bunun sebebi nedir? 

Sebep, izinsiz dinlemelerle kayıt altına alınan hem Ergenekoncu hemde AK Partililere ait ses kasetlerinin yayınlanmasını durdurmak, engellemek. AKP Basına sansür yasası çıkartarak bunu yapabileceğini sanmıştı. Böylelikle bugünkü hükümet ülkenin geleceği için önemli konuları ihmal etmiş, kontrol edemediği her durum ve alan için kanun çıkarmaya başlamış sadece kendini düşünmekten çekinmemişti. Bu sebeple eğer AK Parti, bir suçu deşifre eden, suçüstü yapan bir gazeteciyi hapse atmak istiyorsa, bunu kendi suçlarının ortaya çıkmasından korktuğu için yapıyor demektir. 

Dolayısıyla üç aşamalı darbe planına AK Parti dur diyemezse, Türkiye'de Kürt ve Türk iç savaşı başlayacak, Diyarbakır'da başlatılması 2 yıldır planlanan ' Serhildan ' ile Türk ordusuna zorla Diyarbakır'da ikinci bir Dersim katliamı yaptırılacak ve militan Kürtlere bölgeye BM Gözetimi yani sözde Barış Gücü getirilmesi için uluslararası çağrı yapması doğrultusunda gerekli malzeme verilecektir. 

BASKIN BASANIN OLDU PKK MUHALİFİ KÜRTLER TEMİZLENDİ 

Buraya kadar anlatılanlardan da ortaya çıktığı gibi Kürt sorununu çözemeyen bir Türkiye’nin bölgesel lider olması mümkün gözükmemektedir. Almanya da zaten bu karta oynuyor. Dünya, terör örgütü PKK’nın Suriye’nin Kürt bölgesine yerleştiğini, ocak ayında meydana gelen ‘Bedro’ ve ‘Temo’ saldırısıyla öğrendi. Baas rejiminin desteğiyle bölgeye gönderilen bir grup PKK’lı, muhaliflere verdiği destekle bilinen Kamışlı’daki ‘ Bedro aşiretinin lideri Abdullah Bedro’nun evine baskın düzenledi. 

Bedro’nun ağır yaralandığı, 3 oğlunun ise hayatını kaybettiği saldırıdan sonra terör örgütünün muhalif Kürtlere yönelik baskısı devam etti. Örgüt daha sonra Geleceğin Hareketi Partisi lideri Meşal Fazıl Temo’yu, onun yerine geçen yeğenini ve birçok muhalif siyasetçiyi daha bu süreçte öldürdü. Aylarca yoğun bakımda kalan Abdullah Bedro’nun sağlık durumu 
ise Ağustos 2012’de düzeldi. Suriye’de yaşanan gelişmeleri değerlendiren Bedro’ya göre Kürt bölgesinin PKK’nın uzantısı Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) eline geçmesi rejimin uyguladığı zulmün devam edeceği anlamına geliyordu. Bedro, PKK’nın bu bölgeye Suriye yönetiminin desteğiyle yerleştiğini ve istihbaratla birlikte çalıştığını Zaman gazetesinin Diyarbakır 
muhabiri İsmail Avcı’ya 26 Temmuz 2012’de hasta yatağında anlattı. Ayrıca, örgütün hiçbir coğrafyada Kürtlerin yeni haklar elde etmesini istemediğini belirtti. Suriye’de 17 Kürt partisi olmasına rağmen hiçbirinin şiddeti bir yöntem olarak kullanmadığını vurgulayan Abdullah Bedro, “Planlı bir şekilde buraya gelen birileri, ellerine silah alıp buranın sahibi olduğunu iddia etti. Güvendikleri rejim olmasaydı böyle yapamazlardı.” dedi. 

Suriye Kürtlerinin ülkenin bütünlüğü içinde bir çözümden yana olduklarını ve bu amaçla bir araya gelerek konsey kurduklarını anlatan Abdullah Bedro, bu konsey bünyesinde bulunan PYD’nin sanki bütün oluşumun başkanıymış gibi hareket ettiğini söylüyor: “İki ay öncesine kadar Kürt muhalifleri öldüren, El-Muhaberat’la çalışan ve Baas’ı destekleyen bir yapı (PYD) 
nasıl oldu da hemen değişti? Bugün özerklik diyen PYD yarın Baas buraya tekrar gelirse alın size, sizin için buradayız diyecekler. Çünkü PYD şu ana kadar Suriye rejimine karşı bir söz bile söylemiş değil.” 

Bu gelişmeler yaşanırken Suriye’de Kürtlerin çoğunlukta olduğu ‘Serxet ya da Binxet’ olarak bilinen bölgede ilginç gelişmeler yaşanıyordu. Suriye ordusu Kürtlerin yaşadığı Kobani bölgesini terk etti. Suriye’deki bütün Kürt parti ve grupları kapsayan Suriye Kürt Ulusal Konseyi, herhangi bir otonom ya da federal ilan etmekten ısrarla kaçındı. Ancak PKK’nın Suriye’deki yapılanması PYD, konseyin aksine, Esed ordusunun çekildiği bölgeye bayraklarını asarak ‘özerklik’ ilan ettiğini duyurdu. Türkiye ve Kuzey Irak Yönetimi ile iyi ilişkileri bulunan Suriye Kürt Ulusal Konseyi’nin bu geçici ve gerekli hareketi böylece terör örgütü PKK tarafından ısrarla ‘provoke’ edilmeye çalışılıyor. PKK’ya yakın internet siteleri de Suriye Kürt Ulusal Konseyi’nin bu geçici kararını görmezden gelerek terör örgütü PKK’nın bölgede özerklik ilan ettiğini duyuruyordu. 

Suriye Kürt Birlik Partisi Politbüro üyesi Fuad Eliko ise yaptığı açıklamada, rejim güçlerinin şu ana kadar sadece Kobani’nin bazı bölgelerinden çekildiğini söyledi. Eliko, Suriye Kürtlerin bu şehir dışında hiçbir şehri kontrol altında tutmadıklarını ileri sürdü. Eliko, “Şu ana kadar hiçbir şehir kurtarılmadı. Kobani’de asker çekilmiş yönetimi Kürtlerin eline geçmiştir. 
Ancak Afrin ve diğer şehirlerde Esed güçleri kısmen bulunuyor. Kürt şehirlerinin kurtarıldığını PKK dışında kimse söylemiyor. Önceki gün Kamışlı’da ise PKK güçleri evlere baskın düzenledi, araçları yaktı.” dedi. 

Kürt siyasetçi ve yazar İbrahim Güçlü, muhalefetin mücadelesi karşısında Baas rejiminin sıkıştığını ve aralarında Kürtlerin yaşadığı bölgelerin de bulunduğu bazı yerleri terk ettiğini söylüyor. PKK-PYD’nin provokasyon yaptığını kaydeden Güçlü, örgütün kendi sembollerini ve bayraklarını asarak, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi varmış gibi gösterilmesini ‘tehlikeli’ 
buluyor. Suriye Kürtlerinin siyasal yol dışında hiçbir yola başvurmadığını aktarıyor. Kamuoyunda dile getirilen spekülasyonlara dikkat çekerek şunları söylüyor: 

“Bunu PYD oluşturur. PYD Silahlı bir güçle bunu kuramaz. Aklı başında olan Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi bu tutum içinde yani otonomi ve federalizmi zorla kurabilecek durumda değil, uzlaşma ile olabileceğini söylüyor. Bunun için de rejimin değişmesini destekliyor.” 

Kürt yazar Süleyman Akkoyun ise medyanın olayları çarpıtarak, kamuoyunu yanlış yönlendirdiğini anlatıyor. Akkoyun, “PYD ile rejim arasında yapılan anlaşma gereği, PYD Kürtlerin Esed karşıtı mücadelede yer almasına engel olacak ve Kürtlerin ulusal sorununu da tekeline alarak ulusal talepleri bastıracak. Bu amaçla yakın zamanda Batı Kürdistan’da PYD hem muhalif Kürtlere saldırmaya başladı hem de her türlü serbestîye sahip oldu. Bütün gücünü iç çatışmalarda kullanan Esed Rejimi, Kürdistan’da olası hareketleri engellemek için PYD’yi yetkili kıldı, bekçi yaptı.” diyor. Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü Cebar Yawer ise Suriye’ye Peşmerge gönderildiği iddialarını yalanladı. 

Bu sırada tüm bu yorumları doğrulayan bir bilgi doğrulandı. Bedro’nun ağır yaralandığı, 3 oğlunun ise hayatını kaybettiği saldırının altından PKK çıktı. Eylemi önce üstlenmeyen örgüt, saldırı sırasında PKK’nın üst düzey yönetici si ‘Xebat Derik’ kod adlı Mahmut Muhammed’in öldüğü anlaşılınca geri adım attı. Esed yönetimiyle hareket ettiğinin ortaya çıkmasından endişe eden PKK, ilk başta saldırının Türkiye’nin kontrgerilla birlikleri tarafından 
gerçekleştirildiğini ileri sürdü. Ardından eylemi Suriye ordusunun düzenlediği iddia edildi. 

Ancak çok geçmeden Esed rejimine destek için bölgeye intikal eden Xebat Derik’in, saldırıyı düzenlediği anlaşıldı. Baskında Abdullah Bedro ile oğlu Ahmet Abdullah yaralandı. Yaralılar Kamışlı Hastanesi’ne kaldırıldı. Hastaneyi basan PKK’lılar, Ahmet Abdullah’ı öldürdü. Kardeşlerinin cenazesini almaya giden Nidal ve Ammar da, PKK’lılar tarafından 
hastane bahçesinde kurşun yağmuruna tutuldu. 3 oğlunu kaybeden Abdullah Bedro yoğun bakımda tedavi görüyor. 

Bedro ailesi ile PKK’nın ilişkisi 1980'li yıllara dayanıyor. 12 Eylül darbesinden hemen önce Suriye’ye geçen Abdullah Öcalan, bir süre sonra Şam’a yerleşir. Bedro ailesi, Şam’daki evlerini kullanması için Öcalan’a tahsis eder. Öcalan, bu evi bir süre sonra Suriye’nin siyasi istihbarat ve siyasi polis şubesi başkanı General Adnan Bedir Hasan’a hediye eder. Abdullah Bedro, tapusu kendisinde olan evi geri ister. Ama PKK, evden vazgeçmesi için Bedro’ya baskı yapar. 1986 yılında Abdullah Bedro’nun kızı Kurdê, PKK’ya katılır ve Öcalan’ın evinde bir süre kalır. Tacize uğradığı ileri sürülen Bedro’nun kızı, örgütten kaçarak olayı ailesine anlatır. Bundan sonra aile ile PKK’nın ilişkileri bozulur. Abdullah Bedro, PKK’dan ayrılan Vejin (diriliş) grubunun lideri Mehmet Şener ve arkadaşlarına kucak açar. Şener, Öcalan tarafından ‘hain’ ilan edilir ve öldürülür. 

PKK’nın Beşşar Esed yönetimine destek amacıyla Suriye’ye dönmesi üzerine Bedro ailesi yeniden örgütün hedefi durumuna geldi. Kamışlı kentinde Baas yönetimine muhalefetiyle bilinen bölgenin en büyük aşiret liderlerinden Abdullah Bedro’nun evine baskın yapıldı. Terör örgütü, saldırıyı haklı göstermek için ailenin ‘kontra’ olduğunu yayarak, saldırıda öldürülen 
PKK yöneticisi Xebat Derik kod adlı Mahmut Muhammed’i kahraman ilan etti. Ancak internet üzerinden açıklama yapan Suriyeli Kürtler, bu iddianın gerçeği yansıtmadığını belirtti. 
Nasname.com adlı sitede olayla ilgili detaylı bilgiler yayınlandı. Toplumsal muhalefetin gücünü kırmak için Kürtleri etkisizleştirmek isteyen Suriye lideri Esed’in bu amaçla PKK’yı kullandığını belirten site, Öcalan’ın destek talimatından hemen sonra PKK’nın birçok militanını Kandil’den Suriye’ye kaydırdığını belirtti. 

Sitede yayınlanan haberde şu bilgilere yer verildi: “Suriye devleti, PKK’nin yedek gücü olan PYD’ye sınırsız olanaklar sağlayarak Kürtler üzerinde mutlak bir denetim sağlamaya çalıştı. 

Bu amaçla PYD’nin ömür boyu hapse mahkûm olan ceza evindeki liderini (Salih Müslüm) ani bir kararla salıvererek serbestçe faaliyet göstermesinin tüm koşullarını oluşturdu. Meşal Temo’nun katledilmesi de bu şer ittifakın karanlık bir eylemiydi. PKK, tereddüt etmeden kanlı Baas rejiminin ömrünü uzatmaya çalışıyor. Birçok Kürt’ü hala vatandaş bile görmeyen ve bu amaçla kimlik dahi vermeyen Suriye gibi bir devletin, PKK’ya katılanları askerlikten muaf tutacak kadar koruması, tek başına PKK’nın misyonunu açıklamaya yetiyor.” 

Netice itibarıyla PKK’nın Suriye’de oluşan durumdan kendisine avantajlı bir konum elde etmeye çalışıyor bu kesin. Amacı Ortadoğu bölgesindeki tüm Kürtlerin Lideri konumunu elde edebilmek. 

Bunun içinde global Ergenekon’un yanı sıra bu Ergenekon’a bağlı Türk Ergenekon’uyla, Esad Rejimiyle, Alman Derin Devletiyle işbirliği yapmaktan çekinmiyor. 



 ***