Afganistan Operasyonu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Afganistan Operasyonu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2020 Cumartesi

ABD Dış Politikasındaki Değişim

 ABD Dış Politikasındaki Değişim 



                      
ABD Dış Politikasındaki Değişim, Armağan Kuloğlu, Körfez Savaşları, Afganistan Operasyonu, Orta Asyadaki Renkli Devrimler, Ilımlı İslam, Arap Baharı,




21 Aralık 2013 Cumartesi
Armağan Kuloğlu 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü   
 
Soğuk Savaştan sonra iki kutuplu dünya düzeni, ABD odaklı tek kutupluya dönüşmüştür. Bu durum, ABD’nin dünya hâkimiyeti kurmaya yönelik hegemonik 
düşüncelerini ön plana çıkarması için fırsat teşkil etmiştir. ABD’nin dünya hâkimiyetini; Rusya ve Çin’in, müttefiklerinin de katkısıyla çevrelenmesi, 
Avrasya’nın merkezden etki altına alınması ve özellikle enerjinin kontrolüyle mümkün olabileceğini değerlendirdiği ve politikalarını da buna göre düzenlediği 
bir gerçektir.

ABD bu kapsamda, Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) olarak isimlendirilen ve Afrika’nın kuzeyinde batıdan doğuya doğru konuşlanan devletleri, Orta Doğu’daki 
ülkeleri ve Orta Asya’daki devletleri kontrol almayı içeren projeyi hayatiyete geçirmiştir. 1991-2011 yılları arasında 20 yıl içinde cereyan eden Körfez 
Savaşları, Afganistan Operasyonu, Orta Asya’daki Renkli Devrimler, Ilımlı İslam düşüncesiyle ortaya çıkan ve halen sonu alınamamış olan Arap Baharı 
hareketleri ve bu ana konuların içinde vekaleten yürütülen savaşlar, aynı çerçevede mütalaa edilmektedir.

***
Ancak 2010’lu yıllara yaklaştıkça ABD’nin, politik, ekonomik ve özellikle askeri alanda gücünün üstünde operasyonlar içine girdiğini düşündüğü, BOP’a çok fazla 
angaje olmasından dolayı Rusya’nın ve özellikle Çin’in çevrelenmesi ve manevra alanının kısıtlanmasında yetersiz kaldığını değerlendirdiği anlaşılmaktadır. 
Bunun bir işareti olarak da kuvvetlerini Irak’tan ve Afganistan’dan çekmesini görmek mümkündür.

Ayrıca Arap Baharı’nın uzantısı olan ve sahada tam bir vekâleten savaş örneği olarak cereyan eden Suriye’deki çatışmaya askeri anlamda müdahil olmaması 
da bu düşüncenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan, BM bünyesinde İran’ın nükleer araştırma projesinin kontrolü karşılığında bu ülkeye uygulanan yaptırımların hafifletilmesi de aynı kapsamda mütalaa edilmektedir.
Bütün bu gelişmeler ABD’nin dış politika ve buna paralel güvenlik anlamında 
ağırlık merkezini, BOP’tan Çin’e kaydırdığını göstermektedir. ABD’nin bu 
politikasını yakın geçmişte açıkladığı ve uygulamaya da geçtiği görülmektedir. 
Ancak bu değişim, ABD’nin Orta Doğu’ya olan ilgisinin azaldığı anlamını da 
taşımamaktadır.

Enerjinin kontrolü ve İsrail’in güvenliği kendisi için yine önemlidir. Sadece bu bölgedeki yükünü azaltmayı ve bu yükünü bölgedeki müttefikleriyle paylaşmayı 
planladığı değerlendirilmektedir. Diğer taraftan Suriye meselesinde Rusya’yla ve nükleer araştırmaların sınırlandırılması konusunda İran’la da olan ilişkilerini 
mümkün olduğu nispette sorunsuz ve çözüme yönelik tutarak bölgede büyük sorunlar çıkmasını önlemeye çalıştığı da kıymetlendirilmektedir. Hatta müttefiki 
durumundaki Barzani yönetimini dahi Türkiye’yle yaptığı enerji anlaşması konusunda Irak merkezi hükümetiyle mutabakat sağlamaya teşvik etmesini de bu 
düşünce çerçevesinde düşünmek gerekir.

***
ABD’nin bu yeni politikayı yürütürken bölgedeki müttefiklerini kullanmanın yanında, müttefik olmasalar dahi kendine yardımcı olabilecek ülkelerle de 
işbirliği yapabileceği değerlendirilmektedir. Ayrıca müttefikleri arasındaki sorunları gidererek işini kolaylaştırmaya çalıştığı da görülmektedir.

Türkiye’nin dış politikasındaki değişim ve hareketlenmeleri de bu kapsamda düşünmenin doğru bir yaklaşım olduğuna inanılmaktadır. Bunun işaretleri olarak, 
Suriye konusunda, radikal İslami hareketlerin Türkiye aleyhinde kullanılmasının da etkisiyle, katı tutumdan vazgeçmesini, İran’la ilişkilerde yumuşamayı, İran’ın da etkisiyle Irak merkezi hükümetiyle yakınlaşmayı, Ermenistan konusunda yeniden diyalog hamlelerinde bulunmayı, İsrail’le ilişkilerin düzelmesi için Obama’nın Netenyahu’yu ikna edip Türkiye’den özür diletmesini ve bundan sonra ilişkilerin kısmen yumuşamasını göstermek mümkündür. Sırada Mısır’ın olabileceğini de söylemek herhalde kâhinlik sayılmaz.
Gelişen bu durum karşısında Türkiye’nin, kendisine çıkar sağlamayan angajmanlar içine girmemesine, çıkarlarına zarar getirmeyenler için de karşılığının mutlaka 
alınmasına dikkat etmesi kaçınılmazdır. Hatta kurulan oyun içinde rol seçmek yerine kendisinin oyun kurmasının daha onurlu bir politika olacağına 
inanılmaktadır.

Bu yazı 1799 defa okundu. 
Uzman Hakkında
Armağan Kuloğlu
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
Uzmanın Diğer Yazıları
 
  Jandarma ve TSK Üzerindeki Oyun 
  Kıbrıs’ta Zoraki Evlilik 
  Suriye Politikasında Yanlış Hesap 
  ABD Dış Politikasındaki Değişim 

 
25 Mart 2015 Çarşamba  

Copyright © 2015. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemizde bulunan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. Kurumumuz tarafından çıkarılan dergi, özel rapor ve kitapların içeriklerinde bulunan 
yazılarda aynı kapsam dahilinde yazarına aittir.
E-BÜLTEN
Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 
E-Bültenimize kayıt olarak yeni araştırmalardan haberdar olabilirsiniz
Ahlatlıbel Mah. 1825 Sokak No: 60 İncek/Çankaya/Ankara 
Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 
Yazılım & Tasarım: Mahmut ÖZDEMİR

***

1 Kasım 2017 Çarşamba

11 EYLÜL SONRASI ABD..


11 EYLÜL SONRASI ABD..


 BİRGÜL DEMİRTAŞ COŞKUN*

Birgül DEMİRTAŞ COŞKUN* 
This study is a summary of the author’s reports of a series of meetings that she attended in America and analyses issues of 
importance in world politics after September 11. Besides shedding a light on the new US policies, it aims to discuss the 
US approach to new crisis regions such as Afghanistan and the Middle East. 
* Berlin Hür Üniversitesi (Freie Universitaet) Siyaset Bilimi Doktora Öğrencisi. 

  


   Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Pentagon’a 11 Eylül’de düzenlenen sürpriz saldırılar, ABD’yi tam anlamıyla hazırlıksız yakalamış gözükmektedir. 
ABD Dışişleri Bakanlığı, 11 Eylül öncesinde Üsame bin Ladin’in Amerikan hedeflerine yönelik büyük bir saldırı hazırlığı içinde olduğu haberini aldıklarını, 
ancak bu saldırının ne zaman ve nerede gerçekleşeceğine dair herhangi bir bilgileri olmadıklarını söylüyor. Gerçekleştirilen saldırıların, hem sivil hem de 
askerî yetkilileri o güne kadar uygulanan politikaları bir ölçüde sorgulamaya sevkettiği farkedilmektedir. Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili Ladin ve El-Kaide örgütü hakkında ne kadar az şey bildiklerini anladıklarını ve bu nedenle şu anda istihbarat alanında küresel bir işbirliğine ihtiyaç duyduklarını belirtiyor. ABD’li diplomatlar, saldırıların ardından iki faktör üzerinde duruyor: Biri uluslararası sistemde pekçok şeyin değiştiği gerçeği; ikincisi ise uluslararası terörizmle mücadelenin yanında NATO genişlemesi, Balkanlar ve Füze Savunma Sistemi gibi gündemdeki eski konularla ilgili çalışmaların devam etmesi gerekliliği. 

ABD’deki bir NATO üssünde görevli bir Amerikalı askerî yetkilinin “11 Eylül’de yaşananlar nedeniyle başarısız olduğunu, görevini yerine getirememiş olduğunu” hissettiğini söylemesi aslında çok sayıda Amerikalı karar alıcının görüşlerini yansıtmaktadır. Uzun yıllar aradan sonra Amerikalıların ilk kez kendi topraklarında vurulması, ABD’ye geçmiş politikalarının yetersizliği konusunda acı bir uyarı olmuş ve Washington’u yeni politikalar üzerine düşünmeye sevketmiştir. ABD Dışişleri, yeni politika arayışında olduklarını açıkça ifade etmektedir. Bu arayışın yansımaları Rusya’yla ilişkilerden “serseri devletler” politikasına kadar pek çok alanda görülebilecektir. 


11 EYLÜL SONRASI ABD: SÜPER GÜÇ YENİ POLİTİKA ARAYIŞINDA 

 BM Özel, İlkbahar 2002, Cilt: 8, Sayı: 1, s. 292-298.
AVRASYA DOSYASI 

Afganistan Operasyonu, 

Uzmanların Afganistan konusunda üzerinde ısrarla durdukları görüş, askerî operasyonun nispeten kolay, ancak savaş sonrası söz konusu ülkenin yeniden yapılanmasının asıl zor iş olduğudur. Farklı etnik grupları temsil eden aşiret yapılanmasının egemen olduğu ve 20 yılı aşkın süredir savaşların yaşandığı ülkede barışın tesis edilmesinin zor olduğu belirtilmektedir. ABD resmî çevreleri, 1980’lerde Afganistan’daki mücahit grupları desteklemesinin hata olduğunu düşünmemekte, asıl hatanın Sovyet işgalinin 1989’da sona ermesinin ardından bu grupların kendi haline bırakılmasıyla yapıldığına inanmaktadır. 

Uluslararası teröre karşı mücadelede üzerinde önemle durulan konulardan biri de terör örgütlerinin malî kaynaklarının kurutulmasıdır. 

Terör örgütlerinin ayakta kalmasının ve güçlenmesinin en önemli nedenlerden biri olarak sahip oldukları malî kaynaklar görülüyor. 

Washington bunun yapılabilmesi için ise diğer ülkelerle işbirliğine ihtiyaç duyduğunun farkındadır. 

ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan bir diplomat, El-Kaide örgütünün, Amerikan işletme fakültelerindeki derslerde öğretilen kuralları hayata geçirdiğine dikkat çekiyor: Örgüt içerisinde sıkı bir hiyerarşinin olmaması, El-Kaide üyelerinin merkezden bağımsız olarak hareket etmelerine izin verilmesi bu örgütün klasik terör örgütlerine oranla daha az tahmin edilebilir bir tehdit olarak ortaya çıkmasına neden oluyor. 

“11 Eylül saldırıları neden ABD’de meydana geldi?”, “ABD’ye yönelik nefretin kaynağı nedir?” sorularına Amerikalı yetkililerin verdikleri cevap, hiçbir ABD politikasının söz konusu saldırıları haklı çıkartamayacağı yönündedir. Bu tip sorulara cevap olarak saldırılarda binlerce sivilin öldüğü ve ABD’nin dış politikadaki hiçbir yanlışının bu saldırıların nedeni olamayacağı belirtiliyor. Bazı Amerikalılar ise kendilerinin zengin olmasını ve dünyada çok fakir olmasını bu saldırıların nedeni olarak görüyor ve ekliyor: “Ama biz kimsenin sırtından geçinerek değil, çok çalışarak zengin olduk.” ABD’li yetkililerin üzerinde ısrarla durdukları bir konu da 11 Eylül’deki terör saldırılarıyla dünyanın diğer bölgelerindeki etnik kökenli çatışmaların kıyaslanmaması gerektiğidir. Uzmanlar hiçbir ülkenin 11 Eylül’deki saldırıları kendi politikası için kullanmasına izin verilmemesi gerektiğini belirtiyor. 

Türkiye’ye Bakış 

11 Eylül’ün ardından ABD dış politikasında yıldızı parlayan ülkeler, Afganistan’a yönelik operasyonda oynadıkları önemli rol nedeniyle Rusya ve Pakistan olarak gözüküyor. Taliban’ın ortaya çıkmasında en önemli desteği veren ülke olan Pakistan’ın politikasını 180 derece değiştirerek, ABD operasyonunu desteklemesinin önemi vurgulanıyor. 

ABD Dışişleri Bakanlığı, Müşerref’in Pakistan’ın Atatürk’ü olmasını ümit ettiklerini, aksi takdirde anarşinin başgösterebileceğini belirtiyor. 

11 Eylül sonrası gelişmelerde Türkiye’nin doğrudan adı geçmese de, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkenin Batı yanlısı ve NATO üyesi olması “İyi ki Türkiye örneği var” şeklinde yorumlara yol açıyor. Ayrıca Türkiye’nin güvenlik konularında ABD’nin taleplerini herzaman olumlu karşılamasından övgüyle bahsediliyor. Columbia Üniversitesi’nden Prof. Dr. John S. Micgiel, Amerika’nın güvenlik konularında bir sorunu olduğunda, Türkiye’den sadece bir kez ricada bulunmasının yeterli olduğunu belirtirken; Council on Foreign Relations adlı düşünce kuruluşunun Başkan Yardımcısı Dr. Lawrence J. Korb da, ABD’nin Türkiye’ye güvenlik konularında bir şey istemesi halinde “beş dakikada 
olumlu yanıt” aldığını vurguluyor. Dr. Korb ayrıca 11 Eylül’den sonra Bakü-Ceyhan projesinin hayata geçirilmesi ihtimalinin arttığını düşünüyor. 
Bunun yanında, Türkiye’nin İsrail’le iyi ilişkilere sahip tek Müslüman ülke olması nedeniyle Orta Doğu’da oynayabileceği potansiyel rolün önemine dikkat çekiliyor. İsrail-Filistin çatışmasının sona erdirilmesi için kurulan, üyeleri arasında eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de bulunduğu Mitchell Komisyonu’nun raporunu hazırlayanlardan biri olan Frederic C. Hof, Ankara’nın hem Araplar hem de İsrail tarafından sözü dinlenen taraf olduğunu ifade ederek, Orta Doğu’da barışın yeniden tesisine uluslararası bir katkı olacaksa buna Türkiye’nin katılımının “kesinlikle gerekli” olduğunu kaydediyor. 

Türkiye’nin geleceği konusunda da Amerikalı uzmanlar arasında farklı görüşler mevcut. Örneğin, Columbia Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Micgiel, 11 Eylül sonrasında Türkiye’nin AB’ye üyelik şansının arttığını ve Türkiye’yi içine almasının AB için de faydalı olacağını düşünürken, aynı üniversiteden Gordon Bardos, Türkiye’nin kendi içinde Kürt sorunu ve İslamcılar gibi tehdit unsurları olduğunu, buna bir de son zamanlarda ekonomik krizin eklendiğini belirterek, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğini çok da olumlu görmediğini anlatıyor. 
Council on Foreign Relations’dan Dr. Korb ise 11 Eylül’den sonra ABD’nin AB’ye Türkiye’yi alması için daha fazla baskı yapacağını söylüyor. 

Center for Strategic and International Studies’de Avrupa Programı Başkanı Dr. Simon Serfaty ise, ABD’nin jeopolitiğin önemini Avrupa’dan öğrenmesine rağmen şu anda AB’nin kültürel açıdan düşündüğünü, jeoopolitik açıdan Türkiye’yi değerlendirmediğini belirtmektedir. Dr.Serfaty, Kıbrıs sorunu nedeniyle Türkiye’yle AB arasındaki ilişkilerin zorlaşabileceğini belirterek, Türkiye’nin AB’ye üyeliğin alternatiflerini düşünebileceğini dile getiriyor. 

Eski “Düşmanlar”, Yeni “Dostlar” 

11 Eylül olayları, ABD dış politikasında daha önce başlayan Rusya’yla yakınlaşma ve İran ve Suriye’yle diyalog yolu arama süreçlerini hızlandırmış gözükmektedir. Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili, Putin’in 11 Eylül saldırılarının ardından “yüksek riskli bir fırsat” algılayarak ABD’yle yakınlaşmaya yeşil ışık yaktığı kaydediliyor. Rusya- ABD ilişkilerinde görülen iyileşmenin uzun vadeli olduğu konusunda hem resmî yetkililer hem de uzmanlar arasında fikir birliği oluşmuş gözükmektedir. Söz konusu işbirliğinden her iki tarafın da kazançlı çıkacağı düşünülmektedir: Rusya bu yakınlaşma sayesinde Batı’nın bir parçası olma yolunda önemli adımlar atacak, ayrıca dış borçlarından kaynaklanan sorunlarını kısmen çözme imkanına sahip olacak, Çeçenistan’daki sorunla mücadele konusunda da eskisi kadar eleştiri almaktan kurtulacaktır. Washington ise Moskova’yla bağlarını sıkılaştırarak, bu ülkenin Afganistan operasyonu sırasında Orta Asya ülkeleri üzerindeki etkinliğinden yararlanmaktadır. ABD ayrıca bu yakınlaşma nedeniyle Rusya’nın NATO’nun genişlemesine olan muhalefetini 
ortadan kaldırma şansına sahip olabilecektir. Öte yandan, ABD-Çin münasebetlerinde Rusya’yla yaşanan yakınlaşma benzeri bir gelişme beklenmezken, sorunların devam edeceği tahmin ediliyor. Çin’in yükselen ekonomik performansına dikkat çekilirken, bu ülkeyle iyi ekonomik ilişkilerin devam edeceği tahmin ediliyor, ancak siyasi sorunların süreceği gündeme getiriliyor. ABD yeni dönemde dünyadaki düşmanlarını azaltmak ve uluslararası terörle mücadeleye odaklanabilmek için “serseri devletler” olarak adlandırdığı İran ve Suriye’yle diyaloga girmek için çabalarını artırmaya kararlı gözüküyor. ABD’nin normalleşme kapısını aralamaya başlaması her iki ülkede iktidarların değişmesiyle başlamışsa da, Washington’ın yeni politikalar arayışına girdiği bu dönemde bu yöndeki çabalar yeni bir ivme kazanacak gibi gözükmektedir. Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili, ilişkilerde iyileşme sağlanabilmesi için bu ülkelerden de sinyaller gelmesi gerektiğini belirtmekte, bu sinyallerin gelmesi halinde ABD’nin buna karşılık vereceğini kaydetmektedir. 

Columbia Üniversitesi’nden Dr. Barbos da uzun vadede “serseri devletler” politikasının gözden geçirileceğini belirtmektedir.

Irak ,

ABD dış politika çevrelerinde Irak politikasının gelecek dönemde nasıl şekilleneceği konusunda farklı görüşler mevcuttur. Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili, “ABD, Irak’a karşı operasyon düzenlemeyi planlıyor mu?” şeklindeki bir soruyu, bir yandan Başkan Bush’un terörist grupları destekleyen ülkelere karşı tüm önlemlerin alınacağını söylediğini hatırlatarak, öte yandan da teröre karşı oluşturulan koalisyonu devam ettirmenin ABD açısından çok önemli olduğunu vurgulayarak cevaplıyor. Bu da ABD’nin terör karşıtı koalisyonun devam 
etmesini dış politika önceliklerinden biri olarak kabul ettiğini gösteriyor . 

Uluslararası İlişkiler uzmanları ABD’nin Irak politikasının gelecek dönemde nasıl olacağı konusunda çok farklı görüşler ileri sürüyor. Center for Strategic and International Studies’den Dr. Serfaty, Irak’a karşı bir operasyonun mutlaka düzenleneceğini, tek sorunun zamanlamayla ilgili olduğunu söylerken, diğer bazı uzmanlar ABD’yi Irak’ta operasyonu yarım bırakmakla suçluyor. “ABD ya Irak’a hiç müdahale etmemeliydi ya da Saddam devrilinceye kadar müdahaleyi 
sürdürmeliydi” diyor. Houston’da (Teksas) bulunan Rice Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörü Richard Stoll, Saddam sonrası bir senaryo geliştirilmeden böyle bir operasyon düzenlenmesinin Washington yönetimini Saddam’dan daha büyük tehlikelerle yüzyüze bırakabileceği ihtimalîni gündeme getiriyor. Prof. Stoll, Saddam’ın göreceli de olsa “mantıklı” bir lider olduğunu, Irak liderinden gelebilecek tehlikelerin tahmin edilebildiğini; ancak Saddam düşürüldükten sonra yerine oğullarından birinin gelmesi halinde Irak’ın tahmin edilemez bir yöne gidebileceğini ve ABD için daha büyük bir tehdit unsuru haline gelebileceğini ifade ediyor. 

Avrupa Birliği, NATO, Balkanlar 

ABD’li yetkililer, Avrupa’nın ortak bir dış politika ve güvelik politikası oluşturma; aynı zamanda Acil Müdahale Gücü kurma çabalarından memnuniyet duyuyor, ancak NATO’daki yapıların tekrarının (“duplication”) olmamasını istiyor. Örneğin Avrupa ülkelerinin NATO’ya ve Avrupa Acil Müdahale Gücü’ne ayrı ayrı asker tahsis etmeleri ihtimalîne karşı çıkıyor. 

Washington gelecekte özellikle Balkanlar’da ortaya çıkabilecek “küçük çaplı krizler”de artık Avrupa’nın tek başına etkin olmasını ve bu sorunları çözmede başat güç haline gelmesini istiyor. ABD’nin enerjisini bundan sonra Avrupa’nın yakın çevresinde başgösterebilecek sorunlara vermek istemediği, bu sorunlarla Avrupa’nın başa çıkması gerektiğini düşündüğü anlaşılıyor. Ancak, ABD Savunma Bakanlığı’ndan bir yetkili, Avrupa kıtasında önemli bir problem ortaya çıkması halinde buna Avrupa Acil Müdahale Gücü’nün değil, mutlaka NATO’nun 
müdahil olacağını vurguluyor. 

ABD’nin dış politika önceliklerinin değişmesi nedeniyle Balkanlar’daki askerlerinin önemli bir kısmını çekmek istediği anlaşılıyor. ABD, bu askerlerin Afganistan’daki operasyonlarda kullanılabileceğini belirtirken, Balkanlar’da doğacak askerî boşluğu Avrupa ülkelerinin tamamlamasını istiyor. 

Füze Savunma Sistemi 

ABD Savunma Bakanlığı’ndan bir yetkili, 11 Eylül olaylarının çok çeşitli tehditlerle aynı zamanda mücadele edilmesi gerektiğini gösterdiğini 
belirterek, en önemli üç tehdidi şu şekilde sıralıyor: 

1) Terörizm, 
2) Kitle imha silâhları, 
3) Uzun menzilli füzeler. 

Mevcut durumda teröre karşı mücadelenin dünyanın gündeminde olmasına rağmen, diğer tehditlerin de küçümsenmemesi gerektiği ifade ediliyor. 

ABD’nin hem kendisini hem de müttefiklerini füze tehdidinden korumak için Füze Savunma Sistemi’ni geliştirmeye devam edeceğini belirten bir Pentagon yetkilisi, “11 Eylül saldırılarından sonra Füze Savunma Sistemi’ne gerek kalmadığı” şeklindeki sözlere katılmadıklarını belirterek, uzun menzilli füzelerin varlığının kendileri için tehdit olmaya devam ettiğini ifade ediyor. 

Sonuç 

Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Pentagon’a düzenlenen saldırılar, ABD’yi şu ana kadar alışık olmadığı bir terör çeşidiyle yüzyüze bırakırken, hem Amerikan resmî çevreleri hem düşünce kuruluşları hem de uluslararası ilişkiler uzmanları yeni dönemde uygulanabilecek yeni politikalar üzerine çalışmaya devam ediyor. ABD’nin önümüzdeki dönemde dış politika uygulamalarına egemen olacak eğilimler şu şekilde sıralanabilir: 

- Bush, hem seçim kampanyasında hem de iktidarının ilk 8 ayında vurguladığı tek taraflı politikalardan vazgeçmek zorunda kalacak. 

Teröre karşı etkili bir mücadele yürütülmesi gereği ABD’yi diğer ülkelerle işbirliğine mecbur kılacak. Amerikan dış politikası önümüzdeki dönemde muhtemelen çok taraflı olacak. 

- ABD, Rusya’yla sağladığı işbirliğini geçici değil, uzun vadeli düşünüyor. Bu sayede hem Afganistan’da istikrarın sağlanması daha kolay olacak hem de Rusya Batı sisteminin içine çekilebilecek. 

- Washington yönetimi, Suriye ve İran’la ilişkilerini normalleştirme yolunda adımlar atmaya hazır gözükmektedir. Ancak bunun  gerçekleşmesi için Şam ve Tahran’ın da ilişkilerin iyileşmesini istemesi gerektiği belirtilmektedir. 

- Türkiye’nin Müslüman bir nüfusa sahip lâik bir ülke olması nedeniyle önemi vurgulanmaktadır. Ayrıca ABD’nin Türkiye-AB  ilişkilerinin gelişmesini destekleyeceği tahmin edilmektedir. 


***