Celal Talabani etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Celal Talabani etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ekim 2017 Salı

Barzanistan'ın parçalı yapısı dağılıyor 2

Barzanistan'ın parçalı yapısı dağılıyor -2 

Ali Serdar Bolat     21 Ekim 2017
1994 - 2005 arası dönemde Erbil ve Dohuk'u Barzani'nin KDP peşmergeleri, 
Süleymaniye'yi ise Talabani'nin KYB peşmergeleri denetledi.

ABD, 7500 kadar peşmergeyi Guam Adası'nda eğitmiş ve bölgeye geri gön
dermişti. 2003 yılındaki Irak işgalinde bu peşmergeler ABD ordusu ile birlikte 
hareket ettiler ve Kürt Bölgesi yönetiminde önemli görevlere getirildiler.

Ancak Habur Sınır Kapısı'ndan elde edilen gelirin paylaşımı konusunda anlaş
mazlık çıktı ve iş silahlı çatışmaya kadar vardı.

Burada ABD olaya el koydu. Çünkü bu anlaşmazlık, Büyük Ortadoğu Projesi 
(BOP) adı altında gündeme getirdiği Büyük Kürdistan kurulması projesine 
darbe vuruyordu.

Bakınız:
Org. Edip Başer: Amerika Kürt devleti kurmak istiyor    4 Eylül 2012

ABD Ordusu'nun Türkiye'yi bölen haritaları    12 Mart 2013

Günaydın Sayın Süheyl Batum   14 Mart 2013


++++

Barzani ve Talabani ABD zoru ile barıştı. 2006'da iki taraf, Kuzey Irak Kürt 
Bölgesi yönetimini yarı yarıya paylaşmak üzere anlaştılar.

Ancak referandum olayı Talabani aşiretinde huzursuzluğa neden oldu.

Nedenlerden biri referandumun başarıyla sonuçlanması ve bağımsızlık yolu
nun açılması ile Barzani'nin prestijinin artacağı ve Talabani aşiretinin etkisi
nin azalacağı yönünde algı oluşmasının yarattığı olumsuz hava.

İkincisi, başarısızlık durumu halinde şu ana kadar elde edilen kazanımların 
tehlikeye girmesi olasılığı.

++++

Talabani aşireti ile eskiden beri çok iyi ilişkiler içinde olan İran yönetimi, bu 
huzursuzluğu tespit etti ve çok iyi kullandı.

Aşiretin lideri Celal Talabani'nin ölümü İran için iyi bir fırsat oldu. 

İran Devrim Muhafızları Ordusu'nun yurtdışı operasyon birimi Kudüs Gücü'nün 
komutanı General Kasım Süleymani, 6 Ekim'de Süleymaniye'ye gelerek Celal 
Talabani'nin cenazesine katıldı, mezarını ziyaret etti ve aşiret ileri gelenlerine 
başsağlığı ziyareti yaptı.

Birkaç gün sonra da KYB'nin liderliğini devir alan Celal Talabani'nin oğlu Bafel 
(Pavel) Talabani ile Kerkük'ün Reşad Köyü'nde görüştü ve uyarılarını yineledi.

General Kasım Süleymani

General Süleymani, referandumdan önce de Süleymaniye'ye giderek Talaba
ni'nin partisi olan KYB yöneticilerine şu uyarıları yapmıştı.

1- Bağdat çok kararlı. Açıkladığı yaptırımları kesinlikle uygulayacak. 
Irak Ordusu ile aranızda mutlaka silahlı çatışma çıkacak.
2- Amerika'ya güvenmeyin, Irak Ordusu ile çatışmaya girmez. 
     Desteği lafta kalır. Size yardım edemez. Kaybedersiniz.
3- Barzani'nin peşine takılıp felaketinizi hazırlamayın.

++++

General Süleymani, Kerkük harekatından bir gün önce yine Süleymaniye'ye 
gitti. Orada görüştüğü Talabani'nin partisi KYB'nin yetkililerinden adının açık
lanmasını istemeyen bir kişi Royters Haber Ajansı'na şu açıklamayı yaptı:

"General Süleymani bize şu mesajları iletti:

1- Kerkük'ü savunmak için Irak Ordusu ile çatışmaya girmeyin.
    Aksi halde stratejik ortağınız olan Tahran'ı kaybedersiniz.
    İran sizi (Talabani aşiretini) bundan sonra hiç bire şekilde korumaz.
2- Bütün bölgesel güçler (Suriye, İran, Türkiye)  Bağdat'ın arkasında.
Bağdat sizi yeniden dağlara sürebilir, her şeyi kaybedebilirsiniz.
3- Kerkük'ten vazgeçin, İran sizin çıkarlarınızı korusun.
Süleymani'nin ziyareti, ölümcül bir hata yapmamamız için verilmiş bir 
son dakika şansıydı."

++++

Kerkük'te Talabani peşmergeleri çoğunluktaydı. İran'ın uyarılarını dinleyen 
KYB, peşmergelerine Kerkük'ten çekilme talimatı verdi. Kerkük'te bir avuç 
kalan Barzani peşmergeleri de çekilmekten başka çare göremediler. 700 
kadar olduğu söylenen ve Öcalan - PKK bayraklarıyla kentte devriye gezip
hava atan PKK'lılar da tabana kuvvet...

PKK Kerkük'te hava atarken - video

Ağlayan peşmerge - video


Celal Talabani 

İran diplomasisi, Kerkük'ün neredeyse çatışma olmaksızın teslim alınmasını 
sağlamış oldu.

Kuzeybatıdaki Sincar'da Talabani peşmergeleri, PKK ve PKK tarafından 
devşirilmiş olan 400 kadar Ezidi peşmerge vardı. Talabani peşmergeleri çe
kilince bu bölge de düştü, PKK ve Ezidilerden oluşan sözde "Rojava Peşmer- 
geleri" direnemedi.

Güneydoğuda Diyala hattında da Talabani peşmergeleri çekilince Irak Ordusu 
buraya da çatışmasız şekilde girdi.

++++

Talabani aşiretinin çekilip "Kerkük Musul benimdir, çekilmem" diye hava atan 
Barzani'nin havası sönünce iki aşiret arasındaki Amerikan barışı derin bir yara 
aldı. Barzani yenilgiden Talabani'yi sorumlu tutan açıklamalar yaptı: 

"Talabani ailesi Kerkük operasyonunda İran ile birlikte hareket etti. İran KDP'yi 
(Barzani'nin partisi) yok etmek için operasyonlar yürütüyor."

Barzani'ye yakın Rudaw Televizyonu gün boyu Talabani'ye ve komutanlarına 
küfür eden peşmerge görüntülerini yayınladı.

Böylece, ABD'nin 2006 yılında tutkalla yapıştırdığı Kürt Bölgesel Yönetimi'nin 
iki parçası ayrılma sürecine girdi. Ezeli Barzani - Talabani düşmanlığı tekrar 
su yüzüne çıktı.


Irak Başbakanı İbadi: Referandum mazide kaldı



***

23 Ocak 2017 Pazartesi

Irak’ın Siyasal ve Toplumsal Yapısı Güncel Sorunları



Irak’ın Siyasal ve Toplumsal Yapısı Güncel Sorunları 


Bilgay Duman 
ORSAM Ortadoğu Uzmanı 

ABD’nin 2003’te Irak’ı işgali, ülkenin temel dinamiklerini temelinden değiştirdiğini söylemek “mümkündür. Baas Yönetimi altında tekil bir kimlik 
üzerine inşa edilen Irak, ABD işgaliyle birlikte tam bir kimlik bunalımına girmiş ve ülkenin doğası bozulmuştur. 

Buradan yola çıkarak ülkedeki toplumsal yapının dinamiklerine bakmanın faydalı olacağı söylenebilir. Çok etnili ve çok mezhepli bir ülke olan Irak’ta, ülkenin kuruluşundan bu yana halkın farklı kimliklere sahip olması ülke siyasetinin en önemli dinamiği olarak adlandırılabilir. 

Ülkedeki yaşayan halkları kurucu unsurlar olarak etnik paylaşıma göre ayırt edilebileceği gibi, azınlıkları ve dinsel ayrışmayı temel alarak da bir 
toplumsal yapı ortaya konabilir. Bu açıdan kurucu unsur olarak, Araplar, Kürtler ve Türkmenleri ifade edebiliriz. 

Diğer taraftan ülkede Asuriler, Şebekler, Yezidiler, Ermeniler başta olmak üzere azınlıklar da yaşamaktadır. 
Diğer taraftan dini bir ayrışma ortaya konacak olursa, ülkenin yaklaşık yüzde 96’ını oluşturan Müslüman nüfusun Şii-Sünni ve çok az da Bektaşi nüfusu barındırdığını söylemek mümkündür. 

Diğer taraftan Hıristiyan bir azınlıktan söz edilebilir. Ancak Hıristiyanlar arasında da mezhepsel farklılaşma mevcuttur. 
Diğer taraftan Irak’ın en önemli toplumsal dinamiklerinde biri de aşiret yapılarıdır. 
Irak’ta Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre 74 aşiret yaşamaktadır. Ancak bu aşiretlerin çok sayıda alt kolunun olduğu bilinmektedir. 
Özellikle Arap aşiretlerinin karmaşık bir yapı arz ettiği söylenebilir. 
Özellikle aşiretler içerisinde mezhebi farklılıklar önemlidir. Yani bir aşiret içerisinde hem Şii hem Sünniler bulunmaktadır. 
Ayrıca aşiret isimler belli bir soya dayandığı gibi, o aşiretin yaşadığı topraklarla da isimler özdeşleşmiştir. Örneğin Bağdadi aşireti gibi. 
Irak’ın kuzeyinde yaşayan Kürtler arasında da aşiretçilik oldukça kuvvetlidir. Türkmenler arasında ise çok kuvvetli olmamakla birlikte aşiretçiliğin var 
olduğunu söylenebilir. Özellikle Telafer, Diyala gibi kırsal bölgelerde aşiretçiliğin daha kuvvetli olduğunu ifade etmek mümkündür. 

2003’ten sonra ortaya çıkan gelişmeler Irak’ın etnik ve mezhebi temelde algılanmasına yol açmıştır. Bu konuda çekincelerimiz olsa da Irak siyaseti bu temel üzerinde şekillenmiştir. Bu açıdan Şii, Sünni, Kürt 
ve Türkmenlerin siyasi aktörleri ve gruplarına kısaca değinmekte fayda vardır. Öncelikle ülkenin en büyük nüfusunu oluşturan Şii grupları ele alalım. Şii gruplar arasında köklü ve güçlü siyasi partiler mevcuttur. Şiilerin en eski siyasi oluşumu Dava Partisi’dir. 1950’lerde kurulan Dava Partisi, Baas Partisi’nin baskısı altında siyaset üretememiştir. Ayrıca parti içerisinde de İran’a yakın kanat ve Irak 
milliyetçisi Şiiler arasında yaşanan mücadele nedeniyle, Dava Partisi’nde ayrışma yaşanmış ve Dava Partisi’nin yanında bir de Dava Partisi Irak Teşkilatı kurulmuş tur. Bugün Dava Partisi’nin liderliğini Irak Başbakanı olan Nuri El-Maliki yürütmektedir. Diğer taraftan Irak’ın etkili siyasi gruplarından biri de Irak İslam Yüksek Konseyidir. Irak İslam Yüksek Konseyi 1982’de İran’da kurulmuş ve İran’la yakın ilişkilere sahip bir oluşumdur. Dini liderlik etrafında toplanan bu oluşum Irak’taki en büyük iki Şii ailesinden biri olarak ifade edilebilecek El-Hekim ailesi tarafından yönetilmektedir. Mevcut lideri Şii dini liderlerinden biri olan Ayetullah Abdülaziz ElHekim’in oğlu Ammar El-Hekimdir. Abdülaziz El-Hekim öldükten sonra yerine oğlu geçmiştir. 

Ayrıca Irak İslam Yüksek Konseyi’ne bağlı bir Bedir Örgütü adında bir milis gücü de bulunmaktadır. 2008’e kadar milis grup olarak devam eden Bedir Örgütü, 
bu tarihten sonra siyasi bir organizasyon olarak devam edeceğini ilan etmiş ve Irak’taki seçimlere katılmıştır. Yine de Bedir Örgütü milislerinin hazır olarak beklediğine yönelik iddialar mevcuttur. 

Irak’ta 2003’ten sonra belki de adından en çok söz ettiren Şii grubunun Sadr Grubu olduğunu söylemek mümkündür. Sadr Grubu gücünü Şiiler arasındaki Sadr ailesine verilen önemden aldığını ve özellikle fakir Şiiler arasında oldukça popüler olduğu söylenebilir. Sadr Grubu özellikle ABD karşıtı söylemleri ve eylemleriyle gündeme gelmiştir. 2010’daki seçimlerden sonra Irak parlamento sunda 40’a yakın milletvekiline sahip olan Sadr Grubu ve lideri Mukteda El-Sadr, Irak’ta son hükümetin kurulmasında kritik bir rol oynamıştır. ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesi konusunda da en etkili muhalefeti Sadr Grubu göstermektedir. ABDaskerlerinin süresinin uzatılması düşünülürken, bu süreçten sonra Sadr Grubunu adının daha çok duyulacağı söylenebilir. Zira Sadr Grubuna bağlı milis gücü olan Mehdi Ordusu’nun tekrar eylemlerine başlayabileceği açıklanmıştır. Bilindiği gibi Mehdi Ordusu, hükümetle yaptığı anlaşma sonucu 2008 yılında faaliyetlerini dondurma kararı almıştır. 

Dava Partisi’nin eski başkanı ve Irak eski Başbakanı İbrahim Caferi de Ulusal İslah Akımı adı altında bir parti kurmuştur. Seçimlerde beklendiği kadar yüksek bir performans göstermese de Şii gruplar arasında ve özellikle siyasetçiler arasında İbrahim 

Caferi’nin etkinliği oldukça yüksektir. Etkili bir siyasetçi olan İbrahim Caferi aynı zamanda dini eğitimini de tamamlamıştır. Bu açıdan Caferi’nin de takip edilmesi gerektiği düşünülmektedir. 

Öte yandan özellikle Basra ve çevresinde taraftarı bulunan Fazilet Partisi de önemli Şii gruplar arasında sayılabilir. Ayrıca etkinliği az da olsa Hizbullah akımı da dikkate alınmalıdır. 

Sünni gruplar arasında ise Baas Partisi’nin Irak’taki etkinliğinin sona erdirilmesiyle daha büyük bir karmaşa yaşandığını söylemek mümkündür. Sünniler arasındaki en önemli siyasi kuruluşlar, Irak İslam Partisi, Irakiyun, Irakiye Listesi, Nuceyfi Grubu, Irak Müslüman Alimler Birliği ve Uyanış Konsey leri olarak ifade edilebilir. Baas Partisi’nin de yeniden etkin olma çabaları olduğu söylenmektedir. 

Son dönemde Sünniler arasında öne çıkan en önemli oluşum ve 2010 seçimlerinin galibi olan Irakiye Listesidir. Başkanlığını İyad Allavi’nin yaptığı 
Irakiye’nin tam anlamıyla bir Sünni oluşumu olduğunu söylemek de güçtür. Zira İyad Allavi aslında bir Şii’dir. Ancak kendini laik olarak tanıtmaktadır.

Irakiye’nin Sünni gruplar içerisinde sayılmasının nedeni, liste içerisinde Sünni nüfus ağırlığının olması ve Sünni bölgelerinde daha etkin olmasıdır. 

Irak İslam Partisi, Sünniler arasında geniş tabanı olan bir oluşumdur. Müslüman Kardeşler akımına yakın olan Irak İslam Partisi, 2009 yerel seçimlerinden 
sonra etkinliğini yitirmeye başlamıştır. 

Nuceyfi Grubu ise daha çok Musul’da etkilidir. 2009 yerel seçimlerinde Musul’daki seçimlerin galibi olan Nuceyfi grubu, 2010 seçimlerinde de önemli 
bir oy almıştır. Irakiye Listesi ile seçimlere katılsa da tek başına ayrı bir grup olarak değerlendirilebilir. 
Irakiyun ise, eski bir Baas Partisi mensubu olan Salih Mutlak tarafından yönetilmektedir. Yine son seçimlerde Irakiye Listesi içerisinde yer alan Irakiyun, Sünni Arap milliyetçisi bir görüşle hareket etmektedir. 


Irak Müslüman Alimler Birliği ise siyasi bir oluşumdan öte kitle hareketi olarak değerlendirilebilir. Özellikle Sünni din adamlarının etkin olduğu bu oluşum 
Sünniler arasında ABD’ye ve ABD tarafından oluşturulan Irak yönetimine en sert tepkiyi veren Sünni grubudur. Irak Müslüman Alimler Birliği, Irak’ın 2003’ten sonraki tüm hükümetlerini kukla hükümet olarak tanımlamaktadır. 

Son olarak, ABD’nin El-Kaide ile savaşmak için kurduğu ve daha sonra siyasi sürece dahil ettiği Uyanış Konseyleri dikkate alınmalıdır. ABD’nin özellikle Anbar bölgesinde El-Kaide ile mücadele etmesi için desteklediği ve eski direnişçilerden oluşan Uyanış Konseyleri, Ebu Rişa Aşiretinin önderliğinde hareket etmektedir. Uyanış Konseyleri son seçimlere de katılmıştır. 

Kürt gruplar içerisinde ise daha net bir ayrım olduğunu söylemek mümkündür. Bilindiği gibi iki büyük Kürt partisi KDP ve KYB, Irak’taki Kürt siyasetini 
domine etmiştir. Irak’ta kurulan en eski Kürt partisi 1946 yılında Molla Mustafa Barzani tarafından kurulan KDP’dir. Daha sonra 1975’te KDP’den ayrılan sosyalist görüşe sahip bir ekip tarafından Celal Talabani başkanlığında KYB kurulmuştur. KDP, yani Irak Kürdistan Demokratik Partisi, Barzani aşiretine dayanmaktadır. KDP muhafazakar ve aşiretçi bir yapıya sahiptir. Kürt Bölgesel Yönetimi’nin başkanı da olan Mesut Barzani, KDP’nin liderliğini yapmaktadır. KYB, yani Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği ise daha laik ve sosyalist bir düşündedir. Başkanlığını Irak Cumhurbaşkanı olan Celal Talabani yapmaktadır. 2009’da Kürt Bölgesindeki seçimlerin ardından KDP ve KYB’ye yönelik muhalif hareketlenmeler olmuştur. 

Özellikle bir dönem KYB’nin genel sekreterliğini de yürüten Noşirvan Mustafa tarafından KYB’den ayrılan bir grup siyasetçi tarafından kurulan Goran Hareketi, 
muhalefet saflarında önemli bir yer elde etmiştir. Diğer taraftan Kürt siyasi gruplar arasında İslamcıların da etkisi büyüktür. 
Bu açıdan Kürdistan İslami Birliği, Kürdistan İslami Hareketi gibi farklı oluşumlar mevcuttur. Çok etkili olmasa da Kürt gruplar arasında sol görüşe sahip akımlar 
da taban bulabilmektedir. 

Irak’ın kurucu unsurlarından olan Türkmenler ise siyasete en geç katılım sağlayan grup olarak dikkat çekmektedir. Irak’ta ilk Türkmen siyasi hareketi 
1988’de kurulmuştur. Bu dönemden sonra birkaç Türkmen siyasi hareketi daha ortaya çıksa da etkili olamamıştır. Bugün Irak’taki en etkili Türkmen siyasi 
kuruluşu Irak Türkmen Cephesidir. Irak Türkmen Cephesi, 1995’te kurulmuştur. Amacı Türkmenlerin tek bir ses olarak hareket etmesini sağlamak olarak 
tanımlanmaktadır. 

Bu nedenle Türkmen siyasi parti ve sivil toplum örgütlerinin bir araya gelmesiyle oluşturulmuştur. 

Bugün Türkmenler arasında en fazla taban bulan siyasi grup olan Irak Türkmen Cephesi, son seçimler 6 milletvekili ve 2 bakanlık elde etmiştir. Ayrıca yerel olarak siyaset yapan Türkmeneli Partisi, Türkmen Milli Partisi, Türkmen Karar Partisi, Türkmen Milliyetçi Hareketi, Türkmen İslami Birliği, Türkmen Vefa Hareketi gibi çok sayıda Türkmen partisi bulunmaktadır. Ayrıca Kürt Bölgesinde siyaset yapan Türkmen partileri de görülmektedir. Ancak Irak Türkmen Cephesi dışında diğer siyasi partilerin taban bulabildiğini söylemek güçtür. Diğer taraftan büyük Şii ve Sünni gruplar içerisinde önemli Türkmen şahsiyetleri de Türkmen 
siyasetine etki etmektedir. 

Bu çerçeve ışığında Irak’ın temel problemlerine bakılabilir. Görüldüğü gibi karmaşık bir yapıya sahip olan Irak, siyasi anlamda da bu karmaşayı barındırmaktadır. 

Özellikle ABD işgali sonrası ortaya çıkan yapı ve kimlik ayrışması Irak’ta güven kaybına yol açmıştır. Yaşanan mezhebi ve etnik çatışmalar güven kaybının artmasına sebep olmuştur. Diğer taraftan güvenlik durumunun çok zayıf olması da güvensizliği arttırmaktadır. Bu noktada güvensizliği ve güvenlik eksikliğinin en büyük sebebinin 2003 sonrası kurulan yapı olduğunu söylemek mümkündür. Bu noktada Irak’ta kurulan federal yapı, aşiretlerin güçlü kontrolünü ortaya çıkarmış ve yerelde aşiret krallıkları kurulmuştur. Yani her aşiret güçlü olduğu bölgede kontrol sağlamış ve karşı tarafa güç uygulamıştır. 

Yerel yönetimlerin bu denli güçlenmesi, Irak’ta güçlü bir merkezi yapının ortaya çıkması engellemiştir. Bu neden Irak’ta yapan her siyasi, etnik ya da dini grup, kendi grupsal çıkarını ön planda tutmuştur. Bu da Irak içerisinde siyasi yozlaşmayı beraberinde getirmiştir. Bu nedenle Irak’ta sağlam bir temele oturmuş yönetim yapısı kurulabildiğini söylemek güçtür. Diğer taraftan herkesin yönetim sürecine dahil edilmeye çalışılması da Irak’ta denetimsizliği 
arttırmıştır. Irak’ta kurulan ulusal uzlaşı hükümetlerinin karşısında bu hükümet denetleyecek bir muhalefetin olmaması denetimsizliği ve kontrolsüzlüğü ortaya çıkarmıştır. Bu da yönetimsel yozlaşmayı beraberinde getirmiş ve böylece Irak’ta kutuplaşma yoğun bir biçimde etkili olmuştur. 

Bu kutuplaşmayla birlikte, Irak’ta siyasi grupların dışarıdan aldığı destek ve dış müdahalenin de Irak’taki yozlaşmayı bir kademe daha ileri taşıdığını söylemek 
yanlış olmayacaktır. Bu nedenle politik birlikteliğin sağlanamaması bugün için Irak’taki en büyük sorunların başında gelmektedir. 

Buradan hareketle Irak’ın güncel sorunlarına bakabiliriz. Bu çerçeve dikkate alındığında, ülkedeki yozlaşma ve kutuplaşmanın devlet hizmetlerinin 
yeteri kadar sağlanamaması neden olduğu söylenebilir. Devlet hizmetlerinin yeterince sağlanamaması bugün Ortadoğu’daki isyan dalgasının Irak’a da 
ulaşmasına neden olmuştur. Irak halkı da daha iyi hizmet için sokaklara dökülmüştür. Ancak hükümet içersindeki yozlaşma ve yolsuzluk devlet hizmetlerinin önüne geçmiş durumdadır. Irak’ın milyarlarca dolarlık parasının nereye gittiği bilinmemektedir. Halk halen günde en fazla ortalama 6 saat elektrik alabilmektedir. 32 milyonluk Irak’ın 7 milyonun yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. 

Bir de bu sorunlara güvenlik problemleri eklenmektedir. 

Irak’ta şiddet eylemleri tüm hızıyla devam etmektedir. 

Ayrıca 2008’de ABD ile Irak arasında yapılan anlaşma sonucu 2011 yılının sonu itibariyle ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesi tartışılmaktadır. Bununla birlikte ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesinin ardından Irak güvenlik güçlerinin ülkenin güvenliğini sağlayıp sağlayamayacağı tartışılmaktadır. Özellikle etnik ve mezhepsel çatışma potansiyeli taşıyan tartışmalı bölgeler olarak ifade edilen topraklarda güvenliğin nasıl sağlanacağı önümüzdeki süreçte Irak’ı meşgul edecek gibi gözükmektedir. Bu bölgelerdeki güvenliğin nasıl sağlanacağının yanında, bu bölgelerin statüsüyle ilgili problemler de Irak’ı önümüzdeki süreçte yoracaktır. Bu noktada Kerkük meselesi de Irak’ın birinci gündem maddesine 
dönüşebilir. Bilindiği gibi 2003’ten bu yana Kerkük’ün statüsüne ilişkin tartışmalar mevcuttur. Bu tartışmalar ışında Kerkük’ün Kürt Bölgesine 
bağlanıp bağlanmayacağı ya da özel statülü olup olmayacağı problem teşkil etmektedir. Kerkük’te etnik gerginlik gün geçtikçe artmaktadır. Kerkük’te 
dengeli bir çözümünü bulunmaması, Kerkük’ü patlamanın eşiğine getirebilir. Bu Irak’ın geleceği açısından son derece tehlikelidir. Çünkü Irak’taki her 
sorunun altından Kerkük çıkmaktadır. Kerkük’teki sorunun çözülememesi ve daha derinleşmesi diğer sorunları da derinleştirecektir. Bu nedenle önümüzdeki 
süreçte özellikle ABD askerlerinin çekilme takvimi, şiddet olaylarındaki artış, Kerkük meselesi gibi konuların Irak’ın gündemini meşgul edecek gibi görünmektedir. 


***

24 Kasım 2015 Salı

En Uzun On Yıl: 11 Eylül Sonrası Orta doğu 2




        En Uzun On Yıl: 11 Eylül Sonrası Orta doğu 2


11 Eylül Sonrası Ortadoğu 

11 Eylül ve sonrasında Ortadoğu’da gerçekleşen değişimler sadece siyasetin konusu olmamalıdır. Irak’ta yaşanan kanlı iç savaş ve yarattığı kitlesel göç dalgalarından, yükselen petrol fiyatlarının etkilediği ekonomik gelişmelere, televizyon izleme alışkanlıklarından milliyetçilik anlayışına kadar birçok konu daha kapsamlı bir şekilde incelenmeyi hak etmektedir. Ancak bütün bu konuların yanında, Ortadoğu, uluslararası ilişkiler disiplininin dikkatini çektiği birçok gelişmeye de sahne olmuştur. Hinnebusch’un deyimiyle Ortadoğu dış müdahaleler için istisnai bir mıknatıstır.9 Bu süreç ise kimilerine göre 1774 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması, kimilerine göre ise 1798 yılında Napolyon’un Mısır’ı işgal etmesiyle başlamıştır. Bu olaylar, Ortadoğu’nun bir “oyun sahnesi” olarak görülme 
sürecini başlatmıştı.10 Dolayısıyla, Ortadoğu siyasetini anlamak için bölgenin kendisinden kaynaklanan faktörlerden daha çok bölgeye yönelik politikalar geliştiren batılı devletlerin bakış açıları önem kazanmaktadır. 

Birinci Dünya Savaşı biterken bu oyun sahnesini yöneten rejisörler İngiltere ve Fransa’ydı. Ortadoğu’nun siyasal sınırlarını ve toplumsal hareketlerini şekillendiren bu reji deneyimleri 2. Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş atmosferinin etkisiyle yeni bir şekil aldı. Artık Avrupa’nın dünya politikalarındaki gücü Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği’ne kaymıştı. Avrupa ikiye bölünmüş durumdaydı ve İngiltere ile Fransa’nın Ortadoğu bölgesinde eski politikalarını sürdürecek heyecanı ve enerjisi azalmıştı. 

Haass’a göre Soğuk Savaş döneminde de bölge edilgenlikten kurtulamamış ve A.B.D-Sovyetler Birliği rekabetinden etkilenmiştir. Ancak dönemin ve rekabetin atmosferi bölge devletlerine nispi olarak daha geniş bir manevra alanı sağlamıştır. Bölgeye hâkim olma olgusu üzerinden tanımlanan rekabet, bölge ülkelerine otonom politikalar üretme sahası yaratmıştır. Küresel güçlerin bölgeyi kontrol edemediği olaylara örnek olarak İran’da yaşanan 1979 devrimini gösterebiliriz. Bunun dışında yaşanan İran-Irak Savaşı ve İsrail’in 1982 yılındaki Lübnan işgali de bölgesel dinamiklerden kaynaklanan olaylardı. Yaşanan çatışmaların dışında, not edilmelidir ki, dünyadaki enerji ihtiyacı için bölge kaynaklarının arz ettiği hayati önem de bölge ülkelerinin otonomisini güçlendiren bir başka faktördür. Keza 1973 Petrol Krizi bunu ispatlar niteliktedir.11 


Ne var ki, Soğuk Savaş’ın ve çift kutupluluğun bitmesi Ortadoğu’nun uluslararası sistem içerisindeki yerini yeniden değiştirmiştir. Ancak Altunışık’a göre Ortadoğu’daki devletlerin bu değişimi hemen kavrayabilmesi mümkün olmamıştır. Mesela Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesi Soğuk Savaş’ın yarattığı manevra alanının artık var olmadığı gerçekliğiyle yüzleşmesiyle son bulmuştur. Bu dönemde, Ortadoğu’da yeni sorunların ortaya çıktığını görüyoruz. Sistemin en güçlü aktörü olan A.B.D’nin ise bölgeye yönelik politikalarının yoğunlaştığını ve üç ayak üzerinde formüle edildiğini söylemek mümkündür. Bu ayaklardan ilki İsrail-Filistin sorununu çözmeyi, ikincisi Irak ve İran’ı ayrı ayrı çevrelemeyi ve son olarak da bölgeyi liberal değerlerle dönüştürmeyi amaçlıyordu.12 Ne var ki, A.B.D, Soğuk Savaş sonrası Ortadoğu’da çözmeyi planladığı problemleri çözememiş ve 11 Eylül terörist saldırılarından sonra kapsamlı bir politika değişikliğine gitmiştir. 

Daha önce de değinildiği gibi Ortadoğu bölgesi 11 Eylül’den en çok etkilenen bölge olmuştur. 90’lı yıllardaki çevreleme politikası yerini önleyici savaş doktrinine bırakmış, özellikle George W. Bush’un “şer ekseni” olarak tanımladığı ülkeler ve rejimleri A.B.D’nin doğrudan tehdidiyle yüz yüze kalmışlardır. İran ve Suriye bu tehdidin tedirginliğiyle yaşarken, Irak’taki Saddam Hüseyin rejimi bu gerçekliği bizzat tecrübe etmiştir. 

Bu politika değişikliği, aynı zamanda, A.B.D’nin Ortadoğu politikasındaki amaçlarını de yeniden tanımladığını göstermektedir. 

Temel olarak, yükselen radikal İslam olgusuna karşı A.B.D’nin kararlı bir karşı koyma tavrı içinde olduğu ve bunu yaparken Ortadoğu’da yeni bir rejim tasarımı sürecine girdiği iddia edilebilir. Önceki bölümde açıklandığı gibi bu girişim, terörist faaliyetler ile devletlerin niyetleri veya yönetme kapasiteleri arasında kurulan ilişkinin sonucunda uygulanmaya koyulmuştur. Ortadoğu politikasındaki bu değişim, George W. Bush’un 2002 yılında yaptığı ve A.B.D’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni anlattığı konuşmada rahatlıkla görülebilir. Bush, West Point Askeri Akademisi’ndeki diploma töreninde, A.B.D’nin caydırıcılık ve çevreleme gibi Soğuk Savaş dönemine özgü savunmaya dayalı yöntemlerinin küresel 
terörizm gibi yeni tehditlere karşı mücadele etmede yeterli olmayacağını ve A.B.D’nin güvenliğinin kitle imha silahlarına sahip diktatörlerin eline bırakmamak için önleyici stratejilere geçiş yapması gerektiğini söylüyordu.13 

Hem Bush doktrini hem de bu doktrinin sonucu olarak gerçekleşen Afganistan ve Irak işgalleri ve haydut devletleri yöneten hükümetleri tehdit eden söylemlerin havada uçuşması, 11 Eylül sonrası Orta doğu’da dramatik siyasi tepkimeler yaratmıştır. Bölgede ulus aşırı Kürt milliyetçi liğinin yükselişinin gözlemlenmesi, Şiiliğin yaşam alanının genişlemesi, İran rejiminin tehdit algısının hassaslaşması, Suriye’nin iç ve dış politikasında yaşadığı dalgalanmalar, Filistin sorununun geldiği karamsar nokta ve anti - Amerikancı radikalizmin zemin kazanması, bahsi geçen siyasi tepkimelerin somut sonuçları olarak öne çıkmaktadır. Bu sonuçların her biri ayrıca incelenmeyi hak etmektedir. 

Kürt Ulusçuluğunun Yükselişi 

Ortadoğu’nun Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dış müdahalelerle kurgulanan devletlerden oluşması 11 Eylül saldırılarının etkisini arttıran önemli bir faktördür. Zira, devletlerin sınırları, bu sınırların içinde tutulan halkların tarihi, kültürel ve siyasi birlikteliklerinden ziyade bölgeyi tasarlayan bölge dışı güçlerin menfaatleri çerçevesinde şekillenmiştir. 11 Eylül saldırıları sonrası A.B.D işgaline sahne olan Irak da benzer bir mantıkla kurulmuş ve günümüz Irak’ında yaşayan Kürt gruplar, Şii Arapların ülkeyi domine etme riskine karşı Sünni Araplarla işbirliği yapacakları varsayılarak Irak içerisinde kalmaya zorlanmışlardır.14 
Bu bağlamda, Irak’taki İngiliz kuvvetleri, 1918 ile 1924 yılları arasında, bağımsızlık mücadelesi veren Kürt gruplara karşı sert müdahalelerde bulunmaktan çekinmemiştir. Musul’un statüsü ile ilgili Türkiye ve İngiltere 
arasındaki müzakerelerin 1926 yılında bitmesi ile beraber Türkiye-Irak sınırı kesinleşmiştir. Böylece Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadıkları 4 ülke 
olan Türkiye, Irak, İran ve Suriye’nin sınırları belirlenmiş ve bu sınırlar günümüze kadar muhafaza edilmiştir. Ne var ki, farklı ülkelerde yaşa
malarına rağmen milliyetçi Kürt grupların birbirleri ile olan iletişimi ve faaliyetleri aradan geçen zaman zarfında bahsi geçen ülkeleri hep rahatsız 
etmiştir. Robins, 1937 yılında Türkiye, Irak, İran ve Afganistan tarafından kurulan Sadabad Paktı’nın Kürtlerin siyasal faaliyetlerini sınırlandırmayı 
amaçladığını söylemektedir.15 Bu devletlerin Kürt gruplarının sınırları aşan aktivitelerinden rahatsız olmaları anlaşılabilir bir durumdur. 

Zira İran Kürtlerinin kurduğu Kürdistan Demokratik Partisi’nin ideolojik olarak ilham verdiği grupların aynı isimle Irak, Suriye ve Türkiye’de parti kurmaları Kürt milliyetçiliğinin ulus aşırı karakterini göstermektedir. Bu konuya daha da netlik kazandırmak için, İran’da 1945 yılında kurulan Mahabad Devleti’nin Savunma Bakanının, Iraklı bir Kürt olan Molla Mustafa Barzani olduğunu hatırlatmak gerekir.16 

Süreç içerisinde siyasal özerklik yolunda en büyük adımı Iraklı Kürt grupların attığını söylemek yanlış olmayacaktır. 1986 ve 1989 yılları arasında Saddam güçleri tarafından yürütülen Enfal harekâtı, bu harekât kapsamında yaşanan Halepçe katliamı gibi olaylar, 1991 yılında Saddam Hüseyin güçlerinin Kürt isyancılara ve sivil halka karşı kitlesel katliamı andıran orantısız bir askeri güçle karşılık vermesi uluslararası kamuoyunun tepkisine sebep olmuştur. 1991 yılının 5 Nisan günü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin aldığı 688 No’lu karar bu tepkinin politik bir yansımasıdır ve Irak’ta 36. paralelin kuzeyini uçuşa yasak bölge ilan etmiştir. Bu karar sonrası, Kuzey Irak bölgesi Bağdat’ın kontrolünden 
çıkmış ve Kürt gruplar devlet inşası sürecine girmişlerdir. Ne var ki, bu süreç Mesud Barzani önderliğindeki Kürdistan Demokratik Partisi ile Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasında çıkan çatışmayla beraber kesintiye uğramış ve bu guruplar arasında diyalog 2002 yılına kadar tam anlamıyla sağlanamamıştır.17 

Ancak bu bölünmüş tablo A.B.D’nin Irak işgaliyle beraber değişmiştir. Türkiye Parlamentosu’nun 1 Mart 2003 tarihinde A.B.D liderliğindeki koalisyon güçlerine katılmayı ve bu güçlerin Türkiye topraklarını kullanmasını reddetmesi hem Türk Amerikan ilişkilerinde gerilimli bir dönemin başlamasına sebep oldu hem de Iraklı Kürt grupları Kuzey Irak’ta A.B.D’nin müttefiki haline getirdi. Kürt grupların elde ettiği siyasi desteği, 2005 yılında kabul edilen Irak anayasasının federalizm ile ilgili maddeleriyle perçinlenmiş ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi adeta de facto bir devlet gibi hareket etmeye başlamıştır. Iraklı Kürtlerin elde ettiği geniş otonomi ise bölgede Kürt nüfusu barındıran ülke yönetimlerince 
tepkiyle karşılanmıştır. Bu dönemde Türkiye PKK’nın, İran ise PEJAK’ın artan faaliyetleriyle mücadele etmek zorunda kalmıştır. Öte yandan, 2004 yılında Suriye’nin Kamışlı şehrinde oynanan bir futbol maçı sırasında çıkan olaylar, Irak’ta kurulan Kürt otonomisinin bölgesel statükoyu ne denli tehdit ettiğini bir kere daha ortaya koymuştur. Maç esnasında Arap taraftarların Saddam lehine ve Kürtler aleyhine slogan atmaları sonucu, Kürt ve Arap taraftarlar arasında çıkan çatışmada 27 kişi hayatını kaybetmiş ve olaylar kısa zamanda ülke geneline yayılarak geniş bir Kürt protestosuna dönüşmüş ve güçlükle bastırılabilmiştir.18 

Bu olay, Irak’taki Kürt grupların lehine olan federasyon, otonomi ve hatta de facto devlet gibi kazanımların bölge ülkelerini ne denli çabuk ve 
derinden etkileyebileceğini göstermesi bakımından önemlidir. 

Irak’ın işgalinden sonra tetiklenen ulus aşırı Kürt milliyetçiliğinin Ortadoğu’yu iki şekilde etkilediği öne sürülebilir. Bunlardan birincisi, Irak’a komşu Kürt nüfusa sahip devletlerin bu olguya verdiği tepkidir. Türk sivil ve askeri elitinin artan PKK aktivitelerini Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi ile ilişkilendirmeleri19-20 ve 2007 Aralık ile 2008 Şubat aylarında Irak’a yapılan sınır ötesi operasyonlar bu tepkinin boyutlarını göstermektedir. 

Zaten bu operasyonlar sonrasında Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, operasyonların Irak’taki Kürt siyasi varlığına karşı bir tepki olduğunu ve Kürt otonomisini zayıflatmayı amaçladığını iddia etmişti.21 Aynı şekilde Bağdat’taki merkezi Irak hükümeti de, operasyonların derhal durmasını istediği uyarı notunu Ankara’ya gönderdi. Bu durum, ulus aşırı Kürt milliyetçiliği nin devletlerarası çatışma ihtimalini arttırdığını göstermektedir. İkinci etki ise Kürt milliyetçiliğinden ortak tehdit algılayan Türkiye, İran ve Suriye’nin başlattıkları işbirliği sürecidir. 

Irak’ın işgali sonrası ortaya çıkan tablo, bu ülkelerin güvenliklerini birbirlerine bağımlı hale getirmiş ve her bir aktörün güvenliği diğerleri için de önemli hale gelmiştir. Toprakları içinde Kürt nüfus barındıran bu ülkelerin, Irak’ta ortaya çıkan Kürt otonomisine karşı dayanışma içine girmeleri ve Irak’ın toprak bütünlüğüne vurgu yapmaları bölgede 11 Eylül’ün tetiklediği yeni işbirliği alanlarının ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir.22 Bu etkiler, Birinci Dünya savaşı sonrası bölge dışı güçler tarafından çizilen sınırların, yine bölge dışı güçlerin müdahaleleri sonucu değişme ihtimalini ve bölge devletlerinin 

gösterdikleri direnci anlatmaktadır. 


3. CÜ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEK.

..