DOĞU Perinçek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DOĞU Perinçek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ocak 2016 Çarşamba

CENGİZ ÇANDAR'I NASIL BİLİRSİNİZ.,




CENGİZ ÇANDAR'I NASIL BİLİRSİNİZ.,
CENGİZ ÇANDAR İLE BU BİLGİLERİ HİÇKİMSE YAZMADI..,
21.09.2010
Eski Aydınlıkçı Gün Zileli, bir dönem beraber mücadele ettiği Cengiz Çandar'ı kendi kişisel sitesinde anlattı.
İşte Zileli'nin kaleminden Cengiz Çandar'ın haritası başlıklı yazı:
Bu yazının başlığını, daha önce Halil ve Oral hakkında yazdığım yazılarda olduğu gibi, “ideolojik yol haritası” diye düşünmüştüm önce. Hem de böylece, eski arkadaşlarım hakkında bir seri oluşmuş olacaktı. Ne var ki, Cengiz’in “ideolojik” bir “yol”u olmadığını görerek bu başlığı koymaktan vazgeçtim. Sonra “yolsuzluk haritası” koyayım dedim başlığı, biraz da espri olsun diye. Ondan da “ yolsuzluk ” un yapacağı yanlış çağrışımlar dolayısıyla vazgeçtim. Böylece “ideoloji” ve “yol” çıkınca geriye sadece “ harita ” kaldı. Tabii ki, coğrafi değil, siyasi harita.
Cengiz Çandar’ı, 1967 yılının sonlarında, MDD’cilerin atağa geçtiği dönemde tanıdım. Ben 1967 yılında henüz MDD’ci değildim ama artık MDD’ci denen gençler gözüme çarpmaya başlamıştı. Örneğin, “ Mihri’nin askerleri ” denen, hep birlikte dolaşan, hep birlikte yiyip içen bir grup vardı. Ersen Olgaç’ı, Serpil Çelenk’i, Tuncer Yanar’ı, Fehmi Erbaş’ı ve Cengiz Çandar’ı hatırlıyorum bu gruptan. Henüz MDD’cilik gençlik içinde esas akım haline gelmediğinden, hatta TİP’liler tarafından tecrit edilmeye çalışıldığından bu sıkı Mihrici grup, tecrit edilmeye çalışılan bütün gruplarda olduğu gibi özel bir dayanışma ve dışa kapalılık ruh hali içindeydi.
1968 yazında, benim de içinde yer aldığım MDD yanlısı Doğu Perinçek yönetimi TİP yönetiminin baskısıyla devrildiğinde, iç odada TİP’lilere karşı direnenler arasında Cengiz de vardı. O yaz, Doğu’nun yönetimini deviren TİP yanlısı Zülküf Şahin yönetimini zor duruma düşürmek ve bu yönetimin “pasifistliğini” kanıtlamak için Amerika aleyhindeki eylemlerimizi arttırmıştık. Bir seferinde Dedeman oteli çevresinde bir Amerikalı askerin yolunu çevirmiştik bir grup FKF’li olarak. Çocuğun korkudan dili tutulmuştu. Onunla İngilizce konuşan Cengiz’di. Çocuğu dövmeye gönlümüz razı olmadı, Cengiz ona sıkı bir Vietnam savaşı aleyhtarı propaganda çekti.
Doğu Perinçek ve Vahap Erdoğdu tarafından 1968 Kasım ayında çıkarılan aylık Aydınlık Sosyalist Dergi’nin yazı kurulunda Cengiz’le birlikte yer aldık. Ben, Cengiz, Atıl Ant ve Münir Aktolga, yazı kuruluna gençlik hareketinin rüzgârını temsil etmemiz için alınmıştık.
MDD’nin gençlik hareketine hakim olduğu 1969 yılında Cengiz Çandar da SBF Talebe Cemiyeti Başkanı seçildi solcu SBF öğrencisinin oylarıyla. Fakat bu arada, 1969 yılının ortalarından itibaren MDD’ci harekette de kamplaşma başlamıştı. 1969 yılının 21 Mayıs’ında, o zamanki gençlik önderlerinin Mihri Belli’nin annesinin Demirtepe’deki evinde yaptıkları tartışmalı bir toplantının ardından, Kızılay Park’ında o gece Doğu Perinçek, Ömer Özerturgut, Oral Çalışlar, Cengiz Çandar ve benim katıldığım alelusul ve kendiliğinden bir görüşmede, daha sonra TİİKP adını alacak illegal örgütlenme kararlaştırıldı.
1970 yılında MDD hareketi bölündü. Aydınlık Sosyalist Dergi yazı kurulunun benim de içinde bulunduğum çoğunluğu ayrılıp Proleter Devrimci Aydınlık dergisini çıkartmaya başladı. Bu çoğunluğun içinde Cengiz Çandar da vardı. Gerçi yazı kurulunda çoğunluk olmak genelde çoğunluk olmak anlamına gelmiyordu. PDA’cılar bu bölünmenin azınlık kanadını oluşturuyorlardı aslında. Bu azınlık psikolojisi bizde, itibarlı ve sert solcu bir ideoloji arayışına yol açtı ve bölünmeden birkaç ay sonra Maoculuğu benimsedik. Cengiz de hepimiz gibi ateşli bir Maocu olmuştu doğal olarak. Ne var ki, dil bilmesine rağmen Cengiz, Halil Berktay ve Şahin Alpay gibi, bizi Maocu literatürle “aydınlatmak” konusunda o zaman çok büyük bir performans göstermemişti diye hatırlıyorum. Çünkü Cengiz, işin teorik faslındansa “caka”sıyla daha çok ilgiliydi. “Caka”sı derken şunu söylemek istiyorum: Onun için önemli olan, Maoculuğun göz alıcılığının bize de bulaşması ve bizi de olabildiğince parlak göstermesiydi. Bu yüzden daha çok Mao’nun başının etrafından yayılan “ Güneş Işıklarıyla” ilgileniyordu.
Bu, iktidarın parlaklığıydı. O sırada Mao, dünyanın en kalabalık nüfuslu ülkesinin en zirvedeki tartışılmaz lideriydi, dolayısıyla, Çin elçiliğinden size aktarılan o Mao rozetlerinde Mao’nun başından çevreye sarı güneş ışıklarının yayılıp göz kamaştırması çok doğaldı. Fakat bir süre sonra Cengiz’in gözlerinin bu güç ve iktidar ışıklarıyla hepimizden fazla kamaştığını, adeta ışığa koşan kelebekler gibi bu iktidar ışıklarına kanat çırptığını fark etmekte gecikmedim. Cengiz, sadece Mao’nun başındaki iktidar ışıklarıyla ilgilenmekle kalmıyordu, ÇKP parti hiyerarşisinde yer alan 2. adam, 3. adam ve 4. adamın başındaki ışık huzmelerini saymaya da büyük önem veriyordu. Yazı kurulu toplantılarında vb. bizi de içine kattığı ufak tartışmalar hep bu konuda olurdu. Acaba Mao’nun halefi, 2. adam Lin Biao’dan sonraki 3. adam kimdi? Çu enlay 3. adam mıydı, yoksa bu görünüşten ibaret miydi, geri planda başka 3. adamlar pusuda beklemekte miydi? vb.
Daha sonra 12 Mart geldi. Aranmaya başladık ve hepimiz bir yerlere savrulduk. O zamanki parti yönetimi (yani fiiliyette Doğu) yazı kurulu üyelikleri dolayısıyla aranmaya başlayan ve aslında ülke içinde hiçbir işe yaramayacaklarını, hatta başa bela olacaklarını düşündüğü Şahin Alpay ve Cengiz Çandar gibi bazı arkadaşları “ Eğitim ” adı altında Filistin kamplarına göndererek başından savmaya kalkmış. 1972 yılında ortaya çıkan İbrahim Kaypakkaya bölünmesinin ve onu takiben TİİKP’nin ülke içinde ağır darbe yemesinin ardından kamptaki TİİKP’li grup arasında büyük bir bunalım ortaya çıkmış. Bu bunalım, bölünme ve karşılıklı suçlama ortamında aklını kaçıranlar bile olmuş.
Cengiz Çandar, bu bölünme ve kriz ortamında parti ile olan bağlarını gevşetmiş, hatta kopartmış ama orada bulunduğu sırada Filistin hareketinin üst düzey yöneticileriyle yakın bağlar geliştirmekten de geri kalmamış. Öyle ya, Yaser Arafat ve diğer Filistin liderlerinin kafalarından Mao’nunki kadar parlak sarı ışıklar yayılmıyor olsa da onların da kendilerine göre bir iktidar alanları vardı ve iktidar alanlarına düşkün olduğu eni konu belli olan Cengiz bu alanlara doğru kanat çırpmaya başlamıştı bile. Böylece Cengiz, 1974 affından sonra Türkiye’ye döndüğünde artık bir “Ortadoğu uzmanı”ydı. Hem de “Yaser’e dedim ki” diye konuşan cinsinden.
Cengiz’i 1970’li yıllarda izlemem mümkün olmadı. Ama 1980’li yıllarda uzaktan da olsa (zaten yakından izlemek mümkün değildi artık onu) izleyebildim. Cengiz, hem Ortadoğu’dan Amerika’ya uzanan bir süreçte tam bir “ Dış Politika uzmanı ” olmuş, hem de “ Yaser’e dedim ki ” repertuvarını, “ Bill’e dedim ki ”, “ Ronald bana dedi ki ”, “ Margaret’le bir seferinde ” noktalarına kadar genişletmişti. İnsan bu kadar uzmanlaşınca iktidar odaklarının dışında kalması mümkün değildir, katiyen değildir. Kaldı ki, Cengiz’in iktidar odaklarının dışında kalmak gibi bir isteği ya da direnci de yoktu. Tam tersine.
Cengiz, bir “ Dış Politika Uzmanı ” olarak 1980 sonrasında Turgut Özal’ın ve ANAP’ın dış politika danışmanı oldu ve devlet adamları repertuvarını genişletmeye “ Turgut’a söyledimdi ” biçiminde devam etti. Tuhaf bir beyin yapım vardır, sözcükleri birbirine karıştırır, her seferinde birinin yerine bir başkasını kullanır ve bu yüzden beni tuhaf bulan bakışların hedefi olurum. Örneğin ıspanakla pırasayı, bezelyeyle mercimeği, Serhat’la Serkan’ı daima karıştırırım. En çok karıştırdığım şeylerden biri de “uzman”la “azman”dır. Yukarda “ Uzman ” derken “ Azman ” dememek için azami dikkat gösterdim ve sanırım başardım. Beynimdeki bu karışıklığın bazı gerçekçi temelleri olup olmadığını bilemiyorum tabii ki.
Daha sonra Cengiz, gazeteciliğe intisap edip uzmanlığını bu alanda da sürdürdü. 1990’lı yıllarda bir gün gazeteci yeğenim Ümit Zileli’ye rastladığında beni sormuş, “ Amcan ne yapıyor ” diye. Ümit de, “ Anarşist Oldu ” demiş. Cengiz’in cevabı şöyle: “ Hâlâ mı ?” Fıkra gibi değil mi, fıkralar da gerçeklerden kaynaklanır zaten.
Cengiz’in yazılarının çoğu dış politika ve “dünya ahvali” alanındadır. Cengiz’in uzmanlık dünyası siyaset azmanları diyebileceğimiz yöneticiler çöplüğünün unsurlarıyla doludur. Onun için önemli olan, dünyayı yöneten en tepedekilerdir. Onlar ne düşünüyor, ne yapıyor, hatta özel hayatları bile bu merakın dışında değildir. Onun yaşamında da, beyninde de normal hayatlarını yaşayan, bin bir günlük dertle boğuşan insanlara yer yoktur. Onlar, büyük liderlerin yönettiği kalabalıklardır. Dünyanın nasıl bir gidişat izleyeceğine o liderler karar verir. Cengiz’in de görevi bu belirleyici unsurların eğilimlerini tespit edip aktarmaktan ibarettir.
Bu yazıda Cengiz’i Amerikancılıkla vb. suçlayacağımı umanları hayal kırıklığına uğrattığımın farkındayım.
Oysa Cengiz’in Amerikancılığı sadece en büyük olana tapmasından kaynaklanır, yarın dünya iktidarı diyelim ki Çin’e ya da Rusya’ya geçsin hemen onların en yakınında
(Zaten bugünden de pek uzaklarında değildir) yer alacaktır. Cengiz sadece ve sadece iktidarcı ve “ Büyük Adamcı ” dır.
Küçük bir ruha sahip olanların onulmaz hastalığı.
Not: Çandar üzerine çıkan yazı Yeniçağ tarafından şöyle karikatürleştirildi..,

GÖRMEK İÇİN TIKLAYIN (
http://odatv.com/n.php?n=candarin-haritasina-cizer-bakisi-2209101200 )
Eski Aydınlıkçı Gün Zileli, sütunlarımıza da aldığımız yazısının sonunda Çengiz Çandar için şu hükmü veriyordu: Cengiz sadece ve sadece iktidarcı ve “büyük adamcı”dır. Küçük bir ruha sahip olanların onulmaz hastalığı. (bakınız: http://www.odatv.com/n.php?n=cengiz-candarin-haritasi--2109101200)
Yeniçağ gazetesi karikatüristi Emre Ulaş, sanki o yazıyı tamamlamak istercesine bugün şu karikatürü çizdi:
22.09.2010
KARİKATÜR SAYFA ADRESİ;

..

26 Ağustos 2015 Çarşamba

ADALETE SESLENİŞ BÖLÜM 10

              ADALETE  SESLENİŞ  BÖLÜM 10



Savaşman’ın Kitabı!


Sorgusunda Sabahattin Savaşman’ın pişmanlık duyduğunu, bu utançla yaşamayacağını, yaşarsa kitap yazacağını söylediğini belirtmiştim.
Savaşman sözünü tuttu ve yazdıklarını Doğu Perinçek’e verdi. Perinçek’in desteği ile AYDINLIKÇILARIN “Kaynak Yayınları”nda basılıp “3. Adam Anlatıyor MİT CIA İlişkisi” ismiyle kitap yayınlandı. Tuhaflığı kitabın “İçindekiler” sayfasına bakınca göreceksiniz. Kitapta Savaşman’ın anılarından ziyade Doğu Perinçek’in savunması yer almış...

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ – 7,
I- MİT'İN ÜÇÜNCÜ ADAMI SAVAŞMAN'IN ANILARI
Jimmy'le Tanışmamız – 11
ClA'yla Temas - 16
Teşkilât-İsrail-İran Üçgeni - 21
Teşkilât'ın Ordudan istihbarat Elde Etmesini Sağladım - 25
Cunta'yla Karşı Karşıya - 29
İşkence - 33
Yakalanışım - 36
II-SAVAŞMAN OLAYI (Mehmet Eymür'ün Anıları) - 40
Fabrikatör - 54
III-DOĞU PERİNÇEK'İN "EYMÜR'ÜN ANILARI”NA YANITI
Altı Karşılaşma - 71
Savaşman, ClA-MİT işbirliğini sergiledi - 72
CIA'nın "Our Boys"unun Hedefiydik - 73
ABD Tutmazsa İngiltere - 74
O da olmadı, Almanya - 75
Olmadı. "FKÖ Casusu" - 76
Hep ABD ile Özal'la Birlikte - 77
Eymür'ün Doğruları - 78
Hiram Bey'in Körfez Politikası - 78
Eymür Niçin Piyasaya Sürülüyor? - 79
Amerika'da Yahudi-Hıristiyan-Müslüman Düğünü





Şimdi sizi bir düğüne götürmek istiyorum. 2008 yılında Amerika’da yapılan bir düğüne. Yahudi-Hıristiyan aileden gelen Sharon Watkins ile Müslüman Tuğrul Keskin’in düğünü. (Daha fazla bilgi almak için Weddingfire, Travelersjoy, Revendelisheva bağlantılarına bakabilirsiniz.)





Kim bu Tuğrul Keskin diyeceksiniz?

Damat Tuğrul’un esas soyadı Keskingören. İstanbullu, Üsküdar Doğancılar’dan. Üsküdar Halide Edip Adıvar Lisesi mezunu. Lise dönemini bilmiyorum ama ABD’deki Üniversite hayatı ve yaşamı bir hayli karışık. PKK’nın Washington’daki üst düzey temsilcisi Kani Gulam ve Amerikan Kürt Enformasyon Örgütü – AKIN’dan tutun, Türk istihbarat birimlerine, Ebulfeys Elçibey’den, Iraklı, İranlı Türkmen Liderlere, bir cinayete kurban giden Necip Hablemitoğlu’na kadar uzanan karmaşık ilişkiler. Hem istihbarat elemanı, hem Akademisyen, hem Gazeteci hem de AYDINLIK’ın ABD Temsilcisi. Ayrıca “Açık İstihbarat” isimli sitenin yazarlarından.






Bir cinayete kurban giden Necip Hablemitoğlu, “Cumhuriyete Aydın İhanetinin Belgesi ve Düşündürdükleri” adlı yazısında Tuğrul Keskingören ve bazı diğer kişiler için şöyle diyordu: “En önemlisi de, Türkiye'de espiyonaj, ajitasyon faaliyetleri dahil her türlü etnik ve mezhepsel kışkırtıcılık içinde yer alan yabancı vakıf temsilciliklerinin karşılıkları mutlaka bu ülkelerde açılmalıdır. Örneğin, Almanya'da, Türk Devleti'nin himayesinde bir "Türkiye Araştırmaları Merkezi", Türkiye'de de bir "Almanya Araştırmaları Merkezi" süratle açılmalıdır.
Adı her ne olursa olsun, "merkez", "enstitü", "vakıf temsilciliği" gibi akademik oluşumlar, Fransa, İngiltere ve özellikle de ABD'nde harekete geçirilmelidir.
Bu görevler için Türkiye'ye bağlılığını fazlasıyla kanıtlamış Atilla Ongun, Tamer Bacinoğlu, Dr. Yağmur ve Dr. Buğra Atsız, Tuğrul Keskingören gibi konularının uzmanı Cumhuriyet aydınları mevcuttur.
ABD'ndeki "Türk Araştırma Merkezi", CIA ve Fethullahçıların yönlendirdikleri akademisyenlerin yanı sıra, yanlış seçim ve hatalı yönetim nedeniyle sadece para yutan, hantal, işlevsiz bir kuruma dönüşmüştür.” Tuğrul Keskingören ve diğerleri biliniyor da, Atatürkçü Düşünce Derneği yayınlarında "Arlington'da faaliyet gösteren ‘Turkish Cultural and Political Center’ın yöneticisi" olarak bilinen, 1.nci Ergenekon İddianamesinde de ismi geçen “ismi var, cismi yok Atilla Ongun” kim?
İddianamenin 1422 ve 1423 sayfalarında, Ümit SAYIN'a ait bilgisayarda "silinmiş Chat kayıtları" bölümünde yer alan Ümit SAYIN ve ADNAN AKFIRAT arasında 24.02.2001 tarihinde gerçekleştirilen MSN görüşmesinde şu hususlar yer alıyor: “KTB'nin etkisinin beklenenden daha fazla olduğu, Ümit SAYIN'ın Amerika'dan Türkiye'ye gelmesini Masonlar ve diğer unsurların engelleyebileceğini, bu durumu Ümit SAYIN'ın Doğu PERİNÇEK'e bildirdiğini, Ümit SAYIN'ın belli bir dönem masonların içinde bulunduğunu, Masonların bütün pisliklerini ve üç kağıtlarını bildiğini, Adnan AKFIRAT ve Ümit SAYIN'ın ULUSAL Kanal'a görüntü ve bağlantı bulmak için çaba gösterdikleri, Ümit SAYIN'ın son 2 yıldır KTB ile uğraştığını.
Ümit SAYIN'ın Adnan AKFIRAT'a Atilla ONGUN'un Mart ayında Türkiye'ye geleceğini bildirerek kendisi ile temasa geçip geçmediğini sorduğu, Adnan AKFIRAT'ın şahsın henüz kendisi ile temasa geçmediğini, Ümit SAYIN'ın Atilla ONGUN'un MHP'ye çalıştığını ve dikkatli olunması gerektiği şeklinde Adanan AKFIRAT'ı uyardığı, Atilla ONGUN'un HABLEMİTOĞLU ile iyi arkadaş olduklarını, HABLEMİTOĞLU'nun kime çalıştığının belli olmadığını, her taraf ile bağlantısının olduğunu, Doğu PERİNÇEK ile yaptığı görüşmede iyi gelişmeler olduğunu öğrendiğini, DARBE olasılığının arttığını”...
Atilla Ongun, Tuğrul Keskingören’in takma adı olmasın? Ne dersiniz?


Sayın Hakimler, Sayın Savcılar, Adaletin saygıdeğer temsilcileri.

Bunları neden yazıyorum; Teraziniz daha doğru çalışsın diye... Her şeyin göründüğü gibi olmadığını bilesiniz diye... Kuvvetlinin hukuku, hukukun kuvvetini alt etmesin diye... Derinlemesine incelemeye vakit bulamadığınız veya unuttuğunuz olayları hatırlayın diye... Benimle ilgili kara propagandalara itibar etmeyin diye... Ülkeme hizmet etmek ve tek dayanağım adalet, yani sizler olduğunuz için... Onlara gelince, onlar saldırılarına 24 Ağustos 1978’de başladılar ve bugüne kadar aralıksız devam ettiler. Beni çeşitli kılıklara soktular, inanılmaz yalanlar uydurdular.




Devlet memuru idim, cevap hakkım yoktu, gelirim ancak aylık geçimimize yetiyordu, avukat tutacak halde değildim. Devamlı beni hedef gösterdiler. Hiram Bey gibi "gidici olup" gitmem onları çok mutlu edecekti. Şansım yaver gitti ve bazı suikast planlarını kazasız atlattım. Görev yaparken de, emekli olduktan sonra da birçok kereler evimin adresini, telefonlarımı, hatta elektronik posta adresimi yayınladılar. Buna İstanbul’da beş yıldır oturduğum evin adresi de dahildir. (Adresimi, biliyor ve yayınlıyorlar ama yine de Amerika’da yaşadığım yalanını yayıyorlar. Sayın Yargıtay üyeleri bile bir kararda benim ABD’de yaşadığımı söylemişler.) Ne TCK'nın 301.nci maddesinin ilgili hükümleri, ne 2937 sayılı MİT Kanunu'nun 27.nci maddesi, ne de 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 6'ncı maddesi dikkate alınmadı.
Ulusal Kanal’da her türlü kara propagandayı, hakareti yaptılar, ilgili savcılar da, RÜTÜK de hiç birini duymadı.
Bana yolsuzlukları, hırsızlıkları, kanunsuzlukları yazdığım için davalar açan, cezalandırmaya çalışan Teşkilatım, savcılar, hakimler bunlara bir şey yapmadı, yapamadı.
Doğu Perinçek ve çevresiyle bağlantılı birçok karşılıklı şikayet ve davalarım mevcut. Tek tek saymak istemiyorum ama genelde bu karşılıklı davalarda aleyhimde işleyen hukuki, adli bir dengesizlik olduğunu düşünüyorum. Yargıtay’ın Doğu Perinçek’in lehine verdiği “ajanlık ve batılı istihbarat örgütlerince kullanılması” ile ilgili kararlar, sanki bu kararlar sadece Doğu Perinçek için verilmiş gibi, benim açtığım davalarda geçerli olmuyor. Bana: “Tekzip yolunun kullanılması ile kamuoyuna duyurulması mümkündür. Diğer bir deyişle gerçeğe aykırı olarak yapılan yayın her zaman hakaret suçuna vücut vermez. ...Davaya konu olan yazılar ve iddianameye esas alınan ifadeler bir bütün olarak ele alınıp incelendiğinde, basın hürriyeti kapsamında gazetecinin haber verme hakları içerisinde kamuyu aydınlatma kamuyu oluşturma ve eleştiri yer aldığı bunlar basının hakkı olduğu kadar görevi içerisinde bulunduğu” gibi cevaplar verildi…
Yukarıda da görüldüğü gibi kararlarınızı “Yargıtay’dan CIA maşası Mehmet Eymür’e tokat gibi karar: İftiracı Eymür, Perinçek’e tazminat ödeyecek” gibi hakaretlerle kutluyorlar, avukatları, muhabir ve kameramanlarla oturduğumuz evin kapısına dayanıp icra işlemi yapmaya çalışıyorlar. Sonra bunu Ulusal Kanal’da ve diğer yayınlarda gösteriyorlar...
Abdullah Öcalan’a “Sayın” diyenlere soruşturma ve davalar açıyorsunuz. Gayet normal değil mi? Ona “Bebek Katili” ve benzeri lafları söyleyenleri hakaret etti diye yargılamıyorsunuz...
Şimdi yukarıdaki anlattıklarıma aşağıdaki resimleri de katın ve lütfen rsimlere dikkatle bakın:





Sayın Hakimler, Sayın Savcılar, 
Adalet terazisinin in saygıdeğer sahipleri.



Belirtildiğine göre Balkan Savaşı’nda 4307 şehit, İstiklal Savaşı’nda 10,885 şehit, Kore Savaşı’nda 731 şehit, Kıbrıs Savaşı’nda 654 şehit vermişiz.
Ya PKK ile mücadelemiz? Kesin rakamlar belli değil, ancak yuvarlak rakamlar var. 27 Kasım 1978’de kurulan terör örgütü PKK ile 1984-2007 yılları arasında mücadelede 6,000 asker, polis ve geçici köy korucusu şehit olmuş, 5,000 vatandaşımız da teröristler tarafından katledilmiş. Toplam zayiatımız 11,000 kişidir. Halen de kayıp vermeye devam ediyoruz. Buna kolu, bacağı kopanları, her derecede yaralananları ve ekonomik zararımızı da düşünün... Yani bu mücadelede kaybımız İstiklal Savaşına eşit veya biraz fazla. Öldürülen terörist sayısının ise 22,000 bin civarında olduğu belirtiliyor.
Şimdi soruyorum sizlere. PKK kamplarında merasimle karşılanan, PKK bayrağı altında pozlar veren, şehitlerimizin katillerinin ellerini tek-tek hararetle sıkan, Abdullah Öcalan’la sarmaş-dolaş olan kişilere, hitap ederken saygılı mı olmamız gerekir?
Ya onlar, onlara gelince artık o kadar fütursuz davranılıyor ki... AYDINLIKÇI avukatları mahkemelere verdiği dava dilekçelerinde; ‘Derin Devlet’ edebiyatı yapıyor:
“Mehmet Eymür, Aydınlık Hareketi'nin sırrını çözemez. Çünkü Aydınlık Hareketi'nin kökleri ülke topraklarının en derinindedir. Halktır, emekçilerdir, aydınlardır, köylüdür besin kaynağı. Dayanağı ise Türk Milletidir” diyor.
Aydınlık Hareketi’nin “Derin Devlet”in bir parçası olduğu doğru olabilir ama yalnız başına değil... Hilary Sumner-Boyd’lar, Troçkistler, Savaşmanlar, Çağlarlar, yabancı istihbarat ve terör örgütleri ile beraber...
Sayın Yargıçlar, Sayın Savcılar, 
Adaletin saygıdeğer dağıtıcıları...

Umarım sizlere bilgilerimi, duygularımı, dert ve endişelerimi ifade edebildim. Benim ne siyasetle, ne de herhangi bir organizasyonla ilişkim yok.
Ben ailesini, ülkesini, ülkesinin insanlarını seven emekli bir memurum, eski bir istihbaratçıyım. Yaşadıklarımı, bildiklerimi, araştırdıklarımı sizlerle paylaştım...
Sancılı bir dönemden geçerken, karışan kavramlar içindeki doğruları bulmalıyız düşüncesi ile saygılarımı sunuyorum. 21 Mayıs 2010





Mehmet Eymür,


..

ADALETE SESLENİŞ BÖLÜM 9


               ADALETE  SESLENİŞ  BÖLÜM 9


HİRAM ABAS’IN SON DURAĞI MAFYA.


• 1.5 yıldır tedirgindi. 
• 20 gün önce özel yapım bir magnum aldı. 
• Fevzi Öz ve Heybetli kumar arkadaşlarıydı”.
İç sayfalarda çirkinlik artarak devam ediyordu:

• Çınardibi Oteli’nde Heybetli ve Fevzi Öz’le, Dragos’ta Dündar Kılıç’la poker oynardı. 
• MİT Müşaviri: Hiram, MİT’te iken de karanlıkta dolaşan biriydi. Ayrılınca karanlığa bütün boyuyla daldı.


BEYAZ PİYASASINA ÇOK HIZLI GİRMİŞ.

• Hiram Abas “uluslararası silah kaçakçısı” Gandur’un Türkiye’ye giriş yasağını kaldırttı. Emekli olunca Gandurlara danışman oldu. 
• Mafya içi hesaplaşma olabilir. Beyaz işinde bir atak yapmaya kalkışmış, rakipleri tarafından ortadan kaldırılmış olabilir”.
İstedikleri gibi yazdılar, nefret dolu, adeta devlete, güvenlik güçlerine, hukuka, adalete meydan okurcasına... “Biz zaten gidici olduğunu çok önceden bildirmiştik” diye başlık attılar fütursuzca...
Devlet, eski MİT Müsteşar Yardımcısını ne yaşarken, ne de öldükten sonra korumamıştı. Savaşman’dan ilk şüphelenip üstlerine bildiren ve suçüstü yakalanmasına neden olan Hiram Abas hedef gösterilmiş, öldürülmüştü.
AYDINLIKÇILAR, öldükten sonra bile onu aşağılamaya çalıştılar. Doğu Perinçek ve AYDINLIKÇILAR'a kimse hesap sormadı, sormadı...
MİT sus-pus olmuştu, aydınlar, milliyetçiler, basının ağır topları, savcılar, hakimler, güvenliği sağlayan yöneticiler hep sustular ve işte bu günlere, doğru ile yanlışı birlikte yaşadığımız bu karışık günlere, geldik. Kimse, bir gün sıranın kendisine gelebileceğini düşünemedi...
NATO’nun Babası Yakalanıyor
Savaşman olayından sonra, CIA ve SIS’in başkanlarının Müsteşar Hamza Gürgüç'e bu tip olayların tekerrür etmeyeceğine dair verdiği teminatın geçerli olmadığını ve bunun istihbarat faaliyetlerinin karakterine uymadığını belirtmiştik.





Nitekim Doğu Perinçek ve AYDINLIK Grubuna el altından bilgi veren ve yazılar hazırlayan Emekli Hava Kurmay Albay Turan Çağlar 16 Mart 1983 tarihinde İstanbul'da CIA mensubu ile gizli bir buluşma sırasında suçüstü yakalandı.
MİT İstanbul Bölgesince yürütülen faaliyet neticesinde tenha bir yerde gerçekleşen gizli buluşma görüntülenmişti. Amerikalı John, 34 CA 200 plakalı aracı kullanıyordu.
Turan Çağlar, NATO’nun Kuzey Avrupa Hava Kuvvetleri Karargâhında görevli iken Mart 1954’te Napoli’deki NATO Hastanesinde doğan kızına "Lale NATO" ismini koyan Hava Muhabere Yüzbaşıydı. Çağlar, 30 Ağustos 1957’de Binbaşı, 30 Ağustos 1960’da Yarbay oldu. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Basın Yayın İstanbul İl Temsilciliği ve İstanbul Radyo Evi Müdürlüğü yaptı.
İhtilal faaliyeti ile ilgili "Balon Operasyonu'nda" da ismi geçen, orduda ve MİT’te üst düzeyde ilişkileri bulunan Turan Çağlar, sorgusunda bu güne kadar kamuoyuna yansımayan ilginç şeyler anlatmıştı. Turan Çağlar casusluk faaliyetini on yılı aşkın bir süredir devam ettiriyordu.





İngiliz Haber alma Servisi SIS'den John, Amerikan Merkezi Haber alma Servisinden Nick, Billy, John ve ismini hatırlayamadığı, “sarhoş” adını taktığı kişiler ile ilişki kurmuştu. ”Devletin emniyeti ve dahili veya beynelmilel siyasi menfaatleri icabından olarak gizli kalması gereken bilgileri” bu kişilere yazılı olarak veriyordu. Suç sabitti. Ayrıca evinde yapılan aramada da yeni birçok delil elde edilmişti. Görüleceği üzere bu olayda da CIA ve İngiliz Gizli Servisi SIS yan yanaydı.
Turan Çağlar tevkif edildi, mahkemesi kamu güvenliği sebebiyle kapalı olarak yapıldı ve yayın yasağı konuldu! Belki bir gün bu yasak kalkar ve Turan Çağlar'ın anlattığı ilginç olaylar kamuoyuna yansır.
Turan Çağlar tutuklu bulunduğu ceza evinden İstanbul Bölge Başkanlığına bir mektup yazdı ve sorgusu sırasında kendisine gösterilen yumuşak ve nazik muameleye teşekkür etti. Bir müddet sonra gazeteler Turan Çağlar'ın ceza evinde kalp krizinden öldüğünü yazdılar. 1 Em. Hava Kur. Alb. Turan Çağlar gazetelerde çıkan birkaç ufak haberle kaldı ve unutulup hafızalardan silindi. İlginç olan basın kuruluşlarının hiç birinin ulaşamadığı bilgilere her nasılsa ulaşabilen Doğu Perinçek’in, bu sefer bu konuda suskun kalmasıydı. Hem de Turan Çağlar eski bir kaynakları ve yazarları olduğu halde...






***

ADALETE SESLENİŞ BÖLÜM 6

              ADALETE  SESLENİŞ  BÖLÜM 6






Şafakçılar, daha doğrusu illegal TİİKP - Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin Ferit İlsever başkanlığındaki İstanbul yönetimi, malzemeleri ile birlikte, (Pınar Kür’ün “Evine gitmek büyük prestijdi ” dediği) Profesör Hilary Sumner-Boyd’un Robert Kolej kampüsü içindeki evinde yakalanmıştı.
Nereden mi biliyorum, çünkü oradaydım...





Sıkıyönetim tarafından da yetkilendirilmiş bir MİT görevlisiydim. Profesör Sumner-Boyd’la  konuştum. Başında bir perukla yakalanan ve sağır-dilsiz gibi davranan Aydoğan Büyüközden’i Emniyet Müdürlüğüne götüren ekibin içindeydim.
Sözde CIA düşmanı Aydınlıkçılar, ABD doğumlu İngiliz Profesör Boyd’un evinde karargâh kurmuştu!
Bu operasyon sonucunda 266 örgüt mensubu yakalandı ve örgüt Türkiye çapında çökertildi. Örgütün çökertilmesinde en büyük etken, İngiliz’in evinde ele geçirilen Ferit İlsever'e ait şifreli defterdi.
Ankara yakınında bir çiftlik evinde yakalanan Doğu Perinçek’in polise verdiği çok geniş ifade de bu çöküşe yardımcı oldu.


( NOT: ABD doğumlu İngiliz Profesör Boyd neden derinlemesine araştırılmadı, neden kanuni bir işlem yapılmadı, hangi gizli el, Hilary Sumner-Boyd’u olayın içinden çekip aldı bilmiyorum. Zaten o tarihte olaydan olaya koştuğumuz için arkaya dönüp bakamıyorduk. Yakın tarihe kadar Sumner-Boyd’un Amerikan ve İngiliz İstihbarat Servislerinin kontrolündeki Troçkist Kızıl Bayrak Birliği’nin sorumlusu olduğunu da bilmiyordum. Ne zamanki benim Ergenekon Davasındaki ifademi yok saymaya çalışıp, saldırılarını arttırdılar, o zaman daha kapsamlı bir araştırma yapma gereği duydum. Bir şeylerin açığa çıkmasından çekiniyorlardı... İnternet doğru kullanılırsa iyi bir hazine. Milliyet’in 1950’den itibaren gazetelerini arşivlemesi de çok faydalı olmuş. – Mehmet Eymür)




Mao’cu Parti ve Duane Clarridge


Duane Clarridge, istihbarat dünyasında ve CIA’de önemli bir isim. Nepal’den, Hindistan’a, Türkiye, İtalya, Nikaragua, Panama ve Irak’a, uzanan ve bizzat yaşanan muazzam bir espiyonaj birikimi sahibi, üst düzey bir istihbaratçı. CIA Kontr-terör Merkezi’nin kurucusu. “Irangate” olayından sonra emekli olan Duane Clarridge, Türkiye’nin en çalkantılı yılları olan 1968-1973 yılları arasında Türkiye’de görev yaptı.
Araştırmacı gazeteci Murat Yetkin’in Radikal gazetesindeki köşesinde yayınladığı aşağıdaki yazı, mükemmel bir değerlendirme. Birlikte okuyalım:
Maocu partinin arkasında CIA mı vardı?
17/02/2002





Çin Komünist Partisi yanlısı siyasi partilerin 1960'larda ortaya çıkmasıyla birlikte, Amerikan gizli servislerinin bu partilere sızıp Moskova'ya karşı kullandığı iddiaları da yayılmaya başlamıştır. Bu iddialar, kendi ülkelerinde o zamana dek var olan sol akımları yeterince 'devrimci' bulmayan Pekin yanlılarınca hep reddedilmiş, 'komplo' olarak nitelenmiştir. Ancak yenilerde yayınlanan bir kitap, bu iddialara bir ölçüde geçerlilik kazandıracak cinsten.
'A Spy For All Seasons - Her Devrin Casusu' adlı kitabın yazarı Duane Clarridge. Yıllarca Amerikan istihbarat örgütü CIA’de çalıştıktan sonra emekli olmuş bir istihbaratçı. Sıradan biri olmadığını az sonra anlayacaksınız, ama ben şimdilik Nikaragua'daki Kontra hareketinin fikir babası ve perde gerisindeki uygulayıcısının o olduğunu söyleyeyim.
Clarridge, meslek hayatının nispeten başlarında, 1960-64yılları arasında Hindistan'da çalışmış. CIA istasyon şefliğini Madras kentinden yürüttüğü döneme ilişkin olarak, anılarında ilginç bir bölüm var. Özetleyerek aktarıyorum:
Moskova ve Pekin arasında 1958 yılında, Kruşçev'in Stalin'i reddetmesi, Mao'nun da sahiplenmesi üzerine başlayan gerilim, 1962'de sınır çatışmalarına dönüşmüştür.
Bundan Hindistan da payını almakta, Çin sınırı sık sık tecavüze uğramaktadır. Moskova buna karşın kendi yörüngesindeki Hindistan Komünist Partisi (CPI) aracılığıyla, Nehru önderliğindeki Kongre Partisi hükümetini desteklemektedir. Çin'in buna yanıtı, Kalküta ağırlıklı ve Pekin yanlısı Hint Komünist Partisi Marksist/Leninist (CPIM/L) ayrışmasını kışkırtmak olur. CIA sorumlusu Clarridge'nin görevi, bu ayrımı körükleyerek Pekin yanlısı fraksiyonun güçlenmesini, dolayısıyla Moskova'nın etkisinin zayıflamasını sağlamaktır.
Clarridge anılarında, işe güney eyaletlerinde basılan, Pekin eğilimli bir dergiden başladığını yazıyor. Çinliyi andıran bir başka ajan aracılığıyla yayıncıyla ilişkiye geçilip, Pekin'in dergi yayınlarını ne kadar takdir ettiği, doğru devrimci çizgiyi onların izlediği filan anlatılıyor.
İstihbarat dilinde 'false flag-sahte bayrak' denilen bir teknikle CIA ajanları kendilerini Çin adına çalışıyor gibi tanıtıyorlar. Merkez tarafından kıymeti bilinmekten gururu okşanan yayıncı iki haftada Pekin'den sandığı, ama aslında CIA istasyonu tarafından kaleme alınan güya devrimci bildirileri, başyazı olarak basmaya gönüllü oluyor.
Clarridge, anılarında, planının dergiyi ve etrafındaki hareketi 'Sürekli olarak daha sol bir çizgiye çekmek' olduğunu ve bunu başardığını yazıyor. Bütün yaptığı ise Mao'nun ÇKP resmi yayınlarındaki konuşmalarını alıp keskinleştirmek oluyor.
Sonunda güneydeki Pekin yanlısı hareket, Moskova yanlısı partinin giderek güç kaybetmesinde bir etken haline geliyor. O derece rahatsızlığa yol açıyor ki, CPI destekli hükümet 1965'te CPIM/L'nin bütün yönetimini tutuklatıp hapse attırıyor. İçişleri Bakanı mecliste bu uygulamanın başlıca gerekçeleri arasında, haftalık derginin (aslında CIA tarafından kaleme alınan) tehlikeli devrimci yayınlarını gösteriyor.
Dört yıl merkezde Hint masasını yöneten Clarridge'e 1968'de, sol hareketin yükseldiği bir başka yerde dış görev talimatı gelir. Anılarında, İstanbul'a geldiği gün onlar Dolmabahçe'deki bir CIA evinde öğle yemeği yerken, dışarıda solcu öğrencilerin 6'ncı Filo'yu protesto edip, denizcileri denize döktüğünü yazıyor.

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=521


7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

..

ADALETE SESLENİŞ BÖLÜM 5

            ADALETE  SESLENİŞ  BÖLÜM 5



NATO Doğdu,

09 Nisan 1949'da Washington Antlaşması ile kurulan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü "NATO" bir kolektif savunma örgütü olarak bilinmektedir. 07 Mart 1954 günü Milliyet gazetesi “NATO’nun kızı oldu” başlığıyla çıktı.
NATO’nun Kuzey Avrupa Hava Kuvvetleri Karargâhında görevli genç Türk Hava Yüzbaşı’nın eşi Napoli’deki NATO Hastanesinde doğum yapmış ve bir kızları olmuştu.
NATO’da bulunmanın heyecanını yaşayan aile kızlarına “NATO” ismini koymuştu. Şimdilik, sonranın tanınmış askerinin ve kızının kimliğini açıklamayacak sizi bir parça merakta bırakacağız...
Sıkıyönetimce Arananlar
Aşağıdaki resim bir zamanlar "Sıkıyönetim Komutanlıklarınca aranan" teröristlere ait broşürlerden bir tanesi.
"Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi" isimli illegal örgütün lideri Doğu Perinçek ve militanlarına ait.
Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP), 21 Mayıs 1969 tarihinde Doğu Perinçek başkanlığında Aydınlıkçılar tarafından kurulan gizli ve ismi gibi ihtilalci bir partiydi.





Partinin ilk kadroları arasında Cüneyt Akalın, Ömer Madra, Bora Gözen, Hasan Yalçın, Halil Berktay, Gün Zileli, Oral Çalışlar, İbrahim Kaypakkaya, Doğu Perinçek, Atıl Ant, Ferit İlsever ve Nuri Çolakoğlu bulunuyordu. Daha kuruluş aşamasında, silahlı mücadeleye yaklaşım ve halk ihtilalini gerçekleştirme yöntemi konusunda parti içinde görüş ayrılıkları belirdi. Bu tartışmalar sonucu önce Garbiz Altınoğlu partiden ayrıldı.
TİİKP lideri, 1970’li yıllarda Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi ile temasa geçip, Filistin’e gönderilecek parti mensuplarının askeri eğitim görmeleri hususunda anlaşmaya vardı. TİİKP bu anlaşmaya dayanarak Filistin’e çeşitli gruplar halinde militanlarını gönderdi.
1970–1973 yılları arasında TİİKP’lilerin kaldığı Lübnan’da Golan Tepeleri, Reşadiye ve Nahr El Bared olmak üzere üç ayrı kamp vardı. Nahr El Bared İsrail tarafından bombalandı ve dokuz partili hayatını kaybetti.
Partinin Doğu Anadolu Bölge Sorumlusu İbrahim Kaypakkaya ve onun çevresinde bulunan bir grup Nisan 1971'de parti çizgisine yönelik eleştiriler getirdiler. Bu sürecin sonucunda 1972'de Kaypakkaya ve grubu partiden ayrıldı ve daha sonra Türkiye Komünist Partisi / Marksist-Leninist (TKP/ML) adlı örgütü kurdu.
Çin Komünist Partisi'nin görüşlerini benimseyen TİİKP, mücadelenin kırlardan kente doğru ve iktidarın parça parça ele geçirilmesi ile başarılı olacağını savunuyordu.
TİİKP, 12 Mart darbesinden sonra Şafak isimli illegal dergi çıkarmaya başlamıştı.






Sıkıyönetim, İstanbul’u ev ev arıyor teröristleri bulmaya çalışıyordu. 23 Ocak 1972 günü İstanbul'da, 03.00 ile 18.00 saatleri arasında sokağa çıkma yasağı konarak, kent genelinde 512.000 ev arandı.
Şafakçılar Yakalandı
17.05.1972 tarihli Milliyet Gazetesi’nin ilk sayfasındaki haberde, “Şafak” dergilerini basanların yakalandığı belirtiliyordu.
Gazetenin 9.ncu sayfasında devam eden haberin detayı şöyleydi: “1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Şubesi’nin bu konudaki 89 numaralı açıklaması şöyledir:





«Daha önce yapılan açıklama ile Türk Devletini yıkmayı hedef alan ihtilalci komünist bir yeraltı örgütü tarafından yurt içinde ve yurt dışında gizlice basılarak dağıtılan ‘Şafak’ adlı bölücü ve yıkıcı dergi ile aynı isimle yayınlanan bültenleri İstanbul'da teksir eden ve dağıtanların yakalandıkları bu konudaki aydınlatmanın ileride yapılacağı duyurulmuştu. 12 Mart 1971 den önce komünizm propagandası yaptıkları için 12 Mart sonrasında kapatılmış bulunan bazı yayın organları etrafında toplanan bu ihanet militanlarının söz konusu yayın organlarının kapatılması sonucu, faaliyetlerini yeraltına indirerek «Şafak» dergi ve bültenlerini basmaya, teksir etmeye, dağıtmaya ve tespit ettikleri adreslere göndermeye başladıkları görülmüştür. Bu bültenler, yurt dışında basılarak, yurt içine getirilen benzeri yayınlara kaynaklık etmekte, komünizmi eylem kılavuzu yapan diğer militanları kendi saflarına çekmeğe çalışmaktadır.
Her sayısında, vatandaşları, sapık ideolojilerini uygulamağa çağırmakta, devlet kuvvetleri hakkında geniş ölçüde tezyifkâr ifadeler kullanmakta, parlâmento düşmanlığı yaratarak kin ve adalet tohumları ekmeye uğraşmaktadır.
Bir süredir güvenlik kuvvetlerinin süre gelen operasyonlarında, Şafakçılar» adı ile İstanbul'da faaliyet gösteren bu grubun bir kısmı, suç aletleri ile birlikte yakalanarak adalete teslim edilmişlerdir. Diğerleri de aranmaktadır.
Yapılan soruşturma esnasında tek merkezden idare edildikleri ve aziz milletimizi bir ihanet kampanyası ile bölmeyi hedef tutan menfur emellerine dair kuvvetli deliller bulunmuştur.

Söz konusu faaliyetlerinden dolayı yakalanarak tutuklanan veya gözaltına alınan şahıslarla bunlar tarafından kullanılmış olan malzeme şunlardır:
Gözaltına alınan ve tutuklananlar:

1. Ülkü Göker. 
2. Emine Büşra Ersanlı. 
3. Sema Rührat (Bulutsuz). 
4. Sevgiye Yalçın (Özberk). 
5. Yasemin İpar. 
6. Lale Uzay. 
7. Gülây Büyüközden. 
8. Nur Üster. 
9. Cahit Düzel. 
10. Nuri Türkeş. 
11. Aydoğan Büyüközden. 
12. Musa Samasti. 
13. Rıza Celal Üster. 
14. Sadettin Malkoç. 
15. Bekir Ege. 
16. Aydoğan Kaymak. 
17. Hayrettin Şahmaz. 
18. Mahmut Bozdoğan. 
19. Muammer Altıner, 
20. Cemal Beydağ. 
21. Sami Perinçek. 
22. Çiğdem Kömürcüoğlu. 
23. Hüseyin Karanlık (Takma adı) Mustafa Naci Cağdagül. 
24. Ali Cenabi Nuhrat. 
25. Leon Mavan. 
26.Ahmet Metin Göktürk. 
27. Nergis Savran. 
28. Ayten Bulut. 
29. Ferit İlsever.

Ele geçen malzemeler:

1. Teksir makineleri. 
2. Bir adet el baskı aleti. 
3. Çok sayıda matbaa harfleri. 
4. Çok sayıda yabancı yayın ve Şafak dergileri. 
5. Daktilo makineleri. 
6. Alıcı verici telsizler. 
7. Bir adet tabanca 
8. 31 adet Mermi. 
9. İki adet orak-çekiçli madalyon.»

Haber’in bazı eksikleri vardı.

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

..

ADALETE SESLENİŞ BÖLÜM 1

ADALETE SESLENİŞ


21 Mayıs 2010


(Güncelleme: 01 Aralık2013)


Sayın Yargıçlar, Sayın Savcılar, 

Adaletin saygıdeğer dağıtıcıları.


Bu dilekçemi, Doğu Perinçek ve grubu ile süregelmekte olan karşılıklı davalarda bazı kararların adil olarak verilmediğini düşündüğüm için kaleme aldım.



Bu konuda detaya girmeden önce biraz kendimden bahsetmek, yaşamımdan bazı kareler vermek istiyorum.
1943 yılında İstanbul’da doğdum. nnem iki kız çocuğundan sonra pes etmiş ve bir üçüncü çocuk istememiş. İstiklal harbine katılmış bir subay olan babam ise “Hanım biri senin, biri benim, bu da memleketin olsun” demiş ve annemi ikna etmiş, öyle doğmuşum. Hakikaten hayatım da hep ülkenin çalkantılarıyla, geçiş noktalarıyla bütünleşti ve ne mutlu ki memleketin, Türkiye’nin malı oldum.
1966 yılında Milli İstihbarat Teşkilatı’na girdim ve İstanbul’da işe başladım, 1975 yılına kadar İstanbul’da kaldım. 1998 yılı sonuna kadar devam eden istihbarat hayatımda hep aktif görevlerde bulundum. Meslek hayatım casusluk, organize suç ve terörizm konuları ile uğraşarak geçti.



Sol İhtilal Hazırlıkları
İstanbul’daki görevim, 1970’li yıllarda kaynayan Türkiye’nin durumuna uygun olarak çok hareketli geçti. O tarihlerde içlerinde Faruk Gürler ve Talat Turan'ın da bulunduğu bir grup subay, bazı sivil unsurlarla işbirliği ile Mart 1971’de sol bir darbe planlamışlardı.


Sivil Unsurlar arasında Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Doğu Perinçek, Mihri Belli, Hasan Cemal, Ali Kırca, Uğur Mumcu, Altan Öymen, Fakir Başkurt, Mümtaz Soysal gibi isimler vardı.


Hasan Cemal'in "Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım" isimli kitabına göre: Darbe başarılı olsaydı: Doğan Avcıoğlu Başbakan, Uğur Mumcu Gençlik, Altan Öymen Basın-Yayın Genel Müdürü ve Hükümet Sözcüsü, TÖS Başkanı Fakir Baykurt Milli Eğitim Bakanı,Mümtaz Soysal Dışişleri Bakanı, İlhami Soysal da MİT Başkanı olacaktı. İllegal TİİKP örgütünün lideri



Doğu Perinçek'e de darbenin gerçekleşmesi halinde herhalde önemli bir görev verilecekti.
İhtilalin zeminini hazırlamak için, Deniz Gezmiş, Deniz Harp Okulu öğrencisi Sarp Kuray gibi Marksist gençler kullanıldı. Bunlara silahlı ve bombalı eylemler yaptırıldı. 27 Mayıs'ta olduğu gibi gençleri sokağa dökecekler, bu kargaşa ortamında meşru sayılabilecek bir darbe ile iktidarı ele geçireceklerdi.



12 Mart 1971’de Memduh Tağmaç Başkanlığındaki ordu, hükümete muhtıra vererek ve emir-komuta zinciri içerisinde darbe yaparak bu sol ihtilal teşebbüsünü açığa çıkarttılar. 12 Mart darbesini takip eden gelişmelere 
geçmeden önce biraz geriye, eski yıllara gidelim.



***

3 Mayıs 2015 Pazar

Perinçek Yanlız Bırakılmamalı





Perinçek Yanlız Bırakılmamalı

 





Dr. M. Galip BAYSAN
mgbaysan@kemalistler.org
Tarih: 15-01-2015 14:25


Yıllar önce bu başlık altında yazdığımız yazıyı hatırlayan varmı? Bilemem ama olayın üzerinden 10 seneye yakın bir süre geçtiği için belki hatırlanmayabilir. Bu nedenle biraz özet bilgi vermemiz yararlı olabilir.
Lozan Mahkemesi,  hafızam beni yanıltmıyorsa 2006 yılı8nın Mart ayında Diaspora Ermenilerinin şikayeti üzerine açılan bir dava sonucu Perinçeği 90 gün hapis karşılığında, her gün için 100 frank hesap edilerek 9.000 İsviçre frangına mahkûm etmiş ve cezayı 2 yıl tecil etmişti. Perinçek’e ayrıca 3.000 frank para cezası verilmiş, ülkedeki Ermeni Cemaatine sembolik olarak 1.000 ve davayı açan Sarkis Şahinyan isimli Ermeniye de 10.000 frank ödenmesi istenmişti. Perinçek bu bu karara İsviçre Federal Mahkemesine müracaat ederek itiraz etmişti. Federal Mahkemenin bu kararı onaylaması ile Ermeni Toplumu lehinde verilen karar kesinlik kazanmış oldu. Mahkeme kararında” Pek çok tarihçinin, Avrupa Parlementosunun ve pek çok ülke Meclisinin Ermeni iddialarını kabul etmiş olmasını” gerekçe göstermişti.
Perinçek bu haksızlığa boyun eğmemiş ve büyük bir cesaretle ve güvenle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine müracaat etmişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İsviçre Hükümetine Karşı Ermeni soykırım iddiaları ile ilgili davada Perinçek, daha doğrusu Türk Halkı lehinde karar verince Ermeni Diasporası durmamış ve bir karşı dava ile konuyu günümüze taşımış oldu. İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği karar; Tehcir olayının 100ncü yılına yaklaştığımız şu günlerde Türk tarafının elini son derecede güçlendirmiştir. Bu ayın sonunda görülecek dava işte bu davanın Ermeni versiyonudur.
 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde kazanılan dava sonucu nedeniyle, şu anda bütün kararları ulusumuzca tartışılan bir mahkemenin verdiği bir kararla yurt dışına çıkış yasağı bulunan Doğu Perinceğe ulusça büyük saygı duymalı ve şükranlarımızı sunmalıyız. Perinceği hiç tanımayan bir vatandaş olarak belirttiğimiz bu görüşler Ermeni Meselesi konusunda yıllarca süren araştırmalar yapmış ve 50 yıldır yakından ilgilenmiş ve hatta Ermeni dostu bile sayılabilecek bir Türk vatandaşı olarak samimi görüşlerimizdir.
 Perinceğin Ermeni Diyasporasının itirazı ve talepleri ile dava yeniden ele alınarak yenilenen bu davada bulunması veya bulunmaması sonucu ve kararı şüphesiz büyük ölçüde etkileyecektir.
  Bu dava öyle böyle alelade bir dava değildir. Bu dava Osmanlı Yönetimini baştan aşağı karalayan bir davadır. Günümüz yöneticileri ne sadece inkâr ne de “bu işi İttihatçılar yaptı, bizler sorumlu tutulamayız” anlayışı ile sıyrılamazlar. Bu iş işte böyle mahkemelerde ve uluslar arası arenada yüz yüze görüşerek ve hesaplaşarak çözülmelidir.
İddia açıktır: “Birinci Dünya Savaşı sırasında Türk yöneticileri tarafından dinsel güdü kaynaklı ve bilinçli olarak soykırıma uğratılmış ve 1,5 milyon Ermeni kadın, erkek, çoluk, çocuk demeden yok edilmiştir.” Buna karşılık Türk tarafı olayı “savaş sırasında İsyan eden bir bölge ve halkın bölgeden tahliyesinin sağlanması için alınan mecburi savunma tedbiri” olarak göstermek istemektedir. Yani bir taraf kendi halinde yaşayan, masum bir halkın sırf farklı dinden olması nedeni ile kasıtlı olarak katledildiğini savunurken, diğer taraf Ermeni yurttaşların savaş sırasında isyan ederek düşmanla işbirliği yaptığını bu nedenle cezalandırılmaları gerektiğini ve cezalandırıldıklarını savunmaktadır.

Ermeniler ve onları destekleyen dış güçler 100 yıla yakın uğraşmalarına ve savaş sonunda 4 yılı aşkın Osmanlı Devletinin en gizli arşivlerini ellerinde bulundurmalarına rağmen soykırım yapıldığını gösteren hiçbir belge bulamamışlar ve bu nedenle büyük iddialarla Malta’da topladıkları liderleri serbest bırakmak mecburiyetinde kalmışlardı. Eldeki bütün belgeler soykırım yapıldığını değil ama soykırım yapılmadığını gösteriyordu.

Ermeni cinayetleri sonucu yapılan yargılamalarda bile Soykırım iddiaları belgelenemediği için siyasi kararlarla sonuçlanmış ve caniler hafif cezalarla hatta Talat Paşa davasında olduğu gibi cezasız bırakılmışlardı.
Ay sonundaki duruşma bu nedenle Türk Halkı için hayati önemi haizdir. Bu davanın Perinçekle alakası sınırlıdır. Burada yargılanan Türk Halkı ve Türk Halkının savaşta kendisini savunma hakkıdır. Perinçek bu davanın kilit adamıdır. O gün, o duruşmada bütün dünyaya karşı hiç korkmadan, çekinmeden dimdik durmalı ve kendi sözleri ile “Soykırım iddialarının emperyalist bir yalan” olduğunu ısrarla belirtmelidir.
Onun mahkeme kararı ile yurt dışına çıkışının engellenmesine gelince; Bu konuda mahkeme kararı karşısında Hükümetin bir şey yapamayacağı veya mahkemenin Perinçeğin kaçabileceği iddiası gülünç kalmaktadır. Son günlerde öyle inanılmaz davalar ve sonuçları ile karşılaştık ki, Türk Ulusunun yüksek menfaatini ilgilendiren böyle bir davaya bir siyasi parti liderinin desteklenmemesi çok büyük siyasi hata olacaktır.
Perincek gönderilmez ve dava aleyhimize sonuçlanırsa Ermeniler ve bütün Hristiyan Batı dünyası Müslüman ve zalim Türklere karşı büyük bir hukuki zafer kazanacak ve soykırım iddialarının cezalandırma kanunları birbirini takip edecektir. Yöneticilerimiz danışmanlarının dikkatini bu konu üzerinde yoğunlaştırmalarını ve hukukçuların kişi yerine uluslarının menfaatlerine göre hareket etmelerini bekleriz.
Son bir not: Perinçek bu davaya katılamazsa, bu, ülkemizdeki siyasi ve hukuki baskıların ne boyutta olduğunu bütün dünyaya hiçbir şüpheye meydan bırakmayacak şekilde gösterecektir.


ÖZEL  NOTUM; 
TÜRKİYE  CUMHURİYETİ DEVLETİ  NİN  ULUSLAR ARASI CAMİADA  BİR SAYGINLIGI VAR DI  İLİŞKİLİ VE ALAKALI OLMAYAN HER  GİRİŞİM DEVLETE ZARAR  VERİR  DEVLETİ YÖNETMEKLE MÜKELLEF SİYASİ İKTİDARIN ORGANLARI VARKEN  KİŞİSEL  GİRİŞİMLER FAYDADAN  COK ZARAR GETİRİR  ERMENİ MESELESİ Nİ  DOĞU PERİNCEK ÜZERİNDEN  ÇÖZÜME  GÖTÜRMEK EN BÜYÜK HATADIR..

..

14 Kasım 2014 Cuma

MİT’in Yabancı Servislerle Savaşı..,


MİT’in Yabancı Servislerle Savaşı..,


MİT, İşçi Partisi Lideri Doğu Perinçek’i ve adamlarını hangi yabancı gizli servisler ilişkili oldukları gerekçesiyle izledi? MİT’in kontrespiyonaj bölümü yabancı ajanlarla partililerin temasını belirleyince ne yaptı? MİT eski Kontr-Terör Merkezi Başkanı Mehmet Eymür yazıyor...




MİT’in yabancı servislerle savaşı


MEHMET EYMÜR






MİT mensubu Necdet Küçüktaşkıner, TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu’na verdiği ifadenin devamında şöyle diyor:
“O tarihlerde MİT’ten bir iki arkadaş geldi; Tabii, ben de gittim anlattım, dedim böyle böyle adamlar geldi, 16 kişiyi yazacaklarmış teşkilattan, bunlar sorgularda bulunan veya tespit ettikleri 16 kişi...
Hatta MİT, bana biraz şey etti; ‘ Niye böyle işkencelerde görev aldın falan ’. Nuri Bey’di başkan, Nuri Gündeş. ‘Böyle şey mi olur?’ gibi... Söylemedim, ‘Nuri Bey bunların hepsi uydurma, sizin hakkınızda kim bilir neler yazacaklar’ diye. Nitekim 16.ncı olarak Nuri Bey çıktı. Nuri Bey’in resmi...
Ben hemen gazeteyi aldım, Nuri Bey’e gittim dedim ‘Nuri Bey, bakın, bana biraz şey gösterdiniz, kafanızda birtakım istifamlar belirmişti, bakın, sizin hakkınızda ne yazıyor.’ Nuri Bey hakkında altın kaçakçısı, İsviçre bankalarında bilmem ne hesapları... Sadece onun hakkında değil, 16 kişi hakkında neler neler yazıyorlar. Şimdi bakıyorum bu bizim hakkımızdaki bibliyografik bilgiler doğru, hepsi doğru; ama böyle bir sayfa bibliyografik bilgi, ana adı, baba adı, MİT’e hangi tarihte girmiş çıkmış, hangi görevde bulunmuş, tayini nereye olmuş, hangi devrede terfi etmiş bunların hepsi doğru. Ancak, altına, işte benim için işkencelerde görev aldı, öbüründe altın kaçakçısı, birisine affedersiniz homoseksüel, öbürüne bilmem ne... Herkese bir çamur atıyorlar. Yayın bu tarzda devam ediyor.
O tarihlerde, bizim bu örgütün, bu örgütü bir sol örgüt olarak biliyorduk, kafamızda bir İngiliz istifamı belirdi. Ben İstanbul’da Ferit İlsever’in şifreli defterini çözünce, zaten, bütün İstanbul örgütü çıktı. İstanbul örgütünün şeması vardı şifreli defterde. Ondan sonra operasyon, Ankara’ya atladı, Doğu Perinçek, burada, bir çiftlik evinde çoban kıyafetinde yakalandı. 120 sayfa kendi el yazısıyla ifadesi vardır. Ferit İlsever’in 60 sayfa kendi el yazısıyla ifadesi var. Bu ifadelerin işkenceyle alındığı yalandır.
Bu örgütün içerisinde subaylar vardı. Subaylar muhtelif örgütlere katıldılar, sadece bu Doğu Perinçek’in örgütüne değil. Mesela 81 sanıklı dava, Sarp Kuray ve arkadaşları, Hikmet Kıvılcımlı grubu, bunlar ayrı tutuklandı, havacılar ayrı tutuklandı.
Benim operasyonumda da, Türkiye İhtilalci Köylü Partisi, bu örgüt içerisinde subaylar, teğmenler filan vardı. Doğu Perinçek'e selam veriyordu onlar, buyurun komutanım, buyurun başkanım diyorlardı, olay böyle.
Biz, kontrespiyonajcıydık, yabancı casusluk faaliyetlerine karşı koyma faaliyeti bölümünde çalışıyorduk. Ben, Hiram Bey, Mehmet Eymür falan... Bu operasyonlar başlayınca, bizi, destek güç olarak oraya aldılar, K bölümü, işte orada çalıştık, bu operasyonu da bana verdiler, öbür operasyonlar Türk Halk Kurtuluş Partisi Cephesi, Türk Halk Kurtuluş Ordusu vesaire...
Şimdi konuştuk, ‘Benim kanaatimi sorarsanız, bu işin içerisinde çapanoğlu var, bunlar, yabancı bir istihbarat servisiyle temas halindeler; ancak, ben, bunu tam tespit edemedim’ dedim. Ondan sonra çalışmalar başladı, bu kontrgerilla yayını üzerine, MİT birtakım ciddi çalışmalar yürüttü. Bu arada, bu çalışmalar yürürken, bunların istihbarat ağına, Turhan Çağlar adında bir emekli albay takıldı. Turhan Çağlar...
Gündeş Bey bunu iyi biliyor. Herhalde, çok iyi anlatmıştır. Turhan Çağlar, emekli bir albay ve Ankara’dan İstanbul’a gelmiş, burada, Odalar Birliği’nde ‘Özel Sektör Enformasyon Bürosu’ adında bir kuruluş kuruluyor. Bu büroyu yönetiyor. Büronun ne iş yaptığı belli değil, paranın nereden geldiği belli değil, paranın nereye gittiği de belli değil.
MİT içerisinde iki şahıs Sabahattin Savaşman ile Turan Çağlar yakalanıyor. Albay Turhan Çağlar bir MİT mensubu değil, dışarıdan, MİT’le teması olan bir kişi ve söylendiğine göre, bizim, o tarihlerdeki bölge daire başkanımız Turhan Deniz’le yakın arkadaşmış. Bu özel sektör enformasyon bürosu, Uğur Mumcu’nun da tetkikatına uğruyor. Özellikle bunun üzerinde uğraşıyor Uğur Mumcu; araştırıyor ediyor, birtakım paralar sarf edilmiş, bu paraların nereye gittiğini ne yapıldığını tespit edemeden Uğur Mumcu çalışmalarını yarıda bırakıyor. Bu arada, Turhan Çağlar, yine o tarihte, zannedersen Nuri Beyle ilgili bilgileri verirken suçüstü oluyor. Aydınlık Gazetesine veriyor ve suçüstü olduğunda yanında Milli İstihbarat Teşkilatı’nın içindeki bir adam var, ikisini birden suçüstü yapıyorlar. Bu adam, alınıyor, birtakım sorgulara tabi tutuluyor ve ondan sonra her ne hikmetse serbest bırakılıyor, hakkında hiçbir tahkikat yapılmıyor. Yanındaki MİT’çi Bülent Şekerkaya... Öldü, intihar etti. Birlikte suçüstü oluyorlar, İstanbul Fındıklı’da Setüstü’nde...
Sonra Turhan Çağlar serbest bırakılıyor. Birtakım oyunlar oluyor, burada bunun nereden geldiği bilinmiyor serbest bırakılıyor. Nuri Bey, bilmiyorum anlattı mı, bu işin üzerinde duruyor. Meğer Turan Çağlar denilen adam, bizim biyografik malumatımızı, demin arz ettiğim biyografik malumatı adamları vasıtasıyla alıyor personelden ve Aydınlık Gazetesi’ne aktarıyor. Aydınlık Gazetesi’ne aktarıyor; ama kendiliğinden aktarmıyor, CIA ile irtibatlı olarak aktarıyor. Yani, CIA, Aydınlık Gazetesi’ni destekle diye Çağlar’a emir vermiş; Aydınlık Gazetesi’ne veriliyor. Aydınlık Gazetesi bunları alıyor, kullanıyor, yazıyor, çiziyor, herkese bir yakıştırma yapıyor. Hatta Turan Çağlar, Aydınlık Gazetesi’nin merkezinde merkez komitesinden iki üç kişiyle beraber toplantılar yapıyor. Artık, işi bu derece ihtilal öncesi yozlaştırmışlar yani.
Bakınız, ben bunu ek olarak koydum. Şu nokta dergisi1993 senesi yıl, sayı: 36’dır. Bu dergi mutlaka her Türk vatandaşının okuması lazım, sağcısı solcusu, Alevi’si Sünni’si, Türkü Kürdü, herkesin okuması lazım. Şu çok önemli belgedir. Bunu okuyunca herkes birçok şeyler öğrenir. Yabancı bir Milli İstihbarat Teşkilatı’nın içerisine...
Bunlar çok detaylı şeyler; ama çok sathi anlatmaya çalışıyorum. Bu adamlar bir şeyler yapmak istiyorlar. Burada bir ihtilal hazırlığı var. Turan Çağlar daha önce 27 Mayıs ihtilalinde de yer almış bir adam. Radyoevini işgal etmiş, ondan sonra radyoevi müdürü yapmışlar bunu, Turan Çağlar bu kişi. Daha sonra, bu tabii bırakılıyor, Ankara'dan birtakım adamlar geliyor, bir şeyler oluyor, bırakın bunu, bırakıyorlar ve bunun üzerinde duruyorlar. Bu adam neyin nesidir, fesidir, o tarihten sonra serbest bırakılıyor; ama MİT kontrolü bırakmıyor bu adam üzerindeki ve neticede Turan Çağlar'ın Amerikalı Mark Lesın -Yanılmıyorsam- adında bir CIA ajanıyla suçüstü yapıyorlar Levent’teki bir evde... Buralarda, yer konusunda yanlışlığım olabilir.”
.