Dr. Tahir Tamer Kumkale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dr. Tahir Tamer Kumkale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Aralık 2018 Salı

Galatasaray Milli Takımı

Galatasaray Milli Takımı



Dr. Tahir Tamer Kumkale
24 Nisan 2000 Pazartesi


"GÖREVLERİNİZİN TÜM SORUMLULUĞUNU TEK BAŞINIZA TAŞIMAK GÜCÜNE SAHİP OLMADIĞINIZI ÖNCELİKLE KABUL EDİN." (Attila)

Türkiye'nin son onbeş gününün gündemini Galatasaray futbol takımının UEFA Kupası final şansını yakalamak için verdiği olağanüstü mücadele teşkil etti. Medya ordumuz bu mücadelenin her saniyesini evimize taşıdı. Bütün millet yediden yetmişe Galatasaraylı olduk ve adeta o'nun başarısına kilitlendik. Olayın bütün ayrıntılarını nefeslerimizi keserek takip ettik. Çok şükür birinci mücadele başarı ile tamamlandı. İngiltere'de Leeds cehenneminden Kopenak'daki finaller için vize aldık.

Şimdi gündemimizde Kupa Finali için Kopenhag'da önümüzdeki ay bir diğer İngiliz takımı olan Arsenal ile yapılacak final maçı var. Şimdi de bu maça kilitlendik. Sağolsun medyamız bu büyük ve zorlu görevide üstlendi. Arsenal takımının malzemecisinin küçük oğlunun hangi yemeklerden hoşlandığına kadar, bütün ince ayrıntıları öğrenmemiz için çok büyük çaba ve özveri göstereceklerinden şüphemiz yoktur.

Ne PKK Terörü, ne HİZBULLAH canilerinin faaliyetleri, ne mafya ekiplerinin birbirleri ile olan mücadelesi, ne Cumhurbaşkanlığı seçimi, ne düşen milli gelirimiz ve giderek daha fakirleşmemiz, ne parti kapatılması, ne kapanan fabrikalarımız ve artan işsizliğimiz ,ne 23 yıllık kronik enflasyonumuz, ne batırılan bankalarımız , ne örgüt yuvası haline gelen cezaevlerimiz, ve nede depremden zarar gören ve bir kısmı hala çadırlarda bulunan vatandaşlarımız.

Bunların hepsine bir sünger çektik. Unuttuk. Veya unutulduğunu sandık. İyiki Galatasaray'ımız var. Bir galibiyet. Hagi'nin penaltıdan ve Hakan Şükür'ün üç İngilizi geçerek attığı muhteşem gol; BÜTÜN DERTLERİMİZE DEVA.

BİR FUTBOL TAKIMI VE BİR GALİBİYET HERŞEYE YETİYOR VE HERŞEYİ UNUTTURABİLİYORSA, BİZ DE BUNDAN SONRA BÜTÜN GÜCÜMÜZLE GALATASARAY'A SAHİP ÇIKALIM ve YENİ GALATASARAY'LAR YETİŞTİRMEK İÇİN MİLLİ GÜCÜMÜZÜ SEFERBER EDELİM.

Gündemi binbir çeşit olayla dolu olan Türkiye Televizyonlarının başarılı haber kanalları tam kadrosu ile seferberliğe geçerek, tam iki saat kesintisiz Galatasaray canlı yayınını haber olarak veriyorlar. Yazılı basının baş sayfası'nın tamamı ve geri kalanın dörtte biri yine Galatasaray'la doluyor. Ve her Türk bundan sonsuz bir mutluluk ve coşku duyuyorsa diyecek bir fazla şey yok .Ayni şekilde devam edelim.

Futboldan pek anlamam. Sporu severim. Şahsen aksatmadan yaparım ve bunun sadece benim sağlığım için gerekli olduğunun bilinci ile spora önem veririm. Fakat ülke gündeminin bu kadar çok işgal edilmesini ve milletin adeta galibiyete şartlandırılmasını anlamam mümkün değil. Ya Galatasaray gününde olmasaydı?, ya eskiden olduğu gibi İngiltere'den 6 gol yiyip gelselerdi ve birde dayak yeselerdi. Ne olurdu bu memleketin hali. Düşünmek dahi istemiyorum.

Kendi gündemi olmayanların, gündemi elinden kaçıranların, vizyonu olmayanların, mevcut gündem maddelerinden hoşnut olmayanların klasik numaralarından birine daha şahit olduk. Hiç bir katkıları olmadığı halde Galatasaray'ın başarısının ardına sığınıp gündemden yararlanmaya çalışan zavallıları bir kere daha bütün açıklığıyla gördük.

Galatasaray bir spor Klubü olarak kendisinden beklenenden çok fazlasını bu millete vermiştir. Değerli yöneticilerini ve sporcularını disiplinli ve başarılı çalışmalarından dolayı kutluyorum. Ülkeyi, milleti, bayrağı, gurur ve haysiyetimizi daima yüksekte tutmuşlardır. Milletimize yıllardır özlemini duyduğu güzellikleri tattırmışlardır. Disiplinli, özverili vede inançla çalışmanın daima başarı getireceği gerçeğini bir kere daha vurgulamışlardır.

MİLLETİMİZİN VE YÖNETİCİLERİMİZİN GALATASARAY'DAN ALACAKLARI ÇOK DERSLER VARDIR. Galatasaray camiasında profesyonelliğin en güzel ve çarpıcı örnekleri sergilenmiştir. Sistemli çalışmanın ve kuralcı olmanın bu başarıda büyük katkısı olduğuda bilinmektedir. Bundan da ders almamız gerektiğini vurgulamak istiyorum.

Ne yazıkki " Türkiye'de son yıllarda başarılı bir şey söyleyin "dendiği zaman akla Galatasaray gelmektedir. Oysa milletimiz her alanda başarının özlemini çekmektedir. Bir futbol takımının başarısının dahi milli bayram sevinci ile karşılandığı bu güzel yurtta vatandaşımız gerçek başarıya muhtaçtır.

25 yıldır % 50'nin üzerinde seyreden kronikleşmiş bir enflasyonla yaşamak bu milletin kaderi değildir. Dünyada bu kadar büyük ve uzun süren cezaya çarptırılmış başka bir millet yoktur. 10 yıl önce aylarca tepesine bomba yağan, yakılıp yıkılan ve toprakları üçe ayrılan ve on yıldır halkı uluslararası ambargo altında bulunan komşumuz Irakta dahi ,ekonomi bizim kadar acz içinde değildir. Fevkalade güçlü potansiyeline, genç ve enerjik nüfusa ve yeterli bilgi birikimine rağmen ; dünyada Para birimi PARA, KURUŞ, LİRA olupta tedavüldeki en küçük parası 5000 lira olan ve bunun 20 tanesi ile sandviç büyüklüğünde bir ekmek alınabilen başka bir ülke yoktur.

İşte bu tabloyu düzeltin. Bundan büyük başarı olamaz. Başarın, sevinelim.Milletçe gerçek bir bayram yapalım. Bir Cumhuriyet lirası; 35.000.000 TL.olmuş. Bir Dolar; 600.000 lira'ya çıkmış. Evet gündemimiz bu olmalı. Devletin birinci görevi güvenlik ve beka sağlamaktır. İkinci ve en önemli asli görevi vatandaşının refahını sağlamaktır.

Ne yazık ki Galatasaray'ın büyük başarısı bu temel gündemi kurtarmaya yetmiyor. Galatasaray'ın başarısının arkasına sığınarak ucuz kahramanlık yapmak kolay. Zor olan; vatandaşı içine düştüğü ekonomik çıkmazdan kurtararak kahraman olmak.

Neden bu halde bulunduğumuzun çok güzel bir örneğini geçenlerde Ulaştırma Bakanlığının açtığı telefon ihalesinde gördük. İş Bankası ve İtalya ortaklığı; yeni kurulacak cep telefonunun isim hakkını 2,5 milyar dolara satın aldılar ve bir kalemde devletin kasasına 3 milyar tutarında bir para soktular. HERKEZİN VE MEDYANIN GÖZÜ ÖNÜNDE ŞAİBESİZ BİR İHALE GERÇEKLEŞTİĞİNE HEP BİRLİKTE ŞAHİT OLDUK. Demek ki böylede oluyormuş. Demek ki hakkı bu imiş. Peki bu ihaleden önce yapılan TELSİM ve TURKCELL ihalelerini neden 500 milyon dolara verdik. Evet PTT'nin kurulu, alt yapısı hazır sistemlerini asli değerinin beşte birine vermişiz. Devlet ve dolayısıyla milletimiz demek ki bu işten 4 milyar dolar kaybetmiş. Peki kim kazanmış?. İşte bu meçhul. Ama birileri mutlaka kazanmış. İşte başarı bunları düzeltmekte. Bunları düzeltin. Milleti soyulmaktan kurtarın. Bilerek ve isteyerek milletimize giydirildiği anlaşılan enflasyon belasından bu ülkeyi kurtarın. İşte o zaman milletimin gerçek bayramı olacaktır. Galatasaray'ımızın şahsi başarısı bunun yanın da çok sönük kalacaktır.

Herşeye rağmen milletimizin az da olma sevinmesine vesile teşkil ettiği için Galatasaray Klübü'nü candan kutluyorum. Başarılarının daim olmasını diliyorum. Başaracaklarına da inanıyorum.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
24 Nisan 2000 Pazartesi

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=31

***

Bu bir Denktaş Reklamıdır!

Bu bir Denktaş Reklamıdır!


Dr. Tahir Tamer Kumkale
20 Nisan 2000 Perşembe


ELBETTE DENKTAŞ
K.K.T.C = DENKTAŞ
DENKTAŞ VARKEN BAŞKASI ASLA
DENKTAŞ'IN ALTERNATİFİ YİNE DENKTAŞ'TIR
DENKTAŞ'IN İSMİ KIBRIS'TAN BÜYÜKTÜR

Evet bu bir Denktaş reklamıdır.
Aslında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf DENKTAŞ Bey'in kesinlikle reklama ihtiyacı yoktur. Bu yazı 15 Nisan 2000 'de Yavruvatan Kıbrıs'ta yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde diğer Cumhurbaşkanı adaylarının demokrasi ve özgürlük gibi gerekçelerle Sayın Denktaş aleyhinde yürüttükleri çirkin seçim kampanyasını kınamak ve K.K.T.C. Türk Toplumunu uyarmak ihtiyacından kaleme alınmıştır.

Kısaca özetlemek gerekirse Sayın Rauf Denktaş; yani kıbrıs davasının ve özgürlüğünün babası, kurucusu, 26 yıllık yasal ve gerçek lideri dururken ve yeniden cumhurbaşkanı adayı olduğunu açıklamışken, seçimlere 8 adayın katılması düşündürücüdür. Bu adaylar seçim propagandası adı altında zaten bir avuç olan Türk Toplumunu birleştirecek yerde, onu bölük pörçük edecek ve güçsüz bırakacak temaları pervasızca işlemektedirler.

K.K.T.C. gibi küçük bir ülkede dünyaya adeta demokrasi dersi verir gibi çok adaylı ve kıran kırana bir seçim kampanyası sürdürülmesi kanaatimce çok sakıncalıdır. Bu toplumun her alanda dağılmaya değil, tek bir yumruk gibi bütünleşmeye ve bu bütünlüğü her şart ve durumdan istifade ederek dünya kamuoyuna göstermeye ihtiyacı vardır.

Denktaş ismi Kıbrıs ile bütünleşmiştir . Kıbrıs Türk Toplumunun bağımsızlık mücadelesinin her safhasında Denktaş vardır. 26 yıllık mutlu, huzurlu , özgür ve demoktatik yaşamın tamamı onun liderliğinde hayat bulmuştur. 1974'te doğan ve bugün 26 yaşına gelen nesil yaşantısının tamamında Denktaş'ı lider olarak görmüştür. Bu neslin eski ve yeniyi karşılaştırma şansı yoktur. Onlar daima huzur ve güven içinde yaşadılar. İşte K.K.T.C'de bugün gördüğüm manzara şudur. Yenilik , değişiklik ve bilmeden belkide macera arayan bu neslin aklını çelerek oylarını toplamak adına ; şanlı bir geçmiş ve şerefli bir mücadele karalanmak istenilmektedir.

Denktaş; aklı ile, fikri ile, duygularıyla ve tecrübeleriyle herşeyini bugüne kadar olduğu gibi Kıbrıs Türk Halkının emrine vermeye hazır olduğunu açıklamıştır. Denktaş varken ona rakip olmanın demokratik bir mücadele ve hak olarak izahı mümkün değildir. Demokratik mücadele bir toplumun birlik ve beraberliğini tehdit edecek şekilde sürdürülemez ve sürdürülmemelidir.Buna Türk toplumu sandıkta layık olduğu cevabı mutlaka verecektir. Bu kaçınılmazdır. Fakat düşmanların gözü önünde ve sevinçle izledikleri bu mücadele bazı milli değerleri zayıflatmakta, birlik ve beraberlik duygusunun derin yaralar almasına neden olmaktadır.

 *Türk insanı, kadirşinastır ve gerçek bir sağduyu sahibidir.
 *Türk insanı, aklını ve mantığını milli birlik ve bütünlüğü için nasıl ve ne zaman kullanacağını bilecek kadar demokrasi ve hürriyet aşığıdır.
 *Türk insanı, kendisine sahip çıkan liderlerini sonuna kadar destekleyecek manevi ve moral gücüne sahiptir.

Denktaş gibi efsanevi bir liderin karşısına Cumhurbaşkanı Adayı olarak çıkma cesaretlerinden dolayı bu değerli politikacıları da kutlamak mı gerekir? Yoksa; tek bir lider etrafında kenetlenmiş bir toplum görüntüsünü bozdukları ve bunun sonucunda uluslararası arenada arkasında toplumun tamamının desteğinin bulunmadığı bir görüntü yarattıkları için yermek mi gerekir?

İşte kanaatime göre işin püf noktası buradadır. Sorun budur.

Kıbrıs Türk Halkı, yıllardır sürdürdüğü tek bir toplum ve tek bir yumruk gibi olabilme fırsatına hala sahiptir. Yapılacak tek şey Sayın Denktaş'ın etrafında kenetlenerek sorumsuz politikacılara gerekli dersi vermektir.

Ucuz politik hedefler ve basit şahsi çıkarların bir milletin geleceğini ipotek altına almasına fırsat verilmemelidir.
Kıbrıs Türkü tarih önünde yeni bir sınav veriyor. Ya doğruyu görerek mutlu ve huzurlu yaşantısına devam edecek, ya da sonu belirsiz maceraların içine atılacak.

Denktaş'a rağmen Denktaşsız bir Kıbrıs imajını Türk ve dünya kamuoyuna izah etmek mümkün değildir.
 Yanlış yapanlar yanlışlarını düzeltmeli sağduyularını kullanarak adaylıktan çekilmeli ve onlar da Denktaş'ın etrafında bütünleşmelidirler. Doğrusu ve yakışanı da budur.

Kıbrıs Türkünün yeni bir lidere ihtiyacı yoktur. Yeni liderler arayışı içinde bulunulmasını gerektiren bir durum da mevcut değildir. Gereksiz, lüzumsuz ve de zamansız bir davranış olarak değerlendirilmektedir.

Tek isim tek lider etrafında kenetlenmiş bir Türk toplumu imajını devam ettirilmelidir. Yeni lider arayışları abesle iştigaldir.

Hayatını Türk Toplumunun mutluluğu ve gelişmesine adayan Denktaş'ın tarihi misyonu daha bitmemiştir. Türk toplumunun geleceğine verecek daha çok şeyleri vardır. Bunu engellemeye kimsenin hakkı ve gücü de yoktur.

Kıbrıs Türkü; Üzerinde oynanan oyunları görmeli, bölmeye çalışanlara hak ettikleri dersi vermelidir. Kimin önderliğinde daha iyiye ve daha güzele ulaşılacağının bilincinde olmalıdır. Oynanan oyunları mutlaka bozmalıdır. Bozacaktır da.

Sağduyu daima başarıyı getirecektir.

Kıbrıs Türk Halkının mutluluğu için parolası şu olmalıdır.

 Haydi sandığa
 Denktaş varken, başkası asla,
 Denktaşla daima başarıya...

Dr. Tahir Tamer Kumkale
20 Nisan 2000 Perşembe

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=30

***

Avrupa Birliği Eşiğinde AGİT ile ilişkilerimiz (A. Nazmi Çora)

Avrupa Birliği Eşiğinde AGİT ile ilişkilerimiz (A. Nazmi Çora)


Dr. Tahir Tamer Kumkale
10 Nisan 2000 Pazartesi


"TARİHTEKİ  BÜYÜK ADAMLARIN TEK ORTAK NOKTASI, YAPMAKTA OLDUKLARINA İNANMIŞ OLMALARIDIR."

AVRUPA GÜVENLİK VE İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI ( AGİT )' son zirve toplantısı 16- 18 Kasım 199 da İstanbulda yapıldı. Türkiye için son derece önemli kararların alındığı bu zirvede bölge ve dünya güvenliği için alınabilecek birçok tedbir tesbit edildi. Basın ve yayın organları toplantı gündemine ilişkin konularda kamuoyunu bilgilendirmeye çalıştılar.

"AGİT " NEDİR ?, 
TEŞKİLATI NASILDIR ?, 
NASIL ÇALIŞIR ?, 
YETKİ VE SORUMLULUKLARI NELERDİR ? gibi soruların cevapları tam olarak bilinmediği için Türk kamuoyunca yeterli ilginin gösterildiğini söylemek zor. Türkiye'nin AGİT ile ilişkileri artarak devam edecektir. Bu bakımdan yeterli bilgiye sahip olmamız açısından AGİT ile ilgili önemli hususlar aşağıya çıkartılmıştır. Bu çalışmayı hazırlayan Sayın, Ali Nazmi Çora Beye teşekkür ediyor ve yazısını aynen Günün Yorumu'na alıyorum. ( T.T.K.)

AVRUPA GÜVENLİK VE İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI :

Kısaca AGİT olarak bilinen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, 1973 yılında 35 ülkenin katılımıyla Helsinki'de faliyete başlamış ve 1975 yılında 10 temel prensip içeren Helsinki Nihai Senedi kabul edilmiştir. Güvenlik, insan hakları ve ekonomi olmak üzere üç temel konunun ele alındığı bu temel prensipler :

· Devletlerin egemen eşitliği ve egemenliğin özündeki haklara saygı,
· Tehdit veya kuvvete başvurmama,
· Sınırların dokunulmazlığı,
· Devletlerin toprak bütünlüğüne saygı,
· Uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözümü,
· İçişlerine karışmama,
· Düşünce, vicdan, din ve inanç özgürlükleri de dahil olmak üzere insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı,
· Halkların hak eşitliği ve kendi kaderlerini tayin hakkı,
· Devletler arasında işbirliği ve
· Uluslararası hukuk çerçevesinde istenilen yükümlülüklerin iyi niyetle yerine getirilmesidir.

Bu prensipler ile Avrupa'da güvenlik, demokrasi, insan hakları ve ekonomik konuları içine alan bir süreç başlatılmıştır. Bu süreç içerisinde, Paris Şartı, Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA) ve AKKA-1/A, Viyana Belgesi ve Helsinki Belgesi olmak üzere dört temel belge ortaya çıkmıştır. Ayrıca, açık semalar konusundaki görüşmeler de devam etmiş ve 1992 yılında sonuca bağlanmıştır.
1990 yılında Soğuk Savaş sona ermiş, komünizm çökmüş ve bölünmüş Avrupa tekrar birleşmiştir. Bu tarihten itibaren barış içinde, demokratik ve birleşik bir Avrupa'nın yaratılması için AGİK'in kuvvetlendirilmesi gayretleri yoğunlaşmıştır.

24 Mart - 8 Temmuz 1992 tarihlerinde Helsinki'de yapılan 4. AGİK İzleme Toplantısı ve bunun sonucunda 9-10 Temmuz 1992 tarihlerinde yapılan AGİK Zirvesi'nde kabul edilen Helsinki '92 Belgesi ile :

· Güvenlik boyutunda yaptırım gücü arttırılmış,
· İnsani boyutunda insan hakları ile ilgili faaliyetin bir çerçevesi oluşturulmuş,
· Ekonomik boyutunda ise; bilim, çevre, teknoloji ve ekonomi konusunda ülkeler arasında daha fazla işbirliği ortamı yaratılmıştır.

1992 Helsinki Belgesi ile AGİK; barış gücü görevlerine verilmek ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı ile irtibatlandırılmak sureti ile Avrupa'da sorunların barışçı yollardan çözümü için bir platform haline gelmiştir.

Japonya ve Akdeniz ülkeleri ile ilişkilerin geliştirilmesi ile AGİK ilgi alanını genişletmiştir. İnsan hakları ile ilgili yeni unsurların getirilmesi ile üye ülkelerdeki demokratikleşme sürecine katkıda bulunabilecektir.

Oluşturulan yeni güvenlik işbirliği forumu ile; silahsızlanma,silahların kontrolü, güven ve güven arttırıcı önlemler,çatışma önlemi ve buhran yönetimi konularında AGİK daha etkin bir yapıya ve işlerliğe kavuşturulmuş olup, 5-6 Aralık 1994 tarihinde Budapeşte'de yapılan AGİK zirve toplantısı sonucunda yayınlanan siyasi deklarasyon (Summit Declaration) ile AGİK'e yeni bir siyasi ivme verilerek ismi Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı (AGİT) olarak kabul edilmiştir.

TÜRKİYE AÇISINDAN GENEL DEĞERLENDİRME:

Son yıllarda Avrupa'da, Ortadoğu'da, Balkanlar'da, Kafkaslar'da ve Orta Asya'da meydana gelen hızlı ve köklü değişiklikler ile bu değişikliklerin zorladığı yeni dünya düzeni, Türkiye'nin karşısına; kısa, orta ve uzun vadede oldukça karmaşık ve çok boyutlu konular çıkarmıştır.

Değişimlerin yaşandığı bölgelerin, gerek coğrafi açıdan ve gerekse tarih, dil, din, ırk gibi unsurlar açısından Türkiye'ye olan yakınlığı; Türkiye'yi aynı anda bir çok alanda varlık göstermek zorunda bırakmıştır. Türkiye'nin üyesi olduğu veya üyelik için başvurduğu kuruluşlar, Türkiye'ye yeni sorumluluklar yüklemekte ve ilgi alanını genişletmektedir.
Ayrıca, ülkeler milli menfaatlerini korumak ve varlıklarını sürdürebilmek maksadıyla ikili ve üçlü düzeyde biraraya gelerek ortak hareket etmeye başlamışlardır.

Türkiye, kendisinden yardım bekleyen ülkeler, potansiyelinden istifade etmek üzere stratejik işbirliği yapmak isteyen ülkeler ve uzun vadeli milli menfaatleri zarar görebilecek ülkelerin gözlerini çevirdiği, yoğun diplomatik ve üst düzeyli askeri ziyaretlerin bir odak noktası durumuna gelmiştir.

AGİT'İN YAPISI:

AGİT 1 Ağustos 1975 yılında 35 Avrupa ve Kuzey Amerika devleti tarafından imzalanan Helsinki Nihai Senedi ile başlayan avrupada güvenlik ve işbirliği süreci 6 Aralık 1994 Paris zirvesi ile ulaştığı 54 devlet tarafından bir teşkilat haline gelmiştir. Bu devletler şunlardır:

1. NATO'nun 16 Ülkesi:
 (Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya, İspanya, Portekiz, Belçika, Hollanda,
 Danimarka, Lüksemburg ve Yunanistan)
2. Eski SSCB'nin 15 Ülkesi:
 (RF, Beyaz Rusya, Ukrayna, Litvanya, Letonya, Estonya, Ermenistan,
 Azerbaycan, Gürcistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Kazakistan,
 Özbekistan, Tacikistan, Moldava)
3. Eski Varşova Paktının 6 Ülkesi:
 (Polonya, Macaristan, Bulgaristan, Romanya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya )
4. Eski Yugoslavyanın 5 Ülkesi :
 ( Hırvatistan, Slovenya, Sırbistan, Bosna-Hersek, Makedonya)
5. Avrupanın Diğer 12 Ülkesi :
 ( İrlanda, Vatikan, San Marino, Malta, Kıbrıs, Liechenstein, Avusturya,
İsviçre, İsveç, Finlandiya, Monako, Arnavutluk )
6. Toplam: 54 Ülke
Teşkilatta her üye ülke eşit oy hakkına sahiptir.

AGİT'in yapısı; 1990 Paris şartı, 1992 Helsinki sözleşmesi ve 1994 Budapeşte belgeleri ile sürekli değişmiş olup en son durum yansıda görüldüğü gibi , Devlet ve Hükümet Başkanlarından oluşan zirve, Dışişleri Bakanllarından oluşan Bakanlar Konseyi ile Büyükelçilerden oluşan Kıdemli Memurlar Komitesine bağlı organlardan oluşmaktadır. Çatışmaları Önleme Merkezi, Milli Azınlıklar Komiserliği, Ekonomik Forum, Demokrasi Kuruluşları ve İnsan Hakları Bürosu belli başlı organlarıdır. Çatışmaları Önleme Merkezi, Ortak Danışma Grubu ve Güvenlik İşbirliği Forumunuda içermektedir. Parlamenterler Meclisi, AGİT başkanlığının temsil edildiği TROİKA, ÖZEL ÇALIŞMA GRUPLARI ile UZMANLAR VE RAPORTÖRLER de bu yapıyı geliştirmektedir.

ORGANLARI / FONKSİYONLARI:

(1) ZİRVE:
AGİT üyesi devletlerinin, devlet yada hükümet başkanlarının oluşturduğu en üst kademedir. Her iki yılda bir toplanarak, bu süre içindeki faaliyet ve alınan kararları onaylayıcı bir fonksiyonu verdır. Paris Şartı ile kurumlaşmıştır.

(2) AGİT BAKANLAR KONSEYİ:
AGİT 'e üye ülkelerin Dışişleri Bakanlarının oluşturduğu siyasi bir kuruluştur. Yılda en az bir kez toplanır. AGİT sorunlarını incelemek ve zirve toplantılarını hazırlama fonksiyonunu icra eder. Paris Şartı ile kurumlaşmıştır.

(3) PARLAMENTERLER MECLİSİ:
AGİT'e üye ülkelerin parlamenterlerinden oluşur. Yılda en az bir kere bir AGİT üyesi ülkenin başkentinde toplanır. AGİT Konseyi ve AGİT devletlerine danışmanlık fonksiyonu icra eder. Budapeşte Belgesi ile kurumlaşmıştır.

(4) KIDEMLİ MEMURLAR KOMİTESİ:
AGİT'e üye ülkelerin Büyükelçilerinden oluşmaktadır. Bakanlar Konseyinin vekili olarak tüm AGİT faaliyetlerinin yürütülmesi fonksiyonunu icra etmektedir. Yılda bir kere değişen önceki ve sonraki başkanların da içinde bulunduğu TROİKA denilen üçlü bir başkanlık yapısı vardır. (İlki 1991 Almanya, 1992 Çekoslovakya, 1993 İsveç, 1994 İtalya) Paris Şartı ile kurumlaşmıştır. Erken İkaz Buhran Yönetimi, Silahların Kontrolü, Barış Gücü Harekatı, Bölgesel Teşkilatlarla koordinasyon, İnsan Hakları, Demokratikleşme, Ekonomik Alanlarda İşbirliği başlıca görevleri arasındadır.

(5) GENEL SEKRETERLİK:
Bakanlar Konseyi KD, MEM. KOMİTESİ'nin idari desteğini sağlamak için 20 Şubat 1991 'de alınan bir kararla Prag'da kurulmuştur.

(6)ÇATIŞMALARI ÖNLEME MERKEZİ:
İhtilaflarda, askeri faaliyetlerde, Barış Gücü Harekatında, bilgi toplama ve raportör
fonksiyonları olan uzmanlardan kurulu Viyana'da teşkil edilmiş bir merkezdir. Paris Şartı ile kurumsallaşmıştır.

(7) ORTAK DANIŞMA GRUBU:
Çatışmaları önleme merkezine bağlı olarak, antlaşmaların hedeflerine ulaşması maksadıyla,
 ihlaller ve silahların kontrolü ile ilgili sorunların çözümü fonksiyonunu icra etmektedir. Her AGİT devlet temsilcilerindenoluşmaktadır. 1990 Viyana belgesi ile kurumlaşmıştır.

(8) AVRUPA / AKDENİZ GÜVENLİK VE İŞBİRLİĞİ FORUMU:
ÇÖM'e bağlı olup AGİT görev alanlarında önerilerde ve diğer güvenlik teşkilatlarıyla işbirliğinde bulunma fonksiyonları vardır. 1992 Helsinki Belgesiyle kurumsallaşmıştır.

(9)DEMOKRATİK KURULUŞLAR VE İNSAN HAKLARI BÜROSU:
KMK'ne bağlı olup üye ülkelerdeki seçimlerle ilgili bilgi teatisinde bulunmak, insan hakları problemleri konusunda bilgi toplamak gibi fonksiyonlar icra eder. Varşova'da kurulmuştur. Helsinki 1992 Belgesi ile kurumlaşmıştır.

(10) MİLLİ AZINLIKLAR KOMİSERLİĞİ :
KMK'ne bağlı olup üye ülkelerdeki azınlıkların durumları konusunda AGİT üyelerinin dikkatinin çekilmesi fonksiyonu vardır. Helsinki İzleme TPL (1992) ile kabul edilmiştir.

(11) EKONOMİK FORUM :
KMK'ne bağlı olup, serbest pazar ekonomisi faaliyetlerinin teşviki fonksiyonunu icra etmektedir. Oslo izleme toplantısı (1991) ile kurumlaşmıştır.

(12) ÖZEL ÇALIŞMA GRUPLARI / UZMANLAR/ RAPORTÖRLER:
Bağımsız kuruluşlar, şahıslar sorunlarının çözümünde görev almaktadır. Çalışma gruplarında 7 dil kullanılmakta olup Türkçe bunlardan biridir.

KARAR MEKANİZMALARI:

(1) AGİT üç boyutta mekanizmalarını işletmektedir.
 (a) GÜVENLİK BOYUTU (GGAÖ ve AKKA)
 (b) EKONOMİK BOYUT ( İŞBİRLİĞİ VE SORUMLULUKLAR )
 (c) İNSANİ BOYUT ( İNSAN HAKLARI, DEMOKRASİ, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ )
(2)Kararların alınmasında her ülke eşit oy hakkına sahiptir.
(3) Kararlarda büyük ölçüde consensus, oybirliği aranmaktadır.
(4)Karar süreci
 (a) İZLEME (TAKİP) TOPLANTILARI
 (b) İHTİSAS KOMİSYONU KONFERANS / TOPLANTILARI
 (c) BAKANLAR KONSEYİ TOPLANTILARI ile gerçekleştirilmektedir.
(5) Karar mekanizması unsurları
 (a) YILLIK BİLGİ DEĞİŞİMİ
 (b) TEMASLAR
 (c) ASKERİ FAALİYETLERİN ÖNBİLDİRİMİ / GÖZLENMESİ
 (d) ZORLAYICI / KISITLAYICI HÜKÜMLER
 (e) DENETİM
 (f) DEĞERLENDİRME RAPORLARI
 (g) YILLIK DEĞERLENDİRME TOPLANTILARI (Yazan: A. Nazmi Çora)

Dr. Tahir Tamer Kumkale
10 Nisan 2000 Pazartesi

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=28

***

Taksim'de Spor faciası ve holigan dehşeti

Taksim'de Spor faciası ve holigan dehşeti


Dr. Tahir Tamer Kumkale
7 Nisan 2000 Cuma


"RÜZGARIN YÖNÜNÜ TAYİN EDEMEYİZ... FAKAT GEMİLERİN SEYRİNİ AYARLAYABİLİRİZ."

Spor gençliktir, güzelliktir. İnsan bedeninin ve ruhunun geliştirilmesidir. Daha sağlıklı düşünebilmek ve hayatı bütün güzellikleri ile yaşayabilmek için insanlar için spor çok önemlidir. Tarihin ilk çağlarından itibaren insanların sporla ilgilenildiği bilinmektedir. Zaman içinde spor kurumsallaşmış, sistemleşmiş, ekonomik ve uluslararası boyutlar kazanmıştır.

Ülkeler arası spor müsabakaları giderek centilmenlik ve spor karşılaşması olmaktan çıkmıştır. Spor karşılaşmaları adeta ülkelerin kıyasıya mücadele ettiği ortamlara dönüşmüştür.

Bugün bütün dünyada kitleleri peşinden sürükleyen en yaygın spor dalı FUTBOL'dur. 1820'de İngiltere'de doğan bu oyun, 1863 te kuralları konularak günümüze kadar geldi. İngiltere Futbol'un beşiği olarak bilinirken, HOLİGAN ismi verilen azgın taraftarları ile bu spora şiddet, saldırı , kan ve vahşeti getiren ülke olarak ta tarihteki yerini aldı.

1970 lerde önce İngiltere içindeki lig maçlarında başlayan HOLİGAN dehşeti giderek İngiliz takımlarının oynadığı dış sahalara taşındı. Geçen 30 yılda yabancı ülkelere maç yapmaya giden İngiliz takımlarının taraftarlarının ; hemen hemen her ülkede müsabaka öncesi ve sonrasında olay çıkartarak ortalığı savaş alanına çevirmesi adeta olağan hale geldi. Uluslararası Futbol yöneticileri tarafından defalarca İngiltereye dış sahalarda maç yapma yasağı getirilirken, pek çok maçta da hükmen yenik olarak ilan edildiler. Medeniyetin ve üzerinde güneş batmayan dev İngiliz Milletler Topluluğunun lideri bir ülkenin temsilcilerine yakışmayan olaylar verilen bütün cezalara rağmen maalesef önlenemedi.

Bu defa da İstanbul Taksim Meydanı kana bulandı. Dün gece LEEDS takımı ile İstanbula gelen Holigan Grubundan iki kişi malesef çıkan kargaşa ortamı sonucunda hayatlarını kaybetmişlerdir. Ayrıca 5 kişide yaralanmıştır.

Gün boyu basın organları olayı enine boyuna dünyaya taşıdı. Olayın ,içeri ve dışarıdaki yansımaları bütün yönleri ile anlatıldı. Sebep ne olursa olsun spora ölüm karıştırmanın affedilir ve bağışlanabilir bir yönü olamaz. Olayın failleri derhal bulunup yargı önüne çıkartılmalı ve en ağır şekilde cezalandırılmalı ve dünya kamuoyu bilgilendirilmelidir...Bu gibi olayların iki ülke arasında misilleme yapılmasına yol açmayacak şekilde tedbirler gecikmeksizin alınmalıdır.

"GALATASARAY'LI HİÇ BİR TARAFTAR LEEDS ŞEHRİNE VE MAÇA GELMESİN" şeklindeki resmi ağızlardan yapılan beyanatlar ise; spor ve spor ahlakı açısından son derece yanlış,sakıncalı ve de tehlikelidir. Bilakis önümüzdeki hafta stadın yarısı Galatasaray seyircilerine tahsis edilerek birkaç kendini bilmezin yarattığı kaos ortamının spor camiasının kurallarını bozamayacağı hususu dünya spor kamuoyuna gösterilmelidir.

EĞER BİR ÜLKENİN TARAFTARI BİR DİĞER ÜLKEDE MAÇ İZLEYEMEYECEKSE BU GİBİ DEV ORGANİZASYONLARIN YAPILMASINA LÜZUM YOKTUR. Bu durumda her ülke kendi içinde kalır ki, bu da ekonomik bir devin kendi kendini katletmesi olur.

Burada varsa suçlu; yeterli tedbir alamayan her iki tarafın güvenlik kuvvetleridir. Holigan vahşeti yeni değildir. Bütün dünya bilmektedir. Ayrıca bu gibi olayları yaratanların kimlikleri de İngiliz polisince bilinmektedir. Nitekim bu isimler sonradan bildirilerek sahaya sokulmamaları için İstanbul polisine bildirilmiş ve şahışlar sahaya alınmamıştır. Olayların olabileceği gözönüne alınarak ,maç için gelen bütün İngilizler kontrol ve denetim altında bulundurulur ve bu müessif hadiselerin olması önlenebilirdi. İnşallah bundan sonrası için ders olmuştur.

Vahşeti şiddetle kınıyorum. Hele spora vahşet karıştırmayı kesinlikle affetmiyorum. Fakat milyonlarca insan içinden çıkan birkaç kendini bilmezin sebep olduğu polisiye bir olayın iki ülke ilişkilerini etkileyecek tarzda İngiliz yetkililerince yorumlanmasına da anlam veremiyorum.

Spor bir centilmenlik oyunudur. Nitekim dün gece bu centilmence mücadeleye Ali Sami Yen Stadında birlikte şahit olduk. Yenmek ve yenilmek önemli değildir. Önemli olan centilmence mücadele ederek bu işten haz almak ve neşelenmektir. Spor savaş değildir. Sahalarda savaş alanı değildir. Bugün sen yenersin. Yarın da ben seni yenerim. Yenmek kadar yenilmeninde faydalı tarafları vardır. Yenilgi insanları kamçılar,onları geliştirir. Daha iyiye ve daha güzele gitme arzularını güçlendirir. "Her çıkışın bir inişi vardır" sözü unutulmamalıdır.

Sonuç olarak ;spor adına yapılan vahşeti bir kere daha şiddetle kınıyorum. Bunun sonuncu ve ders alınacak örnek olmasını diliyorum. İngiliz Hükümetine ve kamuoyuna da buradan çağrıda bulummak istiyorum.

 - Lütfen sağduyulu olunuz.
 - Birkaç kendini bilmez insanın yarattığı hadiseleri büyüterek spora leke sürmeyiniz.
 - Ülkenizin kapılarını sonuna kadar Galatasaray taraftarlarına açarak üzerinizdeki HOLİGAN lekesini siliniz.
 - Futbolu siz dünyaya getirdiniz, mezara siz koymayınız.
 - Kazananın Leeds veya Galatasaray değil futbol olmasına katkıda bulununuz. Biz
 Türklerin bu konuda size her türlü desteği vereceğini de unutmayınız.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
7 Nisan 2000 Cuma

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=27

***

8 Aralık 2018 Cumartesi

5+5 Cumhurbaşkanı


5+5 Cumhurbaşkanı



Dr. Tahir Tamer Kumkale
30 Mart 2000 Perşembe


"KABİLİYETLİ ÇIRAK, USTADAN USTA OLUR."

Uzun ve karmaşık çalışmalardan sonra iktidar partilerinin desteği ve isteğiyle Sayın Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel'in yeniden seçilmesini sağlayacak anayasa değişikliği nihayet 29 Nisan'daT.B.M.M. gündemine geldi. Yapılan bütün uzlaşı çağrılarına ve Sayın Başbakan Ecevit'in bütün ikna konuşmalarına rağmen sonuç iktidarın beklediği gibi olmadı. Milletin beklediği gibi oldu. Yapılan ilk tur oylamalar Anayasa değişikliği için geçerli 367 oy'un bulunamayacağını gösteriyor. Değişiklik geçse bile, kulisler; milletin vekillerinin artık Demirel'den başka bir yüz görmeyi arzu ettiklerini haykırıyor.

Kimsenin kuşkusu ve korkusu olmasın yüce meclisimiz yeni Cumhurbaşkanımızı 16 Mayıs'ta Çankaya'ya uğurlayacaktır. Her kim seçilirse seçilsin yeni Cumhurbaşkanımız büyük bir liyakat ile ülkemizi yönetecektir. Çünkü demokrasi şahışların değil, sistem ve kuralların hakim olduğu rejimin adıdır. Türk devlet yönetimi güçlüdür. Türkler devlet yönetiminde dünyada eşine rastlanmayacak kadar çok tecrübe kazanmıştır.

Şimdi cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olarak daha öncede vurguladığım düşüncelerimi bir kere daha açıklamak istiyorum.

Cumhurbaşkanımız büyük devlet adamı Sayın Süleyman DEMİREL bugün tam 76 yaşındadır. Yasal bekleme süresi 16 Mayısta dolmaktadır. Anayasmız bir kişinin 7 yıl süre ile ve sadece bir kere seçileceğini öngördüğü içindir ki Sayın Demirelin anayasa değişmeden yeniden seçilmesi hukuken mümkün değildir. Şimdi T.B.M.M. büyük bir ciddiyetle 16 Mayıstaki bu seçime hazırlanmaktadır. Meclis ve Türkiye'nin gündemi bu seçime kitlenmiştir.

Allah sağlıklı ve uzun ömürler versin. Sayın Demirel; 38 yaşında genç bir bürokrat iken yeni kurulan Adalet Partisi'ne girdi. 1964 yılında 40 yaşında iken partinin başına geçti. Siyaset alanında çok yeni ve tecrübesiz olmasına rağmen 41 yaşında ve fevkalade kritik günlerde başbakanlık koltuğuna oturdu.

1965-1971 yıllarında bu genç ve tecrübesiz politikacının önderliğinde ülkemiz; çok istikrarlı ve daima yükselen bir kalkınma hamlesi sergiledi. Demirel ; başbakan olduğunda lisede öğrenci idim. Gençliğim, orta yaşım ve emekliliğim SÜLEYMAN DEMİREL'in iktidar, muhalefet ve Cumhurbaşkanlığı ile geçti. Gözümüzü açtık O'nu gördük. Büyüdük ve hala O'nunla yaşıyoruz. Görünen manzara o'dur ki daha birkaç yIl yine O'nunla yaşayacağız. Bizim neslimizin değişmez kaderi ve yazısı bu.

Sayın Demirel'in bilgisine, görgüsüne, devlet tecrübesine erişmek ve bu konuda olumsuz bir söz söylemek mümkün değil. Bu bakımdan herkezden tam puan alır. Fakat kendisine tam puan veremediğimiz hususlarda mevcuttur. Tam puan vermediğimiz hususlar bu yetenekleri ile ilgili değildir. Neden hala bu memlekette kendisine ihtiyaç duyulmasıdır.

Sayın DEMİREL; kırk yaşında partisini iktidara taşımış, başbakan olmuş, bu görevide büyük bir başarıyla yerine getirmiş bir devlet adamı olarak ; kendisinden sonra gelen gençlere neden fırsat tanımamıştır? . Daima en iyi kendisinin bu ülkeye hizmet edebileceğini göstererek yükselme yolundakilerin önünü tıkamıştır.? Nerededir 2000'li yılların dünyasına yön vereceği varsayılan Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan ve üst düzey yönetici adayları.?

Demokrasi ve buna dayanan Cumhuriyet rejimleri şahıslarla kaim değildir. Sistemler ve kurallar rejimidir. Şahısların hakimiyeti kırallık ve dikta rejimlerinde görülür. Demokrasileri belirli şahıslarla yürütmeye çalışmak gerçekçi değildir ve sistemin tabiatına aykırıdır. Bugün burada hala ayni şahısların vazgeçilmezliği tartışılıyorsa sistemde önemli arızaların olduğunu varsaymak gerekir.

Sayın Demirel'in bir kere daha seçilebilmesi için anayasamızın ilgili maddelerinin
değişmesi gerekir. Bunun içinde T.B.M.M. üye tamsayısının üçte ikisinin evet oyu gerekiyor. Bu sayının tutturulması için bütün partilerin uzlaşması gerekiyor.

Şimdi; sayın Cumhurbaşkanımızın çağdaşı olan ve 1957 yılında CHP milletvekili olarak başladığı siyasi hayatına bugün başbakan olarak devam eden ve yıllarca en büyük muhalifi olduğunu bildiğimiz Sayın Bülent ECEVİT'in önderliğinde " Sayın Demirel'i Yeniden Cumhurbaşkanı Seçme" kampanyaları yürütülmektedir.

"Bu ülkeyi ancak Demirel yönetebilir. Başkasının seçilmesi ülkemiz için felaket olur." gibi ifadeler basınımızda sık sık görülmeye başlandı.

Sayın Başbakanımız haklıdır. Söyledikleri doğrudur. Bugün sadece ülkemizde değil, dünyada Sayın Demirel'den daha tecrübeli ve yetenekli bir politikacı yoktur. Fakat benim kanaatime göre ;artık bu bilgi ve tecrübesini yönetimde kullanmasının değil, yeni nesillere aktarmasının zamanı gelmiştir. Arkadan gelecek gençler nasıl yetişecekler.? Başbakan ve Cumhurbaşkan? olmak için 30-40 yıl bekleyecekler mi? Sayın Demirel 41 yaşında başbakan olduğu zaman bugün kendisinin oturduğu makamlar kendi önünü açmasalardı ve kendisine bu şansı vermeselerdi bugünkü tecrübesine erişebilir miydi.?

1965' lerin genç ve tecrübesiz başbakanı Süleyman Demirel ilk beş yılında adeta yönetim harikası gerçekleştirmişti. Atatürk 39 yaşında T.M.M.M. Başkanı, 40 yaşında Başkomutan, 42 yaşında ise Cumhurbaşkanı olmuştu.

 - Bu ülkede yeni Demireller artık yetişmiyormu ?
 - Bu ülkenin okullarından artık adam çıkmıyormu ?
 - Yoksa yetişiyorda kendilerine imkan mı verilmiyor.?

Eğer yoksa ve yetişemiyorsa sistemde arıza var demektir. Eğer sistem iyi çalışıyorsa , bu ülkenin yetişmiş genç beyinleri neredeler ?

 * Göreve talip değiller mi ?
 * Yoksa görev verildide görevden mi kaçtılar ?
 * Gençlerin önü ne zaman ve nasıl açılacaktır.?
 * Gençlere ne zaman güvenilecektir.?

Kanaatimce; millete güvenmek ve bu milletin içinde var olduğu bilinen değerleri
destekleyerek , önemli görevleri üstlenmesinden korkmamak gerekir. Bu milletin içinden daha nice Demirel'ler, Ecevit'ler çıkacaktır. Ülkemizde nice yetişmiş beyin, kendilerine fırsat tanınmasını ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyor.

Korkmayın verin fırsatı. Allah hepinize uzun ömürler versin. Ama bilinki; bu gençler yine sizi sayarlar ve engin tecrübenizden yararlanmak için sizi baştacı ederler.

Eğer kendinizi vazgeçilmez kabul edip yerinizi liyakatli gençlere bırakmazsanız; ve yönetici olmakta israr ederseniz; engin tecrübelerinizi sizden sonra gelen nesillere anlatacak ve bilgi birikiminizi kağıda döküp gelecek kuşaklara aktaracak zamanı bulamayabilirsiniz.

Sizin bilgi ve tecrübenize bu ülke insanının ihtiyacı vardır. Bunu kendinizle beraber götürmek lüksüne sahip değilsiniz. Günlük yoğun çalışma şartları içinde bunu yapabilmeniz ise imkansızdır. Bunun için;

LÜTFEN ARTIK ÇEKİLİN VE GENÇLERİN ÖNÜNÜ AÇIN...

Koltuğa bu kadar yapışmanızın ve vazgeçilmez olduğunuzu düşünmenizin millete hizmet aşkından kaynaklandığını hepimiz biliyoruz.
Sizler büyüksünüz. Büyüklüğünüzü sıranın artık başkalarında olduğunu görerek dahaiyi sergileyebilirsiniz.
Bu ülkenin siz olmadanda büyüyecek ve güçlenecek bir olgunluğa eriştiğini lütfen kabul edin ve gereğini yapın.
Bunu yapınki, bu millet vatanın her köşesine birer heykelinizi dikerek sizi ölümsüz kılsın.Sizi tarih içindeki şanlı yerinize oturtsun.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
30 Mart 2000 Perşembe


http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=25

***

7 Aralık 2018 Cuma

İYİ İNSANLARA BİLDİRİYORUM,

İYİ İNSANLARA BİLDİRİYORUM



Özgeçmişim ; 

    1947 yılında Zonguldak’ta doğan Tahir Tamer Kumkale; 1960' yılında Selimiye Askeri Ortaokulunda askeri üniforma ile tanışmıştır. 1966'da Topçu Asteğmeni olarak Kara Harp Okulunu, 1967’de Topçu ve Füze Okulunu, 1977'de Kara Harp Akademisini, 1984'de Silahlı Kuvvetler Akademisini bitirmiştir. 

Asker Kumkale, otuz yıl Türk Silahlı Kuvvetlerinin çeşitli birimlerinde Topçu Bölük/Batarya, Piyade Tabur ve Mekanize Piyade Alay Komutanlığı yapmış ve Karargâh görevlerinde çalışmıştır. 1983-1985 yıllarında kuruluşunda görev aldığı Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Toplumla İlişkiler Başkanlığında (Psikolojik Harekat Teşkilatı) yöneticilik yapmıştır.1996’da Harp Akademileri Komutanlığı Askeri Bilimler Araştırma Merkezinden Kurmay Kıdemli Albay rütbesi ile emekli olmuştur.

1968-1969 yıllarında Sultanahmet İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinde okuyan Kumkale, 1986’da Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü doktora programını “Atatürk’ün Ekonomik Görüşleri “konulu tezi ile bitirerek Cumhuriyet Tarihi doktoru olmuştur. 

1978 yılından başlayarak üniversitelerimiz başta olmak üzere Türk toplumunun aydın kesimine hitaben iki binden fazla konferans vermiştir. Bu konferanslarda; "Türkiye’de Yıkıcı ve Bölücü Akımlar", “Türk Tarihi ”, "Atatürkçülük" ve "Türk Kültürü“ konularını işlemiştir. 

1980-1983 yıllarında TRT Televizyonunda yayınlanan; "Canlı Tarih"," Tarihte Ermeniler", "Boy Hedefi Türkiye", "Neden Hedef Türkiye", "Vatan Borcu " gibi filmlerinin yapım ve yönetimini üstlenmiştir. 2007’de “Çanakkale Kumkale Muharebelerinin 92nci Yılında Birinci Anma Töreni” konulu belgeseli hazırlamıştır. 

1987 yılında Trakya Üniversitesi fakültelerinde vermeğe başladığı Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi derslerine 1995 yılından itibaren İTÜ’de, 1997’den itibaren Fatih Üniversitesinde devam etmiştir. 2000–2002 yıllarında Fatih Üniversitesinde “Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölümü ve Atatürk Araştırma Merkezi Koordinatörü” olarak görev yapmıştır.

15 yıl Genelkurmay Türk Askeri Tarih Komisyonu Genel Kurul üyesi olarak görev yapan Dr. Kumkale’nin basılmış 20 kitabı mevcuttur. “Türk-Rus İlişkileri”, “Türklerde Motivasyon ", "Neden ve Nasıl Atatürkçülük”, “Kıbrıs’ta Sona Doğru”, “Küçük Adada Büyük Oyunlar”, “Beynimizi Kimler ve Nasıl Yönetiyorlar” , “ Atatürkçü Olabilmek”, “ Türk İnsan Mühendisliği” , “Papanın Gizli Türkiye Senaryoları”, “Soykırım Yalanları”, “Derin Devlet”, “Atatürk’ün Ekonomik Mucizesi”,” Devr’i Tayyip”, “Psikolojik Savaş” ve “Asimetrik Savaş” eserlerinden bazılarıdır. 

10 Ocak 2000’de açtığı "BİLDİRİ-YORUM" isimli sitesinde ( http://www.kumkale.net ) Türkiye’nin güncel sorunlarına ilişkin fikir ve düşüncelerini açıklamaya devam etmektedir. Dr. Tahir Tamer Kumkale, 1997’de BİZİM ANADOLU Gazetesinde başladığı köşe yazarlığına ÖNCE VATAN, HÜR YILDIZ, GÜNBOYU, TÜRKHABER ve ULUSALSES gazetelerinde güncel olarak devam etmiştir.

Evli ve üç çocuk babası olan Tahir Tamer Kumkale İngilizce bilmektedir.


Hakkımda...

Fotoğraflarım  ;  http://www.kumkale.net/fotograflarim/

Filmim  ; https://www.youtube.com/watch?v=oDY5zpwOOQU&feature=youtu.be

Kitaplarım;  https://www.kitapyurdu.com/yazar/dr-tahir-tamer-kumkale/3763.html


Yazı linklerim  ;  http://www.kumkale.net/yazilinklerim.asp


( Yazı linklerim )

İYİ İNSANLARA BİLDİRİYORUM..... http://www.kumkale.net 

İYİ İNSANLARA BİLDİRİYORUM..... http://www.bildiriyorum.com 

ULUSALSES GAZETESİ ................. http://www.ulusalses.net 

HÜRYILDIZ GAZETESİ ................... http://www.huryildiz.com 

BİZİM ANADOLU GAZETESİ ........... http://www.bizimanadolu.com.tr 

YENİDEN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ .. http://www.y-tm.com  

HABER AKADEMİ ........................... http://www.haberakademi.net  

TURANSAM .................................... http://www.turansam.org 

TÜRKİYE GAZETELERİ ................. http://www.turkgazeteleri.com 

İKİNCİ VATAN................................. http://www.ikincivatan.eu 

TÜRKÇÜLERİN KAVŞIT YERİ ....... http://www.altaylı.net 

ASKER HABER .............................. http://www.askerhaber.com 

HABERDERGİ .................... ........... http://www.haberdergi.net 

ANTİGAZETE ................................. http://www.antigazete.com 

HABER KRİTİK, 
Güncel Haber Gazetesi .. http://www.haberkritik.net/    )




http://www.kumkale.net/hakkimda.asp

VATAN PARTİSİNE DÜŞEN GÖREV; EMEKLİYE DÖRT MAAŞ İKRAMİYE VERİLMESİ OLMALIDIR.

VATAN PARTİSİNE DÜŞEN GÖREV; EMEKLİYE DÖRT MAAŞ İKRAMİYE VERİLMESİ OLMALIDIR




25 Mart 2015


Gerek askeri hayatımın ve gerek siyasi hayatımın bütün devir ve bölümlerini işgal eden mücadelelerimde daima hareket prensibim, milli iradeye dayanarak milletin ve vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1928)

Başbakan Davutoğlu diyor ki; Kılıçdaroğlu aynı bir miras yiyici gibi davranıyor. Bizim biriktirdiğimiz paraları 4 ayda bitirmeyi planlıyor. Kılıçdaroğlu çıkmış diyorki; ”Biz emeklilere 2 maaş ikramiye vereceğiz” vereceksin de nereden vereceksin bu parayı. Biz kasada biriktirdiğimiz paraları onun için biriktirmedik. Kılıçdaroğlu aynı bir miras yiyici gibi davranıyor. Bizim biriktirdiğimiz paraları 4 ayda bitirmeyi planlıyor.”

CHP Kurmayları bu sözü alın ve seçim propagandasında fütursuzca kullanın. 11 Milyon emekli var. Eşi ile beraber 22 milyon oy eder.

Bastırın kağıdın bir yanına Kılıçdaroğlunun Noter Senedini, diğer yanına da Davutoğlunun sözlerini.. Sonra emeklilere; Sen hangisini istiyorsun? diye sorun.. Yalnız burada küçük bir detay var. Bu yazıyı ev ev dolaşıp her emekliye ulaştıracaksın. Onları düşünmeye zorlayacaksın. Efendim ben İnternet ve sosyal medyadan söylemiştim demeyeceksin. Bilindiği gibi emekliler İnternet kullanan bir nesil değil.

Peki CHP bunu başarabilir mi?

Neden olmasın. Eğer iktidar olmak gibi bir hedefleri varsa yapabilirler..

Ama ben tabanının tüm desteğine rağmen CHP yönetiminin iktidar söylemlerini eyleme geçirmek gibi bir hedefleri olmadığını görüyorum.

İki maaş ikramiye söylemi halk nezdinde önemli bir sinerji yaratmıştır.

Burada VATAN PARTİSİ yönetimine düşen iş 22 milyon emekliye umut vermek olmalıdır.

CHP iki bayram vaat ederek bunu noterde tescil ettirmiştir. Şimdi VATAN’a düşen görev 3 ayda bir maaş alan emeklilere, üç ayda bir dört maaş verileceğini müjdelemektir. Yani yılda toplam dört maaş ikramiye verilecektir.

Aslında bu proje Başbakanın söylediği gibi kasada biriktirilen paranın israfı değildir. Aksine bu hareketle kasada biriktirilerek saraylara yatırılan paraların hızla talep yaratarak ekonomiye dönmesi ve üretimin arttırılarak işsizliğin önlenmesi için bir itici gücü sağlanmış olacaktır.

Yani bir taşla iki kuş vurulacak, hem millet hemde devlet kazanacaktır.

Vatan Partisi için yönetime gelmek bir zorunluluktur. Yönetime konuşarak değil halkın oyu alınarak gelinir. Halkın oyu için size güvenmesi ve sizde umut görmesi önemlidir. Emekliler çok önemli bir oy kaynağıdır ve maddi açıdan çok zor durumdadır. Onlara siz umut vermezseniz diğerleri verir.

Dolayısıyla oyunu kuralına göre oynamak zorundasınız.

https://kumkale.wordpress.com/2015/03/25/vatan-partisine-dusen-gorev-emekliye-dort-maas-ikramiye-verilmesi-olmalidir/



***

HAYAL KENT/ KUMKALE, ÇANAKKALE 1915 DONANMA BOMBARDIMANI İLE TARİHTEN SİLİNEN OSMANLI KASABASI.


HAYAL KENT/ KUMKALE, ÇANAKKALE 1915 DONANMA BOMBARDIMANI İLE TARİHTEN SİLİNEN  OSMANLI KASABASI.




17 Mart 2015


Ben ordunun kayıtsız şartsız, bütün esrarı ile Alman heyet-i askeriyesine tevdi ve teslim edilmesinden çok müteessir idim. Daha karar verilmezden evvel tesadüfen bu vakaya muttali olduğum vakit, sesimin erişebileceği makamata kadar itirazatta bulunmağı vazife addetmiş idim. Hiç kimse itirazlarıma cevap vermedi. Cevap vermeye lüzum görmedi. Mustafa Kemal(1916)

“HAYALETKENT/ KUMKALE” İsimli kitabım 18 MART 2015 tarihinde AMAZON Yayınlarından çıkmış ve okuyucuların hizmetine sunulmuştur.

Halen amazon yayınlarından çıkan diğer 21 kitabım gibi “Hayalet Kent/Kumklae” kitabım, kitapçılardan değil, internet vasıtasıyla aşağıdaki adresten temin edilebilir. Siparişler dünyanın her noktasına en geç üç gün içinde DHL kargo ile ulaştırılmaktadır.

(http://www.amazon.com/Kumkale-Hayalet-Dr-Tahir-Tamer/dp/1508874425/ref=sr_1_1?ie=UTF8&qid=1426595624&sr=8-1&keywords=tamer+kumkale)

Bu yıl 18 Mart ve 25 Nisan 2015’de onurla yad edeceğimiz binlerce kahramanlık destanının yazıldığı  Çanakkale Savaşının üzerinden tam bir asır geçmiştir. Bu savaşın milletimiz için ve özellikle ailemiz için çok özel bir anlamı vardır. Çünkü daha nice yüzyıllar taşınacak soyadımız Çanakkale-Kumkale savaşında kan dökerek alınmıştır.

Çanakkale Savaşlarında yönetim katı tarafından iyi bilinen ama dile getirmekten özellikle kaçınılan bir tarihi gerçek vardır. Bu gerçek 300 yıllık alt yapısı ve kültür zenginliği ile tanınmış Kumkale Nahiyesinin 25 Nisan 1915’te Fransız müstemleke askerlerinin yaptıkları çıkarma sonunda tamamen yakılıp yıkılarak bir daha oturulamaz hale getirilmesi ve dolayısıyla bu tarihi kasabanın  tarihten silinmiş olmasıdır.

Bu kitabın hikayesi 25-27 Nisan 1915’te, yani tam bir asır önce Çanakkale Boğazını aşıp İstanbula ulaşmaya çalışan dünyanın en büyük donanmasının  topçu ateşleri ile tarihten sildiği 300 yıllık bir Osmanlı kasabasının etrafında dönmektedir.

Soyadımız Kumkale’dir. Ama ailemiz Kumkale’li değildir. Kumkale, ile olan ilgimiz;  Osmanlı yüzbaşısı olan dedemiz Tahir Beyin 1914 yılı Kasımında Çanakkale’yi savunmak için İstanbul’da teşkil edilen 3 üncü Tümen, 39 uncu Piyade Alayı, 1 inci Taburuna 2 nci Piyade Bölük Komutanı olarak atanması ile başlamıştır. Muharebeden tam 92 yıl sonra Kumkale muharip gazisi olan dedesi Tahir Kavak Bey ile ayni ismi taşıyan torunu Emekli Kurmay Albay Tahir Tamer Kumkale’nin  bölgede Kumkale Muharebesinin anısını ve Kumkale Kültürünü yaşatmak için yaptığı çalışmalarla bu ilgi devam etmiştir.

1915’te tamamen yıkılıp yokedilen eski Kumkale Nahiyesi’nin yeniden canlandırılması ve Kumkale Şavaşı şehit ve gazilerine hakkettikleri değerin verilmesine, en az Gelibolu şavaşlarının şehit ve gazilerine gösterilen ilginin aynisinin Kumkale’de de gösterilmesine kadar çalışmalara devam edeceğim. Ve bu can bu bedende kaldığı sürece  şehitler diyarı Kumkale’nin anısını daima yüceltmek için çalışmalarımı özveri ile sürdüreceğim.

Çanakkale 1915 destanını yaratanlar bize bu ülkeyi kanlarıyla ve canlarıyla armağan ettiler. Ülkeyi sonsuza kadar yaşatmak, fakat yaşananlardan ders alarak ayni acıları yaşamadan huzur ve refah dolu bir gelecek temin etmekte bizim nesillere düşüyor. Bize bu kutsal vatan topraklarını emanet eden bu nesilleri çok iyi tanımak ve onları iyi anlayarak yeni nesillere anlatmak zorundayız.

Peki, biz, 20 nci yüzyılın askerlik tarihindeki en büyük anıtı olan ve şimdi de 100’üncü şeref yılını milletçe idrak ettiğimiz Çanakkale Savaşını yeterince biliyor muyuz?

Keşke, bu sorunun cevabı olumlu olsaydı. Ve biz gençlerimizi Çanakkale savaşı ruhu ile yetirebilseydik. Keşke, Türk milleti olarak vatan topraklarımız için neler yapabileceğimizi bizlere kanlarıyla ispatlayan aziz ecdadımızın kutsal emanetlerine sahip çıkabilseydik..

Ben bu kitapla Çanakkale Zaferinin 100 üncü yılı anma törenleri vesilesiyle  dedem Kumkale Malul Muharip Gazisi Tahir Beyin aziz hatırasını yaşatmak istedim. Yüz yıl önce bir gecede tamamen yıkılarak tarihten silinen bir Osmanlı şehrinin yıkılmasına şahit olan dedeme ahde vefa borcunu ödemek istedim. Bugün sadece harabeleri kalan ve tamamen unutulmuş olan Kumkale Kasabası çevresinde olanları gündeme getirmeye çalıştım. Ben belki Kumkale için yaptıklarımla sonuca tam başarıya ulaşamadım. Ama iyi bir kapı açtım. İnanmış kişilerin yapılan tüm engellemelere rağmen bazı şeyleri başarabileceklerini belgelemek istedim.

İnanıyorum ki bizden sonraki nesiller de Kumkale’yi sahiplenecek ve tarihteki haklı yerine taşıyacaklardır. Bize kanlarıyla bu toprakları vatan yapan aziz ceddimin ruhları şâd, mekanları cennet olsun.

Dr. Tahir Tamer Kumkale

http://www.kumkale.net

www.kumkale.wordpress.com

https://kumkale.wordpress.com/2015/03/17/hayal-kentkumkale-canakkale-1915-donanma-bombardimani-ile-tarihten-silinen-osmanli-kasabasi/


***

3 Aralık 2018 Pazartesi

DERİN DEVLET NEDİR? (III)

DERİN DEVLET NEDİR? (III)


Dr. Tamer KUMKALE 
ttkumkale@oncevatan.com.tr 
28 Şubat 2007

Dr. Tamer KUMKALE












Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında cumhuriyet müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmaya hazırız. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1923) Derin devlet; binlerce yıldan beri cihan devletleri oluşturmuş Türk milletinin genlerinde yaşayan devlet kavramının devlet memurlarında ortaya çıkmasıdır. Bu davranış biçimi ve ruh hali ile insanlarımız kanunların verdiği yetki ve sorumluluklar içinde kalarak devleti sahiplenirler. Bu olması gereken iyi bir haslettir. Bizim dışımızdaki milletlerde sık görülmeyen özelliklerden biridir. Milletimizin ve dolayısı ile devletimizin gücüdür. Devlet içinde kümelendiği belirtilen ve derin devlet olarak isimlendirilen oluşumlar gerçekte birer menfaat çetesidir. Bu çeteler küresel mihraklar tarafından bilerek ve planlı bir şekilde devlet içine yerleştirilmişlerdir. Bunların örneklerine rüşvet başta olmak üzere her türlü yolsuzluk ve sahtekârlık olarak her gün basın yayın organlarında rastlamaktayız. Bunları yargı önünde hesap verirken sıkça görmekteyiz. Devletin, adam öldürme, adam kaçırma, uyuşturucu ticareti ve silah ticareti v.s gibi yasa dışı işlerle uzaktan yakından alakası yoktur. Olamaz. Ama devlet memurları içinde böyle kirli işlere bulaşmış adamlar çıkabilir. İşte yasalar böyle durumlar için vardır. Bu illegal faaliyetleri kanunlar çerçevesinde etkisiz hale getirmek yine devletin asli görevidir. Bana göre; "Derin Devlet" kavramı bundan sonra hiç kullanılmamalıdır. Bu kavram yetkili ağızlardan ele alınınca devletin varlığı ve gücü üzerinde soru işaretlerine sebep olmaktadır. Çünkü devletin derini sığı olmaz. Devletin oluşum şartları bellidir. Devlet milletin bir arada yaşama azim ve iradesinin kurallarla belirlenmiş şeklidir. Devlet, vatan toprakları üzerinde yaşayan kurumsallaşmış millettir. Bir başka deyişle devlet milletin iradesinin organize olmuş şeklidir.. Devlet, yönetimde zafiyeti kesinlikle affetmez. Yönetim zafiyetleri sonunda kaos ve anarşiyi doğurarak hukuk nizamını zedeler. Hukuk sistemi yara aldığında toplumlar yönetilemez hale gelir. İşte bu durumlarda kendisini devletin yerine koyan birtakım güçler ortaya çıkar ve yönetimi paylaşmaya çalışır. Oysa yönetim asla paylaşılamaz. Çünkü devlet iradesi ortaklık kabul etmez. Eğer bugünkü gibi en üst düzeyde devlet içinde çetelerin teşekkülünden söz ediliyorsa, bu çetelerden önce yöneticilerin kendilerine bakmaları, kendi hatalarını görmeleri ve derhal tedbir alarak bozulan devlet otoritesini ve aksayan kanun hâkimiyetini tesis etmeleri gerekmektedir. Yönetim zafiyeti o ülke üzerindeki küresel psikolojik harekât saldırılarına karşı konulamaması durumunda ortaya çıkar. Bunun için yöneticilerimiz, yönetecekleri Türk insanını insanlarını iyi tanımalıdır. İnsan psikolojisini iyi kavrayıp insanlarımıza insan mühendisi titizliği ile yaklaşmalıdır. İnsan psikolojilerini değiştirerek toplumları istediği şekilde yönlendirmeyi hedef alan Psikolojik harekât çok zor öğrenilen ve zor erişilen bir uzmanlık dalıdır. Çünkü Psikolojik Harekât planlayıcıları doğrudan insanla, insan davranışlarıyla ve bu davranışlarda yapılacak tutum değişiklikleriyle uğraşır. Bilindiği gibi her fert başlı başına diğerinden ayrı bir varlıktır. Her insanın aile çevresi, eğitimi, kültürü, ihtiyaçları ile yaşamdan beklentileri doğrultusundaki tutum ve davranışları doğal olarak birbirinden çok faklıdır. Birbirine uymayan bu karakterleri iyi irdeleyip topluca tutum değişikliği yaratacak girişimlerde bulunmak ve bunu karşı tarafa hissettirmeden yapmak dünyanın en zor işlerinden biridir. İki insanın birbirine benzemediği ortamda her şahıs için ayrı bir tutum ve davranış değişikliği planı uygulamak gerekir. Bu insanları tek tek etkileyerek içinde yaşadığı sosyal çevreyi yönlendirmenin Psikolojik Harekâtın asli görevi olduğu düşünüldüğünde iyi bir Psikolojik Harekât Uzmanı olmanın zorluğu bilimsel olarak ortaya çıkar. Derin devlet suçlamalarına karşı devleti savunabilmek için yöneticilerin Psikolojik Harekât konusunu iyi bilmesi gerekmektedir. Bu yüzden hazırladığım "DERİN DEVLET" kitabında bu etkili ve sürekli savaş şekli üzerinde asgari bilgileri vererek kamuoyunun bilgilenmesini hedef olarak aldım. Bugün özellikle ABD ve AB ülkeleri tarafından ülkemize yönlendirildiği bilinen Psikolojik Harekât saldırılarının içeride ve dışarıda milletimizin geleceğini karartmaya ve bizi birbirimize düşürmeye çalıştığını görüyoruz. Saldırılarını ülkemizin her yerine ve toplumun her kesimine yönelten küresel güç odaklarının Türk toplumunu birbirine düşman kamplar haline getirme hedeflerinde asla taviz vermeyecekleri açıkça görülmektedir. Saldırıları hiç bitmeyen küresel güç odaklarına karşı mücadele etmenin en etkin yolu, geçmiş tecrübelerin ışığında aklımızı ve sağduyumuzu kullanmak, milli güç unsurlarımızı bilinçlendirerek bu saldırılarla mücadele edebilecek bir seviyeye çıkartmaktır. Bu maksatla günümüzün en etkili gücü olan bilgiye ulaşmamız, bilgiye egemen olmamız, bilgiyi değerlendirip yeni bilgilere ulaşmamız, yani bu mücadelede görev alacak insan gücümüzü çok iyi yetiştirmemiz gerekmektedir. İnsan gücümüzü iyi yetiştirmenin yolu da kendi köklerimize, kendi gelenek ve göreneklerimize ve bunlarla yoğrulmuş binlerce yıllık zengin kültür değerlerimize sımsıkı sarılmaktan geçmektedir. Kendimizi Türk Milli Kültür değerleri ışığında çok iyi yetiştirip milli niteliklerle karakterimizi teçhiz etmeli yani milli bilinçle güçlenmeliyiz. Bu şekilde kazanacağımız milli şuur ile günümüz küresel saldırılarına karşı durmamız ancak mümkün olacaktır. Milli şuurlaşma ve milli benliğin kazanılması ise üç-beş günde elde edilecek bir husus değildir. Plânlı, programlı ve disiplinli bir çalışma sonucu uzun vadede elde edilebilecek bir haslettir. Bu zaman dilimi son elli yılda Türk Toplumu üzerinde kültür emperyalizminin yarattığı derin çatlaklar göz önüne getirildiğinde en az 15-20 yıllık plânlı bir gayreti Grekli kılmaktadır. Bununla birlikte halkımızın binlerce yıllık bilgi birikimi ve kültür kazanımları olduğu dikkate alındığında bu zamanın kısaltılması için tek çare vardır. O da ülke yönetimine acilen ehil, yetenekli, inançlı ve liderlik vasfını haiz kişilerin getirilmesidir. Atatürk bu tip lidere en güzel örnektir. Atatürk, tamamen millet olma vasfını kaybetmiş ve her alanda teslim olmuş bir toplumla verdiği Kurtuluş Mücadelesini müteakip "Kayıtsız şartsız millet egemenliğine" dayalı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurmuştur. Bugün Gazi Mustafa Kemal Atatürk değerinde bir lider bulmak kolay olmayabilir. Ama O'nun fikir ve düşünceleri ile yoğrulmuş gençler kendilerine görev verilmesini ve imkân tanınmasını beklemektedir. Bütün olumsuz gibi görünen şartlara rağmen geleceğimizden karamsar olmamıza hiç sebep yoktur. Şimdi, Türkiye'nin gündeminde lüzumsuz "Derin Devlet" tartışmalarının değil, ülkenin güçlenmesini sağlayacak her alandaki kalkınma projelerinin alması gerekmektedir.


 http://www.oncevatan.com.tr/derin-devlet-nedir-iii-makale,21963.html



2 Kasım 2018 Cuma

20 TEMMUZ 1974 KIBRIS BARIŞ HAREKATINI UNUTMAYALIM.. UNUTTURMAYALIM..

20 TEMMUZ 1974 KIBRIS BARIŞ HAREKATINI UNUTMAYALIM.. UNUTTURMAYALIM..


Dr. Tahir Tamer Kumkale
20 Temmuz 2018

Milleti aldatmayacağız! 
Millete daima ve daima hakikati söyleyeceğiz. Belki hata ederiz, yanlış şeyleri hakikat zannederiz, fakat millet onu düzeltsin. Kendimizi kimsenin üstünde görmeğe de hakkımız yoktur.
- Gazi Mustafa Kemal Atatürk-(1923)
....

Bugün 20 Temmuz 2013, Türkiye’nin 20 Temmuz 1974’de gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekatının üzerinden tam 39 yıl geçmiş. Fakat zaferle taçlanan Barış harekatından 39 yıl sonra KIBRIS’ta genel durum Türkiye’nin milli menfaatleri yönünde gelişmemektedir.

1960 Londra ve Zürih Antlaşmaları ile kurulan ve Türkiye’nin garantör ülke olarak hukuki hakları bulunan Kıbrıs Cumhuriyeti üzerinde bugün hiçbir yaptırım gücümüz kalmamıştır. Çünkü bugün Kıbrıs Rum tarafınca temsil edilen Kıbrıs Cumhuriyeti 1 Mayıs 2004 tarihinden itibaren 28 Avrupa Birliği üyesinden birisidir.

Türkiye anlaşmaların kendisine verdiği hukuki kazanımlarını dikkate almadan, kendi eliyle hiçbir zaman katılamayacağı üyeleri tarafından devamlı olarak dillendirilen AB üyeliği yolunda ilerleyebilmek için Kıbrıs’taki milli hak ve menfaatlerinden feragat etmiştir.

20 Temmuz 1974’ten itibaren hür ve bağımsız olarak yaşayan Kıbrıs Türk toplumunun 13 Kasım 1983’te kurduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini henüz Türkiye dışında hiçbir ülke tanımamıştır. Tanınması yolunda ne Türkiye ve ne de KKTC yönetimi hiçbir girişimde bulunmamaktadır. AB ile ilişkilerin bugün geldiği boyutlar dikkate alındığında Türkiye’nin de KKTC’nin bağımsızlığını tam olarak tanıyıp tanımadığı da şüphelidir.

“Çözümsüzlük çözüm değildir” diyen ve ayrıca “Kazan-kazan politikası” uyguladığını vurgulayan AKP yönetimi AB üyeliği uğruna küresel güçlerin çekim merkezindeki bu stratejik toprak parçasındaki haklarımızdan vazgeçmiş gibidir.

14 Aralık 2003 seçimlerinden önce yaptığım KKTC ziyaretlerimde bu küçük adada dönen dolapları ve çevrilen entrikaları görerek dehşete kapılmıştım. Dünyada Kıbrıs Türk ve Rum halkları kadar içişlerine karışılan ve üzerinde menfaatlerin odaklandığı başka bir ülkenin olmadığına şahit olmuştum.

Dünyayı küresel menfaatler yönünde yeniden yapılandırmak için çalışan küreselleşme mimarları dünyanın jeopolitik merkezinde bulunan bu stratejik toprak parçası üzerinde yoğun çaba harcamaktadır. ABD ve AB baskısından çekinildiği için Türkiye’den başka hiçbir ülkenin tanımak istemediği KKTC, bugün belki de dünyanın örnek gösterilecek kadar demokratik kuralların hâkim olduğu bir ülkedir. Geçen süreç içinde KKTC’de demokratik yönetim tam anlamı ile yerleşmiştir. Her alanda kendi kendine yeterli bir ülke seviyesine erişmiştir.

Bugün Kıbrıs Adasını AB adına Helenizm’e teslim ederek Enosis’i gerçekleştirmek için Türk askerinin adadan çıkartılmasından başka çözüm olmadığını gören küresel güçler bunun için çeşitli senaryolar yazıyorlar ve figüran olarak KKTC ve Anadolu Türk toplumunu birlikte oynatabiliyorlar.

Küresel güçler hedeflerinden asla taviz vermek niyetinde değiller. Ne kadar haklı olursak olalım. Ne kadar hukuk üstünlüğümüz olursa olsun. Adamlar burayı ele geçirerek Türkleri Anadolu’ya hapsetmeyi kafalarına koymuşlar. Bunun fiziki olarak mümkün olmadığını gördüklerinden siyasi entrikalarla bunu bize yaptırma yoluna gidiyorlar. Ve ne yazık ki bunda da muvaffak oluyorlar.

Bilindiği gibi, dış dünyanın dayatmalarına karşı inatla direnen KKTC kurucu cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş, Türkiye’ninde desteği alınarak saf dışı bırakıldı. 24 Nisan 2004 referandumu sonrası yaşananlar karşısında Denktaş’ı susturmakta karar kılan ağızlar ne diyeceklerini bilemez hale geldiler. Baskı ve yalan dolu sözlere kanarak Kofi Annan Planı’na evet diyen aldatılmış ve yönlendirilmiş Türk toplumu oynanan oyunların gerçek yüzünü çok geç gördü.

Zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün 20 Nisan 2005’te Harp Akademilerinde yaptığı konuşmada vurguladığı hususlar ile KKTC halkının kafalarındaki belirsizliğe açıklık getirmiş ve topluma büyük bir güven aşılamıştır. Orgeneral Özkök ;

“….Rum tarafı ciddi bir taahhüde girmeden çözümü sürüncemede bırakmayı, süreci zamana yaymayı ve bu arada adil ve kalıcı barışa ilişkin parametreleri ortadan kaldırarak Türkiye’den AB müzakereleri vesilesiyle tek taraflı tavizler koparmayı, Kıbrıslı Türkleri kendine yamamayı, KKTC’ni etkisizleştirerek adayı tek başına ele geçirmeyi hedeflemektedir. Bilindiği gibi Türk dış politikası çerçevesinde, Türkiye’nin Güney Kıbrıs Rum yönetimini bütün Ada’nın temsilcisi olarak tanıması asla söz konusu değildir. Türkiye, Ada’da eşit siyasi statülü taraflar arasında gerçekleştirilecek müzakere süreci sonunda ortaya çıkan ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı olmayan bir yeni düzeni tanıyabilir. Bu yeni düzen Türkiye’nin Garanti ve İttifak Anlaşmasından doğan haklarına halel getirmemelidir.”diyerek adeta Türkiye’nin Kıbrıs politikalarını özetliyordu.

Biz biliyoruz ki, Türkler tarihte pek çok büyük devlet kurmuştur. Bir kısmı uzun ömürlü imparatorluk seviyesinde, bir kısmı küçük ve kısa ömürlü beylikler halinde tarihte yer alan bütün bu Türk devletlerinin kuruluşlarında değil, ama yıkılışlarındaki benzerlik çok dikkat çekicidir. Tarihteki Türk devletlerinin hiçbiri dışarıdan gelen güçler tarafından yıkılmamıştır. Bu devletlerin tamamı içeriden bölünerek veya başka Türk devletinin saldırısı ile yıkılarak tarih olmuşlardır. Yani ortak bir kaderimiz ve devletlerimizi kendi elimizle ortadan kaldırmak gibi bir kötü alışkanlığımız vardır. Nitekim son büyük Türk cihan devleti olan Osmanlı’yı da genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti kabul ettiği bir kanunla saltanatı kaldırarak tarihteki köşesine göndermiştir. Günümüzde Kıbrıs’ta da aynen tarih tekerrür ettirilmek istenmektedir. Bağımsız bir Türk devleti bizim elimizle ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Bunun için her türlü senaryo hazırlanmış, oyunlar sahneye konulmuş ve oyunun son perdesi oynanmaktadır.

AKP hükümetinin tam teslimiyetçi ve tavizkar tutumu devam ettiği takdirde Kıbrıs Türk toplumunun geçmişte Girit’te, Rodos’ta ve diğer Ege adalarında kaderlerine terk ettiğimiz Türk toplumlarından farkı olmayacaktır.

KKTC topraklarının kaybı Anadolu Türk toplumunun bundan sonraki yaşantısında da önemli bir dönüm noktası olacaktır. Kıbrıs’ta kazanılan haklar her ne pahasına olursa olsun korunmalıdır. Kıbrıs’la başlayarak Anadolu topraklarında dünya imparatorluğuna oynayan devletlerin kolaylıkla ele geçirip kontrol edebileceği birkaç küçük devletçik oluşmasına izin verilmemelidir.

Yıllardır Psikolojik Harekât operasyonları ile beyinleri uyuşturulan Türk halkı Kıbrıs’taki milli çıkarlarımızı ve bu toprağın Türkiye’nin güvenliği için önemini hâlâ kavrayamamıştır. Bu duruma dünyayı yeniden yapılandırmaya çalışan küresel toplum mühendislerinin yıllarca sabırla sürdürdükleri politikalarla gelinmiştir.

Başbakan Erdoğan meclisteki parti grubunda yaptığı bir konuşmada “Kıbrıs’ta çözümün AB’de değil,  Birleşmiş Milletlerde olduğunu” vurgulayarak AK Partinin KKTC’yi sahiplenmediğini ve artık gözden çıkardığını resmen açıklamıştır.

Kıbrıs’ta barış harekâtı ile 39 yıldır gerçek çözümün bulunduğunu, geçen 39 yılda tek kişinin dahi burnunun kanamadığı adada demokrasinin hâkim olduğu bir Türk devletinin yaşadığını, Türkiye’nin bu devletin ilelebet yaşatılması gibi bir tarihi misyonu olduğunu Başbakan Erdoğan’ın bilmemesi kabul edilemez. Buna rağmen gerek AKP’nin KKTC’yi yaşatmak ve üçüncü ülkelere tanıtmak gibi bir düşünceleri yoktur. Bütün söylemleri çözüm adı altında Kıbrıs Türk toplumunun güneydeki Rumlara BM eliyle yama edilmesi yönündedir.

Başbakanın, dışişleri bakanımızın ve mensup oldukları partinin KKTC’nin devamlılığını sağlamak gibi bir politikaları olmayabilir. Bu çok doğal siyasi bir tercihtir.  Bu yolda çaba harcamaları da doğaldır. Onlar bu siyasi tercihlerinin sonucunu milletten sandıkta alırlar. Bu bir yönetim riskidir. Sonuçlarına da katlanırlar.  Burada anlaşılamayan husus daha düne kadar partiler üstü milli bir dava olan ve yıllarca aynen sürdürülen Kıbrıs politikamıza milletin temsilcilerinin (TBMM’de alınan pek çok karara rağmen) ve devletin tecrübeli kadrolarının neden sahip çıkmadıklarıdır.

1974 öncesini bilen ve KKTC’yi kuran neslin yaşları altmış civarındadır.. Artık silah kullanarak  kazandıkları devletlerini yeniden kurtaracak fiziki güçleri kalmamıştır ama mücadele ruhları aynen durmaktadır. Bunlar, yeni yetişen ve yaşları otuz civarında olan genç nesil ile her alanda fikir ayrılığına düşmüşlerdir. Gençler eskiyi çok iyi bilmediklerinden,  üzerlerindeki yoğun propaganda ve psikolojik baskıyı kıramadıklarından uluorta dağıtılan euro-dolarlara kanarak avrupalı olacaklarını sanarak Rum kesimi ile  birlikte hareket etmektedir.

400 yıllık Türk yurdu yavruvatan Kıbrıs’ta ay yıldızlı bayrağın gönderden inmemesi, ezan seslerinin asla susmaması için bu milletin her şeyi ile mücadele edeceğine inanıyorum. Kanla oluşturulan kutsal vatan topraklarının kâğıt üzerindeki sanal birlikteliklerle elimizden alınacağına ihtimal vermiyorum.

Halkımızın mücadele azminin bitmediğini iyi biliyorum. Beyinlerinin uyuşturulduğu sanılan aziz milletimizin 2013 yılında gençlerimiz önderliğinde yarattığı başkaldırışı ve “Atatürkte Birleşme” çabasını gururla izliyorum. Türkün hiç bir zaman kandırılamayacağını, baskılara asla boyun eğmeyeceğini ve tüm küresel çabalara rağmen milli değerlerine sahip çıkacağını bir kere daha gördük.

Halkımızın mücadele azmi devam ettiği sürece tarihin tekerrür etmeyeceğini, bugün Kıbrıs’ı AB’ne üyelik hayali karşısında terke karar verenlerin sanal güçlerinin buna yetmeyeceğini birlikte göreceğimize inanıyorum.

Kıbrıs’ın daima Türk kalacağını vurgularken, bugün sessizce vatan topraklarının satışını izleyen halkımın gür sesini çıkarmak için fırsat beklediğini değerlendiriyorum.

Dr.TahirTamer Kumkale
http://www.kumkale.net
https://kumkale.wordpress.com


https://kumkale.wordpress.com/2013/07/20/20-temmuz-1974-kibris-baris-harekatini-unutmayalim-unutturmayalim/


***


20 TEMMUZ 1974, KIBRIS BARIŞ HAREKATI

20 TEMMUZ 1974, KIBRIS BARIŞ HAREKATI,



Dr. Tahir Tamer Kumkale
20 Temmuz 2015

Efendiler ! Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin (Akdeniz Bölgesi’nin) ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir. (Kemal Atatürk)

   Bugün 20 Temmuz 2015, Türkiye’nin 20 Temmuz 1974’de Kıbrıs Adasına Barış getirmek için gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekatının 41 nci zafer yılını kutluyoruz. Fakat bugün zaferle taçlanan harekattan 41 yıl sonra KIBRIS’taki genel durumun Türkiye  ve Kıbrıs Türk Toplumunun  milli çıkarları doğrultusunda gelişmediğini üzülerek görüyoruz..

1960 Londra ve Zürih Antlaşmaları ile kurulan ve Türkiye’nin garantör ülke olarak hukuki hakları bulunan Kıbrıs Cumhuriyeti üzerinde bugün hiçbir yaptırım gücümüz kalmamıştır. Çünkü bugün sadece Kıbrıs Rum tarafınca temsil edilen Kıbrıs Cumhuriyeti, 1 Mayıs 2004 tarihinden itibaren Avrupa Birliği üyesidir..

Türkiye, uluslararası anlaşmaların kendisine verdiği hukuki kazanımlarını dikkate almadan, hiçbir zaman katılamayacağı AB üyeliği yolunda ilerleyebilmek için Kıbrıs’taki milli hak ve menfaatlerinden feragat etmiştir. 

20 Temmuz 1974’ten itibaren hür ve bağımsız olarak yaşayan Kıbrıs Türk toplumunun 13 Kasım 1983’te kurduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini henüz Türkiye dışında hiçbir ülke tanımamıştır. Tanınması yolunda ne Türkiye ve ne de KKTC yönetimi tam 41 yıldır ciddi hiçbir girişimde bulunmamıştır. AB ile ilişkilerin bugün geldiği boyutlar dikkate alındığında Türkiye’nin de KKTC’nin bağımsızlığını tam olarak tanıyıp tanımadığı da şüphelidir. AKP yönetimi, hiçbir zaman gerçekleşmeyeceği açıkça belli olan AB üyeliği uğruna küresel güçlerin çekim merkezindeki bu stratejik toprak parçasındaki haklarımızdan vazgeçmiş gibidir.

Dünyada Kıbrıs Türk ve Rum halkları kadar içişlerine karışılan ve üzerinde çıkar hesaplarının odaklandığı başka bir ülke yoktur. Dünyayı küresel çıkarları istikametinde yapılandırmak için çalışan küreselleşme mimarları, dünyanın jeopolitik merkezinde bulunan bu stratejik toprak parçası üzerinde yoğun çaba harcamaktadır.

Bugün Kıbrıs Adasını AB adına Helenizm’e teslim ederek Enosis’i gerçekleştirmek için Türk askerinin adadan çıkartılmasından başka çözüm olmadığını gören küresel güçler bunun için çeşitli senaryolar yazıyorlar ve figüran olarak KKTC ve Anadolu Türk toplumunu birlikte oynatabiliyorlar.

Küresel güçler hedeflerinden asla taviz vermek niyetinde değiller. Ne kadar haklı olursak olalım. Ne kadar hukuk üstünlüğümüz olursa olsun. Adamlar burayı ele geçirerek Türkleri Anadolu’ya hapsetmeyi kafalarına koymuşlar. Bunun fiziki olarak mümkün olmadığını gördüklerinden siyasi entrikalarla bunu bize yaptırma yoluna gidiyorlar. Ve ne yazık ki bunda da muvaffak oluyorlar.

AKP hükümetinin tam teslimiyetçi ve tavizkar tutumu devam ettiği takdirde Kıbrıs Türk toplumunun geçmişte Girit’te, Rodos’ta ve diğer Ege adalarında kaderlerine terk ettiğimiz Türk toplumlarından farkı olmayacaktır. KKTC topraklarının kaybı Anadolu Türk toplumunun bundan sonraki yaşantısında da önemli bir dönüm noktası olacaktır. Kıbrıs’ta kazanılan hakların her ne pahasına olursa olsun korunması kaçınılmaz bir zorunluluktur..

Yıllardır Psikolojik Harekât operasyonları ile beyinleri uyuşturulan Türk halkı Kıbrıs’taki milli çıkarlarımızı ve bu toprağın Türkiye’nin güvenliği için önemini hâlâ kavrayamamıştır. Bu duruma, dünyayı yeniden yapılandırmaya çalışan küresel toplum mühendislerinin yıllarca sabırla sürdürdükleri politikalarla gelinmiştir.

Kıbrıs’ta TSK’nin barış harekâtı ile 41 yıldır gerçek çözümün bulunduğunu, geçen süre içinde tek kişinin dahi burnunun kanamadığını, adada demokrasinin hâkim olduğu bir Türk devletinin yaşadığını, Türkiye’nin bu devletin ilelebet yaşatılması gibi bir tarihi misyonunun olduğu gerçeğini unutmamalıyız.

Buna rağmen 13 yıldır tek başına iktidarda olan AKP’nin KKTC’yi yaşatmak ve üçüncü ülkelere tanıtmak gibi bir düşüncesi olmamıştır. AKP’nin tüm gayretleri çözüm adı altında Kıbrıs Türk toplumunun güneydeki Rumlara BM eliyle yama edilmesi yönündedir.

1974 öncesini bilen ve KKTC’yi kuran neslin yaşları bugün altmış civarındadır. Bu kişilerin artık silah kullanarak kazandıkları devletlerini yeniden kurtaracak fiziki güçleri kalmamıştır ama mücadele ruhları aynen durmaktadır. Bunlar, yeni yetişen ve yaşları otuz civarında olan genç nesil ile her alanda fikir ayrılığı içindedir. Gençler eskiyi  iyi bilmediklerinden, üzerlerindeki yoğun psikolojik baskıyla açıkça dağıtılan euro-dolarlara kanarak avrupalı olacaklarını sanmakta ve Rum kesimi ile birlikte hareket etmektedir.

400 yıllık Türk yurdu yavruvatan Kıbrıs’ta ay yıldızlı bayrağın gönderden inmemesi, ezan seslerinin asla susmaması için Türk milletinin tüm varlığı ile mücadele edeceğine inanıyorum. Bu küçük adada kanla oluşturulan kutsal vatan topraklarının kâğıt üzerindeki sanal birlikteliklerle elimizden alınacağına ihtimal vermiyorum.

Kıbrıs’ın daima Türk kalacağını vurgularken, bugün sessizce vatan topraklarının satışını izleyen halkımın gür sesini çıkarmak için fırsat beklediğini değerlendiriyorum.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://www.kumkale.net
https://kumkale.wordpress.com


https://kumkale.wordpress.com/2015/07/20/20-temmuz-1974-kibris-baris-harekati/

***********

31 Ekim 2017 Salı

CUMHURİYET; KURUCU İRADENİN IŞIĞINDA SONSUZA KADAR YAŞATILACAKTIR

CUMHURİYET; KURUCU İRADENİN IŞIĞINDA SONSUZA KADAR YAŞATILACAKTIR,


Türk Milletinin tabiat ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir.- Gazi Mustafa Kemâl Atatürk- 1924)

 28 Ekim 2016 Cuma 


Dr. Tahir Tamer Kumkale
28 Ekim 2016 Cuma



Türkiye Cumhuriyeti Devleti; Anadolu'daki Türk milli varlığının tarihi ömrünü tamamlamış Osmanlı İmparatorluğu içinden çıkardığı, geliştirdiği ve yücelttiği bir milli oluşumdur. Sömürgecilere karşı gerçekleştirilen şanlı kurtuluş mücadelesini müteakip şehit ve gazi kanları ile oluşturulan bu muhteşem eser, bu coğrafyadan çıkar ve rant elde etmek isteyen küresel güçler tarafından kolay kabul edilmemiştir.

Cumhuriyetimiz; sahip olduğu milli güç potansiyeli ve coğrafi konumunun kazandırdığı özellikleri dolayısıyla küresel çıkar çevrelerinin her zaman göz diktiği bir varlıktır. Bütün iç ve dış saldırılara rağmen devletimizin ulaştığı gelişmişlik seviyesi milletimize ve dostlarımıza güven verirken ülkemiz üzerinde milli çıkarları bulunan küresel güçlerin de korkulu rüyası olmuştur..

Son yıllarda yaşadığımız çok ciddi yönetim zafiyetlerine rağmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk milletine ve Türklük camiasına hediye ettiği bu muhteşem eser dimdik ayakta durmaktadır . Milli kültür değerlerimiz ve kazanımlarımıza karşı sürdürülen saldırılar ve tüm yıkma çabalarına rağmen bu yüce eser sonsuza kadar ayakta kalacaktır. İnanıyorum ki bu ulu çınardan bir dal dahi koparmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.

Çünkü içeriden ve dışarıdan kaynaklanan tüm baskılar Türk milletinin gönlünde yer tutan Atatürk sevgisini ve vatanseverlik duygusunu söndürmeye yetmemiştir. Türk milleti, Ata'sının eserine sahip çıkacak, Cumhuriyetle birlikte tattığı bağımsızlık ve özgürlüğünden asla taviz vermeyecek ve egemenliğine ortak kabul etmeyecektir.

Son yıllarda Cumhuriyetimizin kurucu iradesine karşı yönlendirilen Küresel Asimetrik Psikolojik Harekat saldırıları ısrarlı çabalara rağmen hasımlarımızın planladığı şekilde gelişmemiştir. Türk milleti, yediden yetmişe Atatürk’ün emanetini sahiplenmiş v e üzerinde oynanan küresel oyunları bozmuştur.

İnanıyorum ki; 29 Ekim 2016’da Türk cumhuru, cumhuriyetin gerçek sahibi olduğunu tüm yurt sathındaki meydanlarda haykıracak, O’nu yıkmaya çalışanlara anlayacakları dilden cevabını verecektir.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
28 Ekim 2016 Cuma


***

TÜRK SUBAYINA KARŞI YAPILAN ASİMETRİK PSİKOLOJİK SAVAŞ SALDIRISINDA SON NOKTA,

TÜRK SUBAYINA KARŞI YAPILAN ASİMETRİK PSİKOLOJİK SAVAŞ SALDIRISINDA SON NOKTA,

Türk milleti ve onun küçük ve büyük yaştaki çocukları çelikten yapılmış heykellerdir; onların ne olduklarını anlamak için onlarla savaş meydanlarında boy ölçüşmek lazımdır. -Gazi Mustafa Kemâl Atatürk- (1937)
 28 Ekim 2016 Cuma 

27 Ekim akşamı Kanal D Televizyonunda Osmanlının son dönemini anlatan “VATANIM SENSİN” isimli iddialı dizinin 1. Bölümü yayınlandı. Bu bölümde Türk Subayının düşürüldüğü rezil durumu eski bir subay olarak utanarak ve üzülerek izledim. İşte şimdi Orduyu bitirmek için son noktayı koydular dedim.

Ergenekon, Balyoz tipi Kumpas davaları ile aşağılanan Türk subayı ve Türk Ordusu, 15 Temmuz darbe kalkışması sonrasında tekrar ve daha büyük darbelerle sarsıldı. Yurt içinde, Suriye'de ve Irak’ta fiilen sıcak savaşın içinde olan Türk Ordusunun acilen güçlendirilmeye ihtiyacı varken ve ordumuz FETÖ Terör Örgütü ile mücadele ediyorum denilerek her alanda çok büyük darbeler almaya devam ediyor.

Son olarak “VATANIM SENSİN” isimli dizi ile Türk subayları iyice itibarsızlaştırılıyor ve halkının gözünde sıfırlanıyor. Bu bölümde Türk subayı vatanını para ile satıyor, kendi komutanını gözünü kırpmadan öldürüyor, en yakın silah arkadaşını sırtından vuruyor, vurduğu arkadaşının dul karısına göz koyuyor, şehit subayın kızı Yunan işgalini baloda kutluyor, ve nihayet vatansever olarak gösterilen Osmanlı Alay Komutanı Binbaşı Cevdet Yunan Albayı olarak İzmiri işgal eden kuvvetlerle sahile çıkıyor.

Psikolojik Harp konularını bilen bir kişi olarak bu filmin Türk insanının beyninde yaratacağı tahribatın büyüklüğünü tahmin edebilmek zor değil.

Bu televizyon dizisi daha fazla zarar vermeden durdurulmalı ve RTÜK derhal devreye girerek gereken tedbirleri almalıdır.

Türk subayını bu kadar aşağılamaya kimsenin hakkı yoktur.

İçeride ve dışarıda savaş halini yaşayan Türk Ordusunun moral ve motivasyonu güçlendirmek her Türkün asli görevidir.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
28 Ekim 2016 Cuma

...

30 Ekim 2017 Pazartesi

Ceza Vererek Atatürk'ü ve Atatürkçü Düşünce'yi koruyabilir miyiz?

Ceza Vererek Atatürk'ü ve Atatürkçü Düşünce'yi koruyabilir miyiz?



15 Ocak 2000 Cumartesi 

Geçtiğimiz aylarda Kanal D'nin ARENA proğramında Akit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak'a ait Atatürk karşıtı fikirlerin sergilendiği kaset gündeme getirildi. Görsel ve yazılı basın konuya geniş ilgi gösterdi. Dilipak hakkında Şişli Cumhuriyet savcılığınca soruşturmanın başlatıldığı ve üç yıla kadar hapsinin istendiği bildirildi.Yorumlar birbirini izledi.Cezaların çok az olduğu,bunun için bu şekilde cüretkar ve saldırgan olunduğu dile getirildi. 

Cezaların caydırıcı olmaları en önemli özelliğidir.Cezalar; insanların bu suçu bir daha işlememeleri konusunda uyarıcı ve önleyici olmalıdır. Farzedelimki Abdurrahman DİLİPAK şuçlu bulundu. Yargılandı. Cezalandırıldı ve cezası infaz edilerek üç yıl hapiste yattı. Ki bunun olması muhtemeldir. Çünkü biz bir hukuk devletiyiz. Hukuk devletinde hukuk uygulanmak için yapılır ve uygulanır. Uygulanmadığı takdirde devletin gücü ve otoritesinden söz edilemez. Konuyu açık basın yoluyla izlediğimiz kadarıyla Dilipak 25.7.1951 tarihli ve 5816 sayılı "ATATÜRK ALEYHİNE İŞLENEN SUÇLAR HAKKINDAKİ KANUN"un 1 nci maddesine göre açıkça suç işlemiştir. Buna göre " Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden ve söven kimselere 3 yıla kadar hapis cezası "öngörülmektedir. Suç basın yolu ile işlendiği takdirde ceza arttırılmaktadır. Savcı ve hakimlerimiz bu kanunu elbette uygulayacaklardır bu onların asli görevleridir. 

Gelelim konunun bir diğer önemli cephesine. Atatürk'ün tutarlı,dengeli ve uygulanabilir fikir ve düşünceleri ; bugün sadece Türk milletinin ve Türklük dünyası'nın malı değildir. Dünya insanlığının malı olarak yüzyılımıza damgasını vurmuştur. Daha çok uzun süre insanlığa ve medeni aleme ışık tutmaya ,yol göstermeğe devam edeceğide aşikardır. Bunu önlemek mümkün değildir. Bu fikir ve düşüncelerin kanunla korunmaya ve kabul ettirilmeye ihtiyacı da yoktur. Çünkü bugün çağımızda daha iyisi mevcut değildir. 

Atatürk'ün bizzat kendisi; her ne kadar aykırı olursa olsun fikire karşı mücadelenin yine fikirle yapılmasını istemiştir. Bunu TBMM'de yaptığı bir konuşmada şu şekilde dile getirmiştir. " MALUM-I ALİNİZ FİKİR CERYANLARINA KARŞI FİKRE İSNAD ETMEYEN KUVVETLE MUKABELEDE BULUNMAK, O CERYANI İMHA ETMEDİKTEN BAŞKA, HERHANGİ BİR MUHATABINIZLA KONUŞULDUĞU ZAMAN ONUN HERHANGİ BİR FİKRİNİ KUVVET ZORU İLE REDDEDERSENİZ, O İSRAR EDER. BİNANALEYH FİKİR CERYANLARI CEBİR, ŞİDDET VE KUVVETLE REDDEDİLEMEZ.. BİLAKİS TAKVİYE EDİLİR. BUNA KARŞI EN MÜESSİR ÇARE; GELEN FİKİR CERYANINA MUKABİL FİKİR CERYANI VERMEK, YANİ FİKRE FİKİRLE MUKABELE ETMEKTİR." 

Apdurrahman Dilipak sıradan bir insan değildir. Okuyan, araştıran ve kendi kültürüne göre oluşturduğu görüşlerini kamuoyuna yayan bir gazetecidir. Fikirlerini beğenmememiz ve katılmamamız çok doğaldır. Fakat bu beğenmediğimiz fikirler dolayısıyla onu cezalandırmakla onu bu fikirlerinden caydıramadığımız gibi, bilakis kendisini ve kendisi gibi düşünenlerin fikirlerini kuvvetlendiririz ve onları haklı çıkartarak sayılarını çoğalmasına yardımcı oluruz. 

Burada iş Atatürkçü aydınlara düşmektedir. Buyrun size çok elverişli bir fikri mücadele ortamı. Bağırıp çağırmadan, kavga ve dövüş yapmadan, kanun maddelerinin ardına sığınmadan Abdurrahman Dilipak'ı sahip çıktığınız Atatürkçü cepheye çekin . Onu ,Atatürk fikir ve düşüncelerinin sarsılmaz bir savunucusu yapın. Bu şekilde Dilipak'a inanıp onun gibi düşünen kesimleride kazanın. Atatürkçü aydınlarımızı bu mücadelede görmek istiyorum. Ben şahsen her yerde ve her zeminde Atatürk karşıtı kişilerle fikir mücadelesine hazır olduğumu ilan ediyorum. Hodri Meydan...........

Dr. Tahir Tamer Kumkale
15 Ocak 2000 Cumartesi


http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=3

***