ORTADOĞU’DA OLUŞAN YENİ DENGELER VE “ Şİİ HİLALİ” SÖYLEMİ
Emin SALİHİ*
*Niğde Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi.
Özet:
Ortadoğu’da siyasi dengelerin değişimi adına 11 Eylül olayı önemli bir köşe taşıdır. Bu tarihten sonra ABD’nin Afganistan ve Irak işgali, Lübnan’da yaşanan çatışmalar, İran’ın aktif dış politikasının daha açık bir şekilde görülmesini sağlamıştır. İran’ın bölgedeki diğer Şii gruplarla kurduğu bağlantılar ve bu bağlantılar sonucunda etki alanının genişlemesi, Ortadoğu giilerinin bulunduğu coğrafya ile ilgili “ Şii Hilali ” söylemini gündeme getirmiştir.
Bu çalışmada, Tahran’ın bölgesel politikaları Şii gruplarla ilişkileri özelinde incelenmiş ve Türkiye’nin bu süreçte nasıl etkilenebileceği İran’ın nükleer programı göz önünde bulundurularak değerlendirilmiştir.
Anahtar kelimeler: İran, Şii Hilali, Ortadoğu, Irak, Türkiye, ABD.
Son dönemde Irak ve Lübnan gibi ülkelerde merkezi yönetimin zayıflamasıyla birlikte, bu ülkelerdeki etnik ve mezhebi grupların kendi ülkelerinin dışındaki
ülkelerle kimlik temelinde işbirliği artmıştır. Bu süreç 11 Eylül olayları ile hız kazanmıştır.
11 Eylül olayı ABD’nin dış politikasını ve Ortadoğu’daki yeni dengeleri önemli derecede etkilemiştir. Dengelerin değişimi, uluslararası sistemi Şekillendiren önemli aktörlerden ABD’nin dış politikasına ve Ortadoğu’nun kendi iç dinamik lerine dayanmaktadır. Bush Doktrini olarak adlandırılan 2001 sonrası
ABD dış politikası iki önemli unsuru barındırıyor. Bunlardan biri “pre-emptive strike” olarak bilinen önleyici/önalıcı müdahale anlayışı, diğeri ise otoriter rejimler yerine Ortadoğu’da demokratik yönetimlere geçişi destekleme politikasıdır. ABD’nin dış politikasındaki bu değişim bölgede yeni dengelerin oluşmasına neden olmuştur.
Önleyici / önalıcı müdahale anlayışına göre ABD kendisine tehdit oluşturabilecek devletlere önceden müdahale etmelidir. Bu politikanın sonucunda ABD Afganistan ve Irak’a müdahale etti. ABD’nin bu iki ülke dışında Suriye ve İran’a da müdahale etme olasılığı bulunuyordu. Afganistan ve Irak’ta oluşan güç boşluğu İran’ın etki alanını genişletirken, ABD’nin saldırgan politikaları İran’ın tehdit algılamalarını artırıyordu. Bu nedenle İran merkezli yeni dengeler de bu dönemde Ortadoğu’daki siyasi dinamikleri etkiliyordu. Yaşanan süreç İran’ın kendi kamuoyunda Batı karşıtı söylemlerini besleyen bir süreç olmuştur.
Bush doktrini, Büyük Ortadoğu Projesi gibi söylemlerle birlikte Ortadoğu’yu demokratikleştirme ve Ortadoğu ülkelerini Batı’nın ürettiği uluslararası sistemle
bütünleştirme anlayışını da içeriyordu. Demokratikleştirme ile birlikte en çok konuşulan konulardan biri Ortadoğu ülkelerindeki azınlıkların konumu meselesiydi. Özellikle Körfez ülkelerinde bulunan gii azınlık gruplarının kendilerini ifade edebilme ihtimali ve Tahran’la ilişkilerinin bölgedeki siyasi dinamikleri nasıl etkileyeceği en çok tartışılan konulardan biriydi. Belki de İran’ın etki alanını genişleteceği çekincesiyle ABD, bir süre sonra demokratikleştirme söylemlerinde ısrar etmedi.
Son dönemde Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin gibi ülkelerde İran etkisinin artması Şii Hilali söylemini güçlendirmiştir. İran bölgede bir tür patronaj ilişkisi
tesis etmiş ve bu dönemde özellikle kendisiyle aynı çizgide hareket eden gruplara ciddi destek sağlamıştır. İran’ın nükleer bir güce sahip olmasının, bu ilişkinin daha yoğun bir Şekilde yaşanmasına neden olabileceği düşünülmektedir. Bu nedenle Ortadoğu’da oluşabilecek yeni dengeleri ve gii hilali bu açıdan yeniden değerlendirilmelidir. Tabi bu değerlendirme sürecinde İran’ın dış politikası ve bu politikadaki araçları dikkate alınmalıdır.
Nükleer bir silaha sahip ve Ortadoğu’da etki alanını genişletmiş bir İran’ın Türkiye ile olan ilişkileri nasıl gelişecek, bu da diğer bir tartışma konusudur.
Bu nedenle Türkiye-İran ilişkilerini tarihsel çerçevede ele alıp, son dönem Türk dış politikası ile birlikte Türkiye’nin bölgede oluşabilecek bu yeni dengelere karşı nasıl bir politika izlemesi gerektiği uluslararası sistem ve bölgesel yansımaları çerçevesinde tartışılmalıdır.
1. Şİİ HİLALİ SÖYLEMi ,
Şii hilali kavramı ilk olarak Ürdün Kralı Abdullah tarafından dile getirilmiştir. Kral Abdullah 2004’ün Aralık ayında verdiği bir demeçte Sünni Arap ülkelerinin şii
hilali tarafından kuşatıldığını belirtmiştir. Kral’a göre hilal İran’dan başlamakta, son dönemde gii hâkimiyetinin oluştuğu Irak’ı kapsayarak, Alevi elitlerin yönettiği Suriye’den ve Şii nüfusunun giderek arttığı Lübnan’a kadar devam etmektedir.1
ABD müdahalesi sonrası Irak’ta Şii’lerin en güçlü siyasi oluşum olarak ortaya çıkmaları, Lübnan’da ise 2006 yılında Hizbullah-İsrail çatışmasından Şii
Hizbullah’ın saygınlık kazanması ve ülkede önemli bir grup haline gelmesiyle birlikte Şii-Sünni ayrımına dayanan ve bu durumun tehlikesini vurgulayan pek çok akademik çalışma hazırlanmıştır. Jamai Haquani tarafından yazılan “Shia Crescent: Emergence of World War 3” kitabını bu çalışmalara örnek olarak verebiliriz.2 Ana teması İran önderliğinde bir gii-Sünni çatışması olan pek çok makale de bu dönemde yayınlanmıştır. Kral Abdullah’tan sonra Mısır Cumhurbaşkanı da aynı yönde bir açıklamada bulunmuştur. Hüsnü Mübarek 2006 yılında bir televizyon kanalına verdiği demeçte Ortadoğu’da yaşayan gii nüfusun bulunduğu ülkelerden çok İran’a karşı bir bağlılık hissettiğini belirtmiş ve bu siyasi tavrı eleştirmiştir.3 Bu iki lider dışında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Saud al-Faisal da aynı doğrultuda açıklamalarda bulunmuştur.
İranlı yetkililer ise Ortadoğu’da oluşabilecek İran merkezli bir gii hilali söylemine karşı çıkmaktadır. İran’ın ruhani lideri Ayetullah Hamaney gii hilali
söyleminin Batı kaynaklı olduğunu, bu tür söylemlerin İslam ümmetini bölmek ve dostluğu yok etmek amacıyla ortaya çıkarıldığını belirtmiştir. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ise Al-Arabia kanalına verdiği demeçte İslam’ın tek olduğunu, Sünni-Şii ayrımının doğru olmadığını ve kendilerinin başta Filistin meselesi olmak üzere olaylara bu açıdan baktıklarını beyan etmiştir.4 İran’ın eski cumhurbaşkanlarından Ali Rafsancani de Müslümanlar arasında bir ayrımın doğru olmadığını ve bu gibi söylemlerin Müslümanların düşmanları tarafından ortaya atıldığını ifade etmiştir. Kısacası İranlı yetkililer gii hilali söyleminin bölgede İran ve Şiilerin tehdit unsuru olduğu yönünde bir kanaat oluşturmak için kasıtlı olarak kullanıldığını düşünmektedir.
Bu bağlamda iran’ın dış politikasını değerlendirirken tamamen gii eksenli bir politika izlediğini söylemek ne kadar yanlışsa iran’ın gii faktöründen bağımsız bir
politika izlediğini belirtmek de o kadar yanlış olacaktır. Devletlerde dış politika ulusal çıkarlara göre yürütülür. Bu nedenle iran’ın dış politikasında gii faktörünü
“instrumentalism” yani araçsalcılık yöntemi ile açıklamak gerekir. Araçsalcılara göre, etnik ve dini gruplara olan aidiyet duyguları ve grup içi ilişkiler beklenen
faydayla doğru orantılı bir Şekilde gelişir.5 Diğer bir ifade ile iran, kendisine faydası olması için gii faktörünü dış politikasında bir araç olarak kullanırken,
Ortadoğu’nun diğer ülkelerindeki gii gruplar da kendilerine olan fayda doğrultusunda gii kimliklerini ön plana çıkarır ve iran ile ilişkilerini geliştirmek
için kullanırlar. Bu çalışmanın ana sorusu da bölgedeki çatışma ve kutuplaşma olasılığını göz önünde bulundurarak iran’ın nükleer bir silaha sahip olması
durumunda bu ilişki düzeyinin nasıl etkileneceği yönünde olacaktır.
İran’ın gelecekte Ortadoğu’da bulunan diğer Şii gruplar ile ilişkilerinin nasıl olacağını değerlendirmek için hem İran’ın dış politikadaki öncelikleri hem de farklı ülkelerde bulunan gii grupların beklentileri iyice anlaşılmalıdır. Bu bağlamda ilk olarak Ortadoğu’da bulunan gii gruplar değişik faktörler dikkate alınarak detaylı bir Şekilde incelenmelidir.
2. ORTADOĞU’DA Şİİ GRUPLAR
Yapılan araştırmalara göre dünyadaki Şii nüfusu Müslüman nüfusun %10-13’ünü oluşturmaktadır. Bu oran 154 ile 200 milyon arasında bir nüfusa tekabül
etmektedir. şiilerin nüfus olarak en yoğun oldukları yerler İran, Hindistan, Pakistan ve Irak’tır. iran’da yaklaşık olarak 70 milyon gii yaşarken diğer saydığımız ülkelerin her birinde en az 16 milyon Şii yaşamaktadır.6 Ancak İran’ın etki alanına girebilecek gii nüfus başta Irak olmak üzere Ortadoğu ülkelerindedir.
İran’dan sonra bölgede en büyük gii nüfus Irak’ta bulunmaktadır. Irak’taki şii nüfus, toplam nüfusun %60-65’idir. Lübnan’daki gii nüfus oranı %35,
Bahreyn’deki %70, Kuveyt’teki %30, Katar’daki %20, Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki %16, Suudi Arabistan’daki %5, Suriye’deki %10-12 (Nusayri) ve Yemen’deki %35’tir (Zeydi).7 Bu gruplardan Suriye, Irak, Lübnan ve Körfez ülkelerindeki şii nüfusu iran’ın etki alanı ile daha çok ilgilenmektedir. Bu nedenle
bu ülkelerdeki gruplar ile iran’ın ilişkisi değerlendirilmelidir.
2.1. Irak Şiileri
Iraklı şiiler Irak’ın yüzde 60 veya 65’ini oluşturmaktadır. Bu oran onları Irak’ın en kalabalık grubu yapmaktadır. Irak’ta giiler sadece Araplardan oluşmamaktadır.
Araplar kadar olmasa da Irak’ta gii Türk (Türkmen) ve Kürt de bulunmaktadır. Irak tarihine baktığımızda giilerin, Irak’ta nüfus açısından çoğunluk olmalarına rağmen siyasi açıdan hep azınlıkta kaldıklarını görürüz. Bu yapıyı kırmak için 1920 ve 1991 yıllarında iki büyük gii isyanı yaşanmış ancak sonuç elde edilememiştir. 2003 yılından itibaren ise Şiiler nüfus gücünü kullanarak seçimler ile iktidar olabilmektedir.
Irak’ta Şiilerin büyük bölümü Bağdat ve Irak’ın güneyinde yaşamaktadır. Şiilerin en yoğun olarak yaşadığı bölge Bağdat’ın doğusunda yer alır. Burada iki
milyona yakın Şii’nin yaşadığı tahmin edilmektedir. Irak’ın en büyük ikinci şehri Basra’da ise yine Şii çoğunluğu bulunmaktadır. Bu Şehirde yaşayan gii nüfusu 1,3 milyondur. Şiilerin en kutsal yerleri sayılan Necef ve Kerbela Şehirleri de Iraklı şiilerin yoğun olarak bulundukları diğer Şehirlerdir.8 Türkmen Şiiler ise daha çok Tuzhurmatu ve Telafer Şehirlerinde yaşamaktadır.
Şii gruplar ABD’nin 2003 müdahalesinden sonra nüfus avantajlarını iyi bir şekilde kullanmıştır. Özellikle gii temelli partiler seçimlerden zaferle çıkmıştır.
Günümüzde giileri temsil eden üç önemli grup bulunmaktadır. Bunlar Başbakan Maliki’nin grubu, Ammar el-Hekim başkanlığında islam Yüksek Devrim Konseyi
ve Mukteda el-Sadr önderliğinde Sadr grubu. Seçimlere ittifaklar ve farklı isimlerle girseler de bu üç grubun toplum içinde önemli bir tabanının olduğunu
söyleyebiliriz.
Irak’taki şii gruplar konjonktöre göre değişiklik gösterse bile hepsinin iran ile olumlu ilişkileri bulunmaktadır. Özellikle Hekim grubu Saddam Hüseyin baskısı
nedeniyle 1980’lerden itibaren iran’a sığınmıştır. Bu gruba bağlı olan Bedir Tugayları adlı milis güçleri iran tarafından desteklenmektedir. Bedir Tugayları iran Devrim Muhafızları tarafından eğitilmekte ve silah yardımı almaktadır.9 Hekim grubu gibi iran ile iyi ilişkiler içinde bulunan diğer bir grup Da’wa Partisi
geleneğinden gelen Nuri al-Maliki’nin grubudur. Maliki, özellikle ABD’nin Irak’taki askerlerini çekmesi yönündeki talebiyle ve iran ile çıkar birliği sağlamak
konusundaki istekli tutumuyla Tahran’la olan iyi ilişkilerini geliştirmektedir. Ayrıca Maliki döneminde Irak’ta bulunan iran yönetimine muhalif gruplar ülkeden çıkarılmıştır. Mukteda el-Sadr önderliğindeki Sadr grubu yine ABD karşıtlığı zemininde iran ile bazı ortak noktalarda buluşabilmektedir. Özellikle Sadr’ın günümüzde dini eğitime Kum Şehrinde devam etmesi yakın ilişkilerin bir göstergesidir.
2.2. Suriye Şiileri (Nusayriler)
Şiilik mezhebinin kendi içinde bazı alt kolları bulunmaktadır. Bunlardan İmamiye, İsmailliye, Zeydiyye ve Nusayrilik en önemlileridir. Suriye’deki giiler ise Nusayri
olarak adlandırılmaktadır. Suriye’de Sünnilerden sonra en kalabalık grubu yaklaşık %12’lik oranları ile Nusayriler oluşturmaktadır. Nusayriler yoğun olarak Suriye’nin Lazkiye bölgesinde yaşarlar. Nusayrilerin Suriye’de yönetime hâkim olmaları Hafız Esad ile gerçekleşmiştir. Esad 1970’te Nusayri kökenli ilk devlet başkanı olmuştur.
İktidarını güçlendirmek ve sürdürmek için Esad, devletin önemli noktalarına
Nusayri kimlikli kişileri görevlendirmiştir. Nusayriler Esad döneminde özel güvenlik, istihbarat ve özel kuvvetlerde yer edinmiş ve ordunun komuta kademesini kontrol etmiştir. Ancak Suriye’nin iç ve dış siyasetinde Nusayri kimliğini dile getirmek bir tabu halini almıştır.10 Esad yönetimi dış politikada daha çok Arap milliyetçiliğini ön plana çıkaran söylemler çerçevesinde bir siyaset izlemeye çalışmıştır.
Arap Milliyetçiliği söylemlerini sık kullansa da aslında Hafız Esad, pragmatizme dayalı bir dış siyaset izlemiştir. Bu gelenek oğlu Beşar Esad tarafından da devam ettirilmektedir. Bu bağlamda Irak ve İsrail meselelerinde ortak çıkarları bulunması nedeniyle Suriye, İran’a 30 yıl boyunca yakın bir dış siyaset izlemiştir. İran’ın sekiz yıl süren Irak Savaşı boyunca Suriye, Irak’ın Baas yönetimine karşı olan husumeti sebebiyle iran’a destek vermiştir. Batı’nın ve Arap dünyasının İran’a karşı olduğu bu savaşta Suriye’nin iran’a destek vermesi her iki ülkeyi stratejik ortak olarak göstermiştir.
Hafız Esad, Humeyni yönetimindeki iran’ın ABD ve israil karşıtlığı nedeniyle Arap ülkeleri tarafından desteklenmesi gerektiğini düşünmüştür. Ancak hiçbir Arap
ülkesi bu yönde bir tutum benimsememiş ve Suriye, iran’ın desteklenmesi noktasında yalnız kalmıştır. Suriye, Irak-iran Savaşı’ndan sonra da iran ile iyi
ilişkilerini sürdürmüştür. Bunun başlıca nedeni daha önce de belirttiğimiz gibi iran’ın ABD’yi ve israil’i düşman olarak görmesi ve iki ülkenin ortak çıkarlarıdır.11
İran ile bu konularda çıkar birliği bulunan Suriye özellikle israil konusunda iran ile paralel bir siyaset izlemektedir. Bu iki ülkeye daha sonra israil karşıtlığı konusunda Lübnan’da bulunan Şiiler de eklenmiştir.
2.3. Lübnan Şiileri
Lübnan’da günümüzde devlet tarafından tanınan 18 dini grup bulunmaktadır.
Lübnan’ın genel nüfusu içinde bu grupların nüfus oranı tam olarak bilinmemekte dir. Devlet tarafından resmi olarak en son 1932 yılında bir nüfus
sayımı yapılmıştır. O dönemde yapılan sayımın ayrıntılı sonucu bilinmemektedir. Ancak Hıristiyan nüfusun Müslümanlardan daha yüksek olduğu kabul edilmiştir.
Günümüzde Lübnan’da nüfus yapısının değiştiğini söyleyebiliriz. Ülkede yaşanan iç savaş, savaş sonucu oluşan dış göçler ve hem sınıfsal hem de kültürel
nedenlerden dolayı gruplarda gelişen farklı doğum oranları nüfus yapısının değişiminde etkili olmuştur. Değişen nüfus oranları sonucunda grupların
günümüzdeki gerçek nüfus oranları resmi olarak bilinmemektedir. Ancak başta Hizbullah lideri Nasrallah olmak üzere giiler Lübnan’daki en kalabalık grup
olduklarını iddia etmektedirler.12
Lübnan’da giiler yoğun olarak Lübnan’ın kuzeydoğusunda Bekaa Vadisi bölgesinde, Başkent Beyrut’un güneyinde ve Güney Lübnan’da yaşamaktadır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi resmi bir sonuç olmasa da yapılan araştırmalarda Lübnan’daki gii nüfusun %25-35 arasında olduğu tahmin edilmektedir.13 Lübnan’ın günümüzdeki nüfusu dört milyonun üzerinde olduğu tahmin edilmekte ve toplumsal sınıf bakımından bu gruplar arasında giiler Lübnan’ın en yoksul kesimini oluşturmaktadırlar.
Lübnan’ın bağımsızlığını elde ettiği dönemde, giiler kendilerini temsil edecek ve giileri bir arada tutabilecek siyasi oluşumu gerçekleştiremediler. giileri siyasi
alanda ilk kez örgütleyen kişi 1960’ların sonunda Musa el-Sadr olmuştur. Sadr, şiileri devlet katında temsil edecek örgütü, Yüksek gii Konsey’ini 1969’da kurdu.14
Ardından 1975 yılında, Lübnan iç Savaşı döneminde, Emel Hareketi kuruldu. Ardından Hizbullah Emel Hareketi’nden ayrılarak 1985’ta ayrı bir oluşum olarak
ortaya çıktı. Hizbullah, kuruluş aşamasında kendine İran devrimini örnek aldığını belirtmiştir. Hizbullah’ı ön plana çıkaran asıl olay 1989 yılında yapılan Taif
Antlaşması olmuştur. Bu anlaşmaya göre Hizbullah ülke içinde yasal olarak silahlı güç bulunduran tek hareket olma özelliğini kazanmıştır. İsrail’e karşı mücadele etmesi beklentisiyle bu imtiyaz Hizbullah’a verilmiştir.15 Hizbullah bu süreçte Suriye ve iran’dan özellikle israil karşıtlığı noktasında büyük destek görecektir.
İsrail’in 2000 yılında Güney Lübnan’dan çekilmesinden sonra Hizbullah bölgede büyük bir güç kazanmıştır. Ardından 2006 yılında Hizbullah’ın israil’e
karşı gösterdiği direniş ve başarı Hizbullah’a var olan halk desteğini artırmıştır. Bu desteğin özellikle Lübnan’daki Hıristiyanlardan da gelmesi oldukça anlamlıdır.
Kuzeyden israil’in komşusu olan Lübnan, iran tarafından önemsenmektedir. Bu nedenle iran uzun yıllar boyunca Hizbullah’a hem maddi hem de askeri destekte
bulunmaktadır. Son dönemde israil’in saldırıları nedeniyle iki ülke arasında ve özellikle Güney Lübnan ile iran arasında çıkar birliğinin oluşturduğu patronaj yapı dışında ciddi bir duygusal bağın da oluştuğunu söyleyebiliriz. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Ekim 2010’da gerçekleştirdiği Lübnan ziyaretinde Hizbullah yanlısı kitleler tarafından iran bayrakları ile karşılanmıştır.16
Ahmedi Nejad’ın Güney Lübnan’da konuşma yaptığı alanın (Bint Jbeil) israil sınırına sadece 5 km uzaklıkta olması oldukça anlamlıdır. iran bayrakları ile
yapılan bu gösteri iran’ın etki alanının israil karşıtlığı çerçevesinde geliştiğini de göstermektedir.
2.4. Körfez Ülkelerindeki Şiiler
Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Umman ve Yemen’den oluşan Körfez ülkeleri Sünni iktidarların bulunduğu otokratik
rejimlerden oluşmaktadır. Bu ülkelerdeki giiler uzun yıllar boyunca görmezden gelinmiştir.17 Yoğunluk açısından en önemli gii nüfus %70’lik oran ile Bahreyn’de bulunmaktadır. giiliğin bir kolu olan Zeydiler Yemen’de %35’e yakın bir nüfus oranına sahiptir. Katar, Kuveyt ve BAE’nde %15 ile %30 arasında değişik oranlarda gii nüfusu bulunmaktadır. Suudi Arabistan’da %5-10 gibi düşük bir oran olmasına rağmen giiler önemli petrol kaynaklarının bulunduğu bölgelerde yaşamaktadır.
Son dönemde Körfez ülkelerindeki giiler iki nedenden dolayı gündemde kalmaya devam etmiştir. Birincisi Bush Doktrini ile birlikte gelişen Ortadoğu’da
demokratikleştirme söylemi. Bu söylemin gelişmesi ile birlikte Körfez’deki Şiilerin durumu yeniden gündeme gelmiştir. İkincisi ise iran’ın bölgede artan etki alanıyla birlikte Körfez’deki giilerle iran’ın ilişkisi tartışma konusu olmuştur.
Körfez ülkelerinde geçmişten gelen ciddi bir iran korkusu bulunmaktadır. Humeyni yönetiminden beri iran, Körfez ülkelerinin Batı ülkeleri ile geliştirdiği iyi ilişkilere karşı çıkmıştır. Humeyni; ABD’yi “ Büyük Şeytan ”, Sovyetler Birliği’ni “ Küçük Şeytan ” ve Batı’nın kukla rejimleri olarak gördüğü Körfez ülkelerini ise “ Mini Şeytanlar ” olarak adlandırmıştır.18 Körfez ülkelerinin Batı ile olan olumlu ilişkisi günümüzde de devam ettiği için iran’ın da bölgeye karşı görüşünün değiştiğini söylenemez. Körfez ülkeleri iran’ın iki açıdan kendilerini tehdit edebileceğini değerlendirmektedir.
Bu tehditlerden biri iran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatma olasılığıdır. Dünya’da tüketilen petrolün %20’si bu boğaz yolundan geçerek Körfez ülkelerinden ihraç
edilmektedir.19 Diğer bir tehdit ise iran’ın Körfez ülkelerindeki giileri, bu ülkelerde iç sorunlar çıkarmak ve Körfez’de bulunan yabancı yatırımcılara karşı kışkırtmak amacıyla kullanmasıdır.20 Ayrıca iran’ın nükleer faaliyetlerine devam etmesi bu ülkelerde tehdit algılamasının daha yoğun bir Şekilde yaianmasına neden olmaktadır.
3. İRAN’IN ORTADOĞU POLİTİKASI VE Şİİ JEOPOLİTİĞİ
İran’ın dış politikası analiz edilirken, 1979 Devrimi’nden sonra iran devletinin kendini nasıl tanımladığı, oluşan devletin yapısı, kurumları gibi konular dikkate
alınmalıdır. Bunun dışında uluslararası alanda gelişen siyasetle birlikte ülkedeki iktidarın öncelikleri belirtilmeli ve buna bağlı olarak ülkenin dış politikadaki
araçlarının ne olduğu ve bunları nasıl kullanabileceği de değerlendirilmelidir. Böylece İran’ın dış politikası ve özellikle bölgedeki diğer gii gruplar ile ilişkisi
bütüncül bir Şekilde analiz edilmiş olur.
Devrim sonrası 1979’da kurulan İran islam Cumhuriyeti, Batı kültürünü benimseyen Şah yönetimine bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Devrim, İran’daki pek çok grubun katılımıyla gerçekleşmiştir. Bu gruplar, özellikle gah rejiminin ABD ile bağlantılarından, ülkedeki toplumsal ve kültürel alanda yaşanan yozlaşmadan duydukları rahatsızlığı dile getirmiştir.21 Devrim öncesinde ülkede oluşan ABD karşıtlığı, devrim sonrasında da özellikle İran-Irak Savaşı döneminde ABD’nin izlediği politikalardan dolayı artarak devam etmiştir.
Sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı boyunca hiçbir ülke İran’a destek vermemiştir. İranlıların iddialarına göre Batılı devletler Irak’a kimyasal silah satmış ve Irak’ın
bunları kullanmasına göz yummuştur.22 Devrim sonrası İran dıİ politikası, savaş döneminde Batılı ülkelerin kendisine karşı olan tavırlarından etkilenmiştir. Bu
dönemde İran devleti kendini tehdit altında hissetmiştir. Bu nedenle İran kendi içine kapanık ve kendini korumaya yönelik politikalar üretmiştir.
Ortadoğu için son dönemde sıkça dile getirilen yeni bir “Soğuk Savaş”ın temeli de bu geçmiş deneyimlere dayanmaktadır. Meşruiyetini Siyonizm ve Batı
karşıtlığından alan İran’daki siyasetçiler, ABD’nin son dönem politikaları nedeniyle kendi ülkelerinde güç kazanmıştır. Bu anlamda 11 Eylül olayları sonrası ABD’nin dış politikasının İran iç politikasına etkileri dikkate alınmalıdır. Siyonizm ve Batı karşıtı söylemlerle siyaset yapan Ahmedi Nejad bu süreçte toplumsal desteğini artırma ve Batı karşıtlığı temelinde ülke dışında da müttefik arayışındadır.
İran’ın, Şii jeopolitiğini kendi lehine kullanmasını sağlayacak kurumları bulunmaktadır. Bunlardan biri manevi ve fikri birliği sağlayacak olan Kum
kentidir. gii din adamlarının eğitim aldıkları yerlerden biri olan Kum kenti son dönemde Irak’taki Necef kenti karşısında eğitim merkezi olarak daha çok ön plana çıkmaktadır. İran’ın bir diğer aracı ise bölgede bazı gruplara hamilik yapmasını sağlayan İran Devrim Muhafızları’dır. Özellikle çatışmaların sıkça yaşandığı Ortadoğu’da Devrim Muhafızları İran ile çıkar birliği olan diğer gii ve İslami gruplara silah yardımı ve silahlı eğitim olanakları sağlamaktadır.
3.1. Kum Kenti
Irak, tarih boyunca giilerin dini merkeziyken Necef de gii din adamlarının yetiştiği ve yaşadığı bir kent olmuştur.23 İran’daki Kum kenti ise Necef’te eğitim almış İranlı din adamları tarafından kurulmuş ve İran İslam Devrimi’ne kadar Necef’in etkisi altında kalmıştır. İslami Devrim ile birlikte İran’da Kum kentine verilen önemin artması, buna karşın Irak-İran Savaşı nedeniyle Baas yönetimi tarafından Iraklı Şiilere karşı oluşan çekinceler sonucu Necef’in olanakları azalmış, bir medrese Şehri olarak Kum kentinin önemi gittikçe artmıştır.
Şii din adamlarının eğitim aldığı bu iki merkez arasındaki en temel ayrım imam’ın siyasi rolü üzerinedir. Necef kenti geleneksel fikre sadık kalmış ve din
adamlarının siyasi bir rolünün olmadığını savunmuştur. Necef’e göre din adamları sadece ruhani konularla ilgilenir ve toplumu ahlaki değerler bakımından denetler.
Öte yandan Kum kenti Ayetullah Humeyni’nin öğretisi olan Velayeti Fakih’i takip etmektedir. Diğer bir ifade ile Kum kenti, din adamlarının toplumda siyasi bir
rolünün olduğu iddiasındadır.24
Humeyni’den sonra Kum kenti giiliğin eğitim merkezi olarak geliştirilmiştir. Bu dönemde Kum kentinde yeni kütüphaneler ve eğitim merkezleri oluşturulmuş,
elektronik kaynaklardan da yararlanılmıştır. Bu gelişmelere paralel olarak Kum kentine gelen öğrenci sayısı Necef kentine oranla gittikçe artış göstermiş, bazı
dönemlerde eğitim için Kum’da bulunan öğrenci sayısı 70 bini bulmuştur.25
Dünya genelinde gii toplumunun gelecek nesil din adamları ve siyasetçilerinin Kum kentinde eğitim alması, İran’a gii jeopolitiğini etkin bir şekilde kullanması
noktasında büyük bir avantaj sağlamaktadır.
3.2. Devrim Muhafızları
Ortadoğu’da uluslaşma sürecini tamamlamayan ülkelerde çatışma olgusu hâlâ sık olarak yaşanmaktadır. Çatışmanın sıcak bir şekilde yaşandığı bölgelerde ise
diplomasi ile yapabilecek şeyler sınırlıdır. iran, bu dönemde bölgedeki nüfuz alanını güçlendirmek için Devrim Muhafızları’nı kullanmaktadır. Lübnan’da,
Irak’ta ve Pakistan’da gii gruplara bağlı milis güçler İran tarafından organize edilmekte, eğitilmekte ve bu ülkeden silah yardımı almaktadır.26 Dolayısıyla,
İran’ın bölgede diğer gruplar ile patronaj ilişkisi kurma aşamasında Devrim Muhafızları’nın işlevi önemlidir.
4. TÜRKİYE – İRAN İLİŞKİLERİ
Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun tabiri ile Anadolu coğrafyası ile İran birçok açıdan tarih sürecinde birbirine bağımlı olmuştur.27 Değişik dönemlerde bu coğrafyalarda hüküm sürmüş devlet ve imparatorluklar birbirleri ile karşılıklı etkileşim içinde olmuştur. Ancak geçmişte var olan bu devlet ve imparatorluk ların ilişkilerinden yola çıkarak günümüzdeki Türkiye-İran ilişkileri hakkında çıkar samalarda bulunmak bizi sağlıklı sonuçlara ulaştırmayabilir. Çünkü geçmişteki ilişkileri, dönemin uluslararası yapısı ve dinamiklerine göre değerlendirmek gerekir. Öte yandan geçmişteki yoğun ilişkileri inceleyerek şu
sonuca varabiliriz: bu coğrafyalarda kurulan devletlerin birbirine karşı algısı her zaman açık olmuştur. Birbirlerinin siyasetini yakından takip etmiş ve dönemlere
göre birbirlerini ya bir tehdit olarak görmüş ya da bölgede işbirliği yapılabilecek güçlü bir müttefik olarak değerlendirmiştir.
Son dönemde Türkiye’de AKP iktidarı ile birlikte, özellikle 11 Eylül sonrasındaki gelişmeler sonucunda Türkiye-İran arasında yakınlaşma gerçekleşmiştir. ABD’nin Irak işgali döneminde Türkiye’nin izlediği politikalar ve Irak konusunda belirginleşen ortak çıkarlar Ankara ile Tahran’ı daha da yakınlaştırmış, ekonomik ilişkilerin istikrarlı bir şekilde gelişmesi ikili diyalogu artırmıştır. Özellikle son dönemde iki ülke arasında enerji alanında yapılan yeni çalışmalar dikkat çekmektedir.
Türkiye’nin barışçıl nükleer çalışmaları desteklemesi ve Ortadoğu’da silahsızlanmayı İsrail’in nükleer silahlarına dikkat çekerek eleştirmesi, yurtiçinde
ve yurtdışında bazı kesimler tarafından Türk dış politikasında bir eksen kayması olarak değerlendirilmiştir. Ancak Türkiye’nin İran ile ilişkileri daha geniş bir
çerçeveden, Türkiye’nin genel Ortadoğu politikaları çerçevesinden değerlen dirilmelidir. Davutoğlu’ nun Stratejik Derinlik adlı kitabında Türkiye’nin
küresel bir güç olması için öncelikle bölgesel bir güç olması gerekliliği vurgulanmaktadır. Bu sürecin devamı için de bölgede istikrarın ve işbirliğinin
artması gerekmektedir. İstikrâr ve işbirliğinin sağlanabileceği siyasi ortam için ise, bölgedeki tüm ülkelerin sürece dâhil olması ve hiçbir grubun sistemin dışına
çıkarılmaması öncelikli koşullardandır. Bu bağlamda Türkiye ne İran’ın bölgede sistem karşıtı faaliyetlerini artırmasını istemekte ne de Batılı ülkelerin İran’ın
bölgede yalnızlaştırılması yönündeki politikalarını desteklemektedir. Son dönemde Türkiye’nin Brezilya ile birlikte İran’ın nükleer programı konusunda çözüm girişiminde bulunması ve yaptırımlara karşı çıkması bu çerçevede değerlendirilmelidir.
4.1. İran’ın Nükleer Çalışmalarının Bölgeye ve İlişkilere Etkisi
Türkiye, İran’ın nükleer çalışmalarını ikili ilişkilerde belirleyici bir unsur olarak görmemektedir. Bunun öncelikli nedenlerinden biri Türkiye’nin iran’ı bir tehdit
olarak görmemesidir. Ayrıca bir tehdit algısı oluşsa bile Türkiye böyle bir tehdidi karşılayabileceğine inanmaktadır.28 Türkiye’nin asıl çekincesi bu nükleer kriz
sürecinin Ortadoğu’da kutuplaşmaları keskinleştirmesi ve bölgesel istikrarsızlığa yol açmasıdır. Peki, bu süreç nasıl gelişebilir?
Irak, Lübnan ve Pakistan gibi ülkelerde sık sık sıcak çatışmalar yaşanmaktadır. İran bu ülkelerdeki gii gruplara ciddi yardımda bulunmakta ve bu grupların hamilik sorumluluğunu üstlenmektedir. Bu ülkelerdeki gii gruplar ile İran arasında güce dayalı bir işbirliği söz konusudur. İran’ın savunma alanında daha da güçlenmesi ve Şii grupları çeşitli tehditlerden koruması bu grupların İran’a karşı aidiyet duygusunu güçlendirecektir. Diğer bir ifade ile İran’ın silah teknolojisi açısından güçlenmesi bölgedeki kutuplaşmayı artıracak ve İran’ın bölgesel bir güç olarak diğer ülkelerin önüne geçmesine neden olacaktır.
İran’da yaşanabilecek bir nükleer kriz sonucunda ortaya çıkabilecek diğer bir senaryo da İran’ın bölgede yalnızlaştırılması dır. Böyle bir durum hem Türkiye’nin İran ile geliştirdiği ekonomik ilişkilerine zarar verir hem de bölge istikrarını sekteye uğratır. İran’ı bölgede izole etmeye çalışmak sanılanın aksine İran’a geri adım attırmayacaktır. Bu tür politikalar İran’ın daha da saldırgan bir siyasi tavır almasına neden olabilir. Bu süreçte İran Ortadoğu’daki diğer müttefiklerini de devreye sokarak tüm bölgede istikrarsızlık yaratabilir. Bu durum Türkiye’nin bölgede esnek politikalar izlemesini de zorlaştırır.
SONUÇ YERİNE: TÜRKİYE’NİN ÇÖZÜM SÜRECİNDEKİ YERİ
Türkiye ABD’de Bush yönetiminin 11 Eylül sonrası “ya bizdensin ya da bize karşı” anlayışını benimsememiş ve ABD’nin bölge politikalarına karşı farklı bir tutum sergilemiştir. Obama yönetimi ile birlikte Türkiye ve ABD’nin politikaları uyum göstermeye başlamıştır. Çünkü Obama yönetimi de Türkiye gibi ilk önce bölgede angajman politikaları izlemeye çalışmıştır. Bu politika diplomasiye önem verdiği için Türkiye’nin çıkarlarına uygundur. Daha önce de belirttiğimiz gibi Türkiye bölgedeki politikalarını uygulamak için istikrara önem vermektedir. İstikrarın oluşabilmesi için de bölgedeki tehdit algılamalarının en aza indirilmesi
gerekmektedir.
Ortadoğu ülkelerindeki iktidarlar tehdit algılamalarını kendi konumlarını güçlendirmek için kullanmaktadır. İran ve İsrail gibi ülkelerde hükümetler ülke
içinde birlik için dışarıda yarattıkları düşmanlıklardan beslenmektedir. Bu nedenle bu hükümetler Ortadoğu’da çıkan her kıvılcımdan yararlanmaya çalışmakta ve krizler kartopu etkisiyle büyüyüp çıkmaza girmektedir. Dolayısıyla Türkiye bu süreci tersine dönüştürecek politikalar izlemelidir. Bu bağlamda Türkiye angajman politikalarına devam etmeli ve diğer ülkeleri de bu politikaya uyum göstermesi yolunda ikna etmelidir. Ayrıca bu süreçte Türkiye bölgede kutuplaşmaları önlemek için izlediği denge politikasının yanlış yorumlan mamasına özen göstermelidir.
Çünkü bu süreçte Türkiye, İran ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Türkiye, İran gibi Batı karşıtı olmadığını ama Ortadoğu’daki sorunlara da Batılı ülkeler gibi çözüm
aramadığını vurgulamalıdır.
Türkiye bölgede diğer ülkelerden farklı olarak çok boyutlu diplomasiyi uygulayan tek ülkedir. Diğer ülkelerle sadece hükümetler düzeyinde ilişki
sürmemekte, aynı zamanda ülkedeki tüm gruplar ile istişarede bulunmaktadır. Bu politika özellikle çatışmaların yoğun yaşandığı Irak, Lübnan ve Filistin gibi
ülkelerde başarıyla yürütülmüştür. Türkiye bu süreçte çatışmaların azalması için bu ülkelerdeki tüm gruplarla görüşerek aktif bir politika izlemiştir.
Bu politikasının devam etmesi için bölgede istikrarın hâkim olması gerekmektedir. Eğer bölgede çatışma olmazsa, devletin zayıf olduğu ülkelerdeki gruplar da İran gibi başka ülkelerle hamilik esasına dayanan bir ilişki arayışına girmezler. Ancak çatışma olgusu devam eder ve İran silahlanma konusunda ilerlerse bu durum İran’ın bölgesel güç olma iddiasını güçlendirir.
İran nükleer silah üretse bile Tahran yönetiminin bu silahları kullanması pek gerçekçi olmayacaktır. Nükleer silahtan çok bu silahların işlevi üzerine düşünül melidir. İran’ın etki alanı kısıtlandığında nükleer silahın işlevi de azalacaktır. Batılı devletlerin uzun vadeli düşünerek buna göre hareket etmesi gerekmekte dir. Başta ABD olmak üzere Batılı devletler İran’ın nükleer silah sahibi olma olasılığına karşı çıkıp saldırgan politikalar izlerken, İran’ın etki alanını güçlendirmemeye dikkat edilmelidir.
DİPNOTLAR;
1 Robin Wright and Peter Baker, “Iraq, Jordan See Threat from Iran”, Washington Post, 8.12.2004.
2 Helle Malmvig, The US and the Middle East from the War in Iraq to the War in Gaza, Royal Danish Defence College, Mart 2009, s. 20.
3 Dore Gold, Iran, Hizbullah, Hamas and the Global Jihad, Jerusalem Center for Public Affairs, 2007, s. 8.
4 Amir M. Haji-Yousefi, “Whose Agenda Is Served by the Idea of a Shia Crescent?”, Alternatives: Turkish Journal of International Relations, Vol. 8, No. 1, Sonbahar 2009, s. 122.
5 Itamar Rabinovich, Orta Doğu’da Etnisite Çoğulculuk ve Devlet, Avesta Yayınları, 2004, s. 30-31.
6 Luis Lugo, Mapping the Global Muslim Population, Pew Research Center, Ekim 2009, s. 8-9.
7 Mehmet gahin, “gii Jeopolitiği: iran için Fırsatlar ve Engeller”, Akademik Ortadoğu, Cilt 1, Sayı 1, 2006, s. 40.
8 Cole Juan, “The United States and the Shi’ite Religious Faction in Post Ba’thist Iraq”, Middle East Journal, Volume 57, No:4, Güz 2003, s. 546-547.
9 Kenneth Katzman, Iran’s Influence in Iraq, CRS Report for Congress, Kasım 2005, s. 2-3.
10 Ayşegül Sever, “Bağımsızlıktan Bugüne Suriye”, Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, (Ed.) Fulya Atacan, Bağlam Yayıncılık,
İstanbul, 2004, s. 194 – 208.
11 William L. Cleveland, A History of the Modern Middle East, Westview Press, 2009, s. 405-406.
12 Dror Ze’evi, The Present Shia-Sunna Divide: Remaking Historical Memory, Crown Center For Middle East Studies, Nisan 2007, s. 3.
13 http://arabic.cnn.com/2007/middle_east/4/9/shiite.lebanon/index.html, 17.05.2007.
14 Fulya Atacan, “Küçük Ülke Büyük Sorunlar: Lübnan”, Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, (Ed.) Fulya Atacan, Bağlam Yayıncılık,
İstanbul, 2004, s. 297
15 http://arabic.cnn.com/2007/middle_east/4/9/shiite.lebanon/index.html, 17.05.2007.
16 http://www.aljazeera.net/NR/exeres/92C989F5-4683-440B-916D-1C317B03D360.htm, 14.10.2010.
17 Ze’evi, a.g.e, s. 3.
18 Arı, a.g.e, s. 546.
19 James Leigh, Predrag Vukovic, Potential Iranian Hegemony, MP1, gubat 2010, s. 30.
20 http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/1544535/Iran-poised-to-strike-in-wealthy-Gulf-states.html, 04.05.2007.
21 Arı, a.g.e, s. 538-539.
22 Yousefi, a.g.e, s. 121.
23 Arif Keskin, “İran’ın Irak Politikası: Tarihi Bir Rövanşın Anatomisi”, Global Strateji, İlkbahar 2008, s. 66.
24 Sayyid Muhammad Rizvi, Shi’ism Imamate and Wilayat, Ansarian Publication, 2000, s. 110-111.
25 Vali Nasr, The Shia Revival, w.w. Norton & Company, 2006, s. 214-217.
26 Nasr, a.g.e, s. 222-223.
27 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, 2010, s. 427.
28 Gülden Ayman, Iranian Nuclear Crises and Turkey, ISPI, 12 Nisan 2010, s. 85.
KAYNAKLAR;
Kitaplar
ATACAN, Fulya (Ed.), Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2004
AYMAN, Gülden, Iranian Nuclear Crises and Turkey, ISPI, 12 Nisan 2010
CLEVELAND, William L., A History of the Modern Middle East, Westview Press, 2009
DAVUTOĞLU, Ahmet, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, 2010
GOLD, Dore, Iran, Hizbullah, Hamas and the Global Jihad, Jerusalem Center for Public Affairs, 2007
LEIGH, James, Predrag Vukovic, Potential Iranian Hegemony, MP1, gubat 2010
LUGO, Luis, Mapping the Global Muslim Population, Pew Research Center, Ekim 2009
MALMVIG, Helle, The US and the Middle East from the War in Iraq to the War in Gaza, Royal Danish Defence College, Mart 2009
NASR, Vali, The Shia Revival, w.w. Norton & Company, 2006
RABINOVICH, Itamar, Orta Doğu’da Etnisite Çoğulculuk ve Devlet, Avesta Yayınları, 2004
RIZVI, Sayyid Muhammad, Shi’ısm Imamate and Wilayat, Ansarian Publication, 2000
ZE’EVI, Dror, The Present Shia-Sunna Divide: Remaking Historical Memory, Crown Center For Middle East Studies, Nisan 2007
Makaleler;
ATACAN, Fulya, “Küçük Ülke Büyük Sorunlar: Lübnan ”, Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, (Ed.) ATACAN, Fulya, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2004
JUAN, Cole, “The United States and the Shi’ite Religious Faction in Post Ba’thist Iraq”, Middle East Journal Volume 57, No:4, Güz 2003.
KATZMAN, Kenneth, “Iran’s Influence in Iraq”, CRS Report for Congress, Kasım 2005
KESKİN, Arif, “ İran’ın Irak Politikası : Tarihi Bir Rövanşın Anatomisi ”, Global Strateji, İlkbahar 2008
SEVER, Ayşegül, “ Bağımsızlıktan Bugüne Suriye ”, Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, (Ed.) ATACAN, Fulya, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2004
ŞAHİN, Mehmet, “ Şii Jeopolitiği: İran için Fırsatlar ve Engeller”, Akademik Ortadoğu, Cilt 1, Sayı1, 2006
WRIGHT, Robin and Baker, Peter, “Iraq, Jordan See Threat from Iran” Washington Post, 8.12.2004
YOUSEFI, Amir M. Haji, “Whose Agenda Is Served by the Idea of a Shia Crescent?”, Alternatives: Turkish Journal of International Relations, Vol. 8, No. 1, Sonbahar 2009
İnternet Kaynakları
http://arabic.cnn.com/2007/middle_east/4/9/shiite.lebanon/index.html, ( Erişim 17.05.2007)
http://arabic.cnn.com/2007/middle_east/4/9/shiite.lebanon/index.html, (Erişim 17.05.2007)
http://www.aljazeera.net/NR/exeres/92C989F5-4683-440B-9161C317B03D360.htm, (eriGim 14.10.2010)
http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/1544535/Iran-poised-to-strike-in wealthy-Gulf-states.html, (eriGim 04.05.2007)
***