GÜMRÜK BİRLİĞİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
GÜMRÜK BİRLİĞİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ocak 2018 Pazartesi

AVRUPA BİRLİĞİ.. 40 YILDIR KAPIDA BEKLETİLEN BİRLİĞE ALINMAYAN ÜLKE TÜRKİYE, BÖLÜM 4

AVRUPA BİRLİĞİ.. 40 YILDIR KAPIDA  BEKLETİLEN BİRLİĞE ALINMAYAN ÜLKE TÜRKİYE, BÖLÜM 4


İkinci Dünya Savaşı bitmiş, lakin savaşın en aşağılık tavrı olan; insan hakları ihlalleri ile dolu sonuçları, tüm açıklığı ile hissedilmekteydi. Geçmişteki, dünyaya yayılma politikası ile elde ettiği hakimiyetini yavaş yavaş kaybetmekte olan Avrupa, tarihteki günlerine kavuşmak dürtüsü ile, yeni güç dengeleri kurma eğilimindeydi. Bu çaba ile, çoğu faşizme karşı savaşta aktif bir rol oynamış bulunan, siyaset, hukuk ve sanat dünyasından 800 ünlü temsilci 7-10 Mayıs 1948 arasında Lahey Kongresi'nde bir araya gelerek Avrupa Kurucu Parlamenter Asamblesi'nin oluşturulması çağrısında bulundular.

Lahey Kongresi'nin ilk sonucu bir yıl sonra 10 devlet - Belçika, Birleşik Krallık, Danimarka, Fransa, Hollanda, İrlanda, Norveç, İsveç, İtalya ve Lüksemburg - tarafından Avrupa Konseyi'nin kurulması oldu. 1950'de Almanya Federal Cumhuriyeti, İzlanda, Türkiye ve Yunanistan da Avrupa Konseyi'ne katıldılar. Avrupa Konseyi savaş sonrası yıllarının başlıca ihtiyaçlarını iki organıyla, hükümetlerarası nitelikteki Bakanlar Komitesi ve uluslararası nitelikte ama sınırlı yetkilere sahip Danışma Meclisi yoluyla karşıladı: bu ihtiyaçlar demokrasinin pekiştirilmesi, hukukun üstünlüğünün savunulması, insan haysiyetinin öne çıkarılması ve insan haklarına saygıydı (Ek 3.). Bunlar Avrupa Konseyi'ne üye olmanın ölçütleri ve üyelerinin yerine getirmekle yükümlü oldukları vazgeçilmez yükümlülüklerdir.

Lahey Kongresi'ni izleyen süreçte 'bütün halkların ve bütün ulusların erişeceği ortak bir ideal' olarak nitelenen, 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi yayımlanır. Bu çağrı ve İHEB ile Batı Avrupa'nın bugünkü temelleri yavaş yavaş atılmaya başlanmış olur.

Topluluğun çalışmaları, başlangıçta altı kurucu üyesi (Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg) arasında bir kömür ve çelik ortak pazarı kurulmasıyla sınırlıydı. Savaş ertesindeki o günlerde savaşın galip ve mağluplarını, eşitler olarak işbirliğinde bulunabilecekleri bir kurumsal yapı içinde bir araya getiren Topluluk, temelde barışı güvence altına almanın bir aracı olarak algılanıyordu (Ek 1.).

Altılar'ın başarısı Birleşik Krallık, Danimarka ve İrlanda'yı Topluluk üyeliğine başvurmaya yöneltti. General de Gaulle yönetimindeki Fransa'nın 1961'de ve 1967'de iki kez veto yetkisini kullandığı çetin bir pazarlık dönemini takiben, bu üç ülke 1972 yılında üyeliğe kabul edildiler. Üye devlet sayısını altıdan dokuza (Ek 2.) yükselten ilk genişleme ile birlikte, Topluluk sosyal, bölgesel ve çevresel konularda üstlendiği sorumluluklarla yeni bir derinlik kazandı.

Amerika Birleşik Devletleri'nin 1970 başlarında doların konvertibilitesini askıya almasıyla ekonomik yakınlaşma ve parasal birlik gereksinimi açıkça kendini gösterdi. 1973 ve 1979'daki iki petrol kriziyle dünya çapında parasal istikrarsızlık daha ağırlaştı. 1979 yılında Avrupa Para Sistemi'nin işlerlik kazanması döviz kurlarının sabitleşmesine yardımcı oldu, Üye Devletler'in kararlı ekonomik politikalar izleyerek açık bir ekonomik alanın dayattığı disiplinden yararlanmalarını ve birbirlerine karşılıklı destek vermelerini sağladı.

Topluluk 1981'de Yunanistan'ın, 1986'da da İspanya ve Portekiz'in katılmalarıyla güneye doğru genişledi. Bu genişlemeler, Onikiler'in, ekonomik gelişmeleri arasındaki farklılıkları azaltmaya yönelik yapısal programlar uygulamalarını kaçınılmaz kıldı.

Bu dönemde Topluluk Güney Akdeniz ile Afrika, Karayipler ve Pasifik (AKP) ülkeleri ile yeni anlaşmalar imzalayarak uluslararası düzeyde daha önemli bir rol oynamaya başladı; AKP ülkeleri birbirini izleyen dört Lomé Sözleşmesi (1975, 1979, 1984 ve 1989) ile Topluluk'la bağ kurdu.

1 Ocak 1995'te Avrupa Birliği'ne üç yeni üye; Avusturya, Finlandiya ve İsveç katıldı.

Dünyanın en büyük ticaret gücü olmasına karşın, Birlik diplomatik etkinliğini arttıracak yapıları geliştirmekte ağır davranmıştır. Avrupa siyasi işbirliğinin amacı dışişleri ve güvenlik politikası alanlarında hükümetler arasında daha derinlemesine bir eşgüdümün sağlanmasıdır.

Dünyadaki durgunluk ve mali yükün paylaşımı konusundaki iç çekişmeler 1980 başlarında bir "Avrupa karamsarlığı" havasının doğmasına neden oldu. Ama 1984'ten sonra bunun yerini Topluluğun canlandırılması konusunda daha umutlu beklentiler aldı. Jacques Delors başkanlığındaki Komisyon'un 1984'te hazırladığı Beyaz Kitap'a dayanarak Topluluk 1 Ocak 1993'e kadar tek pazar oluşturmayı kendisine hedef edindi. Avrupa Tek Senedi (Ek 5.) 17 ve 28 Şubat 1986'da imzalandı ve bu iddialı hedefle ilgili mevzuatın kabulü konusunda yeni usuller geliştirdi. Tek Senet 1 Temmuz 1987 tarihinde yürürlüğe girdi.

Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından 3 Kasım 1990'da iki Almanya'nın birleşmesi, Aralık 1991'de de Sovyetler Birliği'nin çözülmesi Avrupa'nın siyasi yapısını baştan aşağı değiştirdi. Üye Devletler bağlarını güçlendirme kararlılığıyla, temel özellikleri 9-10 Aralık 1991'de Maastricht'te toplanan Avrupa Doruğu'nda kararlaştırılan yeni bir Antlaşma'nın müzakerelerine başladılar.

1 Kasım 1993'te yürürlüğe giren Avrupa Birliği Antlaşması Üye Devletler'in önüne iddialı bir program koymaktadır: 1999'a kadar parasal birlik; yeni ortak politikalar, Avrupa yurttaşlığı; diplomatik işbirliği; ortak savunma ve iç güvenlik. Dünya ölçeğindeki rekabeti göğüsleyebilmek ve işsizliği azaltmak için Avrupa Doruğu, Komisyon tarafından sunulan 'Büyüme, rekabet, istihdam' adlı Beyaz Kitap'a dayanarak Temmuz 1994'te kıta ölçeğinde altyapı ve iletişim projelerini yürürlüğe koymaya karar verdi.

Artık AB'nin, bir yandan Üye Devletler'in kimliklerini korurken diğer yandan da karar verebilme ve uygulama yeteneği bulunan hem etkili hem de demokratik bir örgüt olma yolunda daha ileri gitmekten başka seçeneği yoktur. Yapısını güçlendirip karar mekanizmalarını rasyonalize edemezse, iyice gevşeme ya da kımıldayamaz hale gelme seçeneğiyle karşı karşıya kalacaktır. Atlas Okyanusu'ndan Urallar'a uzanan 'Büyük Avrupa' ancak tek sesle konuşup hareket eden istikrarlı bir çekirdek etrafında yapılanırsa örgütlü bir güç olarak gelişebilir. 1996 için planlanan kurumsal gündem iddialıdır: 15 üyeli AB'nin yapısının yeni görevleri göğüsleyebilecek şekilde uyarlanması ve kurucularının büyük siyasi projelerinin kaynakları gözardı edilmeden ve kapsamı kısıtlanmadan tüm kıtaya istikrar getirebilecek biçimde yeni üyelerin katılımına hazırlanması.

Yaklaşık yarım yüzyıldır Avrupa bütünleşmesi, kıtanın gelişmesi ve halkının zihniyeti üzerinde önemli etkilerde bulunmuştur; aynı zamanda güçler dengesini de değiştirmiştir. Siyasi renklerinden bağımsız olarak tüm hükümetler mutlak ulusal egemenlik çağının artık geçtiğinin farkındadır.

Ancak güçlerin birleştirilmesi ve AKÇT Antlaşması'nın ifadesiyle "gelecekteki kader birliği" için harcanacak çabalar sayesinde, Avrupa'nın eski ulusları ekonomik ve sosyal gelişmelerini sürdürebilir ve dünya ölçeğindeki etkinliklerini koruyabilirler.

Ulusal ve ortak çıkarların sürekli dengelenmesine, ulusal geleneklerin farklılığına saygı gösterilmesine ve farklı kimliklerin güçlendirilmesine dayalı Topluluk yaklaşımı her zaman olduğu gibi bugün de geçerlidir. Devletler arasındaki ilişkilere damgasını vuran köklü düşmanlıkları, üstünlük saplantılarını ve savaşçı eğilimleri aşacak biçimde tasarlanan bu yaklaşım Soğuk Savaş yılları boyunca Avrupa'nın demokratik ülkelerinin özgürlüğe olan bağlılıkları çevresinde birleşmelerini sağlamıştır.

Avrupa Birliği'ni daha geleneksel uluslararası bütünleşme modellerinden ayırt eden özellik kurumsal yapısının benzersiz oluşudur. Paris, Roma ve Maastricht Antlaşmaları'yla Üye Devletler hükümranlıklarının bir bölümünü ulusal ve ortak çıkarlarını temsil eden bağımsız kurumlara devretmişlerdir. Karar mekanizmalarında her biri belirli bir rol üstlenen bu kurumlar birbirlerini tamamlar niteliktedir.

***

Birliği yöneten kurumlar şunlardır: Demokratik yollarla seçilen Parlamento, Üye Devletleri temsil eden ve Bakanlar'dan oluşan Konsey, Avrupa Devlet ve Hükümet Başkanları Doruğu, Antlaşmaların koruyucusu olan Komisyon, Topluluk hukukuna uyulmasını sağlayan Adalet Divanı ve Birliğin Mali yönetimini izleyen Sayıştay. Ayrıca ekonomik, sosyal ve bölgesel çıkar gruplarını temsil eden çeşitli danışma kurulları vardır. Birliğin dengeli gelişimine katkıda bulunan projelerin finansmanını kolaylaştırmak amacıyla kurulmuş olan bir Avrupa Yatırım Bankası bulunmaktadır.

***

Avrupa Birliği Konseyi başlıca karar organıdır. Konsey, 15 Üye Devlet'in, toplantı gündemini oluşturan konuda (dış politika, tarım, sanayi, taşıma, çevre, vb.) politika sorumluluğu taşıyan bakanlarından oluşur. Konsey'in Başkanlığı altı ayda bir el değiştirir. Konsey görüşmeleri için gerekli zemin, Üye Devletler'in daimi temsilcilerinden oluşan Coreper (Daimi Temsilciler Komitesi) adlı komite tarafından hazırlanır. Bu komiteye de ilgili ulusal bakanlık elemanlarından oluşan komiteler yardım eder. Konsey'in Genel Sekreterliği Brüksel'dedir.

AT Antlaşması'nın 145. maddesine göre Konsey Üye Devletler'in genel ekonomik politikalarının eşgüdümünden sorumludur. Fakat Birliğin yetkileri genişledikçe Konsey'in faaliyet alanına da yenileri eklenmektedir. Üye ülkeleri temsil eden Konsey, AB'nin mevzuatını (yönetmelikler, yönergeler ve kararlar) hazırlar; bu anlamda birliğin yasama organıdır. Ancak Tek Senet ve Maastricht Antlaşması uyarınca bu işlevini Avrupa Parlamentosu'yla paylaşır. Konsey ve Parlamento aynı zamanda AB'nin bütçesi üzerinde de denetim yetkisini paylaşırlar. Ayrıca, Komisyon'un müzakere ettiği uluslararası anlaşmaların kabulü de Konsey'in yetkisindedir.

AT Antlaşması'nın 148. maddesi gereğince Konsey'in kararları, oybirliği, basit çoğunluk ya da nitelikli çoğunluk (toplam 87 oyun en az 62'si) şartının aranması bakımından birbirlerinden ayrılır.

Nitelikli çoğunluk (en az 62 oy) gereken durumlarda oylar şu biçimde dağılır: Almanya, Birleşik Krallık, Fransa ve İtalya 10'ar oy; İspanya 8 oy, Belçika, Hollanda, Portekiz ve Yunanistan 5'er oy; Avusturya ve İsveç 4'er oy, Danimarka, Finlandiya ve İrlanda 3'er oy ve Lüksemburg 2 oy.

Kararlar genellikle nitelikli çoğunlukla alınır. Ancak yeni bir Üye Devlet'in kabulü, antlaşmalarda yapılan değişiklikler ya da yeni bir ortak politikanın yürürlüğe konması gibi çok önemli konularda oybirliği aranır.

Topluluk üyelerinin hükümet başkanlarının (Fransa'nın devlet başkanının) 1974'ten beri yaptıkları düzenli toplantılar sonucu Avrupa Doruğu ortaya çıkmıştır. Bu düzenleme 1987'de Avrupa Tek Senedi ile resmiyet kazanmıştır. Avrupa Doruğu yılda en az iki kez toplanır; Komisyon Başkanı da Doruğa katılır.

***

Avrupa Parlamentosu demokratik bir tartışma forumudur; aynı zamanda denetim ve yasama sürecinde de işlevleri vardır.

Avrupa Parlamentosu tek dereceli seçimlerle ve genel oyla beş yılda bir seçilir. (Bu seçimlerin ilki Haziran 1979'da yapılmıştır). Parlamento'nun halen 626 üyesi vardır. Bu üyelerin ülkelere dağılımı şöyledir: Almanya 99, Birleşik Krallık, Fransa ve İtalya 87'şer, İspanya 64, Hollanda 31, Belçika, Portekiz ve Yunanistan 25'er, İsveç 22, Avusturya 21, Danimarka ve Finlandiya 16'şar, İrlanda 15 ve Lüksemburg 6.

Parlamento'nun Genel Kurul'u normal olarak Strasbourg'da toplanır. Genel Kurul çalışmalarının ön hazırlıklarını yapan 20 komisyonun ve siyasi grupların olağan toplantı yeri Brüksel'dir. Parlamento Sekretaryası ise Lüksemburg'dadır.

Parlamento Konsey'in yasama işlevini paylaşır: Yönerge ve yönetmeliklerin hazırlanmasında söz sahibidir ve Komisyon'un dikkate alması istemiyle bunlarda değişiklikler önerir. Antlaşmalarda değişiklik yapan Tek Senet, konuların Parlamento'da ve Konsey'de de ikişer kez ele alınmasını öngörmektedir. 'İşbirliği usulü' olarak bilinen bu yolla Parlamento'ya, özellikle tek pazar konusunda olmak üzere, bir dizi politika alanında daha geniş söz hakkı tanınmış olmaktadır.

Maastricht Antlaşması, bazı alanlarda karara katılma yetkisi vererek Parlamento'nun rolünü daha da güçlendirmiştir. Bu alanlar, işgücünün serbest dolaşımı, tek pazar, öğretim, araştırma, çevre, Avrupa ölçeğindeki ağlar, sağlık, kültür ve tüketicinin korunmasıdır. Artık Parlamento, uzlaşma sağlanamadığı takdirde salt çoğunluk oyuyla Konsey'in ortak konumunu reddetme ve yasama sürecini durdurma yetkisine sahiptir.

Tek Senet uluslararası işbirliği ve ortak üyelik anlaşmaları ile yeni üyelerin kabulü kararlarını Parlamento'nun oluruna bırakmıştı. Maastricht'te ise Avrupa Parlamentosu seçimlerinin aynı seçim sistemiyle yapılması ve Birlik vatandaşlığı konularında da Parlamento'dan onay alınması zorunlu kılınmıştır.

Parlamento bütçe yetkilerini de Konsey'le paylaşır. Bütçeyi kabul edebileceği gibi, reddedebilir de (Parlamento şimdiye kadar iki kez Bütçe'yi reddetmiştir). Reddetmesi halinde bütçe süreci sıfırdan baş-lar.

Bütçe Komisyon tarafından hazırlandıktan sonra, bütçe yetkisini paylaşan Konsey ve Parlamento arasında gidip gelir. Konsey, ağırlıklı olarak tarım alanındaki 'zorunlu' harcamalar konusunda, Parlamento ise sınırları antlaşmada belirlenen 'zorunlu olmayan' harcamalar konusunda son sözü söyler.

Parlamento, Topluluk politikalarını etkileyebilmek amacıyla bütçe sürecindeki yetkilerini tam olarak kullanmaktadır.

Parlamento'nun vazgeçilmez işlevlerinden biri siyasi bakımdan itici güç olmasıdır. Parlamento, 370 milyon insanı temsil eden siyasi ve ulusal eğilimlerin buluştuğu eksiksiz bir Avrupa forumudur. Yeni politikalar oluşturulması ve varolanların geliştirilmesi ya da değiştirilmesi yönünde sık sık çağrılar yapar. 1984'te kabul ettiği Avrupa Birliği Antlaşması taslağı Üye Devletler'in Tek Senet yönünde harekete geçmelerinde etken olmuştur. Ekonomik ve parasal birlik ile siyasi birlik konusunda hükümetlerarası konferanslar düzenlenmesi çağrısı yapan da Parlamento olmuştur.

Nihayet Parlamento demokratik bir denetim organıdır. Üçte iki çoğunluk gerektiren gensoru oylamalarıyla Komisyon'u görevden alabilir. Ayrıca her yıl Komisyon'un programı konusunda görüş bildirir ve oylama yapar.

Parlamento, Sayıştay'ın hazırladığı raporlara dayanarak ortak politikaların uygulanmasını izler. Ayrıca Komisyon ve Konsey'e yönelttiği sözlü ve yazılı sorular yoluyla bu politikaların günlük yönetimini denetler.

Avrupa siyasi işbirliğinden sorumlu olan Dışişleri Bakanları, Parlamento üyelerinin sorularını yanıtlarlar; Parlamento'nun uluslararası ilişkiler ve insan hakları alanlarındaki kararlarına ilişkin olarak gerçekleştirilen çalışmalar konusunda onları bilgilendirir ve kendi faaliyetlerinin dökümünü sunarlar.

Avrupa Doruğu Başkanı Avrupa Doruğu'nun sonuçları konusunda Parlamento'ya bilgi verir.

***

Topluluğun bir başka önemli kurumu Komisyon'dur. 1 Temmuz 1967'de üç Topluluğun (AKÇT, AET ve Euratom) yürütme organlarını birleştiren bir antlaşma ile tek bir Komisyon oluşturulmuştur.

Komisyon'un üye sayısı 5 Ocak 1995'te 20'ye (Almanya, Birleşik Krallık, Fransa, İspanya ve İtalya için ikişer, diğer ülkeler için birer) yükseltilmiştir. Bu üyeler, Üye Devletler'in 'mutabakatı' ile atanır; Maastricht Antlaşması'yla görev süreleri 5 yıla çıkarılmıştır ve atanmaları Parlamento'nun onayıyla gerçekleşir. Komisyon görevini tam bir bağımsızlıkla yerine getirir; Topluluk çıkarlarını temsil eder ve hiçbir Üye Devlet'ten talimat almaz. Antlaşmaların koruyucusu olarak Konsey'in kabul ettiği yönetmelik ve yönergelerin düzgün biçimde uygulanmasını sağlar. Topluluk hukukunun yürürlüğünü sağlamak üzere Adalet Divanı'nda dava açabilir. Yasama sürecinde inisiyatif hakkı sadece Komisyon'a aittir. Konsey içinde ya da Konsey ve Parlamento arasında görüş birliği sağlanmasını kolaylaştırmak üzere müdahalede bulunabilir. Konsey tarafından alınan (örneğin ortak tarım politikasına ilişkin) kararların uygulanması türünden bir yürütme yetkisine de sahiptir. Ayrıca araştırma ve teknoloji, kalkınma yardımı ve bölgesel kaynaşma alanlarındaki ortak politikaların yürütülmesine ilişkin olarak önemli yetkileri vardır. Komisyon, Parlamento'nun üçte iki çoğunlukla kabul edeceği bir gensoru sonucunda topluca görevden alınabilir; ama bu şimdiye kadar hiç olmamıştır.

Komisyon çalışmaları, çoğunluğu Brüksel ve Lüksemburg'da görev yapan bir idari kadro tarafından desteklenir. Bu idari örgüt, her biri belli bir alandaki ortak politikaların uygulanması ile genel yönetimden sorumlu olan ve Genel Müdürlükler olarak adlandırılan 23 bölümden oluşur. Geleneksel uluslararası örgütlerin genel sekreteryalarının aksine Komisyon'un mali özerkliği vardır ve kararlarını uygulamakta tam bir bağımsızlığa sahiptir. Federasyon yanlıları Komisyon'u, bir yanda mevcut Avrupa Parlamentosu ile öbür yanda bugünkü Konsey'in yerine geçecek olan Üye Devletler Senatosu'ndan oluşan çift meclisli bir parlamentoya karşı sorumlu olacak Avrupa hükümetinin nüvesi olarak görmektedirler.

***

Adalet Divanı Lüksemburg'dadır ve Üye Devletler'in 'bağımsızlıklarından kuşku duyulmayan kişiler arasından' mutabakat yoluyla seçip altışar yıllık dönemler için atadıkları 15 yargıçtan oluşur.

Divan'ın başlıca iki işlevi vardır:

(i) Topluluk kurumları tarafından kabul edilen mevzuatın antlaşmalara uygunluğunu denetlemek (Topluluk kurumları, Üye Devletler ve haklarının ihlal edildiğine inanan yurttaşlar Divan'a başvurma hakkına sahiptir);

(ii) Ulusal mahkemelerden biri tarafından istendiğinde Topluluk mevzuatının uygulanabilirliği ya da doğru yorumu konusunda görüş bildirmek; verdiği kararlara karşı temyiz yolu kapalı olan bir mahkeme ya da yargıcın gördüğü davada bu konuda tereddüt belirirse Adalet Divanı'ndan bir ara karar istenmesi zorunludur.

Divan'ın karar ve yorumları zaman içinde Topluluk düzeyinde uygulanabilen bir Avrupa hukukunun oluşmasına katkıda bulunmaktadır. Topluluk hukuku alanında, Divan'ın kararları ulusal mahkemelerin kaiçtihadı, Topluluğun bugünkü biçimini almasında belirleyici bir rol oynamıştır.

Konsey ve Komisyon, AT ve Euratom konularında Ekonomik ve Sosyal Komite'nin desteğiyle çalışır. Bu Komite ekonomik ve sosyal faaliyetlerin değişik kategorilerini temsil eden 222 üyeden oluşur. Birçok konuda karar verilmeden önce görüşünün alınması zorunludur; ayrıca kendi inisiyatifiyle de görüş bildirme hakkına sahiptir.

Ticaret ve sanayi dünyası ile işçi sendikaları, Topluluğun gelişmesini Ekonomik ve Sosyal Komite aracılığıyla etkilerler.

Maastricht Antlaşması'yla kurulan Bölgeler Komitesi Üye Devletler'in önerdiği bölgesel ve yerel makamların temsilcileri arasından Konsey tarafından dört yıllık bir dönem için seçilen 222 üyeden oluşur. Komite, Antlaşma'nın belirlediği alanlarda Konsey ve Komisyon'a danışmanlık yapar. Toplantı yeri Brüksel'dir.

***

Avrupa Birliği'nin işleyişinde kapsam genişleme ve daralamsı, yeni konuların eklenmesi, ek maddeler ile sağlanabilmektedir. Aşağıda da var olan maddeler, Birlik tarafından kabul edilmiş ve uygu-lamaya konmuş bazı önlemler, ağırlıklı olarak şu alanlarla ilgilidir:

• Kamu alımlarının serbestleştirilmesine paralel olarak iş ve malzeme sözleşmeleriyle ilgili kuralların saydamlaştırılması, kontrollerin arttırılması ve kuralların kapsamının taşıma, enerji ve telekomünikasyon gibi önemli yeni alanlara genişletilmesi.

• Dolaylı vergiler, KDV ve özel tüketim vergilerine ilişkin ulusal mevzuatın birbirine yaklaştırılması anlamına gelen vergi uyumlulaştırması.

• Sermaye piyasalarının ve mali hizmetlerin serbestleştirilmesi.

• Belgelendirme ve test konusunda benimsenen yeni bir yaklaşım sayesinde, ulusal standartların denkliklerinin tanınması; emniyet ve çevre standartlarında da bir ölçüde uyumlulaştırmanın sağlanması.

• Kişilerin serbest dolaşımı önündeki teknik engellerin (faaliyette bulunma özgürlüğü ve diploma denkliklerinin tanınması yoluyla) ve fiziki engellerin (sınırlardaki kontrollerin kaldırılmasıyla) sona erdirilmesi.

• Şirketler hukukunun uyumlulaştırılması ve fikri ve sınai mülkiyet mevzuatının (tescilli marka ve patentler) benzeştirilerek iş dünyasının işbirliğini teşvik eden bir ortamın oluşturulması.

Adalet ve içişleri alanlarındaki işbirliği (Avrupa Birliği Antlaşması, VI. Fasıl) dört temel alanı kapsar:

(i) Sığınma mevzuatının uyumlulaştırılması.

(ii) Üye olmayan devletlerin vatandaşlarına uygulanacak göçmen mevzuatının Birlik düzeyinde ele alınması.

(iii) Sınır ötesi suçlarla etkin mücadele için polis teşkilatları arasında işbirliği.

(iv) Medeni hukuk ve ceza hukuku alanlarında işbirliği anlaşmalarının hazırlanması.

Maastricht Antlaşması, kararların nitelikli çoğunlukla alınacağı bazı alanlarda AT'nin yetkilerini genişletmiştir: Araştırma ve geliştirme, çevrenin korunması ve sosyal politika (Birleşik Krallık dışındaki bütün Üye Devletler bir sosyal politika anlaşması imzalamışlardır). Antlaşma aynı zamanda Avrupa Parlamentosu'nun yetkilerini, bir dizi alanda ortak karar usulünü getirmek suretiyle güçlendirmektedir.

Yeni üyeliklerin, mevcut üyeleri güçlü ve homojen bir yapıda birleştirmeyi becerebilmiş olan geleneksel bütünleşme yaklaşımını zora sokması tuhaf bir çelişki olur. AB'ye katılmanın koşullarından biri yeni üyelerin mevcut Topluluk mevzuatını tümüyle kabul etmeleri ve ortak politikaları paylaşmalarıdır. Geçici bir dönem için anlaşmaya bağlanmış olanlar dışında hiçbir istisnaya izin verilemez. Maastricht'te kabul edilen iddialı hedefler - en geç 1999'a kadar ekonomik ve parasal birlik ortak dış politika ve güvenlik politikasını içeren siyasi birlik - müstakbel üyeler tarafından da kabul edilmelidir. Şimdi veya daha sonra AB'ye katılmak isteyen ülkelerin davranışlarında belirsizliğe yer olmamalıdır. AT'yi daha başından itibaren geleneksel uluslararası örgütlerden ayırt eden kurallara bağlılık ve geleneklere saygı Birliğe güç katmayı sürdürecektir. Hükümetler-arası işbirliği ile federasyon arasında bir yerde duran Birlik, yetki ikamesi ilkesine bağlı olmakla birlikte ortak eylemden de vazgeçemez. Bu süreç ister istemez yavaş ilerleyecek ve değişik siyasi ve ekonomik gelişmişlik düzeylerine imkan verecektir.

***

Avrupa'nın gelecekte alacağı biçimi kestirmek imkansızdır. Yine de mevcut verilere dayanılarak bazı öngörülerde bulunulabilir.

• Onbeşler, Maastricht'te üstlenilen taahhütler çerçevesinde ekonomik, parasal ve siyasi bütünleşme konusunda ellerinden geleni yapacaklardır. Kurumlar arası anlaşmalar Topluluk kurumları ve usulleriyle diplomatik işbirliği düzenlemeleri arasındaki 'köprü'yü oluşturacaktır. Avrupa Parlamentosu ortak karar mekanizmasını sonuna kadar kullanacaktır.

• Haziran 1995'te çalışmaya başlayan bir düşünce grubunun hazırlayacağı rapora dayalı olarak Birlik 1996'da Antlaşmaları revize etme sürecini başlatacaktır. 2000 yılına kadar gerçekleştirilmek üzere, bir Avrupa yürütme organı ile iki meclisli (biri halkı, öbürü Devletler'i temsilen) bir yasama organını temel alan bir federal sistem için planlar hazırlanacaktır. Antlaşma süresi 1998'de sona eren Batı Avrupa Birliği ile Avrupa Birliği arasında gerçekleşecek olan bütünleşme bu sürecin bir parçası olacaktır.

• Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Macaristan, AB'nin de yardımıyla pazar ekonomilerini geliştirdikçe, yapılmış olan Avrupa Anlaşmaları genişletilecektir. Avrupa Konseyi'ne katılmış bulunan ve parlamenter demokrasiler topluluğuna dahil olduklarını kanıtlamış bulunan Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri AB'ye üye olacaktır. Bütünleşme konumuna ulaşanlar Birlik üyeliğine başvuracak ve yeni bir genişleme aşamasının önünü açacaklardır.

• Birlik, kuzey yarıkürenin güvenliğinin tartışıldığı başlıca iki Avro-Atlantik forum olan AGİT ve NATO'da kendi siyasi kimliğini kanıtlayacaktır. Lomé Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler ve UNCTAD gibi uluslararası örgütlerdeki etkisi sayesinde Kuzey ile Güney'in birbirine yakınlaştırıl-masında büyük rol oynayacaktır.

21. yüzyılın başındaki Avrupa için çizilen bu manzara kaçınılmaz olarak eksik ve spekülatiftir. Varsayımları arasında, mevcut Üye Devletler'in AB'yi, tüm kıtayı kapsayacak biçimde "federalist bir itici güç" olarak işlemekte serbest bırakacakları ve müstakbel üyelerin de Maastricht'te belirlenen siyasi amaçları çekincesiz paylaşacakları da vardır. Bu umutların gerçekleşmesinin tek yolu, asla geriye dönüp bakmadan Topluluk için daha başında belirlenmiş olan yolda ilerlemeye devam etmektir.

EKLER

Ek 1.

PARİS DORUĞU BİLDİRGESİ

(19 ve 20 Ekim 1972)

"Üye Devletler, Toplulukları'nın gelişmesini demokrasi, fikir özgürlüğü, bireylerin ve düşüncelerin serbest dolaşımı ve serbestçe seçilmiş temsilcileri vasıtasıyla halkın katılımına dayandırma kararlılıklarını yeniden teyid ederler".

Ek 2.

AVRUPA KİMLİĞİNE İLİŞKİN BELGE

(Kopenhag Doruğu, 14 Aralık 1973)

"Dokuzlar, bağlı oldukları hukuki, siyasi ve ahlaki düzenlerine niteliğini veren değerlere saygı gösterilmesini sağlamak ve ulusal kültürlerinin zengin çeşitliliğini muhafaza etmek arzusundadırlar. Bireyin ihtiyaçlarının karşılanması temeline dayanan bir toplum kurma kararlığı temelinde aynı hayat anlayışını paylaşan Dokuzlar, temsili demokrasi, hukukun üstünlüğü, eko-nomik ilerlemenin nihai amacı olan sosyal adalet ve insan haklarına saygı ilkelerini savunma azmindedirler. Bütün bunları Avrupa kimliğinin temel unsurlarıdır".

Ek 3.

TEMEL HAKLARA İLİŞKİN ORTAK BİLDİRGE

(Avrupa Parlamentosu, Konsey ve Komisyon, 5 Nisan 1977)

AVRUPA PARLAMENTOSU, KONSEY VE KOMİSYON,

Avrupa Toplulukları'nı kuran Antlaşmalar'ın hukuka saygı ilkesine dayandığını;

Adalet Divanı'nın kabul ettiği üzere bu hukukun Antlaşmalar'da ve Topluluğun ikincil mevzuatında yer alan kuralların ötesinde genel hukuk ilkelerini ve özellikle Üye Devletler'in anayasa hukukarının dayandığı temel hakları, ilkeleri ve hakları içerdiğini;

Ve özellikle bütün Üye Devletler'in 4 Kasım 1950'de Roma'da imzalanmış bulunan İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi'nin Akit Tarafı olduğunu göz önünde tutarak

AŞAĞIDAKİ BİLDİRGEYİ KABUL ETMİŞTİR:

1. Avrupa Parlamentosu, Konsey ve Komisyon, Üye Devletler'in anayasalarından ve İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi'nden kaynaklananlar başta gelmek üzere temel hakların korunmasına öncelikle önem verdiklerini vurgularlar.

2. Yetkilerini kullanırken ve Avrupa Toplulukları'nın hedeflerini gerçekleştirmeye yönelik çabalarında bu haklara saygı göstermektedirler ve saygı göstermeye devam edeceklerdir".

Ek 4.

DEMOKRASİ BİLDİRGESİ

(Avrupa Doruğu Kopenhag Toplantısı, 8 Nisan 1978)

"Avrupa Parlamentosu Üyeleri'nin tek dereceli genel oyla seçilmesi, Avrupa Toplulukları'nın geleceği açısından temel önem taşıyan ve Topluluklar'ı oluşturan halkların paylaştıkları demokrasi ideallerini somut bir şekilde ortaya koyan bir olaydır.

Roma Antlaşması'nda öngörüldüğü üzere Avrupa halkları arasında gittikçe daha yakın bir birliğin temeli olan Avrupa Toplulukları'nın oluşturulması, Topluluklar'ın kurucularının barışın ve özgürlüğün güçlendirilmesi yolundaki kararlılıklarını göstermekteydi.

Avrupa Kimliğine İlişkin Kopenhag Bildirgesi'nde ifade edildiği üzere, Devlet ve Hükümet Başkanları, bağlı oldukları hukuki, siyasi ve ahlaki düzene niteliğini veren değerlere saygı gösterilmesini sağlamak ve temsili demokrasi, hukukun üstünlüğü, sosyal adalet ve insan haklarına saygı ilkelerini savunmak azmindedirler.

Bu ilkelerin uygulanması, yetkilerin anayasal düzenlemesi içinde hem fikirlerin serbestçe ifadesini hem de insan haklarının korunmasını güvenceye alan çoğulcu demokratik bir sistemi gerektirir.

Devlet ve Hükümet Başkanları, Avrupa Parlamentosu, Konsey ve Komisyon'un, Topluluklar'ın amaçlarını gerçekleştirme uğraşı içinde temel haklara saygı gösterme yolundaki kararlılıklarını ifade ettikleri Ortak Bildirge'ye katıldıklarını beyan ederler.

Her Üye Devlet'te temsili demokrasiye ve insan haklarına saygının ve bunların sürdürülmesinin Avrupa Toplulukları'na üyeliğini vazgeçilmez koşulları olduğunu resmen beyan ederler".

FASIL XVII

KALKINMA İŞBİRLİĞİ

Madde 130

1. Üye Devletler'in izlediği politikaların tamamlayıcısı niteliğinde olan, Topluluğun kalkınma işbirliği alanındaki politikası:

özellikle içlerinde en dezavantajlı konumda olanlar başta gelmek üzere, gelişmekte olan ülkelerin sürdürülebilir ekonomik ve sosyal kalkınmalarına;

- Gelişmekte olan ülkelerin uyumlu ve aşamalı bir biçimde dünya ekonomisi ile bütünleştirilmelerine;

- Gelişmekte olan ülkelerde yoksullukla mücadeleye katkıda bulunur.

2. Bu alandaki Topluluk politikası demokrasinin ve hukuk devletinin geliştirilmesi ve pekiştirilmesi genel hedefine ve insan hakları ve temel özgürlüklere saygı hedefine katkıda bulunur.

Ek 5.

AVRUPA TEK SENEDİ

(Şubat 1986)

Avrupa Toplulukları'nı kuran Antlaşmalar temelinde girişilen çalışmaları tamamlama ve Devletleri arasındaki ilişkileri, 19 Haziran 1983 tarihli Stuttgart Resmi Bildirgesi uyarınca tümüyle bir Avrupa Birliği'ne dönüştürme isteğiyle 
HAREKETE GEÇEREK;

Bu Avrupa Birliği'ni önce kendi iç kurallarına göre işleyen Topluluklar temelinde, daha sonra ise İmzacı Devletler arasında dış politika alanında ve bir Avrupa İşbirliği temelinde uygulamaya koymak ve bu birliği gerekli eylem araçlarıyla donatmak KARARLILIĞIYLA;

Özgürlük, eşitlik ve sosyal adalet başta gelmek üzere, Üye Devletler'in anayasalarında ve yasalarında, İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme'de ve Avrupa Sosyal şartı'nda tanınan temel haklar üzerinde demokrasiyi geliştirmek için işbirliği yapmak 
KARARLILIĞIYLA,

Avrupa fikrinin, ekonomik bütünleşme ve siyasi işbirliği alanlarında gerçekleştirilen sonuçların ve yeni açılımlara duyulan ihtiyacın, Avrupa'nın demokratik halklarının taleplerine denk düştüğüne ve genel oyla seçilen Avrupa Parlamentosu'nun Avrupa halkları için kaçınılmaz bir ifade aracı olduğuna 
KANİ OLARAK,

Avrupa'nın ortak çıkarlarını ve bağımsızlığını korumak ve özellikle bağlı oldukları demokrasi ve hukuka ve insan haklarına saygı ilkelerini ortaya koyarak Birleşmiş Milletler Antlaşması çerçevesinde girdikleri taahhüte uygun olarak uluslararası barışın ve güvenliğin korunmasına birlikte katkıda bulunmak amacıyla, tek sesle konuşma ve tutarlı biçimde ve dayanışma içinde hareket etmeye gittikçe daha fazla yönelme konusunda Avrupa'ya düşen sorumluluğun 
BİLİNCİNDE OLARAK,

Ortak politikalarının kapsamını genişletip yeni hedefler gerçekleştirmeye yönelmek suretiyle ekonomik ve sosyal durumu geliştirmeye ve kurumların yetkilerini Topluluk çıkarlarına uygun koşullar altında kullanmalarına imkan sağlayarak Topluluklar'ın daha düzgün biçimde işlemesini sağlamaya 
KARARLI OLARAK,

Devlet ve Hükümet Başkanları'nın 19-21 Ekim 1972 tarihlerinde Paris'te yapılan Toplantı'da Ekonomik ve Parasal Birliğin aşamalı olarak gerçekleştirilmesi hedefini onayladıklarını DİKKATE ALARAK,

Avrupa Doruğu Başkanlığı'nın 6-7 Temmuz 1978'de Bremen'de vardığı sonuçların Ek'ine ve Avrupa Para Sistemi'nin (APS) kurulması ve ilgili konularda Brüksel'de toplanan Avrupa Doruğu'nun 5 Aralık 1978'de aldığı Karar'ı dikkate alarak ve sözkonusu karar uyarınca Topluluğun ve Üye Devletler'in Merkez Bankaları'nın parasal işbirliğini yürürlüğe koymak için bir dizi önlemi uygulamaya koymuş olduklarını KAYDEDER[ler]..."

Ek 6.

HELSİNKİ AB KONSEYİ, BAŞKANLIK ZİRVESİ SONUÇLARI

10-11 Aralık 1999

MADDE 3. Avrupa Birliği Konseyi, tüm Avrupa kıtasının istikrarı ve refahı için Aralık 1997'de Lüksemburg'da başlatılan genişleme sürecinin önemini teyid eder.

MADDE 4. Avrupa Birliği Konseyi, şimdi 13 aday devleti tek bir çerçeve içinde kapsayan katılım sürecinin içerici mahiyetini tekrar teyit eder. Aday devletler, üyelik sürecine eşit bir temelde katılmaktadırlar. Avrupa Birliği'nin Antlaşmalar'da ifade edilen değerlerini ve amaçlarını paylaşmalıdırlar. Bu bakımdan, Avrupa Birliği Konseyi, anlaşmazlıkların BM Anayasası'na uygun olarak barışçı yoldan çözülmesi ilkesini vurgular ve aday devletleri, devam eden sınır anlaşmazlıkları ve ilgili diğer konuları çözmek için her gayreti göstermeye davet eder. Bunda başarılı olunamadığı takdirde, anlaşmazlığı makul bir süre içinde Uluslararası Adalet Divanı'na (UAD) götürmelidirler. Avrupa Birliği Konseyi, özellikle üyelik süreci üzerindeki yansımalarıyla ilgili olarak ve en geç 2004 yılı sonuna kadar UAD yoluyla çözüme bağlanmalarını teşvik etmek amacıyla, devam eden anlaşmazlıklara ilişkin durumu gözden geçirecektir. Ayrıca, Avrupa Birliği Konseyi hatırlatır ki Kopenhag'da belirlenmiş olan politik kriterlere uyum, üyelik müzakereleri açılmasının bir ön şartıdır ve tüm Kopenhag kriterlerine uyum AB'ye üye olarak katılmanın temelidir.

MADDE 5. Birlik, kurumsal reform konusundaki Hükümetler Arası Konferansı Aralık 2000'e kadar tamamlamak için her çabayı göstermeye yönelik sağlam bir siyasi taahhüt içine girmiştir. Bu Konferans'ın sonuçlarının onaylanmasından sonra, Birlik, 2002 sonundan itibaren, üyelik vecibelerini üstlenme yeteneğine sahip olduklarını göstermelerinin hemen ardından ve müzakere sürecinin başarıyla tamamlanması üzerine, yeni üye devletler kabul edebilme durumunda olacaktır.

MADDE 6. Komisyon, aday devletlerdeki ilerleme hakkında ayrıntılı bir değerlendirme yapmıştır. Bu değerlendirme, katılım kriterlerinin yerine getirilmesi yönünde ilerleme olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda, bazı sektörlerde devam eden güçlükler bulunduğu dikkate alınırsa, aday devletler, katılım kriterlerine uyma çabalarını sürdürmeye ve arttırmaya teşvik edilirler. Bazı adayların tüm Kopenhag kriterlerini orta vadede karşılama konumunda olmayacakları anlaşılmaktadır. Komisyon'un niyeti, bazı aday devletlerce Kopenhag kriterlerinin yerine getirilmesinde kaydedilen ilerleme konusunda 2000 yılı başlarında Konsey'e rapor vermektir. Bundan sonraki ilerleme raporları, Aralık 2000'deki AB Konseyi'nden uygun bir zaman önce sunulacaktır.

MADDE 11. Müzakerelerde, her aday devlet kendi meziyetlerine göre değerlendirilecektir. Bu ilke, hem muhtelif müzakere başlıklarının açılması hem de müzakerelerin yürütülmesi bakımından geçerli olacaktır. Müzakerelerde ivmeyi korumak için, hantal prosedürlerden kaçınılmalıdır. Şimdi müzakere sürecine sokulmuş olan aday devletler, hazırlıklarında yeterli ilerleme yapmışlarsa, halen müzakere sürecinde bulunan aday devletlere makul bir süre içinde yetişme imkanına sahip olacaklardır. Müzakerelerde ilerleme, müktesebatın ulusal mevzuata dahil edilmesinde ve bilfiil uygulanması ve icra edilmesinde ilerleme ile paralel gitmelidir.

MADDE 12. Avrupa Birliği Konseyi, Komisyon'un ilerleme raporunda işaret edildiği gibi Türkiye'de son zamanlarda yaşanan olumlu gelişmeleri ve ayrıca Türkiye'nin Kopenhag kriterlerine uyum yönündeki reformlarını sürdürme niyetini memnuniyetle karşılar. Türkiye, diğer aday devletlere uygulananlar ile aynı kriterler temelinde Birliğe katılmaya yönelmiş bir aday devlettir. Diğer aday Devletler gibi Türkiye de mevcut Avrupa stratejisine dayanılarak, reformlarını teşvik etmeye ve desteklemeye yönelik bir katılım öncesi stratejiden istifade edecektir. Bu çerçevede, insan hakları konusu ve 4 ve 9(a) sayılı paragraflarda belirtilen konular başta olmak üzere, üyeliğin siyasi kriterlerini karşılama yönünde ilerleme kaydedilmesi üzerinde durularak, daha fazla siyasi diyalog söz konusu olacaktır. Türkiye, Topluluk programlarına ve ajanslarına ve katılım süreci bağlamında aday devletler ile Birlik arasındaki toplantılara katılma imkanına da sahip olacaktır. Müktesebatın benimsenmesi için ulusal bir program ile birlikte, siyasi ve ekonomik kriterler ve bir üye devletin yükümlülükleri ışığında üyelik hazırlıklarının yoğunlaşması gereken öncelikleri içeren bir katılım ortaklığı önceki Konsey sonuçları temelinde oluşturulacaktır. Uygun izleme mekanizmaları kurulacaktır. Türkiye'nin mevzuatının ve uygulamasının müktesebat ile uyumlulaşmasını yoğunlaştırmak üzere, Komisyon, müktesebatın analitik tarzda incelen-mesine yönelik bir süreç hazırlamaya davet edilir. Avrupa Birliği Konseyi, Komisyon'dan, tüm katılım öncesi tüm AB mali yardım kaynaklarının koordinasyonu için tek bir çerçeve sunmasını talep eder.

MADDE 13. Avrupa Konferansı'nın geleceği, gelişen durumun ve Helsinki'de katılım süreci konusunda alınan kararların ışığında gözden geçirilecektir. Yaklaşan Fransa Dönem Başkanlığı, 2000 yılının ikinci yarısında konferansı toplama niyetini beyan etmiştir.

Kopenhag Kriterleri,

Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıklara saygı gösterilmesini ve korunmasını garanti eden kurumların istikrarının gerçekleştirilmesi

İşleyen bir pazar ekonomisinin varlığının yanı sıra Birlik içindeki piyasa güçleri ve rekabet baskısına karşı koyma kapasitesine sahip olunması

Siyasi, ekonomik ve parasal birliğin amaçlarına uyma dahil olmak üzere üyelik yükümlülüklerini üstlenme kabiliyetine sahip olunması

Avrupa bütünleşmesi hareketi korunurken, Birliğin yeni üye içerme kapasitesi gerek Birlik gerekse aday ülkelerin genel çıkarına hizmet eden önemli bir unsurdur.

KAYNAKLAR;

Pascal Fontaine, On Derste Avrupa, Paris, Siyasal Bilgiler Enstitüsü, 1994.

Chrisitiane Duparc, Avrupa Topluluğu ve İnsan Hakları, 1992.

Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği yayınları.

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

AVRUPA BİRLİĞİ.. 40 YILDIR KAPIDA BEKLETİLEN BİRLİĞE ALINMAYAN ÜLKE TÜRKİYE, BÖLÜM 3

AVRUPA BİRLİĞİ.. 40 YILDIR KAPIDA  BEKLETİLEN BİRLİĞE ALINMAYAN ÜLKE TÜRKİYE, BÖLÜM 3


GÜMRÜK BİRLİĞİ’NE GİDEN YOL

Avrupa Parlamentosu (AP) 23 Kasım 1995 tarihinde 1/95 sayılı AT-Türkiye Ortaklık Konseyi Kararı’nı onaylayarak Gümrük Birliği (GB) önündeki son engelleri de kaldırmış oldu. Bu sonuç özellikle Türkiye hükümeti tarafından büyük bir başarı olarak karşılandı. Çünkü uzunca bir süre Türk tarafında demokrasisindeki eksiklikler ve öteden beri tartışma konusu olan insan hakları sorunundan ötürü AP’nin Gümrük Birliği için onayını esirgeyebileceği izlenimi uyanmıştı.

1964 tarihli Ortaklık Antlaşması’nın (Ort. An.) yürürlüğe girmesinden bu yana Gümrük Birliği’nin kademeli olarak kurulması her iki antlaşma tarafının da temel bir istemiydi. 1 Ocak 1970 tarihli Katma Protokol’ün (KP) imzalanması sadece bu birlik düşüncesinin somutlaştırılması anlamına gelmiyor, aynı zamanda GB’nin tamamlanması sürecinin bu tarihte başlatılmış olması açısından da önem taşıyordu. AET’nin (7 Şubat 1992’den beri de AB’nin) o zamanki üye devletleri Türkiye’den ithal ettikleri sanayi ürünlerinin gümrüklerini tek taraflı olarak kaldırmayı taahhüt etmişlerdi. Bunun karşılığında Türkiye de AET ülkelerinden ithal ettiği sanayi mallarının gümrüklerini kademeli olarak indirme yükümlülüğünü kabul ediyordu. Ayrıca, 1973’ten başlayarak 1995 sonuna kadar gümrüklerin Ortak Gümrük Tarifesi’ne (OGT) gitgide uyumu sağlanarak kararlaştırılan Gümrük Birliği tamamlanmış olacaktı.

Ancak yirmi yılı aşan bir süreden sonra GB’nin kesin olarak tamamlanması öncesinde AB’ye üye devletlerde çelişkili bir siyasî tartışma başlatıldı. Konu, Türkiye’deki demokrasi eksiklikleri, etnik çatışmalar ve Kıbrıs sorunuydu. Yunanistan’ın özgün siyasî yaklaşımından ötürü bu ülkenin tüm güçleri ve AB üyesi devletlerin “ortanın solunda” yeralan güçleri Gümrük Birliği’nin tamamlanmasını çeşitli nedenlerle engellemeye çalışıyorlardı. Ne var ki, ekonomik açıdan eşit gelişmemiş bölgelerin bütünleşmesinin (integrasyon) doğurabileceği sonuçlara bu tartışmada yer verilmiyordu. Ortaklık Konseyi’nin bir süre önce alınan kararının içeriği de tartışmalarda konu edilmiyordu.

GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN GERÇEKLEŞMESİ - ZORLU BİR YOL

GB’nin tamamlanması sürecinin son dönemi AB-Türkiye Ortaklık Konseyi’nin 34. toplantısıyla şekillendirilmişti. Sözkonusu, toplantı 8-9 Kasım 1993 tarihinde Brüksel’de yapılmıştır. AB heyetine Bakanlar Konseyi’nin o zamanki Başkanı M. Claes, Türk heyetine ise zamanın Dışişleri Bakanı H. Çetin başkanlık etmiştir. Arka planında Sovyetler Birliği’nin dağılması ve buna bağlı olarak Türkiye’nin Yakın Doğu’da yeniden tanımlanan rolünün sözkonusu olduğu toplantıda öncelikle GB’nin 1995 sonuna kadar tamamlanması ve Türkiye’nin ithalat gelirlerinden (gümrük ve fonlar) vazgeçmesi konuları ele alınmıştır. İşlenmemiş tarım ürünleri ve demir-çelik mamülleri o zaman öngörülen Gümrük Birliği’nin kapsamı dışında tutuluyordu.

GB’nin tam olarak gerçekleşmesi Türkiye için AB’nin üçüncü ülkelere uyguladığı gümrükleri kabul etmesi anlamına geliyordu. Bir başka deyişle, Türkiye AB üyesi olmayan ülkelere karşı da ithalat gelirlerinde % 40-50 oranında daha indirime gitmek zorundaydı. Bunun yanısıra Türkiye örneğin fon gibi ek gelirlerinden de vazgeçmek durumundaydı. Devlet Planlama Teşkilâtı’nın (DPT) o zamanki tahminine göre bu uygulama Türkiye için yaklaşık 2,9 milyar ABD Doları tutarında bir gelir kaybı doğuruyordu. DPT Başkanı Özfırat, GB’nin gerçekleşmesiyle GSMH’nın % 0,2 ve ihracatın % 2,5 artacağını ve çok yüksek seyreden enflasyonun % 8 azalacağını hesaplıyordu. Negatif kalemler olarak ise AB üyesi devletlere karşı ticaret açığının % 4 kadar daha artacağı, bunun 2,5 milyar dolara tekabül edeceği tahmin ediliyor ve Türkiye sanayinin rekabet baskısına maruz kalacağı ve bundan özellikle otomobil ile elektronik ve elektronik mallar üreten sanayinin etkileneceği düşünülüyordu.

Bu hesaplamalar daha sonra ortaya çıktığı gibi o kadar isabetli olmamasına rağmen, Türk Dışişleri Bakanı... bunu AB üyeliği yolunda bir aşama olarak nitelendirdi. Türkiye’deki hükümet çevrelerinde ve kimi basın organlarında da GB, AB üyeliğinin başlangıcı olarak görülmekteydi ve Gümrük Birliği’nin, Türkiye’nin AB üyeliğinin gerçekleşmesi arzusunu -en azından orta vadede- yerine getirmek üzere “tamamlayıcı adımlarla” genişletileceği beklentisi vardı.

...

Gümrük Birliği’nin son dönemi gerek Avrupa gerekse Türkiye tarafının bir dizi engel ve güçlükle karşılaştığı bir dönemdi.

Geçen on yıllık dönemin ayırt edici özelliği Avrupa’nın Türkiye politikasındaki değişiklikti ve bu dönemde karşılıklı ilişkiler en alt düzeyine gerilemişti. Avrupa tarafının Türkiye ile ilişkilerini yeniden canlandırmaya istekli olduğu, ancak Türkiye’nin Nisan 1987’deki üyelik başvurusu yaklaşık iki yıl sonra “sümen altından çıkarıldığında” anlaşıldı. Ve nihayet 1991 Ekim’inin sonunda zamanın Fransa Başbakanı Raymond Barre’nin üç yıl önce revaçta olan önerisine geri dönülerek Gümrük Birliği’nin KP hükümlerine göre tamamlanması düşünüldü. Türkiye’nin bu öneriye sıcak baktığını açıklaması üzerine, Avrupa tarafı fırsatı ganimet bilerek ilişkileri açıkça kendi çıkarına uygun bir şekilde düzenlemeye girişti. Bundan ötürü daha sonra yapılan görüşmelerde sadece GB’nin son dönemi ele alındı ve sosyal, hukuksal ve serbest dolaşıma ilişkin konuların kategorik olarak görüşmeler dışında tutulmasında ısrar edildi.

İlişkileri bu doğrultuda koordine etmek amacıyla 1993 yılında “Yönlendirme Komitesi” adı altında bir çalışma grubu kuruldu. Komite, Türkiye’nin AB’ye yakınlaşmasına olumlu bakan bürokratlardan oluşmaktaydı. Olası geciktirme ve engelleme girişimlerinden kaygı duyulduğu için Yunan tarafının bu komiteye katılmasına izin verilmedi. Türk hükümetince Yunanistan’ın bu dışlanması büyük bir zafer olarak değerlendirildi. Öyle ki, bu ülkenin görüşülerek kabul edilmiş ve yazıya dökülmüş bir antlaşma taslağına karşı fazla direnemeyeceği gibi safça bir düşünceden hareket edilmekteydi.

Resmî antlaşma metninde öngörülmeyen Yönlendirme Komitesi sadece 1993 yılında yedi kez toplandı. Buna paralel olarak teknik komisyonlar da birçok toplantı yaptı. Komite ve komisyonların yoğun çalışmalarıyla teşvik edilen ve Fransa, İngiltere ve Almanya’nın desteğiyle cesaretlenen yeni Başbakan Tansu Çiller, sosyal demokrat Yardımcısı Murat Karayalçın’la birlikte Gümrük Birliği’ne girmenin Türk hükümetinin temel hedeflerinden biri olduğunu 1994’te birçok kez ifade etti. Bu beyan ve iddiayı sıklıkla dile getirmesi, kendisini geri dönülmez biçimde bağlamasına neden oldu. Bu tarz bir politika sonucunda olası seçenekler için fazla hareket alanı kalmadı ve Türkiye hükümeti artık her ne pahasına olursa olsun “zafere” ulaşmak zorunda kaldı.

Ancak Çiller iç politika hesaplarıyla yaptığı açıklamalarının amacına ulaşacağından son derece eminken ve sükûnet içinde zaferin yani GB’nin otomatik olarak gerçekleşeceğini umarken, Avrupa tarafı -Çiller’in beklentisinin aksine- Yunanistan’ı sürekli vetosundan vazgeçirmeye istekli görünmüyordu. İş bununla da kalmadı, Yunanistan 1994 yılı başında AB dönem başkanlığını devraldığında, görevinin verdiği yetkiyle Yönlendirme Komitesi’ni tanımadığını belirtti ve AB-Türkiye yakınlaşmasını şu ya da bu şekilde engellemeye veya en azından Türkiye politikasına bağlı çıkarlarını korumaya çalıştı.

[Burada şu saptamayı yapmak gerekir ki, sadece Gümrük Birliği’nin tamamlanmasına yönelik strateji ile AB-Türkiye ilişkilerin yapısı değişti.] Başlangıçta, ortaklar arasında özünde eş değerde bir “alma ve verme” öngörülmüşken, ilişkilerin Gümrük Birliği etrafında kurulması iki antlaşma tarafı arasındaki dengeyi -Türkiye aleyhine olmak üzere- bozmuştur. Başka bir ifadeyle, AB’nin stratejisi tamamen tutmuş, AB Türkiye’yi eşit bir ortak olarak tanımadan kendisine bağlamayı başarmış ve böylece Türkiye pazarına girme amacına ulaşmıştır.

GÜMRÜK BİRLİĞİ VE İÇERİĞİ

AB-Türkiye Ortaklık Konseyi’nin 6 Mart 1995 tarihli toplantısında Antlaşma tarafları kapsamlı bir belgeyi kamuoyuna sundular. 1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı olarak anılan bu belge altı bölüm ve on ekten oluşmakta ve 66 madde içeren dört alt bölüme ayrılmaktaydı. Belge GB’ye ilişkin genel kuralları ve GB’nin Gümrük Alanı (md. 3/3) ve mallarının menşeini (md. 3/1 ve 3/4) ilgili tanımlamaları içermekteydi.

Günlük Alman gazetesi Die Welt yeni kararı bir ortaklıkta normal olarak varılabilecek hedeften “çok daha iddialı bir proje” ve “hattâ tam üyelik görüşmeleri dışında Topluluğun şimdiye kadar yaptığı en ileri düzeyde anlaşma” olarak değerlendirmekteydi. Ancak sözkonusu karar o tarihte henüz kesinleşmemişti, şekilci bir hukuk açısından bakıldığında sadece AB-Türkiye ortaklık Konseyi’nin Gümrük Birliği’nin son dönemine girilmesi hakkındaki ortak görüşünün bir taslağı, kısaca bir “karar taslağı” niteliğindeydi. Bu taslak ancak 13 Aralık 1995 tarihinde Avrupa Parlamentosu’nun onayından sonra “Ortaklık Konseyi Kararı’na” dönüştü.

Kaleme alınmasından önce Türkiye’de karar taslağı üzerinde yoğun tartışmalar yaşandı. Karardan yana olanlar bunun “ülke çıkarlarının korunması ve güçlendirilmesine” katkısı olacağı görüşündeydiler. Bu nedenle AB’nin, Gümrük Birliği’ne girilmesi için Türkiye’nin daha çok ödün vermesi gerektiği yolundaki talebinde haklı olduğunu savunuyorlardı. Buna karşılık muhalif sesler GB’nin “kapitülasyon ve vatana ihanetle” eşdeğerde olduğu ve bu yüzden engellenmesi gerektiği eleştirisi getiriyorlardı. Basın Konseyi başkanı ve tanınmış gazeteci Oktay Ekşi bu karar metnini değerlendirirken bunu “kapitülasyonlardan daha kötü” bir anlaşma olarak nitelendirmekteydi

...

TAM ÜYELİK OPSİYONU

Daha önce belirtildiği gibi, 1994 yılı Aralığı’nda Essen’de Doğu ve Orta Avrupa devletlerini AB tam üyeliğe götürecek bir strateji izlenmesinin kararlaştırıldığı bir AB zirvesi gerçekleşti. Zirvede Doğu ve Orta Avrupa devletleri için tam üyelik perspektifi sunan bu karar kapsamına Türkiye dahil edilmedi. Topluluk yetmişli yılların sonunda Türkiye’ye Yunanistan’la birlikte AT üyesi olmayı teklif etmiş olduğunu unutmuş görünüyordu.

Ancak bu teklif o vakitler sosyal demokrat Başbakan Ecevit tarafından geri çevrilmişti. Ecevit bunu eşit statüde bir ortaklığa davet olarak değerlendirmemiş, tersine AT’nin Türkiye’yi bir pazar olarak gördüğü kanaatine varmıştı. Bu değerlendirmenin gerisinde 1977-1979 yıllarındaki Ecevit hükümeti tarafından talep edilen mali yardımın AT tarafından kategorik olarak reddedilmiş olması yatmaktaydı.

AT tarafından getirilen Topluluğa girme önerisini değerlendirmek yerine, Ecevit hükümeti ülkenin ekonomik krizden ötürü KP’den doğan yükümlülüklerini daha fazla yerine getiremeyeceğini bildirmiş ve ilişkilerin beş yıllığına dondurulmasını Topluluktan talep etmişti.

Daha sonra 1979 yılında Demirel hükümeti döneminde ilişkiler yeniden canlılık kazandı ve kısa süre sonra tekrar AT üyeliği için başvurulup başvurulmaması gerektiği sorusu tartışılmaya başlandı. 1980 yılında ordu bir kez daha iktidarı ele geçirmemiş olsaydı, bu tartışmalar yeniden bir AT üyeliği başvurusuyla sonuçlanmış olacaktı. Bu başvuru ancak 7 yıl sonra, 14 Nisan 1987 tarihinde -Alman dış politikasının beklentilerinin aksine- yapılabildi. Bu başvuru -Türkiye’nin coğrafi konumu (Türkiye bir Avrupa ülkesi midir, değil midir?) tartışmalı olmasına rağmen- Roma Antlaşması’nın 237. maddesine göre yapılmıştı.

...

Türkiye üyelik dilekçesini 1987’de AT’ye iletildiğinde, AT’nin gündeminde ne bir ekonomik ve parasal birlik ne de bir EFTA genişleme turu vardı. Zamanın Doğu Bloku’nun Karşılıklı Ekonomik İlişkileri Geliştirme Konseyi (RGW)’nin çöküşü ve SSCB’nin dağılışı sonucu Orta Avrupa’nın AB’ye entegrasyonuna ilişkin sorunlar AB için bu sırada öncelikli öneme sahipti ve Türkiye’nin başvuru sorunu o nedenle geri plana düştü.

...

GB’nin son dönemine girilebilmesi için, bu konuya ilişkin 6 Mart 1995 tarihinde alınan karar taslağı uyarınca, “Kararın Ortaklık Konseyi’nce kesin kabulü için gereken onayı almak üzere, Avrupa Parlamentosu’nun görüşünün alınmasına” ihtiyaç vardı. Bu şekilde Avrupa Parlamentosu’nun öncelik hakkına uyulmuş olmaktaydı.

Artık iş AB Parlamentosu’nun oylama sonucuna bağlıydı. Oradan nasıl bir sonuç alınabileceği tam kestirilememişti. Çünkü süregelen işkence uygulamaları ve tutuklulara kötü muameleden ötürü Türkiye’nin insan hakları bilançosu her zeman olduğu gibi açık veriyor ve resmî insan hakları politikası önemli eksiklikler içeriyordu. Ayrıca, AB’nin görüşüne göre Kürt sorununda ve Kıbrıs meselesinde “siyasî bir çözüm” ortaya konulamamıştı. Avrupa Parlamentosu’ndaki oylama öncesinde Türkiye’de hızlı bir şekilde yapılan anayasa ve ceza yasası reformları da aynı şekilde tatminkâr bulunmuyordu.

Gümrük Birliği’nden büyük ekonomik çıkarları olan Avrupa’dan ihracat firmalarının artan baskısı karşısında Avrupa Parlamentosu, onayına sunulan 1/95 sayılı karara karşı çekinceleri olmasına rağmen ikircilikli tutumundan vazgeçmek durumunda kaldı... [Çünkü] Avrupa kaynaklı direkt yatırımların ve Türk firmalarıyla Joint-Venture’ların artacağı ve dolayısıyla “Orta Asya’ya daha kolay girme” imkânına sahip olunacağı beklentisi vardı.

Bu çabalar Türk tarafında da özellikle siyasî argümanlarla destek buldu. Zamanın Başbakanı Çiller, daha çok Gümrük Birliği’nin gerçekleşmesinde Batı’nın desteğini almak amacıyla teokratik eğilimli Refah Partisi (RP) karşı mücadeleye girişti. GB’ye gösterilen sürekli tepkiler, Gümrük Birliği’nin tamamlanması hissedilir biçimde yaklaştığında dinmeye başladı.

Bir tek Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi ciddiye alınacak, ancak polemik içeren eleştiriler getirmekteydi. Daha sonra Başbakan olan Erbakan, o vakitler GB’yi “gavurun uşaklığı” olarak değerlendirmekteydi. Erbakan’a göre “gavurlar onlar için (Çiller ve partisi DYP kastediliyordu) daha yüksek bir mevkiye” sahiptiler. “Onlar (gavurlar) yüzlerini ve arkalarını doğru yıkamayı bilmezlerdi.” Erbakan, GB’ye girmekten yana olan herkesi “din düşmanı” güçler olarak nitelendiriyordu. Zamanın bayan Başbakanı Çiller ise meseleyi tamamen farklı bir açıdan ele alıyordu. Çiller, Bonn ziyaretinin öncesinde 5 Aralık 1995 tarihinde Hürriyet gazetesine verdiği özel bir demeçte GB’ye ilişkin oldukça dikkate değer düşünceler ifade etmekteydi:

“Zamanında müdahale etmeseydik, AB’ye girme meselesi bugün gündemde olmazdı. Aralıkta mesele kendi haline bırakılmıştı. Mübalağa etmiyorum, neden söz ettiğimi biliyorum. Bu karar ABD’de alındı. Amerika, Rusya ile anlaşmıştı. Türk Cumhuriyetleri özel nüfuz sahası olarak Rusya’ya bırakılacaktı. Türkiye’ye Yakın Doğu’da askerî bir rol atfediliyordu. Bu global çerçeve içinde Amerika, Türkiye’nin Avrupa’yla yakınlaşmasını istemiyordu. Çünkü Amerika Türkiye’yi Avrupa’daki rakibi olarak görmektedir. Amerika Türkiye’nin Avrupa’yla değil, onunla (Amerika kastediliyor) iyi ilişkiler kurmasını istiyordu. Tercih buydu. Gümrük Birliği’nin geçen yılın (1994 kastediliyor) Aralığı’nda reddedilmesi tesadüf değildir. Olayın gerçek nedeni buydu. Bu inanılmaz bir olaydır. Gümrük Birliği etrafında kopan bütün fırtına bundan kaynaklanmaktadır. Türkiye’ye başka bir rol biçilmişti. Türkiye Yakın Doğu’da güvenlik bölgesi olacaktı. Amerikalıların Yakın Doğu’da askerî sıçrama tahtası olması düşünülüyordu. Kısacası; iş bitirilmişti. Kendi şahsi ilişkilerimle olayların akışını ben değiştirdim. Böylece doğru bir başlangıç mümkün oldu. Türkiye’yi bir seviyeye getirmek için fevkalade çabalar gösterdik. Tarihin akışını ve dünyanın önceden programlanmış düzenini değiştirdiğimiz düşüncesindeyim. Türkiye bu değişimi sağlamıştır. Tarihi bir olayı tersine çevirdik. Bunu biliyorum. Bu gerçek tarih karşısında takdir edilecektir ve tarih tarafından yazılacaktır. İnsanlar bunun hakkında yazacaklardır. Yönetenler bunu hatırlarına yazacaklardır. Bunu Gonzales söylüyor.”

Röportaj sırasında Çiller şu sırrı da ortaya koyuyordu: “Ben Jeanne d’Arc gibiyim ve tarihe geçeceğim.” Röportaj Alman basınında alaycı bir dille yankı buldu. Tageszeitung’da özellikle iğneli bir yorum bulunuyordu. “Periler Çiller’in aklını başından alıp, yerine ilham vermişler.” ...

Çiller’in görüşlerinin ilginçliği karşısında Türk gazetecileri de alaycı yorumlar yapmaktan kendilerini alamadılar. Örneğin Milliyet gazetesinden Talu şunları yazıyordu: “İnanılmaz. ABD Gümrük Birliği’ne karşı ve Türkiye’yi sadece sıçrama tahtası olarak kullanmak istiyor. Fakat birden Jeanne d’Arc ortaya çıkıyor ve bir anda güçlü Amerika’nın ve tarihin planlarını değiştiriveriyor. [...] Peki bunu nasıl başarıyor? İnanılmaz bir karşı koyuşla mı? Hayır, hayır, sadece ‘şahsi ilişkilerle’. Ne demek oluyor bu? Nasıl bir şahsi ilişki? Bir kravat mı hediye etti acaba? Yoksa başka bir şey mi hediye etti? Sevgili Türkiye, kendine gel! Aklını kaçırmak üzeresin!”

Uzun süredir beklenen oylama Avrupa Parlamentosu’nda 13 Aralık 1995’te yapıldı. Yukarıda değinilen ekonomik çıkarlar ve özel siyasî gelişmeler nedeniyle Gümrük Birliği büyük çoğunlukla kabul edildi. Oylamaya katılan 528 parlamenterden 343’ü GB lehine, 149’ü aleyhte, 36 üye ise çekimser oy kullandı. Geri kalan 98 üye ise oylamaya katılmadı. Dikkati çeken nokta, tüm Yunanlı üyelerin 1/95 sayılı karara karşı olmalarıydı.

Türkiye’deki genel seçimlerin hemen öncesinde alınan bu karar “Türkiye’nin Avrupa’ya siyasî entegrasyonunu sağlayan temel bir karar” olarak övüldü. Gümrük Birliği’nin önemi ekonomi politikalarına ilişkin ve ideolojik nedenlerle aşırı abartıldı.

Büyük sanayicilerin mesleki örgütü TÜSİAD Gümrük Birliği’ni daha gerçekçi bir biçimde değerlendiriyor ve Avrupa Parlamentosu tarafından onaylanmasını “haklı bir talebin kabul edilmesinden başka bir şey olmadığı” biçiminde görüyordu. Dernek bu bağlamda şu görüşleri de dile getiriyordu: “Ancak bu hakkın elde edilmesi zorlu bir mücadeleyi gerektirmiştir. 13 Aralık bu nedenle Türkiye’ye yeni bir dönemin kapılarının açıldığı gün olarak tarihe geçecektir.”

...

TAMAMLANAN GÜMRÜK BİRLİĞİ’NDEN ÇIKARTILACAK DERSLER

Gümrük Birliği gerçekleşirken Ortaklık Antlaşması’nda hukuksal ve ekonomik unsurlarla birlikte yeralan sosyal boyut tamamen ihmal edilmiştir. Aynı şekilde, 1/95 sayılı kararda Topluluğu Kuran Antlaşma ile Avrupa hukukunu yorumlama yetkisi tanınan Adalet Divanı’nın işlevini ortaklık ilişkilerine açıkça yansıtmaktan da kaçınılmıştır. Özellikle bu nedenle yeni Ortaklık Konseyi kararının hükümleri tartışmalı kalmaktadır.

Öte yandan şu noktaya da işaret etmek gerekir ki, Türkiye’ye otuz beş yıldan fazla süren tam üyelik opsiyonuna rağmen, örneğin Topluluk organlarında karar süreçlerine katılma olanağı gibi AB’de olağan olan haklar hâlâ tanınmamıştır. Bunun yanısıra, Türkiye’nin Yunanistan’ın sürekli vetosu yüzünden Toplulukla “gerçek” bir siyasî diyalog kurma şansı olmamıştır. Oysa böyle bir diyalog Avrupa’ya ilişkin ve uluslararası sorunlarda oylamalara katılmasını mümkün kılması yanında, Türkiye için birtakım siyasî ve ekonomik reformların da önünü açabilecektir.

Fakat Gümrük Birliği diyalog olanaklarının kısıtlanmış olmasına rağmen gerçekleşmiştir. Türkiye ve AB arasındaki karşılıklı ilişkilerin tümü için sıkıntı yaratan Yunanistan vetosundan bu çalışmada birçok kez söz edilmişti; diğer AB üyesi devletler bu vetoyu aşmak için kararın kabulü yönünde büyük çaba göstermişlerdir. Kuşkusuz bunu 64 milyon nüfusa sahip gerçekten cazip, gümrüksüz bir pazara girmekteki çıkarları nedeniyle yapmışlardır. Yunanistan hükümetinin ikna edilmesinde Toplulukça bu ülkeye yapılan mali yardımların kısılması tehdidi baskı aracı olarak kullanılmıştır. Fakat Yunan tarafı her şeye rağmen serinkanlı hareket etmiş ve başarılı bir diplomasi yürütmüştür. Yunan hükümeti Kıbrıs Adası’nı AB üyesi adayı olarak kabul ettirebilmiştir. Üstelik de bunu Kıbrıs’a ilişkin uluslararası antlaşmalar bu sorunlarda Türkiye’ye de söz hakkı tanımış olmasına rağmen başarmıştır.

Gümrük Birliği gerçekleştirilmiş olsa da, bununla bağlantılı olarak söz verilen malî yardımlar Yunanistan’ın vetosu yüzünden şimdiye kadar yapılmamıştır. Bu vetoları önlemek neredeyse Türk siyasetinin 20 yıldır ilk sırada yeralan başarısız bir hedefi haline gelmiştir.

Ortaklık ilişkilerinin bugünkü şekillenişindeki bir başka eksiklik 1/95 sayılı karar hükümlerinin çok az yenilik ve farklılık getirmesidir. Kararın hükümleri daha çok 1970 tarihli KP’nin -yer yer ondan da kötü- bir kopyası niteliğindedir.

1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nın hükümleri 1964 Ortaklık Antlaşması’nın, 1970 KP’nin ve ek protokollerin hükümlerini -bu hükümler saklı kalmak kaydıyla- genişleten bir işleve sahiptir. Buna 1/95 sayılı kararın 1. maddesinde de işaret edilmektedir. Ancak burada sorun yaratan nokta, sözkonusu hükümlerin karşılıklı yükümlülükleri benzer, fakat her yerde aynı ifadelerle tanımlamamasıdır. 1/95 sayılı kararın hiçbir yerinde mevcut antlaşma metinlerinden hangisinin uygulamada esas alınacağına işaret edilmediğinden, bu durum ileride kimi yorum sorunlarına ve büyük olasılıkla hukuki uyuşmazlıklara yolaçacaktır.

Bu tür özensizlikler ve -bütün olarak bakıldığında- yeni kararın kimi hükümlerinin esnek ve karışıklık yaratacak anlatım biçiminin, taraflardan her ikisinin de çıkarına uygun olması mümkün değildir. Daha da düşündürücü olanı böyle bir Ortak Kararın Türkiye gibi uluslararası ilişkilerde tecrübeli bir ülkenin arzu edilmeyen siyasî niyetlere alet olabileceğini iyi bilmesi gerekirdi. Avrupa’nın çeşitli kuruluşlarına üye olan bir devletin temsilcileri olarak sorunların çözümü konusunda bilgi sahibi olması gereken Türk tarafının temsilcilerinin böyle bir antlaşma (=karar) metnini içlerine nasıl sindirmiş olmaları sorgulanmalıdır.

Bu açıklanamaz tutum AB uzmanı, İstanbul Üniversite’den Prof. Kazgan’ı şu yoruma sevketmiştir: “Türkiye’nin Gümrük Birliği’nin gerçekleştirmek için birtakım çabalar içine girmesi bir şekilde anlaşılabilir; fakat Türkiye’nin 6 Mart 1995 tarihli bir kararı imzalamış olması akıldışıdır: Avrupa tarafı bize karşı çıkarlarını koruyor, ancak biz bunun için bir zorunluluk görmüyoruz. Bu adımın sadece iki açıklaması vardır. Ya imzalayanlar o sırada tam olarak neyi imzaladıklarını anlamamışlardır, ya da AB-Türkiye ilişkilerini ne pahasına olursa olsun kurtarma paniğiyle kaygıya kapılmışlardır. Ben Türk tarafının karardan doğan yükümlülüklerini yerine getirebilecek durumda olacağını sanmıyorum.”

SONUÇ

Türkiye ve AB arasındaki ortaklık ne yazık ki, tarafların karşılıklı ilişkilerinden doğan sorunlara çözüm imkânları sunacak ve bilgi akışını sağlayacak kanalları açacak olağanlaşmış otomatik bir sistem oluşturamamıştır.

AB’nin Türkiye ile ilişkilerini belirleyen motifin bu kurumun ülkemiz üzerinde yaptırım gücüne sahip olma isteği olduğunu görüyoruz. Ortaklık Antlaşması’nın öngördüğü tam üyeliğe hazırlık süreci Türkiye ile Avrupa arasında gerçekten eşitlik bazında bir işbirliği sağlayabilirdi, ancak AB’nin, ilişkilerde büyük sorunlara yolalmadan tek taraflı çıkarlarını bu ortaklığın ilkelerini yerine getirmeden de sağlayabileceğini saptaması bu süreci sekteye uğratmıştır. Eğer gerçekten yapılan antlaşma baştan itibaren ciddiye alınsaydı ve antlaşmanın amacı olan yakınlaşma için gerçekçi bir yol bulunabilirdi. Bu süreçte belirleyici olan partner AB olmuştur.

İşbirliği tarafların kooperatif çalışması demektir. Türkiye-Avrupa ilişkilerinde ise, ’70’li yıllarının sonundan itibaren Avrupa’nın kooperatif davranmaktan kaçındığını görüyoruz. Daha önce ’60’lı yıllarda ve ’70’li yılların başlangıcında jeopolitik öneminden dolayı Türkiye’ye duyulan ilginin daha büyük olduğunu ve “kapsamlı Türkiye politikaları” üretilmek istendiğini görüyoruz. Bu Türkiye politikasının amacı da bu ülkeyi adım adım topluluğa yaklaştırmak ve böylelikle tam üyeliğe getirmekti. Aşağıda belirteceğim önlemler sadece Türkiye Avrupa pazarına girişi sağlamak için değil, aynı zamanda tam üyeliğe dönüktü.

• Sanayi ürünlerinin AT/AB pazarına girişlerinde kolaylık sağlanması ve gümrüklerin kaldırılması,

• En geç 31 Aralık 1995’e kadar tarafların gümrük birliğini gerçekleştirmiş olmak,

• En geç 1 Aralık 1986’ya dek tarafların işgücünün serbest dolaşımını adım adım sağlamak,

• Türkiye’nin ekonomisini desteklemek amacıyla malî yardım sağlamak, uygun şartlarda kredi vermek, kültürel alanda ve teknoloji transferinde ortak çalışmak.

• Tarafların iktisadî, taşımacılık, ticaret ve rekabet politikalarını koordine etmek ve bunun yanısıra malî politikaları, vergi düzenlemelerini ve hukuki normları uyumlu hale getirmek.

Günümüzden geriye doğru bakınca AB’nin son yirmi yıldır alınan bütün bu kararlara rağmen ortak bir çalışma içinde aktif olarak yeralacağı yerde, daha ziyade Türkiye’yi takip altına alıp ihtarlar vermekle yetindiğini görüyoruz. Bu tutumun eninde sonunda karşı reaksiyonlara yolaçacağını görmek zor değildir. Özellikle Türkiye’nin Amerika’nın etki alanı içinde bir ülke olarak kanıksandığını görüyoruz. Bu durumda Türkiye’ye kendi pozisyonunu Amerika’nın “uluslararası hegemonik sistemi” içinde belirlemekten başka bir alternatif bırakılmadığı görülmektedir.

(*) Aşagıdaki yazı Harun Gümrükçü’nün, Globalleşme sürecinde Türkiye ve ve Avrupa arasında birleştirici öge olarak Gümrük Birliği, adlı çalışmasından (kısaltılarak) alınmıştır. Teknik nedenlerle dipnotları çıkarmak zorunda kaldık. Metni kullanımımıza sunan sayın Gümrükçü’ye teşekkür ederiz. Köşeli parantezler geçişleri sağlamak amacıyla tarafımızdan konulmuştur. Ortaklık süreci hakkında ayrıntılı teknik bilgiler içeren yazının tümü için, Institut für Türkisch-Europaeische Studien (İTES), Alsterterasse 2, 20354 Hamburg adresine başvurulabilir.

Türkiye, 1959 yılında genç AET ile yakın iş birliği içinde olmak isteyen ilk ülkelerden biridir.

Bu iş birliği, Ankara Anlaşması olarak bilinen bir "ortaklık anlaşması" çerçevesinde 12 Eylül 1963 yılında gerçekleşmiştir. Bu planda öne çıkan Türkiye'nin AET ülkeleri ile kısıtlama olmadan mal ve tarımsal ürün ticareti yapabilmesine imkan veren bir "Gümrük Birliği'nin" oluşturulmasıydı.

Ankara Anlaşması’nın temel amacı "Hızlandırılmış ekonomik gelişme, ticaretin düzenli genişlemesi, Türkiye ekonomisi ile topluluk ekonomisi arasındaki farklılıkların giderilmesi sayesinde, Türkiye ve AET ülkelerindeki yaşam standartlarının iyileştirilmesini sürekli kılmak"tır.

AB - Türkiye İlişkilerinde Kilometre Taşları

1987 Türkiye 14 Nisan'da tam üyelik başvurusunda bulundu.

1993 AB ve Türkiye "Gümrük Birliği" müzakereleri başladı.

1996 Türkiye ve AB arasındaki "Gümrük Birliği" 1 Ocak'ta yürürlüğe girdi.

1999 Avrupa Konseyi, Komisyon’un ikinci Türkiye Raporu’ndaki tavsiyelere uyarak Aralık ayında Helsinki Zirvesinde Türkiye'ye AB üyeliği için aday ülke statüsünü verdi.

2001 Avrupa Konseyi 8 Mart tarihinde Türkiye'nin AB katılım süreci için yol haritası sağlayan "AB - Türkiye Katılım Ortaklığı"nı kabul etti. 19 Mart'ta Türk Hükümeti, Katılım Ortaklığı’nı yansıtan, Müktesebatın Üstlenilmesi için Ulusal Programı (NPAA) kabul etti.

2001 Eylül ayındaki Kopenhag Zirvesi’nde, Avrupa Konseyi, "Katılım Öncesi Malî Yardım Aracı, İPA" sistemiyle malî desteği arttırma kararı aldı.

2004 Avrupa Konseyi 17 Aralık'ta Türkiye ile üyelik görüşmelerini başlatmaya karar verdi.

2005 Türkiye'nin AB'ye katılım müzakereleri 3 Ekim'de başladı.

2005 Ekim ayında, müktesebat uyumunun analitik incelemesi olan "Tarama Süreci" 35 başlıkta başladı.

2005 Aralık ayında, Konsey Türkiye için yeni katılım ortaklığı belgesini kabul etti.

15 Haziran 2005 Çarşamba, 

Türkiye, 10-11 Aralık 1999 tarihleri arasında yapılan Helsinki (Ek 6.) zirvesinden beri Avrupa Birliği adayı konumundadır. Avrupa Birliği'ne üyeliğin gerekli koşullarının sağlanması için önümüzde uzun bir süreç vardır. Özellikle AB'ne adaylık için istenen ilk koşul 'Kopenhag Kriterleri' (Ek 4.)ne uyumdur. Bu süreçte ilk aşama, AB'ne katılım için esas olacak 'Katılım Ortaklığı Belgesi'nin hazırlanmasıdır. AB'nin hazırlayacağı ön metnin ardından TBMM'nin buna itirazları ve karşılıklı pazarlık çerçevesinde son halini alacak olan belge, Türkiye'nin neyi hangi ölçüde yapacağının bir göstergesi olacaktır. Mevcut yazımızda, yapılmış olan zirveler sonucunda, Türkiye'nin uyması gereken kriterleri ve antlaşmalar çerçevesinde nereye gelindiğini bulacaksınız.

Avrupa Birliği barışı korumak ve ekonomik ve sosyal ilerlemeyi pekiştirmek amacı ile bir araya gelmiş 15 Üye Devlet'den oluşur. Birliğin içinde ortak kurumları bulunan üç topluluk yer alır. Bunların içinde ilk kurulanı (1951 tarihli Paris Antlaşması'yla) Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) olmuştu. Daha sonra (1957 tarihli Roma Antlaşması'yla) Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu kurulmuştur. Topluluklar bu sürecin sonunda Üye Devletler arasındaki bütün iç sınırları kaldırarak tek bir pazar kurmuşlardır. 1992'de Maastrich'te imzalanan Avrupa Birliği Antlaşması ile ekonomik ve parasal birlik doğrultusunda ilerleyen ve belirli alanlarda hükümetler arası işbirliğini içeren bir Avrupa Birliği kurulmuştur.

Üye devletler: Almanya, Avusturya, Belçika, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İtalya, Lüksemburg, Portekiz, Yunanistan' dır.


http://www.birikimdergisi.com/birikim-yazi/5099/turkiye-avrupa-birligi-iliskilerinin-dunden-bugune-evrimi#.WlxlnK5l8dU

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

...