Ülke etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ülke etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ocak 2018 Pazartesi

AVRUPA BİRLİĞİ.. 40 YILDIR KAPIDA BEKLETİLEN BİRLİĞE ALINMAYAN ÜLKE TÜRKİYE, BÖLÜM 3

AVRUPA BİRLİĞİ.. 40 YILDIR KAPIDA  BEKLETİLEN BİRLİĞE ALINMAYAN ÜLKE TÜRKİYE, BÖLÜM 3


GÜMRÜK BİRLİĞİ’NE GİDEN YOL

Avrupa Parlamentosu (AP) 23 Kasım 1995 tarihinde 1/95 sayılı AT-Türkiye Ortaklık Konseyi Kararı’nı onaylayarak Gümrük Birliği (GB) önündeki son engelleri de kaldırmış oldu. Bu sonuç özellikle Türkiye hükümeti tarafından büyük bir başarı olarak karşılandı. Çünkü uzunca bir süre Türk tarafında demokrasisindeki eksiklikler ve öteden beri tartışma konusu olan insan hakları sorunundan ötürü AP’nin Gümrük Birliği için onayını esirgeyebileceği izlenimi uyanmıştı.

1964 tarihli Ortaklık Antlaşması’nın (Ort. An.) yürürlüğe girmesinden bu yana Gümrük Birliği’nin kademeli olarak kurulması her iki antlaşma tarafının da temel bir istemiydi. 1 Ocak 1970 tarihli Katma Protokol’ün (KP) imzalanması sadece bu birlik düşüncesinin somutlaştırılması anlamına gelmiyor, aynı zamanda GB’nin tamamlanması sürecinin bu tarihte başlatılmış olması açısından da önem taşıyordu. AET’nin (7 Şubat 1992’den beri de AB’nin) o zamanki üye devletleri Türkiye’den ithal ettikleri sanayi ürünlerinin gümrüklerini tek taraflı olarak kaldırmayı taahhüt etmişlerdi. Bunun karşılığında Türkiye de AET ülkelerinden ithal ettiği sanayi mallarının gümrüklerini kademeli olarak indirme yükümlülüğünü kabul ediyordu. Ayrıca, 1973’ten başlayarak 1995 sonuna kadar gümrüklerin Ortak Gümrük Tarifesi’ne (OGT) gitgide uyumu sağlanarak kararlaştırılan Gümrük Birliği tamamlanmış olacaktı.

Ancak yirmi yılı aşan bir süreden sonra GB’nin kesin olarak tamamlanması öncesinde AB’ye üye devletlerde çelişkili bir siyasî tartışma başlatıldı. Konu, Türkiye’deki demokrasi eksiklikleri, etnik çatışmalar ve Kıbrıs sorunuydu. Yunanistan’ın özgün siyasî yaklaşımından ötürü bu ülkenin tüm güçleri ve AB üyesi devletlerin “ortanın solunda” yeralan güçleri Gümrük Birliği’nin tamamlanmasını çeşitli nedenlerle engellemeye çalışıyorlardı. Ne var ki, ekonomik açıdan eşit gelişmemiş bölgelerin bütünleşmesinin (integrasyon) doğurabileceği sonuçlara bu tartışmada yer verilmiyordu. Ortaklık Konseyi’nin bir süre önce alınan kararının içeriği de tartışmalarda konu edilmiyordu.

GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN GERÇEKLEŞMESİ - ZORLU BİR YOL

GB’nin tamamlanması sürecinin son dönemi AB-Türkiye Ortaklık Konseyi’nin 34. toplantısıyla şekillendirilmişti. Sözkonusu, toplantı 8-9 Kasım 1993 tarihinde Brüksel’de yapılmıştır. AB heyetine Bakanlar Konseyi’nin o zamanki Başkanı M. Claes, Türk heyetine ise zamanın Dışişleri Bakanı H. Çetin başkanlık etmiştir. Arka planında Sovyetler Birliği’nin dağılması ve buna bağlı olarak Türkiye’nin Yakın Doğu’da yeniden tanımlanan rolünün sözkonusu olduğu toplantıda öncelikle GB’nin 1995 sonuna kadar tamamlanması ve Türkiye’nin ithalat gelirlerinden (gümrük ve fonlar) vazgeçmesi konuları ele alınmıştır. İşlenmemiş tarım ürünleri ve demir-çelik mamülleri o zaman öngörülen Gümrük Birliği’nin kapsamı dışında tutuluyordu.

GB’nin tam olarak gerçekleşmesi Türkiye için AB’nin üçüncü ülkelere uyguladığı gümrükleri kabul etmesi anlamına geliyordu. Bir başka deyişle, Türkiye AB üyesi olmayan ülkelere karşı da ithalat gelirlerinde % 40-50 oranında daha indirime gitmek zorundaydı. Bunun yanısıra Türkiye örneğin fon gibi ek gelirlerinden de vazgeçmek durumundaydı. Devlet Planlama Teşkilâtı’nın (DPT) o zamanki tahminine göre bu uygulama Türkiye için yaklaşık 2,9 milyar ABD Doları tutarında bir gelir kaybı doğuruyordu. DPT Başkanı Özfırat, GB’nin gerçekleşmesiyle GSMH’nın % 0,2 ve ihracatın % 2,5 artacağını ve çok yüksek seyreden enflasyonun % 8 azalacağını hesaplıyordu. Negatif kalemler olarak ise AB üyesi devletlere karşı ticaret açığının % 4 kadar daha artacağı, bunun 2,5 milyar dolara tekabül edeceği tahmin ediliyor ve Türkiye sanayinin rekabet baskısına maruz kalacağı ve bundan özellikle otomobil ile elektronik ve elektronik mallar üreten sanayinin etkileneceği düşünülüyordu.

Bu hesaplamalar daha sonra ortaya çıktığı gibi o kadar isabetli olmamasına rağmen, Türk Dışişleri Bakanı... bunu AB üyeliği yolunda bir aşama olarak nitelendirdi. Türkiye’deki hükümet çevrelerinde ve kimi basın organlarında da GB, AB üyeliğinin başlangıcı olarak görülmekteydi ve Gümrük Birliği’nin, Türkiye’nin AB üyeliğinin gerçekleşmesi arzusunu -en azından orta vadede- yerine getirmek üzere “tamamlayıcı adımlarla” genişletileceği beklentisi vardı.

...

Gümrük Birliği’nin son dönemi gerek Avrupa gerekse Türkiye tarafının bir dizi engel ve güçlükle karşılaştığı bir dönemdi.

Geçen on yıllık dönemin ayırt edici özelliği Avrupa’nın Türkiye politikasındaki değişiklikti ve bu dönemde karşılıklı ilişkiler en alt düzeyine gerilemişti. Avrupa tarafının Türkiye ile ilişkilerini yeniden canlandırmaya istekli olduğu, ancak Türkiye’nin Nisan 1987’deki üyelik başvurusu yaklaşık iki yıl sonra “sümen altından çıkarıldığında” anlaşıldı. Ve nihayet 1991 Ekim’inin sonunda zamanın Fransa Başbakanı Raymond Barre’nin üç yıl önce revaçta olan önerisine geri dönülerek Gümrük Birliği’nin KP hükümlerine göre tamamlanması düşünüldü. Türkiye’nin bu öneriye sıcak baktığını açıklaması üzerine, Avrupa tarafı fırsatı ganimet bilerek ilişkileri açıkça kendi çıkarına uygun bir şekilde düzenlemeye girişti. Bundan ötürü daha sonra yapılan görüşmelerde sadece GB’nin son dönemi ele alındı ve sosyal, hukuksal ve serbest dolaşıma ilişkin konuların kategorik olarak görüşmeler dışında tutulmasında ısrar edildi.

İlişkileri bu doğrultuda koordine etmek amacıyla 1993 yılında “Yönlendirme Komitesi” adı altında bir çalışma grubu kuruldu. Komite, Türkiye’nin AB’ye yakınlaşmasına olumlu bakan bürokratlardan oluşmaktaydı. Olası geciktirme ve engelleme girişimlerinden kaygı duyulduğu için Yunan tarafının bu komiteye katılmasına izin verilmedi. Türk hükümetince Yunanistan’ın bu dışlanması büyük bir zafer olarak değerlendirildi. Öyle ki, bu ülkenin görüşülerek kabul edilmiş ve yazıya dökülmüş bir antlaşma taslağına karşı fazla direnemeyeceği gibi safça bir düşünceden hareket edilmekteydi.

Resmî antlaşma metninde öngörülmeyen Yönlendirme Komitesi sadece 1993 yılında yedi kez toplandı. Buna paralel olarak teknik komisyonlar da birçok toplantı yaptı. Komite ve komisyonların yoğun çalışmalarıyla teşvik edilen ve Fransa, İngiltere ve Almanya’nın desteğiyle cesaretlenen yeni Başbakan Tansu Çiller, sosyal demokrat Yardımcısı Murat Karayalçın’la birlikte Gümrük Birliği’ne girmenin Türk hükümetinin temel hedeflerinden biri olduğunu 1994’te birçok kez ifade etti. Bu beyan ve iddiayı sıklıkla dile getirmesi, kendisini geri dönülmez biçimde bağlamasına neden oldu. Bu tarz bir politika sonucunda olası seçenekler için fazla hareket alanı kalmadı ve Türkiye hükümeti artık her ne pahasına olursa olsun “zafere” ulaşmak zorunda kaldı.

Ancak Çiller iç politika hesaplarıyla yaptığı açıklamalarının amacına ulaşacağından son derece eminken ve sükûnet içinde zaferin yani GB’nin otomatik olarak gerçekleşeceğini umarken, Avrupa tarafı -Çiller’in beklentisinin aksine- Yunanistan’ı sürekli vetosundan vazgeçirmeye istekli görünmüyordu. İş bununla da kalmadı, Yunanistan 1994 yılı başında AB dönem başkanlığını devraldığında, görevinin verdiği yetkiyle Yönlendirme Komitesi’ni tanımadığını belirtti ve AB-Türkiye yakınlaşmasını şu ya da bu şekilde engellemeye veya en azından Türkiye politikasına bağlı çıkarlarını korumaya çalıştı.

[Burada şu saptamayı yapmak gerekir ki, sadece Gümrük Birliği’nin tamamlanmasına yönelik strateji ile AB-Türkiye ilişkilerin yapısı değişti.] Başlangıçta, ortaklar arasında özünde eş değerde bir “alma ve verme” öngörülmüşken, ilişkilerin Gümrük Birliği etrafında kurulması iki antlaşma tarafı arasındaki dengeyi -Türkiye aleyhine olmak üzere- bozmuştur. Başka bir ifadeyle, AB’nin stratejisi tamamen tutmuş, AB Türkiye’yi eşit bir ortak olarak tanımadan kendisine bağlamayı başarmış ve böylece Türkiye pazarına girme amacına ulaşmıştır.

GÜMRÜK BİRLİĞİ VE İÇERİĞİ

AB-Türkiye Ortaklık Konseyi’nin 6 Mart 1995 tarihli toplantısında Antlaşma tarafları kapsamlı bir belgeyi kamuoyuna sundular. 1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı olarak anılan bu belge altı bölüm ve on ekten oluşmakta ve 66 madde içeren dört alt bölüme ayrılmaktaydı. Belge GB’ye ilişkin genel kuralları ve GB’nin Gümrük Alanı (md. 3/3) ve mallarının menşeini (md. 3/1 ve 3/4) ilgili tanımlamaları içermekteydi.

Günlük Alman gazetesi Die Welt yeni kararı bir ortaklıkta normal olarak varılabilecek hedeften “çok daha iddialı bir proje” ve “hattâ tam üyelik görüşmeleri dışında Topluluğun şimdiye kadar yaptığı en ileri düzeyde anlaşma” olarak değerlendirmekteydi. Ancak sözkonusu karar o tarihte henüz kesinleşmemişti, şekilci bir hukuk açısından bakıldığında sadece AB-Türkiye ortaklık Konseyi’nin Gümrük Birliği’nin son dönemine girilmesi hakkındaki ortak görüşünün bir taslağı, kısaca bir “karar taslağı” niteliğindeydi. Bu taslak ancak 13 Aralık 1995 tarihinde Avrupa Parlamentosu’nun onayından sonra “Ortaklık Konseyi Kararı’na” dönüştü.

Kaleme alınmasından önce Türkiye’de karar taslağı üzerinde yoğun tartışmalar yaşandı. Karardan yana olanlar bunun “ülke çıkarlarının korunması ve güçlendirilmesine” katkısı olacağı görüşündeydiler. Bu nedenle AB’nin, Gümrük Birliği’ne girilmesi için Türkiye’nin daha çok ödün vermesi gerektiği yolundaki talebinde haklı olduğunu savunuyorlardı. Buna karşılık muhalif sesler GB’nin “kapitülasyon ve vatana ihanetle” eşdeğerde olduğu ve bu yüzden engellenmesi gerektiği eleştirisi getiriyorlardı. Basın Konseyi başkanı ve tanınmış gazeteci Oktay Ekşi bu karar metnini değerlendirirken bunu “kapitülasyonlardan daha kötü” bir anlaşma olarak nitelendirmekteydi

...

TAM ÜYELİK OPSİYONU

Daha önce belirtildiği gibi, 1994 yılı Aralığı’nda Essen’de Doğu ve Orta Avrupa devletlerini AB tam üyeliğe götürecek bir strateji izlenmesinin kararlaştırıldığı bir AB zirvesi gerçekleşti. Zirvede Doğu ve Orta Avrupa devletleri için tam üyelik perspektifi sunan bu karar kapsamına Türkiye dahil edilmedi. Topluluk yetmişli yılların sonunda Türkiye’ye Yunanistan’la birlikte AT üyesi olmayı teklif etmiş olduğunu unutmuş görünüyordu.

Ancak bu teklif o vakitler sosyal demokrat Başbakan Ecevit tarafından geri çevrilmişti. Ecevit bunu eşit statüde bir ortaklığa davet olarak değerlendirmemiş, tersine AT’nin Türkiye’yi bir pazar olarak gördüğü kanaatine varmıştı. Bu değerlendirmenin gerisinde 1977-1979 yıllarındaki Ecevit hükümeti tarafından talep edilen mali yardımın AT tarafından kategorik olarak reddedilmiş olması yatmaktaydı.

AT tarafından getirilen Topluluğa girme önerisini değerlendirmek yerine, Ecevit hükümeti ülkenin ekonomik krizden ötürü KP’den doğan yükümlülüklerini daha fazla yerine getiremeyeceğini bildirmiş ve ilişkilerin beş yıllığına dondurulmasını Topluluktan talep etmişti.

Daha sonra 1979 yılında Demirel hükümeti döneminde ilişkiler yeniden canlılık kazandı ve kısa süre sonra tekrar AT üyeliği için başvurulup başvurulmaması gerektiği sorusu tartışılmaya başlandı. 1980 yılında ordu bir kez daha iktidarı ele geçirmemiş olsaydı, bu tartışmalar yeniden bir AT üyeliği başvurusuyla sonuçlanmış olacaktı. Bu başvuru ancak 7 yıl sonra, 14 Nisan 1987 tarihinde -Alman dış politikasının beklentilerinin aksine- yapılabildi. Bu başvuru -Türkiye’nin coğrafi konumu (Türkiye bir Avrupa ülkesi midir, değil midir?) tartışmalı olmasına rağmen- Roma Antlaşması’nın 237. maddesine göre yapılmıştı.

...

Türkiye üyelik dilekçesini 1987’de AT’ye iletildiğinde, AT’nin gündeminde ne bir ekonomik ve parasal birlik ne de bir EFTA genişleme turu vardı. Zamanın Doğu Bloku’nun Karşılıklı Ekonomik İlişkileri Geliştirme Konseyi (RGW)’nin çöküşü ve SSCB’nin dağılışı sonucu Orta Avrupa’nın AB’ye entegrasyonuna ilişkin sorunlar AB için bu sırada öncelikli öneme sahipti ve Türkiye’nin başvuru sorunu o nedenle geri plana düştü.

...

GB’nin son dönemine girilebilmesi için, bu konuya ilişkin 6 Mart 1995 tarihinde alınan karar taslağı uyarınca, “Kararın Ortaklık Konseyi’nce kesin kabulü için gereken onayı almak üzere, Avrupa Parlamentosu’nun görüşünün alınmasına” ihtiyaç vardı. Bu şekilde Avrupa Parlamentosu’nun öncelik hakkına uyulmuş olmaktaydı.

Artık iş AB Parlamentosu’nun oylama sonucuna bağlıydı. Oradan nasıl bir sonuç alınabileceği tam kestirilememişti. Çünkü süregelen işkence uygulamaları ve tutuklulara kötü muameleden ötürü Türkiye’nin insan hakları bilançosu her zeman olduğu gibi açık veriyor ve resmî insan hakları politikası önemli eksiklikler içeriyordu. Ayrıca, AB’nin görüşüne göre Kürt sorununda ve Kıbrıs meselesinde “siyasî bir çözüm” ortaya konulamamıştı. Avrupa Parlamentosu’ndaki oylama öncesinde Türkiye’de hızlı bir şekilde yapılan anayasa ve ceza yasası reformları da aynı şekilde tatminkâr bulunmuyordu.

Gümrük Birliği’nden büyük ekonomik çıkarları olan Avrupa’dan ihracat firmalarının artan baskısı karşısında Avrupa Parlamentosu, onayına sunulan 1/95 sayılı karara karşı çekinceleri olmasına rağmen ikircilikli tutumundan vazgeçmek durumunda kaldı... [Çünkü] Avrupa kaynaklı direkt yatırımların ve Türk firmalarıyla Joint-Venture’ların artacağı ve dolayısıyla “Orta Asya’ya daha kolay girme” imkânına sahip olunacağı beklentisi vardı.

Bu çabalar Türk tarafında da özellikle siyasî argümanlarla destek buldu. Zamanın Başbakanı Çiller, daha çok Gümrük Birliği’nin gerçekleşmesinde Batı’nın desteğini almak amacıyla teokratik eğilimli Refah Partisi (RP) karşı mücadeleye girişti. GB’ye gösterilen sürekli tepkiler, Gümrük Birliği’nin tamamlanması hissedilir biçimde yaklaştığında dinmeye başladı.

Bir tek Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi ciddiye alınacak, ancak polemik içeren eleştiriler getirmekteydi. Daha sonra Başbakan olan Erbakan, o vakitler GB’yi “gavurun uşaklığı” olarak değerlendirmekteydi. Erbakan’a göre “gavurlar onlar için (Çiller ve partisi DYP kastediliyordu) daha yüksek bir mevkiye” sahiptiler. “Onlar (gavurlar) yüzlerini ve arkalarını doğru yıkamayı bilmezlerdi.” Erbakan, GB’ye girmekten yana olan herkesi “din düşmanı” güçler olarak nitelendiriyordu. Zamanın bayan Başbakanı Çiller ise meseleyi tamamen farklı bir açıdan ele alıyordu. Çiller, Bonn ziyaretinin öncesinde 5 Aralık 1995 tarihinde Hürriyet gazetesine verdiği özel bir demeçte GB’ye ilişkin oldukça dikkate değer düşünceler ifade etmekteydi:

“Zamanında müdahale etmeseydik, AB’ye girme meselesi bugün gündemde olmazdı. Aralıkta mesele kendi haline bırakılmıştı. Mübalağa etmiyorum, neden söz ettiğimi biliyorum. Bu karar ABD’de alındı. Amerika, Rusya ile anlaşmıştı. Türk Cumhuriyetleri özel nüfuz sahası olarak Rusya’ya bırakılacaktı. Türkiye’ye Yakın Doğu’da askerî bir rol atfediliyordu. Bu global çerçeve içinde Amerika, Türkiye’nin Avrupa’yla yakınlaşmasını istemiyordu. Çünkü Amerika Türkiye’yi Avrupa’daki rakibi olarak görmektedir. Amerika Türkiye’nin Avrupa’yla değil, onunla (Amerika kastediliyor) iyi ilişkiler kurmasını istiyordu. Tercih buydu. Gümrük Birliği’nin geçen yılın (1994 kastediliyor) Aralığı’nda reddedilmesi tesadüf değildir. Olayın gerçek nedeni buydu. Bu inanılmaz bir olaydır. Gümrük Birliği etrafında kopan bütün fırtına bundan kaynaklanmaktadır. Türkiye’ye başka bir rol biçilmişti. Türkiye Yakın Doğu’da güvenlik bölgesi olacaktı. Amerikalıların Yakın Doğu’da askerî sıçrama tahtası olması düşünülüyordu. Kısacası; iş bitirilmişti. Kendi şahsi ilişkilerimle olayların akışını ben değiştirdim. Böylece doğru bir başlangıç mümkün oldu. Türkiye’yi bir seviyeye getirmek için fevkalade çabalar gösterdik. Tarihin akışını ve dünyanın önceden programlanmış düzenini değiştirdiğimiz düşüncesindeyim. Türkiye bu değişimi sağlamıştır. Tarihi bir olayı tersine çevirdik. Bunu biliyorum. Bu gerçek tarih karşısında takdir edilecektir ve tarih tarafından yazılacaktır. İnsanlar bunun hakkında yazacaklardır. Yönetenler bunu hatırlarına yazacaklardır. Bunu Gonzales söylüyor.”

Röportaj sırasında Çiller şu sırrı da ortaya koyuyordu: “Ben Jeanne d’Arc gibiyim ve tarihe geçeceğim.” Röportaj Alman basınında alaycı bir dille yankı buldu. Tageszeitung’da özellikle iğneli bir yorum bulunuyordu. “Periler Çiller’in aklını başından alıp, yerine ilham vermişler.” ...

Çiller’in görüşlerinin ilginçliği karşısında Türk gazetecileri de alaycı yorumlar yapmaktan kendilerini alamadılar. Örneğin Milliyet gazetesinden Talu şunları yazıyordu: “İnanılmaz. ABD Gümrük Birliği’ne karşı ve Türkiye’yi sadece sıçrama tahtası olarak kullanmak istiyor. Fakat birden Jeanne d’Arc ortaya çıkıyor ve bir anda güçlü Amerika’nın ve tarihin planlarını değiştiriveriyor. [...] Peki bunu nasıl başarıyor? İnanılmaz bir karşı koyuşla mı? Hayır, hayır, sadece ‘şahsi ilişkilerle’. Ne demek oluyor bu? Nasıl bir şahsi ilişki? Bir kravat mı hediye etti acaba? Yoksa başka bir şey mi hediye etti? Sevgili Türkiye, kendine gel! Aklını kaçırmak üzeresin!”

Uzun süredir beklenen oylama Avrupa Parlamentosu’nda 13 Aralık 1995’te yapıldı. Yukarıda değinilen ekonomik çıkarlar ve özel siyasî gelişmeler nedeniyle Gümrük Birliği büyük çoğunlukla kabul edildi. Oylamaya katılan 528 parlamenterden 343’ü GB lehine, 149’ü aleyhte, 36 üye ise çekimser oy kullandı. Geri kalan 98 üye ise oylamaya katılmadı. Dikkati çeken nokta, tüm Yunanlı üyelerin 1/95 sayılı karara karşı olmalarıydı.

Türkiye’deki genel seçimlerin hemen öncesinde alınan bu karar “Türkiye’nin Avrupa’ya siyasî entegrasyonunu sağlayan temel bir karar” olarak övüldü. Gümrük Birliği’nin önemi ekonomi politikalarına ilişkin ve ideolojik nedenlerle aşırı abartıldı.

Büyük sanayicilerin mesleki örgütü TÜSİAD Gümrük Birliği’ni daha gerçekçi bir biçimde değerlendiriyor ve Avrupa Parlamentosu tarafından onaylanmasını “haklı bir talebin kabul edilmesinden başka bir şey olmadığı” biçiminde görüyordu. Dernek bu bağlamda şu görüşleri de dile getiriyordu: “Ancak bu hakkın elde edilmesi zorlu bir mücadeleyi gerektirmiştir. 13 Aralık bu nedenle Türkiye’ye yeni bir dönemin kapılarının açıldığı gün olarak tarihe geçecektir.”

...

TAMAMLANAN GÜMRÜK BİRLİĞİ’NDEN ÇIKARTILACAK DERSLER

Gümrük Birliği gerçekleşirken Ortaklık Antlaşması’nda hukuksal ve ekonomik unsurlarla birlikte yeralan sosyal boyut tamamen ihmal edilmiştir. Aynı şekilde, 1/95 sayılı kararda Topluluğu Kuran Antlaşma ile Avrupa hukukunu yorumlama yetkisi tanınan Adalet Divanı’nın işlevini ortaklık ilişkilerine açıkça yansıtmaktan da kaçınılmıştır. Özellikle bu nedenle yeni Ortaklık Konseyi kararının hükümleri tartışmalı kalmaktadır.

Öte yandan şu noktaya da işaret etmek gerekir ki, Türkiye’ye otuz beş yıldan fazla süren tam üyelik opsiyonuna rağmen, örneğin Topluluk organlarında karar süreçlerine katılma olanağı gibi AB’de olağan olan haklar hâlâ tanınmamıştır. Bunun yanısıra, Türkiye’nin Yunanistan’ın sürekli vetosu yüzünden Toplulukla “gerçek” bir siyasî diyalog kurma şansı olmamıştır. Oysa böyle bir diyalog Avrupa’ya ilişkin ve uluslararası sorunlarda oylamalara katılmasını mümkün kılması yanında, Türkiye için birtakım siyasî ve ekonomik reformların da önünü açabilecektir.

Fakat Gümrük Birliği diyalog olanaklarının kısıtlanmış olmasına rağmen gerçekleşmiştir. Türkiye ve AB arasındaki karşılıklı ilişkilerin tümü için sıkıntı yaratan Yunanistan vetosundan bu çalışmada birçok kez söz edilmişti; diğer AB üyesi devletler bu vetoyu aşmak için kararın kabulü yönünde büyük çaba göstermişlerdir. Kuşkusuz bunu 64 milyon nüfusa sahip gerçekten cazip, gümrüksüz bir pazara girmekteki çıkarları nedeniyle yapmışlardır. Yunanistan hükümetinin ikna edilmesinde Toplulukça bu ülkeye yapılan mali yardımların kısılması tehdidi baskı aracı olarak kullanılmıştır. Fakat Yunan tarafı her şeye rağmen serinkanlı hareket etmiş ve başarılı bir diplomasi yürütmüştür. Yunan hükümeti Kıbrıs Adası’nı AB üyesi adayı olarak kabul ettirebilmiştir. Üstelik de bunu Kıbrıs’a ilişkin uluslararası antlaşmalar bu sorunlarda Türkiye’ye de söz hakkı tanımış olmasına rağmen başarmıştır.

Gümrük Birliği gerçekleştirilmiş olsa da, bununla bağlantılı olarak söz verilen malî yardımlar Yunanistan’ın vetosu yüzünden şimdiye kadar yapılmamıştır. Bu vetoları önlemek neredeyse Türk siyasetinin 20 yıldır ilk sırada yeralan başarısız bir hedefi haline gelmiştir.

Ortaklık ilişkilerinin bugünkü şekillenişindeki bir başka eksiklik 1/95 sayılı karar hükümlerinin çok az yenilik ve farklılık getirmesidir. Kararın hükümleri daha çok 1970 tarihli KP’nin -yer yer ondan da kötü- bir kopyası niteliğindedir.

1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nın hükümleri 1964 Ortaklık Antlaşması’nın, 1970 KP’nin ve ek protokollerin hükümlerini -bu hükümler saklı kalmak kaydıyla- genişleten bir işleve sahiptir. Buna 1/95 sayılı kararın 1. maddesinde de işaret edilmektedir. Ancak burada sorun yaratan nokta, sözkonusu hükümlerin karşılıklı yükümlülükleri benzer, fakat her yerde aynı ifadelerle tanımlamamasıdır. 1/95 sayılı kararın hiçbir yerinde mevcut antlaşma metinlerinden hangisinin uygulamada esas alınacağına işaret edilmediğinden, bu durum ileride kimi yorum sorunlarına ve büyük olasılıkla hukuki uyuşmazlıklara yolaçacaktır.

Bu tür özensizlikler ve -bütün olarak bakıldığında- yeni kararın kimi hükümlerinin esnek ve karışıklık yaratacak anlatım biçiminin, taraflardan her ikisinin de çıkarına uygun olması mümkün değildir. Daha da düşündürücü olanı böyle bir Ortak Kararın Türkiye gibi uluslararası ilişkilerde tecrübeli bir ülkenin arzu edilmeyen siyasî niyetlere alet olabileceğini iyi bilmesi gerekirdi. Avrupa’nın çeşitli kuruluşlarına üye olan bir devletin temsilcileri olarak sorunların çözümü konusunda bilgi sahibi olması gereken Türk tarafının temsilcilerinin böyle bir antlaşma (=karar) metnini içlerine nasıl sindirmiş olmaları sorgulanmalıdır.

Bu açıklanamaz tutum AB uzmanı, İstanbul Üniversite’den Prof. Kazgan’ı şu yoruma sevketmiştir: “Türkiye’nin Gümrük Birliği’nin gerçekleştirmek için birtakım çabalar içine girmesi bir şekilde anlaşılabilir; fakat Türkiye’nin 6 Mart 1995 tarihli bir kararı imzalamış olması akıldışıdır: Avrupa tarafı bize karşı çıkarlarını koruyor, ancak biz bunun için bir zorunluluk görmüyoruz. Bu adımın sadece iki açıklaması vardır. Ya imzalayanlar o sırada tam olarak neyi imzaladıklarını anlamamışlardır, ya da AB-Türkiye ilişkilerini ne pahasına olursa olsun kurtarma paniğiyle kaygıya kapılmışlardır. Ben Türk tarafının karardan doğan yükümlülüklerini yerine getirebilecek durumda olacağını sanmıyorum.”

SONUÇ

Türkiye ve AB arasındaki ortaklık ne yazık ki, tarafların karşılıklı ilişkilerinden doğan sorunlara çözüm imkânları sunacak ve bilgi akışını sağlayacak kanalları açacak olağanlaşmış otomatik bir sistem oluşturamamıştır.

AB’nin Türkiye ile ilişkilerini belirleyen motifin bu kurumun ülkemiz üzerinde yaptırım gücüne sahip olma isteği olduğunu görüyoruz. Ortaklık Antlaşması’nın öngördüğü tam üyeliğe hazırlık süreci Türkiye ile Avrupa arasında gerçekten eşitlik bazında bir işbirliği sağlayabilirdi, ancak AB’nin, ilişkilerde büyük sorunlara yolalmadan tek taraflı çıkarlarını bu ortaklığın ilkelerini yerine getirmeden de sağlayabileceğini saptaması bu süreci sekteye uğratmıştır. Eğer gerçekten yapılan antlaşma baştan itibaren ciddiye alınsaydı ve antlaşmanın amacı olan yakınlaşma için gerçekçi bir yol bulunabilirdi. Bu süreçte belirleyici olan partner AB olmuştur.

İşbirliği tarafların kooperatif çalışması demektir. Türkiye-Avrupa ilişkilerinde ise, ’70’li yıllarının sonundan itibaren Avrupa’nın kooperatif davranmaktan kaçındığını görüyoruz. Daha önce ’60’lı yıllarda ve ’70’li yılların başlangıcında jeopolitik öneminden dolayı Türkiye’ye duyulan ilginin daha büyük olduğunu ve “kapsamlı Türkiye politikaları” üretilmek istendiğini görüyoruz. Bu Türkiye politikasının amacı da bu ülkeyi adım adım topluluğa yaklaştırmak ve böylelikle tam üyeliğe getirmekti. Aşağıda belirteceğim önlemler sadece Türkiye Avrupa pazarına girişi sağlamak için değil, aynı zamanda tam üyeliğe dönüktü.

• Sanayi ürünlerinin AT/AB pazarına girişlerinde kolaylık sağlanması ve gümrüklerin kaldırılması,

• En geç 31 Aralık 1995’e kadar tarafların gümrük birliğini gerçekleştirmiş olmak,

• En geç 1 Aralık 1986’ya dek tarafların işgücünün serbest dolaşımını adım adım sağlamak,

• Türkiye’nin ekonomisini desteklemek amacıyla malî yardım sağlamak, uygun şartlarda kredi vermek, kültürel alanda ve teknoloji transferinde ortak çalışmak.

• Tarafların iktisadî, taşımacılık, ticaret ve rekabet politikalarını koordine etmek ve bunun yanısıra malî politikaları, vergi düzenlemelerini ve hukuki normları uyumlu hale getirmek.

Günümüzden geriye doğru bakınca AB’nin son yirmi yıldır alınan bütün bu kararlara rağmen ortak bir çalışma içinde aktif olarak yeralacağı yerde, daha ziyade Türkiye’yi takip altına alıp ihtarlar vermekle yetindiğini görüyoruz. Bu tutumun eninde sonunda karşı reaksiyonlara yolaçacağını görmek zor değildir. Özellikle Türkiye’nin Amerika’nın etki alanı içinde bir ülke olarak kanıksandığını görüyoruz. Bu durumda Türkiye’ye kendi pozisyonunu Amerika’nın “uluslararası hegemonik sistemi” içinde belirlemekten başka bir alternatif bırakılmadığı görülmektedir.

(*) Aşagıdaki yazı Harun Gümrükçü’nün, Globalleşme sürecinde Türkiye ve ve Avrupa arasında birleştirici öge olarak Gümrük Birliği, adlı çalışmasından (kısaltılarak) alınmıştır. Teknik nedenlerle dipnotları çıkarmak zorunda kaldık. Metni kullanımımıza sunan sayın Gümrükçü’ye teşekkür ederiz. Köşeli parantezler geçişleri sağlamak amacıyla tarafımızdan konulmuştur. Ortaklık süreci hakkında ayrıntılı teknik bilgiler içeren yazının tümü için, Institut für Türkisch-Europaeische Studien (İTES), Alsterterasse 2, 20354 Hamburg adresine başvurulabilir.

Türkiye, 1959 yılında genç AET ile yakın iş birliği içinde olmak isteyen ilk ülkelerden biridir.

Bu iş birliği, Ankara Anlaşması olarak bilinen bir "ortaklık anlaşması" çerçevesinde 12 Eylül 1963 yılında gerçekleşmiştir. Bu planda öne çıkan Türkiye'nin AET ülkeleri ile kısıtlama olmadan mal ve tarımsal ürün ticareti yapabilmesine imkan veren bir "Gümrük Birliği'nin" oluşturulmasıydı.

Ankara Anlaşması’nın temel amacı "Hızlandırılmış ekonomik gelişme, ticaretin düzenli genişlemesi, Türkiye ekonomisi ile topluluk ekonomisi arasındaki farklılıkların giderilmesi sayesinde, Türkiye ve AET ülkelerindeki yaşam standartlarının iyileştirilmesini sürekli kılmak"tır.

AB - Türkiye İlişkilerinde Kilometre Taşları

1987 Türkiye 14 Nisan'da tam üyelik başvurusunda bulundu.

1993 AB ve Türkiye "Gümrük Birliği" müzakereleri başladı.

1996 Türkiye ve AB arasındaki "Gümrük Birliği" 1 Ocak'ta yürürlüğe girdi.

1999 Avrupa Konseyi, Komisyon’un ikinci Türkiye Raporu’ndaki tavsiyelere uyarak Aralık ayında Helsinki Zirvesinde Türkiye'ye AB üyeliği için aday ülke statüsünü verdi.

2001 Avrupa Konseyi 8 Mart tarihinde Türkiye'nin AB katılım süreci için yol haritası sağlayan "AB - Türkiye Katılım Ortaklığı"nı kabul etti. 19 Mart'ta Türk Hükümeti, Katılım Ortaklığı’nı yansıtan, Müktesebatın Üstlenilmesi için Ulusal Programı (NPAA) kabul etti.

2001 Eylül ayındaki Kopenhag Zirvesi’nde, Avrupa Konseyi, "Katılım Öncesi Malî Yardım Aracı, İPA" sistemiyle malî desteği arttırma kararı aldı.

2004 Avrupa Konseyi 17 Aralık'ta Türkiye ile üyelik görüşmelerini başlatmaya karar verdi.

2005 Türkiye'nin AB'ye katılım müzakereleri 3 Ekim'de başladı.

2005 Ekim ayında, müktesebat uyumunun analitik incelemesi olan "Tarama Süreci" 35 başlıkta başladı.

2005 Aralık ayında, Konsey Türkiye için yeni katılım ortaklığı belgesini kabul etti.

15 Haziran 2005 Çarşamba, 

Türkiye, 10-11 Aralık 1999 tarihleri arasında yapılan Helsinki (Ek 6.) zirvesinden beri Avrupa Birliği adayı konumundadır. Avrupa Birliği'ne üyeliğin gerekli koşullarının sağlanması için önümüzde uzun bir süreç vardır. Özellikle AB'ne adaylık için istenen ilk koşul 'Kopenhag Kriterleri' (Ek 4.)ne uyumdur. Bu süreçte ilk aşama, AB'ne katılım için esas olacak 'Katılım Ortaklığı Belgesi'nin hazırlanmasıdır. AB'nin hazırlayacağı ön metnin ardından TBMM'nin buna itirazları ve karşılıklı pazarlık çerçevesinde son halini alacak olan belge, Türkiye'nin neyi hangi ölçüde yapacağının bir göstergesi olacaktır. Mevcut yazımızda, yapılmış olan zirveler sonucunda, Türkiye'nin uyması gereken kriterleri ve antlaşmalar çerçevesinde nereye gelindiğini bulacaksınız.

Avrupa Birliği barışı korumak ve ekonomik ve sosyal ilerlemeyi pekiştirmek amacı ile bir araya gelmiş 15 Üye Devlet'den oluşur. Birliğin içinde ortak kurumları bulunan üç topluluk yer alır. Bunların içinde ilk kurulanı (1951 tarihli Paris Antlaşması'yla) Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) olmuştu. Daha sonra (1957 tarihli Roma Antlaşması'yla) Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu kurulmuştur. Topluluklar bu sürecin sonunda Üye Devletler arasındaki bütün iç sınırları kaldırarak tek bir pazar kurmuşlardır. 1992'de Maastrich'te imzalanan Avrupa Birliği Antlaşması ile ekonomik ve parasal birlik doğrultusunda ilerleyen ve belirli alanlarda hükümetler arası işbirliğini içeren bir Avrupa Birliği kurulmuştur.

Üye devletler: Almanya, Avusturya, Belçika, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İtalya, Lüksemburg, Portekiz, Yunanistan' dır.


http://www.birikimdergisi.com/birikim-yazi/5099/turkiye-avrupa-birligi-iliskilerinin-dunden-bugune-evrimi#.WlxlnK5l8dU

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

...

24 Şubat 2017 Cuma

“ENERJİ KÖPRÜSÜ ÜLKE” OLMA YOLUNDA YUNANİSTAN’IN POLİTİKASI BÖLÜM 2




“ENERJİ KÖPRÜSÜ ÜLKE” OLMA YOLUNDA YUNANİSTAN’IN POLİTİKASI,  BÖLÜM 2



     Toplam uzunluğu 867 km. olacağı planlanan ve 545 km.’si Yunanistan topraklarından geçecek olan hat ile yıllık yaklasık 20 milyar metreküp gaz tasınması planlanmaktadır. Anılan hattın en uzun Yunanistan topraklarında bulunacağından TAP’ın Yunanistan için ciddi bir gelir kaynağı, aynı zamanda ciddi bir ucuz enerji temin imkânı anlamına geldiği ifade edilmektedir.26 Çünkü Yunanistan açısından TAP 2 milyar $ doğrudan yabancı yatırım ve özellikle ekonomik krizin çok yoğun hissedildiği Makedonya ve Trakya bölgelerinde 2000 ile 3000 kisiye is imkânı anlamına gelmektedir. Bu boyutta bir yabancı yatırımın ülkede gerçeklesmesi ise Yunanistan’ın uluslararası piyasalara güçlü bir sekilde yeniden gireceğinin temel göstergesi olmaktadır.27 Bir baska çalısmada ise önümüzdeki 50 yıl içerisinde söz konusu boru hattının Yunan ekonomisine getirisinin 17-18 milyar € olması hesaplanmaktadır.28 

Yunanistan Basbakanı ayrıca 2014 yılının Nisan ayında Atina’da düzenlenen Uluslararası Enerji Konferansı’nda yine TAP ve Yunanistan’ın bu projedeki yeri ve önemine dikkat çekerek oldukça iddialı cümleler sarf etmistir. Özetle Yunanistan Basbakanı Samaras, enerji konularındaki gelismeler Yunanistan’ın enerji üretim ve aktarımında bir köprü ülke olacağını gösterdiğini ve Yunanistan’ın TAP sayesinde ilk defa küresel enerji haritasında yerini aldığını vurgulamıstır.29 Aslında sadece Yunanistan Basbakanının konusması değil TAP ile ilgili Yunanca çalısmalarda Yunanlı akademisyen ve gazetecilerin ağırlığı Yunanistan üzerine vermeleri ve anılan projenin aslında TANAP ile bağlantısının önemine, 
doğal olarak Türkiye’nin bu konudaki önemine vurgu yapmaktan kaçındıkları gözlenmektedir. Çizilen pembe tabloda Yunanistan’ın çok ciddi bir rol üstlendiği hatta AB açısından kilit ülke konumuna geldiği yansıtılırken Yunanistan’ın enerji konusunda da Türkiye ile rekabet edebilir bir pozisyonda olduğu islenmeye çalısılmaktadır. Kuskusuz TAP’ın hayata geçecek olması hem Yunanistan açısından hem de Avrupa açısından önem arz etmektedir. Ancak unutulmamalı dır ki Sah Deniz Konsorsiyumu’nun TAP’ı tercih etmesinin nedeni maliyetinin düsük olması ve zaten TANAP ile Türkiye’den geçecek olan doğal gaz boru hattının Yunanistan sınıra kadar ulasacak olmasıdır. Dolayısıyla TAP’ın Yunanistan’ın 

Türkiye sınırından baslaması da bir tesadüf değil, Güney Gaz Koridoru’nun birçok alternatif projelerinden bir tanesi olması gerçeğidir. 

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)-İsrail-Yunanistan Enerji İsbirliği30 

Enerji alanında İsrail’in kendi kıta sahanlığı içerisinde genis bir alanda doğal gaz rezervi bulmus olması ve bunu bir sekilde Avrupa’ya tasımak istemesi önemli bir gelisme olarak değerlendirilmektedir. İsrail, kıta sahanlığı içerisinde bulunan doğal gazı Avrupa’ya satmayı arzulamaktadır. Dolayısıyla Türkiye’yi kaybettikten sonra bu satısı Yunanistan ve GKRY üzerinden gerçeklestirmeyi amaçlamakta dır. 

Özellikle 1990’lı yılların basından itibaren sürekli gelisme eğilimi arzeden Türkiye-İsrail iliskileri çerçevesinde İsrail, Türkiye’nin tepkisine neden olmamak düsüncesiyle GKRY tarafından önerilen; Yunanistan, İsrail ve GKRY’nin Orta ve Doğu Akdeniz bölgesi içinde Adriyatik’ten baslayıp Doğu Akdeniz’in sonu olan İsrail sahillerine kadar uzanan Münhasır Ekonomik Bölge kurulmasına iliskin anlasmayı sonuçlandırmaya yönelik herhangi bir adım atmamıstır. Ancak Türkiye ile iliskilerin “Dökme Kursun Operasyonu”, “Davos Krizi” ve son olarak “Mavi Marmara” saldırısından sonra kopma noktasına gelmesinin hemen ardından İsrail ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında 17 Aralık 2010 tarihinde Münhasır Ekonomik Bölge Anlasmasını imzalanmıstır. Türkiye, böyle bir anlasmanın Kıbrıs Türklerinin hak ve çıkarlarını yok saymak anlamına geleceği ve Kıbrıs müzakerelerini olumsuz etkileyeceği ve Doğu Akdeniz’de barıs ve istikrara katkı sağlamayacağını vurgulamıs, ancak, yapılan sert açıklama herhangi bir sonuç doğurmamıstır.31 

İddialara göre İsrail Basbakanı Netanyahu Ağustos 2013’te Yunanistan’a gerçeklestirdiği ziyaret esnasında Atina’ya İsrail’in doğal gazının Avrupa’ya satısında transit ülke olması teklifinde bulunmustu. İsrail Dısisleri Bakanı da yine aynı çerçevede İsrail doğal gazının Güney Kıbrıs üzerinden Yunanistan’a ulastırılması ve hatta potansiyel olarak görülen Bulgaristan ve Romanya pazarlarına da Yunanistan üzerinden satıs yapılmasını teklif etmistir.32 Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervlerinin değerlendirilmesinin İsrail ekonomisine büyük katkı sağlayacağı sık sık dile getirilmektedir. Aynı zamanda İsrail’in uluslararası piyasalarda daha etkin bir sekilde yer almasını sağlaması açısından söz konusu anlasma ve yakınlasmaya bu nedenle önem verildiğinin de altı çizilmektedir.33 

GKRY ve Yunanistan açısından bir değerlendirme yapılacak olursa Dsrail ile gerçeklestirilmeye çalısan enerji isbirliğinin temel nedenini ekonomik çıkarların 
olusturduğunu söylemek yanlıs olmayacaktır. Güney Kıbrıs AB’ye üye olmayı basarmıs ancak adanın bölünmüslüğü gerçeğini ortadan kaldıramamıstır. Yunanistan gibi GKRY yanlıs ekonomi politikaları nedeniyle ekonomik kriz yasamaktadır. Dolayısıyla böyle bir isbirliği ekonomisine katkı sağlayacaktır. Öte yandan İsrail ile yakın iliski içinde olması adaya Türkiye tarafından olası yeni bir müdahaleyi engelleme anlamını tasımaktadır. Ayrıca son yıllarda enerji koridorları güvenliğinin uluslararası ortamda giderek önem arz etmeye 
basladığı da dikkate alındığında Güney Kıbrıs böylelikle kendi çapında stratejik önemini garanti altına almayı çalıstığı düsünülmektedir.34 

Tüm gelismelere rağmen birçok Yunanlı, Yahudi ve yabancı arastırmacı, gazeteci ve akademisyen de dile getirdiği gibi iki ülke yakınlasmasının olumlu bir adım olduğunu düsünse de Yunanistan’ın İsrail açısından Türkiye’nin yerini ikame edemeyeceği düsünülmektedir. Aynı zamanda Yunanistan ve İsrail yakınlasmasının 1990’larda Türkiye’nin israil ile yakınlasmasına tam olarak benzediğini söylemek de doğru doğru olmayacaktır. Çünkü Yunanistan ve İsrail iliskilerinin değisen sartlar ve çıkarlar doğrultusunda gelistiğini açıkça görmekteyiz. Dolayısıyla dıs politikada, en azından Yunanistan ve Dsrail için realist görüsün halen hâkim olduğu görüsünün belirtilmesinde sakınca olmadığı da düsünülmektedir.35 Son yıllarda ekonomik kriz nedeniyle iç politikasına odaklanan ve dıs politikasında daha “uzlasıcı” bir tavır sergileyen Yunanistan için GKRY-İsrail-Yunanistan enerji alanında isbirliğinin siyasi çıkarlardan ziyade ekonomik çıkarlar çerçevesinde gelistiğini söylemekte sakınca görülmemektedir. 

Sonuç 

Enerji ile bağlantılı enerji talebi, arzı, aktarımı, çesitliliği gibi konular günümüzde giderek önem kazanmaya baslamıstır. Hatta Yunanistan örneğinde olduğu gibi birçok devlet için güvenlik kaygısı altında değerlendirilmektedir. Çünkü enerji devletler arasında sadece ekonomik iliskilere değil aynı zamanda siyasi iliskilerin bütününe hitap etmektedir. Bu nedenledir ki petrol, doğal gaz gibi kaynakların üretimi ve akabinde uluslararası piyasalara aktarımı hem üreten hem de aktarım hattında olan ülkelerin konumunun önemini arttırmaktadır. 

Yaklasık 7 yıldır ciddi bir ekonomik kriz içinde bulunan Yunanistan açısından Burgaz-Dedeağaç Petrol Boru Hattı, Trans-Adriyatik Boru Hattı, GKRY-Dsrail-Yunanistan enerji isbirliği gibi konular söz konusu krizden çıkıs aynı zamanda uluslararası camiada sarsılan imaj ve önemin yeniden kazanılması anlamını tasımaktadır. Yunanlı siyasilere göre ayrıca birçok ülkenin dısa bağımlı olduğu enerji alanında “köprü ülke” olmak ya da temel aktarım ülkesi olmak hayati önem arz etmekte ve dolayısıyla Yunanistan’ı enerji oyununun temel oyuncuları arasına yerlestirmektedir. 

Yunanlı akademisyen ve siyasilerin ülkelerinin bu alanda sahip olmaya basladığı pozisyon için abartılı yorum ve talepleri bir kenara bırakıldığında bu çalısmada ele alınan en önemli projenin aslında TAP olduğu görülmektedir. Burgaz-Dedeağaç Petrol Boru Hattı maalesef Bulgaristan tarafından kaynaklanan kaygı ya da siyasi değerlendirmeler neticesinde hayata geçirilememistir. TAP ise AB’nin Güney Gaz Koridoru politikasının temel taslarından birisi halini almayı basarmıstır. Anılan proje kapsamında en uzun hattın Yunanistan toprakları 
üzerinden geçecek olması doğal olarak Yunanistan’a bu konuda önem kazandırmaktadır. Ancak Yunanlı siyasilerin ve akademisyenlerin çoğunlukla TAP’ın hayata geçirilecek olmasının temel nedeninin ilk olarak TANAP projesinin bir devamı niteliği tasıyor olmasının ve ikincisi TAP’ın AB’nin enerji arzında çesitlilik yaratmak, yani Rus tekelinden kurtulmak çabasına uygun olmasının göz ardı edilmesi ya da yeterince vurgulanmaması da dikkat çekmektedir. Hatta enerji alanında Türkiye ile rekabet eden bir ülke niteliği tasıdığı açıklamaları da aslında Yunanistan’ın enerji politikasının çerçevesini çizmektedir. 

Öte yandan İsrail ile gerçeklestirilmeye çalısan enerji isbirliğinin temel nedeninin aslında ekonomik çıkarlar olduğu çok açıktır. AB üyesi olan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de Yunanistan gibi yanlıs ekonomi politikaları nedeniyle ekonomik kriz yasamaktadır. Dolayısıyla böyle bir isbirliği ekonomisine katkı sağlayacaktır. Yunan görüsüne göre, hem ekonomik kriz hem de son dönemde Türkiye-İsrail iliskilerinde yasanan olumsuz gelismeler, GKRY ve Yunanistan için İsrail ile yakın iliski içinde olmak, enerji alanında isbirliği adımları atmak, her iki tarafın jeopolitik önemini artırmakta aynı zamanda Kıbrıs özelinde adaya Türkiye tarafından olası yeni bir müdahaleyi engelleme anlamını tasımaktadır. 

Son olarak enerji alanındaki son gelismeler dikkate alındığında Yunanistan’ın büyük enerji projelerinin bir parçası olmaya çalısmasının doğal bir sonuç olduğu düsünülmektedir. Ancak Yunanlı akademisyen ve siyasilerin kendi kamuoylarına yansıttıkları gibi bu alanda Yunanistan’ın artık vazgeçilmez bir oyuncu olduğu hatta Türkiye ile enerji konusunda da rekabet edecek bir pozisyonda olduğunu kabul etmenin gerçekçi olmayacağı asikârdır. Ayrıca Yunanistan’ın ülke olarak enerji politikalarını Türkiye ile rekabet üzerine insa etmesinin de uzun vadede ülke açısından sorunlu olacağını söylemekte sakınca görülmemektedir. 


DİPNOTLAR;

1  2012. 
2, 2013. 
3 “Samaras: Yunanistan’ın enerji alanındaki rolü önem kazanıyor”, Azınlıkça online, 26.02.2013, 
http://www.azinlikca.net/bati-trakya-haber/samaras-yunanistanin-enerji-alanindaki-rolu-onem-kazaniyor02262013.html, (Erisim: 28.08.2014). 
4 .30.07.2013, 
http://www.ethnos.gr/article.asp?catid=22767&subid=2&pubid=63865962, (Erisim: 05.08.2014). 
5 Burgaz-Dedeağaç Petrol Boru Hattı projesi için bkz., http://www.tbpipeline.com/project/overview, (Erisim: 05.08.2014). 
6 Trans-Adriyatik Boru Hattı için bkz., http://www.tap-ag.com/, (Erisim: 05.08.2014). 
7 G. G. Stavris, “The New Energy Triangle of Cyprus-Greece-Israel: Casting a Net for Turkey?”, Turkish Policy Quarterly, 11 (2), 2012, pp. 95-96. 
8 . 2009. 
9 John Papaspanos, “Caspian energy Geopolitics: The Rise and Fall of Burgas-Alexandroupoli”, Research Paper No. 148, 
Research Institute for European and American Studies, December 2010. 
10 15.03.2007, http://www.minpress.gr/minpress/en/enhmerwtiko_entypo_mpoyrgas.pdf, (Erisim: 05.08.2014). 
11 Papaspanos, Op cit. 
12 http://www.novinite.com/articles/137911/Russia+Determined+to+Build+Trans-Balkan+Pipe,+Cut+Costs, (Erisim: 31.08.2014). 
13 Yorgo Kırbaki, “Putin: Burgaz-Dedeağaç petrol boru hattıyla çesitlilik sağlandı”, Radikal, 16.03.2007, 
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=215695, (Erisim: 31.08.2014). 
14 “Bulgaristan Meclisi'nden Burgaz-Dedeağaç Petrol Boru Projesine Ret”, Azınlıkça online, 08.03.2013, 
http://www.azinlikca.net/bati-trakya-haber/bulgaristan-meclisi-burgaz-dedeagac-petrol-boru-hatti-ret03082013.html, (Erisim: 31.08.2014). 
15  2013, http://www.enet.gr/?i=news.el.article&id=396019, (Erisim: 13.09.2014). 
16 “AB’nin Güney Gaz Koridoru, öncelikli olarak Hazar Bölgesi’nden olmak üzere, dünyanın en büyük piyasası olan Avrupa piyasası için alternatif kaynak ve 
güzergâhlardan gaz teminini amaçlamaktadır. AB’nin Güney Koridor’u desteklemesi, özellikle Batı ülkeleri üzerindeki Rus enerji yükünün bertaraf edilmesini ve basta Kazakistan ile Türkmenistan olmak üzere kapalı havza olan Hazar devletlerinin Avrupa gaz piyasalarına doğrudan erisiminin sağlanmasını amaçlamaktadır. 2011 yılında AB ile Azerbaycan arasında Güney Gaz Koridoru Deklarasyonu’nun imzalanmasının ardından, bu asamada Güney Koridor’un yegâne gaz tedarikçisi ve buranın açılması adına bağlantı noktası olması sebebiyle Azerbaycan’ın rolü oldukça önemli bir hale gelmistir”. Gulmira Rzayeva, “Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği: Ulusal Öncelikler Ve Uluslararası Sorumluluklar”, Hazar Strateji Enstitüsü Hazar Raporu, Sayı 3, Bahar 2013, s. 29. 
17 Avrupa Birliği’nin enerji politikasını belirleyen belge niteliği tasıyan Avrupa Birliği Komisyonu raporu için bkz., 
“Green Paper: A European Strategy for Sustainable, Competitive and Secure Energy”, Commission of the European Communities, 2006, s. 15, 
http://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/PDF/?uri=CELEX:52006DC0105&from=EN, (Erisim: 13.09.2014). 
18 http://www.axpo.com/axpo/de/en/group/axpo-in-europa/erdgas/trans-adriatic-pipeline--tap-.html, (Erisim: 13.09.2014). 
19 http://www.protothema.gr/economy/article/289657/poios-einai-o-agogos-tar/, 26.06.2013, (Erisim: 13.09.2014). 
20 TAP.03.02/2013, 
http://www.tovima.gr/politics/article/?aid=496397, (Erisim: 15.08.2014). 
21 Merve Erdil, “Avrupa, Rus gazına bağımlı olduğu için Kırım'a tepki vermiyor Gaz sessizliği”, Radikal, 07.03.2014, 
http://www.radikal.com.tr/ekonomi/avrupa_rus_gazina_bagimli_oldugu_icin_kirima_tepki_vermiyorgaz_sessizligi-1179952, (Erisim: 18.08.2014). 
22 “TAP and TANAP: Two steps towards a more independent Europe”, 13.01.2014, 
http://www.abo.net/oilportal/topic/view.do?contentId=2186490, (Erisim: 11.09.20149. 
23 Vahap Tastan, “Güney Gaz Koridoru: Yeni Enerji Düzeninde Avrupa Enerji Güvenliği, Rusya, Türkiye ve 
Güney Kafkasya Üzerine Oyun Teorik Uygulama”, EY International Congress on Economics I “Europe and 
Global Economic Rebalancing”, October 24-25, 2013, Ankara/Turkey, s. 6, http://politikaakademisi.org/guneygaz-
koridoru-yeni-enerji-duzeninde-avrupa-enerji-guvenligi-rusya-turkiye-ve-guney-kafkasya-uzerine-oyunteorik-
uygulama/, (Erisim: 01.09.2014). 24  28.06.2013, 
http://www.protothema.gr/economy/article/290154/to-azerbaitzan-anakoinose-episima-tin-epilogi-tou-tap/ (Erisim: 13.09.2014); 
Nuran H. Belet, “The Basic Parameters of European Security of Energy Supply:The Trans Adriatic Pipeline Project-TAP”, European Journal of Research on Education, 
2, Special Issue, 2014, p. 92. 25  29.06/2013, 
http://www.philenews.com/el-gr/top-stories/885/151347/ston-pagkosmio-energeiako-charti-i-ellada-me-ton-tar, (Erisim: 11.09.2014). 
26 TAP iliskin resmi internet sitesinden edinilen bilgilere göre anılan boru hattı Yunanistan’ın Türkiye sınırı Koipoi’den baslayacak ve Arnavutluk sınırında Deropigoi bölgesinde son bulacaktır, detay için bkz. 
http://www.tap-ag.com/the-pipeline/building-the-pipeline/in-greece, (Erisim: 05.08.2014). 
27 “TAP 27.05.2014, 
http://www.reporter.gr/Eidhseis/Epicheirhseis/energy/item/24982-TAR-Ellada-Eswterikew-ParametroiPerifereiaka-Gewpolitika-Paignia, (Erisim: 11.09.2014). 
28 “The Southern Gas Corridor”, Energy, Holman Fenwick Willan, July 2013, 
http://www.hfw.com/SouthernGas-Corridor-Briefing-July-2013, (Erisim: 11.09.2014). 
29  29.04.2014, http://news.in.gr/economy/article/?aid=1231314905, (Erisim: 05.09.2014). 
30 Çalısmanın bu bölümü ile ilgili detaylar için bkz., Utku Kırlıdökme (Outkou Kırlı Ntokme), “Yunanistan-İsrail Yakınlasmasının Türkiye ve Balkanlara Etkisi”, 
Uluslararası Güvenlik Kongresi Bildiriler Kitabı 8-9 Ekim 2013, Hasret Çomak ve Aysegül Göklap Kutlu (ed.), Cilt I, Kocaeli Üniversitesi Yayınları, Kocaeli, 
Üniversitesi, Nisan 2014, s. 170-172. 
31 Türkiye Cumhuriyeti Dısisleri Bakanlığı, “Dsrail ile GKRY Arasında Dmzalanan MEB Anlasması Hk.”, No. 288, 21 Aralık 2010, 
http://www.mfa.gov.tr/no_-288_-21aralik-2010_-israil-ile-gkry-arasinda-imzalanan-mebanlasmasi-hk_.tr.mfa, (Erisim: 19 Ağustos 2013). 
Ayrıca konuya iliskin bkz., Semih İdiz, “Doğu Akdeniz’de Sular Isınıyor”, Milliyet, 27 Aralık 2010, 
http://www.milliyet.com.tr/dogu-akdeniz-de-sular-isiniyor/semihidiz/siyaset/yazardetay/27.12.2010/1331318/default.htm, (Erisim: 19 Ağustos 2013). 
32 Sigurd Neubauer, “How the Emerging Balkan-Israeli Strategic Alliance could Alter Energy Security in the 
Eastern Mediterranean Basin, Journal of Regional Security, Cilt 7, Sayı 1, 2012, s. 36. 
33 Neubauer, Ibid., s. 35. 
34 Kırlıdökme, Op cit, s. 172. 
35 Ibid. 

KAYNAKÇA 

“Bulgaristan Meclisi'nden Burgaz-Dedeağaç Petrol Boru Projesine Ret”, Azınlıkça 
online, 08.03.2013, 
http://www.azinlikca.net/bati-trakya-haber/bulgaristan-meclisi-burgaz-dedeagac-petrol-boru-hatti-ret-03082013.html, (Erisim: 31.08.2014). 

“Samaras: Yunanistan’ın enerji alanındaki rolü önem kazanıyor”, Azınlıkça online, 26.02.2013, 
http://www.azinlikca.net/bati-trakya-haber/samaras-yunanistanin-enerji-alanindaki-rolu-onem-kazaniyor-02262013.html, (Erisim: 28.08.2014). 

http://www.reporter.gr/Eidhseis/Epicheirhseis/energy/item/24982-TAR-Ellada-Eswterikew-Parametroi-Perifereiaka-Gewpolitika-Paignia, (Erisim: 11.09.2014). 

“TAP and TANAP: Two steps towards a more independent Europe”, 13.01.2014, 
http://www.abo.net/oilportal/topic/view.do?contentId=2186490, (Erisim: 11.09.20149. 

“The Southern Gas Corridor”, Energy, Holman Fenwick Willan, July 2013, 
http://www.hfw.com/Southern-Gas-Corridor-Briefing-July-2013, (Erisim: 11.09.2014). 

http://www.minpress.gr/minpress/en/enhmerwtiko_entypo_mpoyrgas.pdf, (Erisim: 05.08.2014). 

http://www.protothema.gr/economy/article/290154/to-azerbaitzan-anakoinose-episima-tin-epilogi-tou-tap/, ,(Erisim: 13.09.2014). 

http://www.ethnos.gr/article.asp?catid=22767&subid=2&pubid=63865962, (Erisim: 05.08.2014). 

http://news.in.gr/economy/article/?aid=1231314905, (Erisim: 05.09.2014). 

http://www.philenews.com/el-gr/top-stories/885/151347/ston-pagkosmio-energeiako-charti-i-ellada-me-ton-tar, (Erisim: 11.09.2014). 

Avrupa Birliği Komisyonu Raporu, “Green Paper: A European Strategy for Sustainable, Competitive and Secure Energy”, Commission of the European Communities, 2006, 
http://eur-lex.europa.eu/legalcontent/EN/TXT/PDF/?uri=CELEX:52006DC0105&from=EN, (Erisim: 13.09.2014). 

Burgaz-Dedeağaç Petrol Boru Hattı projesi için bkz., 
http://www.tbpipeline.com/project/overview, (Erisim: 05.08.2014). 

G. G. Stavris, “The New Energy Triangle of Cyprus-Greece-Israel: Casting a Net for Turkey?”, Turkish Policy Quarterly, 11 (2), 2012, s. 87-102. 
Gulmira Rzayeva, “Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:Ulusal Öncelikler Ve Uluslararası Sorumluluklar”, Hazar Strateji Enstitüsü Hazar Raporu, Sayı 3, 
Bahar 2013, s. 29-45. 
http://www.axpo.com/axpo/de/en/group/axpo-in-europa/erdgas/trans-adriatic-pipeline--tap-.html, (Erisim: 13.09.2014). 

http://www.novinite.com/articles/137911/Russia+Determined+to+Build+Trans-Balkan+Pipe,+Cut+Costs, (Erisim: 31.08.2014). 

http://www.protothema.gr/economy/article/289657/poios-einai-o-agogos-tar/, 26.06.2013, (Erisim: 13.09.2014). 

http://www.tap-ag.com/the-pipeline/building-the-pipeline/in-greece, (Erisim: 05.08.2014). 

John Papaspanos, “Caspian energy Geopolitics: The Rise and Fall of Burgas-Alexandroupoli”, Research Paper No. 148, Research Institute for European and American 
Studies, December 2010. 

Merve Erdil, “Avrupa, Rus gazına bağımlı olduğu için Kırım'a tepki vermiyor Gaz sessizliği”, Radikal, 07.03.2014, 
http://www.radikal.com.tr/ekonomi/avrupa_rus_gazina_bagimli_oldugu_icin_kirima_tepki_vermiyorgaz_sessizligi-1179952, (Erisim: 18.08.2014). 

Nuran H. Belet, “The Basic Parameters of European Security of Energy Supply:The Trans Adriatic Pipeline Project-TAP”, European Journal of Research on Education, 2, 
Special Issue, 2014, p. 87-98. 

Semih Ddiz, “Doğu Akdeniz’de Sular Isınıyor”, Milliyet, 27 Aralık 2010, 

http://www.milliyet.com.tr/dogu-akdeniz-de-sular-isiniyor/semih-idiz/siyaset/yazardetay/27.12.2010/1331318/default.htm, (Erisim: 19 Ağustos 2013). 

Sigurd Neubauer, “How the Emerging Balkan-Israeli Strategic Alliance could Alter Energy Security in the Eastern Mediterranean Basin, Journal of Regional Security, Cilt 7, 
Sayı 1, 2012, s. 33-44. 

Trans-Adriyatik Boru Hattı (TAP), http://www.tap-ag.com/, (Erisim: 05.08.2014). 

Türkiye Cumhuriyeti Dısisleri Bakanlığı, “İsrail ile GKRY Arasında İmzalanan MEB Anlasması Hk.”, No. 288, 21 Aralık 2010, 
http://www.mfa.gov.tr/no_-288_-21aralik-2010-israil-ile-gkry-arasinda-imzalanan-meb-anlasmasi-hk_.tr.mfa, (Erisim: 19 Ağustos 2013). 

Utku Kırlıdökme (Outkou Kırlı Ntokme), “Yunanistan-Dsrail Yakınlasmasının Türkiye ve Balkanlara Etkisi”, Uluslararası Güvenlik Kongresi Bildiriler Kitabı 8-9 Ekim 2013, 
Hasret Çomak ve Aysegül Göklap Kutlu (ed.), Cilt I, Kocaeli Üniversitesi Yayınları, Kocaeli, Üniversitesi, Nisan 2014, s. 155-182. 

Vahap Tastan, “Güney Gaz Koridoru: Yeni Enerji Düzeninde Avrupa Enerji Güvenliği, Rusya, Türkiye ve Güney Kafkasya Üzerine Oyun Teorik Uygulama”, EY International Congress on Economics I “Europe and Global Economic Rebalancing”, October 24-25, 2013, Ankara/Turkey, s. 1-28, 
http://politikaakademisi.org/guney-gaz-koridoru-yeni-enerji-duzeninde-avrupa-enerji-guvenligi-rusya-turkiye-ve-guney-kafkasya-uzerine-oyun-teorik-uygulama/, (Erisim: 01.09.2014). 

Yorgo Kırbaki, “Putin: Burgaz-Dedeağaç petrol boru hattıyla çesitlilik sağlandı”, Radikal, 16.03.2007, 
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=215695, (Erisim: 31.08.2014). 

http://www.tovima.gr/politics/article/?aid=496397, (Erisim: 15.08.2014). 

http://www.enet.gr/?i=news.el.article&id=396019, (Erisim: 13.09.2014). 


***

“ENERJİ KÖPRÜSÜ ÜLKE” OLMA YOLUNDA YUNANİSTAN’IN POLİTİKASI BÖLÜM 1




  “ENERJİ KÖPRÜSÜ ÜLKE” OLMA YOLUNDA YUNANİSTAN’IN POLİTİKASI BÖLÜM 1


Utku KIRLIDÖKME
(Outkou KIRLINTOKME). 
*Öğretim Görevlisi, Trakya Üniversitesi Balkan Arastırma Enstitüsü ve Trakya Üniversitesi Uluslararası İliskiler Doktora Öğrencisi. 

Özet 

Son yıllarda ekonomik kriz ile mücadele eden Yunanistan, krizden çıkma çabaları çerçevesinde yeni enerji politikaları üretme ve bu konuda daha aktif olma yönünde hareket etmeye baslamıstır. Yunanistan 2000’li yılların basından itibaren özellikle petrole olan bağımlılığını azaltma yönünde politikalar izlemektedir. Öte yandan özellikle Yunanlı siyasiler ülkenin coğrafi konumuna ve Avrupa’nın enerji konularında Yunanistan’ın rolünün önemine dikkat çekerek, Yunanistan’ın enerji üretimi ve aktarımı konusunda bir “köprü ülke” 
olabileceği demeçleri son birkaç yıl oldukça artmıs bulunmaktadır. 

Türkiye-İsrail iliskilerinin giderek kötülesmesi ve Akdeniz’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail’in enerji alanında isbirliği yönünde adımlar atmaları, Yunanistan’ın da bu isbirliğinin bir parçası olması, enerji koridorlarının kilit ülkesi olan ve “ezeli” rakibi Türkiye karsı Yunanistan için bir fırsat olmustur. Bu bağlamda Yunanlı akademisyenler ve siyasilere göre Burgaz-Dedeağaç Petrol Boru Hattı ve Trans-Adriyatik Boru Hattı (TAP) Yunanistan’ın “enerji köprüsü ülke” politikası için önemli araçlar olarak değerlendirilmektedir. 

Bu çalısmada Burgaz-Dedeağaç Petrol Boru Hattı, Trans-Adriyatik Boru Hattı ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi-İsrail-Yunanistan enerji isbirliğinin Yunanistan’ın iddia ettiği gibi bir enerji köprü ülke hedefine uygun olup olmadığı, Yunan dıs politikasının bu konudaki adımları ele alınmaya çalısılacaktır. 

Anahtar Kelimeler: Yunanistan, Enerji, TAP, GKRY, İsrail. 
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi = GKRY

Giris 

Yunanistan’ın enerji politikası Yunanlı akademisyenlere göre Yunan devletinin yıllarca en çok ihmal ettiği alanlardan bir tanesi konumunda olmustur. Öyle ki Yunanistan enerjide ithal eden, dısa bağımlı ve hatta enerji alanında “geri kalmıs” bir ülke halini almıstır. 1980’ler ve 1990’lar boyunca ciddi bir sekilde petrole bağımlı olan Yunanistan’da doğal gaz kullanımı 1995 yılı sonrası baslamıs ve ağırlıklı olarak Rusya’dan ithal edilmistir.1 

Öte yandan verilere göre sadece 2001-2011 yılları arasında Yunanistan’ın petrol, doğal gaz ve kömür ithali ortalama %70 düzeyinde artmıstır.2 

Öte yandan son dönemde ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz nedeniyle Yunanistan'ın geleneksel politikalarının sorgulanmasına ve birçok alanda yeni politikaların benimsenmesine neden olmustur. Enerji alanı da yeni politikaların benimsendiği alanlardan bir tanesidir. 

Günümüzde enerji konusu, Yunanistan’ın güncel güvenlik kaygıları arasında değerlendirilmektedir. Ayrıca son yıllarda Yunanlı siyasiler ve akademisyenler tarafından Yunanistan’ın enerji koridorlarındaki rolünün önemine atıf yapılmakta, enerji üretimi ve enerji aktarımı konusunda bir “köprü ülke” olabileceği seklinde açıklamalar yer almaktadır. 
Örneğin Yunanistan Basbakanı Antonis Samaras 25-26 Subat 2013 tarihleri arasında Atina’da düzenlenen Uluslararası Atina Enerji Forumu’nun açılıs oturumunda “Yunanistan’ın doğalgaz ve petrol transferi konusunda oynayabileceği muhtemel önemli rolü gerçeğe dönüstürmemiz gerekiyor” seklinde konusmustur.3 

Aynı yıl 30 Temmuz tarihinde Yunan Meclisi Dıs İliskiler ve Savunma Komisyonu toplantısında konusan Yunanistan Basbakan Yardımcısı ve Dısisleri Bakanı 
Evaggelos Venizelos da “enerji diplomasisi Yunanistan’ın ilk önceliğidir” demistir.4 

2000’li yıllardan itibaren yeni eylem planları olusturmaya çalısan Yunanistan için Burgaz-Dedeağaç Petrol Boru Hattı5 ve Trans-Adriyatik Boru Hattı (TAP),6 “enerji köprüsü ülke” politikası açısından iki önemli araç olarak görülmektedir. Öte yandan son yıllarda Türkiye-Dsrail iliskilerinin giderek kötülesmesi ve Akdeniz’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Dsrail’in enerji alanında isbirliği yönünde adımlar atmaları, Yunanistan’ın da bu isbirliğinin bir parçası olma potansiyeli, enerji koridorlarının kilit ülkesi olan ve “ezeli” rakibi Türkiye karsı Yunanistan için bir fırsat olarak değerlendirilmektedir.7 Böylelikle, bir Yunanlı akademisyenin yorumundan hareketle, enerji köprüsü olan bir ülke diğer ülkelerin enerji güvenliği açısından kilit ülke olarak algılanmakta ve jeopolitik önemi artmaktadır,8 Yunanistan da aslında bunu hedeflemektedir. Ancak Yunanistan'ın özellikle bu son noktada Türkiye faktörü üzerinden enerji politikaları benimsemesi ya da benimsemeye çalısması ve Türkiye ile 
bu alanda rekabete girismesi gelistirilen enerji politikalarının geleceği açısından süpheler doğurmaktadır. Bu bağlamda bu çalısmada yukarıda değinilen boru hatları ve GKRY-Dsrail-Yunanistan iliskilerinin enerji boyutu ele alınarak Yunanistan'ın “enerji köprüsü ülke” olma hedefi tartısılacaktır. 

Burgaz-Dedeağaç Petrol Boru Hattı 

Burgaz-Dedeağaç Petrol Boru Hattı projesi (Trans-Balkan Boru Hattı ya da TBP), ilk olarak 1993 yılında Bulgaristan, Rusya ve Yunanistan arasında Hazar havzasındaki Rus petrolünün Avrupa'ya ulasması için ve Rusya'nın bir nevi “Türk Boğazları tekeline” mahkûm olmaktan kurtarmak için gelistirilmistir.9 Anılan petrol boru hattı projesi çerçevesinde 1995 yılında imzalanan 700 milyon $ değerindeki bir protokol ile Hazar havzasındaki Rus petrolünün, Rusya’nın Novorosisk limanından tankerlerle Burgaz Limanı’na gelmesi, buradan 279 kilometrelik bir boru hattıyla Yunanistan’ın Batı Trakya bölgesindeki Dedeağaç Limanı’na ulasması ve buradan yine tankerlerle Avrupa pazarlarına ulastırılması hedeflenmistir.10 

Bulgaristan’ın Burgaz limanında 600.000 ton kapasiteli, Dedeağaç’ta ise 1.200.000 ton kapasiteli iki terminalden olusacak olan hattan yılda yaklasık 35 milyon ton petrol tasınması öngörülmüstür. 

Burgaz-Dedeağaç Petrol Boru Hattı’nın insasına iliskin Bulgaristan, Rusya ve Yunanistan arasındaki görüsmeler 2007 yılında tamamlanabilmis ve 15 Mart 2007 anılan üç ülke arasında Atina’da imzalanan anlasma ile yaklasık 1 milyar $ mal olması öngörülen hattın yapımı için ilk resmi adım atılmıstır. Yunanistan açısından Burgaz-Dedeağaç Petrol Boru Hattı enerji aktarım merkezi olma çabasının ilk adımı olarak değerlendirilmistir. 

Yunanistan’da ekonomik krizin baslangıcına tekabül eden bir tarihte gerçeklesen söz konusu anlasma Yunanistan için önem tasımıs ve tasımaktadır. 
Yunanistan ilk olarak söz konusu petrol boru hattının tamamlanması sonucunda uluslararası piyasalara ülkesinde basarılı bir yabancı yatırımın gerçeklestiği mesajını vererek ülkeye yabancı sermaye çekmeyi hedeflemekteydi. İkinci olarak boru hattının gerçeklestirilmesinde önemli bir rol üstlenecek olan Yunanlı sirketlerin ülkeye 2,5 milyar € civarı para akısı sağlamaları hesaplanmaktaydı. 

Son olarak Yunanistan’ın aktarım tarifelerden ilk asamada yıllık 35 milyon €, ikinci asamada ise 50 milyar € kazanç sağlaması beklenmekteydi.11 



Harita 1: Burgaz-Dedeağaç Petrol Boru Hattı12 

Boru hattı projesinin hayata geçirilmesine yönelik Atina’da imza törenine katılan Rusya Baskanı Vladimir Putin, “Projenin, dünya enerji alanında önemli bir proje olduğunu, petrol geçis yollarında çesitlilik sağladığını, bunun ise her üç ülkenin, halklarının ve ekonomilerinin çıkarına olduğunu” ve “Projenin, Yunanistan ile Bulgaristan’ın jeopolitik konumlarını güçlendirdiğini”13 söylemis olsa da anılan Boru Hattı hala tamamlanamamıstır. 
İnşası 2010 sonunda tamamlanması öngörülen ve boğazları “devre dısı” bırakması hedeflenen boru hattı Bulgaristan’ın siyasi ve çevresel endiseleri nedeniyle rafa kaldırılmıs gibi görünmektedir. Bulgaristan Meclisi 2011 yılında ekonomik ve çevreyle ilgili kaygıları gerekçe göstererek Burgaz-Dedeağaç Petrol Boru Hattı Projesi’ne iliskin anlasmadan çekileceğini açıklamıs ve 7 Mart 2013 tarihinde Bulgaristan’ın anılan projeden çekilmesini onaylamıstır.14 

Ancak Yunanistan yine de anılan boru hattı projesinin gerçeklesmesinden ümidini kesmemistir. Ekonomik krizden çıkıs yolları arayan Yunanistan’ın hattın yapımı için siyasi baskı araçlarını kullandığını ve temel amacının da Rus petrolünün Akdeniz’e tasınması için ana hat olması planlanan Samsun-Ceyhan boru hattına bir alternatif olusturmak olduğunu söylemekte sakınca görülmemektedir. 

Yunanistan’ın iyimserliğini onaylayan adım aslında 2013 yılın sonunda Rusya tarafından verilen demeçlerle onaylanmıstır. Rusya Dısisleri Bakanı Sergey Lavrof’un Kasım 2013’te Atina’ya gerçeklestirdiği resmi ziyaret çerçevesinde Burgaz-Dedeağaç Petrol Boru Hattı Projesi’nin yeniden canlanması taraftarı olduklarını ve Bulgaristan’a bu konuda telkinlerde bulunacaklarını ifade etmesi15 Yunan tarafında iyimser bir tablo yaratmaktadır. Ancak son gelismeler dikkate alındığında Yunanistan’ın bu iyimserliğinin gerçeklesmesinin oldukça zor olduğu da genel olarak kabul edilmektedir. Son bir yıldır Rusya ve Ukrayna arasında yasanan kriz ve gelismelerin uluslararası boyut kazanması ve AB-Rusya iliskilerinin gerginlesmesi ve karsılıklı ekonomik yaptırımlara gidilmesi ile birlikte Yunanistan’ın geleneksel dostluk iliskileri içerisinde olduğu Rusya ile iliskileri de bir nevi sıkısmıs durumdadır. Dolayısıyla anılan projenin hayata geçmesi bu bağlamda da oldukça zor görülmektedir. 

Trans-Adriyatik Boru Hattı (TAP) 

Azerbaycan’ın Sahdeniz sahasından çıkartılacak yaklasık 1,2 trilyon m3 doğalgaz rezervinin Türkiye üzerinden Avrupa’ya tasınmasını öngören Güney Gaz Koridoru (GGK), Avrupa’nın enerji alanında Rusya’ya olan bağımlılığını azaltacak en önemli projelerden biri olarak görülmektedir.16 Avrupa Birliği, 2006 yılında yayınlanan “A European Strategy for Sustainable, Competitive and Secure Energy” alt baslıklı yesil kitapta Avrupa Enerji Arz Güvenliğinin yeniden tesisi için yeni arz kaynakları ile birlikte doğal gaz ve petrolün tasınabilmesi için yeni boru hatlarının gerekliliğine vurgu yapmıstır.17 



Harita 2: Trans-Adriyatik Boru Hattı (TAP)18 

Güney Gaz Koridoru çerçevesinde gelistirilen Trans-Adriyatik Boru Hattı projesi ilk kez 2003 yılında simdiki adı Axpo olan Dsviçreli bir enerji sirketi olan EGL Grubu tarafından gelistirilmistir. Statoil isimli Norveç enerji sirketinin 2008 yılında TAP projesine katılacağını ilan etmesinin ardından anılan iki sirket boru hattının yapımının finansmanı ve isletimi konusunda hükümetleri ikna etmeyi basarmıslardır.19 Son olarak 13 Subat 2013 tarihinde Arnavutluk, Dtalya ve Yunanistan hükümetleri arasında imzalanan anlasma ile Trans-Adriyatik Boru Hattı projesi resmen hayata geçirilmistir.20 

Daha önce de ifade edildiği üzere AB açısından GGK büyük önem arz etmektedir. Çünkü söz konusu koridor ekonomik öneminin yanı sıra gaz arzının çesitlenmesi, siyasal manevra alanının da genislemesi anlamına gelmektedir. Bilindiği üzere son yıllarda özellikle Rusya kendisini ilgilendiren ya da kendi çıkarları ile ilgili neredeyse her bölgesel ya da uluslararası krizde, Ukrayna örneğinde olduğu gibi, enerji kozunu AB üyesi ülkelere karsı kullanmaktadır. Bu durum doğal olarak Rusya ile ilgili alınacak siyasi kararlar önünde engel teskil etmektedir.21 Bu nedenledir ki AB GGK’nu ve onun altında gelisen projeleri ki TAP bunlardan biri, desteklemektedir. Söz konusu boru hattının insası Avrupa’da Rus sirketi 
Gazprom’un varlığını ve etkinliğini azaltma anlamını tasımaktadır. Hatta birçok Avrupa ülkesi, Yunanistan da dahil olmak üzere, Rusya’nın Avrupa’da yaratmıs olduğu doğal gaz tekelinden kurtulmak için enerji arz kaynaklarını çesitlendirme politikaları takip etmeye baslamıslardır. TAP, Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi (TANAP) ile birlikte Türkiye üzerinden Gürcistan ile Yunanistan arasında bir hat olusturacak ve Hazar denizindeki Azeri doğal gazının Avrupa pazarını çıkısı sağlayacaktır. Yani Avrupa Rus tekeline karsı Azeri kartını kullanarak bölgede doğal gaz rekabetini artırmayı ve çesitlendirmeyi hedeflemektedir.22 

Güney Gaz Koridoru açısından 13 Ocak 2011 tarihi önemli bir tarih olarak değerlendirilebilir. Çünkü bu tarihte AB ile Azerbaycan arasında Güney Gaz Koridoru Beyanatı imzalanmıs, Avrupa’nın enerji arzında çesitliliğin sağlanması için Hazar Bölgesi’nin önemine vurgu yapılmıs ve Avrupa’ya akacak enerjinin nihai sağlayıcının Hazar Bölgesi olduğu üzerinde durulmustur.23 Bu bağlamda Sah Deniz I ve Sah Deniz II’den Avrupa’ya ulasacak enerjinin aktarımının Güney Gaz Koridoru ile yapılması kesinlik kazanmıstır. Güney Gaz Koridoru AB’de aynı zamanda iki boru hattının rekabetine de sahne olmustur. Sah Deniz Konsorsiyumu’nun 28 Haziran 2013 tarihinde Avrupa’ya tasınacak olan gaz için TAP projesini tercih etmesi bir dönüm noktası olmustur.24 

Şah Deniz Konsorsiyumu’nun TAP’ı tercih etmesinin ardından Yunan basını ve Yunanlı siyasiler Yunanistan’ın jeopolitik açıdan konumunun arttığı yönünde açıklamaların yanı sıra ekonomik kriz nedeniyle derin bir nefes alma sansının yakalandığı konusu üzerinde durmaya baslamıslardır. Yunanistan Basbakanı Antonis Samaras Şah Deniz Konsorsiyumu’nun ilanından sonra basına verdiği demeçte “son on yılda Yunanistan ekonomisi açısından en önemli ve en olumlu gelisme” olarak değerlendirmis ve “böyle ciddi bir projenin hayata geçirilmesi Yunanistan’ı küresel boru hatları haritasına yerlestirmekte ve tüm Avrupa’ya enerji aktarım merkezi olması adına bir güvenoyu niteliği tasımaktadır” 25 şeklinde ifadelerde bulunmustur. 


2 Cİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR,



***