Hegemonya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hegemonya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ağustos 2019 Cumartesi

TARİHSEL BAĞLAMINDA EMPERYALİZM., BÖLÜM 6

TARİHSEL BAĞLAMINDA EMPERYALİZM., BÖLÜM 6


Doç. Dr. Ali Murat ÖZDEMİR 


Küreselleşmeyi yapısal ve ilişkisel terimlerle tanımladığımızda, onun sermayenin değerlenmesine (bütün düzlemlerde sınıf mücadelesine) odaklanan, küresel, 
ulusaşırı-bölgesel, ulusal ve ulusaltı-bölgesel çözümlerin (buluşların) artan ölçeklerde karşılıklı bağımlılıklarına ve bununla bağlantılı olarak devlet yapısında, (hizmet, bilgi, ideoloji ve şiddet üretimi dâhil) üretim ve yeniden üretim alanlarında, hem dikey (hiyerarşik) hem de yatay (siyasi iktidarın doğrudan kullanımını içermeyen) boyutlarda ortaya çıkan kurumsal ve örgütsel dönüşümlere verilen isim olduğunu söyleyebiliriz. 

Emperyalist faaliyetin salt çıplak güce dayanmadığı, bunun yanı sıra piyasanın tatbik ettiği şiddetin de hesaba katılması gerekliliği hususunun İkinci Dünya Savaşı sonrası teorik yaklaşımlar için belirleyici bir unsur olduğunu görmüştük. Piyasanın tatbik ettiği şiddet, hem üretim araçlarının mülkiyetinden dışlananların hem de küresel piyasaların gereğini yerine getirirken kendi günlük yeniden üretimlerinin koşullarını bozanların (örneğin buğday yerine kahve kauçuk yakıtlık ürün üretenlerin) deneyimlediği bir olgudur. Ancak emperyalist şiddet çıplak güç ve piyasa merkezli şiddetle de sınırlı değildir. Yukarıda gördüğümüz gibi sayılanlara devlet biçiminin etkisini de eklemek mümkündür. Buradaki şiddet, devlet biçiminin, hangi isteklerin kabul edilebilir taleplere dönüşüp, hangilerinin reddedileceğini belirleyebilme kapasitesinden kaynaklanıyordu. 

Panitch ve Gindin’den devlet içerisinde temsil edilen sermayenin (bir öz değil ama) pek çok sermaye olduğunu ve bunun da kendi yeniden üretimi için pek çok devlete muhtaç olduğunu, devlet biçimindeki dönüşümün (devletin uluslararasılaşmasının) motorunun da burada aranması gerektiğini öğreniyoruz. Bunlara ek olarak, küresel düzlemde bir devleti hegemonik pozisyon işgal etmeye götüren ve 

Tarihsel Bağlamında Emperyalizm pek çok devleti de sürekli bağımlılığa mahkûm eden koşulların önemi de sürmektedir. 

Geldiğimiz noktada, sermayenin değerlenmesi sürecinde saydığımız şiddet tarzlarının (askeri şiddet, piyasanın tatbik ettiği şiddet, devlet biçiminden kaynaklanan şiddet) bir ya da ikisi yerine üçünün, içiçe geçmiş bir halde, toplumsal ve uluslararası ilişkilerin dikey ve yatay bütün boyutlarını kapladığı yeni bir dönemde -  emperyalizmin yeni bir aşamasında- olduğumuz rahatlıkla telaffuz edilebilir. Kapitalist üretim ilişkileri veri sayıldığında, emperyalizmin -farklı adları olsa da sonrası bulunmamaktadır. 

Kaynakça 

Aglietta, Michel, (1979). A Theory of Capitalist Regulation. Londra: New Left Books. 
Aglietta, Michel, (1998). “Capitalism at the Turn of the Century: Regulation Theory and the Challenge of Social Change”. New Left Review, 232; 41-90. 
Althusser, Louis, (2006). Yazılar II, (çev. Z. Zühre İlkgelen), İstanbul: İthaki. 
Althusser, Louis, (2009). Yazılar IV, (çev. Alp Tümertekin). İstanbul: İthaki. 
Baran, Paul, (1974). Büyümenin Ekonomi Politiği, (çev.Ergin Günçe). İstanbul: May Yayınları. 
Boyer, Robert, (2002). “From Canonical Fordism to Different Modes of Development”, Boyer, R. ve Saillard, Y. (der.), Regulation Theory: The State of the Art içinde. Londra, Routledge, s. 231-238. 
Boyer, Robert ve Juillard, Michel, (2002). “The United States: Goodbye, Fordism”, Boyer, R. ve Saillard, Y. (der.), Regulation Theory: The State of the Art içinde. Londra, Routledge, s.238-247. 
Brewer, Anthony, (1989). Marxist Theories of Imperalism: A Critical Survey. Londra: Routledge. 
Buharin, Nikolay, (2009). Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi, (çev. Uğur Selçuk Akalın). İstanbul: Kalkedon. 
Callinicos, Alex, (2003). “Toni Negri in Perspective”, Balakrishnan, G. (der.), Debating Empire içinde. Londra: Verso, s. 121-143. 
Collins; Luard, Evan, (1990). The Globalization of Politics: The Changed Focus of Political Action in the Modern World. New York: New York University Press. 
Cox, Robert, (1981). “Social Forces, States and World Orders: Beyond International Relations Theory”. Millennium Journal of International Studies, 10(2); 126-155. 
Cox, Robert, (1987). Production, Power and World Order: Social Forces in the Making of History. New York: Colombia University Press. 
Fine, Ben, Gerd Hardach ve Dieter Karras, (1993). Sosyalist İktisadi Düşüncenin Kısa Tarihi (çev. Sabri Çaklı). Ankara: İmge. 
Gramsci, Antonio, (1995). Further Selections from the Prison Notebooks. Londra: Lawrence & Wishart. 
Hardt, Michael ve Negri, Antonio, (2001). İmparatorluk (çev. Abdullah Yılmaz). İstanbul: Ayrıntı, s.205. 
Harvey, David, (2004). Yeni Emperyalizm, (çev. Hür Güldü). İstanbul: Everest. 
Held, David, (1995). Democracy and the Global Order. Cambridge: Polity Press. 
Hilferding, Rudolf, (1981). Finance Capital: A Study of the Latest Phase of Capitalist Development. Londra: Routledge and Kegan Paul. 
Hirst, Paul ve Thompson, Grahame, (1999). Globalization in Question: The International Economy and the Possibilities of Governance. Cambridge: Polity Press. 
Hobson, John Atkinson, (1965). Imperialism: a Study. Ann Arbor: University of Michigan Press. 
Howard, Michael ve King, John, (2000). “Whatever Happened to Imperialism”, 
Chilcote, R.H. (der.), Political Economy of Imperialism içinde. New York: Rowman & Littlefield Publishers Inc., s.19-40. 
Jessop, Bob, (1990). State Theory: Putting the Capitalist State in Its Place. Pennsylvania: 
The Pennsylvania State University Press. 
Jessop, Bob, (2002). The Future of the Capitalist State. Cambridge, Polity Press. 
Kautsky, Karl (1970). “Ultra Imperialism”. New Left Review, 59; 41-60. 
Lenin, Vladimir İlyiç, (1992). Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, (çev. Cemal Süreyya). Ankara: Sol Yayınları. 
Lipietz, Alain, (1987). Mirages and Miracles: The Crises of Global Fordism. Londra: Verso. 
Luxemburg, Rosa, (1986). Sermaye Birikimi, (çev. Tayfun Ertan). İstanbul: Alan. 
Magdoff, Harry, (1969). The age of Imperialism: The Economics of U.S. Foreign Policy. New York: Monthly Review Press. 
Magdoff, Harry, (2005). Sömürgesiz Emperyalizm, (çev. Çiğdem Çidamlı). İstanbul: Devin. 
Marx, Karl, (1986). Kapital I, (çev. Alaattin Bilgi). Ankara: Sol Yayınları. 
Mieville, China, (2005). Between Equal Rights: A Marxist Theory of International Law. Leiden: Historical Materialism. 
Munck, Ronaldo, (2000). “Dependency and Imperialism in Latin America: New Horizons”, Chilcote, R.H. (der.), Political Economy of Imperialism içinde. New 
York: Rowman & Littlefield Publishers Inc., s. 141-154. 
Nowell, Gregory, (2000). “Hobson’s Imperialism: Its Historical Validity and Contemporary Relevance”, Chilcote, R.H. (der.), Political Economy of Imperialism 
içinde. New York: Rowman & Littlefield Publishers Inc., s. 85-109. 
Ohmae, Kenichi, (1990). The Borderless World. Londra. 
Özdemir, Ali Murat, (2010). Ulusların Sefaleti: Uluslararası Ekonomi Politiğe Marksist Yaklaşımlar. Ankara: İmge. 
Panitch, Leo ve Gindin, Sam (2004). “Global Capitalism and American Empire”. Socialist Register, 2004:1-42. 
Panitch, Leo ve Gindin, Sam (2005a). “Finance and American Empire”. Socialist Register, 2005:46-81. 
Panitch, Leo ve Gindin, Sam, (2005b). “’Imperialism and Global Political Economy’: A Reply to Callinicos” 
            http://www.socialistproject.ca/theory/CallinicosReply.pdf    Erişim tarihi: 17.02.2012. 
Petit, Pascal, (2002). “From Cumulative Growth to Regulation Theory”, Boyer, 
R. ve Saillard, Y. (der.), Regulation Theory: The State of the Art içinde. Londra, Routledge, s.168-174. 
Petras, James, (2002). Küreselleşme ve Direniş, (çev. Ali Ekber, Cevdet Aşkın, Çağlar Arın). İstanbul: Cosmopolitik. 
Petras, James, (2005). Sağ Sol Kutuplaşması, Latin Amerika ve Emperyalizm, (çev. Emel Coşkun). İstanbul: Mephisto. 
Poulantzas, Nicos, (2004). Devlet, İktidar, Sosyalizm (çev. Turhan Ilgaz). Ankara: Epos. 
Reich, Robert, (1992). The Work of Nations. New York: Vintage Books. 
Rodrik, Dani, (1997). “Sense and Nonsense in the Globalization Debate”. Foreign Policy, 107; 20-30. 
Shandro, Alan, (2007). “Lenin and Marxism: Class Struggle, the Theory of Politics and the Politics of Theory”, Glaser, D. ve Walker, D.M. (der.), Twentieth-Century Marxism: A Global Introduction içinde. Londra: Routledge, s. 15-29. 
Simon, Rick, (2007). “Eurocommunism”, Glaser, D. Ve Walker, D.M. (der.), Twentieth-Century Marxism: A Global Introduction içinde. Londra: Routledge, 
s. 81-94. 
Sweezy, Paul, (2007). Kapitalist Gelişme Teorisi: Marksist Politik İktisadın İlkeleri, (çev. Gülsüm Akalın). İstanbul: Kalkedon. 
Tonak, Ahmet, (2000). “ÇTYA’nın Bağlamı: ‘Küreselleşme’ ve Yabancı Sermaye”, Tonak, A. (der.), Küreselleşme: Emperyalizm Yerelcilik İşçi Sınıfı içerisinde. Ankara: İmge, s. 27-44. 
Waters, Malcolm, (1995). Globalisation. Londra, Routledge. 
Willoughby, John, (2000). “Early Marxist Critiques of Capitalist Development”, Chilcote, R.H. (der.), Political Economy of Imperialism içinde. New York: Rowman & Littlefield Publishers Inc., s. 113-126. 

DİPNOTLAR;

1 Hobson, John Atkinson, (1965). Imperialism: a Study. Ann Arbor: University of Michigan Press. 
2 Özdemir, Ali Murat, (2010). Ulusların Sefaleti: Uluslararası Ekonomi Politiğe Marksist Yaklaşımlar. Ankara: İmge, s.128. 
3 Nowell, Gregory, (2000). “Hobson’s Imperialism: Its Historical Validity and Contemporary Relevance”, Chilcote, R.H. (der.), Political Economy of 
Imperialism içinde. New York: Rowman & Littlefield Publishers Inc., s. 86. 
4 Brewer, Anthony, (1989). Marxist Theories of Imperalism: A Critical Survey. Londra: Routledge. 
5 Hobson, Imperialism, s.73. 
6 Ibid., s. 171. 
7 “Ekonomi politikte, bu ilkel birikim, aşağı yukarı teolojide ilk günahın oynadığı rolü oynar. Adem baba elmayı ısırmıştır ve insanoğlu günaha bulanmıştır. Günahın başlangıcı güya böylece geçmişe ait bir masal gibi anlatılarak açıklanmış oluyor. Evvel zaman içinde, iki çeşit insan vardı: birisi çalışkan, akıllı ve daha önemlisi tutumlu bir seçkinler topluluğu; diğeri, ellerine geçeni ve hatta daha fazlasını har vurup harman savuran tembel serseriler topluluğu” (Marx, Karl, (1986). Kapital I, (çev. Alaattin Bilgi). Ankara: Sol Yayınları, s.729730). 
8 Ibid., s. 729. 
9 Ibid., s. 731. 
10 Ibid., s. 732. 
11 İlkel birikim teriminin İngilizcesi olan primitive accumulation teriminin Kapital’deki Almanca karşılığı ursprungliche akkumulation orijinal ya da başlangıç birikimi olarak çevrilebilir (Willoughby, John, (2000). “Early Marxist Critiques of Capitalist Development”, Chilcote, R.H. (der.), Political Economy of Imperialism içinde. New York: Rowman & Littlefield Publishers Inc., s. 113-126.) 
12 Luxemburg, Rosa, (1986). Sermaye Birikimi, (çev. Tayfun Ertan). İstanbul: Alan. 
13 Lenin, Vladimir İlyiç, (1992). Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, (çev. Cemal Süreyya). Ankara: Sol Yayınları. 
14 Hilferding, Rudolf, (1981). Finance Capital: A Study of the Latest Phase of Capitalist Development. Londra: Routledge and Kegan Paul. 
15 Buharin, Nikolay, (2009). Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi (çev. Uğur Selçuk Akalın). İstanbul: Kalkedon. 
16 Lenin, Emperyalizm. 
17 Buharin, Emperyalizm ve Dünya. 
18 Buharin, Emperyalizm ve Dünya, s.136. Ayrıca bkz. Hilferding, Finance Capital. 
19 Lenin, Emperyalizm, s.121. 
20 Lenin, Emperyalizm, s.119. 
21 Lenin, Emperyalizm, s.121-122. 
22 Özdemir, Ulusların, s.111-127. 
23 Buharin, Emperyalizm ve Dünya. 
24 “Tekelce denetlenen devlet müdahalesi, değer yasasını iki yolla değişikliğe uğratır. İlk ve en önemli olarak, uluslararası düzeyde tekeller devleti yabancı rakiplerine karşı kullanırlar, 1880’lerin yeni korumacılığıyla başlayan bir süreç… İkinci olarak, ulusal düzeyde devlet ayrıca içerdeki rakiplere karşı kullanılır, özellikle daha küçük ve burjuvazinin kartelleşmemiş gruplarına karşı… Buharin bu ikinci sürecin özellikle savaş zamanında, kapitalist ‘savaş ekonomisi’nde nasıl işleyeceğini analiz etti” (Fine, Ben, Gerd Hardach ve Dieter Karras, (1993). Sosyalist İktisadi Düşüncenin Kısa Tarihi (çev. Sabri Çaklı). Ankara: İmge.). 
25 Kautsky, Karl (1970). “Ultra Imperialism”. New Left Review, 59; 41-60. 
26 Buharin, Emperyalizm ve Dünya. 
27 Nowell bu müdahalenin mantığı ile ilgili olarak şu saptamaları yapmaktadır: “Eğer ben Güney Afrika’dan anormal karlarla elmas ve altın ihraç ediyorsam bir başkasının Afrika’nın bir başka yerinde benzer bir kaynak bulmasından etkilenmez miyim? Bu başka kimsenin ben olmamasını kaldırabilir miyim?... Neden görünürdeki her şey temellük edilmesin? Bu bir emperyalist olarak mevcut yatırımları korumak için, olası bir başka rakibin benim kartelleştirilmiş piyasalarımla rekabete girmesini engellemek için elimdeki en iyi politikadır” (Nowell, Hobson’s Imperialism, s.101-102). 
28 Shandro, Alan, (2007). “Lenin and Marxism: Class Struggle, the Theory of Politics and the Politics of Theory”, Glaser, D. ve Walker, D.M. (der.), Twentieth-Century Marxism: A Global Introduction içinde. Londra: 
Routledge, s. 15-29. 
29 Labrica, Georges, (2007). “From Imperialism to Globalisation”, Budgen, S., Kouvelakis, S. ve Zizek, S. (der.), Lenin Reloaded içinde. Londra: Duke University Press, 222-238. 
30 Buharin, Emperyalizm ve Dünya. Ayrıca bkz. Lipietz, Alain, (1987). Mirages and Miracles: The Crises of Global Fordism. Londra: Verso. 
31 Lenin, Emperyalizm. 
32 Luxemburg, Sermaye Birikimi. 
33 Bu haliyle, klasik emperyalizm teorilerinde merkez çevre ilişkileri, merkez ülkelerde başlayan sermaye dolaşımının uzantısı olarak, bir sürecin çeşitli aşamalarını oluşturmaktadır (Lipietz, Mirages). Klasik emperyalizm 
döneminde merkez çevre ilişkileri neticesinde görünür hale gelen, kırsal ekonomilerin içine sarkan üretim kompleksleri ve sömürülen ülke nüfusunun belirli bir kesimine açık olan mamul mal pazarları gibi noktasal değişiklikler karşısında eski üretim biçimlerinin ağırlıkla devam etmesi olgusu, ortada süreçler arası ilişkilerden daha ziyade, azgelişmiş ülkelerdeki kapitalist yayılmanın, ilgili tarımsal ekonominin iç dinamiklerine göreli olarak dışsal bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır. Bir başka deyişle, bu azgelişmiş ya da (az)gelişmeye yeni başlamış ülkelerin sınırları içerisinde, dinamikleri merkez ülkelerdeki sermaye dolaşımı sürecine dayalı, dışsal bir sürecin yerel uzantısı şeklinde örgütlenmiş bir kapitalizm söz konusuydu. 
34 Bununla kastedilen tarımsal ürünlerin ihracı sürecinde merkez ülke burjuvazileri ile işbirliğine girmiş komprador burjuvaziye karşı, merkez ülkelerinin burjuvazileri ile rekabet halinde bulunabilecek ulusal burjuvazi 
açıklamasıdır. 
35 Brewer, Anthony, (1989). Marxist Theories of Imperalism: A Critical Survey. Londra: Routledge, s.131; Fine vd., Sosyalist İktisadi, s. 117. 
36 Simon, Rick, (2007). “Eurocommunism”, Glaser, D. Ve Walker, D.M. (der.), Twentieth-Century Marxism: A Global Introduction içinde. Londra: Routledge, s. 81-94. 
37 Ancak daha 1947 gibi erken bir tarihte, Avrupalı entelektüel çevrelerde Stalin’le ilgili şüpheler açıkça telaffuz edilmeye başlanmıştı (Althusser, Louis, (2006). Yazılar II, (çev. Z. Zühre İlkgelen), İstanbul: İthaki, s.301346). 
38 Ancak bu durumda bile emperyalistler arası silahlı rekabet fikrine dayanan klasik emperyalizm teorileri için durum o kadar da kötü değildi. Silahlı rekabetin azalması, sömürge ülkelerin merkez ülkelerde mukim sermayenin döngüsüne katıldığını, bu katılım bir kez gerçekleşince de sömürgelerin harici siyasi denetimine gerek kalmadığını söyleyip işin içinden çıkmak mümkündü. Bkz. Howard, Michael ve King, John, (2000). 
“Whatever Happened to Imperialism”, Chilcote, R.H. (der.), Political Economy of Imperialism içinde. New York: Rowman & Littlefield Publishers Inc., s. 19-40. 
39 Sweezy, Paul, (2007). Kapitalist Gelişme Teorisi: Marksist Politik İktisadın İlkeleri, (çev. Gülsüm Akalın). İstanbul: Kalkedon. 
40 Magdoff, Harry, (2005). Sömürgesiz Emperyalizm, (çev. Çiğdem Çidamlı). İstanbul: Devin. 
41 Baran, Paul, (1974). Büyümenin Ekonomi Politiği, (çev.Ergin Günçe). İstanbul: May Yayınları. 
42 Bkz. Howard ve King, Whatever, s. 35. 
43 Magdoff, Harry, (1969). The age of Imperialism: The Economics of U.S. Foreign Policy. New York: Monthly Review Press. 
44 Magdoff, Sömürgesiz, s.166. 
45 Ibid., s.166-167. 
46 Ibid., s.167 
47 Diğer okulların çalışmalarını da kapsayan ayrıntılı bir çalışma için bkz. Özdemir, Ulusların. 
48 Hegemonya kavramı Gramsci’nin kavram sistemine Lenin üzerinden girmiştir. Lenin hegemonya terimi ile işçi hareketinin kendi müttefikleri olan emekçi köylüler ve küçük burjuvazi üzerinde önderliğinin tesisi sürecinde uygulanması gereken politikalar/stratejiler setini kastediyordu. Bu bağlamda hegemonya mücadelesi yalnızca dolaşım alanında değil üretim alanında da “mevziler” kazanılmasını gerektiriyordu. Gramsci’nin hegemonyası, birinci anlamında, devlet iktidarını, onun ardında da sınıf iktidarını şiddete başvurmadan kabul ettiren özel “hegemonya aygıtlarının” (okul, cami/kilise, sendikalar, odalar, dernekler) ürettiği etkidir. 
Hem yerel hem de uluslararası düzlemde sivil toplum örgütleri de hegemonya aygıtları listesine eklenebilir. İkinci anlamda hegemonya bir bütün olarak ele alınan devletin kendisindeki hegemonya etkisidir. Bütüncül devletin hegemonya aygıtları ile ilişkisi o kadar sıkıdır ki, hegemonya tarafından sarılıp sarmalanmış şekliyle, çıplak zor/şiddet kendisini görünmez hale getirmiştir. Bu ikisi karşısında işçilerin partisinin hegemonyası kurulmalıdır. Partisinin hegemonyası hem üyelerin ve müttefiklerinin şiddet dışı araçlarla yönetilmesini hem de partinin etkisini kendi dışına (sivil ve politik toplumunun mevzilerine) doğru yaymasını olası kılacak şekilde örgütlenmelidir 
49 Gramsci bu ilişkinin dolayımının nasıl tesis edileceği konusunda sessiz kalmıştır. O hegemonyayı sadece bir etki ve sonuç olarak ele alır (Althusser, Louis, (2009). Yazılar IV, (çev. Alp Tümertekin). İstanbul: İthaki, s. 
194). 
50 Gramsci, Antonio, (1995). Further Selections from the Prison Notebooks. Londra: Lawrence & Wishart. 
51 Cox, Robert, (1981). “Social Forces, States and World Orders: Beyond International Relations Theory”. Millennium Journal of International Studies, 10(2); 126-155. 
52 Cox, Robert, (1987). Production, Power and World Order: Social Forces in the Making of History. New York: Colombia University Press. 
53 Üretim, Cox’a göre, hem bir sosyal süreç hem de güç ilişkisidir. Toplumsal üretim ilişkilerinin çeşitli tarzları vardır. Her biri üretim sürecinde hakim ve tabi unsurlar arasındaki güç dengesinin özgül tiplerine denk gelen bu tarzlar ampirik tarihsel olgulara dayalı olarak saptanabilirler. Bu farklı tarzlar ya da kalıplar özgül tarihsel koşullarda belirir ve diğer tarzlar meydana gelirken gelişmeyi sürdürürler. Cox’da kullanıldığı haliyle üretim ilişkileri bilginin, ahlaki değerlerin, kurumların üretim ve yeniden üretimini kapsar. Buradaki anlamıyla üretim ilişkileri kavramı, artı-değerin temellükü usullerinden ve üretici güçlerin gelişmişlik düzeyinden bağımsızdır. Cox tarafından üretimin sosyal ilişki tarzları (modes of social relations of production) olarak adlandırılan kavram, Marksist teori içerisinden kapitalist üretim ilişkileri olarak adlandırılan kavrama denk 
düşmemektedir. Cox kapitalizmi üretimin sosyal ilişkisi olarak değil birikim tarzı (modes of accumulation) olarak değerlendirir. Cox’a göre iki tür birikim tarzı bulunmaktadır: Kapitalist ve yeniden dağıtıcı (redistributive). Kapitalist birikim tarzında yatırımlar ve çıktı piyasanın –kar üzerinden- belirleyiciliğine tabidir. Bir başka deyişle bir yanda ücretli emeğin diğer yanda da üretim araçları üzerinde özel mülkiyet dolayımı ile kontrol sağlayan kimselerin artı-değerin temellükü üzerinden belirlenen ilişkilerinin varlığı, ilgili sisteme kapitalist demek için yeterli değildir. Cox’a göre, üretim sürecinden önce üretimin eşgüdümünün biçimine 
bakmak gerekmektedir. Yeniden dağıtıcı tarzda ise eşgüdümü belirleyen kararlar siyasi kriter ve önceliklere göre otoriter yeniden dağıtıma tabidirler. Devlet ister kapitalist olsun ister yeniden dağıtıcı, birikim süreçlerini yönetir. Birikimin gerçekleştiği dolayım olarak üretimin sosyal ilişkilerinin özgül eklemlenme biçimlerini belirleyen de, yine, devlettir. Cox, Production. 
54 Cox, Social Forces. 
55 Tamamlanamamışlık, kapitalist sistemi, kendisini salt kendi iç dinamikleri dolayımı ile üreten kapalı bir sistem olarak ele almanın imkânsızlığına gönderme yapan bir kavramdır. Buna göre, yapıcı tamamlanamamışlık durumu değer-biçimin tüm toplumsal hayata şamil olmaması, yaşam dünyasının ya da emeğin yeniden üretiminin gerçekleştiği dünyanın içerdiği ilişkilerin, bunlar kapitalist sistemin artan ekolojik tahakkümüne tabi olsa da (gitgide piyasa ilişkilerinin gerektirdiği hesaplar üzerinden şekilleniyor olsalar da), bütünü ile piyasa ilişkilerine tahvil edilememesi ile ilgili bir durumdur. Kapitalizm, çelişik bir şekilde, bu alanın özerkliğini kısıtlarken, bu alan olmaksızın var olamaz. Bkz. Jessop, Bob, (2002). The Future of the Capitalist State. Cambridge, Polity Press. 
56 Aglietta, Michel, (1979). A Theory of Capitalist Regulation. Londra: New Left Books. 
57 Aglietta, A Theory. 
58 Boyer, Robert ve Juillard, Michel, (2002). “The United States: Goodbye, Fordism”, Boyer, R. ve Saillard, Y. (der.), Regulation Theory: The State of the Art içinde. Londra, Routledge, s.238-247. 
59 “İngiltere Marx için ne ise, Birleşik Devletler de Düzenleme Okulu için odur”. Boyer ve Juillard, The United States, s. 238. 
60 Petit, Pascal, (2002). “From Cumulative Growth to Regulation Theory”, Boyer, R. ve Saillard, Y. (der.), Regulation Theory: The State of the Art içinde. Londra, Routledge, s.168-174. 
61 Boyer, Robert, (2002). “From Canonical Fordism to Different Modes of Development”, Boyer, R. ve Saillard, Y. (der.), Regulation Theory: The State of the Art içinde. Londra, Routledge, s. 231-238. 
62 Jessop, Bob, (1990). State Theory: Putting the Capitalist State in Its Place. Pennsylvania: The Pennsylvania State University Press. s. 201. 
63 Aglietta, Michel, (1998). “Capitalism at the Turn of the Century: Regulation Theory and the Challenge of Social Change”. New Left Review, 232; 41-90. 
64 Tonak, Ahmet, (2000). “ÇTYA’nın Bağlamı: ‘Küreselleşme’ ve Yabancı Sermaye”, Tonak, A. (der.), Küreselleşme: Emperyalizm Yerelcilik İşçi Sınıfı içerisinde. Ankara: İmge, s. 27-44. 
65 Held, David, (1995). Democracy and the Global Order. Cambridge: Polity Press; Ohmae, Kenichi, (1990). The Borderless World. Londra: Collins; Luard, Evan, (1990). The Globalization of Politics: The Changed Focus 
of Political Action in the Modern World. New York: New York University Press; Reich, Robert, (1992). The Work of Nations. New York: Vintage Books; Waters, Malcolm, (1995). Globalisation. Londra, Routledge. 
66 Callinicos, Alex, (2003). “Toni Negri in Perspective”, Balakrishnan, G. (der.), Debating Empire içinde. Londra: Verso, s. 121-143; Magdoff, Sömürgesiz.; 
Petras, James, (2002). Küreselleşme ve Direniş, (çev. Ali Ekber, Cevdet Aşkın, Çağlar Arın). İstanbul: Cosmopolitik; Rodrik, Dani, (1997). “Sense and Nonsense in the 
Globalization Debate”. Foreign Policy, 107; 20-30. 
67 Hirst, Paul ve Thompson, Grahame, (1999). Globalization in Question: The International Economy and the Possibilities of Governance. Cambridge: Polity Press. 
68 Munck, Ronaldo, (2000). “Dependency and Imperialism in Latin America: New Horizons”, Chilcote, R.H. (der.), Political Economy of Imperialism içinde. New York: Rowman & Littlefield Publishers Inc., s. 141154. 
69 Hardt, Michael ve Negri, Antonio, (2001). İmparatorluk (çev. Abdullah Yılmaz). İstanbul: Ayrıntı, s.205. 
70 Ibid., s.286. 
71 Ibid., s.368. 
72 Ibid., s.33. 
73 Mieville, China, (2005). Between Equal Rights: A Marxist Theory of International Law. Leiden: Historical Materialism. 
74 Poulantzas, Nicos, (2004). Devlet, İktidar, Sosyalizm (çev. Turhan Ilgaz). Ankara: Epos. 
75 Callinicos, Toni Negri. 
76 Petras, Küreselleşme; Petras, James, (2005). Sağ Sol Kutuplaşması, Latin Amerika ve Emperyalizm, (çev. Emel Coşkun). İstanbul: Mephisto. 
77 Harvey, David, (2004). Yeni Emperyalizm, (çev. Hür Güldü). İstanbul: Everest. 
78 Panitch, Leo ve Gindin, Sam (2004). “Global Capitalism and American Empire”. Socialist Register, 2004:142; Panitch, Leo ve Gindin, Sam (2005a). “Finance and American Empire”. Socialist Register, 2005:46-81. 
79 Poulantzas, Devlet, s.117 
80 Poulantzas, Devlet, s.119. 
81 Petras, Küreselleşme. 
82 “Günümüzün en yaygın ve sinsi mitlerinden biri de, ulus-devletlerin artık var olmadığı bir dünyada yaşadığımız fikridir. Gerçeklerden bu kadar kopuk bir iddia daha olamaz” (Petras, Küreselleşme, s.23). 
83 Petras, Küreselleşme, s.36. 
84 Panitch, Leo ve Gindin, Sam, (2005b). “’Imperialism and Global Political Economy’: A Reply to Callinicos” 
http://www.socialistproject.ca/theory/CallinicosReply.pdf erişim tarihi: 17.02.2012. 
85 Panitch ve Gindin, Global, s. 4-9. 
86 Panitch ve Gindin, Global, s. 4-9; Panitch ve Gindin, Finance. 
87 Panitch ve Gindin, Global. 

21. Yüzyılda Sosyal Bilimler Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12 
Doç. Dr. Ali Murat ÖZDEMİR 


***

TARİHSEL BAĞLAMINDA EMPERYALİZM., BÖLÜM 5

TARİHSEL BAĞLAMINDA EMPERYALİZM., BÖLÜM 5


Doç. Dr. Ali Murat ÖZDEMİR 


Küreselleşme konusunda takınılan tavırlar üçe ayrılabilir:64 Bu bağlamda, küreselleşmenin kaçınılmazlığı ve bu durdurulamaz süreç karşısında ulus devletlerin ya da sendikaların yapabilecek bir şeyleri bulunmayan madunlar olduğu itikadını taşıyan görüşlerin65 karşısına, küreselleşmenin –bazı durumlarda bir takım mekanizmaların ilk kez ortaya çıktığına şahit olsak bile - sömürü ilişkilerinin belirleyenlerini değiştirmediği (bunun ilk kez yaşanmadığı) ve sonuçları itibariyle tarihi bir yenilik sunmadığı iddiası konulabilir.66 İkinci görüşün bir uzantısı olmasa daona yakın bir üçüncü görüş, küreselleşmenin abartıldığı görüşüdür. “Özellikle Hirst ve Thompson dünya ekonomisindeki değişme eğilimlerinin kurumsal ve işlevsel önemli sonuçları olabileceğini teslim etmekle birlikte, dünya ekonomisinin küreselleşmiş değil, üç kutuplu uluslararasılaşmış bir yapı (triad) olarak görülmesi gerektiğini ileri sürmekte dir”.67 
Üçüncü görüş, bir yandan çokuluslu şirketlerin küreselleşme sürecindeki işlevine yüklenen anlamın abartıldığını vurgularken, diğer yandan küreselleşmeye hiçbir alternatif bulunmadığı savını reddetmekle, ikinci görüşe birincisinden daha yakın durmaktadır.68 

İktidarın yapısı ve onunla girilen ilişkinin sonuçları üzerine odaklanan tartışmalar Marksist söylem içerisinden iş gören kozmopolitanizm ve ülkesellik (territoriality) izlekleri arasındaki rekabete konu olmaktadır. Kozmopolitan söylemin Marksist versiyonları içerisinden gidildikçe ortaya insanlığın oldukça eski dönemleri ile yeni dönemlerini aynı şekilde kapsayabilecek bir devlet kavramsallaştırması çıkmaktadır. 

Devletin tarihsizleşmesi olgusunun ardında, yeni iktidar ilişkilerini barındıran alan oluşumlarının her seferinde kendiliğinden devlet oluşumu olarak 
yorumlanması eğilimi yatmaktadır. Bu eğilimin ardında da iktidarın yüzer gezer ve kerameti kendinden menkul bir olgu olarak değerlendirilmesinden kaynaklanan mistik bir inanışın bulunduğu söylenebilir. “İmparatorluğun bu pürüzsüz uzamında hiçbir iktidar mekânı yoktur; iktidar her yerde ve hiçbir yerdedir. İmparatorluk bir ou-topia, daha doğrusu bir yok-yerdir”69. Bu haliyle devlet, kendi kendisini üreten, kendi kendisini üretirken bilgiyi de üreten ve kontrol eden, alternatif güç odaklarını oluşturabilecek alternatif düşünme biçimlerini ezen ve bu suretle belirli bir rasyonaliteyi temsil eden ve toplumsal sınıflara dayanmaksızın anılan bu rasyonalite aracılığı ile kendisini var eden, var edişi toplumsal yapılardan azade olduğu ölçüde de tarihsiz, bir güç deposu olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada toplumsal iktidarın temeli olarak ülkeselliğin devletle özdeş hale getirildiği söylenebilir. Böyle bir devleti ele geçirmek bu devleti yeniden üretmek anlamına geldiği ölçüde, ülkeselliği de yeniden üretmek anlamına gelecektir. Ülkesellik iktidarın görüngülerinden birisi olarak karşımıza çıkacak, kozmopolitan söylem de bu kapsamda başka bir boyutta başka bir ülkesellik fikrinin (re-territorialisation), bir başka deyişle küresel imparatorluğun kurucu unsurlarından birisi olarak tebarüz edecektir. 

Bu bağlamda Hardt ve Negri’nin İmparatorluk adlı çalışması yeniden ülkeselleştirmenin en yetkin teorizasyonlarından birisi olarak entelektüel bilgi dolaşımına girmiştir. Buna göre, bir dönem kapitalist küreselleşmenin nesnel uzamını oluşturan ulusal devlet ve onun içerdiği yerellikler, uluslarüstü şirketlerce oluşturulan bir ağ tarafından, sermaye birikiminde oynadığı rollerle birlikte geri plana itilmiş, yerinden edilmiştir: “Modern birikim kapitalist-olmayan çevrenin biçimsel boyunduruğuna, postmodern birikim ise bizatihi kapitalist alanın gerçek boyundu-ruğuna dayanır”.70 Kapitalist alanın gerçek boyunduruğunda yerel olana içrek yalıtılmışlık ve kendine benzerlik durumları da dönüşmüş, duvarları parçalanan yerel evrensele bağlanabilir hale gelmiştir.71 Yeni bir ülkeselleştirme var ise yeni bir devlet de embriyonik formda da olsa ortaya çıkacaktır. İmparatorluk küresel düzlemde iktisadi ve siyasi istikrarın sağlanması için hukuki düzenlemeyi gerçekleştirmek çabasına dayanmaktadır. “Kuruluş açısından bakacak olursak, küreselleşme süreçleri artık sadece bir olgu değil; aynı zamanda tek bir ulus-üstü politik iktidar figürü tasarlama yönündeki tüzel tanımların bir kaynağıdır”.72 Ancak imparatorluk deyince kendi periferisindeki artığı kendi merkezine taşıyan emperyalist bir organizasyon 
anlaşılmamalıdır. İmparatorluk küreselleşen iktidarın parçalanmış, yaygın ve anonim ağına denk düşer. Bu aşırı gelişkin iktidar ağının sinir, tendon ve damarları öylesine yaygındır ki metropol merkezler tarafından tam anlamı ile kontrol edilemezler. 

Burada hukuka ve özellikle Amerikan demokrasisinin anayasal düzeneğinin küresel ölçekte tatbikatından sorumlu tutulan uluslararası hukuka, iyileştirici 
(progressive) roller verilmiştir. Yeniden ülkeselleştirmenin ve bu bağlamda ortaya çıkacak olan eşitsiz güç ilişkilerine dayalı sistemin esası hukuktur. Bu (iyileştirici) yaklaşım, savaşın karşısına diktiği hukuka, özgürleştirici bir potansiyel atfeder ve hukukun genelleştirilmiş soyutlamasını temsil eden hukukun üstünlüğü prensibinin küresel ölçekli uygulamasını, evrensel barışın önkoşulu haline getirir. Burada hukukun biçimi, içeriğinden (hukuk kavramlarının içinde anlamını bulduğu ilişkiler, bu kavramların içerdiği emirlerden) soyutlanmış halde ele alınır. Kimin hukukunun üstünlüğünü tesis ettiğine bakılmaksızın, hukukun üstünlüğü prensibi, kerameti kendinden menkul bir “iyi”yi temsil eder haline gelir. 

Hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan hakları gibi kavramlar dolayımı ile dünyanın azgelişmiş kısmına dayatılacak olan şey yeni bir devlet biçimidir. Sermayenin küresel ölçekli dolaşımını kolaylaştıran, daha önce alım satıma tabi olmayan kamusal mal ve hizmetleri sonuna kadar metalaştıran (bireysel hak ve işlemlere konu hale getiren), içerisinde küresel sermayenin rahatlıkla temsil edilebileceği yeni bir devlet biçimi gündeme getirilmektedir. Bir başka deyişle, günümüzde emperyalizm çıplak güç ve piyasaların ürettiği şiddete dayanmakla kalmayıp, aynı zamanda devlet biçiminin ürettiği şiddeti (siyasi iktidardan neyin talep edilip neyin edilemeyeceğini belirleyen yapısal seçiciliğin getirdiği imkanları) kullanmaktadır. 

İyileştirici yaklaşımların karşısına başka bir eleştirellik getirilebilir. Hukuku, ona iyileştirici bir işlev yüklemeksizin, üretim ilişkileri ile rabıtası üzerinden ele 
almak olarak özetlenebilecek bu duruş, ülkesel (teritoryal) söylemin kaynaklarını kullanır. Bu perspektiften bakıldığında emperyalizme de onun uzantısı olarak görülebilecek hukuki düzenlemelere de ürettiği toplumsal etkiler üzerinden yaklaşmak gerekecektir. 

Ülkesel söylemin -tıpkı kozmopolitan söylem gibi- belirgin sınırları bulunmamaktadır. O kozmopolitan ve devletçi olmayan söylemdir bir anlamda. Bu sebeple içerisine Mieville73 gibi Pashukanisçi yazarlardan, Poulantzas’a74 ve takipçilerine, Callinicos,75 Petras76 ve Harvey’den77 Panitch ve Gindin’e78 kadar bir seri farklı (ve kendi aralarında da kıyasıya tartışan) bir seri Marksist yazarı bir arada sokmak mümkündür. Teritoryal söylem içerisinden emperyalizm ile uğraşan yazarlara göre, kapitalist sistemin analizinde ülkesel egemenlik kavramı teorik hesaplara girmeden küresel güç ilişkileri anlaşılamazlar. Kapitalist dönemin içerdiği hiyerarşiler parçalı ve çok düzlemli dir. Kapitalist toplumlarda ülkesel egemenlik siyasi iktidarın her kullanımında devlet tarafından yeniden üretilen, çok parçalı, hücresel ve çok düzlemli bir faaliyet matrisi içermektedir. Kapitalist iş bölümünün gerçekleştiği bu zaman göreli bir homojenliğe ancak ulus devletin müdahalesi ardından ulaşabilmektedir. 

“Modern devlet, bu uzamsal matrisi kendi aygıtları içinde (ordu, okul, merkezileşmiş bürokrasi, hapishaneler) maddileştirir. Daha sonra da üzerlerinde iktidarını icra ettiği tebaayı şekillendirir: siyasi bedenin birbirinin aynı, ama devlet karşısında birbirinden ayrılmış monatlar halinde bireyselleştirilmesi, devletin, emek süreci aracılığıyla içerilmiş uzamsal matriste kayıtlı çatısından kaynaklanmaktadır”.79 Doğrudan üreticinin üretim araçlarından yalıtılması ve kişisel sadakat ilişkilerinden özgürleşmesi ülkesel egemenliğin ortadan kaldırılması (de-territorialisation) anlamını içerse de; ulusal işgücünün denetimi ve sınıf ilişkilerinin ulus devlet dolayımı ile sürdürülmesi gibi sermayenin yeniden üretiminin diğer gereklilikleri, bu uzamın yeniden üretilmesi sonucunu doğurmaktadır. Devletin sınırları aslında ancak onların – sermaye ve mallar için- aşılması söz konusu olduğu andan itibaren bir ulusal toprağın hudutları olarak konmuşlardır. Emperyalizm de buradan beslenir: “...emperyalizm, emek süreçlerinin ve sermayenin yalnızca uluslar arası ya da daha doğrusu uluslar aşırı olabileceği bağlamında modern ulusla özdeştir. 

Bu uzamsal matris emek süreci ve toplumsal iş bölümünde kök salmıştır: 

Marx, sermaye bir münasebettir diyordu ve bu sermaye, çeşitli biçimleri altında ne kadar yurtsuzlaştırılmış ve ulussüz görünebilse de, eğer kendini ancak ulus-
aşırılaştırmak suretiyle yeniden üretebiliyorsa, bunun nedeni emek süreçlerinin ve bizatihi uluslararası olan sömürünün uzamsal matrisinde devinmekte oluşudur”.80 

Teritoryal söylem içerisinden yazıp, küresel imparatorluk fikrine karşı çıkan bir diğer isim Petras’tır. Petras,81 küreselleşmenin sermaye akışlarını, ticaret ve yatırımı, kurumları ve ulus-devletle özdeşleşmiş iktidarı kaldırarak yeni bir dünya düzeni getirdiği fikrine/kurgusuna karşı, çekişme halindeki devletler,82 sınıflar ve piyasalar arasındaki eşitsiz güç ilişkilerinin yorumlanmasında klasik dönem Marksist emperyalizm yorumlarının geçerliliğini savunmaktadır.83 Klasik emperyalizm teorisinden ilerleyen bir diğer yazar Callinicos’tur. Callinicos, emperyalizmi, geç Ondokuzuncu Yüzyılda sermaye ve ulus devletin iç içe geçmesi neticesinde oluşan iktisadi ve jeopolitik rekabetin kesişim noktası olarak tanımlar. Bu özgün koşullar altında daha önce birbirinden ayrı duran ülkesel mantık (devletler arasındaki jeopolitik rekabet) ve sermaye mantığı (sermayeler arası rekabet) birleşmişlerdir. Bu çelişik bileşim bugün de emperyalizmi tanımlamaya devam eder. 

Teritoryal mantık içerisinden bilgi üreten Panitch ve Gindin’in Callinicos eleştirisi, klasik dönemin emperyalizm yorumlarını bugün üreten kişi ve yaklaşımların 
genel eleştirisi olmanın ötesinde bugünün emperyalizmini anlamak için esaslı olanaklar sunmaktadır. Panitch ve Gindin’e göre klasik emperyalizm teorisi 

a) En yakın iktisadi ve siyasi bağların sömürgelerle sömürenler arasında kurulduğu eski emperyal dönemin aksine, bugün, en yakın bağlar büyük emperyalist devlet ve batılı bağdaşıkları arasındadır; 
b) Sermayenin yirminci yüzyılın ikinci yarısındaki uluslararasılaşması ondokuz ve erken yirminci yüzyıllara göre esaslı olarak farklıdır 
(ilki tekellerin kararları ekseninde şekillenirken ikincisi çok düzeyli iktisadi eylemliliğin ürünüdür); 
c) Bugün finans ve üretimin birbirine nüfuz etmiş bulunması, daha önceleri emperyalistler arası rekabetin müsebbibi olan ulusal burjuvazilerin tutarlılığını dağıtmıştır; 
d) Marx’ın Grundrisse’de “pek çok sermaye” olarak adlandırdığı olgu, “pek çok devlet”e bağımlı olmaya başlamıştır; ve, 
e) Devletin uluslararasılaşması durumu, devletlerin bir yandan kendi ülkesel uzamlarını yabancı ve yerel burjuvaziye birikim alanları olarak çekici kılmak için 
giriştikleri çabalara, diğer yandan çağırdıkları küresel kapitalizmin çelişkileri ve krizlerini yönetmek için aldıkları sorumluluklara yansımaktadır.84 

Panitch ve Gindin’e göre, emperyalizmin klasik teorisyenleri uluslararasılaşmanın uzamsal boyutlarını yeterince hesaba katamamaktadırlar. Adı geçen yazarlara 
göre klasik emperyalizm teorisinin bir diğer eksikliği, sermaye ihracı meselesine yaptığı aşırı vurguda bulunabilir. Buna göre klasik yazarlar vurguyu 
öylesine ileri götürmüşlerdir ki, gelişmiş kapitalist ülkelerde işçi sınıfının artan tüketim ve refah düzeyini hesaplayamamış ve sermayenin eşitsiz rekabet ve teknolojik gelişmeden kaynaklanan yeni ufuklarını hesaba katamamışlardır. En üst aşamasını bırakın başlangıç aşamalarında olan sermaye, uluslararası düzlemde yayılırken evde de derinleşmektedir oysaki.85 

Yine Panitch ve Gindin’e göre, emperyalizm ve kapitalizmi iki farklı kavram olarak ele almak gerekir. Ancak yazarlar bu sonuca ilk bölümde incelemiş olduğumuz Hobson’un yolundan farklı bir yoldan varırlar. Kapitalistler arasında uluslararası düzlemde baş gösteren rekabet, eşitsiz değişim ve gelişme kapitalizmin unsurlarıyken, bunların emperyalizmle ilişkisi ancak devlet teorisi üzerinden kurulabilir. Devletler kendi ulusal sermayelerinin dışarıda genişlemesi için gerekli düzenlemeleri yaptıklarında ya da bizatihi bu genişlemeyi takip edip yönettiklerinde bile, bu durum yalnızca ilgili devletlerin, sosyal düzenin ve sermaye birikiminin koşullarını sağlamada göreli olarak otonom rolleri hesaba katılarak anlaşılabilir. Bu durumda da devlet idaresinin kapasitesinin, sınıf ve diğer yapısalbelirleyenlerle birlikte göz önüne alınması gereklidir. Öyleyse, devleti sosyal ilişkilerin bütünü içerisine yerleştirmek gerekir. 86 

Panitch ve Gindin’in temel tezi, aynı anda, hem sermayenin kendisine uygun bir ulusüstü kılıf yaratarak “tek ülkede kapitalizm”i gerçekleştirmeye yöneldiği iddiasının (İmparatorluk iddiasının); hem de çağdaş kapitalizmi ulus-devlet formları arasındaki emperyalist rekabetle, sermayenin uluslararasılaşması eğilimleri arasındaki gerilim üzerinden okuma iddialarının reddi üzerinden şekillenmektedir. Sermaye kendi yeniden üretimini bölgesellik bazında sağlama çabasından vazgeçmemekle birlikte, bu bölgesellik artık bir ulus devletle sınırlı değildir. Ancak burada bloklaşma eğilimine benzetilebilecek gelişmelerin yanı sıra, bu eğilimsel dönüşümlerle aynı anda, birden çok ulus devletin Amerikan İmparatorluğu ile kurduğu girift ilişkiler gündemi belirlemektedir. 

Emperyal İktidarın sınırların kalkmasıyla değil de içiçe geçmesi ile karakterize edilebilecek bu yeni enformel biçimi yalnızca merkez kapitalist ülkeleri değil, 
mümkün olduğu her yerde üçüncü dünyayı da kapsamaktadır. Bu özgün içerilme biçimi, Negri’nin tahayyül ettiği gibi resmi bir imparatorluk yoluyla değil, ama 
mevcudiyetini muhafaza eden tekil devletlerin, Amerikan İmparatorluğunun bütünleyici unsurları olarak yeniden inşası yoluyla gerçekleşmektedir. Bu bağlamda ulus devletler, sosyal ilişkilerin ve sınıf kurumlarının, mülkiyetin, paranın, sözleşmenin ve piyasaların tesis edildiği ve yeniden üretildiği ve sermayenin uluslararası birikiminin yürütüldüğü araçlar olarak varlıklarını sürdürmektedirler. 

Öyleyse paranın (üretilen değerin) bölgesel dağılımı her ne olursa olsun, doğrudan yabancı yatırımların küresel düzlemde aşırı genişlemesi olgusu, sermayenin devletten kaçışına değil, sermayenin “pek çok devlete” karşı bağımlılığına delalet eder. Sermayenin tikel devletin içerisinde etkin bir toplumsal güç olarak varlığını, hem yabancı hem de yerel sermayeyi ve bunların uluslararası bağlantılarını içerecek şekilde düşünmek gerekir. Sermayenin ulusal ve uluslararası düzlemde yürüttüğü ilişkilerle, biçimsel dönüşüme uğrayan tikel devletlerin Amerikan İmparatorluğunun bütünleyici unsurları olarak yeniden inşası süreci, bir yandan ulusal sınırların varlığı üzerinden biçim kazanırken, diğer yandan klasik dönem emperyalizm teorilerinin açıklayıcılığını yitirmesine yol açmaktadır. Bu durumda kapitalizmle imparatorluk ilişkisi, devletin uluslararasılaşması olgusunda bulunabilir. Kavram, devletin kendi yerel kapitalist düzenini uluslararası kapitalist düzenin işleyişine katkı koyacak şekilde yönetmesi durumuna karşılık gelmektedir. Devletin uluslararasılaşması süreci Amerikan devleti için özgül önemi olan bir kavramdır. Amerika Birleşik Devletleri bağlamında devletin uluslararasılaşması Amerikan ulusal menfaatinin yalnızca Amerika’nın kendi kapitalist sınıfı için değil ama aynı zamanda küresel kapitalizmin yayılması ve yeniden üretimi için gerekenleri kapsayacak şekilde yeniden tanımlanmasını gerektirir.87 

Sonuç Yerine 

Klasik dönem emperyalizm yorumları ne ölçüde benimsenirse benimsensin, küresel ölçekte artan şiddetin kavramsallaştırılması gerekliliği, bugün kendisini 
sosyal bilimler alanında çalışma yapan insanlara diretmektedir. Çalışma boyunca emperyalizm kavramının dinamik içeriği takip edildi. Emperyalistler arası rekabetin belirlediği silahlı yarış merkezinde gelişen açıklamaların, iki kutuplu dünyanın oluştuğu İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda nasıl dönüştüklerine bakıldı. Dönüşümün bugün de sürdüğünü gösteren imparatorluk tartışmaları ve devletin uluslararasılaşması tezleri irdelendi. 

Çalışma boyunca değinilen hususlar göz önüne alındığında, kapitalist üretim ilişkilerinin türevi olarak küreselleşme olgusunu emperyalizmin en üst aşaması 
olarak ele almak mümkün olacaktır. Küreselleşme kendi gelişimini sağlayan sistemlerin mantığından kopartılamaz. Bu sistem bir yandan, devletleri birikimin 
koşullarını sağlamak için hegemonik güç ekseninde ortaklaşa hareket etmeye zorlamakta, diğer yandan sermayeyi pek çok devletin ortaklaşa eylemlerine bağımlıkılmaktadır. Öyleyse, ortaklaşa hareketin koordinasyonu gerekli kılan şeyin (kapitalizmin) analizi, küreselleşmenin analizi ile örtüşmektedir. 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

TARİHSEL BAĞLAMINDA EMPERYALİZM., BÖLÜM 4

TARİHSEL BAĞLAMINDA EMPERYALİZM., BÖLÜM 4

Doç. Dr. Ali Murat ÖZDEMİR 



Potansiyel Ekonomik “artık”ın üretimi konusunda esaslı zorluklar çeken çevresel ülkelerin, merkez ülkelerde kapitalist üretim ilişkilerinin üretimi ve yeniden 
üretimine katkılarını kavramsallaştırmak için, kapitalizmi küresel bir sistem olarak kavramsallaştırıp ulusal kapitalizmleri de ancak bu bütünün parçaları olmak suretiyle eşit ölçüde kapitalist saymak durumunda kalırsınız. Bir önceki cümlede özetlenen formül, dünya kapitalizmini bir şekilde oluşmuş unsurları üzerinde harici etkiler üreten bir yapı haline getirir. Montly Review çevresinin anılan tutumu daha sonradan Bağımlılık Okulu ve Dünya Sistemi yaklaşımlarınca benimsenecektir. 

Ayrıca, böyle bir denklem ulusları ve devletleri küresel bir kapitalizmin sınıfları ile değiştirmek gibi önkabulü teorik ufkunuza –zorla- sokar: Ezilen çevre 
ülkeler ve hâkim merkez kapitalist ulusal yapılar. Montly Review çevresinin analizlerinde merkezi ülkelerdeki yoksulluk ve sömürü, ya merkezin kendi içerisindeki merkez ve çevre çatışması ile birlikte gözden silinir ya da tekelleri kapitalizmin kötü adamları haline getirerek kapitalist sistem ve sömürü üzerine yapılan klasik dönem Marksist analizlerin kapitalist sistemi bütünsel gören formülasyonlarıyla ciddi bir ihtilaf içerisine girer. 

Leo Huberman’ın ölümünden sonra 1969 yılında Sweezy ile beraber Monthly Review’un editörlüğünü üstlenen Harry Magdoff43 kısaca özetlediğimiz perspektifi Amerika Birleşik Devletleri (ABD) eksenli emperyalizm incelenmesinde kullandı. Magdoff çalışmalarında ABD’yi özgün koşullarda gelişen bir imparatorluk olarak tescil etti. Bu bağlamda Magdoff’un sömürgesiz emperyalizm tezi hem ABD’nin küresel ölçekli yeni rolünün hem de İkinci Dünya Savaşı sonrası Marksizmlerinin zor kavramına yüklediği yeni anlamın kavranması için önemlidir: “Modern emperyalizmin sömürgecilik olmaksızın mümkün olabileceğini söylemek yanlış olur. 

Ve yine de sömürgeciliğin sonu hiçbir biçimde emperyalizmin sonuna işaret etmez. Bu görünür paradoksa getirilecek olan açıklama, askeri ve politik gücün doğrudan icrası olarak ele alınan sömürgeciliğin, birçok bağımlı ülkenin toplumsal ve ekonomik kurumlarının metropol merkezlerin ihtiyaçlarına göre yeniden biçimlenmesi açısından yaşamsal olduğudur. Bu yeniden biçimlendirme bir kez tamamlandığında uluslararası fiyatlar, pazarlama ve mali sistem gibi ekonomik güçlerin kendisi, ana ülke ile sömürge arasındaki egemenlik ve sömürü ilişkilerinin sürdürülmesi ve aslında derinleştirilmesi için yeterli hale gelmişlerdir. 

Bu koşullar altında sömürgeye, temel herhangi bir şey değişmeksizin ve başlangıçta sömürgenin fethedilmesine neden olan çıkarlara fazla ciddi biçimde 
müdahale edilmeksizin resmi bağımsızlık bahşedilecektir”.44 

Hemen ekleyelim: Magdoff Sovyet varlığının ve Üçüncü Dünya ülkelerinde görülen halk hareketlerinin sömürge karşıtı etkisini küçümsemez. Bunlar klasik 
sömürgeci politikaları sonlandırmakta esaslı önemi haizdirler. “Ancak, önemli olan nokta sömürgelerin zaruri çözülüşünün ana ülkenin mümkün olduğu kadar çok avantajı korumasını sağlayacak ve eski sömürgeler için gerçek bağımsızlığa doğru yönelecek toplumsal devrimleri engelleyecek biçimde yapılmış olmasıdır”.45 Sömürge ülkelerin edindikleri biçimsel bağımsızlığa rağmen emperyalizmin temel belirleyicileri olan 

1) Metropollerde büyük iş çevrelerinin tekel yapısı; 
2) Bu ekonomik merkezler açısından büyüme ve hammadde kaynakları ile pazarları kontrol etme zorunluluğu; 
3) Metropol merkezlerin ihtiyaçlarına hizmet eden uluslararası işbölümü; 
4) Endüstriyel güçler arasında birbirlerinin pazarlarına ve dünyanın geri kalanına ihracat ve yatırım yapma yönündeki ulusal rekabetler; kendilerini korumaya devam etmektedir. 46 

Şu ana kadar, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, azgelişmişliğin dünya kapitalizminin işleyişinin yapısal sonucu olarak özel ilgiye mazhar olması durumu ve sömürgesiz emperyalizm tezi üzerinden yapılan saptamalar ekseninde ilerledik. Bu saptamalar Montly Review çevresine ait düşüncelere referansla yapıldı. Yukarıda da kısaca belirtildiği gibi Marksizm İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra farklı ekoller şemsiyesi altında emperyalizmi çalışma nesnesi yapmaya devam etti ve değindiğimiz saptamalar Montly Review çevresiyle sınırlı kalmadı. Ancak elinizdeki çalışmanın kapsamı açısından söz konusu saptamaları ilk olarak ortaya koyan okulun görüşlerine değinmekle yetineceğiz.47 İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde emperyalizm tartışmalarında öne çıkan bir diğer başlık hegemonya tartışmalarıdır. 

Hegemonya tartışmalarının yürütüldüğü çerçevede birisi Antonio Gramsci’nin kavramlarını uluslararası ilişkiler düzlemine taşıyan Gramşiyan Okul diğeri yapısalcı Marksizm’in önvarsayımlarından beslenerek, bu düşünce tarzına getirilen eleştiriler ekseninde ilerleyen Düzenleme Okulu olmak üzere iki ayrı çizgiye kısaca değinilecektir. 

Gramsci’ye göre hegemonya, aynı kavramı, bir ulus devlete ya da bir ulus devletler grubuna, diğer devletler karşısında ve diğer devletlerle girdikleri ilişkilerde, kendi çıkarlarını baskın olarak kabul ettirme kapasitesi olarak algılayan uluslararası ilişkilere realist yaklaşımda olduğunun aksine, sınıfsal içerikli bir kavramdır.48 

Bu bağlamda hegemonya belirli bir sınıfın liderliği sadece zora değil, daha da önemlisi, rızaya da dayalı bir liderlik tesis edebilme kapasitesi ile ilişkilidir. Yönetici sınıfın yönetilenlerle ortak değerler, fikirler ve maddi çıkar ilişkileri tesis edebilmesi kapasitesi ile yönetilenlerin rızalarını elde edebilme kapasitesi arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır.49 Anılan ilişki bir kez tesis edilebildiğinde, devletin, burjuvazinin uzun dönemli çıkarları için, aynı sınıfın kısa dönemli çıkarlarını feda etmesi dâhil bir seri çaba, zor kavramı kullanmaksızın kuramlaştırılabilecektir. Burjuvazi bir kez hegemonik pozisyon elde ettiğinde, yönetilenler için alternatif değerler ve projeler geliştirme (karşı-hegemonya) hedefine ulaşma olasılığı da, böyle bir hedefin gerekliliğine olan inanç da zayıflayacaktır.50 Bu haliyle hegemonya güçlü bir devletin baskısını gerekli kılan ama yeter bulmayan rızai-uzlaşımsal bir düzene, bir hâkimiyet biçimine referans içeren bir terim haline gelir.51 

Gramsci’de hegemonya, öznellikler arası anlamların, paylaşılan değerlerin gerçekliği nasıl biçimlendirdiği sorusuna verilecek cevapların merkezi unsurunu oluşturur. 
Gerçekliğin somut maddi cisimler dünyasından ötede, sosyal ilişkilerin doğasına ilişkin ideolojik kabullerle ilgili olduğu ve bu kabullerin bizim eylem ve 
ilişki formlarımızı belirlediği bir kez kabul edildiğinde, hegemonyanın kuruluşunun sadece devlet politikaları üzerinden anlamlandırılması imkân dâhilinden çıkacaktır. 

Hollywood ya da büyük medya gibi kültür endüstrisinin parçası sayılabilecek örgütlenmelerin yaydığı değer ve anlamlardan, dini ve milli ideolojilerin 
etkilerine; rakibin gücüne yönelik söylenlerden, küresel ölçekte “istenir” olanı belirleyen (dönemine göre değişmekle birlikte bugün için demokrasi, çoğulculuk, çok kültürlülük gibi) kavramların üretim ve dolaşım dinamiklerine kadar bir seri belirleyen, hegemonyanın uluslararası düzlemde tesisi sürecine dâhil olacaktır. 

Bu bağlamda kavramın emperyalizmle bağlantısını, hegemonik bir dünya düzeninin nasıl olup da bu düzeni daim kılacak şekilde değerler ve anlayışlar ürettiği sorusu üzerinden sağlamak gerekecektir.52 

Gramşiyan okulun en önemli temsilcisi Cox’a göre belirli bir uzamda hegemonya üç aktivite/eylemsellik alanı ile ilgilidir: Toplumsal üretim ilişkileri, devlet 
biçimleri ve dünya düzenleri.53 Hegemonyanın üç aktivite/eylemsellik alanını birbiri ile diyalektik bir ilişki içerisinde ele aldığımızda, tarihsel/toplumsal yapıların mevcut-somut konfigürasyonları içerisinden, tarihsel süreci kavramsallaştırmak mümkün olacaktır. Bu haliyle tarihsel süreç, toplumsal üretim ilişkilerinden türeyen toplumsal kuvvetlerin, dikey ve yatay, bütün boyutlarında eylediği bir zaman-alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu güçler devlet biçimlerinde ve dünya düzeninde ifadelerini bulurlar.54 Anılan eylemsellik alanları arasında nedensel-sonuçsal/artzamanlı bir ilişkiden ziyade sistemsel / eşzamanlı bir ilişki bulunmaktadır. 

Bir diğer deyişle, örneğin, dünya düzeninin devlet biçimine zamansal olarak önceliğinden bahsedemeyiz. Her dünya düzeni belirli bir devlet biçimiyle korelasyon içerisine girecektir. Bu bağlamda İngiliz Hegemonyasının ulus-devlet imparatorlukları ile Amerikan hegemonyasının yayılmasına katkı koyduğu liberal devlet biçimleri arasında olduğu kadar, Amerikan hegemonyasının Sovyet öncesi ve sonrası dönemlerinde gözlemlenen devlet biçimleri arasında fark oluşacaktır. 

Yirminci Yüzyılın ikinci yarısı yapısalcılık esinimli çalışmaların öne çıktığı bir zaman dilimine denk gelir. Bu bağlamda Yapısalcı Marksizm’in pek çok öngörüsünü sahiplenmekle birlikte Yapısalcılıkta faillik sorununun işlenmemesine ilişkin tepkileri dikkate alarak ilerleyen Düzenleme Okulunun görüşleri, hegemonya kavramının emperyalizm teorisi bağlamında etkinleştirilebilmesi için imkanlar sunar. 

Düzenleme Okulu dünya kapitalizminin değerlendirilmesinde esas çıkış noktasının, sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması olarak kabul edildiği baskın Marksist yaklaşımın aksine, sermayenin yeniden üretiminin koşulları olması gerekliliğini vurgulamıştır. Sermayenin merkezileşip, yoğunlaşması olgusunun analizin ekseninden çıkarılması, okulun, kendi varoluş koşullarını yaratan bir kapitalizm olgusu yerine sermaye ilişkisinin yaratıcı/inşai yetersizliği / tamamlanamamışlığı (constitutive incompleteness of capital relation)55 düşüncesi üzerinden geliştirdiği yaklaşımla uyum içindedir. Buna göre kapitalist üretim ilişkilerini kavramsallaştırmak için değişken sayısının sınırlı olduğu kapalı sistemlere dayalı kuramsallaştırmalar yerine; sistemde değişim olgusunu yalnızca sistemin iç dinamiklerine dayandırmayan, açık bir sistem yaklaşımı geliştirilmelidir. 

Emperyalizm ve hegemonya tartışmaları Düzenleme Okulu’nun doğrudan ilgi alanına girmemekle birlikte ulusal ve uluslararası seviyelerin eklemlendirilmesi sorunu kapsamında gündeme gelmiştir. Okul’un kurucu isimlerinden Aglietta’nın Kapitalist Düzenlemenin Kuramı başlıklı çalışmasında hegemonya kavramı, uluslararası alandaki iktisadi ağırlıklı ilişkileri, yapısal biçimler aracılığı ile ulusal devletlere bağlarken kullanılabilecek bir araç olarak ele alınmıştır.56 

Bu bağlamda hegemonya, bir devletin bir seri devleti, sermaye dolaşımının güvenceye alınması için, geniş bir alandaki çok taraflı meta ilişkilerinin istikrarını sağlayacak koşullar doğrultusunda etkilemesini sağlayan bir olgu olarak tanımlanmıştır.57 Bu çerçevede, Amerikan imparatorluğunun bilinçli siyasi eylemi üzerinden yapılan açıklamaların reddini sağlayan kuramsal çaba, uluslararası iktisadi ilişkilerin istikrarı için hegemonik bir devletin gerekliliği düşüncesiyle58 yer değiştirmiştir.59 
Uluslararası bir düzenleme biçiminin ikamesini sağlayacak şekilde hareket edebilecek hegemonik bir devletin olmadığı durumda uluslararası alanda istikrar mümkün olmayacaktır.60 
Bu perspektiften denilebilir ki; uluslararası düzenin ulusal bir ekonomiye etkisinin asıl kaynağı hegemonik bir devletin mevcudiyetidir.61 

Bir devletin hegemonyası o devletin iktisadi etkinliğinden kaynaklanabilir. İktisadi etkinlikten kaynaklanan hegemonya durumu, ilgili devletin düzenleyici etkinliğinin kendi ulusal sınırlarını aşarak genişlemesini gerektirir.62 
Buna göre 1945-1970 arası dönemde vuku bulan Amerikan üstünlüğü bu çağa has düzenleme biçimini yayma başarısından kaynaklanmaktadır. Bugün için, kapitalizmin yapısal kriz döneminde ekonomik üstünlüğü aşınan Amerika’nın hegemonik liderliğinin sürmesi durumunu iktisadi etkinliğe dayanarak açıklamak mümkün değildir. 

Bu durum, Okul içerisinde iktisadi temellere dayalı yapısalcı bir hegemonya kavramsallaştırmasından, stratejinin ve politik önderliğin öne çıktığı bir kavramsallaştırmaya geçişi gerektirmiştir. Bu bağlamda, okula bağlı yazarlarca Amerika’nın 1980 sonrası üstünlüğünün siyasi ve finansal alanlardaki dayatma kapasitesine dayandığı iddia edilmiştir.63 

Siyasi alana kayış ve Washington uzlaşımı olarak belirtilen dönüm noktası arasında da bir bağ kurmak mümkün gözükmektedir. Bu durumda sermaye dolaşımının sermayenin baskın fraksiyonlarının lehine güvenceye alınması için siyasi bir önderlik gerekecek, hegemonya salt iktisadi alandaki düzenleyici etkinliğin ötesinde belirli bir devletler grubunu harekete geçirebilecek uluslararası bir tarihsel bloğun etkinliği haline gelecektir. 

Sovyetler Birliği’nin Yıkılmasından Sonra Emperyalizm Çalışmaları 

İkinci Dünya Savaşı öncesinde emperyalizm yorumlarının, büyük kapitalist devletler (emperyalistler) arasında rekabet fikri üzerinden geliştiğini; savaş sonrasında bu yorumlara -diğerleri arasında- azgelişmişlik, sömürgesiz emperyalizm ve hegemonya tartışmalarının eklendiğini gördük. Anılan eklentiler aralarında: 
a İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı dünyasını şemsiyeleyen Amerikan hegemonyasının belirmesi; 
b- 1970’lerden sonra yeni sanayileşen ülkeler bağlamında daha da karmaşık hale gelen az gelişmişlik sorunu; 
c-Tekil kapitalist ülkelerin (klasik dönem emperyalizm teorisine göre birbirleriyle şiddetli rekabet halinde olmaları gerekirken, bir türlü beklenen ölçütlerde rekabete girmeyen) ordularını bir çatı altında toplayan Nato’nun ortaya çıkması; 
d-İçeride Fordist toplumsal uzlaşmanın, dışarıda uluslararasılaşan kapitalizmin düzenlenmesi için tebarüz eden kuruluşlardan ve bunların yarattığı hukuktan oluşan yeni düzenleme biçimlerinin gündeme gelmesi gibi bir seri sorunun klasik açıklamaları yetersiz hale getirmesinden kaynaklanmaktaydı. 

Ancak kapitalist dünya sisteminin dinamikleri değiştikçe emperyalizm çalışmalarında yeni arayışlar gündeme geliyordu. Bu bağlamda 1990’larda şiddetlenen küreselleşme olgusu ve Sovyet sonrası dünyanın belirleyenleri yeni tartışma alanları başlattı. Bu dönemde sürdürülen tartışmaların bir kısmı (Sovyet sonrası dünyanın belirleyenleri üzerinden ilerleyen tartışma alanı) iktidarın yapısı ve onunla girilen ilişkinin sonuçları üzerine odaklanmıştır. Aynı dönemde bir ikinci tartışma serisinin küreselleşme tartışmaları üzerinden kapitalist üretim ilişkilerinin ve sınıf çelişkilerinin üretildiği ve yeniden üretildiği alanın kapsamı (ve tali olarak üretimin ve yeniden üretimin zamanı) üzerine yoğunlaştığını, bu bağlamda da imparatorluk ve ülkesel egemenlik (territoriality) başlıklarının öne çıktığını söyleyebiliriz. 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

TARİHSEL BAĞLAMINDA EMPERYALİZM., BÖLÜM 3

TARİHSEL BAĞLAMINDA EMPERYALİZM., BÖLÜM 3


Doç. Dr. Ali Murat ÖZDEMİR 

Gelinen noktada Lenin’in emperyalizmi neden “kapitalizmin en üst aşaması olarak” tanımladığını anlamak mümkündür: Emperyalizm en üst aşamadır zira 
sermayenin çelişkileri bu yolla savaşa, sömürüye ve şiddetin başka biçimlerine tahvil edilerek dünyanın en uzak köşelerine taşınmaktadır.28 En üst aşama terimi son manasına gelmemektedir ve bu bağlamda mevcut küreselleşme de emperyalist aşamaya ya da onun yeni bir ifadesine karşılık gelebilir.29 

Gelebilir ancak gelebilmesi için: 
1) uluslararası işbölümündeki dönüşümlerin hesaba katılması, daha doğrusu aralarında yeni sanayileşen ülkeler olgusu da bulunan bir seri dinamiğin göz önüne alınması ve 
2) sermayenin siyasi iktidar içerisinde temsilinin doğasındaki dönüşümün hesaplanması gerekir. İlk hususla ilgili olarak şunlar söylenebilir: 

Merkez ekonomilerin ürünleri olan mamul malların satışları karşısında, çok az katma değer içeren birincil malların satışı için dünya pazarına girmeye çalışan 
çevresel formasyonların oluşturduğu uluslararası işbölümü görüntüsü, -mekânsal ve zamansal biçimlenişini emperyal siyasetlerin vesayeti altında gerçekleştiren- Ondokuzuncu yüzyıl dünyasında belirginleşmeye başlamıştır. 

Marksistler emperyalizm kavramsallaştırmalarını geliştirirken bu şablonu verili kabul etmişlerdir. Örneğin Buharin’in ülkeleri gelişmiş kapitalizm ve hammadde 
üreten tarım ülkeleri olarak ikiye ayırmasının ardında bu mantık bulunmaktadır.30 
Aynı şekilde Lenin de, bu şemaya referansla, merkez ülkeleri çevresel dünyadaki pazarlardan mahrum kılmanın devrimci bir strateji olabileceğini iddia etmişti.31 
Luxemburg32 kapitalizmin azgelişmişliği de yaratarak yayılışında, erken kapitalistleşen ülkelerin bu şemadaki tarımsal ürün sağlayıcılarına empoze ettiklerinin, bir başka deyişle siyasi zorun etkilerinin hesaba katılmasını önerirken; aklında yine bu şema vardı.33 

Yine Üçüncü Enternasyonal’in imgeleminde ulusal burjuvazi ile komprador burjuvazi kavramsallaştırmasını 34 yaratan bu kavramsallaştırmaydı. 
Sözü edilen şablon içerisinde piyasanın uyguladığı şiddet, söz konusu şablonun değiştiği (yeni sanayileşen ülkelerin doğuşu ile ortaya çıkan) dönemle karşılaştırıldığında geri plandadır. 

Önce ikinci dünya savaşı sonrasında Amerikan üretim ve tüketim normlarının uluslararasılaşmasıyla başlayan, ardından 1960’ların sonunda yeni sanayileşen ülkelerin ortaya çıkmasıyla neticelenen iki uluslararasılaşma dalgası klasik emperyalizm teorisyenlerinin veri saydığı şablonu esaslı olarak değiştirmiştir. Diğer yandan, bugün küresel piyasalar için sermaye yoğun yüksek teknolojili üretimin coğrafyası, klasik emperyalizm teorisyenlerinin çizdiği uluslararası işbölümü haritasıyla örtüşmemekle birlikte, uluslararası düzlemde piyasalar ekseninde oluşan yeni bağımlılık ilişkileri ve kar transferlerinin belirleyiciliğinde türlü kaynak/zenginlik aktarma yöntemleri gündemdedir. Klasik emperyalizm teorilerinin çizdiği anlamıyla emperyalizmin mevcudiyeti bugün için tartışmalı olsa da, kapitalist dünya ekonomisinin işleyişinin tahrip edici ve eşitsiz sonuçları ortadadır. 

Ne diyordu Marx? 

–Emperyalizm kapitalist üretim tarzının ürünüdür. 

İkinci hususla (sermayenin devlet içerisinde temsili) ilgili olarak şunlar söylenebilir: Hilferding, Buharin ve Lenin’in Birinci Dünya Savaşının hemen öncesinde ya da başında belirttikleri gibi sermaye yirminci yüzyılın başları gibi erken bir dönemde bile ulusal devlet içerisindeki temsili ile yetinemeyecek kadar yoğunlaşıp merkezileşmişti. Varlık koşullarını tekelci teşebbüslerin işleyişinde bulan tarihsel bloklar, sermaye birikiminin koşullarını tek bir ulusal devlet ve onun sömürgeleri ötesine geçirme itkisini derinden hissediyorlardı. Bugünün dinamiklerini anlamanın yolu (kısaca değindiğimiz iki uluslararasılaşma dalgasından sonra) sermayenin küresel ölçekte yeniden üretilebilmesinin koşullarını sağlama işlevini yerine getiren hegemon devleti ve bunun müttefiklerini yalnızca ulusal devletler olarak kavramsallaştırmamaktan 
(bu devlet formları içerisinde temsil edilen çıkarları ayrıştırabilmekten) ve yine aynı işlevi yerine getiren uluslararası kuruluş ve kurumlarda temsil edilen çıkarları sınıfsal bağlantıları ile okuyabilmekten geçmektedir. Geriye kalan satırlarda, önce 1945 yılından başlayıp Sovyet sisteminin çöküşüne kadar 
olan dönemde gündeme gelen tartışma konularına kısaca değinecek sonra bu hususla (sermayenin ve devletin uluslararasılaşması) ilgileneceğiz. 

İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Emperyalizm Çalışmaları 

Şu ana kadar yirminci yüzyılın ilk iki on yılında geliştirilen yaklaşımlarla ilgilendik. Rus Devrimi’nin başarısı ve ardından meydana gelen kamplaşmalar süreci içerisinde Avrupa Sosyal Demokratları ile Komünistler arasındaki ayrım belirginleşmiş ve bu durum sosyal demokratlar için Yeni İkinci Enternasyonal ve komünistler için 3. Enternasyonal’in (Komünist Enternasyonal’in) kuruluşu ile kurumsallaşmıştı.35 3. Enternasyonal’in kuruluşundan daha beş yıl geçmeden 
Lenin ölecek, Sovyetler Birliği’nin kendisine beden veren devrimci dalga durgunlaşacak ve Sovyetler Birliği izole edilecekti. Tek ülkede sosyalizm tezi etrafında gelişen tartışmalar, 1925-1929 tarihleri arasındaki iç siyasi çekişmenin Troçki karşısındaki galibi olan Stalin’in istediği gibi neticelenecek, Troçki’nin tezleri Sovyet eksenli doktrin içerisinden dışlanacaktı. Bu bağlamda Stalin, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) çıkarını öne alacak şekilde, enternasyonalizm ilkesinin tanımını değiştirmişti: Tek ülkede sosyalizm koşullarında dünya sosyalizminin çıkarları en iyi, sosyalizmi SSCB’de kurmak ve 1917 Devrimi’nin kazanımlarını korumak yolu ile savunulabilirdi. Bu teze göre artık SSCB’nin çıkarları ile uluslararası proletaryanın çıkarları arasında tam bir uyum olduğu söylenebilirdi. Stalin’in öldüğü sene olan 1953’e kadar Komünist partilerin stratejilerini SSCB ile kurulan ilişki belirleyecekti.36,37 Anılan koşullar altında emperyalizm teorileri dinamizmlerini yitirdiler; İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeni okulların çıkışına kadar. 

Batı ülkelerindeki Marksist teorisyenler İkinci Dünya Savaşı sonrasında kapitalist güçler arası silahlı rekabetin yatıştığını ve sömürge imparatorluklarının pasifleşip gerilediğini gördüler.38 Güç kavramının içeriği ve teorik kullanımı da değişti İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra. Azgelişmiş ülkeleri sermayenin merkez 
ülkelerde başlayıp merkez ülkelerde realizasyonla sona eren sermaye döngüsüne çıplak güç aracılığıyla sokma eylemine tekabül eden emperyalist iktidar ve şiddet kavramları, bu tarihten sonra piyasa aracılığı ile tatbik edilen gücü de kapsayacak şekilde genişleyip, yeni kullanım alanları buldular. Piyasaların tatbik ettiği gücün, çıplak güç karşısındaki teorik itibarı arttı. Çok uluslu şirketlerin piyasalarda kurduğu tahakküm ve bunun sonuçları emperyalizmin faaliyet listesine eklendi. Az gelişmişliğin dünya kapitalizminin işleyişinin yapısal sonucu olarak özel ilgiye mazhar olması durumu, sömürğesiz emperyalizm tezi, hegemonya tartışmaları, bu dönemde emperyalizm başlığı altına sokulabilecek çalışmaların içerdiği yeniliklere tekabül eden konulardır. 

Azgelişmişliğin dünya kapitalizminin işleyişinin yapısal sonucu olarak görülmeye başlaması sürecinde en önemli isim Paul Sweezy’dir. Onun etkisi İkinci Dünya Savaşı sonrası Marksist emperyalizm tartışmalarında belirleyici olmuştur. Sweezy, hem kendi çalışma arkadaşlarından oluşan Monthly Review çevresini hem de Bağımlılık Okulu, Dünya Sistemi, Düzenleme Okulu çevrelerini ve çağdaş temsilini Mandel’de bulan Troçkizmi kimi zaman doğrudan kimi zaman da dolaylı olarak etkilemiştir. 

Sweezy Lenin’den çağdaş kapitalizmin tanımını almıştır: Tekelci kapitalizm. Ancak Sweezy’nin çabaları Lenin’in politikaya ve “tarihin hayal gücüne” yüklediği anlamların önemli bir kısmını, kapitalizmin doğasına özgü iktisadi yasalar karşısında geri plana atmaktadır. Buradaki yasalar tek bir ülke sınırları içerisinde kendi enerjisini üreterek gelişen hücresel bir sistemin değil küresel ölçekte kapitalizmin yasalarıdır. Sweezy’ye göre farklı emperyal güçlerce yürütülmüş olsalar bile, bütünüyle bakıldığında, emperyalist müdahaleler dünyayı öyle bir biçimlendirmişlerdir ki, azgelişmiş ülkeler coğrafyası gelişmiş ülkelerdeki birikimin sürdürülmesi için gerekli olandan fazlasını (ve bu bağlamda da kendi içsel dinamiklerini) üretemeyecek şekilde azgelişmişliğe mahkûm kalmıştır. Ona göre emperyalist politikalarda somutlaşan kapitalist dünya ekonomisi, azgelişmişliği sürekliliğe mahkûm eden siyasi (devlet) ve iktisadi (toplumsal artık) mekanizmalar göz önünde tutarak suretiyle incelenmelidir. Emperyalizm belirli bir ülkenin saldırgan politikalarda değil söz konusu mekanizmaların sürekliliğinin sağlanmasında etkinleşen (iç ve dış katılımcıları 
olan) politikalarda aranmalıdır.39 

Daha sonraları Sweezy’nin yanı sıra aynı ekolden olan Magdoff,40 Baran41 gibi yazarların çalışmalarında geliştirilen teze göre azgelişmiş ülkelerin birikim yapma yetenekleri bu ülkelerde bulunan üretim güçlerinden önce küresel ölçekte etkin üretim ilişkileriyle bağlantılıdır. Bu bağlantı da azgelişmişliği sürekli hale getirmektedir. 

Anılan tez küresel ölçekte artan toplumsal fazlanın, azalan emperyalistler arası rekabetin geçersizleştirmeye başladığı Marksist emperyalizm yorumlarına bir 
dinamizm getiriyordu. Bu çerçevede emperyalist etkinlik, küresel ölçekte artan toplumsal fazlanın merkez ülkelere transferinde açığa çıkar. Andığımız damardan ilerlendikte, söz konusu artığın geniş kitlelerin menfaati için kullanmanın yollarını bulmak devrimci çevrelerin hedefi haline gelmektedir. Stratejiniz bu olursa, vurgu öncelikle sınıf mücadelesinden akla uygun bölüşüme, sınıf siyasetinden kitle siyasetine kayar.42 Anılan kayma İkinci Dünya Savaşı sonrasında artan sosyal demokratik örgütlenme ve siyasetle de uyumlu olacaktır. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***