Hindistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hindistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Nisan 2017 Pazar

Moğolistan için Ekonomik Refaha ve Siyasi Liberalleşmeye Giden Yol



Moğolistan için Ekonomik Refaha ve Siyasi Liberalleşmeye Giden Yol 


Süreyya YİĞİT 

Özet 



Günümüzde Moğolistan farklı geçişleri yaşamaktadır. Büyük ölçüde tarım öncelikli ekonomiden madenciliğin hakim olduğu geçişin orantısız büyümeye 
katkıda bulunarak Moğolistan’da önemli bir sorunu şiddetlendirmiş bulunmakta. Geçiş süreçlerinde ekonomik özgürlük, şeffaflık, düzenli seçimler, hukukun üstünlüğü, insan hakları, örgütlenme özgürlüğü ve ifade özgürlüğü üzerinde sıkça durulmaktadır. Demokrasi geniş bir proje olarak kabul edilirse bunun içinde yoksulluğun kalkmasına, eşitlik ve sosyal adaletin gerçekleşmesi de sözkonusudur. Siyasal olarak Moğolistan demokrasiye geçişte çeşitli engellerle karşılaşmıştır. Yine de son başkanlık seçimi bu konulara ışık tutacak nitelikte olduğunu ve Moğolistan’ın geleceği için olumlu bir perspektif sunduğunu söyleyebiliriz. 











Moğolistan'ın Jeopolitiği, Ekonomisi ve Dış Politika Stratejisi




Ömer Faruk TÜRK,

24 Nisan 2013

1921 yılında Çin’den ayrılarak bağımsızlığını ilan eden Moğolistan, Bolşeviklerin desteğiyle tesis ettiği yönetim sistemiyle dünyanın ikinci komünist devleti olmuş, Sovyetler Birliği’nin güdümüne girmiştir. Moğolistan, bağımsızlığının ilk dönemlerinde uluslararası arenada tanınma mücadelesi vermiş, ancak 1946’da Çin tarafından tanınmış ve 1960’da Birleşmiş Milletler’e kabul edilmiştir. Ulanbator, Çin’e karşı tanınma mücadelesi verdiği bu dönemde Sovyet Rusya’nın nüfuz alanı içinde kalmayı tercih etmiş, devletler sistemine bağımsızlığını kabul ettirirken Sovyetlere bağımlı hale gelmiştir. Moğolistan, Soğuk Savaş dönemindeki uluslararası sistemde Moskova’nın uydusu olarak varlık göstermiş, Sovyetler Birliği ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında tampon bölge işlevi görmüştür.



Soğuk Savaş sona erdiğinde Sovyetlerin mali desteğinin kesilmesiyle iktisadi durgunluk dönemine giren Moğolistan, aynı dönemde piyasa ekonomisine geçmeye çalışmış ve Rusya’nın etkisinden kurtulmaya başlamıştır. İlk etapta liberal ekonomiye intibak sorununun yaşandığı Moğolistan’da 1996’da iktidara gelen Demokratik Birlik Koalisyonu döneminde serbest piyasa sistemine dönüşüme imkân tanıyan reformlar gerçekleştirilmiştir. Moğol karar mercileri, Soğuk Savaş döneminden çıkarılan derslerle çok yönlü dış politikanın ve ticari ilişkilerin önemini kavramış, bu anlayış doğrultusunda özellikle Çin ve ABD olmak üzere diğer ülkelerle ilişkiler geliştirmeye odaklanmıştır. Soğuk Savaş sonrası dönemde ise coğrafi yakınlığın etkisiyle giderek Çin’in ekonomik nüfuz alanına giren Moğolistan siyasi ve ekonomik bağımsızlığını, Rusya ve Çin dışındaki üçüncü ülkelerle geliştireceği güçlü ilişkilerle muhafaza edebileceğini değerlendirmiştir.

Moğol karar mercileri, ülkenin coğrafi konumunu göz önünde bulundurarak Rusya ve Çin dışındaki ülkelerle münasebete geçmek ve bu iki ülkeye olan bağımlılığı yönetilebilir bir düzeye çekmek maksadıyla “üçüncü komşuluk” stratejisini tasarlamıştır. Ulanbator bu strateji doğrultusunda başta ABD, Kanada, Japonya, Güney Kore, Hindistan, Avustralya, Almanya ve Hollanda olmak üzere diğer ülkelerle ikili ilişkilerini geliştirmeye başlamış, bu ülkeleri Moğolistan’a yatırım yapmaya davet ve teşvik etmiştir. Bu analizde Moğolistan’ın jeopolitiği, yeraltı kaynaklarına bağlı gelişen ekonomisi, Rusya ve Çin ile mevcut ilişkileri incelenmekte, Moğol karar mercilerinin Rusya ve Çin’e bağımlılığı azaltmak amacıyla uygulamaya çalıştığı üçüncü komşuluk stratejisi değerlendirilmektedir.

Moğolistan’ın Jeopolitiği

Moğolistan, 1.564.000 km2’lik yüzölçümü ve yaklaşık 2,8 milyonluk nüfusu ile yeryüzünde, nüfusuna oranla en geniş toprağa sahip ülkedir. Halkın %30’unun hala göçebe ve yarı göçebe olduğu Moğolistan’da nüfusun %90’ı Moğollardan oluşmaktadır. Moğolların % 70’e yakını Kalka, gerisi de Zaçin Moğollarıdır. Moğolistan nüfusunun %6’sını Kazaklar, %4’ünü ise Rus, Çin, Kore ve diğer etnik unsurlar oluşturmaktadır. Tarihi süreçte Moğolların etki alanı Moğolistan’ın mevcut toprakları dışında Rusya ve Çin’in bugünkü sınırları içinde yer alan bölgeleri de kapsamaktadır. Rusya’da Tuva Özerk Cumhuriyeti’nde, Sibirya’nın güneyindeki Buryatya bölgesinde ve Çin’de İç Moğolistan bölgesinde Moğollar yaşamaktadır. Modern Moğolistan, mevcut Moğol dünyasının sadece bir parçası niteliğindedir. Moğol dünyası olarak ifade edilen bölge Avrasya coğrafyasında doğuda Kore yarımadasından batıda Hazar Denizi’ne kadar uzanan bir kuşağa tekabül etmektedir.


Moğolistan’da, bağımsızlığın ardından eski Moğol topraklarına hâkim olma fikri yayılmaya başlasa da Sovyet dönemindeki siyasi zeminde Pan-Moğolizm bastırılmıştır. Ancak 1990 sonrasında Moğol milliyetçiliği söylemleri artmış ve Cengiz Han’a atıfla Rusya’nın Moğolistan sınırına yakın Buryatya bölgesi, İç Moğolistan ve Altay dağlarına kadar olan sınırlar kastedilerek geleneksel Moğol coğrafyasının öneminden bahsedilmiştir. Moğol askerlerine Cengiz Han’ın hayatı ve Cengiz Haz döneminde getirilen askeri yeniliklerin ülkeye kazandırdığı güç anlatılmaya başlanmıştır. Bu dönemde siyasi liderlerin de katıldığı Cengiz Han günleri düzenlenmiş ve milli ruhun yeniden canlandırılması amaçlanmıştır. Ancak bu milliyetçilikte bugünkü Rusya ve Çin sınırları içindeki Moğol unsurlara yönelik belirgin bir yayılmacılık anlayışının olmadığı görülmektedir. Pan-Moğolist düşünce kültürel değerleri korumayı amaçlamakta, yayılmacı politikalar içermemektedir. Aksi takdirde Rusya’nın ve Çin’in tepkisine maruz kalacak olacak olan Ulanbator, bu tepkilerden zarar görebileceğini değerlendirmektedir.

Orta doğu Asya’da yer alan Moğolistan’ın sadece Rusya Federasyonu’na ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne sınırı vardır. Denize çıkışı bulunmayan Moğolistan, coğrafi olarak kuzeyde Rusya güneyde Çin tarafından çevrelenmiş durumdadır. Moğolistan’a üçüncü ülkelerden hava ve kara yoluyla gerçekleştirilecek nakliyat ve ziyaretler, Rusya’nın veya Çin’in hava sahasını veya karayollarını açmasına bağlıdır. Aynı şekilde Moğolistan, ancak Rusya ve/veya Çin üzerinden dünyaya açılabilecek bir konumdadır. Bölgedeki güç dengesi de Moğolistan’ı Moskova ve Pekin’e bağımlı kılan önemli bir unsurdur. Moğolistan kendisiyle mukayese edildiğinde güç çarpanları oldukça büyük olan ve stratejik derinliğe sahip Rusya ve Çin arasında yer almaktadır. Moğolistan, enerji ve savunma alanında Rusya’nın etkisinde iken, ekonomik açıdan Çin’in nüfuz sahasındadır. Çin’in kalabalık nüfusu ise Ulanbator-Pekin arasındaki güç asimetrisini derinleştirmektedir.


Rusya ve Çin’e bağımlılığı kaçınılmaz kılan bu coğrafi konum ve güç dengesi, Moğol devlet aklını Moskova ve Pekin’le iyi komşuluk ilişkilerini korumaya ve bu iki ülke dışındaki üçüncü ülkelerle ilişkilere odaklanmaya sevk etmiştir. Moğol karar mercileri, dış politika uygulamalarını Rusya ve Çin’in tepkilerini hesaba katarak gerçekleştirmekte, özellikle bu iki ülkeyi tahrik edebilecek politikalardan imtina etmektedir.(1) Ancak Ulanbator, tamamen bu iki ülkeye veya sadece bu ülkelerden birisine bağımlı kalmayı da arzu etmemekte, üçüncü ülkelerle irtibatını güçlendirmeye çalışmaktadır. Moğol devletinin bu yaklaşım doğrultusunda geliştirdiği üçüncü komşuluk stratejisinin coğrafyanın dış politika üzerindeki etkisinin belirgin bir örneği olduğu ifade edilebilir.

Diğer taraftan Rusya ve Çin gibi iki güçlü ülke arasındaki tampon bölge işlevi, Moğolistan’a Avrasya jeopolitiğinde kritik bir konum kazandırmaktadır. Dünyadaki mevcut dengeler üzerinde etkili olan, Avrasya jeopolitiğine yön veren Rusya'ya ve Çin’e sınır komşusu olmak Moğolistan’ı gerek bu iki ülke nazarında ve arasında gerekse ABD ve diğer Batılı devletler nezdinde kıymetli bir aktöre dönüştürmektedir. Tamamen Çin’in nüfuzu altına girmiş bir Moğolistan Moskova’yı rahatsız edebileceği gibi, Soğuk Savaş dönemindeki gibi Rusya’nın güdümünde hareket eden bir Moğolistan Pekin’de kaygı uyandırabilir. Moğolistan’ın Batılı ülkelerle, özellikle ABD’yle yüksek düzeyli ilişkiler geliştirmesi ise hem Rusya hem de Çin’de endişelere yol açabilir.

Moğolistan’ın Ekonomisi

Sovyet döneminde kapalı piyasa sistemine sahip olan Moğolistan, 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından serbest piyasa ekonomisine geçmeye çalışmıştır. Moğol ekonomisi Sovyet sisteminin çökmesiyle büyük bir mali destekten mahrum kalmış, Sovyetlere bağımlı bir modelden müstakil bir serbest piyasa ekonomisine geçişte zorluklarla karşılaşmıştır. İlk aşamada yüksek enflasyon, işsizlik ve temel gıda maddelerinde yetersiz arz gibi akut problemlerle mücadele eden Moğolistan’a ABD, Japonya, Almanya ve Kanada finansal destek sağlamıştır. Moğol ekonomisi 1990’lı yılların ilk yarısındaki istikrarsız dönemin ardından 1996-2000 döneminde serbest piyasa ekonomisine geçişi sağlayan reformlar gerçekleştirmiş ve toparlanmaya başlamıştır.



1995’te %6, 1996-1999 döneminde ortalama %3,5 düzeyinde büyüme kaydeden Moğolistan, 1997’te Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmuştur. 1990’lı yılların sonunda Asya’daki ve Rusya’daki finansal krizden olumsuz etkilenen Moğol ekonomisinin 2000’li yıllarda daha yüksek oranlarda büyüdüğü gözlemlenmiştir. Moğolistan 2003-2008 döneminde %7-10 düzeyinde büyümüş, 2008’de küresel finansal krizden dolayı %1,3 oranından küçülürken 2009’dan itibaren tekrar yüksek büyüme rakamlarına ulaşmıştır. 2011 yılında %17,5’lik bir oran ile dünyada ekonomisi en çok büyüyen ülke haline gelen Moğolistan, 2012 yılında da %12 düzeyinde iki haneli büyüme oranı kaydetmiştir. Dünya Bankası, yer altı kaynaklarının ihracatından elde edilecek gelirlerdeki beklenen artıştan hareketle Moğolistan’ın 2013 yılında ise %22,9’luk bir büyüme kat edeceğini öngörmektedir.

Şekil 1: Yıllık Büyüme Trendi

Kaynak: Dünya Bankası


Moğolistan tarım, hayvancılık ve madenciliğe dayalı bir ekonomiye sahiptir. Tarıma elverişli toprakların oldukça sınırlı olduğu ve göçebe yaşam biçiminin hala sürdürüldüğü ülkede hayvancılık oldukça yaygındır. Dünya kaşmir arzının %30’unu sağlayan Moğolistan’da kaşmir ihracatı toplam ihracatının yaklaşık %7’sini oluşturmaktadır. Moğol ekonomisindeki yüksek büyüme oranları ise büyük ölçüde madencilik sektöründeki hareketliliğe bağlıdır. Bu nedenle hayvancılığa zarar veren doğal afetler ve maden fiyatlarındaki dalgalanmalar, Moğol ekonomisinde ödemeler dengesini ve büyüme grafiğini doğrudan etkilemektedir. Örneğin küresel finansal kriz nedeniyle 2008-2009 döneminde bakır fiyatlarının düşmesi ve 2009-2010 kış dönemindeki şiddetli kar fırtınasında (zud) çok sayıda hayvanın telef olmasıyla kaşmir üretimin azalması bütçe açığına ve ihracat rakamlarının düşmesine yol açmıştır. 

Moğolistan bakır, altın ve kömür gibi yer altı maden kaynaklarına sahiptir. Moğolistan’da 150 bin metrik ton uranyum rezervinin olduğu ileri sürülmektedir. Bu rezerv büyüklüğüyle Moğolistan, dünyada en fazla uranyuma sahip 8. ülke konumundadır. Moğol topraklarında yaklaşık 1000 ton altın (40 milyon ons), 35 milyon ton bakır ve 173 milyar ton kömür rezervi bulunduğu tahmin edilmektedir. Bakır, altın, çinko ve kömür madenlerinin ihracatı toplam ihracatın yaklaşık %70’ine tekabül etmektedir. Moğol ekonomisi başta Çin olmak üzere pek çok ülkeye ihraç edilen bu madenler sayesinde güçlenmektedir. 

Moğolistan’daki mevcut sanayi üretimi büyük ölçüde maden kaynaklarına bağlıdır ve yabancı yatırımlar madencilik sektöründe yoğunlaşmaktadır. Bu kapsamda keşfedilen yeni bakır, kömür ve uranyum yataklarının Moğolistan ekonomisine büyük katkı sağlayacağı değerlendirilmektedir. Oyu Tolgoy ve Tavan Tolgoy bölgelerinde bulunan yeni bakır, altın, uranyum, kömür ve florit rezervlerinin etkisiyle ülkedeki sanayi yatırımlarında belirgin bir artış gözlemlenmektedir. 2020 yılına gelindiğinde sadece Oyu Tolgoy bölgesindeki madenlerden elde edilecek gelirin milli gelirin yaklaşık %30’unu oluşturacağı tahmin edilmektedir. 

Şekil 2: Moğolistan’daki Yabancı Yatırımlar (2011-2012)

Kaynak: Foreign Investment And Foreign Trade Agency


Moğol ekonomisinde sektörel dağılıma bakıldığında hizmet sektörünün %51,6 düzeyinde ve ilk sırada yer aldığı, sanayi sektörünün %32.6’lık oranla ikinci sırada yer aldığını ve tarımın %15.8’lik oranla üçüncü sırada yer aldığı görülmektedir. İstihdamın sektörel dağılımına bakıldığında Moğolistan’da hizmet sektörünün %55 düzeyinde ve en büyük paya sahip olduğu, tarımın %33.5’lik bir düzeyle ikinci ve sanayinin %11.5’lik bir oranla üçüncü sırada yer aldığı gözlenmektedir. Ülkede 2011-2012 dönemindeki veriler esas alındığında işsizlik oranının %9 civarında seyrettiği, 2008’de küresel finansal krizin etkisiyle %30’a kadar çıkan enflasyonun ise mevcut verilere göre %15 düzeyinde olduğu müşahede edilmektedir.(2)

Moğolistan’ın dış ticaretine bakıldığında ithalatın ihracattan yüksek seyrettiği ve dış ticarette Çin ve Rusya’ya bağımlılık göze çarpmaktadır. Çin, Moğolistan’ın en büyük ticari ortağı konumundadır. Moğolistan’da toplam ihracatın %92’si Çin’e yapılmaktadır. Toplam ithalatın %40’ını ise Çin ürünleri oluşturmaktadır. Moğolistan’ın toplam ithalatında Çin’in ardından en büyük payı Rusya almış durumdadır. Enerji üretimi çok düşük olan Moğolistan, petrolün %90’ından fazlasını Rusya’dan ithal etmektedir. Moğolistan’ın bu nedenle petrolde Rusya’ya tamamen bağımlı olduğu ifade edilebilir.(3) Moğolistan’a Çin ve Rusya’nın ardından en çok ithalatı ABD ve Japonya’nın gerçekleştirdiği görülmektedir.

Şekil 3: Moğolistan'ın İhracat ve İthalatı (2011-2012)

Kaynak: AB Ticaret İstatistikleri


Moğolistan-Çin İlişkileri

Tarihi süreçte Doğu Asya toprakları Çin ve Moğol hanedanlıklarının mücadelelerine sahne olmuş ve bu iki topluluk farklı dönemlerde birbirine hâkim olmaya çalışmıştır. 1912 yılında Mançu Hanedanı’nın yıkılmasıyla birlikte yeni kurulan Çin devleti, Moğolistan’ı da sınırlarının içerisine almak istemiş ve bağımsızlık hareketinin filizlendiği Moğol topraklarını baskı altında tutmuştur. 1920’li yıllara kadar süren mücadeleler sırasında Rusya’daki sosyalist rejimden etkilenen Moğol liderler, Bolşeviklerin desteğiyle Çinlilere karşı bağımsızlığını kazanmıştır. Çin, Moğolistan’ın bağımsızlığını ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir süper güç olarak ortaya çıkan SSCB’nin baskısı ile 1946’da tanımıştır.(4) Çinli yetkililerin ifadeleri ve açıklamaları ise Pekin’in Soğuk Savaş döneminin sonlarına kadar Moğolistan’ın bağımsızlığını kabullenemediğini göstermektedir. 

Moğolistan ve Çin arasındaki 4,700 km’lik sınır, iki ülke arasında karşılıklı bağımlılığa yol açmakta, ikili ilişkilere stratejik önem kazandırmaktadır. Çin toprakları Moğolistan’ı güneybatısından doğusuna kadar çevrelemektedir. Moğolistan topraklarındaki seyrek nüfusa karşılık, Moğol sınır boyunca uzanan İç Moğolistan bölgesinde Çinli nüfus oldukça yoğundur.  Moğolistan kuzey ve güneydoğu Asya ülkeleriyle ticari ilişkilerini geliştirmeyi amaçlamakta, bu ülkelere ulaşabilmek için Çin’in hava ve kara sahasına ihtiyaç duymaktadır. Çin’in gerek Rusya gerekse Kazakistan’la sınırı bulunduğu için Moğolistan’ın coğrafi konumu Pekin nezdinde aynı düzeyde hayati değildir. Ancak Çin ana karasının merkezine yakın olan Moğolistan’daki gelişmeler Çin’i etkileyebilecek sonuçlar doğurabileceğinden Pekin yönetimini yakından ilgilendirmektedir.

Ulanbator, yakın geçmişin etkisi ve Çin’in mevcut ekonomik ve askeri gücü ve ülkedeki nüfuzundan dolayı Çin’den tehdit algılamaktadır. Çin’le ilişkiler söz konusu olduğunda bağımsızlık, Moğol karar mercileri için oldukça hassas bir konudur. İki ülke arasındaki güç asimetrisi ve Soğuk Savaş sonrası dönemde Moğolistan’ın Çin’e artan bağımlılığı Ulanbator’un bağımsızlık konusundaki kaygılarını canlı tutmaktadır. Moğolistan’ın Çin kaynaklı endişelerinde Pekin’in İç Moğolistan’daki Moğol azınlığa yönelik asimilasyon politikasının da etkisi olduğu değerlendirilmektedir. Çin’in nadir elementler açısından oldukça zengin olan İç Moğolistan bölgesindeki Moğol topluluğu, özellikle Kültür Devrimi sonrası dönemde asimilasyon politikalarına maruz kalmıştır. Pekin’in sistematik biçimde bu bölgeye milyonlarca Han Çinlisini yerleştirmesiyle Moğollar kendi bölgelerinde azınlık haline gelmiş durumdadır.  



Moğolistan-Çin ilişkilerinde Ulanbator’un üçüncü komşuluk stratejisi doğrultusunda Batılı ülkelerle geliştirdiği ilişkilerin niteliği önem arz etmektedir. Moğolistan’da güçlü bir ABD varlığı Çin’de çevrelenme psikolojisini tetikleyebilir. Çin’deki bu psikolojik dinamiği iyi analiz eden Moğol yöneticileri, Ulanbator’un tarafsızlık politikasını her defasında vurgulayarak Pekin’in tehdit algısını teskin etmeye çalışmaktadır. Çin’in Moğolistan üzerindeki çıkarları, Ulanbator’un tarafsızlığı üzerine kuruludur. Moğolistan’ın tarafsızlık politikasını Pekin lehine bozması bile, ABD ve Rusya’nın Çin üzerinde baskı kurması ve Pekin’den tehdit algılaması sonucunu doğurabilir. Pekin, böyle bir senaryonun Çin’in menfaatlerine de zarar verebilecek sonuçlar doğurabileceğini değerlendirmektedir. Tayvan meselesinde, Japonya ve Hindistan’la ilişkilerinde karşısında ABD’yi bulan Pekin, Moğolistan’da da Washington’la karşı karşıya gelmek istememektedir.(5)

Çin Halk Cumhuriyeti, hâlihazırda Moğolistan’ın en büyük ticari ortağı konumundadır. Çin aynı zamanda Moğolistan’daki en büyük yabancı yatırımcıdır. Çinli girişimcilerin yatırımları Moğolistan’daki yabancı yatırımların yaklaşık %50’sini oluşturmaktadır. Çin, Ulanbator’un serbest piyasa ekonomisine geçiş döneminde gerçekleştirdiği özelleştirme projelerini fırsata dönüştürmüş, Moğolistan’da çok sayıda yatırım başlatmıştır.(6) Daha çok maden kaynaklarına odaklanan Çin, Moğolistan’da yaklaşık 2,5 milyar dolar büyüklüğünde yatırıma sahiptir. Moğolistan’daki Gobi bölgesinin güneyinde bulunan 6 milyar metrik tonluk kömür rezervlerini işletmek isteyen Çin, bu doğrultuda büyük çaba sarf etmektedir. Gobi bölgesindeki rezervlerden çıkarılacak kömürün tüm Çin’in enerji ihtiyacını 3 yıl boyunca karşılayabilecek büyüklükte olduğu tahmin edilmektedir.

Çin’in Moğolistan üzerindeki ekonomik nüfuzu ve maden kaynakları üzerindeki etkinliği Moğol toplumunda tedirginliğe yol açmakta, Moğol karar mercilerini Çin’i dizginlemeye yönelik tedbirlere sevk etmektedir. Nitekim ülke ekonomisinin madenciliğe dayalı gelişmesi ve Çin’in bu sektördeki etkinliği son yıllarda Moğolistan’da bir kaynak milliyetçiliğinin yükselmesine neden olmuştur.(7) Moğol halkı maden kaynaklarının çıkarılması ve işletilmesini milli egemenlikle ilişkilendirmeye, bu sektördeki özelleştirme projelerine kuşku ile bakmaya başlamıştır. Moğol kamuoyunda yükselen kaynak milliyetçiliğinin meydana getirdiği atmosferde Moğol devleti özelleştirmelerde yerli yatırımcıya ayrıcalık tanıyan bir kanun çıkarmıştır. Bu kanunla özelleştirmelerde yabancı yatırımcılardan gelen tekliflerle Moğolistan merkezli yatırımcıların teklifleri farklı değerlendirilerek stratejik kaynakların dış yatırımcılardan korunması amaçlanmıştır. Söz konusu kanunla Moğolistan’ın Çin’in ilgi duyduğu Gobi bölgesini koruma altına almayı amaçladığı değerlendirilmektedir.

Tibet’in ruhani lideri Dalay Lama’nın 2002’de Moğolistan’ı ziyaret etmesi ile Ulanbator-Pekin arasında diplomatik bir kriz ortaya çıkmıştır. Bu diplomatik kriz, Çin’e ekonomik bağımlılığın muhtemel sonuçlarını göstermesi açısından önem arz etmektedir. Çin’in, Dalay Lama’nın ziyaretinin ardından ikili ticarette önemli bir vasıta olan demiryollarını 36 saatliğine kapatması Moğol ekonomisini sarsmıştır. Moğol yetkililer, bu girişimi sadece Moğol ekonomisine değil, egemenliğine de getirilmiş bir tehdit olarak algılamış, Çin’e bağımlılığın yönetilebilir bir düzeye çekilmesinin gerekliliğini idrak etmiştir. 2002’deki kriz sonrasında Çin’e olan bağımlılığın azaltılması böylece Moğol karar mercilerinin masasında duran en önemli konu haline gelmiştir. Son yıllarda Çin’den Moğolistan’a çalışmak amacıyla gelen işçilerin sayısının da 20 binlere ulaşması Moğol yetkililerin bu kaygısını canlı tutmaktadır. Ulanbator, Moğolistan’da artan Çinli işçi sayısına hem istihdam açısından hem de demografik açıdan tehdit nazarıyla bakmaktadır. 

Moğolistan’ın 1990’lardaki dış politika kavramı ve güvenlik stratejisi, Rusya’ya olan bağımlılığı azaltmak üzerine kuruluyken günümüzde kavram, Çin temelli yürütülmekte ve Ulusal Güvenlik Stratejisi bu kapsamda ele alınmaktadır. 2010 yılından beri uygulanan yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne göre hiçbir ülke Moğolistan’a gelen yabancı yatırımların 1/3’ünden fazlasına sahip olamayacaktır. Bu stratejinin Moğolistan’daki yabancı yatırımların %50’sini elinde bulunduran Çin’e yönelik geliştirildiği değerlendirilmektedir. 

Moğolistan-Rusya İlişkileri

Moğolistan, Çin’e karşı verdiği bağımsızlık mücadelesinde Bolşeviklerin sağladığı destekle muvaffak olmuştur. Sovyet Rusya’nın nüfuzu altında Çin’den bağımsızlığını kesinleştiren Moğolistan, İkinci Dünya Savaşı döneminde de SSCB’nin himayesine sığınarak Japon tehdidinden kurtulmuştur. Çin’e bağımsızlığını kabul ettirirken Sovyet sistemine bağımlı hale gelen Moğolistan, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve SSCB’nin dağılmasıyla serbest piyasa ekonomisine geçmeye ve çok yönlü bir dış politika geliştirmeye başlamıştır. Moğolistan-Rusya ilişkileri SSCB’nin dağıldığı dönemde durmuş olsa da müteakip dönemde yeniden canlanmıştır. Moskova, Ulanbator’un hala en yakın ve güvenilir dostu konumundadır. Moğolistan, Rusya’nın Çin ile gerçekleştirdiği ticarette koridor vazifesi görmektedir. İkili ticarette savunma sanayi ve enerji ön plandadır.

1990’ların başında Moğolistan-Rusya ilişkilerinde Moğolistan’ın SSCB’ye olan yaklaşık 17 milyar dolarlık borcu sebebiyle sorun yaşanmıştır. Ulanbator’un borçta indirime gidilmesini ve uzun vadeli bir taksitlendirme talep etmesi Rus yetkililer tarafından kabul edilmemiş, bu uyuşmazlık ikili ilişkilere olumsuz biçimde yansımıştır. Ancak Rusya’da Vladimir Putin’in iktidara gelmesiyle Moğolistan’ın borcu 11 milyar dolara indirilmiş ve vade uzatılmıştır. Putin dönemi ile birlikte canlanan ikili ilişkilerle eski müttefiklerin birbirine yaklaştığı, Moğolistan’ın Çin nüfuzunda ziyade Rusya ile ilişkilere daha olumlu baktığı gözlemlenmiştir. Moskova ABD’nin Avrupa-Atlantik güvenlik sistemini doğuya doğru genişletme girişimi çerçevesinde Moğolistan üzerinde de etki sahibi olmasını istememektedir. Ulanbator ise tamamen Çin’in nüfuzu altına girmeyi istememekte, dünya pazarlarına daha çok Rusya toprakları üzerinden açılmaya çalışmaktadır.   

Putin dönemiyle birlikte Moğolistan-Rusya arasında askeri işbirliğinin geliştiği görülmektedir. İki ülke, Rusya’nın Buryatya bölgesinde her yıl “Selenga” adı altında ortak askeri tatbikatlar gerçekleştirmektedir.  Moğol Savunma Bakanı Daşdemberel Bat-Erdene’nin Şubat 2013’te yaptığı Rusya ziyaretinde, iki ülke arasında yeni ortak askeri tatbikatlar planlanmıştır. Moğol Silahlı Kuvvetleri’nin envanterindeki uçak ve tank gibi platformlar, silah sistemleri ve askeri teçhizat büyük ölçüde Rus menşelidir. 2008’de imzalanan bir anlaşma ile Moğolistan askeri teçhizatının bakım ve onarımının 26 milyon dolar karşılığında Rusya tarafından yapılması kararlaştırılmıştır. Moğol askeri öğrenciler Rus harp akademilerinde eğitim görmektedir. Hâlihazırda 400’den fazla Moğol askeri öğrencisi, Yekaterinburg’daki Suvorov Harp Akademisi’nde modern harp eğitimi almaktadır.

Moğolistan-Rusya arasındaki ticari ilişkiler iki ülke için de önem arz etmektedir. Moğolistan’ın toplam ithalatının %32’sini Rus ürünleri oluşturmaktadır. Moğolistan, akaryakıt ihtiyacının %90’ını Rus Rostneft Şirketi’nden tedarik etmektedir. Rusya, Moğolistan’daki maden yataklarıyla, özellikle uranyum kaynaklarıyla ilgilenmektedir. Moğolların en büyük bakır üretim bölgesi Erdenet’in %49’u Ruslar tarafından işletilmektedir. Rus yatırımları Moğolistan genelindeki toplam yabancı yatırımların %2’sini oluşturmaktadır. Moğolistan ve Rusya’yı birbirine bağlayan demiryolları, iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin güçlenmesine imkân tanırken, Rusya’nın Çin pazarına, Moğolistan’ın ise dünya pazarlarına ulaşmasına hizmet etmektedir. Ülkedeki mevcut demiryolları vasıtasıyla Rusya’dan Çin’e yılda yaklaşık 10 milyon ton yük taşınmaktadır. Ulanbator ise 2005 yılında Moskova’yı stratejik ortak ilan ederek Rusya üzerinden Moğolistan’ı dünya piyasalarına açacak 7 milyar dolarlık demiryolu hamlesini başlatmıştır.(8)

Moğolistan’ın Üçüncü Komşuluk Stratejisi 

Moğol karar mercileri, Soğuk Savaş sonrası dönemde tarihi tecrübelerini ve jeopolitik gerçeklikleri göz önünde bulundurarak milli bağımsızlığın ancak Çin ve Rusya’ya olan bağımlılığı yönetilebilir bir düzeyde tutarak ve bu iki ülke dışındaki ülkelerle irtibata geçerek teminat altına alınabileceğini değerlendirmiştir. Moğol yetkililer, Çin ve Rusya dışındaki ülkelerle bu iki ülkeyi tahrik etmeyecek seviyede ve muhtevada ilişkiler tesis etmeye yönelmiş, bu yaklaşımı üçüncü komşuluk stratejisi ifadesi ile kavramsallaştırmıştır.(9) Üçüncü komşudan kasıt tek bir ülke değildir. Üçüncü komşu Çin ve Rusya dışındaki bütün ülkeleri kapsamaktadır. Moğolistan, bu strateji doğrultusunda başta ABD olmak üzere Kanada, Japonya, AB, Güney Kore ve Avustralya gibi ülkelerle, NATO ve AB gibi uluslararası teşkilatlarla ticari-diplomatik-askeri ilişkiler geliştirmeye özen göstermektedir. Japonya, Kanada, ABD ve Güney Kore aynı zamanda Moğolistan’ın sosyalist rejimden çıkma sürecinde bu ülkeye destek sağlayan ülkelerdir.

Moğolistan’ın ilişki tesis ettiği üçüncü komşular arasında ABD’nin öne çıktığı gözlemlenmektedir. Moğolistan bölgedeki rekabete güvenlik ortağı olarak gördüğü ABD’yi dâhil etmeye çalışmaktadır. İki ülke arasında 1994’te başlatılan küçük çaplı askeri tatbikatlar, günümüzde “Khan Quest” adıyla uluslararası bir boyut kazanmıştır. Tatbikata Rusya ve Çin gözlemci statüsünde katılmaktadır. ABD, eğitim desteği çerçevesinde Moğol askerlerine modern harp eğitimi de sağlamaktadır. Tüm eğitim ve tatbikatlarda Sovyetlerden kalan silah sistemlerini ve askeri teçhizatı kullanan Moğolistan, ABD’nin savunma sanayi teknolojisinden uzun dönemde faydalanmayı ve ABD menşeli silahlar kullanmayı planlamaktadır. Ancak Moğolistan’ın yaptığı tüm tatbikatların Çin ve Rusya’nın rızasına bağlı olduğu belirtilmelidir. İki ülkeden herhangi birisinin hava sahasını, demir yollarını veya limanlarını açmaması durumunda üçüncü ülkelerle ne tatbikatların ne de ticaretin gerçekleşmesi mümkündür. Coğrafi konumundan kaynaklanan sınırların farkında olan Moğolistan’ın bu nedenle üçüncü ülkelerle geliştirdiği ortaklıklarda iki güçlü komşusunun tepkisini çekmemeye ihtimam gösterdiği değerlendirilmektedir. 

Rusya ve Çin, ABD’nin Moğolistan’a olan ilgisinden, bu ülkedeki yatırımlarından ve ortaklaşa gerçekleştirilen askeri tatbikatlardan rahatsızlık duymaktadır. Nitekim Moğolistan, her ne kadar tarafsızlık politikasına ters düşse de, ABD’nin Irak işgali sürecinde 1000 kişilik bir askeri grup göndermiş ve ABD’nin yanında olduğunu göstermiştir. Ayrıca 2003 yılından bu yana Moğol kuvvetleri Afganistan’da varlığını devam ettirmektedir. Bu askeri katkılar karşılığında Washington, Moğolistan’a askeri yardım sözü vermiş ve hibeler göndermiştir. Nitekim Moğolistan, ABD’nin Doğu Asya-Pasifik Bölgesi’ne yönelik geliştirdiği stratejide önemli bir konuma sahiptir.(10) Bu önem Çin’in küresel düzeydeki etkisinin belirginleşmesiyle birlikte artmaktadır. ABD’nin Moğolistan medyasında da etkili olmaya başladığı görülmektedir. Moğolistan’da daha çok büyük şehirlerde yayın yapan ABD destekli Eagle TV, Amerika ve Hristiyanlık propagandası yapmaktadır. Bunun yanı sıra ABD hükümeti tarafından desteklenen Gobi Bussiness News, Moğolistan’da ücretsiz dağıtılmaktadır.(11)

Moğolistan’ın Kuzey Amerika’da Kanada ile güçlü ticari ilişkiler geliştirmiştir. Moğolistan’ın piyasa ekonomisine geçişiyle birlikte Ulanbator’la ilişkilerini geliştirerek sürdüren Kanada, Moğolistan’da ikinci büyük yabancı yatırımcı konumundadır. Kanadalı girişimcilerin Moğolistan’da yaklaşık 500 milyon dolarlık yatırımı bulunmaktadır. Özellikle Moğolistan’daki maden kaynaklarına ilgi duyan Kanadalı şirketler, kuzeydoğu Moğolistan’daki (Oyu Tolgoy) 2.500 hektarlık uranyum alanını işletmektedir.

Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (Kuzey Kore) ile Soğuk Savaş yıllarında iyi ilişkiler geliştiren Moğolistan’ın liberal ekonomiye geçmesi, Kuzey Kore ile ilişkilerine zarar verse de, ikili ilişkiler sürdürülmüştür. Açık piyasa sistemini benimsemesinin ardından Güney Kore ile ilişkilerini de yoğun olarak geliştiren ve böylece iki Kore ile de yakın ilişkilere sahip olan Moğolistan, bu iki devlet arasındaki barış görüşmelerinde arabulucu görevini üstlenmeye hazır olduğunu beyan etmektedir. Moğollar ile Kore yarımadasındaki toplum arasında kültürel yakınlık da bulunmaktadır. Kore toplumu soylarının Moğolistan’dan geldiğine inanmaktadır.

Moğolistan-Hindistan ikili ilişkileri gelişme kaydetmektedir. İkili ilişkiler ticari ilişkiler yanında savunma işbirliğini ihtiva etmeye ve stratejik bir boyut kazanmaya başlamıştır.  Ulanbator, Hindistan’ın 2011-2012 dönemi için BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine destek vermiştir. Moğolistan ve Hindistan münavebeli olarak iki ülkede ortak askeri tatbikatlar gerçekleştirmektedir. Hindistan ABD-Moğolistan arasında düzenli olarak icra edilen “Khan Quest” tatbikatlarının 2006’daki bölümüne dâhil edilmiştir. Çin’in iki ülke arasında gerçekleştirilen tatbikatlardan rahatsız olduğu belirtilmektedir. İkili askeri ilişkilerin kapsamının genişletilmesi durumunda Çin’de ABD öncülüğündeki devletler grubu tarafından çevrelendiği yönünde bir algı ortaya çıkabilir.

Moğol yönetimi nükleer silahlanmaya karşı yürütülen kampanyaların açık destekçisi konumundadır. Moğolistan, 1992’de kendisini Nükleer Silahlardan Arındırılmış Bölge olarak tanımlamıştır. Her iki sınırında da nükleere sahip süper güçler bulunurken Moğolistan’ın gerçekleştirdiği bu hamle güven verici niteliktedir. Böylece Moğolistan, hem bu iki gücün hem de Batı’nın desteğini almıştır.

Ulanbator yönetimi uluslararası teşkilatlarla ilişkilerini geliştirmek maksadıyla pek çok örgüte başvuruda bulunmuştur. Dünyanın en büyük açık piyasası olan Güneydoğu Asya Uluslar Birliği’ne (ASEAN+6) üye olmayı, zengin Güneydoğu Asya devletleri ile ilişkilerini geliştirmek adına önemli gören Moğolistan, bu doğrultuda adımlar atmakta ve Güney Asya ülkeleriyle ilişkilerini her alanda geliştirmeye çalışmaktadır. Diğer yandan Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği’ne (APEC) de katılım için başvuran Moğol yönetimi potansiyel aday konumunu devam ettirmektedir. Bunun yanı sıra Türkiye’nin diyalog içerisinde olduğu Şangay İşbirliği Örgütü’nü (ŞİÖ) yakından takip eden Ulanbator, bu örgütün içerisinde gözlemci statüsündedir. Moğolistan’ın, “terör, aşırılıkçılık, ayrılıkçılık” karşıtı işbirliği amaçlı kurulan ŞİÖ’de bulunması, Rusya ve Çin için olası bir Pan-Moğolizm ayaklanmalarının Ulanbator tarafından teşvik edilmemesi adına önemlidir. Pasifik Ekonomik İşbirliği Konseyi, Asya’da İşbirliği ve Güven Arttırıcı Önlemler Konferansı (AİGK), Asya Birliği, Doğu Asya Birliği gibi bölgesel örgütlerde de aktif rol üstlenen Moğolistan, milli menfaatlerini bölgedeki barış ve istikrarın devamında görmektedir.

Soğuk Savaş sonrası dönemde Ulanbator’un üçüncü komşuluk stratejisiyle dünyaya açılma sürecinde uluslararası ölçekte faal pek çok sivil toplum kuruluşu Moğolistan’da varlık göstermeye başlamıştır. Bu kuruluşlar arasında Asia Foundation, World Vision Mongolia, Soros Foundation, Save the Children, Amnesty International Mongolia, Good Neighbour Society Mongolia ve Catholic Church Mission yer almaktadır. Bu sivil toplum kuruluşları ekonomik kalkınma, eğitim, sağlık, tarım, çocuk suiistimallerine ve doğal afetlere karşı önlem gibi alanlarda faaliyette bulunmaktadır. Sosyalist rejimden sonra pek çok alanda yeniliğe giden Moğolistan’a özellikle eğitim konusunda sivil toplum aracılığıyla büyük yardımlar sağlanmıştır.(12) Ancak Moğol toplumu genelde Batı menşeli sivil toplum müesseselerinin ülkede misyonerlik yaptığını, gençler üzerinde etki kurmaya çalıştığını düşünmekte ve özellikle dini eğilimi bulunan kuruluşlara şüphe ile yaklaşmaktadır.(13)

Sonuç

Çin ve Rusya’ya bağımlılığa mecbur bırakan coğrafyası Moğolistan’ı bu iki ülke dışındaki üçüncü ülkelerle işbirliğini öngören bir dış politika stratejisi tasarlamaya sevk etmiştir. Moğolistan, Soğuk Savaş sonrası dönemde geliştirdiği ve uygulamaya başladığı üçüncü komşuluk stratejisiyle Çin ve Rusya dışındaki üçüncü ülkelerle güçlü ilişkiler tesis etmeye ve özellikle Çin’in ülkedeki nüfuzunu yönetilebilir bir düzeye çekmeye çalışmaktadır. Moğolistan’ın üçüncü komşuluk stratejisi doğrultusunda ABD başta olmak üzere Kanada, Güney Kore, Hindistan, Avustralya, Almanya ve Hollanda ile işbirliğine girdiği, bu ülkeleri yatırıma teşvik ettiği gözlemlenmektedir. Moğolistan, maden kaynaklarına dayalı gelişen ekonomisine Çin ve Rusya dışındaki yatırımcıların katkı sağlamasını ve Moğol ekonomisinin üçüncü komşularla entegrasyonunu amaçlamaktadır. Moğol karar mercileri böylece Moğolistan’ın gelecekte tamamen Çin’in nüfuzu altına girmesini önlemeyi, Çin’e bağımlılığı azaltmayı ve iki küresel güç arasında bağımsızlığını muhafaza etmeyi hedeflemektedir.


Son Notlar:

(1) Mongolian Ministry of Foreign Affairs, Mongolia’s Foreign Policy in the Political Field, 24.02.2011, (Erişim tarihi 19.10.2012), http://www.mfat.gov.mn/index.php?option=com_content&view=article&id=80%3Aii-&catid=36%3A2009-12-20-21-52-14&Itemid=55&lang=en.
(2) Dünya Bankası, Moğolistan Verileri, http://data.worldbank.org/country/mongolia (Erişim 26.02.2013).
(3) KPMG, Investment in Mongolia, 2012, s. 10-11
(4) Christopher P. Atwood, Encyclopedia of Mongolia and the Mongol Empire, (New York: Facts On File Inc., 2004), 377.
(5) Wang Peiran, “Mongolia’s Delicate Balancing Act,” China Security, 5/2, (World Security Institute 2009), 27.
(6) Morris Rossabi, Modern Mongolia: From Khans to Commissars to Capitalists, (Los Angeles: University of California Press, 2005), 244.
(7) Julian Dierkes, “Mongolia’s Evolving Foreing Investment Regime,” East Asia Forum, Ocak 2013.
(8) Dan Levin, “ Herkes Moğolistan’ın Madenlerine Gözünü Dikti ”, Sabah, 09.07.2012, (Erişim 24.10.2012), http://www.sabah.com.tr/NewYorkTimes/2012/07/09/herkes-mogolistanin-madenlerine-gozunu-dikti.
(9) “Üçüncü Komşuluk” stratejisi ilk defa 1990’da Moğolistan’ı ziyaret eden dönemin ABD Dışişleri Bakanı James Baker tarafından dile getirilmiştir. Bu konuşmada Baker, ABD’nin Moğolistan’ın üçüncü komşusu olduğunu belirtmiştir. Bkz. Alicia J. Campi, “U.S. Government Policies Towards Mongolia in the Last 20 Years”, Mongolian and Tibetan Affairs Commission, (Erişim 30.09.2012) http://www.mtac.gov.tw/mtac_quarterly/quarterly_c/7/1292551917.pdf, 89.
(10) Jeffrey Reeves, “Mongolia’s Evolving Security Strategy: Omni-enmeshment and Balance of Influence,” The Pacific Review, 25/5, (2012): 604.
(11) Morris Rossabi, a.g.e., 194.
(12) Morris Rossabi, a.g.e.,164.
(13) D. Byambajav, “NGOS in Mongolia: a Crucial Factor in Mongolian Society and Politics,” The Mongolian Journal of International Affairs, No. 13, (2006): 144.

***


20 Şubat 2017 Pazartesi

ENERJİ İHTİYACININ KARŞILANMASINDA YENİ YÖNTEM OLARAK KAYA GAZININ İNCELENMESİ



ENERJİ İHTİYACININ KARŞILANMASINDA YENİ YÖNTEM OLARAK KAYA GAZININ İNCELENMESİ 


   DOĞU AKDENİZ’DE ENERJİ DENKLEMİ VE OLASI YAN ETKİLERİ 
Muzaffer ÇALIŞKAN*1 
*Bartın Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi, Tesisat Teknolojisi ve İklimlendirme alanı öğretmeni, 74100 / BARTIN, greeneyes1674@hotmail.com, 05333628443 

Özet 

İnsanoğlu sanayi devrimini gerçeklestirdikten sonra ki dönemlerde enerjiye daha çok ihtiyaç duymustur. Bu enerji ihtiyacını petrolün bulunması ile karsılamıs, daha sonra ki yıllarda bu kervana doğalgazı da ortak ederek sanayi çarklarını döndürmüstür. 20.Yüzyılda dünya nüfusu hızla arttığından, daha fazla enerji ihtiyacı doğmustur. Dnsanoğlu yeni kaynak arayıslarına girmis ve bulunan kaynaklar, özellikle 21. yy da insanlığın ihtiyacını karsılayacak seviyede değildir. Öte yandan fosil yakıt rezervlerinin de azalması sonucu içinde bulunduğumuz yüzyılın sonlarına doğru dünyada bir enerji krizine isaret edilmektedir. Bu çalısmada, dünya enerji ihtiyacı, kaya gazının elde edilmesi, Dünya da ve ülkemizde ki kaya gazı rezervlerini, çıkarma esnasında olusacak olumsuz yönleri, gazın stratejik önemi hakkında bilgeler vermeyi amaçladım. 
Anahtar Kelimeler: Kaya gazı, stratejik önem, enerji krizi, birincil enerji, konveksiyonel olmayan enerji 

1.Giriş 

18. yüzyılda sanayi devriminin baslamasıyla enerjinin tahtına oturan kömür, 19. yüzyılın sonlarında yerini petrole bırakmıştır. Sanayi devrimi sürecinde enerjinin ekonomik önemi anlaşılmış ve 20. yüzyılda bunun yanında stratejik önemi de ortaya çıkmıstır. 20. yüzyılın sonlarında ise kullanım kolaylığı ve çevre dostu olması nedeniyle doğal gaz Petrolün tahtına yerleşmiştir. Ancak doğal gaz, kullanıcı ülkeleri büyük bir bağımlılığa ittiğinden bütün dünyada sorunlar yasanır olmustur. Önemli bir ekonomik ve siyasal güç haline gelen doğal gaz nedeniyle tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de enerji temininde yeni kaynak arayıslarına baslanmıştır. Potansiyel bakımından yerli kaynakların basında yer alan kömürde 
2005 yılında Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü tarafından baslatılan çalısmalar ile önemli rezerv artısları sağlanmıştır. Bu çalışmalar devam ederken derinlerde bulunan ve isletme güçlükleri söz konusu olan kömür yatakları için “kömürlerin gazlaştırılması” projeleri tartısılır olmustur. 

2.Dünyanın Enerji İhtiyacı 

Uluslararası Enerji Ajansı (International Energy Agency -IEA) tarafından yayımlanan istatistiklere göre toplam birincil enerji kaynakları arasında doğalgazın payı 1973 yılındaki %16 seviyesinden, 2010 yılında %21’e yükselmis olup, 2035 yılında %23’e ulasması beklenmektedir. 1973-2035 arasında toplam birincil enerji tüketiminin yaklasık 2,8 kat artmıs olacağı hesaba katıldığında, birincil enerji kaynağı olarak doğalgaz kullanımındaki artısın boyutu daha iyi anlasılmaktadır. Rakamlarla ifade etmek gerekirse, 1973’te 977 milyon TEP 
olan doğalgaz tüketimi, 2010 yılında 2,7 milyar TEP’e yükselmis olup 2035’te de 4,1 milyar TEP’e ulasması beklenmektedir (Tablo 1). 2010-2035 arasında toplam enerji talebinin birincil enerji kaynaklarına göre dağılımının olası seyri incelendiğinde ise, yenilenebilir kaynaklarla birlikte doğalgazın hızlı bir artıs kaydedeceği; diğer önemli fosil yakıtlar olan kömür ve petrol kullanımındaki artısın ise görece daha sınırlı kalacağı tahmin edilmektedir. Bu paralelde, önümüzdeki 20 yıllık dönemde doğalgaz, yenilenebilir enerji kaynakları ve nükleer enerjinin içindeki toplam payını artırması; kömür ve petrolün payının ise düsmesi beklenmektedir. 


Tablo 1. Dünya Birincil Enerji Kaynağı Talebinin Dağılımı 

(*)2 TEP / Ton Esdeğer Petrol (TOE / Tonne of Oil Equivalent): 1 ton ham petrolün içerdiği enerji miktarı olup farklı türde enerji kaynaklarının mukayesesini kolaylastırması amacıyla enerji istatistiklerinde ve hesaplamalarda kullanılan bir birimdir. Kaynak: IEA – World Energy Outlook 2012 

3. (Shale gas) Seyl Gazı 

Doğal gaz olarak bildiğimiz ve tanıdığımız metan gazı kömür, petrol ve doğal gazın ana bilesenidir. Kömür, petrol, doğal gaz gibi kaynaklar konvansiyonel enerji kaynakları olarak anılmaktadırlar. Son yıllarda ülkemizde kömür ve bitümlü seyl (oil shale) gibi isimlerle anılan yerli enerji kaynağı fosil yakıt arayısları sırasında seyl gazı (shale gas) gündeme gelmistir. Konvansiyonel olmayan enerji kaynakları sınıflamasında yer alan ve ülkemizde kaya gazı olarak da anılan seyl gazı, adını içinde bulunduğu kayaç türünden almaktadır. Kaya 
gazı, seyl (shale) adı verilen, kil ile kuvars ve kalsit minerallerinden olusan tortul kayacın küçük gözeneklerinde bulunan gazdır. Konvansiyonel olmayan enerji kaynakları içinde seyl gazı (shale gas) ile birlikte sıkı kumtası ve kömür kökenli gaz (coalbed methane) da yer almaktadır. Bütün dünyada petrol ve doğal gazdan kaynaklanan sıkıntılar, petrol ve doğal gaz olusturmus kayaların bünyesindeki gazın üretilebilirliğini gündeme getirmistir. Ancak bütün seyller, seyl gazı (kaya gazı) içermez. Bu kayaların belirli oranda organik madde içermesi ve yeterli olgunluğa ulasmıs olması gerekir. Petrol ve doğal gaz, olustuğu ana kayayı terk ederek farklı kayaçlar içerisine yerlesir. Ancak bu göç sırasında olusan petrol veya doğal gazın bir bölümü ana kayada kalır. Sözü edilen seyl gazı (kaya gazı) olustuğu ana kayayıterk etmeyen ve olustuğu kayacın gözeneklerinde kalan petrolden elde edilen gazdır. 20. yüzyılın 
ortalarından bu yana bilinen kaya gazının alternatif bir enerji kaynağı olarak gündeme gelmesinin ana nedeni, konvansiyonel doğal gazın stratejik öneminden dolayı dünyada yarattığı krizler yanında günümüzde seyl gazı elde edilmesinin geçmise göre daha ekonomik düzeyde yapılabilir olmasıdır. Ana kaya doğal haliyle geçirgen olmadığından gaz üretimine elverisli değildir. Bu kayacın öncelikle hapsettiği gazı serbest bırakacak duruma getirilmesi gerekmektedir. 

3.1. Dünyada (Shale) Seyl Gazı 

Seyl gazı (shale gas) kaynaklarının varlığı uzun yıllar öncesinden bilinmesine rağmen endüstriyel olarak düsünülmesi konvansiyonel doğal gaz sahalarındaki üretim düsüsleri ile petrol ve doğal gaz fiyatlarındaki yükselise bağlı olarak gelismistir. Bunların yanında özellikle son yıllarda petrol ve doğal gazın stratejik öneminin artması da rol oynamıstır. İlk seyl gazı üretimi, Amerika Birlesik Devletleri, New York eyaletinde 1821 yılında gerçeklestirilmis ve 1970 yılında endüstriyel ölçekte üretim sağlanmıstır. Konvansiyonel kaynakların maliyetleri nin göreceli olarak uygun olması nedeniyle seyl gazı üretimine devam edilmemis, ancak 2000’li yıllardan sonra ekonomik olması ve enerji ihtiyacı nedeniyle seyl gazı üretimi gerçeklesmistir. 2010 yılı sonu itibaren dünyada açılan toplam 15.467 kuyunun sadece on binde besi Kuzey Amerika dısında kazılmıstır. Bu olgu, seyl gazı üretim teknolojisinin Amerika kıtası dısında ne kadar yeni bir teknoloji olduğunu göstermektedir. Bu faaliyetler sonucunda, 2010 yılında Amerika Birlesik Devletleri’nde doğal gaz fiyatları % 35 
oranında düsmüs ve ülke doğal gaz ihraç edebilecek konuma ulasmıstır. 2009 yılı itibariyle, Kuzey Amerika kıtasında yedi bölgede, 146 trilyon m3 yerinde, üretilebilir düzeyde ise 20 trilyon m3 seyl gazı (shale gas) ve sıkı kumtası rezervi tespit edilmistir. ABD’de en yoğun çalısılan Teksas eyaletindeki Barnet seyllerinde 2010 yılı üretimi 51 milyar m3 olarak gerçeklesmistir Amerika’da 1996 yılında 8,5 milyar m3 seyl gazı üretimi yapılırken, bu miktar 2006 yılında 31 milyar m3 olarak gerçeklesmistir. Diğer bir deyimle 2006 yılında 
Amerika’nın toplam doğal gaz üretiminin %5,9 u seyl gazından sağlanmıstır. Yapılan kestirimler 2020 yılında Amerika’nın toplam doğal gaz üretiminin yarısının seyl gazından sağlanacağını göstermektedir. Konvansiyonel olmayan kaynakların belirlenmesine, dik arama kuyularında elde edilen verilerin değerlendirilmesi ile baslanmaktadır. Uzun soluklu bir çalısma dönemi sonunda gaz potansiyeline sahip olduğu belirlenen seviyelerde yatay sondajlar yapılmaktadır. Bu seviyelerde yüksek basınçlı % 99 oranında kum ve su karısımı kullanılarak dikey çatlaklar olusturulmakta ve petrol ve doğal gazın kuyuya akısı sağlanmaktadır. Potansiyeli belirlenen alanlarda tek bir noktadan 20-30 adet yatay kuyu açmak mümkün olabilmektedir. Konvansiyonel olmayan kaynakların aranması, üretime geçmesi ve ekonomiye kazandırılması sürecinde büyük ölçüde istihdam da sağlanmaktadır. 

Örneğin ABD’de Teksas eyaletinde bu amaçla yapılan çalısmalarda yaklasık 12.000 kisiye is imkânı sağlanmıstır. 

Günümüzde Avrupa’da herhangi bir ülkede seyl gazı üretimi yoktur. 

Norveç sirketi Stat oil, Amerika’da Marcellus Formasyonunda seyl gazı üretimi amacıyla ortaklık kurmus ve burada kazanacağı deneyimi Avrupa’da seyl gazı üretiminde kullanacağını belirtmistir. Benzer yaklasım ile Gazprom da girisimlerde bulunmustur. Exxon Mobil, Almanya’nın Asağı Saksonya bölgesinde 750.000 hektar genisliğinde bir bölgede 2009 yılında seyl gazı üretimi amacıyla çalısmalara baslamıstır. Yine Exxon Mobil Macaristan’da seyl gazı üretimi amacıyla 2009 yılında 5 kuyu tamamlamıstır. Cocono Phillips firması 
Polonya’da seyl gazı üretimine yönelik önemli çalısmaların tamamlandığını ve üretime geçileceğini belirtmistir. Shell Oil de Dsveç’te seyl gazı çalısmalarının yapılacağını bildirmistir. Dünyada genis alanlarda seyl gazı potansiyelinin varlığı tahmin edilmektedir. Henüz ABD dısında seyl gazı arama ve üretim faaliyetlerine yeni, yeni baslandığından gerçek potansiyel eski çalısmalara dayanan tahminlerin ötesine geçememektedir. Ancak; Rusya, Çin, Avustralya, Endonezya, Afrika, Orta Doğu, Güney Amerika, Ukrayna, Polonya, Hindistan, Kazakistan, Azerbaycan ve Türkiye gibi ülkelerin önemli seyl gazı potansiyeline sahip olduğu düşünülmektedir. 


3.2.Türkiye’de Seyl Gazı 

Ülkemizde seyl gazı potansiyeline sahip alanların basında Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Trakya Bölgesi yer almaktadır (Resim 1). Her iki bölgede tahmin edilen yerinde seyl ve sıkı kumtaslarında yer alan gaz rezervi 13 trilyon m3 tür. Bu rezervin üretilebilir miktarının ise, ABD’deki kurtarım oranları dikkate alınarak bir hesaplama yapıldığında 1.8 trilyon m3 civarında olduğu tahmin edilmektedir 


HARİTA;
Resim -1 Türkiye’nin önemli seyl gazı potansiyel alanları. Kaynak (EIA: International Energy Agency ) 

Ülkemizde 2011 yılı doğal gaz tüketiminin 43.8 milyar m3 olduğu düsünülürse bu rezervin bugünkü tüketim miktarı ile ülkemizin 40 yıllık ihtiyacını karsılayacak düzeyde olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunların dısında Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi, Toroslar ve Tuz Gölü civarı potansiyel alanlar olarak gösterilmektedir (TPJD)* 
*( TPJD: Türkiye petrol jeologları derneği) 

4. Kaya Gazının Elde Edilme Yöntemleri 
Kaya gazı çıkartmak için kullanılan yöntemler ve teknolojiler, sirketlerin uygun sekilde çalısmaları ve bu alanda deneyimin artmasıyla sürekli değismektedir. Ancak genel hatlarıyla bir kaya gazı çıkartma operasyonunun baslıca asamaları asağıda belirtilmistir. 


A-Jeolojik ve sismik arastırmalar: 
Sismik arastırma metotları kullanılarak yeraltı jeolojik olusumların üç boyutlu haritalarının çıkartılması. Uygun seyl gazı rezervlerinin derinlik ve kalınlık bilgilerinin derlenerek, azami verim elde edilebilmesi için gerekli kuyu sayılarının ve bunların lokasyonlarının belirlenmesi. 

B-Platform insası: 
Belirlenen lokasyonlarda kuyu açma donanımlarının kurulması. 

C-Dikey sondaj: 
Gaz ve petrol çıkartılacak kaya tabakasının derinliğine inene kadar dikey sondaj yapılması ve güvenlik amacıyla kuyuya çelik ve beton kaplamalar yapılması. 

D-Yatay sondaj: 
Seyl tabakası içinde, kaya formasyonuyla temas alanının artırılması amacıyla 2–3 kilometreye kadar yatay sondaj yapılması. 

E-Perforasyon: 
Yatay sondaj kuyusunun beton kaplamasında belirli aralıklarla küçük patlayıcılar kullanılarak delikler açılması. 

F-Çatlatma: 
Akıskanlığı özel formüllerle ayarlanmıs su/kum karısımının perfore edilen kuyudan kayanın içine basınçla pompalanması yöntemiyle kayada hidrokarbonların sızabileceği çatlaklar olusturulması. 

G-Atıkların yönetimi: 
Çatlatmak için kullanılan sıvının yeryüzüne dönen kısmının sonradan yeniden kullanılmak üzere biriktirilmesi veya arıtılarak kanalizasyona verilmesi. 

H-Üretim: 

Kuyu açma ekipmanlarının sökülerek yerine çıkan hidrokarbonların toplanması ve nakliyesi için gerekli donanımın kurulması 

Kaya gazı üretim maliyetleri sermaye, isletme, nakliye maliyetleri ile vergi ve imtiyaz paylarından olusmakta olup ülkeye, coğrafyaya ve operasyonun büyüklüğüne göre çesitlilik göstermektedir. Sermaye maliyetleri temelde arama ve gelistirme maliyetlerini içermekte ve büyük bölümü kuyuların insasına iliskin olmaktadır. İsletme maliyetleri üretim faaliyetinin kendisinden kaynaklanan değisken maliyetlerdir. Nakliye maliyetleri ise daha çok gazın satılacağı pazarlara uzaklıkla ilgilidir. 

Vergi ve imtiyaz payları ülke ve bölgelere göre değisiklik göstermektedir. Genelde altyapının daha zayıf ve coğrafi kosulların daha zorlu olduğu, dolayısıyla maliyetlerin yükseldiği ülkeler, daha serbest bir vergi ve imtiyaz rejimi uygulayarak yatırımcıları çekmeye çalısmaktadır. Seyl gazı kuyularından elde edilmesi beklenen toplam gazın yaklasık %25’i üretimin ilk yılı içinde, %50’si de ilk 4 yılda çıkartılmaktadır. Bu durum maliyet-getiri hesaplamalarında iskonto oranlarından çok kuyunun insa maliyeti ile elde edilecek toplam gaz 
miktarından sağlanacak getiriyi öne çıkarmaktadır. Üretim gerçeklestirilmesi düsünülen bölgeye özgü maliyet bilesenleri ve çıkartılabilecek gaz miktarı birlikte değerlendirildiğinde, operasyonun reel bir getiri sağlaması için piyasada doğalgazın fiyatının ne olması gerektiğine iliskin bir basa bas noktası belirtilmis tir. Seyl tabakasının derinliğine, yatay sondaj uzunluğuna ve diğer faktörlere göre değismekle birlikte, ABD’de bir kaya gazı kuyusunun maliyeti 4-10 milyon USD arasında değismektedir. Kuyu basına elde edilebilen doğalgaz miktarı ise 8 ila 300 milyon m3 arasında olabilmekle birlikte orta derinlikteki kuyularda ortalama 30 milyon m3 civarındadır. Yaklasık bir hesaplamayla 5 milyon USD’ ye mal olan ve 30 milyon m3 gaz elde edilebilecek bir kuyunun ekonomik olarak anlamlı olması için piyasada doğalgaz fiyatının 5 USD/M Btu’nun üzerinde olması gerekmektedir. 

5. Riskler ve çevresel faktörler 

Kaya gazı üretiminde yatırımcılar açısından temel riskleri rezerv hesaplamalarında yapılabilen hatalar ve buna bağlı olarak üretimin beklenen seviyelere ulasmaması olusturmaktadır. Hidrokarbon içeren seyl biçim lenimlerinin eldeki teknolojilerin kullanımıyla ne kadar süreyle ne kadar gaz elde edilebileceğine iliskin hesaplamalar, halen ciddi hata payları içerebilmektedir. Bu nedenle rezerv büyüklükleri yıllar içinde asağı veya yukarı yönde güncellenebilmektedir. Sismik ölçüm ve arastırma teknolojilerinin sürekli gelismesi, ayrıca üretim amaçlı kuyuların sayısının artmasıyla birlikte jeolojik verilerin doğruluğunun zaman içinde artması beklenmektedir. Açılan kuyulardan ne kadar süreyle gaz elde edilebileceğine iliskin varsayımlar da halen üretimini sürdüren çok sayıda kuyudan derlenen istatistik ve teknik verilerin artısıyla birlikte daha az hata payıyla yapılabilecektir. Öte yandan üretim gerçeklestiren firmalar da kullandıkları sondaj ve hidrolik çatlatma tekniklerini sürekli olarak gelistirmeye çalısmakta olup bu durum da kuyu basına verimliliğin artmasına ve maliyetlerin 
kontrol edilmesine katkıda bulunmaktadır. Çevresel tahribat ihtimali ile ilgili kaya gazı endüstrisine yöneltilen baslıca elestiriler ise su sekildedir: 

* Hidrolik çatlatmada kullanılan sıvı, yeraltı su kaynaklarını kirletebilecek tehlikeli kimyasal maddeler içermektedir. 
* Kuyuların çelik ve beton kaplamalarının düzgün yapılmaması, yeraltı suyuna gaz karısmasına neden olmaktadır. 
* Gazın yeryüzüne çıkartılması esnasında yasanabilecek doğalgaz kaçakları, karbondioksitten çok daha fazla sera gazı etkisi içeren metanın atmosfere salınmasına neden olmaktadır. 
* Hidrolik çatlatma sonrasında yüzeye dönen atık sular, tuz ve radyoaktif maddelerle kirlenmis durumda olup yer üstü su kaynakları ve doğal yasam için zararlı olabilecektir. 
* Kullanılan yüksek miktarda su, kıt su kaynaklarını da tüketmektedir. 

Hidrolik çatlatmada kullanılan sıvılarla ilgili elestiriler ise 2000’li yılların basında kaya gazı üreticilerinin kendi teknolojilerini ticari açıdan korumak amacıyla sıvı formülünü açıklamaktan kaçınması nedeniyle yoğunlasmıstır. Kamusal otoritelerin baskısı ve düzenlemeler sonucu bu durum ortadan kaldırılmıs olup üreticiler, kullanılan kimyasal maddeler konusunda daha seffaf davranmaya baslamıstır. Günümüzde hidrolik çatlatma için kullanılan sıvı yaklasık %94 su, %5 kum ve %1’e yakın oranlarda sürtünme azaltıcı, anti mikrobiyal ile artık birikmesini önleyici kimyasallar içermektedir. Kullanılan kimyasallar polikrilamid, bromin, metanol, naftalin, hidroklorik asit, etilen glikol, bütanol vb. maddeler 
olup bu kimyasallar seyreltilmis halde olduklarından içme sularına karısmaları halinde bile zararsız olacağı ifade edilmektedir. Öte yandan, hidrolik çatlatma sıvılarının doğrudan çatlaklar yoluyla yeraltı su kaynaklarına karısma ihtimali çok düsüktür. 

Zira yeraltı su tablaları yerin en fazla 300 metre derininde bulunmakta olup hidrolik çatlatma yapılan seyl olusumları yerin en az 2.500 metre altında gerçeklestirilmektedir. 
Yatay sondaj boyunca olusan çatlaklar yukarı doğru dikey olarak en fazla 200 metre uzanmakta olup en sığ derinlikteki hidrolik çatlatma operasyonlarında bile yeraltı su kaynakları ile çatlakların en üst noktası arasında 1-2 kilometre kalınlığında geçirimsiz kaya tabakaları bulunmaktadır. 

Çatlatma sıvılarının su kaynaklarına karısması ancak hatalı kazılan veya kaplaması düzgün yapılmayan kuyularda meydana gelen kazalar sonucu mümkündür. Aynı sekilde yeryüzüne çıkartılan gazın belli oranlarda atmosfere sızması da kuyuların ve ekipmanların iyi tasarlanmaması halinde veya yanlıs teknik uygulamalar sonucunda mümkündür. Doğası gereği üretici firmaların da çıkarına olmayan bu gibi tehlikelerin önüne geçmek için düzenleyici otoritelerin ve endüstrinin birlikte hareket etmesi ve tüm teknik yönergelere hassas iyetle uyulduğunun çok iyi denetlenmesi gerekmektedir. Her ne kadar hatalar ihtimal dâhilinde olsa da bugüne kadar birçok eyalette çok sayıda testin gerçek lestirildiği ABD’de yeraltı su kaynaklarının kaya gazı çıkartma faaliyetlerine bağlı olarak kirlendiğine iliskin bir bulgu ortaya konmamıstır. Benzer sekilde kuyulardan yeraltı sularına doğalgaz karısması da düzgün yapılan uygulamalarda çok düsük bir ihtimal olarak değerlendirilmektedir. Simdiye kadar yeraltı sularına gaz karıstığı iddiasıyla incelenen birçok olayda, sularda bulunan gazın, su kaynaklarının içinden geçtiği kömür yataklarına bağlı biyojenik gaz olduğu ve kaya gazı faaliyetleriyle ilgisi bulunmadığı ortaya çıkmıs olup yalnızca Pennsylvania’da hatalı bir kuyuda meydana gelen bir kazadan dolayı içme sularına doğalgaz karıstığı belirlenmistir. 

ABD’de yılda 15 binin üzerinde kuyu açıldığı ve aktif halde on binlerce kuyu bulunduğu hesaba katıldığında bu tip risklerin oldukça düsük olduğu değerlendirilmektedir. Hidrolik çatlatma amacıyla kuyulara pompalanan suyun yaklasık üçte biri yeryüzüne geri dönmektedir. Bu suyun sızmalara karsı güçlendirilmis havuzlarda toplanması gerekmektedir. Havuzlarda biriktirilen su, ya yeniden çatlatma sıvısı olarak kullanılmakta, ya da arıtılarak kanalizasyona verilmektedir. Hidrolik çatlatma suyuna iliskin arıtma faaliyeti baska herhangi bir endüstriyel faaliyet sonucu ortaya çıkan atık su arıtma süreçlerinden farklı olmayıp, sonucunda ortaya çıkan arıtılmıs atık suyun doğaya zararlı olmadığı ifade edilmektedir. Kaya gazı üretiminde kuyu basına 4 bin ila 18 bin m3 su kullanılmaktadır. Kaya gazı üretim faaliyetleri için büyük miktarlarda su kullanımının gerekli olduğu kuskusuz olmakla birlikte, kentsel kullanım dâhil olmak üzere diğer endüstrilerdeki su kullanımı ile kıyaslandığında, doğalgaz üretiminin tek basına su kaynaklarının asırı tüketilmesine neden olabilecek bir faaliyet ölçeği yaratmadığı 
ortaya çıkmaktadır. 

6. Sonuçların Tartısılması 

1-Enerji baslığı, tüm ülkeler açısından ekonomik ve siyasi boyutlarıyla hayati önemdedir. İster genis kaynaklara sahip olsun, ister enerjide dısa bağımlı olsun; basta fosil yakıtlar olmak üzere enerji üretimi ve ticaretinde zincirin neresinde yer aldıkları, ülkelerin ekonomilerini ve siyasetlerini doğrudan etkileyebilmekte dir. Bu nedenle enerji kaynaklarına düsük maliyetle, kesintisiz ve yeterli erisim olarak tanımlanabilecek enerji güvenliğinin sağlanması, her ülke için bir zorunluluk olarak değerlendirilmektedir. 

2-Küresel ısınmayla mücadele ve sürdürülebilirlik bağlamında yenilenebilir enerji kaynaklarının giderek daha fazla gündeme gelmesine rağmen halen küresel enerji talebinin büyük bölümü fosil yakıtlarla karsılanmaktadır. Gelecek yıllarda paylarının azalması beklenmekte birlikte, 2035 itibarıyla toplam enerji ihtiyacının %75’inin hidrokarbonlardan karsılanacağı tahmin edilmektedir. Petrol, kömür ve geleneksel doğalgaz kaynaklarının ülkelere dağılımı, bu kaynaklardan gerçeklestirilen üretim ve enerji kaynaklarının ticareti, aynı zamanda jeopolitik bir denklemi tanımlamaktadır. Bu çerçevede kaya gazıyla ilgili gelismeler, enerji kaynaklarının dağılımı, üretimi ve ticaretinde önemli değisikliklere neden 
olma potansiyeli dolayısıyla söz konusu jeopolitik denklemde de değisiklikleri gündeme getirebilecektir. 

3-Geçtiğimiz on yılda ABD’de yaygın bir sekilde üretilmeye baslanan kaya gazı, benzer jeolojik özelliklere ve kaya gazı rezervlerine sahip olan diğer bölgelerde de alternatif bir doğalgaz kaynağı olarak tartısılmaya baslanmıstır. Özellikle mevcut durumda enerjide net ithalatçı konumunda olan ülkeler açısından bu rezervlerin değerlendirilmesi önemli avantajlar sağlayabilecektir. Kaya gazı üretiminin küresel ölçekte artması, doğalgaz ticaretinin de farklılasmasına neden olabilecektir. 

4-Enerji ihtiyacının önemli bir bölümünü doğalgazdan karsılayan ve doğalgazın tamamına yakınını ithal eden Türkiye için de, sahip olduğu kaya gazı rezervleri nin değerlendirilmesi önem tasımaktadır. Mevcut en güncel incelemeye göre Türkiye’nin çıkarılabilir kaya gazı rezervleri yaklasık 424 milyar m3 olup, bu rakam ülkemizin yaklasık 10 yıllık doğalgaz ihtiyacına karsılık gelmektedir. Öte yandan yeni sismik çalısmalarla elde edilecek verilerle birlikte Türkiye’nin rezervlerinin de artabileceği ifade edilmektedir. Henüz baslangıç asamasında olmakla birlikte Türkiye’de kaya gazı üretimi için çalısmalar baslamıs durumdadır. TPAO ile anlasma yapan firmaların yanı sıra TPAO’nun da kendi sahalarında üretim için çalısma yürüttüğü belirtilmektedir. 

5-Gerek dünya doğalgaz piyasasında yasanması muhtemel değisim, gerekse Türkiye’deki potansiyelin hayata geçirilme süreci çerçevesinde kaya gazı üretimi ile ilgili gelismelerin önümüzdeki dönemde ülkemizin enerji gündeminin ilk sıralarında yer alması beklenmektedir. Yatırımların yaygınlasması ve artan miktarlarda üretime baslanabilmesi durumunda kaya gazı kaynaklarının, enerji güvenliğinin sağlanması açısından Türkiye’nin elini güçlendireceği değerlendirilmektedir. 

6-Gaz içeren seyl tabakalarında hidrolik çatlatma yöntemiyle olusturulan çatlaklardan sağlanan gaz miktarında her bir kuyudan 20-30 yıl üretim yapılabilecek teknolojiye 
ulasılmıstır. 

7-Seyl gazı üretiminde önemli birikime ve teknolojiye sahip olan Amerika’nın aynı zamanda büyük seyl gazı potansiyeline sahip olması dünyada enerji dengelerini etkilemistir. 

8-Amerika ve Kanada’nın seyl gazı üretimini artırması, konvansiyonel doğal gaz üretimi yaparak dünyada söz sahibi olan ülkelerin durumunu değistirecektir. 

9-Seyl gazı potansiyeli konusunda Amerika ve Kanada dısında yeterli bilgiler bulunmamaktadır ancak önümüzdeki bes yıl içinde tüm dünyada yeni rezervler 
belirleneceğinden küresel enerji denklemi değisecektir. 

10-Bugünkü potansiyelleri dikkate alındığında Polonya, Almanya, İsveç, Fransa, Çin ve Hindistan’da önemli rezervler beklenmektedir. 

11-Amerika’dan sonra Avrupa, Çin ve Hindistan’da da üretime geçilmesi ile doğal gaz arz kaynaklarında büyük artıs olacağı ve dolayısıyla doğal gaz fiyatlarının düseceği 
öngörülmektedir. 

12-Çin’in önemli seyl gazı potansiyeline sahip olması, ülkede doğal gaz kullanımının artması ile atmosfere salınan karbon emisyonlarının azalmasına neden olacaktır. 

13-Bu olgu dikkate alınarak Amerika ile Çin arasında bir mutabakat imzalanmıs ve Çin’e seyl gazı üretimi konusunda her türlü teknik desteğin verileceği taahhüdünde 
bulunulmustur. 

14-Günümüzde sahip oldukları zengin doğal gaz yatakları nedeniyle uluslar arası iliskilerde yasanan dayatmalar seçeneklerin artması ile azalacaktır. 


KAYNAKÇA ;

Tek yazarlı makaleler 
[1] Bahtiyar, D. (2013) “Is Shale Gas & Oil an Opportunity for Turkey and Investors”, Türkiye Uluslararası Seyl Gaz ve Petrol Konferansı, 20-21 Şubat 2013 
[2] Muzaffer, Ç. (2012) Yayımlanmamıs ders notları, Türkiye ve dünyada kaya gazının elde edilmesi ve diğer yakıtlarla ısıl değer olarak karsılastırılması 
[3] Muzaffer, Ç (2011 -2013) Uzak Asya, Orta doğunun yerini tutabilir mi? Enerji dengeleri konulu makale. 

İnternet siteleri 

[1] Enerji Enstitüsü, http://enerjienstitusu.com Arsiv dokümanı 
[1] International Energy Agency (2012),“Golden Rules for a Golden Age of Gas” 
[2] International Energy Agency (2012), “Key World Energy Statistics” 
[3] International Energy Agency (2012), “World Energy Outlook 2012” 


***