KADDAFİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KADDAFİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ekim 2017 Perşembe

ORTA DOĞUDA DARBELER TARİHİ BÖLÜM 5

ORTA DOĞUDA DARBELER TARİHİ BÖLÜM 5



1969 LİBYA ASKERİ DARBESİ 




Şükrü ÇILDIR 
Araştırma Görevlisi / Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 
ORSAM DOSYASI

1963 yılında orduya katılan Kaddafi ve arkadaşları kendilerine Hür Subaylar Hareketi adını vererek darbede rol alacak Devrim Komuta Konseyi’nin küçük bir nüvesini oluşturdular. 3 arkadaş olarak başlattıkları bu hareketi mümkün olduğunca ordu içerisinde genişletmeye çalıştılar. 
1969 yılına gelindiğinde darbe için yeterli sayıya ulaştığını düşünen Kaddafi harekete geçmek için uygun zamanı bekledi. 

Libya, Kral Seyyid İdris önderliğinde Trablusgarp, Sirenayka ve Fizan isimli üç bölgenin birleşerek 1951 yılında bağımsızlığını kazanmış, federal yapıya sahip, anayasal monarşi ile yönetilen bir krallıktı. 1 Eylül 1969 tarihine gelindiğinde 27 yaşında genç bir subay olan Muammer Kaddafi önderliğindeki silahlı kuvvetler, Libya Kralı Seyyid İdris’e karşı askeri darbe gerçekleştirmiştir. Bu yazı, Libya tarihinin en önemli kırılma anlarından biri olan 1969 darbesinin nasıl meydana geldiği, darbe sürecini tetikleyen siyasal ve toplumsal gelişmelerin neler olduğu ve darbe sonra sında Libya’da meydana gelen bazı önemli değişimleri 
analiz edecektir. 

Dünya’nın değişik coğrafyalarında meydana gelen darbe girişimleri gibi, 1969 Libya askeri darbesi de önceden meydana gelen birtakım siyasal ve toplumsal 
gelişmeler tarafından tetiklenmiştir. Bunlardan ilki, 1952 yılında yapılan parlamento seçimleridir. Bu se çimlerin en popüler partilerinden biri olan, federalizm yerine üniter devlet yapılanmasını savunan ve dolayısıyla krallık rejimi tarafından da tehdit olarak algılanan Milli Kongre Partisi, seçimlerde hile yapıldığını iddia etmişti. Bunun üzerine halk ayaklanmış, kral ve hükümete karşı geniş çaplı gösteriler düzenlenmiştir. Bu olayların ardından krallık yönetimi gösterileri yasaklamış, medyayı sansürlemiş ve siyasi partileri yasa dışı ilan ederek muhalefeti sindirmiştir. Bunun neticesinde, devlet yönetimi belli birkaç ailenin ve kabilenin kontrolüne girmiştir. 

Ayrıca Libya bağımsızlığını kazandığından itibaren yerel/federe yönetimler ile federal yönetim arasında yaşanan sorunlar da ülkeyi yönetilemez hale getirmişti. Bu yüzden, 1963 yılında krallık federal yapının yerine, tek merkezi hükümete bağlı üniterdevlet yapılanmasına geçmiştir. Ülkenin üniter yapıya kavuşması teorik olarak her ne kadar yeni kurulmuş bir devletin birliğini ve bütünlüğünü sağlayacağı, yönetimi kolaylaştıracağı ve daha işlevsel hale getireceği 
gibi beklentiler ortaya çıkarmışsa da, pratikte küçük bir grubun tekeline giren yönetim, kayırmacılık, rüşvet ve yolsuzluk gibi birtakım problemleri de beraberinde getirmiştir. 

Bunlarla birlikte krallık rejiminin dış politika uygulamaları da halkın ciddi tepkisini çekmiştir. İtalya gibi emperyalist bir güce karşı on yıllardır direnen 
Libya halkı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa ve İngiltere himayesini reddetmiş ve bağımsızlığı kazanmıştır. Bu tarihsel tecrübe Batılı ülkelere karşı halkın önyargısını beslemiş, ancak Kral İdris yönetiminin özellikle bağımsızlığın ilk on yılında Batı eğilimli bir dış politika anlayışını benimsemesine engel olama-
mıştır. Yeraltı kaynaklarından yoksun, toprakların yaklaşık %90’ının çöllerle kaplı olması, yaklaşık 1 milyonluk nüfusun büyük çoğunluğunun geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlaması gibi faktörler, Libya için Batılı ülkelerin desteğini zorunlu kılmıştır. Bu da Kral İdris yönetiminin 1950-1960 yılları arasında 
İngiltere, Fransa, ABD ve İtalya ile çeşitli anlaşmalar imzalanmasına ve karşılığında ekonomik yardımlar almasına neden olmuştur. 

Bununla birlikte, Libya devlet sisteminin tesisinde Mısır model alınmıştı. Arap milliyetçiliğinin arttığı bir dönemde Mısır’dan eğitim müfredatı, kitaplar ve 
öğretmenler getirilmiş, bu ülkeye öğrenciler gönderilmiştir ve Kahire’de yayın yapan radyo ve gazetelere kolay erişim sağlanabilmekteydi. O dönemde Mısır 
Devlet Başkanı Nasır’ın portreleri en az Kralı İdris’in portreleri kadar Libya’da yaygındı. Tüm bunlar 1956 Süveyş Kanalı Krizi, 1964 Kahire’de düzenlenen Libya kralının katılmadığı liderler toplantısı ve son olarak 1967 Arap-İsrail Savaşı sırasında Libya kamuoyunun Mısır’ın etkisi altında kalması, mevcut yönetime karşı Libya halkının ayaklanmasına sebep olmuştur. 




Tüm bunların yanında, 1959 yılından itibaren Libya’da petrol kaynakları işlenmeye başlamış ve ülkenin petrol geliri giderek artmıştır. Ülkenin bağımsızlığını kazandığı 1951 yılında kişi başına düşen milli gelir 35 dolar civarındayken, 1969 yılına gelindiğinde bu rakam petrol gelirleri sayesinde 2000 dolara yükselmiştir. Libya için petrolün önemli bir gelir kaynağı olarak ortaya çıkması, Batılı ülkelere karşı bağımlılığı azaltmamış bilakis artırmıştır. Bunun da en önemli nedeni, Libya’nın petrolü işleyecek teknik kapasiteden yoksun olmasıdır. Ayrıca, petrolden elde edilen gelirler üst kademe yöneticilerin insafına bırakılarak, maalesef ülkenin iktisadi ve beşeri altyapısının geliştirilmesinde 
yeterince kullanılamamıştır. Tüm bunlara rağmen halkın refah seviyesi göreceli olarak iyileşmiş, bu da halkın siyasi beklentilerinin artmasına ve Kral İdris’in 
muhafazakâr siyaset anlayışının sorgulanmasına sebep olmuştur. Aynı zamanda toplumun zengin ve fakir kesimleri arasında artan gelir dağılımı adaletsizliği 
toplumsal tepkileri daha da körüklemiştir. Tüm bu unsurların bir araya gelerek toplumun fay hatlarında biriktirdiği enerji 1 Eylül 1969 tarihinde Libya’da siyasal 
deprem meydana getirmiş ve krallık rejiminin bir askeri darbe sonucu yıkılmasına neden olmuştur. 

Darbenin en önemli aktörü şüphesiz Muammer Kaddafi’dir. Kaddafi, Sirte şehri yakınlarında yaşayan bedevi bir ailenin çocuğu olarak 1942 yılında dünyaya 
gelmiştir. Rol modeli Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır gibi o da Arap milliyetçisi bir askerdi ve Mısır devriminden esinlenerek Libya’da da benzer 
bir devrimin olmasını savunuyordu. Kendi ifadesine göre, ortaokul yıllarından beri yakın arkadaşlarını bu uğurda gizlice örgütleyen Kaddafi, ülkenin geri kalmışlığının ve zayıflığının en önemli müsebbiplerinden birinin krallık rejimi olduğunu iddia ediyordu. Yapmayı planladıkları devrimin en iyi ve kestirme yolunun askeriyeye girmekten geçtiğine inandılar. 1963 yılında orduya katılan Kaddafi ve arkadaşları kendilerine Hür Subaylar Hareketi adını vererek darbede rol alacak Devrim Komuta Konseyi’nin küçük bir nüvesini oluşturdular. 3 arkadaş olarak başlattıkları bu hareketi mümkün olduğunca ordu içerisinde ge-
nişletmeye çalıştılar. 1969 yılına gelindiğinde darbe için yeterli sayıya ulaştığını düşünen Kaddafi harekete geçmek için uygun zamanı bekledi. 

Önce 12 Mart 1969 tarihinde darbe yapılmasıplanlanmıştı. 
Ancak bu tarih ünlü Mısırlı sanatçı Ümmü Gülsüm’ün Libya’da Filistinliler yararına vereceği konser ile çakıştı. Üst düzey kraliyet üyelerinin ve askerlerin de katılacağı bu konserin yarıda kesilerek darbe yapılması ve binlerce insanın arasında üst düzey yetkililerin tutuklanmasının halkta tepki doğurabileceği, 
etik ve insani olmayacağı gerekçesiyle darbeden vazgeçildi. Bunun ardından birkaç defa daha darbeye teşebbüs ettiler ancak çeşitli nedenlerle bunlar da 
gerçekleştirilemedi. Nihayet, 1 Eylül 1969’a gelindiğinde darbe yapmak artık zorunlu hale gelmişti. Hür Subaylar Hareketi içerisinde yer alan birçok subayın  Eylül başında İngiltere’de görevlendirileceği bilgisini alan Kaddafi ve ekibi, hemen darbe hazırlıklarına başladılar. Gerekli planları kırmızı mühürlü zarflara koyarak hareketin hücre liderlerine gönderdiler. Bu şekilde, 31 Ağustos gecesi başlayan darbe girişimi fazla direnç olmadan kolay bir şekilde sonuca ulaştı. Kral İdris her ne kadar başta İngiltere olmak üzere gücünü korumak için dış ülkelerden yardım istemişse de, bu yardımı alamadı. 

Darbecilerin lideri Muammer Kaddafi, 1 Eylül 1969 sabahında halka hitaben yaptığı açıklamada, bu darbenin Libya halkının özgür iradesi çerçevesinde, 
halkın değişim ve yenilenmeye yönelik aralıksız taleplerine bir cevap olarak gerçekleştirildiğini belirterek, silahlı kuvvetlerin gerici ve yozlaşmış krallık rejimini devirdiğini belirtti. Darbe sürecini yöneten 12 Üyeli Devrim Komuta Konseyi’nin sadece 3 üyesi Libya’nın önde gelen aile ve kabilelerine mensuptu, geri kalanlar ise toplumun alt tabakasına mensup fakir aile çocuklarındandı. 
Bu nedenle, söz konusu eylemi avam tabakasının Libya elitlerine yönelik gerçekleştirdiği bir darbe olarak da görmek mümkündür. 

Darbe gerçekleştirildikten sonra yapılacak en önemli iş, söz konusu darbenin devrim sürecine evrilmesi ve halk nezdinde meşruiyetinin sağlam zemine 
oturtulması olacaktı. Libya halkının birliğini ve bütünlüğü sağlayacak, refahını artıracak ancak en önemlisi de yeni siyasi aktörlerin devlet yönetimindeki 
gücünü tahkim edecek bir yeniden yapılanma süreci siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda başlatıldı. Ancak bu iyi niyetli girişimler kendi içinde bazı tezatlıkları 
da barındırmaktaydı. En başta Libya halkının krallık rejiminden kurtularak özgürlüğünü kazandığı ve kendi kendini yönetebileceği nin vurgulanmasına rağmen, darbe sonrası süreçte siyasi partilerin kurulması yasaklanmış, silahlı kuvvetler devlet yönetiminin en önemli aktörü haline gelmiştir. 

Bununla birlikte, mevcut devrim sürecinin başarılı olabilmesi için Krallık dönemi yapılarının tasfiye edilmesi sağlandı. Özellikle krallık üzerinde nüfuz sahibi 
olan liderlerin ve kabilelerin devlet yönetimindeki etkisi kırılarak, toplumun alt tabakasındaki küçük kabilelere mensup kişilerin güvenlik kurumlarında 
istihdamı sağlandı. Bu şekilde, Libya güvenlik güçlerinin Kaddafi yönetimine karşı sadakati teminat altına alınmaya çalışılmış ve buna bağlı olarak kendileri ne karşı girişilebilecek olası karşı darbe hamlelerine ön alınmış olundu. 

Ayrıca, Arap milliyetçiliği ve İslamcılık, devrim sürecinin ana ideolojik kalıplarını oluşturmuş, Siyonizm ve emperyalizm de tehdit olarak telakki edilmiştir. Dil 
temelli bir milliyetçilik anlayışını benimseyen Kaddafi, Arapça konuşan toplumları Arap milleti olarak tanımlamış, Arap tarihi ve kültürünü yücelten bir milliyetçilik anlayışını benimsemiştir. 

Bu çerçevede Arap milletinin geri kalmışlığını Osmanlı’nın dört asırlık hâkimiyetine, sonrasında karşılaşılan kolonyalizm ve emperyalizm sömürüsüne ve nihayet krallık döneminin baskıcı ve yozlaşmış yönetim anlayışına    bağlamıştır.  Kapitalizm ve komünizm bir paranın iki yüzü olarak kabul edilmiştir. Bu ideolojik yaklaşım dış politikanın şekillenmesine de arka plan oluşturmuş, bu çerçevede Doğu ve Batı bloğu arasında tarafsız kalma 
yolu tercih edilmiştir. Her ne kadar Batılı ülkelerle ilişkiler zaman zaman gerginleşmiş olsa da teknik, ticari ve ekonomik ilişkiler sürdürülmüştür. Ayrıca 
Filistin meselesi merkeze alınarak, esaret altındaki tüm milletlerin özgürlüklerini kazanmaları desteklenmiştir. 

Buna ek olarak, Arap birliğinin sağlanması için girişimler yapılmış, başarısız olununca da ibre Afrika birliği ve İslam birliğinin sağlanmasına dönmüştür. 
Bununla birlikte, sosyalizme ayrı bir önem verilmiş, sosyal adalet temelinde klasik Avrupa sosyalizminden farklı bir yaklaşım tercih edilmiştir. Kaddafi, İslam dininin sosyalist düşünceleri içinde barındırdığını iddia ederek, Libya sosyalizminin birçok Arap ülkelerindeki örneklerinden farklı olduğunu iddia etmiştir. 

Tüm bunların yanında darbe sonrası süreçte başta eğitim ve sağlık olmak üzere sosyal alanlarda da ciddi iyileştirmeler sağlanmıştır. 1969 Libya darbesinin 
dikkat çekici en önemli özelliklerinden birisi darbenin halka rağmen değil, halkın rızasını alabilecek tarzda yürütülmüş olmasıdır. 


Şükrü ÇILDIR 
Araştırma Görevlisi / Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 
ORSAM

6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***

24 Ekim 2016 Pazartesi

LİBYA'DA.., DÜNYA DA.., NASIL ALDATILDI?


LİBYA'DA..,  DÜNYA DA..,  NASIL ALDATILDI?

  Enis Akdağ 
  10/06/13 Pzt 

 Libya’daki Kaddafi rejiminin bütün dünyanın gözü önünde oldubittiye getirilerek devrilmesi ve kendisinin linç edilerek yaşamına son verilmesinin yankıları devam ediyor. Devam edecek gibi de görünüyor. 
Bu tartışmalar içerisinde “Kaddafi neden devrildi?” sorusuna aranan cevap neredeyse ortak tek kanaat olarak Libya’nın petrolü olduğu şeklinde. Ancak daha önce söylediğimiz üzere Rango’nun suyu takip ettiği gibi parayı takip ettiyseniz çok daha önemli bir şey bulacaksınız. Bunun için de Google Alert’inizi “Libya Central Bank” yani Libya Merkez Bankası olarak kurmanız yeterli. Hatta aynı kurguyu “Syria Central Bank” ve “ Iran Central Bank ” gibi hedefteki ülkeler üzerinde kurarsanız önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak olayları daha iyi anlamanızı sağlayacaktır.
Arapların yalancı baharı diyerek daha önce de sorguladığımız süreçte batılıların olaylara nasıl müdahil olduğunu analiz etmiştik. Libya olaylarında bunun şansa bırakılmadığı ve isyancıların “ Bypass ” edilerek işin tamamlanmasının bizzat NATO ve BM kuvvetlerince gerçekleştirildiğini biliyoruz. Soros gibi finansörlerin isyancılara yaptığı eğitim, finansman, lojistik ve silah yardımlarının en üst düzeyde gerçekleştirildiğini daha önce ifade etmiştik.
 Libya’da petrolden daha önemli olan şey ne?
Batılı ülkelerin bu denli hırsla işe sarılmalarının ana nedeninin petrol olduğuna inanılmakta. Ancak borca dayalı para sistemi (BDPS) dediğimiz küresel finans sisteminin çöküşünü ve uluslararası bankacıların krizden çıkış arayışlarını takip edenler olarak böyle düşünmüyoruz.
Dünya’da Merkez Bankacılığı temelli uluslararası bankacılığın egemen olmadığı 7 önemli ülke vardı. Bunlar Afganistan, Irak, İran, Kuzey Kore, Sudan, Küba ve Libya. Afganistan ve Irak gitti. En son Libya da gitti denilebilir ki yazının asıl konusu ve düşüncemize göre Kaddafi rejiminin süratle halledilmesinin sebebi de budur. 8 ay süratli, çünkü yazımızda anlatıldığı üzere Kaddafi gibi birisinin rejiminin içeriden yıkılması belki imkânsız olmasa bile çok zordu.Yeniden ifade edersek Libya olaylarının arkasında petrolden çok daha önemli şeyler vardı. Neden daha önce yapılmayıp bu işin aceleyle gerçekleştirildiğini izah edebilecek bir şey olmalı. Bunların en başında Saddam’ın devrildiği günlerden önce yapmaya çalıştıkları akla geliyor.
O günlerde Saddam petrol satarken diğer ülkelerden ABD doları yerine Avro istemişti. Sonraki süreci hatırlıyorsunuz. Irak işgalinde ilk yağmalanan Irak Merkez Bankası olmuştu. ABD daha sonra bilgisayar donanımlarına ve tefrişatına varıncaya kadar Irak Merkez Bankasını yeniden kurmuştu. Gelişen süreçler neticesi Irak’ın yeni hali malum. Artık küresel bankacılık sistemine eklemlenmiş durumda.Kaddafi ise daha ileri gidip tüm Afrika’da altın dinar temelli yeni bir ortak para birimine geçme planını uygulamaya kalkıştı. Onun yaptığı ABD dolarının ömrünün sayılı olduğunun sıkça söylendiği şu dönemde affedilemeyecek bir hataydı.Bahsettiğimiz gruptan Ellen Brown başta olmak üzere para sistemiyle ilgilenen pek çok yazar çarpıcı tespitlerde bulundular. Biz de attığımız twitlerde okurların parayı takip etmelerini söyledik.
Tespitlerden en ilginci Libya’daki isyancı grupların daha isyanların başladığı ilk günlerde henüz hükümet olmamalarına rağmen Merkez Bankası kurmaya fırsat bulmalarıydı. Bunu Robert Wenzel “Economic Policy” dergisinde şöyle ifade etmekteydi.Daha hareketin ilk haftalarında isyancı bir grup tarafından Merkez Bankasının kurulduğunu ilk defa duydum. Bu, karşımızda sıradan bir isyancı grubunun değil de çok karmaşık ve organize önemli etkiler olduğunun kanıtıdır.”
Wenzel’e göre bu, isyancı muhalifleri Guinness rekorlar kitabına sokacak kadar önemli bir şeydi. Hakikaten dünyanın neresinde görülmüş isyancı bir hareketin Merkez Bankası kurduğu? Libya gibi bir ülkede hele Merkez Bankası yaklaşımının diğer ülkelerden farklı olduğu ve para basmanın devletçe yapıldığı Libya gibi bir yerde bu isyancılar “know-how”ı nasıl elde etmişlerdi?
Diğer önemli tespit ise Yeni Amerikan gazetesindeki Alex Newman’a ait.
“İsyancılar geçen hafta yayımladıkları bir açıklamayla 19 Mart'ta düzenledikleri bir toplantının sonuçlarını bildirdiler. Alelade oldukları zannedilen bu devrimciler diğer şeyler arasında Bingazi Merkez Bankasının kurulduğunu, bu bankanın para politikaları kapsamında yetkili parasal otorite olarak belirlendiğini ve Libya Merkez bankasına bir valinin atanarak bu süre içerisinde geçici bir merkezin Bingazi’de olacağını anons ettiler.
 Newman yazısında CNBC kıdemli editörü John Carney’in sormuş olduğu şu soruyu hatırlatmakta:
"Devrimci bir grubun siyasi güç kavgasının ilk başlarında bir Merkez Bankasını kurması görülmüş bir hadise midir? Bu kesinlikle çağımızda merkez bankacılarının nasıl olağanüstü bir güç haline geldiklerinin göstergesidir.”
Diğer bir anormallik ise Libya’ya karşı silah kullanmak için yapılan resmi gerekçeyi içermektedir. Gerekçe insan hakları ihlalleri üzerine ancak kanıtlar çelişkilerle doludur. Hatta Fox News internet sitesinde 28 Şubat tarihinde yayınlanan bir makaleye göre:
“Birleşmiş Milletler, protesçuları sindirmeye çalışan Libya lideri Muammer el-Kaddafi’yi kınamak üzere hararetli çalışmalar sürdürürken, Birleşmiş Milletlerin İnsan Hakları konseyi Libya'nın insan hakları sicili için övgü dolu geniş bir raporu kabul ediyor.
Bu rapor, Libya’ya insan haklarının "öncelik" haline gelmesini ve "anayasal" çerçevede iyileştirilmesini ve eğitim fırsatlarının geliştirilmesini tavsiye etmektedir. İran, Venezüella, Kuzey Kore, Suudi Arabistan ve aynı zamanda Kanada da dâhil olmak üzere bir çok ülke, vatandaşlarına tanınan yasal korumalar için Libya’ya olumlu notlar verirken şimdi aynı vatandaşlar rejime karşı kanlı şekilde mücadele ediyorlar.”
Brown’a göre de, Kaddafi'nin kişisel suçları hakkında ne söylenebilirse söylensin, Libya halkının gelişen bir toplum olduğu görünmekte. Örnek olarak da Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya sağlık profesyonellerinden oluşan bir heyetin, Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev ve Başbakan Vladimir Putin’e yazdıkları bir itirazda Libya hayatı ile tanışmalarının ardından, sadece birkaç ulusun böylesine konfor hayatı içinde yaşadığı kanısına vardıklarını ifade etmeleri.
Libyalılar ücretsiz tedavi hakkına sahipler ve hastaneleri dünyanın en iyi tıbbi ekipmanını sağlıyorlar. Libya'da eğitim ücretsizdir ve yetenekli gençler devlet burslusu olarak yurtdışında eğitim imkânına sahiptirler. Evlenirken genç çiftler 60.000 Libya dinarı (yaklaşık olarak 50.000 dolar) mali yardım alabilirler. 
İnsanlara faizsiz devlet kredileri verilmekte olup pratikte süre kısıtlaması yoktur bu kredilerin. Hükümet sübvansiyonları nedeniyle otomobillerin fiyatı, Avrupa'dan çok daha düşük olup, her aile için uygun fiyatlıdır. Benzinin litresi ve ekmek bir kuruştur ve tarımla uğraşanlar için vergi maliyeti yoktur. Libya halkı sakin ve huzurludurlar, içmeye meyilli değildirler ve çok dindarlardır.”
Onlar, uluslararası toplumun rejime karşı mücadele ile ilgili yanlış bilgilendirilmiş olduğunu ileri sürerek. "Söyleyin bize, böyle bir rejimi kim istemez ki? " diyorlar.
Bu sadece bir propagandadan ibaret olsa bile, inkâr edilemeyen gerçek şudur: Libya hükümetinin en azından pek çok popüler başarısı bulunmaktadır.
Kaddafi, NATO uçaklarının isyanlar sırasında bombaladığı Büyük İnsan yapımı Nehir (Great Man-Made River) projesi ile insanlık tarihinin en pahalı ve en büyük sulama projesini gerçekleştirerek çöle su getirdi, tam 33 milyar ABD doları harcayarak. Su Libya’da petrolden bile fazla hayati önem taşımaktadır. Bu proje Libyalılara göre dünyanın sekizinci harikası olarak adlandırılmaktadır.
Sadece Türkiye’nin oradaki yatırımlarının bile 25 milyar ABD doları olduğunu düşününüz. Bütün bunlara rağmen ülkenin yurt dışı borcu olmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Parayı borç olarak almıyor devlet gerektiğinde üretiyordu. Zaten Libya’daki enflasyon grafiğine baktığımızda klasik ekonomik modellerle örtüşmediği hemen anlaşılıyor. 
Büyük İnsan Yapımı Nehrin nüfusun %70’inin içme ve sulama ihtiyacını karşıladığını bunu gerçekleştirmek için suyun Libya’nın güneyindeki dev yer altı su havzası sisteminden 4000 kilometre boyunca pompalandığını biliyoruz. Bu da projenin büyüklüğünü göstermektedir. En azından önemli bir şey yapılmış demektir.
Libya üzerine yapılan saldırıların tek nedeninin petrol olduğu suçlamasına gelince Brown bunu sorunlu buluyor ki buna katılmamak elde değil.
Zira Libya tüm dünyada üretilen petrolün sadece %2 civarında olan kısmını üretiyor. Libya petrolü piyasadan yok olsa bile Suudi Arabistan tek başına bu miktarı yedekleyecek miktara sahip.
Ellen soruyor: “Eğer her şey petrol içinse neden Merkez Bankası’nda acele edildi?”
Diğer 2007 kaynaklı nette dolaşan bir bilgi ise ABD Generali Wesley Clark ile yapılan “Democracy Now” mülakatı. Clark mülakatta, 11 Eylül 2001’den 10 gün sonra kendisine Irak ile savaşa girileceğinin söylendiğini ifade ediyor. Clark şaşırarak nedenini sorduğunda “Bilmiyorum. Tahminime göre başka ne yapacaklarını bilmiyorlar.” Cevabını alıyor. Daha sonra aynı generalin kendisine 5 yılda 7 ülkeyi almayı planladıklarını söylüyor. Beş yılda alınacak bu 7 ülke: Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan ve Iran.
Ellen, bu ülkelerin ortak özelliğinin Merkez Bankalarının Bankası denilen BIS (Bank for International Settlements) altında listelenen 56 üye arasında yer almamaları olduğunu belirtiyor. Üye olmadıklarından İsviçre merkezli BIS tarafından para piyasalarını kontrol imkânı bulunmuyor.
Bu ülkelerin en önemli diğer özelliği Ellen’in gözünden kaçmış olmalı ama bizce çok önemli: Bu listedeki ülkelerin hepsi aynı zamanda İsrail’in sıfır güven sorunu için halledilmesi gerekenler. Nasıl olsa borç yoluyla köleleştirilen bir ülke nasıl olsa yerinden kıpırdayamaz.
Bu grubun içinde en aykırı ve karşı çıkanlar Libya ile Irak. Her ikisi de böylece halledilmiş oldu.
Examiner.com’da yazan Kenneth Schortgen ABD’nin Libya’ya saldırısının arkasındaki gerçek niyetin Libya Merkez Bankasını ele geçirmek olduğunu yazmakta. Aynı yazar şunları ilave etmekte: "ABD Saddam Hüseyin’i devirmek için Irak’a girmeden 6 ay önce bu petrol ülkesi petrol satarken dolar yerine avro kullanmak için adım attı. Bu bütün dünyayı küresel rezerv para birimi olarak domine eden dolar için tehdit anlamına gelmekteydi.”
Rusya’daki “Libya’nın bombalanması - ABD dolarını reddetmesi nedeniyle cezalandırılan Kaddafi” başlıklı bir makalede benzer görüşler dile getirilmekte. Kaddafi’nin cesur bir adım attığını ve dolar ile avroyu reddederek Arap ve Afrika ülkelerine yeni para birimi olarak altın dinar hareketini başlattığını ifade eden yazıda devamla Kaddafi’nin birleşik bir Afrika Kıtası içinde 200 milyon insanın kullanacağı ortak bir para birimi oluşturmayı önerdiği belirtilmekte.
Kaddafi’nin fikir babası olduğu tek Afrika para birimi, tek askeri güç ve tek pasaport fikri pek çok Arap ve Afrika ülkesi tarafından kabul edildi. Tek karşı çıkan ise Güney Afrika Cumhuriyeti ve Arap Devletler Ligi başkanı idi. Bu çalışmaya ABD ve Avrupa Birliği tarafından şiddetle karşı çıkıldı. Hatta Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy Libya’yı küresel finans sisteminin güvenliğine karşı bir tehdit olarak değerlendirdi.
Kaddafi aldırış etmedi, Birleşik Afrika’nın ve ortak para biriminin kurulması çalışmalarına devam etti. Bu bizi Libya Merkez Bankası bilmecesinin çözülmesine itmektedir. Market Oracle altında yazdığı “KÜRESEL HEDEF: Libya Merkez Bankası %100 Devlete Ait” başlıklı makalesinde Eric Encina gözlemlerini şöyle paylaşmakta: “Batılı politikacılar ve medya mensuplarının nadiren dile getirdikleri bir gerçeklik var: Libya Merkez Bankası %100 devlete aittir. Şu anda Libya kendi parası olan Libya Dinar’ını bünyesindeki merkez bankası imkânlarını kullanarak basmaktadır. Libya’nın kendi kaynaklarıyla ekonomik kaderini tayin edebilen bağımsız bir ülke olduğu gerçeğine çok az kişi karşı çıkabilir.
Libya’yla iş yapmak durumunda kalan küresel bankacılık kartelleri için en büyük sıkıntı Libya Merkez Bankasına ve onun parasına başvurma zorunluluğudur. Libya Merkez Bankasını kırma konusunda sıfır güce sahiptirler. Bu yüzden Libya Merkez Bankası’nın yıkılmasını Obama, Cameron ve Sarkozy’nin konuşmalarında bulamazsınız. Fakat emin olun Libya’nın diğer uluslar gibi bankacılık potasında eritilmesi küresel elitlerin en baştaki gündem maddesidir. Libya’nın sadece petrolü yok. Uluslararası Para Fonu/IMF’ye göre Libya Merkez Bankası kasalarında 144 ton altını var. Bu kadar varlıkla kim BIS ve IMF’yi ve onların kurallarını dinler?”
Burada Türkiye’yle hızlı bir karşılaştırmada yarar var. Libya nüfusu 6,5 milyon ve kasasında fiziksel olarak tuttuğu 144 ton altını var. Türkiye’nin nüfusu 75 milyon olup daha az miktarda  yani 116 ton altını var. Daha önemlisi, bizdeki altınların belli miktarının ABD’de tutulduğu söyleniyor (ne kadarının Türkiye’de tutulduğunu açıkçası öğrenemedim).
Ellen Brown burada BIS kurallarını ve onların yerel ekonomilere etkilerini mercek altına almış.
 “BIS sitesindeki bir makale merkez bankaları yönetim ağı içindeki merkez bankalarının tek veya ana amacının “fiyat istikrarını korumak” olduğunu belirtiyor. Bu nedenle politik kaygılardan uzak tutulmasını sağlamak için merkez bankalarının devletten bağımsız olması koşulunu getirmektedir. Fiyat istikrarı insanların ağır borçlar altında ezilse bile ilgili para arzının sağlanması anlamına gelmektedir. Merkez Bankalarının devletin yararına ne direk ne de kredi olarak para basmak suretiyle para arzının genişletilmesine izin verilmemektedir.”
2002 yılında “Asia Times Online” altında Henry Liu’nun “Ulusal bankalara karşı BIS” başlıklı bir makalede şöyle demektedir:
 “BIS düzenlemelerinin sadece tek bir amacı vardır. O da özel bankacılık sisteminin güçlendirilmesi. Bu, ulusal ekonomilerin yok olması pahasına olsa bile. BIS, IMF’nin ulusal para rejimlerine yaptığını ulusal bankacılık sistemlerine yapar. Finansal küreselleşme altında ulusal ekonomiler artık kendi milli çıkarlarına hizmet edemez.”
 Burada devletin olan eski Libya Merkez Bankası ile diğer merkez bankalarının temel amacını karşılaştırdığımızda Libya Merkez Bankasının para istikrarını diğer merkez bankalarının ise fiyat istikrarını öncelikli amaç olarak ele aldığını biliyoruz. İkisi arasındaki fark ayrı bir yazı konusudur.
 Liu şöyle devam ediyor.
Devlet para teorisini uygulamak suretiyle herhangi bir hükümet tüm dâhili gelişimini ve tam istihdamını herhangi bir enflasyon olmadan kendi parasıyla sağlayabilir. Devlet para teorisi paranın özel bankalar yerine devletler tarafından basılması demektir.
 Liu, devletin kendi merkez bankasından faizsiz para ödünç almasının enflasyonist olacağı varsayılırken bunun yabancı para veya IMF’den faizle borç alındığında neden enflasyonist sayılmadığını haklı olarak şöyle sorgulamaktadır: “Aslında tüm bankalar özel olsun devlete ait olsun ödünç vermek suretiyle para yaratırlar. Yeni paranın çoğu banka kredisi olarak üretilir. Bunu devletin kendi merkez bankasından gerçekleştirirseniz tümüyle faizsizdir. Faizin ortadan kalkmasının kamu projelerinde maliyetin ortalama %50 düşürüldüğünü göstermektedir. Bu Libya’da devlet altında çalışan merkez bankası sistemidir.
Libya’nın devlete ait Merkez Bankası ulusal parayı basar ve devlet amaçları doğrultusunda kullanır. Bu, Libya’nın bedava eğitim ve sağlık hizmetlerini, her evlenen çifte faizsiz/uzun vadeli 60 bin Libya Dinar’ını (yaklaşık 50 bin dolar) nasıl sağladığını açıklamaktadır.
Ayrıca Libya’lıların sekizinci dünya harikası diye isimlendirdikleri 33 milyar dolarlık Büyük İnsan Yapımı Nehir projesinin nasıl inşa edilebildiğini de izah etmektedir.
Şimdi soralım: Libya’nın işgal edilmesinin asıl nedeni petrol mü yoksa merkez bankası/bankacılık sistemi midir? Hatta su diyenler de olabilir. Elbette petrolün veya suyun Libya için önemi inkâr edilemez. Ancak bahsettiğimiz nedenlerden ve delillerden dolayı Merkez Bankası çok daha fazla ağır basmaktadır. Aslında borca dayalı bankacılık sistemi yoluyla para, petrol ve suyun üçü ve hatta daha fazlası kontrol altına alınmış olacaktır.
Libya, devletin kendi parasını basmasıyla eğer enerji sorunu yoksa neler yapılabileceğini bütün dünyaya göstermiş oldu. Çoğu ülkenin petrolü yok. Ancak bu ülkeler devletin kendi merkez bankasından sağladıkları faizsiz borca dayalı olmayan para ile alt yapı maliyetlerini yarıya indirerek yeni geliştirilen teknolojiler sayesinde enerji bağımlılığından kurtulabilirler.
Enerji bağımsızlığı devletleri uluslararası bankacıların borç tuzağından kurtaracaktır. Mevcut durumda enerjiye olan bağımlılık ve borçlanmalar nedeniyle de üretim iç pazarlardan dışarıya doğru (ihracata) kaymış durumdadır. Ülkemizin ve benzer durumdaki pek çok ülkenin en büyük ithalat kalemi olan enerji konusu ancak bu şekilde çözülecektir.
Belki hatırlayacaksınız geçenlerde İngiliz Başbakanı David Cameron ve Fransa Devlet başkanı Nicolas Sarkozy sessiz sedasız Libya’ya gitmişti. Orada bulundukları sürede yaptıkları en önemli şey yeni Libya Merkez Bankası’nın talimatname ve yönergelerinin hazırlanmasıyla ilgili işler ve İngilizlerin taslak olarak hazırladığı belirtilen BM çözümünde yeni Libya Merkez Bankasının yetkilendirilmesi hususu.
Söylediklerimizin doğruluğunu zaman ve ortaya çıkan gerçekler gösterecektir. Unutmayın Kaddafi’nin devrettiği neredeyse sıfır dış borca sahip, devlete ait olan Merkez Bankası kasasında 144 ton altını bulunan, eğitim/sağlık gibi hizmetlerin bedava olduğu,  kredilerin faizsiz verildiği bir Libya idi. Çok beklemenize de gerek yok. Gerçeklerin eninde sonunda zeytinyağı gibi su yüzüne çıkma gibi bir alışkanlıkları vardır.
 Libya Merkez Bankası’nın BIS’e üye olması, IMF gibi kurumlardan alınacak dış borçlar, milli petrol endüstrisinin özelleştirilmesi, eğitim ve sağlık hizmetlerinin eskisi gibi bedava olup olmaması gibi pek çok parametreyi izleyiniz.
 Aslında şimdiden ilk sonuçları görülmeye başladı. Daha düne kadar kendi parasını faizsiz basarak Libya hükümetinin onca yatırımlarını, parasız eğitim ve sağlık hizmetlerini gerçekleştirmesini sağlayan 100% devlete ait Libya Merkez Bankası kendi Libya Dinarını basmak için Mısır Merkez Bankasından yardım talep etmiş ama Mısır Merkez Bankası kabul etmemiş.
 Ne demiştik! Parayı izleyin yeter. Tıpkı Rango’nun yaptığı gibi. O sizi olayların kaynağına götürüp gerçekleri anlamanıza yardım edecektir…
 Not: Arap Baharı başta olmak üzere tüm bu olaylara bütüncül bakabilmek için “Global Finans Krizi, Ortadoğu’daki gelişmeler ve Türkiye’miz için fırsatlar” konulu konferansı tavsiye ediyoruz.
 Saygılarımla,


..