ASKERİ DARBESİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ASKERİ DARBESİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ekim 2017 Perşembe

ORTA DOĞUDA DARBELER TARİHİ BÖLÜM 5

ORTA DOĞUDA DARBELER TARİHİ BÖLÜM 5



1969 LİBYA ASKERİ DARBESİ 




Şükrü ÇILDIR 
Araştırma Görevlisi / Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 
ORSAM DOSYASI

1963 yılında orduya katılan Kaddafi ve arkadaşları kendilerine Hür Subaylar Hareketi adını vererek darbede rol alacak Devrim Komuta Konseyi’nin küçük bir nüvesini oluşturdular. 3 arkadaş olarak başlattıkları bu hareketi mümkün olduğunca ordu içerisinde genişletmeye çalıştılar. 
1969 yılına gelindiğinde darbe için yeterli sayıya ulaştığını düşünen Kaddafi harekete geçmek için uygun zamanı bekledi. 

Libya, Kral Seyyid İdris önderliğinde Trablusgarp, Sirenayka ve Fizan isimli üç bölgenin birleşerek 1951 yılında bağımsızlığını kazanmış, federal yapıya sahip, anayasal monarşi ile yönetilen bir krallıktı. 1 Eylül 1969 tarihine gelindiğinde 27 yaşında genç bir subay olan Muammer Kaddafi önderliğindeki silahlı kuvvetler, Libya Kralı Seyyid İdris’e karşı askeri darbe gerçekleştirmiştir. Bu yazı, Libya tarihinin en önemli kırılma anlarından biri olan 1969 darbesinin nasıl meydana geldiği, darbe sürecini tetikleyen siyasal ve toplumsal gelişmelerin neler olduğu ve darbe sonra sında Libya’da meydana gelen bazı önemli değişimleri 
analiz edecektir. 

Dünya’nın değişik coğrafyalarında meydana gelen darbe girişimleri gibi, 1969 Libya askeri darbesi de önceden meydana gelen birtakım siyasal ve toplumsal 
gelişmeler tarafından tetiklenmiştir. Bunlardan ilki, 1952 yılında yapılan parlamento seçimleridir. Bu se çimlerin en popüler partilerinden biri olan, federalizm yerine üniter devlet yapılanmasını savunan ve dolayısıyla krallık rejimi tarafından da tehdit olarak algılanan Milli Kongre Partisi, seçimlerde hile yapıldığını iddia etmişti. Bunun üzerine halk ayaklanmış, kral ve hükümete karşı geniş çaplı gösteriler düzenlenmiştir. Bu olayların ardından krallık yönetimi gösterileri yasaklamış, medyayı sansürlemiş ve siyasi partileri yasa dışı ilan ederek muhalefeti sindirmiştir. Bunun neticesinde, devlet yönetimi belli birkaç ailenin ve kabilenin kontrolüne girmiştir. 

Ayrıca Libya bağımsızlığını kazandığından itibaren yerel/federe yönetimler ile federal yönetim arasında yaşanan sorunlar da ülkeyi yönetilemez hale getirmişti. Bu yüzden, 1963 yılında krallık federal yapının yerine, tek merkezi hükümete bağlı üniterdevlet yapılanmasına geçmiştir. Ülkenin üniter yapıya kavuşması teorik olarak her ne kadar yeni kurulmuş bir devletin birliğini ve bütünlüğünü sağlayacağı, yönetimi kolaylaştıracağı ve daha işlevsel hale getireceği 
gibi beklentiler ortaya çıkarmışsa da, pratikte küçük bir grubun tekeline giren yönetim, kayırmacılık, rüşvet ve yolsuzluk gibi birtakım problemleri de beraberinde getirmiştir. 

Bunlarla birlikte krallık rejiminin dış politika uygulamaları da halkın ciddi tepkisini çekmiştir. İtalya gibi emperyalist bir güce karşı on yıllardır direnen 
Libya halkı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa ve İngiltere himayesini reddetmiş ve bağımsızlığı kazanmıştır. Bu tarihsel tecrübe Batılı ülkelere karşı halkın önyargısını beslemiş, ancak Kral İdris yönetiminin özellikle bağımsızlığın ilk on yılında Batı eğilimli bir dış politika anlayışını benimsemesine engel olama-
mıştır. Yeraltı kaynaklarından yoksun, toprakların yaklaşık %90’ının çöllerle kaplı olması, yaklaşık 1 milyonluk nüfusun büyük çoğunluğunun geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlaması gibi faktörler, Libya için Batılı ülkelerin desteğini zorunlu kılmıştır. Bu da Kral İdris yönetiminin 1950-1960 yılları arasında 
İngiltere, Fransa, ABD ve İtalya ile çeşitli anlaşmalar imzalanmasına ve karşılığında ekonomik yardımlar almasına neden olmuştur. 

Bununla birlikte, Libya devlet sisteminin tesisinde Mısır model alınmıştı. Arap milliyetçiliğinin arttığı bir dönemde Mısır’dan eğitim müfredatı, kitaplar ve 
öğretmenler getirilmiş, bu ülkeye öğrenciler gönderilmiştir ve Kahire’de yayın yapan radyo ve gazetelere kolay erişim sağlanabilmekteydi. O dönemde Mısır 
Devlet Başkanı Nasır’ın portreleri en az Kralı İdris’in portreleri kadar Libya’da yaygındı. Tüm bunlar 1956 Süveyş Kanalı Krizi, 1964 Kahire’de düzenlenen Libya kralının katılmadığı liderler toplantısı ve son olarak 1967 Arap-İsrail Savaşı sırasında Libya kamuoyunun Mısır’ın etkisi altında kalması, mevcut yönetime karşı Libya halkının ayaklanmasına sebep olmuştur. 




Tüm bunların yanında, 1959 yılından itibaren Libya’da petrol kaynakları işlenmeye başlamış ve ülkenin petrol geliri giderek artmıştır. Ülkenin bağımsızlığını kazandığı 1951 yılında kişi başına düşen milli gelir 35 dolar civarındayken, 1969 yılına gelindiğinde bu rakam petrol gelirleri sayesinde 2000 dolara yükselmiştir. Libya için petrolün önemli bir gelir kaynağı olarak ortaya çıkması, Batılı ülkelere karşı bağımlılığı azaltmamış bilakis artırmıştır. Bunun da en önemli nedeni, Libya’nın petrolü işleyecek teknik kapasiteden yoksun olmasıdır. Ayrıca, petrolden elde edilen gelirler üst kademe yöneticilerin insafına bırakılarak, maalesef ülkenin iktisadi ve beşeri altyapısının geliştirilmesinde 
yeterince kullanılamamıştır. Tüm bunlara rağmen halkın refah seviyesi göreceli olarak iyileşmiş, bu da halkın siyasi beklentilerinin artmasına ve Kral İdris’in 
muhafazakâr siyaset anlayışının sorgulanmasına sebep olmuştur. Aynı zamanda toplumun zengin ve fakir kesimleri arasında artan gelir dağılımı adaletsizliği 
toplumsal tepkileri daha da körüklemiştir. Tüm bu unsurların bir araya gelerek toplumun fay hatlarında biriktirdiği enerji 1 Eylül 1969 tarihinde Libya’da siyasal 
deprem meydana getirmiş ve krallık rejiminin bir askeri darbe sonucu yıkılmasına neden olmuştur. 

Darbenin en önemli aktörü şüphesiz Muammer Kaddafi’dir. Kaddafi, Sirte şehri yakınlarında yaşayan bedevi bir ailenin çocuğu olarak 1942 yılında dünyaya 
gelmiştir. Rol modeli Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır gibi o da Arap milliyetçisi bir askerdi ve Mısır devriminden esinlenerek Libya’da da benzer 
bir devrimin olmasını savunuyordu. Kendi ifadesine göre, ortaokul yıllarından beri yakın arkadaşlarını bu uğurda gizlice örgütleyen Kaddafi, ülkenin geri kalmışlığının ve zayıflığının en önemli müsebbiplerinden birinin krallık rejimi olduğunu iddia ediyordu. Yapmayı planladıkları devrimin en iyi ve kestirme yolunun askeriyeye girmekten geçtiğine inandılar. 1963 yılında orduya katılan Kaddafi ve arkadaşları kendilerine Hür Subaylar Hareketi adını vererek darbede rol alacak Devrim Komuta Konseyi’nin küçük bir nüvesini oluşturdular. 3 arkadaş olarak başlattıkları bu hareketi mümkün olduğunca ordu içerisinde ge-
nişletmeye çalıştılar. 1969 yılına gelindiğinde darbe için yeterli sayıya ulaştığını düşünen Kaddafi harekete geçmek için uygun zamanı bekledi. 

Önce 12 Mart 1969 tarihinde darbe yapılmasıplanlanmıştı. 
Ancak bu tarih ünlü Mısırlı sanatçı Ümmü Gülsüm’ün Libya’da Filistinliler yararına vereceği konser ile çakıştı. Üst düzey kraliyet üyelerinin ve askerlerin de katılacağı bu konserin yarıda kesilerek darbe yapılması ve binlerce insanın arasında üst düzey yetkililerin tutuklanmasının halkta tepki doğurabileceği, 
etik ve insani olmayacağı gerekçesiyle darbeden vazgeçildi. Bunun ardından birkaç defa daha darbeye teşebbüs ettiler ancak çeşitli nedenlerle bunlar da 
gerçekleştirilemedi. Nihayet, 1 Eylül 1969’a gelindiğinde darbe yapmak artık zorunlu hale gelmişti. Hür Subaylar Hareketi içerisinde yer alan birçok subayın  Eylül başında İngiltere’de görevlendirileceği bilgisini alan Kaddafi ve ekibi, hemen darbe hazırlıklarına başladılar. Gerekli planları kırmızı mühürlü zarflara koyarak hareketin hücre liderlerine gönderdiler. Bu şekilde, 31 Ağustos gecesi başlayan darbe girişimi fazla direnç olmadan kolay bir şekilde sonuca ulaştı. Kral İdris her ne kadar başta İngiltere olmak üzere gücünü korumak için dış ülkelerden yardım istemişse de, bu yardımı alamadı. 

Darbecilerin lideri Muammer Kaddafi, 1 Eylül 1969 sabahında halka hitaben yaptığı açıklamada, bu darbenin Libya halkının özgür iradesi çerçevesinde, 
halkın değişim ve yenilenmeye yönelik aralıksız taleplerine bir cevap olarak gerçekleştirildiğini belirterek, silahlı kuvvetlerin gerici ve yozlaşmış krallık rejimini devirdiğini belirtti. Darbe sürecini yöneten 12 Üyeli Devrim Komuta Konseyi’nin sadece 3 üyesi Libya’nın önde gelen aile ve kabilelerine mensuptu, geri kalanlar ise toplumun alt tabakasına mensup fakir aile çocuklarındandı. 
Bu nedenle, söz konusu eylemi avam tabakasının Libya elitlerine yönelik gerçekleştirdiği bir darbe olarak da görmek mümkündür. 

Darbe gerçekleştirildikten sonra yapılacak en önemli iş, söz konusu darbenin devrim sürecine evrilmesi ve halk nezdinde meşruiyetinin sağlam zemine 
oturtulması olacaktı. Libya halkının birliğini ve bütünlüğü sağlayacak, refahını artıracak ancak en önemlisi de yeni siyasi aktörlerin devlet yönetimindeki 
gücünü tahkim edecek bir yeniden yapılanma süreci siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda başlatıldı. Ancak bu iyi niyetli girişimler kendi içinde bazı tezatlıkları 
da barındırmaktaydı. En başta Libya halkının krallık rejiminden kurtularak özgürlüğünü kazandığı ve kendi kendini yönetebileceği nin vurgulanmasına rağmen, darbe sonrası süreçte siyasi partilerin kurulması yasaklanmış, silahlı kuvvetler devlet yönetiminin en önemli aktörü haline gelmiştir. 

Bununla birlikte, mevcut devrim sürecinin başarılı olabilmesi için Krallık dönemi yapılarının tasfiye edilmesi sağlandı. Özellikle krallık üzerinde nüfuz sahibi 
olan liderlerin ve kabilelerin devlet yönetimindeki etkisi kırılarak, toplumun alt tabakasındaki küçük kabilelere mensup kişilerin güvenlik kurumlarında 
istihdamı sağlandı. Bu şekilde, Libya güvenlik güçlerinin Kaddafi yönetimine karşı sadakati teminat altına alınmaya çalışılmış ve buna bağlı olarak kendileri ne karşı girişilebilecek olası karşı darbe hamlelerine ön alınmış olundu. 

Ayrıca, Arap milliyetçiliği ve İslamcılık, devrim sürecinin ana ideolojik kalıplarını oluşturmuş, Siyonizm ve emperyalizm de tehdit olarak telakki edilmiştir. Dil 
temelli bir milliyetçilik anlayışını benimseyen Kaddafi, Arapça konuşan toplumları Arap milleti olarak tanımlamış, Arap tarihi ve kültürünü yücelten bir milliyetçilik anlayışını benimsemiştir. 

Bu çerçevede Arap milletinin geri kalmışlığını Osmanlı’nın dört asırlık hâkimiyetine, sonrasında karşılaşılan kolonyalizm ve emperyalizm sömürüsüne ve nihayet krallık döneminin baskıcı ve yozlaşmış yönetim anlayışına    bağlamıştır.  Kapitalizm ve komünizm bir paranın iki yüzü olarak kabul edilmiştir. Bu ideolojik yaklaşım dış politikanın şekillenmesine de arka plan oluşturmuş, bu çerçevede Doğu ve Batı bloğu arasında tarafsız kalma 
yolu tercih edilmiştir. Her ne kadar Batılı ülkelerle ilişkiler zaman zaman gerginleşmiş olsa da teknik, ticari ve ekonomik ilişkiler sürdürülmüştür. Ayrıca 
Filistin meselesi merkeze alınarak, esaret altındaki tüm milletlerin özgürlüklerini kazanmaları desteklenmiştir. 

Buna ek olarak, Arap birliğinin sağlanması için girişimler yapılmış, başarısız olununca da ibre Afrika birliği ve İslam birliğinin sağlanmasına dönmüştür. 
Bununla birlikte, sosyalizme ayrı bir önem verilmiş, sosyal adalet temelinde klasik Avrupa sosyalizminden farklı bir yaklaşım tercih edilmiştir. Kaddafi, İslam dininin sosyalist düşünceleri içinde barındırdığını iddia ederek, Libya sosyalizminin birçok Arap ülkelerindeki örneklerinden farklı olduğunu iddia etmiştir. 

Tüm bunların yanında darbe sonrası süreçte başta eğitim ve sağlık olmak üzere sosyal alanlarda da ciddi iyileştirmeler sağlanmıştır. 1969 Libya darbesinin 
dikkat çekici en önemli özelliklerinden birisi darbenin halka rağmen değil, halkın rızasını alabilecek tarzda yürütülmüş olmasıdır. 


Şükrü ÇILDIR 
Araştırma Görevlisi / Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 
ORSAM

6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***

10 Haziran 2016 Cuma

27 MAYIS 1960 ASKERİ DARBESİ



27 MAYIS 1960 ASKERİ DARBESİ



8


Devletin içine düştüğü yok olma tehlikesinin korkunç derinliğini görmekten aciz olan zavallılar, elbette ciddi ve hakiki çareyi görmemek için gözlerini yumarlar. -Gazi Mustafa Kemâl Atatürk- (1924)
——————–
27 Mayıs 1960 askeri darbesi yapıldığında 13 yaşında Selimiye Askeri Ortaokulu son sınıf öğrencisi idim. Bu harekat hakkında fikir yürütecek yaşta değildim. Ama ordudaki askeri hiyerarşinin alt üst olduğunu görüyor, bunun nedenlerine akıl erdiremiyordum. Zamanın tek kitle iletişim aracı olan devlet radyosu ile gazeteler de kamuoyuna yeterli bilgiyi vermekten çok uzaktı.
Herşeye rağmen zamanın tek ve en etkili bilgi kaynağı devlet radyosu idi. Özel Yassıada Mahkemesi başsavcısının; “ SANIKLAR GETİRİLDİLER.. BAĞLI OLMAYARAK YERLERİNİ ALDILAR..” sözü Yasssıada mahkemelerinden aklımızda kalan tek slogan idi.
Getirilen sanıklar; Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, Demokrat Parti milletvekilleri, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları başta olmak üzere bütün üst düzey Demokrat Parti bürokratlarıydı.
Peki neden bu kişiler sanıktı. Ne yapmışlardı? Memlekette yönetime el koyduğunu söyleyen ve içinde yüzbaşıdan orgenerale kadar değişen rütbedeki askerlerin bulunduğu Milli Birlik Komitesini kimler devlet yöneticilerinden hesap sormak üzere görevlendirmişti.?
Bu soruların cevabını bulmak o günün Türkiyesinde imkansızdı. Aradan geçen 56 yıl içinde de soruların cevapları ne yazık ki bulunamadı. Millet tepkisiz ve sessiz olarak kendisine verilen bilgiler kadar olayları takip ediyordu.
Kendi komutanlarını hapsedip idamla yargılayan Türk Ordusu, 27 Mayıs darbesinin yıkımını yaşadı. Ordu, boğazına kadar siyasete battı. Nitekim 27 Mayısı, 22 Şubat 1961, 21 Mayıs 1963 Harbokul Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir ayaklanmaları takip etti.
Bu ayaklanmalar şiddetle bastırıldı. Ayaklanan grubun lideri Kurmay Albay Talat Aydemir veTnk.Bnb. Fethi Gürcan asıldılar. 1963 ve 1964 dönemi Harbiye öğrencilerinin tamamı ordudan atıldı. Yine pek çok subay çeşitli hapis cezaları alarak ordu ile ilişkileri kesildi. Ayrıca orduyu gençleştirmek bahanesi ile 8.000 kadar subay bir gecede emekli edildi.
27 Mayıs ve takibeden diğer askeri ayaklanmalar ordunun gücünü çok zayıflatmıştır. 10’ar yıl ara ile gelen 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleri de askerleri tamamen iç siyasetin içine sokarak ordunun savaşma imkan ve kabiliyetini çok olumsuz yönde etkilemiştir.
27 Mayıs 1960 sabahı radyolardan Milli Birlik Komitesi üyesi Kurmay Albay Alparslan Türkeş’in okuduğu bildiri bu harekatın sebebini vurgulamaktadır.
“Sevgili Vatandaşlar, Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekâta Silahlı Kuvvetlerimiz; partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında, en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi, hangi tarafa mensup olursa olsun, seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiştir.
Girişilmiş olan bu teşebbüs, hiçbir şahsa veya zümreye karşı değildir. İdaremiz, hiç kimse hakkında şahsiyata müteallik tecavüzkâr bir fiile müsaade etmeyeceği gibi, edilmesine de asla müsamaha etmeyecektir. Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup bulunursa bulunsun, her vatandaş; kanunlar ve hukuk prensipleri esaslarına göre muamele görecektir. Bütün vatandaşların, partilerin üstünde aynı milletin, aynı soydan gelmiş evlatları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine karşı hürmetle ve anlayışla muamele etmeleri, ıstıraplarımızın dinmesi ve milli varlığımızın selameti için zaruri görülmektedir.”
Alparslan Türkeş’in bildirisine rağmen seçimle gelen iktidardaki Demokrat Parti yönetimi ile atadıkları üst düzey bürokratlar önce hapsedilmiş ve sonra Yassıada’da kurulan askeri mahkemede idam talebi ile yargılanmışlardır.
Yönetimin yargılandığı Yassıada Mahkemesinde duruşmalar 14 Ekim 1960’da başlamış ve 15 Eylül 1961’e kadar devam etmiştir. Sadece bu dava için oluşturulan Yüksek Adalet Divanı vasıtasıyla 10 yıllık DP iktidarı 18 ayrı davada sorgulanmıştır. 592 sanıklı davada 1068 kişi tanık olarak dinlenmiştir. Halka açık olarak yapılan Yassıada duruşmalarını 150.000 kişi izleme imkanı bulmuştur. Ayrıca duruşmalar mahkeme salonundan yapılan naklen yayınlarla radyodan halka duyurulmuştur.
27 Mayıs 1960 aslında tam bir askeri müdahale de değildir. Bu müdahale ordu içindeki çok küçük bir subay grubunun insiyatifi ile meydana gelmiş genç subaylar hareketidir. Bu subay grubu; önce orduda darbe yapıp komuta katını ele geçirmişler ve eş zamanlı olarak Demokrat Parti yönetimini devirmişlerdir.
27 Mayıs 1960 darbesi ile Türk siyasi yaşamı da altüst olmuştur. Ordudaki hiyerarşi ve disiplin anlayışı da darmadağın olmuştur. Geçen 56 yıl boyunca askerlerin siyasilerin üzerindeki baskısı hep devam etmiştir.
Ne gariptir ki; askeri darbe ile yönetime el koyarak ( anayasayı, hukuku ve anayasa ile oluşturulan devlet organlarının tamamını yok sayarak) yeni bir anayasa yapmak zorunda kalan askeri yönetim, demokrat parti yöneticilerini anayasayı ihlal ettikleri gerekçesi ile asmışlardır. Anayasanın tamamını ortadan kaldıran darbecilerin, kaldırdıkları anayasayı ihlal ettikleri gerekçesi ile benzeri siyasi yargılamalara 12 Eylül 1980 darbesinde de aynen devam edilmiştir.
27 Mayıs’ta DP yöneticilerini yargılamak üzere oluşturulan Yüksek Adalet Divanı’nın Yassıada duruşmaları tam bir hukuk rezaletidir. Mahkemece 15 kişi idama mahkûm edilmiş ve bunlardan Başbakan Adnan Menderes ile iki bakanı asılmıştır. Başbakanı ve iki bakanını asan ayni devlet, ayni şahışların itibarlarını 1993 yılında iade etmiştir. Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Zorlu ve Maliye Bakanı Polatkan’ın İmralı Adasındaki naaşları devlet töreni ile İstabul Topkapı’da yapılan anıt mezara nakledilmiştir.
Sonuç olarak;
Askeri darbelerin demokrasi ve hukuk devleti anlayışına, özellikle askerin bizat kendisine verdikleri zararın tahribatı çok derin olmaktadır. Bu tahribatın onarılması ise kolay değildir. Yaşadığımız olaylar yeni nesillere ders olmalıdır.
Milletimizin bir daha askeri darbe istemediği unutulmamalıdır…
Demokratik sistem içindeki hukuk düzeninin devamı için her bireye ve her kuruluşa düşen önemli görevler olduğu daima göz önünde tutulmalıdır..
Dr.Tahir Tamer Kumkale