SONRASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SONRASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Kasım 2017 Çarşamba

11 EYLÜL SALDIRILARI SONRASI ABD DIŞ POLİTİKASINDA ORTADOĞU VE TÜRKİYE ABD İLİŞKİLERİ BÖLÜM 5


11 EYLÜL SALDIRILARI SONRASI ABD DIŞ  POLİTİKASINDA ORTADOĞU VE TÜRKİYE  ABD  İLİŞKİLERİ BÖLÜM 5


2.2.2.10. Clinton Dönemi Türkiye-ABD İlişkileri: Stratejik Ortaklık 

Haluk Gerger, 1980’li yılların sonundan başlayarak Amerikan politikasının temel önceliğinin Sovyetler Birliği’nin tasfiye sürecini denetlemek olduğunu 
söylemektedir. Bu bağlamda Clinton da iktidara geldiğinde, bir yandan, Sovyetler sonrası dünyayı örgütlemeye çalışırken, bir yandan da son derece büyük bir kriz içinde olan Amerikan ekonomisini kurtarmaya çalışmıştır. Clinton yönetimi, terörizmle mücadele programı altında, Bush’un politikalarını büyük ölçüde sürdürmüştür.152 
ABD Başkanı Bill Clinton’ın, Kasım 1999’da İstanbul’da gerçekleştirilen AGİK Zirvesi için geldiği TBMM’de yaptığı konuşma büyük önem taşımaktadır. 
Clinton konuşmasında şu noktalara dikkat çekmiştir: 

“Demokratik, laik, istikrarlı ve Batı’yı esas alan bir Türkiye, Amerika’nın Bosna’da, Orta Asya ve Ortadoğu’da istikrar sağlama ve İran ile Irak’ı 
sınırlandırma girişimlerine destek oldu. Türkiye’nin Batı ile devamlılık arz eden bağları ve dünyanın en hassas bölgelerinden birinde stratejik hedeflerimize verdiği destek hayati önem taşımaktadır. Türkiye’nin NATO ve Avrupa içindeki aktif ve yapıcı rolünü desteklemeye devam edeceğiz. Türkiye’de Avrupa ve Müslüman dünyası barış ve uyum içerisinde buluşabilir. Türkiye, Batı ittifakı içinde Müslüman çoğunluğa sahip tek ülkedir, İslam Konferansı Örgütü’ nde (İKÖ) de tek Batılı müttefiktir.”153 

Denilebilir ki, Soğuk Savaşın sona ermesi ile birlikte uluslararası ortamdaki değişmeler paralelinde Türkiye için de son derece önemli yeni gelişmeler ortaya 
çıkmış, ortamdaki değişmeler, Türkiye-ABD ilişkilerine de yansımış, gerek Türkiye’nin ABD’ye, gerekse de ABD’nin Türkiye’ye yönelik politikaları bu 
sistemsel değişiklikler çerçevesinde biçimlenmiştir. 


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 

3.11 EYLÜL 2001 SONRASI ABD DIŞ POLİTİKASINDA ORTADOĞU VE TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ 

3.1.11 EYLÜL 2001 Sonrası ABD Dış Politikasında Ortadoğu 

3.1.1. 11 Eylül Terör Saldırıları  sonrası

Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası 
şekillenen “tek kutuplu sistemde” gücünü en üst seviyede hissederken, bir anda 
tarihinin en büyük saldırısıyla karşılaşmıştır. 1990’lı yılların ikinci yarısından 
itibaren küresel terörün tehdidine maruz kalmaya başlayan ABD, ilk olarak Kenya ve Tanzanya’daki büyükelçiliklerinin bombalanma olayları ile sarsılmıştır. O yıldan itibaren küresel terörizmi tehdit değerlendirmelerine almaya başlayan ABD ilk kez kendi topraklarında bu denli büyük çapta bir saldırıya maruz kalmıştır.154 ABD, 11 Eylül 2001 sabahı dünyanın en yüksek binalarından olan New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerine yönelik, yerel saatle sabah 09.00’da meydana gelen bir terör saldırısına uğramıştır. Bu saldırının hemen ardından 18 dakika sonra ikinci kuleye de bir uçak saldırısı düzenlenmiş tir. İkinci uçağın Amerikan Havayollarına ait ve 156 kişi taşıyan bir Boeing 737 tipi yolcu uçağı olduğu açıklanmıştır. Olaydan kısa süre önce kaçırıldığı bildirilen bu yolcu uçağının pilot kabininin binanın içine girdikten sonra patlayarak çok büyük tahribata yol açtığı ifade edilmiştir. Yanmaya başlayan 410 metre yüksekliğindeki iki kule de kısa bir süre sonra görgü tanıklarının ve televizyon başında olayı naklen izleyen dünyanın gözleri önünde, içindeki binlerce kişiyle çökmüştür. Daha sonra Dünya Ticaret Merkezine ait üçüncü bina da yıkılmıştır. Binaların, uçakların içine yerleştirilen dinamitlerin ardı ardına patlaması sonucu çöktüğü de öne sürülenler arasında yerini almıştır.155 İkiz kulelere düzenlenen saldırının hemen ardından bu kez ABD Savunma Bakanlığı’na (Pentagon) yine uçaklı saldırıda bulunulmuştur. Aynı anda Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’da kurtarma çalışmaları sürerken ABD Dışişleri Bakanlığı’nın önünde bomba yüklü iki araç daha patlatılmıştır.156 

Beyaz Saray, ABD Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Adalet 
Bakanlığı, Kongre binası, CIA binası başta olmak üzere, Washington’daki hükümet binalarının tamamı boşaltılmıştır. New York, Washington ve diğer büyük kentlerde olağanüstü önlemler alınmış, halkın kentlerin dışına çıktığı gözlenmiştir.157 Amerikan halkı tarihinin en büyük korkularından birini yaşamıştır. 

İkiz kulelere düzenlenen saldırıların hemen ardından eylemleri Filistin 
Demokratik Kurtuluş Cephesi’nin (FDKC) üstlendiği öne sürülmüştür. Ancak 
haberin duyurulmasından kısa bir süre sonra açıklama yapan örgüt yetkilileri, olayla hiçbir bağlantılarının bulunmadığını bildirerek haberi yalanlamıştır. Daha sonra, Ürdün’deki bir gazeteyi arayan kimliği belirsiz bir kişi, saldırıları Japon Kızıl Ordu’nun düzenlemiş olduğunu ve Hiroşima ile Nagazaki’ye atılan atom 
bombalarının öcünün alındığını ileri sürmüştür. Ancak bu haber de 
doğrulanmamıştır.158 Saldırılara her taraftan kınama ve ABD'ye destek mesajları gelirken birçok ülkede önlem olarak önemli binalara girişler yasaklanmıştır.159 Tarih boyunca birçok devlet adamının, büyük komutanların ve binlerce insanın ölümüne neden olan terörizm, 11 Eylül 2001’de kendi tarihinde yeni bir sayfa açmıştır. Serhat Erkmen’e göre, ABD’de 11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleşen olayların faili, kim olursa olsun ortaya çıkan gerçek, eylemin, terörizm kavramında 1990’larda meydana gelen değişiklikleri büyük oranda yansıtmış olmasıdır.160 

ABD’de normal bir gün olarak başlayan 11 Eylül 2001, sabahın ilk saatlerinde   dünya tarihinde terörizm bağlamında yeni bir dönemin açıldığı gün 
olmuştur. Soğuk Savaş sonrası dönemde tek süper güç olarak anılmaya başlanan ülke olan ABD’nin teröristlerce bu çapta büyük bir saldırıya uğraması, uluslararası sistemde yeni bir döneme girilmesine yol açmıştır. Dünya Ticaret Merkezi’nin İkiz Kuleleri ve Pentagon’a yolcu uçaklarıyla yapılan intihar eylemleri çok sayıda ölüme ve binlerce kayıp insana neden olmuştur.161 11 Eylül’de Amerika’nın gücünü simgeleyen sembollerden biri konumundaki Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırılar, doğrudan ABD’nin savunduğu demokrasi ve liberal ekonomik düzen gibi ülkenin bir kaç temel değerine yapılmış sayılarak, ABD tarafından teröre karşı dünya çapında ve çok boyutlu bir mücadele stratejisi geliştirilmiş ve uygulanmaya başlanmıştır.162 

11 Eylül 2001 tarihinde, teröristlerin yolcu uçaklarını kullanarak Pentagon ve 
Dünya Ticaret Merkezi’ne saldırılar düzenlemesi, böyle bir saldırı karşısında 
ABD’nin buna engel olamaması, dünyanın süper gücünün bile çaresiz kalabileceğini gözler önüne sermiştir. Gerçekleştirilen saldırılar sonrasında uluslararası terör artık ABD için bir numaralı tehdit ve düşman haline gelmiştir. Yanı sıra 11 Eylül saldırılarını gerçekleştirenlerin isimlerinin Müslüman ismi olması163, Müslüman simgeler taşımaları, El Kaide örgütü ile bağlarının olması gibi faktörlerden dolayı “radikal İslam” da bir tehdit olarak kabul edilmiştir.164 Bu nedenle ABD, teröre karşı küresel savaş ilan ederken, saldırıların sorumlusu olarak gördüğü El-Kaide terör örgütünün yuvası olduğunu ileri sürdüğü Afganistan’daki Taliban rejimini Aralık 2001’de devirmiştir. İkinci aşamada ise benzer ve başka gerekçelerle Irak’ı işgal ederek Saddam rejimine de Nisan 2003 tarihinde son vermiştir.165 Usame Bin Ladin’in lideri olduğu El Kaide Terör Örgütü tarafından gerçekleştirildiği açıklanan 11 Eylül Terör Saldırısı, ABD’nin ve müttefiklerinin tehdit algılamalarını değiştirmekle kalmamış, yeni yüzyılın ilk savaşının terörle savaş olarak ilan edilmesine de yol açmıştır.166 

11 Eylül olaylarının, küreselleşme karşıtlarının bir eylemi veya Amerika’nın Ortadoğu politikasına karşı geliştirilen tepkinin bir sonucu olduğu şeklinde yorumlar da yapılmıştır.167 

Kongar’a göre, 11 Eylül terörü, doğrudan doğruya küreselleşme olgusunun tüm dünyanın suratına bir “şamar” gibi inen yansımasıdır. Bir başka deyişle 11 Eylül terörü, küreselleşmenin “terör yüzüdür”.168 
11 Eylül saldırısı geniş bir düşünce alanına yayılmış ve kendi içlerinde tam olarak bütünleşmemiş, ama temelde benzer eğilimler içinde olan grup ve kişileri bir araya getirmiştir.169 11 Eylül 2001, güç politikaları tarihi için gelecekteki oluşumları etkileyen bir olay olmuştur. Batı eğitimi almamış on dokuz insan, kısıtlı mali kaynaklarla, dünyanın en güçlü ve teknolojik olarak en ileri ülkesini paniğe sevk etmiş ve küresel bir siyasi krize neden olmuştur. Saldırıların hemen ardından Başkan Bush yaptığı konuşmada; yapılan saldırıların içlerini korkunç ve boyun eğmez bir öfke ile doldurduğunu, bunun Amerikan ulusunu korkutmak için tasarlandığını, fakat başarılı olamadıklarını söylemiştir. Başkan Bush’a göre Amerika, özgürlüğün en parlak işaret ışığı ve dünya için bir fırsattı. Hiç kimse bu günü unutmayacaktı.170 Brzezinski’ye göre; bu kişilerin saldırıları Amerikan dış politikasının askeri alana çevrilmesine yol açmış, Rusya’nın yeniden Batı ile ilgilenmesini hızlandırmış ve son olarak Amerika ve Avrupa arasında görüş farklılıklarını arttırmıştır.171 

11 Eylül 2001 saldırıları yirmi birinci yüzyılın bir dönüm noktası olmuş, 
dönemin ABD Başkanı G. W. Bush, 15 Eylül 2001 günü CNN International’da 
“Ulusa Sesleniş” programında ABD halkına ve dünya kamuoyuna şöyle seslenmiştir; 

… Sizden istenen sabırlı olmanız, çünkü bu savaş kısa sürmeyecektir. … Sizden istenen sabırlı olmanız azimli olmanız, çünkü bu savaş kolay geçmeyecek. 
Sizden istenen kuvvetli olmanız, çünkü zafere giden yol uzun olabilir… ABD’ye savaş açanlar, kendi yıkımlarını elleriyle seçmişlerdir. 
Terörist ülkelere ve onlara kucak açıp destekleyenlere yönelik bir dizi kararlı eylemle sağlanacaktır bu zafer. 

Sizi temin ederim sembolik eylemle yetinmeyeceğiz… Bizim vereceğimiz karşılık çok kapsamlı, güçlü ve etkili olacaktır. 172 
Chomsky, 11 Eylül’ü zalimce yapılmış tarihsel bir olay olarak değerlendirmiştir. Ona göre İngilizlerin 1814’te Washington’u yakmasından bu yana 
Amerikan toprakları ilk defa saldırıya uğramış ve hatta ilk defa tehdit edilmiştir.173 
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi iki adet geniş kapsamlı terör karşıtı karar kabul etmiştir. İlk olarak 1368 numaralı174 ve 12 Eylül 2001 tarihli olan ve bir gün önce vuku bulan saldırıyı kınayan karar alınmıştır. İkincisi ise 1373 numaralı 175 ve 28 Eylül 2001 tarihli, devletlerin terörizm karşısında tek başına veya toplu olarak kendini koruma hakkını teyit ederek, uluslararası işbirliği yapılmasını isteyen ve bütün üye devletlerin ödevlerini belirleyen karar olmuştur.176 

Yaşanılan ve ABD’nin tarihinde aldığı en ağır darbe olarak da nitelenen bu korkunç saldırı sonrası Başkan Bush, “Ya Bizimlesiniz ya Teröristlerle” diyerek 
uluslararası teröre karşı savaş başlatmıştır.177 

3.2.11 Eylül Saldırıları Sonrası Değişen Amerikan Dış Politikası 

11 Eylül bir anlamda “küresel terör” yüzyılını başlatmıştır.178 

Başkan Bush, 11 Eylül 2001’de yaptığı radyo konuşmasında 11 Eylül terör eylemlerinin aslında ABD’ye açılmış bir savaş olduğunu söylemiştir.179 

6 Kasım 2001’de “Terörizmle Mücadele Konferansı”nda hiçbir ulusun bu savaşta tarafsız olamayacağı öne sürülmüştür.180 Bu anlamda Damla Aras’ın konuya bakışı dikkat çekicidir. Aras; 11 Eylül sonrası ABD’nin “terör” kavramını farklı algıladığını, terörizm kavramına yüklenen anlamları yeniden kendisine göre tanımladığını belirterek, süreç içinde çıkarları doğrultusunda bu kavramı yeniden şekillendirdiğini ve kendi istediği şekilde anlamlandırdığını söylemektedir.181 

ABD, uluslararası alanda, hiçbir tartışmaya izin vermeyecek kadar açık olan 
bu olay sonrasında, saldırıya uğrayan ülke olma durumu gereği, bir “meşru müdafaa hakkı” ve buna bağlı bazı ayrıcalıklar kazanmıştır. ABD, saldırının doğrudan kendisini hedef almadığını, bu saldırının aslında uygarlık ve özgürlüğün merkezine yönelik olması bakımından tüm uygar ve özgür toplumlara karşı yapıldığını ileri sürmüştür. 11 Eylül sonrası, dünyanın artık eskisi gibi olmayacağı açıklanmıştır. Eylül 2002 tarihli “Ulusal Güvenlik Stratejisi”nde, ABD politikasını açıklayan Başkan Bush, 20.yüzyıldaki totalitarizm ile özgürlük arasında yaşanan savaşı, özgürlüğün kazandığına dikkat çekmiş ve 21.yüzyıldaki mücadelenin de resmini çizmiştir.182 Başkanın açıklamasına göre, uluslararası sistemin dengesi ile insanlığın geleceği için, temel insan hakları ile ekonomik ve siyasal özgürlüklere bağlı ulusların, özgürlük, demokrasi ve serbest girişimi savunmaları gerekmektedir. Belgenin yine giriş bölümünde, ABD’nin birincil amacının, küresel istikrarın sağlanmasına yönelik olarak, dünya genelinde ekonomik ve siyasal güce dayalı yaygın bir etki yaratmak ve bunu askeri kuvvetlerle desteklemek olduğu belirtilmiştir.183 İşte bu amacın gerçekleştirilebilmesi için de öncelikle terörün kaynağının yok edilmesi gerekmektedir. ABD bunu Afganistan üzerinden 
başlatmıştır. İkinci olarak ise Kitle İmha Silahlarına sahip olduğu iddiasıyla Irak 
işgal edilmiş, Büyük Ortadoğu Projesi hayata geçirilmeye çalışılmıştır. 


3.2.1. Bush Doktrini 

Bush 20 Eylül 2001’de Kongre’de yaptığı konuşmasında, ABD’nin kendisine savaş ilan etmiş teröristlerle, onları koruyan kollayan devletlerarasında ayrım 
yapmadığının altını çizmiştir.184 Bu konuşmasıyla Bush ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin ilk işaretlerini de vermiştir. Ulusal Güvenlik Stratejisi çerçevesinde; 

• Terörizm ve diktatörlükle mücadele ederek barışı sağlamak 
• Güçler arası iyi ilişkiler kurmak 
• Dünyanın her yerindeki özgür ve açık toplumları destekleyerek yaygınlaştırmak.               

ABD’nin hedefleri arasında yer almıştır.185 

ABD insan haklarını küresel ortamda yayarak küresel terörizme karşı 
ittifakları güçlendirmek, bölgesel çatışmaları sona erdirmek için diğer ülkelerle 
işbirliği yapmak ve düşmanların kendisini Kitle İmha Silahları ile tehdit etmesini 
önlemek amacını taşımıştır. Yine ABD bu strateji ile terörle mücadelenin yol 
haritasını belirlerken sistemi değiştirmek isteyenlere karşı askeri müdahaleyi 
öngörmüştür. Bu noktada piyasa ekonomisi ve serbest ticaret yoluyla küresel 
ekonomiyi geliştirmeyi, açık toplumlar yaratarak, demokrasi alt yapısını geliştirmeyi bir görev olarak üstlenmiştir. Bunun yansımaları Bush Doktrin’inde 
gözlemlenmiştir.186 Yine ABD 2005 yılı Mart ayında ortaya konulan Ulusal Savunma Stratejisi belgesinde de Ulusal Güvenlik Stratejisi’ndeki ana fikri geliştirerek desteklemiştir.187 Anılan belgede zayıf devletler ve yönetilmeyen bölgelerin tehdit kaynağı olduklarının altı çizilmiştir ve ABD’nin stratejik hedefleri şöyle sıralanmıştır: 

• ABD’yi doğrudan yapılacak saldırılardan korumak 
• Küresel hareket serbestisini sürdürmek ve önemli stratejik bölgelere erişimi garanti altına almak 
• İttifak ve ortaklıkları güçlendirmek 
• ABD lehine uygun güvenlik hedeflerinin yaratılması 188 

El-Kaide terör örgütünün ABD’ye karşı düzenlediği 11 Eylül terör saldırılarından sonra Amerikan ulusal güvenlik anlayışının sadece barışçıl 
arabuluculuk rolleri veya insani müdahale ile sınırlı kalmayacağı açıklık kazanmıştır. 

Uluslararası teröre karşı “küresel bir güvenlik anlayışı” benimseyen ABD, yaşadığı bu sarsıntının ardından tüm kurumları ile hegemonyasını yeniden yapılandırma çalışmalarına başlamıştır. Bu kapsamda, güç kullanımına dayalı, kapsamlı ve uzun vadeli bir meydan okuma stratejisi belirlemiştir.189 

11 Eylül saldırılarından sonra, Başkan Bush, uluslararası terörizmin temel sebebi olarak, Ortadoğu’da demokratik rejimlerin olmayışını göstermiştir. Ona göre, 
Büyük Ortadoğu bölgesindeki devletler, sosyo-ekonomik ve siyasi sıkıntılar yaşamaktaydı ve mevcut rejimlerde halkın taleplerini ve küreselleşme ile 
modernleşmenin gereklerini yerine getiremiyorlardı. Bölgedeki kötü siyasi, ekonomik ve sosyal koşullar, aşırılığı ve ABD karşıtlığını ortaya çıkarmaktaydı. 

ABD, bu saldırılar sonrasında, kendisinin ve müttefiklerinin enerji güvenliği için yoğun bir enerji güvenliği politikası ve terörizme karşı küresel bir savaş 
politikası izlemeyi hedeflemiş fakat Köni ve Oğan’ın belirttikleri gibi bu politikalarda başarılı olamamıştır.190 ABD bu dönemde (11 Eylül 2001 sonrası) 
Ortadoğu’da politikalarını “terörizmle savaş” adı altında toplayarak yürütmüş ve Amerika’nın bu politikalarının karşısında duranları George W.Bush “karşıt ülkeler” olarak ilan etmiştir.191 Şanlı Bahadır Koç; “ABD’nin Ortadoğu politikalarında 11 Eylül sonrası yaşanan ve beklenen gelişmeler ile Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra yaşanan değişim karşılaştırılırsa, ilkinin ikincisinden daha derin olduğu söylenebilir” diyerek, 11 Eylül sonrası ABD’nin Ortadoğu politikasında yeni açılımların olduğuna dikkat çekmiştir.192 

11 Eylül sonrasında ABD dış politikasında belirgin değişikler ortaya çıktığı 
yukarıda dile getirilmiştir. Uluslararası ilişkilerin merkezine terörle mücadeleyi 
koyan ABD, önce bir “Şer Ekseni”ni çizmiş, ardından da teröre karşı savaş ilan 
ederek dış ilişkilerinde yeni bir dönem başlatmıştır. Washington için terörle 
mücadele konusu, uluslararası ilişkilerde belirleyici rol oynamaya başlamış ve 
ABD’nin bu yeni politikasının sonuçları, kısa sürede tüm dünyada kendini 
hissettirmiştir. 11 Eylül saldırısından sonra Kongre’de konuşan Başkan George W. Bush, uluslararası teröre karşı topyekûn bir savaş ilan etmiştir. Dünyadaki terör örgütlerinin çökertileceğini ve teröre destek veren herkesin, ABD’nin düşman listesine alınacağını ifade etmiştir.193 İlk hedef olarak da saldırının arkasında olduğu tahmin edilen Usame Bin Ladin ve örgütü El Kaide’ye destek verdiği belirtilen Afganistan’daki Taliban rejimini belirlemiş ve bu doğrultuda Afganistan’a operasyon düzenlemiştir. Ardından kitle imha silahlarına sahip olduğu gerekçesiyle İran, Irak ve Kuzey Kore “şer ekseni”194 olarak tanımlanmış ve bu ülkeler dünya barışı için tehdit olarak nitelendirilmiştir. Haziran 2002’de ABD’nin yeni dış politikası ABD Başkanı 

G. W. Bush tarafından West Point Akademisi’nde ana hatları ile açıklanmıştır. Bu yeni dış politikaya göre ABD, nükleer, biyolojik ve kimyasal silah üreten ve tehdit oluşturduğuna inanılan ülkelere karşı, konvansiyonel ve nükleer silahları da kullanarak, önleyici darbe indirilebilecek askeri ve siyasi yöntemler birlikte uyumlu bir strateji haline getirilerek terörle mücadelede kullanılacaktır.195 Bush yönetiminin iktidara gelmesinden bu yana en geniş kapsamlı dış politika belgesi olarak tanımlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece aktif bir çerçeveye oturtulmuştur. 

Belgede daha tehdit ortaya çıkmadan ve bir saldırıya dönüşmeden önce askeri operasyon yapılması gerektiği vurgulanmıştır.196 

ABD Başkanı G. Bush’un 20 Eylül 2002 tarihinde ortaya attığı Ulusal Güvenlik Stratejisi197 ABD içinde ve dışında önemli tartışmalara yol açmıştır. Bu 
strateji bir yandan Amerika’nın yeni yılda karşı karşıya kalacağı tehditleri ortaya koyan bir analiz olarak görülürken, öte yandan, Amerika’nın Soğuk Savaş sonrası izlediği barışçı dış politikasından ayrılan bir analiz belgesi olarak nitelendirilmiştir.198 

11 Eylül sonrasında Amerikan dış politikasının temel felsefesini oluşturan Bush Doktrininin açıkça dünyayı tekrar Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi ikili bir 
ayrıma tabi tuttuğu gözlemlenmiştir. Bush, 26 Eylül 2001’de Kongredeki mesajında tüm ülkelere bir seçim yapması gerektiğini “ya bizimle berabersiniz ya da bizim karşımızda teröristlerle” ifadeleriyle net bir şekilde ortaya koymuştur.199 Chomsky’e göre, dünyaya katı bir seçim sunulmuştur: “Bize katılın ya da kesin bir ölüm ve yıkım olasılığıyla yüzleşin”.200 Ataöv’e göre ise, Dünya Ticaret Merkezi ile Pentagon’da 11 Eylül sabahı oluşan yıkıntı, Bush yönetimi için büyük bir fırsat yaratmıştır. Ona göre Bush yönetimi, bu acılı olayın halkta yarattığı endişeleri sömürmekte gecikmemiştir. Başkan Bush, halkını kendine bağımlı kılmayı amaçlayan bir konuşma üslubu geliştirmiştir. Yaptığı konuşmalar yurttaşlarının içinde sürekli bunalım duygusu uyandırmayı amaçlamıştır. Ataöv’e göre Bush, karamsar bir dil kullanarak halkı adeta umutsuzluğa sürüklemiştir.201 

11 Eylül 2001 sonrası Amerikan yönetiminin dünyadaki olaylara bakışı 
değişmiş, bu değişim dış politika uygulamalarına yansımıştır. ABD’de 11 Eylül 
terörist saldırıları sonucunda nitelik kazanan bu değişimin ardından Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliğini tehdit olarak algılayan ABD, Soğuk Savaş döneminin ardından 1990’lar boyunca kendisine yönelik net bir tehdit algılaması yaşamamıştır. Ancak 11 Eylül 2001 tarihi terörist saldırıları ile “terörizm” belirgin “tehdit” olarak ABD ve dünya gündemine oturmuştur. 11 Eylül 2001’den sonra ise, Bush yönetimi kitle imha silahlarının yayılma sorununu artık terörizmin ayrılmaz bir parçası olarak kabul etmiştir.202 Amerikan Kongresi, 14 Eylül 2001 tarihinde, Başkan Bush’a 11 Eylül saldırılarını düzenleyenlere karşı tüm gerekli ve uygun gücü kullanmak için geniş yetki vermiştir.203 7 Ekim 2001’de başlayan ve ilk başta El-Kaide ve Taliban rejimini hedef alan Sürekli Özgürlük Harekâtı, Amerika’nın teröre karşı ilan ettiği savaşın ilk adımı olmuştur.204 Bush Doktrinine 2002 Ocağından itibaren ama özellikle 2002 Eylülünde kamuoyuna açıklanan Ulusal Savunma Stratejisi ile somut bir içerik kazandırılmıştır.205 Bush Doktrini’nin pratiğe geçirilmesi Afganistan’a müdahale ile başlamıştır. 

BÖLÜM DİPNOTLARI;

152 Gerger, 2007: 470. 
153 Clinton’un 15 Kasım 1999’da TBMM’de yaptığı konuşmanın tam metni için bk. http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem21/yil2/bas/b019m.htm (20.06.2009). 
154 Altuğ Günal, “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye”, http://eab.ege.edu.tr/pdf/4/C4-S1-2-M15.pdf, (30.12.2009).
155 “Dünya Sarsılıyor”, Cumhuriyet Gazetesi, 12.09.2001: s.1. 
156 “ABD’de Gün Boyu Kâbus”, Cumhuriyet Gazetesi, 12.09.2001: s.3. 
157 “ABD’de Gün Boyu Kâbus”, Cumhuriyet Gazetesi, 12.09.2001: s.3. 
158 “ABD’de Gün Boyu Kâbus”, Cumhuriyet Gazetesi, 12.09.2001: s.3. 
159 “Dünya Ayakta”, http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2001/09/12/27488.asp, (20.12.2009). 
160 Serhat Erkmen, (2001): “Terörizmin Yeni Miladı”, Stratejik Analiz Gergisi, Sayı:18, s.5. 
161 Erkmen, 2001: 7. 
162 Fevzi Uslubaş, (2005): Küresel Terör, Afganistan, BOP, ABD; İmparatorlukların Bataklığı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul: s.210. 
163 Mısır asıllı Aymen Elzavahiri (örgütün ikinci adamı), Şeyh Sait kod adlı Mustafa Ahmet Elhassavi 
(mali işlerden sorumlu), Abu Muhammet Elmisri (propaganda sorumlusu), Abbas Karaağaçlıoğlu, (2009), “11 Eylül Sonrası El Kaide”, 
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=497:11-eyluel-sonrasel-kaide&catid=122:analizler-guvenlik&Itemid=147, (20.12.2009). 
164 “11 Eylül Sonrası Değişen Güvenlik Vizyonu-Bush Doktrini”, 
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=127301, (30.12.2009). 
165 İdris Bal, (2006): “Türkiye-ABD İlişkileri ve 2003 Irak Savaşı’nın Önemi”, 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, (Edt.) İdris Bal, AGAM Yayınları, Üçüncü Baskı, Ankara: s.154. 
166Şahin Alpay,(2006); “Küresel Terörizm”, http://www.turksam.org/tr/a1035.html, 
(20.12.2009).Norveç’li Uluslararası 
İlişkiler Profösörü Johan Galtung ile yapılan söyleşi. 
167 Kemal Evcioğlu, (2005): Amerika Birleşik Devletlerinin Büyük Ortadoğu Projesi, Umay Yayınları, 
İzmir: s.58. 
168 Emre Kongar, (2002): Küresel Terör ve Türkiye, Remzi Kitapevi, Dördüncü Basım, İstanbul: s.80. 
169 Türkkaya Ataöv, (2004): 11 Eylül: Terörle Savaş Mı Bahane Mi, Alkım Yayınevi, İstanbul: s.74. 
170 http://www.whitehouse.gov.tr/news/releases/2001/09/20010911-16.html, (23.09.2008). 
171 Zbigniew Brzezinski, (2005): Tercih, İnkılâp Yayınevi, Çev. Cem Küçük, İstanbul: s. 64. 
172 “Bush: Savaşa Hazır Olun”, Cumhuriyet Gazetesi, 16 Eylül 2001: s.1. ve Talat Turhan, (2006): “Medeniyetler Çatışması BOP”, İleri Dergisi, s. 100. 
173 Noam Chomsky, (2004): 11Eylül ve Sonrası: Dünya Nereye Gidiyor?, Aram Yayıncılık, Üçüncü. Baskı, İstanbul: s.126. 
174 http://daccess-ddsny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/533/82/PDF/N0153382.pdf?OpenElement (18.12.2009).
175 
http://daccess-ddsny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/557/43/PDF/N0155743.pdf?OpenElement (18.12.2009).
176 BM Güvenlik Konseyi 1373 numaralı kararı için bk. http://www.un.org/News/Press/docs/2001/sc7158.doc.htm (21.06.2009) ve Andrew Mango, (2005): 
Türkiye’nin Terörle Savaşı, Doğan Kitap, Çev: Orhan Azizoğlu, İstanbul: s.103. 
177 http://archives.cnn.com/2001/US/11/06/gen.attack.on.terror/ (12.02.2009); ve http://archives.cnn.com/2001/US/11/06/ret.bush.coalition/index.html (12.02.2009). 
178 Şahin Alpay,(2006); “Küresel Terörizm”, http://www.turksam.org/tr/a1035.html, (20.12.2009).Norveç’li Uluslararası İlişkiler Profösörü Johan Galtung ile yapılan söyleşi. 
179 http://www.americanrhetoric.com/speeches/gwbush911addresstothenation.htm, (12.02.2009). 
180 Evcioğlu, 2005: 95-96. 
181 Damla Aras, (2002): “Minareyi Çalan Kılıfı Hazırladı: Bir Başka Açıdan 11 Eylül”, Stratejik Analiz Dergisi, Sayı:24, s.36. 
182 http://www.globalsecurity.org/military/library/policy/national/nss-020920.htm (21.07.2009). 
183Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin tam metni için bk. http://www.whitehouse.gov/administration/eop/nsc/ (18.12.2009). 
184 http://www.americanrhetoric.com/speeches/gwbush911jointsessionspeech.htm, (12.07.2009). 
185 Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin tam metni için bk. 
http://www.whitehouse.gov/administration/eop/nsc/, (18.12.2009). Ayrıca; Cihangir Dumanlı, (2005): 
“ABD Stratejileri”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Sayı:49, s.12. 
186 http://www.americanrhetoric.com/speeches/gwbush911jointsessionspeech.htm, (12.07.2009). 
187 http://www.defenselink.mil/news/Mar2005/d20050318nds1.pdf, (21.06.2009). 
188 http://www.defenselink.mil/news/Mar2005/d20050318nds1.pdf, (21.06.2009). 
189 Kuloğlu, Sarıkaya, 2004: .26. 
190 Hasan Köni, Sinan Oğan, (2002): “11 Eylül Yıldönümünde Rusya: ABD ile Balayından Şer Ekseni 
ile Flörte”, Stratejik Analiz Dergisi, Sayı:30, s.10. 
191 Köni-Oğan, 2002: 10. 
192 Şanlı Bahadır Koç, (2002): “İyi, Kötü ve Çirkin: Amerika’nın Ortadoğu Politikaları”, Stratejik Analiz Dergisi, Cilt:2, Sayı:21, s.6. 
193 http://www.americanrhetoric.com/speeches/gwbush911jointsessionspeech.htm (12.07.2009). 
194Ferai Tunç, “Şer Ekseni Türkiye İçin Ne Anlama Geliyor?”, 
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=52394&yazarid=19, (29.12.2009), “Kuzey Kore’ye İran Affı”, 
http://arsiv.sabah.com.tr/2008/06/27/haber,3D253BCC6BFD4C8499088E75DD5792C4.html, (29.12.2009).
195 Konuşmanın tam metni için bk. http://www.americanrhetoric.com/speeches/gwbushtwostatesolution.htm (18.12.2009). Ayrıca; Yaşar 
Onay,(2003): Küresel Egemenlik Savaşı ve Irak, Ebabil Yayıncılık, Ankara: s.46. 
196 Onay, 2003: 47. 
197 Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin tam metni için bk. http://www.whitehouse.gov/administration/eop/nsc/ (18.12.2009). 
198 Hasan Köni, (2003), “Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi”, Stratejik Analiz Dergisi, Cilt:4, Sayı:38, s.81. 
199 http://www.americanrhetoric.com/speeches/gwbush911jointsessionspeech.htm (12.07.2009). 
200 Chomsky, 2004: 18. 
201 Ataöv, 2004: 116. 
202 Nurşin Ateşoğlu Güney, (2006): Batı’nın Yeni Güvenlik Stratejileri AB, NATO, ABD, Bağlam 
Yayınları, İstanbul: s.66. 
203 http://www.house.gov/budget_republicans/emergsupp2888.pdf, (20.12.2009). 
204 Ataöv, 2004: 120. 
205 Arı, 2006: 742. 

6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

****

11 EYLÜL SALDIRILARI SONRASI ABD DIŞ POLİTİKASINDA ORTADOĞU VE TÜRKİYE ABD İLİŞKİLERİ BÖLÜM 4


11 EYLÜL SALDIRILARI SONRASI ABD DIŞ  POLİTİKASINDA ORTADOĞU VE TÜRKİYE  ABD  İLİŞKİLERİ BÖLÜM 4



2.2.2.7.1974 Kıbrıs Müdahalesi 

Sönmezoğlu’na göre Türk halkı ve yetkilileri Amerika’yla ilişkilerinde iki olayda ihanete uğradıklarını düşünmektedirler. Bunlar Johnson mektubu ve 1975– 
1978 döneminde uygulanan silah ambargosudur. Birincisi Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinin önlenmesinde rol oynamıştır, ikincisi ise Kıbrıs’a müdahalenin bir 
sonucudur.124 Bu “ihanete uğrama duygusunun” 1960’lı yılların ortalarından itibaren en önemli göstergelerinden biri, Altıncı Filo’nun Türkiye limanlarını ziyaret etmesine karşı öğrencilerin büyük gösteriler düzenlemesidir.125 

Çandar’a göre, Türkiye’nin ABD’ye bakışında 1960’lı yılların belirleyici etkilerinden biri, Türk ulusal çıkarlarının bu Atlantik ötesi müttefikten uzak durmak ya da içeriği ne olursa olsun Amerika’nın isteklerine direnmek olduğuna dair fikrin bu dönemde gelişmesi olmuştur.126 1970’li yıllarda Türk-Amerikan ilişkilerinde bir kırılma daha yaşanmıştır.127 Haşhaş Ekimi Kriziyle başlayan ve 1974’teki Kıbrıs müdahalesiyle devam eden gerilimlerin ardından Şubat 1975’te yürürlüğe giren ve 3,5 yıl süren silah ambargosu ilişkileri kopma noktasına getirmiştir. 1975-1978 yılları arasında uygulanan silah ambargosu, bir süre ilişkilerin olumsuz bir seyir izlemesine ve iki ülkenin ulusal çıkarları aleyhinde Türk-Amerikan ilişkilerine gölge düşürecek kadar etkili olabilen belli başlı etnik lobilerin harekete geçmesine yol açmıştır.128 Yeni kurulan Ege Ordusu’nun NATO’nun hizmetine sokulması yönündeki çağrılara olumsuz cevaplar verilmiştir. Ayrıca Sovyetler Birliği ile artan ilişkiler Haziran 1978’de İyi Komşuluk ve Dostça İşbirliği İlkeleri Siyasal Belgesi’nin imzalanmasıyla sonuçlanmıştır.129 

Türkiye’nin Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği ikinci harekât ve bunun neticesinde 
adanın büyük kısmını kontrolü altına alması, Amerikan yönetimi ile Kongre arasında Türkiye’ye karşı Kıbrıs’taki askeri operasyonlarında kendilerinden aldığı silahları kullandığı için askeri ambargo uygulanıp uygulanmaması konusunda uzun süren bir mücadele yaşanmasına neden olmuştur. 5 Şubat 1975’ten itibaren Kongre’deki Yunan lobisinin de etkisiyle ABD Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaya başlamıştır.130 Başkan Kongre kararı uyarınca ambargoyu uygulamaya koymuş ancak Türkiye'nin ABD'nin güvenliği için kilit önem taşıdığını ve bu adımın Ortadoğu'da durumu olumsuz etkileyeceğini belirterek, Kongre'den kararı yeniden gözden geçirmesini istemiştir.131 Ambargo kararıyla birlikte verilmesi daha önceden kararlaştırılmış olan 200 milyon dolar değerindeki silahın sevki dondurulmuştur. Amerika’nın silah ambargosuna Türkiye’nin cevabı ise, 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulması olmuştur. Amerikan yetkililerinin ambargoyu kullanarak Türk yöneticilerini Kıbrıs sorununda taviz vermeye zorlamak istedikleri söylenebilir. Türk yöneticileri ise Kıbrıs ve askeri işbirliğini birbiriyle ilişkilendirilmemesi gereken konular olarak görmüşlerdir. Misilleme olarak Türk hükümetinin 25 Temmuz 1975’te iki ülke arasındaki 1969 tarihli Savunma İşbirliği Anlaşması’nı feshetmesi ve Amerikan üslerini kapatması, iki devlet arasındaki ilişkileri en alt düzeye indirmiştir132. Ambargonun kaldırılması ancak uzun çabalardan sonra 1 Ağustos 1978’de mümkün olabilmiştir.133 

2.2.2.8.Reagan Dönemi: İlişkilerin Düzelmesi 

1980’lerde ilişkiler, yaşanan bazı iç ve dış gelişmeler sebebiyle düzelmeye 
başlamıştır. Can Dündar’a göre bu yıllarda ilişkiler sorulacak olsa “iyilik, sağlık” 
cevabı verilmesi yanlış olmazdı.134 Ambargonun kalktığı 1978 Eylül’ü ile askeri 
yönetimin işbaşına geldiği 12 Eylül 1980 tarihleri arasında Türkiye’nin içine düştüğü kargaşa, siyasi istikrarsızlık, anarşi ve terör ortamı Amerika’yı tedirgin etmiştir.135 

1979 Şubat’ında İran’da İslam Devrimi’nin gerçekleştirilmesi, 1979 yılının sonunda Sovyetlerin Afganistan’ı işgali gibi 1980’li yıllarda da etkisi görülen yeni gelişmeler Ortadoğu’daki istikrarı alt üst etmiştir. Bu yeni stratejik yapı içinde Türkiye, ABD için neredeyse tek güvenilir müttefik haline gelmiş ve önemi artmıştır. 

12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Batı Avrupa, Türkiye’ye karşı yoğun 
bir kampanya başlatmış, Türkiye’yi bütün forumlardan dışlamış, Avrupa 
Konseyi’nden çıkartılmasını gündeme getirmiştir.136 Bu yaşanan gelişmeler 
Türkiye’yi dış ilişkilerinde oldukça zor durumda bırakırken, ABD, herhangi bir 
şekilde Türkiye’deki askeri rejimi eleştirme ve Türkiye aleyhinde girişimde bulunma yoluna gitmemiştir. Avrupalıların, yönelttikleri aşırı eleştirilerle Türkiye’nin 1982 yılında Avrupa Konseyi’nin Parlamenterler Meclisinden çekilmesine neden olmaları karşısında, ABD’nin Türkiye’ye verdiği destek Türk yöneticilerce takdir edilmiştir. Sonuç olarak ABD için bölgedeki istikrar önem taşımaktaydı ve Türkiye’deki istikrarı sağlamak üzere yapıldığı ifade edilen137 askeri müdahale bu yüzden ABD açısından olumlu bir gelişme olarak görülmüştür denilebilir. 1974 Kıbrıs müdahalesi üzerine iki ülke arasında yaşanan gerginlik sonrası 1980–1983 döneminde Türk-Amerikan ilişkileri altın çağını yaşamıştır. Avrupa ile ilişkilerde yaşanılan kriz, Türkiye’yi diplomatik, ekonomik ve askeri alanlarda ABD’ye yakınlaştırırken, İhsan Dağ’ın deyimiyle Soğuk Savaş’ın “yeniden ısınması”, uluslararası ortamdaki yumuşama havasının yerini tekrar gerginliğe bırakması, ABD’nin Türkiye’ye olan ihtiyacını pekiştirmiştir. Ancak askeri yönetimin destek vermesiyle Kasım 1983’te 
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ilan etmesinin ardından Kuzey 
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası toplum tarafından tanınması konusu iki 
ülke ilişkilerinde sorun oluşturmuş, Amerikan Kongresi Türkiye’nin KKTC’yi 
tanıma kararını geri çekmesini talep ederek Kıbrıs sorununun çözümü ile Amerikan yardımı konusunda ilinti kurulmasını gündeme getirmiştir.138 Ancak, Reagan yönetiminin ısrarıyla iki konu arasında ilinti kurulması yönündeki karar önerisi kabul edilmemiştir. Bunun yanında Kongre bu dönemde Ermeni sorununu da aralıklarla gündeme getirmiştir. Bu dönemde, ABD ile kapsamlı bir Ekonomik ve Savunma İşbirliği anlaşması imzalanmıştır.139 29 Mart 1980’de imzalanan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması (SEİA) 1980’li yıllardaki Türk-Amerikan ilişkilerinin çerçevesini oluşturmuştur. SEİA Antlaşması, beş yıllığına imzalanmış ve beş yıldan sonra da yıllık olarak uzatılması öngörülmüştür. SEİA Antlaşması çerçevesinde 

ABD, Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyon ve savunma programına ihtiyacı olduğunu kabul etmiş, aynı zamanda iki hükümet arasındaki güven ve işbirliğini 
arttırmak amacıyla Türkiye’ye, savunma malzemesi ve askeri eğitimden oluşan savunma desteği sağlamayı garanti etmiştir.140 Bunun karşılığında ise ABD’nin Türk toprakları üzerinde belirlenen tesislerde silahlı kuvvet bulundurmasına ve askeri faaliyet gerçekleştirmesine izin verilmiştir.141 Ayrıca Türkiye’nin kaynaklarının güvenliği için nasıl kullanılacağını araştırmak ve tartışmak üzere bir ortak Türk - Amerikan komisyonu kurulmuştur.142 SEİA, ilk beş yıllık süresinin dolmasından sonra yapılan görüşmelerden sonra 1990 yılına kadar tekrar uzatılmıştır. 

Türkiye, 1980’li yıllar boyunca ABD açısından büyük stratejik önem taşımaya devam etmiştir. Bu dönemde ABD için Türkiye’nin Ortadoğu açısından 
sahip olduğu stratejik konumu onun ABD için taşıdığı stratejik önemin en temel unsurlarından biri olmuştur. Türkiye’nin sahip olduğu jeopolitik konumunun 
ABD’nin global stratejisinin önemli bir parçası olduğu söylenebilir. Türkiye, sadece Sovyetler Birliği’ne karşı değil, fakat daha önemlisi Basra Körfezi’nin güvenliği açısından anahtar bir ülke; sadece coğrafyasıyla değil, sahip olduğu büyük tarihi, nüfusu, siyasi ve askeri donanımı itibariyle de gözden çıkarılamayacak bir müttefik ve bu güçlü potansiyeliyle, bölgedeki dengeleri etkileyebilecek bir devlet olarak algılanmıştır.143 Bu arada Türkiye’nin ekonomik gelişmesi o derece hızlı olmuş ve o noktaya varmıştı ki, Türkiye, Amerika’yla ilişkilerinde artık daha fazla yardım yerine daha fazla ticaret ister hale gelmişti. Başbakan Özal, güçlü ekonomiyi, ulusal güvenliği korumanın en önemli şartı olarak gördüğü için, iç ve dış yatırımcıları, Türk ekonomisinin değişik alanlarında ve bu arada savunma sanayinde yatırım yapmalarını teşvik etmiştir. Özal’ın gerçekleştirmeyi düşündüğü projeler çerçevesinde Amerikan pazarının Türk mallarına, özellikle tekstil ürünlerine açılması ve Türk şirketlerinin Amerikan endüstrisinin şirketleriyle avantajlı ortaklıklar kurması büyük önem taşımıştır. 

Bu konuda ortaya çıkan en büyük problem, Amerikan makamlarının Türkiye’den yapılan tekstil ithalatına kota koymaları olmuştur. 1986 yılında SEİA’nın uzatılması görüşmelerinde Türk yetkililer Amerikan Dışişleri Bakanı Shultz’un Mart ayındaki Türkiye ziyareti sırasında antlaşmanın tekstil kotalarıyla ilişkilendirilmesi yönünde taleplerde bulunmuşlardır.144 

Türk yetkililer tekstil kotası ve ticaretteki dengesizliğin kaldırılması konularında ABD’den olumlu bir yaklaşımla karşılaşmazlarken, bu ülkeden ekonomik alanda 
elde edebildikleri en önemli ekonomik katkı, Türkiye’nin AB’ye gelecekte üye olması konusunda Amerikan hükümetinin açık bir destek vermesi olmuştur.145 

2.2.2.9.George Bush (Baba Bush) Dönemi: İlişkilerin Doruk Noktası 

Soğuk Savaş’ın bitmesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte 
Türkiye’nin dış politikasında yeni bir döneme girilmiştir. Soğuk Savaş boyunca 
Türkiye, Sovyetlerin Ortadoğu’ya yönelik emellerinin önündeki bir set olarak 
güvenlik ve dış politikasını Batıyla, özelikle de ABD ile olan ittifak ilişkileri ile 
yürütmüştür. Soğuk Savaş sonrası Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslardaki gelişmeler, Türkiye’nin stratejik önemini hala koruduğunu göstermiştir. 

Türkiye, yeni bölgesel tehditlerin merkezinde bulunması ve enerji 
kaynaklarına yakınlığı dolayısıyla Amerikan politikalarında merkezi bir hale 
gelmiştir. İki ülke arasında 1990’lı yıllarda çeşitlendirilen ilişkilerde enerji, 
ekonomik ve ticari işbirliği, bölgesel işbirliği ve Kıbrıs konuları ana başlıkları 
oluşturmuştur. 1999’da yapılan üst düzey resmi ziyaretlerde Avrupa, Kafkasya, Orta Asya ve Ortadoğu’ya kadar olan bölgelerde geniş çapta örtüşen çıkarlar çerçevesinde çok boyutlu ve çok yönlü bir stratejik işbirliği anlamına gelen “Stratejik Ortaklık” sağlamlaştırılmış ve bunun ekonomik ve ticari alanlara da yayılması desteklenmiştir. 

Bu bağlamda 1999 ve 2002 de ekonomik alanda bazı anlaşmalar imzalanmış tır.146 

Türkiye, Soğuk Savaş sonrasında Irak, Bosna, Kosova, Afganistan gibi ABD 
öncülüğündeki operasyonlara gerek asker yollayarak, gerekse üslerini açarak destek vermiştir. Türkiye Bosna’da bulunan BM Barış Gücü UNPROFOR’a asker ve silah göndermiştir.147 Irak operasyonunda üslerini açan Türkiye, Afganistan 
operasyonunda ISAF’a asker göndermiştir. Körfez Savaşı’nın ardından Irak’ın 
çevrelenmesinde önemli bir rol oynamış ve BM yaptırımlarını ilk uygulayan 
ülkelerden biri olmuştur. Bu süreçte İsrail ile artan ekonomik ve askeri ilişkiler ABD tarafından desteklenmiş ve üç ülke Akdeniz’de ortak askeri tatbikatlar 
gerçekleştirmiştir. ABD ise AB’ye giriş, Bakü-Ceyhan petrol boru hattı, Kıbrıs ve 
Ermeni meselesi gibi konularda Türkiye’nin hassasiyetlerine önem vermiştir.148 

Doğu Bloğu’nun yıkılmasıyla ortaya çıkan belirsizlik ortamı ve otorite 
boşluğu, bölgenin ve Türkiye’nin güvenliği için eskisinden daha büyük tehditlerin oluşması endişesini de beraberinde getirmiştir. Körfez Krizi, Yugoslavya’daki etnik ve dinsel çatışmalar, Kafkasya’da Azeri-Ermeni gerginliği ve Çeçenistan savaşı gibi gelişmeler, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya’nın kesiştiği bölgede yer alan Türkiye’yi güvenlik önlemleri almak konusunda harekete geçirmiştir. Nasuh Uslu’ya göre Türkiye bu çok yönlü gelişmeler karşısında ancak Soğuk Savaş sonrası dönemde “dünya jandarmalığı” rolünü benimseyen ABD’nin yardımıyla kendini daha güvenli hissedebilirdi. Bu çerçevede Türkiye, Soğuk Savaş boyunca taşıdığı Batı’nın bir “kanat ülkesi” ya da “ileri karakolu” rolünden sıyrılarak, istikrarsız ortam içerisinde “güvenli ada” rolünü üstlenmiştir.149 Özellikle Soğuk Savaş yıllarında NATO tarafından asıl korunması gerektiği düşünülen merkez bölgenin güvenliğe kavuşması ve tehdit algılamalarının Türkiye’nin etrafındaki bölgeden kaynaklanması, Türkiye’nin bunu daha iyi kavrayıp önemini vurgulamasına ve ABD ile ilişkilerini daha da kuvvetlendirmenin yollarını aramasına yol açmıştır. 

Brezezinski’ye göre Türkiye, yeni bölgesel tehditlerin merkezinde bulunması, enerji kaynaklarına yakınlığı ve jeopolitik konumu dolayısıyla Amerikan  politikalarında merkezi bir hale gelmiştir. Bu dönemde Türkiye çok önemli bir jeopolitik eksen ve jeopolitik oyuncu olarak tanımlanmıştır.150 Kor’un ifadesi ile Türkiye bir mihver ülke olarak görülmüştür. Türk-Amerikan çıkarları bu yeni dönemde geniş çapta örtüşmüştür. Türkiye, Amerika’nın ulusal çıkarlarını  ilgilendiren birçok bölgesel sorunda stratejik bir role sahip önemli bir müttefik  olmuştur. Washington, Türkiye’nin Amerikan ulusal çıkarları için taşıdığı önem dolayısıyla Türkiye’nin AB’ye tam üye olma girişimini ve Azeri petrolünün Batı piyasalarına nakledilmesiyle ilgili olarak Bakü-Ceyhan petrol boru hattının yapımını desteklemiştir. ABD, Ortadoğu’daki istikrarsız petrol üreticisi devletler üzerindeki nüfuzunu arttırma ve bunlar üzerinde denetim sağlama amaçları çerçevesinde, Türkiye’yi kilit ülke olarak görmüştür. Diğer tarafta ABD’nin uluslararası finans ve ticaretteki güçlü konumunun farkında olan Türkiye, ekonomik alandaki sıkıntılarını giderme ve Hazar petrolünün taşınmasıyla ilgili isteklerini gerçekleştirme konularında ABD’nin desteğine ihtiyaç duymuştur. Bu örtüşen çıkarlar çerçevesinde ikili ilişkiler daha sonra “stratejik ortaklık” olarak geliştirilmiştir.151 ABD Ortadoğu’ya ulaşmak için güvenilir yollara ve sağlam, güvenilir müttefiklere ihtiyaç duymuştur. Bu çerçevede sahip olduğu stratejik konum dolayısıyla Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olunması ABD açısından büyük önem taşımaktadır denilebilir. 


BÖLÜM DİPNOTLARI;

124 Sönmezoğlu, 2000: 674. 
125 Cengiz Çandar, (2001): “Türklerin Amerika’ya Bakışından Örnekler ve Amerika’nın Türkiye 
Politikası,” iç. Morton Abramowitz (der.), Türkiye’nin Dönüşümü ve Amerikan Politikası, (çev. Nasuh 
Uslu ve Faruk Çakır), Liberte Yayınları, Ankara: s. 183. 
126 Çandar, 2001: 184. 
127 www.candundar.com.tr/index.php?Did=5576, (21.07.2009). 
128 Türkiye-ABD Siyasi İlişkileri, http://www.mfa.gov.tr/turkiye-amerika-birlesik-devletleri-siyasiiliskileri.
tr.mfa, (11.11.2009). 
129 Nisan 1978’de Sovyet Genelkurmay Başkanı Ogankov Türkiye’ye, iki ay sonra ise Başbakan 
Ecevit SSCB’ye gitmiştir. Zamanın Başbakanı Ecevit’in Haziran’daki Moskova ziyareti sırasında İyi 
Komşuluk ve Dostça İşbirliği İlkeleri Siyasal Belgesi imzalanmıştır. 
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1978/nisan1978.htm, (05.12.2009), Ayrıca, 
http://www.rusya.ru/tur/index/turkiye_rusya_iliskileri, (01.12.2009), 
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1978/haziran1978.htm, (26.12.2009). 
130 http://www.mfa.gov.tr/turkiye-amerika-birlesik-devletleri-siyasi-iliskileri.tr.mfa, (11.11.2009). 
131 http://www.abgs.gov.tr/index.php?l=1&p=41121, (02.12.2009). 
132 www.candundar.com.tr/index.php?Did=5576, (21.07.2009). 
133ABD Temsilciler Meclisi şartlı olarak ambargonun kaldırılmasına karar vermiştir. 
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1978/agustos1978.htm, (04.12.2009). 
134 www.candundar.com.tr/index.php?Did=5576 (21.07.2009). 
135 Armaoğlu, 1989: 824. 
136 Mehmet Dikkaya (2005); “Türkiye-AB İlişkileri: Uzun ve Zorlu Bir Yolun Ekonomi Politiği”, 
Ekonomik Entegrasyon Küresel ve Bölgesel Yaklaşım, (Ed). Osman Küçükahmetoğlu, Hamza 
Çeştepe, Şevki Tüylüoğlu, Ekin Kitapevi, Bursa, s:334, Cevdet Akçalı(2002), “12 Eylül 1980 
Döneminde Avrupa ile İlişkilerimiz”, http://www.tumgazeteler.com/?a=127504, (04.12.2009) 
137 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1980/eylul1980.htm, (04.12.2009). 
138 İhsan D. Dağı, (2000): İnsan Hakları, Küresel Siyaset ve Türkiye, Boyut Kitapları, İstanbul: s.111. 
139 T.C. Resmi Gazete, Sayı:17238, 1 Şubat 1981, s. 2–47. 
140 Sibel Kavuncu (2006), Turgut Özal’ın Başbakanlığı Döneminde Türk-Amerikan İlişkileri, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası 
İlişkiler A.B.D, Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul: s.129 ; http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1980/mart1980.htm, (23.11.2009). 
141 http://www.mfa.gov.tr/turkiye-amerika-birlesik-devletleri-siyasi-iliskileri.tr.mfa, (04.12.2009); Antlaşmanın tamamı için; T.C. Resmi Gazete, Sayı:17238, 1 Şubat 1981, s. 2–47. 
142 http://www2.dpt.gov.tr/dei/iei/1981.htm, (03.12.2009). 
143 Gözen, 2001: 78-81. 
144 Kavuncu, 2006:150. 
145 http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/avrupabirligi/2004/06/29x06x04.htm,    (06.12.2009). 
146 Kor, 2005: 73. 
147 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1994/haziran1994.htm, (02.12.2009). 
148 Kor, 2005: 73. 
149 Nasuh Uslu, (2000): “1947’den Günümüze Türk-Amerikan İlişkilerinin Genel Portresi,” Avrasya 
Dosyası: ABD Özel, Cilt: 6, Sayı: 2, ASAM Yayınları, Ankara: ss. 203–232. 
150 Zbigniew Brezezinski, (2005): Büyük Satranç Tahtası, İnkılâp Kitabevi, İstanbul: s. 246. 
151 Kor, 2005: 73. 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

11 EYLÜL SALDIRILARI SONRASI ABD DIŞ POLİTİKASINDA ORTADOĞU VE TÜRKİYE ABD İLİŞKİLERİ BÖLÜM 3


11 EYLÜL SALDIRILARI SONRASI ABD DIŞ  POLİTİKASINDA ORTADOĞU VE TÜRKİYE  ABD  İLİŞKİLERİ BÖLÜM 3


2.2.2.2. Marshall Planı 

Türk yöneticilerin hemen hemen hepsi Amerikan yardımını Türkiye’nin 
ulusal çıkarları için neredeyse hayati önemde görmüştür. 1947’de Başkan Truman Türkiye’ye yardım edeceğini açıkladığında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü kararı alkışlamış, 1948’de Türkiye Marshall planına dâhil edildiğinde dönemin Türk Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak karardan dolayı Türkiye’nin ABD’ye minnettar olduğunu açıklamıştır.84 Çok partili hayata geçildikten sonra iktidara geçen ve ekonomide değişik açılımlar planlayan Demokrat Parti Hükümeti Türkiye’nin ekonomik gelişiminin ancak daha fazla Amerikan yardımı ile sağlanabileceğine inanmıştır.85 

1948 yılında Amerika, savaştan yıkılmış olarak çıkan Avrupa’nın tekrar 
üretim ve tüketime geçebilmesi ve birleşerek SSCB’nin ilerlemesini durdurabilmesi için Marshall Planı’nı ilan etmiştir.86 Türkiye Truman Doktrini’yle acil ihtiyaçlarının karşılandığı, ayrıca savaşa katılıp harap olmadığı için ve Avrupa’nın gelişimine katkı sağlamayacağı düşünüldüğü için plana dâhil edilmemiştir. Ancak Türk yetkililer, aksi takdirde Türkiye’nin Batı tarafından yalnız bırakılacağı ve meydana gelecek oluşumların dışında kalacağı düşüncesiyle Türkiye’nin plana dâhil edilmesi konusunda ABD’yi ikna etmeye çalışmışlardır.87 Türkiye, verilecek yardımı Avrupa için gıda ve hammadde sağlayabilmek amacıyla tarım, ulaşım (karayolları) ve maden (özellikle krom) sektöründe kullanmak şartıyla plana dâhil edilmiş ve yardımı öngören Ekonomik İşbirliği Anlaşması 4 Temmuz 1948 tarihinde ABD ile Türkiye arasında imzalanmıştır.88 

ABD, 1949 yılından başlayarak ve gittikçe hız kazanan bir biçimde Sovyetler 
Birliği’ne karşı aldığı güvenlik tedbirlerini genişletmek durumunda kalmıştır.89 
SSCB yükselişi karşısında Avrupa maddi ve manevi olarak güçlendirilmeli 
düşüncesinden hareketle ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa’yı ve sonra tüm 
Avrupa’yı artan bir biçimde siyasal ve ekonomik işbirliği içine sokmak, böylece bütünleşmiş bir Avrupa yaratarak Sovyet ilerlemesini durdurmak istemiştir.90 ABD Dışişleri Bakanı George Marshall 5 Haziran 1947’de Harvard Üniversitesinde verdiği söylevde, daha sonra kendi adıyla anılacak planın ilk işaretlerini vermiştir. 

Marshall’a göre ABD, “... dünyanın iktisadi sağlığına kavuşması için elinden gelen tüm yardımı ...” yapmalıydı. Aksi takdirde “... siyasal istikrar ve devamlı bir barıştan söz etmek mümkün değildir...”91 Plan öncelikle İngiltere ve Fransa tarafından büyük bir memnuniyetle karşılandı. 12 Temmuz 1947’de, Paris’te Fransa Dışişleri Bakanlığı binası “Quai d’Orsay”de biraraya gelen Avusturya, Danimarka, Yunanistan, İzlanda, İrlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, İsveç, İsviçre, Türkiye, İngiltere, Fransa temsilcileri, Avrupa’nın acil ihtiyaçlarını belirlemek ve karşılamak için, ABD’nin istediği biçimde, Avrupa Ekonomik İşbirliği Konferansı adında bir örgüt kurmuşlardır.92 Sonunda 12 Temmuz 1947 yılında Türkiye-ABD arasında bir yardım antlaşması imzalanıyordu. Antlaşma Truman Doktrinini uygulamak amacıyla oluşturulmuştu. Antlaşma Türk kamuoyunda önemli tartışmalara yol açacaktı.93 4 Temmuz 1948’de Türkiye ile ABD arasında imzalanan Ekonomik işbirliği Anlaşmasıyla94, Marshall yardımlarının verilmesine başlanmış ve anlaşmanın, Türkiye’nin 16 Nisan 1948’de Paris’te imzaladığı Avrupa Ekonomik İşbirliği Sözleşmesine dayandığı belirtilmiştir. 4 Temmuz 1948 Anlaşması Türk kamuoyunda tepkiyle karşılanmıştır.95 Yine de Marshall yardımları Türk tarımının gelişmesine katkıda bulunmuştur. ABD, yardımların karayollarının gelişmesi için de kullanılmasını istemiştir. Böylece Cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan demiryolu 
hamlesi tamamen bir kenara bırakılmıştır. Marshall Planıyla Türkiye’nin beklediğinden daha az yardım gönderilmiş, bu yardımların kullanım alanları da ABD tarafından belirlenmiştir.96 Oral Sander’e göre, ABD Marshall Planı çerçevesinde yardım yaparken, Türkiye’nin Batı Avrupa ve Amerikan ekonomilerine doğrudan katkıda bulunabileceğini düşünüyordu. 97 

Hibe hariç olmak üzere Marshall Planı çerçevesinde Amerikan ekonomik yardımlar tablo III’te verilmiştir. 

Tablo III: Marshall Planı çerçevesinde ABD ekonomik yardımları 


YIL MİKTAR 

1949 5,2 Milyon dolar 
1950 48,7 Milyon dolar 
1951 35,2 Milyon dolar 
1952 86,3 Milyon dolar 

Kaynak: Sander, 1979: 54 

2.2.2.3. Kore Savaşı 

Menderes hükümeti Kore’ye “hür dünyanın diğer unsurlarıyla birlikte asker gönderilmesini” NATO üyeliği için kaçırılmaması gereken bir fırsat olarak 
değerlendirmişlerdir.98 Nitekim asker gönderme kararının alınmasının üzerinden bir hafta geçmeden, 1 Ağustos 1950’de, Türkiye NATO üyeliği için ikinci başvurusunu yapmıştır. Bu başvuru da Eylül ayında toplanan NATO Bakanlar Konseyinde reddedilmiştir.99 NATO üyeliği yerine, Türkiye ve Yunanistan’a Akdeniz Paktının kurulması için ortak çalışmalar yapma önerisinde bulunulmuştur.100 Türkiye Kore’ye ilk aşamada 4500 asker göndermiştir. 15 ülke içinde ABD’den sonra en çok asker gönderen devlet olan Türkiye’nin yolladığı birlikler olmuştur. Kore’ye asker gönderme kararı, Oran’a göre, Cumhuriyet dönemi Türk tarihinin istisnai durumlarından birisi olduğu için önemlidir. Türkiye bu karara kadar, Misak-ı Milli sınırları dışında bir askerî harekâta veya müdahaleye katılmaktan uzak durmuştu. 

Kore Savaşı, hükümetlerin önceleri sorgulanamaz nitelikte olan dış politika eylemlerinin TBMM’de tartışılması dönemini başlatmıştır.101 

Kore Savaşı ABD’ni Sovyetler Birliğine karşı güvenlik tedbirlerini genişletip güçlendirmeye iten bir etken olmuştur. Sander bu savaşı, ABD tarafından 

Sovyetlerin dünya egemenliği için giriştikleri askeri kampanyanın ilk belirtisi olarak yorumlamıştır.102 

2.2.2.4.Türkiye’nin NATO’ya Girişi 

Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında Türkiye Sovyetlerden gelen somut tehditlere karşı Batı devletlerinden özellikle de ABD’den destek aramaya başlamış ve kısa süre 
sonra NATO’ya üye olmuştur. 1952 yılından bu yana Türk dış politika kararlarında ittifaka üyeliğin getirdiği yükümlülükler daima dikkate alınan unsurlar olmuştur. 

Türkiye’nin NATO’ya üyelik için Mayıs 1950’de yaptığı ilk başvuru çeşitli nedenlerle geri çevrilmiştir. Fakat en önemli neden olarak NATO’yu kuran 
antlaşmanın coğrafi bir savunma tipi olduğu ve sadece Kuzey Atlantik Bölgesi ülkeleri ile sınırlı kalacağı öne sürülmüştür.103 Türkiye, Sovyetlerin 1945 yılında sona eren Saldırmazlık Paktı’nı yenilememesi ve Boğazlarda üs ve Doğu bölgelerinde toprak talep etmesi karşısında Sovyetler Birliğine karşı Batı 
dünyasından destek aramaya başlamıştır.104 Batı Devletleri arasında, Türkiye’ye ihtiyacı olan desteği verecek ülke, savaştan dönemin en büyük gücü olarak çıkmış ve Sovyetlerin yayılma politikasından rahatsızlık duymaya başlayan Amerika Birleşik Devletleri olacaktır.105 1949’dan itibaren NATO’ya girebilmek için mücadele eden Türkiye, 1950’de Kore’ye asker göndermesinin ardından, 1952’de ABD’nin desteğiyle ittifaka kabul edilmiştir. Türkiye’nin NATO üyeliğine kabulünün nedeni olarak Kore Savaşı’na asker göndermesi gösterilmektedir.106 Ayrıca Ramazan Gözen, Türkiye’de demokratik seçimler sonucu iktidarın değişmesi ve Demokrat Parti (DP) iktidarının liberalleşme ve demokratikleşme yönünde adımlar atmasını da Türkiye’nin NATO’ya kabul edilmesinde önemli bir neden olarak göstermektedir.107 

Türkiye’nin, ABD ile sıkı ilişkiler kurup, NATO içinde yer almak istemesinin en önemli nedenlerinden biri geleneksel Rus tehdidine karşı, İkinci Dünya Savaşında yenik düşen Almanya ve zayıf düşen İngiltere yerine ABD’ni en güçlü olarak görmesidir.108 

Türkiye, NATO’ya girmekle ve ABD’yle gerçekleştirilen anlaşmalar kapsamında ikili ilişkiler kurmakla Sovyet tehdidine karşı kendisine önemli bir 
müttefik bulmuş ve ekonomik gelişmesi ile askeri yapılanması açısından da önemli desteğe sahip olmuştur. 

Türkiye, özellikle askeri yapısını güçlendirmek ve böylece NATO içindeki rolünü daha iyi gerçekleştirebilmek için ABD’den askeri ve ekonomik dış yardım almıştır.109 

2.2.2.5.Küba Krizi 

ABD ile SSCB arasında ortamın gerginleşmesi ile birlikte Polonya’da Poznan 
ayaklanması ve Macaristan ayaklanması SSCB tarafından sertçe bastırılmıştır. 
1959’da U-2 casus uçak krizi yaşanmıştır. 1960’da Sovyet-Çin sınır çatışmaları 
olmuştur. Böylece Moskova ve Pekin arasında ideolojik ayrım belirginleşmiştir. 
1961’de yeni bir Berlin Kriziyle Berlin Duvarı örülmüştür. Bu olaylar sonucunda iki blok arasındaki rekabetin sürekliliği ve iki kutuplu dünyanın sınırlarının belirsiz olduğu tartışılmaya başlanmıştır. Bu arada Küba’da 1959’da diktatör Batista devrilmiş yerine Fidel Castro iktidara gelmiştir.110 İktidarı ele geçiren Castro sosyalist bir rejim kurmuştur. Fulgencio Batista rejimi yerine Fidel Castro önderliğinde kurulan yeni Küba hükümeti, ABD tarafından olumlu karşılanmamış, ABD, gelişmeler karşısında Küba’daki rejime son vermek istemiştir. İlk önce ticari ambargo uygulamıştır. Daha sonra Batista taraftarlarını Domuzlar Körfezinden Küba’ya çıkarmak istemiştir. Ama bu tam bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu olayın yaşanmasından sonra SSCB-Küba yakınlaşması başlamıştır. 1962’ye gelindiğinde Küba’da füze üslerinin bulunduğu ve füzelerin Sovyetler tarafından verildiği ortaya çıkınca gerilim artmıştır. Bunun üzerine Küba’daki Sovyet füzelerinin sökülmesini isteyen ABD, 22Ekim 1962 tarihinden başlayarak adayı denizden ablukaya almıştır. Bu sırada bazı Sovyet gemilerinin de Küba limanlarına doğru Atlantik’te seyretmekte olması doğrudan bir çatışma olasılığını ortaya çıkarmıştır.111 ABD Başkanı Kennedy 22 Ekim 1962’de Küba’nın denizden ablukaya alındığını tüm dünyaya duyurmuştur.112 Kennedy, Sovyet Lideri Kruşçev’ e söz konusu füzelerin yerleştirilmesinden vazgeçmelerini söyleyerek gerçek bir barış politikası ortaya koymak üzere kendisiyle doğrudan diyalog kurma çağrısında bulunmuştur. Yapılan müzakereler sonucu, 28 Ekim’de iki nükleer gücü karşı karşıya getiren bir dünya savaşı tehdidi ortadan kalkmıştır. Füze yüklü gemiler geri dönerken Küba’daki askeri üsler ise silahsızlandırılmıştır. Küba Füze bunalımında Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’ye danışmadan, Sovyetler Birliği ile Küba’daki Sovyet füzelerinin kaldırılmasına karşılık Türkiye’deki Jüpiter ve Thor füzeleri konusunda pazarlığa oturması, bu ülkeye karşı bir kızgınlık ve güvensizlik ortamı yaratmıştır.113 Moskova, Türkiye’deki Jüpiter füzelerinin sökülmesini 
istemiştir. Böylece nükleer başlıklı füzeler karşılıklı sökülmüştür. Bu olay daha sonra Johnson mektubuyla ortaya çıkmıştır. Küba Krizi hem nükleer caydırıcılığın etkisini hem de doğrudan diyalogun zorunluluğunu kanıtlamıştır. Küba Krizinin hemen ardından ABD, SSCB ve İngiltere, nükleer silahların yayılmasını önlemek üzere 1963’te “Tast Ban Treaty” adındaki “Nükleer Denemelerin Kısmi Yasaklanması Antlaşmasını” imzalamışlardır. Yine aynı yıl içinde ABD ile SSCB arasında yanlış anlamaların riskini önlemek amacıyla Kırmızı Telefon Antlaşmasını (Hot Line Treaty) imzalamışlardır.114 Bunalım iki blok arasında ortak gerginlik yerine, uluslararası ilişkilerde daha iyimser, daha olumlu yeni bir aşama başlatmıştır. Bu  döneme “Yumuşama” (Detant) adı verilmiştir. 

Türkiye, Eylül 1965’te BM Genel Kurulu’nda Vietnam’a karşı güç kullanılmasına karşı çıkmış ve ABD’nin Türk birliklerinin Vietnam’a gönderilmesi isteğini geri çevirmiştir. Washington’da Johnson mektubundan en yüksek dereceli beş ya da altı yetkili haberdardı; Ankara’da ise Başbakan İsmet İnönü mektubu bakanlarına göstermek zorunda kalmıştı. Mektup, Türk basınına sızdırıldığında Türk-Amerikan ilişkilerine verdiği zarar çok büyük olmuştu. Johnson’un Mektubu Türk dış politikasında çok yönlülüğe geçişin başlangıcı olmuştur. Türkiye mektuptan sonra uzun zamandır en alt düzeyde tuttuğu, SSCB, Ortadoğu Ülkeleri ve diğer üçüncü dünya ülkeleri ile ekonomik ve siyasi ilişkileri arttırmanın yollarını aramaya başlamıştır.121 Sadece on dört yıl önce Türkiye, gönüllü olarak Kore’de komünistlere karşı savaşlarında Amerika’ya yardım etmek için birlik göndermişti; şimdi Johnson mektubu ise Amerika’nın müttefikini ortak düşmanları olan Sovyetler karşısında yalnız bırakılabileceği anlamına gelmiştir. Rustow’a göre Türkiye’de büyük bir ihanete uğramışlık hissi doğmuştur.122 Nasıl 12 Mart 1947 tarihli Truman Doktrini Türk-Amerikan ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuş ise, 5 Haziran 1964 tarihli Johnson Mektubu da Truman doktrininin açmış olduğu güçlü ilişkiler dönemini tersine 
çeviren bir dönüm noktası olmuştur.123 

2.2.2.6.Kıbrıs Krizi ve Johnson Mektubu 

Kıbrıs sorununun çözümünde ABD açısından Türkiye ve Yunanistan arasında bir anlaşmazlık, bir çatışma durumunun çıkmaması büyük önem taşımıştır. ABD 
böylece, Soğuk Savaş ortamında bölgedeki iki müttefikini de işbirliği içinde tutmayı planlamıştır.115 16 Ağustos 1960 tarihinde kurulduğu ilan edilen Kıbrıs 
Cumhuriyeti’nin statüsü ile ilgili temel düzenlemeler 1959 Zürih ve Londra Antlaşmaları’ndan kaynaklanmıştır.116 

1960’lı yıllar Türkiye’nin ABD ile ilişkilerine mesafe koymasını gerektiren bir dizi gelişmeye sahne olmuştur. Ekim 1962’de patlak veren Küba Füze Krizinde ABD’nin İzmir Çiğli’de konuşlandırdığı Jüpiter füzelerinin Türkiye’ye haber verilmeden pazarlık konusu yapılması ABD ile ilişkileri ilk kez tartışmaya açmıştır.117 Ancak ilişkileri sarsan asıl gelişme, Kıbrıs Türklerine yönelik artan Rum saldırılarına karşı Türkiye’nin müdahale kararına karşı 5 Haziran 
1964’te Başkan Johnson’ın yolladığı mektup olmuştur.118 Zira bu mektupla Türkiye, Amerika’nın askeri ve teknolojik yardımlarını istediği zaman, istediği şekilde kullanamayacağını ve Sovyetler ile karşı karşıya kaldığında Amerikan desteğinin gelmeyebileceğini görmüştür. Johnson mektubu, yazıldığı dönemin çok ötesinde etkilerini sürdüren bir belge olmuştur. Bu mektup, ABD’nin dostluğu ve güvenirliği hakkında Türklerin kanaati üzerinde derin izler bırakmakla kalmamış, aynı zamanda Türkiye’nin dünya olayları ve yeri konusunda canlı bir tartışma başlatmıştır. Johnson mektubunda yer alan en önemli paragraf şöyle demektedir: 

“NATO müttefiklerimizin, tam rıza ve muvafakatları olmadan Türkiye’nin girişeceği bir harekât neticesinde ortaya çıkacak olan Sovyet müdahalesine karşı Türkiye’yi savunma yükümlülükleri olup olmadığını müzakere etmek fırsatını bulmamış olduklarını takdir buyuracağınız kanaatindeyim.”119 Böylece Türkiye, Soğuk Savaş’ın başlangıcından itibaren ilk kez Batı dışında dostlar bulma arayışına girerek Sovyetler Birliği’ne yakınlaşmıştır. 1967 Arap-İsrail Savaşında Arapları desteklemiş ve ABD’nin İsrail’e yardım etmek üzere İncirlik üssünü kullanmasına izin vermemiştir.120 1950’ler boyunca ABD ile kayıt altına alınmayan ellinin üzerinde anlaşma, gözden geçirilerek bir çerçeveye sokulmuştur. 

BÖLÜM DİPNOTLARI;

84 http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1947, (11.05.2009) ve 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1948, (11.05.2009). 
85 Can Dündar, Türk-Amerikan İlişkileri Belgeseli, www.candundar.com.tr/index.php?Did=5576  (21.07.2009).
86 Marshall Planının orijinal tam metni için bk. 
http://www.oecd.org/document/10/0,2340,en_2649_201185_1876938_1_1_1_1,00.html,(21.07.2009). 
87 Oran, 2003: 538-542. 
88 “Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri arasında ekonomik işbirliği anlaşması bugün saat 18 de Dışişleri Bakanlığında imza edilmiştir. Anlaşmayı Hükümetimiz adına Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak, ABD namına da Büyük Elçi Ekselansları Wilson imzalamışlardır. Tasdik edilmek üzere BMM’ne sunulacak olan bu anlaşmanın imzasında Dışişleri Bakanlığı Umumi Kâtibi Büyük 
Elçi Fuat Carim, Ticaret Dairesi Umum Müdürü Fatin Zorlu, Birleşik Amerika Devletleri Büyük Elçiliği Müsteşarı ve Elçilik erkanı yerli ve yabancı ajanslar ve basın temsilcileri hazır bulunmuşlardır. Anlaşmanın imzası mütaakıp Amerika Büyük Elçisi Ekselans Wilson Marshal’ın bir mesajını okumuş, Dışişleri Bakanımız da buna mukabelede bulunmuştur.” 
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1948/temmuz1948.htm, (11.05.2009). 
89 Sander, 1979: 55. 

90 http://www.america.gov/st/texttransenglish/2007/May/20070521153224MVyelwarCO.4675867.html, (30.12.2009). 

91 http://www.oecd.org/document/10/0,2340,en_2649_201185_1876938_1_1_1_1,00.html, 
(21.07.2009); “How the Marshall Plan Come About”, Meredith Hindley, 
http://neh.gov/news/humanities/1998-11/marshall.html, (30.12.2009). 
92 Oran, 2003: 538-542. 
93 Sibel Turan(1992), Türkiye’nin Coğrafi Konumunun Dış Politikasına Etkisi, (Marmara Üniversitesi 
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul: s.183. 
94 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1948/temmuz1948.htm, (11.05.2009). 
95 Oran, 2003: 541. 
96 Oran, 2003: 541-542. 
97 Sander, 1979: 51. 
98 http://www.byegm.gov.tr/ayintarihidetay.aspx?Id=463&Yil=1952&Ay=9, (19.11.2009). 
99 http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1950/eylul1950.htm, (22.08.2009). 
100 Sander, 1979: 68. 
101 Oran, 2003: 545-548. 
102 Sander, 1979: 56. 
103 Yuluğ Tekin Kurat, (1983): “Turkey’s Entry to the NATO”, Foreign Policy, December: s.68’den Aktaran Bağcı, 2007: 11. 
104 Zeynep Erşahin, “İttifakın 50. Yılında NATO-Türkiye İlişkileri” 
http://www.milliyet.com.tr/ozel/nato/zeynep/html. (19.11.2009). 
105 Barış Ertem, “Türkiye-ABD İlişkilerinde Truman Doktrini Ve Marshall Planı”, http://www.sbe.balikesir.edu.tr/dergi/c12s21m24.pdf-, (30.12.2009). 
106 www.candundar.com.tr/index.php?Did=5576, (21.07.2009). 
107 Ramazan Gözen, (2001): “Türk-Amerikan İlişkileri ve Türk Demokrasisi: Realist Bağlantı,” Türkiye’nin Dış Politika Gündemi, Liberte Yayınları, Ankara: s.74. 
108 Sander, 1979: 62. 
109 Yardımlarla ilgili bkz; Sander, 1979: 99. 
110 Sander, 2005: 323. 
111 Faruk Sönmezoğlu, (2005), Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, Der Yayınları, Dördüncü Basım, İstanbul: s.437. 
112 Kenndey’nin Küba Krizi hakkındaki tüm konuşmaları için bk. http://www.americanrhetoric.com/speeches/jfkcubanmissilecrisis.html (21.08.2009); Ayrıca bk. Sander, 2005: 325.
113 Sönmezoğlu: 2005: 438. 
114 Tayyar Arı, (1997): Uluslararası İlişkiler, Alfa Yayınevi, İstanbul: s.125. 
115 Faruk Sönmezoğlu, (1995): ABD’nin Türkiye Politikası (1964-1980), Der Yayınları, İstanbul: s.7. 
116 Sönmezoğlu, 1995: 7. 
117 “Füze Kalkanı Bunalımı”, http://www.hurriyet.com.tr/strateji/6614181.asp?gid=202, (01.12.2009). 
118 Başkan Johnson’un mektubunun tam metni için, bk, President Johnson’s Letter to Prime Minister 
Inonu, , Middle East Journal, Summer, Vol: 20(3), 1966, pp.386-393. 
119 Başkan Johnson’un mektubunun tam metni için, bk, President Johnson’s Letter to Prime Minister Inonu, Middle East Journal, Summer, Vol: 20(3), 1966, pp.386-393. 
120 Savaş sırasında Türkiye’nin Araplardan yana tutum sergilemesi Suriye ve Mısır tarafından da memnuiyetle karşılanmıştır. Çağrı Erhan, “Türkiye-İsrail İlişkilerinin Dünü ve Bugününe Kısa Bir 
Bakış”, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Cilt:11, Sayı:202, s.35. www.mulkiyedergi.org/index.php?option=com...israil... (02.12.2009).
121 Serdar Çelebi(2006), “Jonhnson’un Mektubu ve İnönü’nün Cevabı”, http://www.habusulu.com/makale44.htm, 22.11.2009. 
122 Dankwart A. Rustow, (1987): “A Forgetten Ally”, Council on Foreign Relations, New York: s. 95. 
123 Armaoğlu, 1989: 787–788. 


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***

11 EYLÜL SALDIRILARI SONRASI ABD DIŞ POLİTİKASINDA ORTADOĞU VE TÜRKİYE ABD İLİŞKİLERİ BÖLÜM 2

11 EYLÜL SALDIRILARI SONRASI ABD DIŞ  POLİTİKASINDA ORTADOĞU VE TÜRKİYE  ABD  İLİŞKİLERİ BÖLÜM 2



BİRİNCİ BÖLÜM 

1. 11 EYLÜL 2001 TERÖR SALDIRILARI ÖNCESİ AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN ORTADOĞU POLİTİKASI 

1.1. ABD’nin Ortadoğu Politikasının Temel Hedefleri 

ABD’nin, Ortadoğu politikasını yönlendiren birçok etken vardır. Fakat genelde bu ülkenin Ortadoğu politikasına yön veren ana unsur bu bölgedeki çıkarlarıdır. ABD’nin bölgede ekonomik, stratejik ve politik çıkarlarının olduğu söylenebilir. 

ABD açısından bu çıkarların korunması ve sürdürülebilir olması önemlidir. Bu önem, ülkenin 1969-1974 yılları arasında Başkanlığını yapmış olan Richard 
Nixon’un aşağıdaki konuşmasından da anlaşılmaktadır: 

“ABD’nin ve tüm özgür dünyanın Ortadoğu’daki çıkarları, bu bölgedeki barışın herhangi bir ülke tarafından ihlal edilmemesine bağlıdır. Herhangi bir gücün 
Ortadoğu’da egemen durumuna gelmek istemesi, bölgedeki uyuşmazlık ve gerginlikleri şiddetlendirecek, ABD ve özgür dünya ülkelerinin güvenliklerini 
olumsuz yönde etkileyecek ve tehlikeye sokacaktır. ABD, bu bölgede egemenlik kurmak istemediği gibi, başka ülkenin de burada egemen duruma gelmesine izin vermeyecektir.”9 

1.1.1. ABD’nin Ortadoğu’ya Yönelik Ekonomik ve Stratejik Çıkarları 

Petrole bağımlılıkları her geçen gün biraz daha artan ABD ve batılı müttefiklerinin, petrol ihtiyaçlarının önemli bir kısmını, dünya petrol rezervinin yaklaşık yüzde 66’sının10 bulunduğu Ortadoğu bölgesinden karşıladıkları 
düşünülecek olursa, petrol ve doğalgaz rezervlerinin kontrollü akışının sağlanmasının ABD için büyük önem taşıdığı söylenebilir. 

Tablo I: 2008 Yılı 

İtibariyle Dünya Petrol Rezervleri (Milyar varil) 

Avrupa 
% 1.8 
Asya Pasifik % 4.2 
Kuzey Amerika % 6.1 
Rusya+BDT % 6.2 
Afrika % 7.3 
Amerika % 9.1 
Ortadoğu % 65.3 

Kaynak:http://www.eia.doe.gov/oil_gas/petroleum/info_glance/petroleum.html 
(11.05.2009). 

Dolayısıyla Batılı ülkelerin petrol gereksinmesi her geçen gün arttığı ve 
petrole alternatif olabilecek yeni enerji kaynakları devreye sokulamadığı sürece 
bölgeye olan bağımlılığın devam edeceği beklenmektedir.11 Ortadoğu petrol 
açısından çok önemlidir. Dünyada toplam kanıtlanmış ham petrol rezervi yaklaşık 

1.140 milyar varildir.12 OPEC üyesi 12 ülke toplam ham petrol rezervinin % 78’ini elinde tutmaktadır.13 Bu da yaklaşık 896 milyar varillik bir rezerv demektir. Öte yandan salt Ortadoğu’daki ham petrol rezerv miktarı ise yaklaşık 740 milyar varildir.14 

Bu rezervlerin önemli bir kısmı 264 milyar varili S.Arabistan, 133 milyar 
varili İran, 115 milyar varili Irak, 98 milyar varili Birleşik Arap Emirlikleri (B.A.E.), 101 milyar varili Kuveyt ve 15 milyar varili Katar’ın elindedir. 15 

Tablo II: 2008 Yılı İtibariyle Ortadoğu’da Üretilebilir Petrol Rezervleri (Milyar Varil) 

Ülkeler Rezervler (milyar varil)     Pay (%) 
Suudi Arabistan       261                 24.9 
Irak                       112.5              11 
BAE                         97.8               9.3 
Kuveyt                     96.5               9.2 
İran                         89.7               8.5 
Katar                       15.2               0.2 
Umman                      5.5               0.08 
Diğer Ülkeler 0.01 
Yemen                        4 

Toplam 685.6 

Kaynak:http://www.eia.doe.gov/oil_gas/petroleum/info_glance/petroleum.html (11.05.2009). 

Yaklaşık 70 milyonluk İran çıkartılırsa, geriye kalan beş ülkenin toplam 
nüfusu 55 milyondur.16 Yani dünya enerji kaynaklarının % 52’sinden fazlası 55 
milyonluk kesimin elindedir. Petrolde olduğu gibi doğalgazda da kanıtlanmış 
rezervlerin % 70-75’i “Büyük Ortadoğu Bölgesi”nde bulunmaktadır. Bu çerçevede Büyük Ortadoğu olarak adlandırılan bölgenin, dünya güçlerinin enerji rekabetinde birincil önem taşıyan bir bölge haline geldiği söylenebilir. 17 

Bu açıdan değerlendirildiğinde, bölgedeki ülkeler kapsamında özellikle Irak, 
sahip olduğu petrol rezervleri, tarıma açık verimli alanları ile stratejik öneme sahip bir ülke olarak karşımıza çıkmaktadır. Güney Batı Asya’nın merkezinde olan Irak, Basra Körfezi’nin petrol kaynaklarının önemli bir bölümünün üzerinde 
bulunmaktadır ve dünyanın en zengin petrol rezervlerine sahip üç ülkesinden 
birisidir. Suudi Arabistan’dan sonra dünyanın ikinci büyük petrol rezervine sahip 
ülkesi olan Irak, henüz işletilmeyen 75 milyar hariç olmak üzere 112,5 milyar 
varillik rezerviyle dünya petrol toplamının sekizde birine sahiptir.18 Bu özelliği onu küresel düzeyde de önemli bir ülke haline getirmektedir. Irak ayrıca, önemli su kaynakları, zengin tarım alanları ve büyük bir nüfusla birlikte, şehir medeniyeti geleneğine sahip tek Arap ülkesidir. Arap yarımadasının diğer petrol devletleri, Irak’ın sahip olduğu insani ve fiziksel kaynaklara sahip değildir.19 

Tüm bu sebeplerden dolayı Irak’ın kontrol altında tutulmasının, ABD’nin  bölgedeki önemli ekonomik ve stratejik çıkarlarından bir diğeri olarak görüldüğü söylenebilir. 

1.1.2. Politik Çıkarları 


Tayyar Arı’ya göre; bölgede ABD’nin ekonomik ve stratejik çıkarlarını sağlamasında en önemli stratejik ortağı olarak İsrail ön plana çıkmaktadır.20 Bu 
yüzden İsrail’in güvenliği ve istikrarlı bir yapıya sahip olmasının ABD’nin çıkarları açısından bir anlamda olmazsa olmaz bir gereklilik olduğu söylenebilir. Yine Arı’nın belirttiği gibi, İsrail’in ve bölgedeki müttefik rejimlerin korunması ve bu devletlerle ilişkilerin geliştirilmesi, ABD’nin bölgedeki stratejik çıkarlarının korunmasında en önemli rolü oynamaktadır.21 Denilebilir ki ABD için, bölgede kendisiyle uyumlu politikalar izleyen Ortadoğu devletlerinin güvenliği her zaman büyük önem taşımıştır, taşımaktadır. 

1.2. ABD’nin Ortadoğu Politikasının Kökenleri 

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Ortadoğu’ya ilgisinin başlangıcı, bağımsızlığını kazandığı 1770’li yıllara kadar uzanmaktadır. Söz edilen dönemde bu coğrafya Osmanlı Devleti’nin egemenliği altındaydı. Bu nedenle ABD, Benjamin Franklin ve daha sonra Başkan olan Thomas Jefferson ve John Adams dönemlerinde Osmanlı Devleti ile diplomatik ilişkiler kurmak ve antlaşmalar yapmak için girişimlerde bulunmuştur. 20. yüzyılın başlarındaki ABD’nin Ortadoğu politikası, Monroe Doktrinine uygun olarak gelişmiştir. Amerika bu yıllarda Avrupa ve Ortadoğu uyuşmazlıklarında genellikle tarafsız bir tutum sürdürmüştür.22 

ABD’nin Ortadoğu’daki ekonomik, stratejik ve politik çıkarlarının örtüştüğü dönemin İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden hemen sonra başladığı ve ABD’nin bu bağlamdaki politikasının Truman Doktrini ile birlikte netlik kazanmaya başladığı söylenebilir. 

1.2.1.Truman Doktrini 

ABD ile SSCB arasında savaş sırasında kurulan işbirliği ortamı 1947 başından itibaren yavaş yavaş ortadan kalkmıştır. Bu değişimin başlıca göstergesi 12 
Mart 1947’de Başkan Harry Truman'ın Kongre’de yaptığı konuşmada ilk kez, dünyanın iki ideolojik ilke arasında bölünmenin eşiğinde olduğundan bahsetmesi 
olmuştur. “Truman Doktrini” olarak anılacak bu tarihî konuşmasında Truman, ABD hükümetinin, Yunanistan hükümetinden acil bir mali ve iktisadi yardım başvurusu aldığını, “Yunanistan’ın özgür bir ülke olarak kalabilmesi için söz konusu yardımın gerekli olduğunun” anlaşıldığını ifade etmiştir. Truman, “Yunanistan’ın varlığının komünistlerce yönetilen birkaç bin silahlı kişi tarafından tehdit edildiğini Yunanistan hükümetinin mevcut durumla baş edemediğini, Yunan ordusunun küçük ve zayii olduğunu” bundan dolayı “kendi kendine yeten ve kendi kendine saygısı olan bir demokrasi olabilmesi için Yunanistan’a yardım yapılması” gerektiğini kaydetmiştir.23 

Truman, “Yunanistan’ın komşusu olan Türkiye’nin de ABD’nin ilgisini hak ettiğini” söyleyerek, Türkiye’nin ABD ve Batı dünyası için taşıdığı önemin altını 
çizmiştir. “Bu bütünlük, Ortadoğu’da düzenin korunması için gereklidir”24, sözleriyle ABD Kongresi’ni Türkiye’ye de yardım yapılmasının gerekliliğine ikna etmeye çalışmıştır. Oran’a göre, ABD’yi Ortadoğu’ya iten en büyük etkenlerden biri İngiltere’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemdeki yıpranmışlığı olmuştur. İngiltere, ABD’ye savaş sonrasında Yunanistan’a yaptığı büyük askerî ve ekonomik yardımı, kendi ekonomisinin karşı karşıya bulunduğu kriz nedeniyle, 1947 Martından itibaren keseceğini bildirmiş, ABD Dışişleri Bakanlığına Türkiye ve Yunanistan’ın durumlarıyla ilgili birer nota vererek kendi bırakacağı boşluğun ABD tarafından doldurulmasını istemiş, bu iki ülkenin Batı savunması için önemlerini vurgulamıştır.25 SSCB’nin Türkiye ve Boğazları ele geçirdiği takdirde, ABD ve Batı Avrupa için hayati önem taşıyan Ortadoğu’nun Sovyet etki alanı içine girebileceği26 ve üç kıtanın ticaret yollarını denetimi altına alabileceği endişesiyle ABD’nin bölgeye önem vermeye başladığı düşünülebilir. Oran’a göre Truman Doktrini yoluyla ABD, İngiltere’nin Ortadoğu’daki mirasçısı haline gelmiştir. 27 

1.2.2. Eisenhower Doktrini 

Ortadoğu’da Baas hareketi gibi radikal milliyetçi unsurlar ile kuvvetli aşiret reislerinin önderliğinde ve SSCB desteğinde yönetimler şekillenirken, 5 Mart 
1957’de ABD Senatosu’ndan, gerekli yetkiyi alan ABD Başkanı Eisenhower, “komünizm tehdidi” altında bulunan Ortadoğu ülkelerine ekonomik yardımın yanı sıra gerektiğinde Sovyetler Birliği’nden gelecek saldırılara karşı ABD silahlı kuvvetlerinin yardımını kapsayan çok yönlü bir programı yürürlüğe sokmuştur.28 

Süveyş krizinin ardından Sovyetler Birliği’nin desteğinin artması üzerine Mart 1957’de Başkan Eisenhower, adıyla bilinen doktrinini29 uluslararası kamuoyuna 
açıklamıştır. Buna göre ABD, “uluslararası komünizmin kontrolündeki herhangi bir devletin saldırısına uğrayan Ortadoğu devletlerini, askeri güç de dâhil olmak üzere gerekli her türlü araçla koruyacağını ve bu doğrultuda askeri yardım yapacağını” beyan etmiştir.30 

Eisenhower Doktrini, ABD’nin Ortadoğu’da etkin bir politika izlemesinin de başlangıcı sayılabilir. 


1.3.11 Eylül Terör Saldırıları Öncesi Ortadoğu’daki Gelişmeler ve ABD’nin Tutumu 


ABD’nin Ortadoğu’ya ilişkin algılamalarında Başkan Truman’dan bugüne bariz bir değişiklik olmadığı ileri sürülebilir. Bakıldığında politikaların özünde bir 
değişiklikten ziyade kullanılacak dış politika araçlarındaki farklılıklardan söz edilebilir. Ortadoğu, gerek iki kutuplu dünya düzeni şartlarında, gerekse bugünün göreceli tek kutuplu dünya düzeni şartlarında ABD için küresel güç oluşunun ekseninde vazgeçilmez bir coğrafya olmayı sürdürmüştür. Geçmişten günümüze Ortadoğu diplomasinin sabit unsurlarından birini Birleşik Devletlerin bölgeye çeşitli şekillerde aktif ve önemli ölçüde müdahil olması oluşturmuştur.31 

Truman, 1951 yılında bölgenin stratejik önemi ve sahip olduğu petrol dolayısıyla ABD için hayati önemi olduğunu açıklamış ve silahlı savunma 
olanaklarının korunması ve ekonomik kalkınmanın teşvikiyle bölgenin güvenliğinin ve istikrarın sağlanabileceğini ifade etmiştir.32 

Soğuk Savaş döneminde ABD’nin en büyük endişelerinden biri olan “Sovyet yayılmacılığı” ve “komünist ideoloji”den duyulan kaygı bu yıllar boyunca ABD’nin 
Ortadoğu’ya bakışına da yansımış, Ortadoğu coğrafyası iki gücün hem jeostratejik düzeyde hem de ideolojik düzeyde rekabetine sahne olmuştur. 

Truman’dan Obama’ya kadar ABD politikalarında sahip olduğu ağırlıkla Ortadoğu, ara süreçteki diğer ABD başkanlarının da dış politikalarının ağırlık 
noktasını oluşturmuştur.33 

Bush döneminden farklı olarak, ABD’nin yumuşak gücünü bölgeye yönelik politikasının ağırlıklı temel aracı olarak benimseyen Barack Obama’nın Ortadoğu’ya yönelik olarak izleyeceği dış politika yaklaşımlarını, bu konuda yaptığı çeşitli konuşmalarının ışığında Şükrü Elekdağşu sözlerle yorumlamaktadır: “Yeni Amerikan yönetimi, stratejik hâkimiyet oyununu hukuk ve diplomasi kurallarını gözeterek oynayacak, müttefiklerle istişare ve işbirliğine önem verecek, Birleşmiş Milletlere saygınlık kazandıracak ve NATO ittifakına yeni küresel koşullara uyum sağlayacak…” diyen Elekdağ, Obama’nın ilk etapta barış, huzur ve istikrar vaat ettiğini, akılcı politikalar uygulayacağı izlenimini yarattığını belirtmektedir.34 

Elekdağ’ın yorumuyla paralellik içerisinde Obama’nın Kahire konuşması incelendiğinde Ortadoğu’ya yönelik olarak daha yumuşak politikaların izleneceği 
olasılığı düşünülmektedir. Başkan Obama Kahire konuşmasında ABD’nin Büyük Ortadoğu bölgesine yönelik olarak; Afganistan ve Pakistan’da “şiddet yanlısı aşırı uçların” temizlenmesiyle birlikte ABD askerinin buralardan tümüyle çekileceğini, aynı şekilde ABD’nin Irak’ın toprakları ve kaynakları üzerinde hiçbir talebi olmadığını ve Irak’taki tüm ABD askeri kuvvetlerinin de 2012 yılına kadar geri çekileceğini vurgulamış, Filistin sorununun çözümüne ilişkin olarak izleyeceği politikanın temel unsurları olarak şu hususları belirtmiştir; 

1. Filistinliler kendi bağımsız devletlerine sahip olmalıdır. 
2. İsrail’in işgal ettiği topraklarda yerleşim merkezleri inşa edilmesi gayri meşrudur. Bunlar durdurulmalıdır. 
3. Kudüs, Museviler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar için güvenli ve sürekli bir yuva haline gelmelidir. 
4. HAMAS, İsrail’in yaşam hakkını ve mevcut anlaşmaları tanımalı ve şiddete son vermelidir. 
5. İsrail, Gazze’deki Filistin halkının günlük hayatında gelişme kaydedilmesi için somut adımlar atmalıdır. 
6. Yol haritası çerçevesinde gerekli adımlar atılmalıdır. 35 

1.3.1.1991-2001 Döneminde ABD’nin Ortadoğu Politikası 

Soğuk Savaşın ardından Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte karşısında iki kutuplu dönem boyuncaki ezeli rakibi kalmayan ABD, yepyeni bir dünya sistemi 
kurma hayali içine girmiştir. Yeni kurulması düşünülen sistemin fikir babalarından Francis Fukuyama’nın yazdığı “Tarihin Sonu” adlı kitap, ABD’nin bu dönem için düşüncelerini yansıtan en önemli eserlerden birisi olmuştur.36 Kuloğlu ve Sarıkaya’ya göre bu düşüncenin temelinde, ulus-devletin önemini kaybetmiş olduğu, etnik olarak karmaşık bir coğrafi alana yayılmış, antik çağ imparatorluklarına benzer egemenlik ağının oluşturulması yer alır. Antik imparatorlukların sınırlarını belirleyen askeri fetih faktörü, bunların modern takipçisi olan Amerikan imparatorluğunda ekonomik ve siyasal yapıların dönüştürülmesi düşüncesi biçiminde kullanılmıştır. 

Buna göre, Amerikan tarzı bir demokrasi ve piyasa ekonomisi temelli bir ekonomik kalkınma modelinin getireceği refah; siyasal ve etnik sorunlarla mücadele edebilecektir. Kuloğlu ve Sarıkaya’ya göre ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan günümüze dünyada meydana gelen tüm siyasal ve ekonomik krizlere standart çözüm önerileri olmuştur.37 

Irak’ın 1990 yılında Kuveyt’i işgali, bölgenin barış ve güvenliği yanında ABD’nin bölgesel çıkarlarını da tehdit eden bir unsur olarak ortaya çıkmış, ABD, 
işgale karşı harekete geçerek işgali engellemiştir. Bu olayın ardından,ABD’nin, Mayıs 1991’den itibaren planlarını Saddam Hüseyin’in iktidarına son vermek üzerine kurmaya başladığı söylenebilir. Turan Yavuz’un belirttiğine göre ABD, bunu gerçekleştirmek için çevreleme politikası izlemiş; bu politikasını silah denetimi, uçuşa yasak bölge uygulaması, ambargo, Iraklı muhalif grupları güçlendirme suretiyle desteklemiştir. Bush, Beyaz Saray, Kürtler ve Şiiler karışmadan Saddam’ın Sünni Araplar ve ordu tarafından düşürülmesini planlamıştır.38 

Fakat ABD, Kayar’a göre daha sonra Saddam Hüseyin’in yerine bir lider bulamadığı ve Irak’ın güneyinde yaşayan Şiilerin İran’ın kontrolüne girmesinden 
endişe duyduğu için Saddam Hüseyin’i yerinden etmemiştir.39 

William Jefferson (Bill) Clinton, dönemin başkanı George Herbert Walker Bush’a karşı yürüttüğü seçim kampanyasında Bush’u İsrail’e karşı çok sert ve 
Kuveyt’in işgalinden önce Irak’a karşı çok yumuşak davranmakla suçlamış ve kendisinin aksini yapmayı istediğini açıklamıştır.40 Barry Rubin’e göre Clinton 
başkan seçildikten sonra Ortadoğu politikasında bu yaklaşım etkili olmuştur.41 Genel olarak Clinton yönetimi sırasında ABD’nin Ortadoğu’daki güvenlik politikasının hedefleri şu şekilde özetlenebilir: Kitle imha silahları silahlanmasını durdurmak ve bölgesel politik istikrar ve ekonomik gelişimi desteklemek, Irak ve İran tarafından yaratılan Amerika’nın Körfez’deki çıkarlarına yönelik stratejik tehdidi kontrol altına almak, Körfezden uluslararası piyasalara akan petrolün makul fiyatlarla akışını güvence altına almak, bir Arap-İsrail barış anlaşması yapmak, uluslararası politik ve dini güçleri zayıflatmak, terörizme karşı ortak hareketi sağlamak.42 

Ancak Clinton’un büyük oranda Arap-İsrail barış sürecine ve Irak’ın köşeye sıkıştırılmasına odaklandığı söylenebilir.43 Daha önceki dönemde İsrail’le Araplar arasında başlamış olan barış süreci Clinton döneminde de devam etmiştir. Ancak Clinton, önceki Amerikan yönetimlerinden farklı olarak İsrail’in 1967’de ele geçirdiği topraklardan çekilmesi konusunu hiç gündeme getirmemiş, İsrail’in Doğu Kudüs’te yeni yerleşim yerleri açmasını kamuoyunun önünde eleştirmekle birlikte44, BM Güvenlik Konseyi’nde bu girişimi kınayan kararı veto etmiştir.45 İsrail’i barışa zorlamak için herhangi bir tedbire başvurmaması, ABD’nin hem müttefik hem düşman Araplar tarafından Ortadoğu politikasında çifte standart uygulamak yönünde eleştirilmesine neden olmuştur.46 Clinton döneminde, başkan danışmanı Anthony Lake “haydut devletler” (rogue states) kavramını ortaya atmış ve Kuzey Kore, Irak, İran, Sudan gibi devletler bu şekilde nitelendirilmiştir.47 Çevreleme stratejisi ile İran ve özellikle Irak yıpratılmaya çalışılmıştır. “Soğuk Savaşın mantıksal anlamda devamı” olan ve bölgede meydana gelecek bir değişikliğin istikrarı bozacağı anlayışını temel alan çevreleme politikası doğrultusunda oluşturulan politika 1993 - 2001 yılları arasında uygulanmıştır.48 İran’ın çevrelenmesi çok sınırlı kalmıştır. 

Ama Irak için aynı şey geçerli olmamıştır. ABD, uçuşa yasak bölgeyi genişletmiş, çeşitli gerekçelerle yapılan füze saldırılarıyla Irak’ı denetim altında tutmaya çalışmıştır. 

Irak’ın, casusluk yaptıkları gerekçesiyle 1997’de UNSCOM’daki ABD’li silah uzmanlarının “derhal” ülkeyi terk etmesini istemesi üzerine, ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright CNN televizyonunda yaptığı konuşmada, Bağdat’ın kitle imha silahlarını kullanmamasını sağlamak için BM yaptırımlarının kalması yönündeki tavrından kesinlikle vazgeçmeyeceklerini söylemiştir.49 Clinton yönetimi daha ağır yaptırımlar getirme ve petrol karşılığı gıda programını iptal etme yoluna gitmiştir.50 

ABD Savunma Bakanı William Conen, Irak’a karşı harekete geçilmesi gerektiğini söyleyerek BM raporuna göre ekonomik yaptırımdan askeri müdahaleye kadar tüm olasılıkların gözden geçirileceğini belirtmiştir.51 Irak’ın kitle imha silahlarını denetlemekten sorumlu BM Özel Komisyonu’nun (UNSCOM) başkanı Richard 
Butler, Irak'a karşı askeri harekâta geçilmesinin, BM’in önündeki seçeneklerden biri olduğunu söylemiştir.52 1998’de UNSCOM’la ilişkili ortaya çıkan kriz Amerikan ve İngiliz uçaklarının bombardımanıyla sonuçlanmıştır.53 

Ortadoğu barış sürecine ilişkin olarak önemli girişimlerde bulunan Bill Clinton’un Başkanlık döneminde ve özellikle son aylarında Ortadoğu, “bir numaralı 
konu” olmuştur.54 Bill Clinton ve daha önceki başkanlar sürekli olarak Arap-İsrail anlaşmazlığı üzerinde çalışmışlar ve bölgeyi sık sık ziyaret etmişlerdir.55 

Ocak 2001 tarihinde göreve başlayan George W. Bush yönetimi başarısız olarak gördüğü Clinton yönetiminin Ortadoğu politikasını kökten değiştirme iddiası 
ile iktidara gelmiştir. Yeni yönetimin Ortadoğu politikası bölgeye ilişkin özellikler de taşımakla birlikte genel olarak yeni yönetimin küresel siyaset ve ABD’nin liderliğini tesis etme projesinden de büyük ölçüde etkilenmiştir. 

Filistin-İsrail sorununun çözülmesi çerçevesinde Bush yönetimi, ağırlığı Filistin’de reform ve İsrail’in güvenliği konularına vermiştir.56 

Başkan George W. Bush döneminde yaşanan 11 Eylül saldırıları, ABD’nin Ortadoğu ve tehdit sıralamasında değişim yaratırken, Ortadoğu barış süreci artık ABD’nin bölgesel politikalarının önceliği olmaktan çıkmış, küresel terörizmle mücadele artık ABD’nin yeni tehdit önceliği olmuştur. Bu bağlamda Başkan 
Bush’un dış politika önceliklerinde ilk madde Irak olmuş, İran ise, bölgede Amerikan dış politikasının öncelikleri arasında yer alan diğer ülke olmuştur.57

 “Değişim” sloganıyla ABD’nin 44. Başkanı seçilen Obama döneminde ise, Meliha Benli Altunışık’ın belirttiği gibi ABD’nin Ortadoğu’daki başat rolünün rıza 
tesisi ile gerçekleştirilmesinin önem kazanacağı söylenebilir.58 Obama yönetiminden selefi Bush dönemine nazaran uluslararası kamuoyu, Ortadoğu konusunda istikrara yönelik daha olumlu ve yüksek beklentiler içerisine girmiştir. 

İKİNCİ BÖLÜM 

2.11 EYLÜL 2001 ÖNCESİ TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ 


2.1.Türkiye-ABD İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri 

Günümüze gelene kadar ki süreçte her ne kadar bu süreç boyunca ilişkilerde kimi zaman anlaşmazlıklar, soğukluklar ve bu anlaşmazlıklara bağlı dalgalanmalar, gerginlikler yaşansa da, ilişkilerin belirli bir düzenlilik çerçevesinde cereyan etmeye başladığı tarih olarak 1947 yılını, Truman Doktrini ile başlayan dönemi alacak olursak bu tarihten itibaren Türkiye-ABD ilişkileri, gerek bölgesel unsurlardan, gerekse de tarafların kendilerinden kaynaklanan birçok değişkenin etkisi ile biçimlenmiştir. 

1923 yılından 1930’a kadar yeni Türk hükümeti, dış politikasında ağırlığı Lozan Barış Antlaşması’ndan geriye kalan ve batılı devletlerle olan ilişkilerinde 
ortaya çıkan çeşitli sorunların çözümlenmesine vermiştir. ABD’nin Almanya’ya savaş ilan etmesinin ardından 26 Nisan 1917’de kesilmiş olan diplomatik ilişkiler, 11 Şubat 1927’de gönderilen karşılıklı notalarla tekrar kurulmuştur.59 

Bu dönemden İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar iki ülke ilişkilerinde herhangi bir gerginlik ya da yakınlaşma yaşanmamıştır. Bunun nedeni, ABD’nin dış 
politikada tekrar yalnızcılık politikasına geri dönmesidir denilebilir. Türk-Amerikan ilişkilerinde kimi zaman stratejik ortaklık olarak da adlandırılan kimi zaman taraflar arasında yaşanan gerginlikler sonucu kopma noktasına gelinen dönemlerin yaşandığı ancak çoğunlukla sık ve düzenli yaşanan ilişkilerde günümüze kadar devam eden sürecin başlangıcı İkinci Dünya Savaşı sonrasına denk gelmektedir. 

Türk-Amerikan ilişkileri 1947’de Truman Doktrini çerçevesinde Türkiye’ye yapılan askeri ve ekonomik yardım ve devamında 1948’de Marshall yardımıyla 
güçlenmiş, 1950’lerdeki Kore Savaşıyla “dostluğa” dönüşmüş, Türkiye’nin 1952 yılında NATO’ya katılmasıyla ise iki ülke müttefik olmuştur. 

Fakat bu müttefiklik, iki ülke ilişkilerinin inişli çıkışlı olmasını engellememiştir. 1960’larda Johnson mektubu, 1970’lerde afyon ekimi, 1974 Kıbrıs harekatı sonrasında ABD tarafından Türkiye’ye uygulanan silah ambargosu, yakın zamanda 1 Mart 2003 tezkeresi ve Süleymaniye’de Türk subaylarının başlarına çuval geçirilmesi, Türkiye-ABD ilişkilerinde ciddi bunalımlara yol açan olaylardan bazılarıdır. 

2.2. İkinci Dünya Savaşı Sonrası Dönemde Türkiye-ABD İlişkileri 

2.2.1. Uluslararası Ortamın Analizi 

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle uluslararası sistem siyasi, askeri ve de ekonomik alanlarda ciddi bir yapısal değişime uğramıştır.60 Avrupa’nın güçlü 
devletleri olan İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya zayıflamış olarak savaştan çıkmışlardır. Batı Avrupa adeta bir enkaz haline gelmiştir.61 Buna karşın ABD ve Sovyetler Birliği ise, İkinci Dünya savaşından güçlenerek çıkmışlardır. Böylece, bir tanesi Amerika kıtasında diğeri ise Asya da olmak üzere iki büyük güç ABD ve SSCB uluslararası alanda öne çıkmışlardır.62 

Amerikan Başkanı Harry S.Truman’ın Başkan olduktan sonraki ilk siyasal hareketi, Stalin’le iyi geçinme çabası olmuştur.63 Fakat kısa bir süre içinde iki 
büyüklerin arasındaki ilişkilere yavaş yavaş karşılıklı güvensizlik yerleşmeye başlamış ve bu güvensizlik 1947’den itibaren açık bir gerginliğe dönüşmüştür. Her iki ülke kısa bir süre içinde birbirine rakip hale gelirken, beraberinde ideolojik bir şekillenme ortaya çıkmıştır.64 Bir tarafta liderliğini SSCB’nin yaptığı Komünizm, diğer tarafta ABD’nin önderliğindeki Kapitalizmin rekabeti döneme egemen olmaya çalışmıştır. Siyasi ve jeopolitik gelişmeler, iki kutuplu bir sistemin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. 

İlk olarak var olan dünya düzeni değişmiş, güç dengesi sisteminden ideolojik zıtlaşmanın damgasını vurduğu “İki Kutuplu Sisteme” geçiş yaşanmıştır. 

İki kutuplu sistemin hâkim olduğu dönem Sovyetler Birliği’nin yıkılışına kadar sürmüştür. 

2.2.2. Türkiye-ABD İlişkilerinin Analizi 

Türk-Amerikan ilişkilerinde askeri-ekonomik işbirliğinin gelişmesi ve iki 
ülke arasındaki sık ilişkilerin İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından başladığını 
söyleyebiliriz.65 Sovyetler Birliği’nin lideri Stalin’in Çanakkale ile İstanbul 
Boğazları ve Türkiye’nin doğu illerine yönelik isteklerde bulunması, şekillenmekte olan iki kutuplu dünya düzeninde “Sovyet yayılmacılığını” en büyük tehdit olarak gören Amerika Birleşik Devletleri’ni harekete geçirmiştir. ABD, 1947’de Truman Doktrini ve 1948’de Marshall Planı çerçevesinde Türkiye’ye askeri ve ekonomik yardımlarda bulunmuştur. Nisan 1946’da Winston Churchill, Amerikalıları, Avrupa’nın bir “demir perde” ile ikiye bölündüğü ve Soğuk Savaşın başladığı konusunda uyarırken, ABD savaş gemisi USS Missouri Türkiye’ye destek amacıyla66 İstanbul’a gelmiştir. Bu ziyaretten sık sık ikili stratejik ilişkilerin başlangıcını işaret eden sembolik olay olarak bahsedilmektedir.67 

ABD’nin, Sovyetler Birliği’nden bütün dünya barışına yönelik tehdit 
algılamaları 12 Mart 1947’de Truman Doktrininin açıklanmasına neden olurken, 
Türk-Amerikan ilişkilerinde ise sıkı ilişkilerin olduğu bir döneme girilmiştir. 
İlişkilerin günümüze kadar hangi aşamalardan geçtiğini görmek ve ilişkilerin 
analizini yapabilmek için II. Dünya Savaşı sonrası dönemden ilişkilerin günümüze kadar hangi aşamalardan geçmiş olduğu tarihsel süreç çerçevesinde sunulmuştur. 

2.2.2.1. Soğuk Savaşın İlk Yılları 

Yukarıda da bahsedildiği üzere Sovyet tehditleri karşısında Amerika, 1946 yılının başından itibaren Türkiye’nin toprak bütünlüğü ile ilgilenmeye başlamıştır.68 
Bu dönemde ABD açısından Türkiye, Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’e doğru olası bir yayılmasının önünde bir set olarak görülmüştür. ABD 
açısından, SSCB’nin savaş sonrası politikalarıyla bu ülkeyle ilişkileri kopma noktasına gelen Türkiye’nin, inşa edilmekte olan Batı Bloğu içinde yer alması 
gerekmekteydi.69 Türkiye’de yükselen SSCB karşıtlığı, dönemin sol fikirli Tan gazetesinin yakılması olayıyla doruğa çıkmıştır. Bu ortam içinde ABD, Oran’ın 
deyimiyle simgesel önemi büyük bir adım atmış ve Türkiye’yi “çekme” harekâtını başlatmıştır.70 

Bu simgesel hareket, Türkiye’nin yaklaşık 16 ay önce ölmüş Washington Büyükelçisi Münir Ertegün’ün naaşının Amerikan donanmasının en büyük 
zırhlılarından Missouri ile Türkiye’ye yollanması olmuştur.71 Bu davranış Türkman’a göre, diplomatik nezaketin ötesinde aynı zamanda Sovyetler Birliği’ne karşı yapılan bir hareket olmuştur.72 Missouri’nin İstanbul’a geldiği gün, Washington’da “Ordu Günü” dolayısıyla bir konuşma yapan ABD Başkanı Truman, Ortadoğu ve Boğazların ABD için çok büyük ekonomik ve stratejik önemi olduğunu vurgulamıştır. Truman, bu bölgedeki devletlerin hiçbirinin bir saldırıya karşı koyabilecek güce sahip olmadıklarını belirterek, ABD’nin gerektiğinde bu devletlere yardımcı olabileceği yönünde bir işaret vermiştir.73 

Missouri’nin ziyaretini izleyen günlerde Türk-Amerikan ilişkilerinin daha da sıcak bir döneme girmesini sağlayan gelişmelerden biri de 7 Mayıs 1946’da yapılan 
Borçların Tasfiyesi ile ilgili anlaşma olmuştur. Bu anlaşma ile ABD, Türkiye’nin 

İkinci Dünya Savaşı sırasında Ödünç Verme ve Kiralama Yasası yoluyla aldığı borçlarının tamamını silmiştir.74 

Ekim 1946’da, ABD, Türkiye’yi bölgenin stratejik “köşe taşı” olarak ilan etmiş75, Moskova da Türkiye’ye kısa sürede Amerikan yardımlarının başlayacağını 
öngörmüştür.76 12 Mart 1947’de ilan edilen Truman Doktrini77, Türkiye’nin jeostratejik önemini açıkça ortaya koymuştur: “Türkiye’nin bütünlüğü, 
Ortadoğu’daki düzenin korunması açısından elzemdir.”78 Bu doktrinin ilanının hemen arkasından ABD, Türkiye’ye silah satışları ve ekonomik yardımlara 
başlamıştır.79 “Truman Doktrini” olarak anılan tarihi konuşmasında Truman, ABD hükümetinin Yunanistan hükümetinden acil bir mali ve iktisadi yardım başvurusu aldığını, “...Yunanistan’ın özgür bir ülke olarak kalabilmesi için söz konusu yardımın gerekli olduğunun...” anlaşıldığını ifade etmiştir. Truman, “...Yunanistan’ın varlığının komünistlerce yönetilen birkaç bin silahlı kişi tarafından tehdit edildiğini... 

Yunanistan hükümetinin mevcut durumla baş edemediğini Yunan ordusunun küçük ve zayii olduğunu …” bundan dolayı “kendi kendine yeten ve kendi kendine saygısı olan bir demokrasi olabilmesi için Yunanistan’a yardım yapılması ...” gerektiğini kaydetmiştir. Truman, “...Yunanistan’ın komşusu olan Türkiye’nin de ABD’nin ilgisini hak ettiğini ...” söyleyerek Türkiye’nin ABD ve Batı dünyası için taşıdığı önemin altını çizmiştir. “Bu bütünlük, Ortadoğu’da düzenin korunması için gereklidir”, sözleriyle ABD Kongresini Türkiye’ye de yardım yapılmasının gerekliliğine ikna etmeye çalışmıştır.80 Oral Sander’e göre, her ne kadar Truman Doktrini Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcını teşkil etse de doktrinin amacı bir Sovyet tehdidine karşı Türkiye’nin savunması olmamıştır. 

Başkan Truman için önemli olan Yunanistan’daki iç savaşın bitmesi ve Avrupa’nın güvenliğinin sağlanması ile sınırlı kalmıştır.81 

Başkan Truman’ın konuşması bir yandan Yunanistan ve Türkiye’ye yardımı ABD Kongresinin gündemine sokarken, diğer yandan, ABD’nin Sovyetler Birliğiyle 
yaşadığı “balayının” kesinkes sona erdiğini de belgelemiştir.82 Truman Doktrini’nin açıklanması Türkiye’de büyük bir sevinç yaratmıştır.83 


BÖLÜM DİPNOTLARI;

9 Aktaran Ali Fikret Atun, Zekai Doğanay (1994): Ortadoğu’nun Jeopolitik ve Jeostratejik Yönden 
İncelenmesi, Genelkurmay Yayınları, Ankara: s.40. 

10 www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/EAD/KonjokturIzlemeDb/dgg.doc, (31.10.2009). 
11 Tayyar Arı, (1999): 2000’li Yıllarda Basra Körfezinde Güç Dengesi, Alfa Yayınları, İstanbul: s. 58. 
12 http://www.pigm.gov.tr/dunya_tablo/dunya_ham_petrol_rezervleri.xls, (31.10.2009). 
13 Bu ülkeler Suudi Arabistan, İran, Irak, Kuveyt, Venezuela, Katar, Libya, Endonezya, Birleşik Arap 
Emirlikleri, Cezayir, Nijerya ve Ekvator. http://www.opec.org/aboutus/, (10.08.2009). 
14 http://www.pigm.gov.tr/dunya_tablo/dunya_ham_petrol_rezervleri.xls, (31.10.2009). 
15 http://www.eia.doe.gov/oil_gas/petroleum/info_glance/petroleum.html, (11.05.2009). 
16 Petrol rezervleri hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. World Oil Outlook, 
http://www.opec.org/library/World%20Oil%20Outlook/pdf/WOO%202009.pdf, (10.08.2009). 
17 Veysel Ayhan, (2006): İmparatorluk Yolu, Nobel Yayınevi, Ankara: ss.88-91. 
18 Ayrıntılı bilgi için bk. A.Necdet Pamir, (2006): “Kafkaslar ve Hazar Havzasındaki Ülkelerin Enerji Kaynaklarının Türkiye’nin Enerji Güvenliğine Etkileri” Türkiye’nin Çevresindeki Gelişmeler ve Türkiye’nin Güvenlik Politikalarına Etkileri Sempozyumu, İstanbul, Harp Akademileri ve U.S. Energy Information Agency, www.eia.doe.gov/emeu/cabs/iraq.html (04.05.2009). Ayrıca, 
http://www.pigm.gov.tr/dunya_tablo/dunya_ham_petrol_rezervleri.xls, (31.10.2009). 
19 Yaşar Onay, (2003): Neden Irak, Ebabil Yayıncılık, Ankara: s.59. Ayrıca, http://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/iz.html,(12.12.2009) 
http://www.ihh.org.tr/OEzel-Dosyalar-Ayrintil.58+M58777122285.0.html, (31.10.2009). İnci Selin Aydın(2009), Irak Cumhuriyeti Ülke Raporu, TC. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi, Ankara. 
20 Arı, 1999: 64 
21 Arı, 1999: 64. 
22 Mehmet Kocaoğlu, (1995): Uluslararası İlişkiler Açısından Ortadoğu, Genelkurmay Basımevi, Ankara: s.98. 
23 Truman Doktrini için bk. President Harry S. Truman's Address To A Joint Session of Congress, 
March 12, 1947, http://www.hbci.com/~tgort/truman.htm, (11.08.2009). 
www.americanrhetoric.com/.../harrystrumantrumandoctrine.html (11.08.2009); Oran, 2003: 528-529. 
24 www.americanrhetoric.com/.../harrystrumantrumandoctrine.html (11.08.2009). 
25 Fahir Armaoğlu (1984), 20 Yüzyıl Siyasi Tarihi, 1914-1980”, 2. Baskı, İş Bankası Kültür Yayınları, 
İstanbul: s.441-442. 
26 Oral Sander (2007), Siyasi Tarih 1918-1994, İmge Yayınları, 15. Basım, İstanbul: s.258. 
27 Oran, 2003: 529-531. 
28 “Foreign Aid-The Eisenhower Administration and Expansion of Foreign Aid”, 
http://www.americanforeignrelations.com/E-N/Foreign-Aid-The-eisenhower-administration-andexpansion-of-foreign-aid.html, (24.12.2009). 
29http://www.wilsoncenter.org/coldwarfiles/index.cfm?fuseaction=people.details&thisunit=0&p, (25.12.2009).
30 “The Eisenhower Doctrine”, http://www.state.gov/r/pa/ho/time/lw/82548.htm (12.08.2009). Ayrıca 
bk. Türkman, 2007: 242-243.
31 “Ortadoğu; Belirsizlikler İçindeki Geleceği ve Güvenlik Sorunları”, İstanbul 05-06 Haziran 2008, Beşinci Uluslararası Sempozyum Bildirileri, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara: Genel Kurmay Basımevi, http://www.tsk.tr/SAREM/Sempozyum2008.pdf,  (23.12.2009). 
32 http://middleeast.about.com/od/usmideastpolicy/a/truman-doctrine-explained.html, (31.10.2009). 
33 http://www.state.gov/r/pa/ho/frus/, (30.12.2009), http://www.whitehouse.gov/issues/foreign-policy, 
(30.12.2009), http://mtholyoke.edu/acad/intrel/coldwar.htm, (30.12.2009). 
34Şükrü Elekdağ, “Yeni ABD Yönetiminin Ortadoğu Stratejisi ve Türkiye’ye Etkileri”,  http://sukruelekdag.wordpress.com/2008/11/12/yeni-abd-yonetiminin-ortadogu-stratejisi-ve-turkiye, 
(30.12.2009). 
35 http://www.whitehouse.gov/blog/NewBeginning,(30.12.2009); 
http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story(2009/06/090604_obama_speechs.html, (30.12.2009); 
http://www.nytimes.com/2009/06/04/us/politics/04obama.text.html, (30.12.2009). 
36 Hasan Köni, (2003): “Yeni Hegemonya ve Türkiye”, (Ed). Ü. Özdağ, Y. Kalafat ve M. S. Erol, 21. 
Yüzyılda Türk Dünyası Jeopolitiği – Muzaffer Özdağ’a Armağan, ASAM Yayınları, Ankara: s.18. 
37 Armağan Kuloğlu, Fatma Elif Sarıkaya, (2004): “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye”, Stratejik Analiz Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 48, s.24. 
38 Turan Yavuz, (2003): ABD’nin Kürt Kartı: ABD-Kürt İlişkilerinin Perde Arkası, Otopsi Yayınları, İkinci Baskı, İstanbul: ss.174-196. 
39 Mustafa Kayar, (2003): Türk-Amerikan İlişkilerinde Irak Sorunu, , IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul: s.198. 
40 1992’de yapılan ABD Başkanlığı seçimleri ve uygulanan seçim kampanyalarına dair ayrıntılı bilgi için bk. http://www.historycentral.com/elections/1992.html (12.08.2009). 
41 Barry Rubin, (1995): “Assessing The New Middle East: Opportunities and Risks”, Tel Aviv, The BESA Center: ss. 52-53. 
42 ABD’nin Clinton dönemindeki Ortadoğu politikası için bk. Ekavi Athanassopoulou, (2001): 
“American-Turkish Relations Since the End of the Cold War,” Middle East Policy, Vol. 8, No. 3: ss. 
144-164 ve Glenn P. Hastedt, (2000): American Foreign Policy, New Jersey, Prentice Hall, Fourth Edition: ss.73-82. 43 Hastedt, 2000: 80-81. 
44 “Kudüs Davası BM’ye Taşınıyor”, Zaman Gazetesi,16 Ekim 1997, s.12. 
45 Kasım, 2000: 130-131. 
46 Robert O. Freedman, (1999): “U.S. Policy Toward The Middle East In Clinton’s Second Term”, MERIA, Vol: 3, No: 1 (March 1999), http://www.meria.idc.ac.il/journal/1999/issue1/jv3n1a5.html, 
(27.10.2008).
47 Anthony Lake, (1994): “Confronting Backlash States”, Foreign Policy, Vol:73, No:2: ss.45-62’den Aktaran Robert S. Litwak, (2000): Rogue States and U.S. Foreign Policy, Washington, The Woodrow 
Wilson Center Press: s.256-259. 
48 Çift Çevreleme Stratejisi: Çifte çevreleme, ABD’nin İran ve Irak’a yönelik olarak 1991 yılından itibaren uyguladığı politikadır. 1979 yılında meydana gelen İran Devrimi’nden sonra bu ülkeye karşı çevreleme politikası uygulayan ABD, 1992 yılından itibaren bu politika içine Irak’ı da katmıştır. Ahmet Emin Dağ, (2005): Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Sözlüğü, Anka Yayınları, İkinci Baskı, 
İstanbuİ: s.169. 
49 http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyınTarihi/1997/kasim1997.htm, (22.12.2009). 
50 Tayyar Arı, “Irak’a BM Yaptırımları: Kitlesel İmha Silahlarının Denetimi ve Ambargo”, 
www.tayyarari.com/download/BMyaptirim.doc, (23.12.2009). “UNSCOM Tatmin Olmuyor”, Zaman 
Gazetesi, 18 Nisan 1998 ; “UNSCOM’a Rus Alternatifi”, 
http://www.radikal.com.tr/1999/01/17/dis/uns.html, (04.12.2009). “UNSCOM Krizi: Denetçiler Irak’ı 
Terk Ediyor”, Zaman Gazetesi, 14 Aralık 1998. 
51 “Saddam Bildiğini Okuyor”, http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=272652, (12.12.2009). 
52 http://www.byegm.gov.tr/ayintarihidetay.aspx?Id=152&Yil=1997&Ay=11, (04.12.2009). 
53 “Washington Kararlı”, Zaman Gazetesi, 22 Aralık 1998. 
54 Cengiz Çandar, “Obama’ya Dair İpuçları; Restorasyon ya da Transformasyon”, 
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=10444452&yazarid=215, (23.12.2009). 
55 Sami Kohen, “Bush’un Ortadoğu Seferi”, http://www.milliyet.com.tr/2008/01/09/yazar/kohen.html, 
(12.12.2009). 
56 Meliha Benli Altunışık, “Ortadoğu ve ABD: Yeni Bir Döneme Girilirken”, http://www.orsam.org.tr/tr/Uploads/Yazilar/Dosyalar/2009918_meliha.pdf, (30.12.2009). 
57 “Bush’un İkinci Döneminde de Önceliği Irak”, 1992-2002 yılları arasında Amerikan Senatosu’nun Dışİlişkiler Komitesi üyesi, hâlihazırda Amerikan Enterprise Institute’ün Ortadoğu, Terörizm ve 
Kitle İmha Silahları Uzmanı Danielle Pletka İle Gerçekleştirilen Söyleşi, 
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=140867, (23.12.2009). 
58 Meliha Benli Altunışık, “Ortadoğu ve ABD: Yeni Bir Döneme Girilirken”, 
http://www.orsam.org.tr/tr/Uploads/Yazilar/Dosyalar/2009918_meliha.pdf, (30.12.2009). 
59 Oral Sander, (1979): Türk-Amerikan İlişkileri 1947-1964, AÜ SBF Yayınları, Ankara: s.7. 
60 Faruk Sönmezoğlu, (2000): Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, Filiz Kitabevi, İstanbul: s.673. 
61 Baskın Oran, (2003): “Batı Bloku Ekseninde Türkiye”, Türk Dış Politikası, Cilt I, İletişim Yayınları, İstanbul: s.483. 
62 Fahir Armaoğlu, (1989): 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara: s.423. 
63 Henry Kissinger, (2004): Diplomasi, (Çev. İbrahim Kurt), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul: s.407. 
64 Kuyaş, 2004: 198. 
65 Türk-Amerikan İlişkileri Belgeseli için bk. Can Dündar, Türk-Amerikan İlişkileri Belgeseli, 
www.candundar.com.tr/index.php?Did=5576 (21.07.2009). 
66 Türkman, 2007: ss.160-161. 
67 Kemal Kirişçi, (2000): “Türk-Amerikan İlişkileri: Belirsizlikten Yakınlaşmaya: Türk-Amerikan İlişkileri: Reelpolitik Ötesi Genişlemesi,” Avrasya Dosyası: ABD Özel, C: 6, Sayı: 2, ASAM Yayınları, Ankara: s. 69. Ayrıca bk. Hüseyin Bağcı, (2007): Türk Dış Politikası’nda 1950’li Yıllar,ODTÜ Yayıncılık, Üçüncü Baskı, Ankara: s.3. 
68 Türkman, 2007: 160. 
69 Godsan Sunday, “Turkey’s Post Cold War Relationship With The United States: A Critical Reoppraisal”, March 2008, Department or İnternational Relations Eastern Mediterrane an University, 
http://www.allacademic.com//meta/p_mlaapa_research_citation/, (30.12.2009). 
70 Oran, 2003: 522-524. 
71 Oran, 2003: 524-525. 
72 Türkman, 2007: ss.160-161. 
73 Oran, 2003: 525. 
74 Oran, 2003: 525. Ayrıca, Mustafa Oral, “Hasan Saka Kabinesi ve Dış Politikası”, 
http://www.ileri2000.org/25/oral25.htm, 18.11.2009. Antlaşmanın metni için: Fahir Armaoğlu, 
(1991), Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri, Türk Tarih Kurumu, Ankara: s. 143-147. 
75 Truman Doktrininde ABD, Türkiye ve Yunanistan’ı Ortadoğu politikasındaki “köşe taşı” olarak görmüş 
ve bu ülkelere ihtiyacı olduğunu vurgulamıştır. Truman Doktrini için bk. President Harry S. 
Truman's Address To A Joint Session of Congress, March 12, 1947, 
http://www.hbci.com/~tgort/truman.htm (11.08.2009). 
76 Bostanoğlu, 2008: 389. Ayrıca Sina Akşin, (2004): Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi, İmaj Yayıncılık, Ankara: s.222. 
77 Truman Doktrini için bk. President Harry S. Truman's Address To A Joint Session of Congress, March 12, 1947, http://www.hbci.com/~tgort/truman.htm (11.08.2009) ; 
www.americanrhetoric.com/.../harrystrumantrumandoctrine.html (11.08.2009) 
78 Musa Ceylan, (1999): “Soğuk Savaş’ın Sonu, Yeni NATO ve Türkiye,” iç. Musa Ceylan (der.), Yeni NATO Soğuk Savaş’tan Sıcak Savaş’a, Ülke Kitapları, İstanbul: s.19. 
79 Can Dündar, Türk-Amerikan İlişkileri Belgeseli, www.candundar.com.tr/index.php?Did=5576 (21.07.2009). 
80 Oran, 2003: 529. Truman Doktrini için bk. President Harry S. Truman's Address To A Joint Session 
of Congress, March 12, 1947, http://www.hbci.com/~tgort/truman.htm (11.08.2009). 
81 Sander, 1979: 12. 
82 Oran, 2003: 530. 
83 Bağcı, 2007: 8. 


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***