28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 9
ANAYASA YARGISI/ANAYASA MAHKEMESİNİN TUTUMU
Anayasa Mahkemesi, ilk kez 1960 darbesinden sonra hazırlanan 1961 Anayasası ile yargı sistemine girmiş, 1980 darbesinden sonra hazırlanan 1982 anayasa sı ile devam ettirilmiştir. Anayasa mahkemesi, her iki darbenin temel kurumların dan biri olup siyasallaşması, kuruluşu ile birlikte başlamaktadır. Kurulduğu günden bu güne Anayasa Mahkemesi, siyasi, ideolojik ve hukuka aykırı pek çok karara imza atmıştır.
Anavatan Partisi tarafından çıkarılan Üniversitelerin Kuruluşu ile ilgili 2547 sayılı yasaya ek 16. maddenin iptaline ilişkin karar, Anayasa Mahkemesi'nin
ideolojik kararlarına açık bir örnektir.
Üniversitede okuyan kız öğrencilerin başörtüsü kullanıp kullanmayacağına ilişkin, 1989/2 sayılı kararmda; görevi gereği, sadece kanunu iptal etmekle kalmamış,
anayasaya aykırı olarak, yeni bir uygulamaya yol açacak şekilde bir gerekçe hazırlamıştır. Nitekim üniversiteler kanununa ek 17. madde olarak eklenen ve
"yasalara aykırı olmamak kaydıyla kılık kıyafet serbesttir" şeklindeki maddeyi iptal etmemesine karşın Ek 16. maddeye ilişkin kararının gerekçesine atif yaparak iptal etmediği kanuna, iptal edilmiş sonucu yüklemeye çalışmıştır. Anayasa'nın 153. maddesine aykırı olarak, yeni bir uygulamaya yol açacak nitelikte tasarrufta bulunmuştur.
Kurulduğu tarihten itibaren, çok sayıda siyasi partinin kapatılmasına karar vererek ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğünün ihlaline sebep olmuştur.
Anayasa Mahkemesinin başkam (o dönemde H.T.) ve bir kısım üyeleri, 28 Şubat sürecinde açıkça yönlendirilmekte bir beis görmemişler, askeri brifinglere katıldıkları gibi, yönlendirenleri ayağa kalkarak alkışlayabilmişler dir.
Refah Partisi Kapatma Davası
Yüksek yargı organlarında görev yapan hâkimlere verilen "telkin, tavsiye ve dikte edici" brifingden on gün sonra, 20 Mayıs 1997'de iktidar ortağı olan
Refah Partisi'nin kapatılmasına ilişkin dava, Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş tarafından yargı tarihinde görülmemiş bir şekilde açılmıştır.
Bugüne kadar gelen uygulamanın aksine başsavcı kapatma davasını, önce yazılı ve görsel basına yaptığı açıklama ile kamuoyuna duyurmuş, dava dilekçesini
bundan sonra mahkemeye tevdi etmiştir.
Böylelikle kamuoyu, ilk kez bir davayı mahkemesinden evvel öğrenmiştir.
Refah Partisi'ni kapatmaya yönelik dava dilekçesi, Türk hukuk tarihinde eşi benzeri görülmeyen skandal niteleme ve hakaretlere örneklik ettiği gibi, yargılama sonunda verilen karar da bir o kadar tartışmalıdır. Hukuk tarihimizde ilk kez, 'hakaret', yüksek mahkemeler aracılığıyla hukuki zeminde meşru gibi kullamlmıştır. Militan demokrasiyi savunan başsavcı, Refah Partisi'ne oy vermiş
olan milyonlarca insanı "kan emici vampirler" olarak nitelemiştir. Mahkeme heyeti de bu ve buna benzer nitelemeleri içeren dava dilekçesini kabul etmiş, daha da ötesi bu hakaretler karar metnine girmiştir.
Refah Partisi hakkında açılan kapatma davası, 16.01.1998 tarihinde verilen 1997/1 E., 1998/1 K sayılı karar ile sonuçlandırılmış ve brifing toplantısında, brifingi veren askerleri ayakta alkışlayan yüksek yargı mensupları, ikiye karşı dokuz oyla Refah Partisi'ni kapatarak, brifingde alman talimatın gereğini yerine getirmişlerdir.
Refah Partisi davasında yargı tarihimizdeki bir başka ilk daha yaşanmıştır. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının Refah Partisi'nin Anayasa'nın 68 ve 69. maddelerine dayanarak kapatılması talebini incelerken Siyasi Partiler Yasasının 103. maddesinin kapatma kararı verilmesine engel olduğunu görmüş, ilk kez bu dava ile bu davanın hem davacısı, hem karar vereni konumuna gelmiştir.
Siyasi Partiler Yasası'mn 103. maddesi, parti kapatılması için neden olarak gösterilen eylemlerin sorumlularının ceza mahkemelerinde yargılanarak hüküm giymelerini gerekli görür iken, Anayasa Mahkemesi davacı sıfatıyla Siyasi Partiler Yasası'nın "hüküm giyme" şartını içeren 103. maddesinin ikinci fıkrasının tümünün Anayasanın 69. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptalini
talep ederek kendisine de dava açmıştır. Bu dava sonunda yine kendisi mahkeme yargılamayı yapan sıfatıyla, 09.01.1998 tarihinde dava konusu maddeyle ilgili olarak;
Siyasi Partiler Yasası'mn 103. maddesinin ikinci fıkrasında, 101. maddenin (d) bendine göndermede bulunularak birinci fıkradaki "mihrak haline gelme" durumunun oluşması için öncelikle, parti üyelerinin bu fıkrada belirtilen söz ve eylemlerinden ötürü hüküm giymiş olmaları koşulunun aranması, 103. madde ile parti kapatma nedeni sayılan kimi yasak fiillerin Ceza Yasası'nda suç olmak tan çıkarılması nedeniyle yalnız 103. maddenin ilk fıkrasının uygulanmasını değil buna dayanak oluşturan Anayasa'nın 69. maddesinin altıncı fıkrasının da uygulanmasını olanaksız hale getirmiştir." gerekçesiyle iptaline karar vermiştir.(Anayasa Mahkemesinin 12.12.2000 E: 2000/86, K: 2000/50 sayılı kararı)
Anayasanın 153. maddesi gereğince "bir kanun, kanun hükmünde kararname veya iç tüzük ya da bunlann hükümleri, iptal kararlarının" ancak Resmi Gazete'de yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkacağı kuralını da atlayarak Siyasi Partiler Yasası'run 103. maddesinin ikinci fıkrasını iptal ettikten sonra iptal kararı Resmi Gazete'de yayımlanmadan Refah Partisi davasını da karara
bağlamış ve 16.01.1998 tarihinde partinin kapatılmasına karar vermiştir.
Oysa iptal edilen kural (103. madde) Resmi Gazete'de yayımlanmadığından, partinin kapatıldığı gün halen yürürlüktedir. Yürürlükte olan bu kuralı yok sayarak hüküm verilmesi,
Anayasa'nın 153. maddesinin yok sayılması anlamına gelmektedir. İptal kararı hukuki olarak boşluk doğurduğundan, TBMM'ne iptal edilen kuralın yerine yenisini koyması için süre ve imkân da tanınmamıştır. Anayasa Mahkemesi kendince Anayasa'ya aykınlığı gidermiş ve "bir tür yasa yaparak" "yeni bir uygulama" başlatmıştır. Anayasa'nın 69. maddesi çerçevesinde parti kapatılma usul ve esaslarının mutlaka "kanunla" düzenlenmesi mecburiyetine rağmen bu usul ve esaslar Anayasa Mahkemesi kararıyla belirlenerek Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yetkisine de tecavüz edilmiştir. Davacısız iptal kararı ile de Anayasa Mahkemesi, Türk Yargı tarihinde davacı ile karar veren mahkemenin aynı kişilerde birleştiği bir olayı yaşatmıştır.
Fazilet Partisi Kapatma Davası
Refah Partisinin kapatılması davası Anayasa Mahkemesinde görülmekte iken 17 Aralık 1997 tarihinde Fazilet Partisi kurulmuştur. Yeni kurulan bu Parti, bağımsız milletvekillerinin de katılımıyla TBMM’de ana muhalefet partisi konumuna gelir.
Söz konusu dönemde askerin hala rahatsız olduğu, irticanın hala ülkede birinci tehdit olmaya devam ettiği, sekiz yıllık eğitim kanunu dışında 28 Şubat 1997 tarihinde alınan MGK kararlarının uygulamaya konulmadığı, hükümetin türban yasağı konusunda tavizler verdiği ve kapatılan Refah Partisinin Fazilet Partisine dönüşmesine hükümetçe göz yumulduğu konuları sürekli gazeteler ve
televizyonlarda işlenmekte, bir anlamda 28 Şubat sürecinin halen devam etmekte olduğu kanaati toplum üzerinde pekiştirilmektedir.
İşte bu atmosfer içerisinde, Refah Partisinin 16 Ocak 1998 tarihinde kapatılması ve kararın 22.2.1998 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmasından yaklaşık bir yılı aşkın bir zaman geçtikten sonra 7 Mayıs 1999 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, bu kez Fazilet Partisi hakkında kapatma davası açmıştır.
İddianamede kapatma nedeni olarak temelde iki iddia ileri sürülmüştür.
Birinci iddia Fazilet Partisi'nin, Refah Partisi'nin kapatılacağını anlayan yöneticileri tarafından kurdurulan hülle partisi olarak adlandırılabilecek bir parti olduğu, 147 milletvekili ile çok sayıda belediye başkanının Fazilet Partisi'ne geçmelerinin, bu milletvekillerinden bazılarının da Genel İdare Kurulu ve Disiplin Kurulu üyesi olmalarının kapatılan Refah Partisi'nin bir başka ad altında
kurulduğunun kanıtı olduğu iddiasıdır.
İkinci iddia ise Fazilet Partisinin laikliğe aykırı fiillerin "odağı haline geldiği" iddiasıdır. Bu iddiaya dayanak olarak, Fazilet Partisinin türbanlı bir milletvekilini aday göstererek seçilmesini sağlaması ve bu kişinin TBMM’de türbanlı olarak yemin ettirilmek istenmesi ile Fazilet Partisi yöneticilerinin çeşitli tarihlerde yaptıkları konuşmalarda türban yasağını eleştiren konuşmalar yapmaları gösterilmiştir.
Partinin kapatılması davasının 18 Nisan 1999 tarihinde yapılan genel seçimlerde Fazilet Partisinden milletvekili olarak seçilen Merve Kavakçı’nın 3 Mayıs 1999 tarihinde TBMM Genel Kurulunda türbanlı olarak yemin etmek istemesi olayından hemen sonra açılmış olması, Yargıtay Cumhuriyetbaşsavcısının bu olaya bir tepki olarak davayı açtığının en büyük kanıtıdır. Yargıtay Cumhuriyetbaşsavcılığının Merve Kavakçı olayına tepki olarak alelacele dava açtığı ve iddianamede parti kapatma için dayanılan nedenlerin yetersizliği Anayasa Mahkemesince de görülmüş ve Yargıtay Başsavcılığından soruşturmanın genişletilmesi talep edilmiş ve Yargıtay Başsavcılığı 5 Şubat 2001 tarihinde ek bir iddianame düzenlemek zorunda kalmıştır.
Anayasa Mahkemesi 22 Haziran 2001 tarihinde verdiği kararında, Fazilet Partisinin kapatılan Refah Partisinin devamı olduğu iddiasını yerinde görmemekle birlikte, Fazilet Partisinin laiklik ilkesinin karşıtı eylemlerin odağı haline geldiğini kabul ederek, bu Partinin de kapatılmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi kararında aynen;
“18 Nisan 1999 tarihinde yapılan milletvekili seçimlerinden sonra TBMM'ndeki yemin töreninde, Merve KAVAKÇI'nın ve onu seçim öncesinde, yemin töreni sırasında ve seçim sonrasındaki davranışları ve yaptığı açıklamalarla özel olarak destekleyen Nazlı ILICAK'ın sergiledikleri eylemlerin ve yaptıkları konuşmaların; Bekir SOBACI'nın türban ve başörtü yasağına direnen bu nedenle de İstanbul Çapa ve Cerrahpaşa Tıp Fakültelerinden çıkarılan öğrencileri Ankara girişinden alarak basın toplantısı yaptırması, Meclis'e getirerek partileri ziyaretlerini sağlaması gibi yasalara aykırı eylemleri desteklemesi ve teşvik etmesinin; Ramazan YENİDEDE'nin resmî daireler ve okullarda konuya ilişkin yasa ve yönetmelikler gereği uygulanan türban veya başörtüsü yasağını zulüm ve zorbalık olarak göstererek halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmesinin; Mehmet SILAY'ın 1998 yılında yayınlanan "Parlamentodan Haber" adlı kitabında, dünya tarihinde milletlerin dini duyguları ve inançlarıyla savaşanların daima kaybettiklerini İran'da bunu deneyenlerin ya ülkeyi terkettikleri ya apoletlerinin söküldüğünü Cezayir'de Fransız çıkarlarına hizmet uğruna halka dayatanların ve
zorbaların bu gün hiçbirisinin hayatta olmadığını belirterek halkı kamu görevlilerine karşı eyleme yöneltmesinin ve Fazilet Partisi'nin Genel Başkanı ile Milletvekillerinin ve kimi Partililerin davranışları ve çeşitli yer ve toplantılarda yaptıkları konuşmalarla mevzuata ve yargı kararlarına aykırı olduğu halde resmî daire ve okullarda türban veya başörtüsü takılmasını desteklemelerinin
Anayasa'nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen Lâik Cumhuriyet ilkesine aykırılık oluşturduğu sonucuna varılmıştır. Fazilet Partisi'nin bir tepki göstermediği gibi benimsediği bu faaliyetlerin, Anayasa'nın 69. maddesi, Siyasî Partiler Yasası'nın 101. ve 103. maddeleri uyarınca odak olmaya esas alınacağı kuşkusuzdur.” denilmek suretiyle, türban yasağını eleştirmek dışında
başkaca bir eylemleri bulunmayan Parti yöneticilerin sözleri davalı Partinin laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiğinin kanıtı olarak kabul edilmiştir.
Kapatma davasına da konu olan eski Fazilet Partisi Milletvekili Merve KAVAKÇI için yapılan soruşturma süreci içerinde Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı Nuh Mete Yükselin’in soruşturma süreci içerindeki eylem ve davranışları Ceza Muhakemeleri Kanunu dışında cerayan etmiştir. Özellikle gece yarısı şüpheli olduğunu iddia edilen Merve Kavakçı’nın evine refakatinde kolluk kuvvetlerinin alınması ile gidilmiş olması soruşturma evresinde rastlanılmış bir olay değildir. Bu davranış nedeni ile Merve Kavakçı’ya ait evinin önünde cumhuriyet savcısının beklediği anda milletvekili olduğuna dair yazının gelmiş olması dokunulmazlığının olduğunun anlaşılmış olması nedeni ile ifadesini almasından vazgeçtiği beyanıdan, yasal çerçevede değerlendirildiğinde mevzuata uygun olmadığı tespit edilmiştir. Ayrıca bu konuyla alakalı nuh Mete Yüksel hakkında da HSYK tarafından işlem başlatılmış olmasıda bu soruşturma sürecinin yasal çerçevede devam etmediğini göstermiştir.
Merve KAVAKÇI, 19 Ekim 2012 tarihinde Komisyonumuza başörtüsü yasağıyla şekillenen bir hayatı olduğundan tıp eğitimini ikinci sınıfın sonunda bırakıp, eğitim amacıyla Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmek zorunda kaldığını; 28 Şubat postmodern darbesinin “Kavakçı olayı”nın hukuki ve ahlaki olmak üzere iki boyutunun olduğunu; Hukuki ayıbın, seçilmiş bir milletvekilinin ant içerek
görev yapmasının bir dizi zorlama ve istisnai uygulamayı gündeme sokarak âdeta bir nefret suçunu legalize etmek gayesine odaklanarak engellenmesiyle alakalı; Ahlaki ayıbın ise, Millet Meclisi kürsüsünün yemin günü işgal edildiği andan başlayarak bugüne dek kendisine reva görülen uygulamalardan oluştuğunu ifade etmiştir.
KAVAKÇI; 2 Mayıs 1999 tarihinde Mecliste yaşanan olayları; “millî irade kısmen yok sayıldığı, din ve ifade hürriyetinin engellendiği, kadınların üçte ikisinin başlarının örtülü olduğu bir ülkede temsil merkezinde kadın ayrımcılığı yapıldığı ve Silahlı Kuvvetler gölgesinde, DSP güçlerinin Meclis çatısı altında üstlendiği bir darbe olarak” nitelendirmiştir. Devlet’in darbecilerin etkisiyle kendisini ve ailesini “kendisinin inancı gereği başörtüsü taktığı” ve gerek okullarda gerekse kamu kurum ve kuruluşlarında Müslüman kadınların başörtüsü takmak istemeleri nedeniyle engellenmelerine yönelik bir mücadelenin içine girmesinden dolayı hedef gösterdiğini; kendisine ve yanında durma cesareti gösteren Nazlı Ilıcak gibi kişilere haddini bildirmeye kalkıştığını; şahsiyetini, millet nezdindeki itibarını zedelemek için uğraştığını iddia ederek, o günlerde kendisiyle aynı sıraları paylaşan bazı siyaset arkadaşlarının iktidarda olmasına rağmen başörtülü kadınlar için 28 Şubatın hâlâ devam ettiğini bu yolda partisinin kararıyla aday adayı olduğunu, ancak mücadelesini yalnız sürdürmek durumunda kaldığını, kendisinin yalnız bırakıldığını ifade etmiştir.
KAVAKÇI, kendisine bir milletvekili olarak TBMM’nde yapılanların, İngiliz Parlamentosu’nda gündeme getirildiğini; o gün Mecliste örttüğü başörtüsünün Amerikan Kongresinde bir hafta boyunca “dini özgürlüklerin simgesi” olarak sergilendiğini; “Kavakçı Olayı”nın Kanada'nın Toronto şehrinde ilköğretim sisteminde bir hoşgörüsüzlük örneği olarak anlatıldığını; Parlamentolar
arası Birliğin konuyu incelediğini, kendisini ve seçmeninin uğradığı hak ihlalini teyit ettiğini; 2007 senesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “Kavakçı ve Türkiye” davasında Türkiye’nin seçme ve seçilme hakkını ihlal ettiğine hükmettiğini belirtmiştir.
KAVAKÇI, 18 Nisanda Milletvekili seçildiğini ve İstanbul’daki YSK yetkililerinden mazbatasını aldığını, Meclise gelerek gerekli işlemleri sorunsuz yaptırdığını ve ant içip görevini yapmaya hazır olduğunu ancak o arada, Ecevit'ten Hüsamettin Özkan vasıtasıyla partinin ileri gelenlerine Meclis Genel Kurulu'na girmemesinin istendiğini ve bu andan itibaren “ Başörtüsünün ” bir sorun olarak kendini göstermeye başladığı ve sorunun kendisine “Mecliste gelip gideceği bir oda verilerek” çözülmeye çalışıldığını; Anayasa ve İç Tüzükte başı örtülü bir vekilin hakları konusunda Yemin töreniyle alakalı olarak herhangi bir kısıtlama getirilmemişken bariz bir baskı atmosferinin parti üzerinde etkili olduğunu; 1 Mayıs 1999 günü yani yemin töreninden bir gün önce Sayın Abdullah
Gül, Salih Kapusuz ve Lütfü Esengün Beylerin evine gelerek "Yarın sabah gidip Meclis Başkanı Septioğlu'nun elini öpeceksin, eğer müsaade ederse yemin edeceksin, etmezse yemin etmeyeceksin" talebinde bulunduklarını; … aynı akşam kendisinin şahsi gayretleri sonucunda, Genel Başkan Recai Kutan’la, Cemil Çiçek Bey, Temel Karamollaoğlu Bey, Zeki Ünal ve Salih Kapusuz Beyler’in de kendisiyle beraber hazır bulundukları halde bir toplantı yaptıklarını; toplantıda Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın "Merve Hanım diğer milletvekilleriyle beraber saat 3’te Genel Kurula gelmeli" teklifinde bulunduğunda Cemil Çiçek’in "Bilmediğiniz şeyler var." diyerek karşı çıktığını; daha sonra edindiği bir bilginin Sayın Çiçek'in karşı çıkan sözlerine ışık tutar nitelikte olduğunu bu bilginin “Mart 2001 tarihinde Küba'nın başkenti Havana’da yapılan Parlamentolararası Birlik Toplantısında KAVAKÇI’nın milletvekilliği haklarının ihlalinin görüşüleceği, bu sebeple Parlamentolararası Birlik Başkanı tarafından kendisinin de davet Küba’ya edildiği, orada, Turhan Alçelik Bey ve rahmetli Bahri Zengin Beylerle karşılaştığı ve kendisine yemin törenimle alakalı olarak ‘Askeriyeden, Cumhurbaşkanı Demirel aracılığı ile parti başkanlığına yemin etmeniz halinde müdahale edileceği’ uyarısı yapıldığı, partinin de onun için kendisinin arkasında duramadığı. ” bilgisinin verildiğini ifade etmiştir.
“Ecevit’in konuşmasıyla eş zamanlı olarak kendisinin de Mecliste bulundu sırada, Cumhurbaşkanı Demirel ülkenin nasyonal “Milli” televizyonu TRT’de kendisini fitne çıkarmakla suçladığını ve ajan provokatör olduğu iftirasını attığını; ertesi gün basının konu ile ilgili sorusunuysa “Devletin elinde herhâlde böyle bilgiler vardır.” diye cevapladı. Ancak, böyle bir bilgi veya belge yoktu. Bu, tamamen iftiraydı ve benim de ajan veya provokatör olmadığımı bilir demiştir.
KAVAKÇI, “ Çifte Vatandaşlık ” ve milletvekilliğinden ileri gelen “ Özlük haklarını aldığı ” yolundaki iddialarına ise “Türkiye Cumhuriyeti çifte vatandaşlığı siyaseten ve hukuken teşvik eden bir ülke olmasına rağmen, sanki vatana ihanet etmişim gibi beni apar topar vatandaşlıktan çıkardı. Vatandaşlıktan çıkarılmam için kullanılan Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlık belgesi Houston
Başkonsolosluğu tarafından Ankara’ya faks edilmiş bir bilgisayar çıktısından ibaret, herhangi bir resmî belge değil. Bu belge Bakanlar Kurulu tarafından resmî belge olarak kullanıldı. Sadece ilk maaşımı aldım. Bir milletvekiline tanınan özlük hakları bana tanınmadı. Bir de -Nuh Mete Yüksel'in evime yaptığı baskın sırasında olduğu gibi-dokunulmazlığım varmış gibi ve dolayısıyla da
milletvekiliymişim gibi muamele gördüm.” diye açıklık getirmiştir.
KAVAKÇI, kendisine; 2 Mayıs 99’da Meclis yemin töreninin hemen akabinde, Genel Kurula başörtümle girmemden dolayı DGM'de 312’nci maddeden, halkı din, dil, ırk, vicdan açısından bölmekten suçundan 312’nci maddeden soruşturma başlatıldığını ve Ankara’da Nuh Mete Yüksel tarafından bu soruşturma kapsamında evine gece baskını düzenlendiğini; Gerçek Hayat Dergisi'ne verdiğim bir röportajdan dolayı başörtüsü yasağını gündeme getirmek ve bunun bir kadın ayrımcılığı olduğunu ifade etmekten dolayı devletin manevi şahsiyetine hakaretten Şişli Savcılığınca bir soruşturma başlatıldığını, Refah Partisinde görevli olduğu yıllarda, Amerika’da “İslamic Society of North America” ve “İslamic Association for Palestine” tarafından düzenlenen toplantılara Refah
Partisini temsilen katıldığı için 169’uncu Madde’den “teröre yataklık ve yardım etmekten” DGM’den soruşturma başlatıldığını ifade etmiş; Kızlarına da; kendisine TBMM’de yapılan linç ve had bildirme kampanyasının bir benzerinin kendi ilkokullarında yapıldığını ifade etmişt;
“Dönemin Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı arasındaki yazışmaların, sözlü görüşmelerin, Cumhurbaşkanlığındaki gizli yazıların, telefon kayıtlarının, Genelkurmay Başkanlığı'nın Kozmik Odası'ndaki ilgili dokümanların, MGK kayıtlarının, dönemin ABD ve Türkiye arasındaki devletlerarası yazışma ve görüşmelerinin, telefon kayıtlarının,
MİT, CIA, MOSSAD arasındaki sözlü ve yazılı kayıtların, dönemin YSK kayıtlarının ve medyanın tacizlerine örnek teşkil edebilecek, Uğur Dündar ve ekibinin dayısı Orhan Güngen’le yaptıkları telefon görüşmelerinin kayıtlarının ortaya çıkartılmasını” talep etmiştir.
10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..