TURGUT Özal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TURGUT Özal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mayıs 2019 Çarşamba

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 16

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 16



Görev zararlarından fazlaca bahsetmedik, kamu bankalarının görev zararlarından. Kamu finanse ediyor, hazine aracılığıyla bankaları, kamu bankalarını finanse ediyor. Bununla ilgili düşünceleriniz nelerdir? 
Kamu bankalarının görev zararlarıyla ilgili düşünceleriniz nelerdir? 

 Son Sorum da: Uluslararası baskılara yönelik, Albright konuşmanız arasında geçti fakat kısa geçti. Çünkü Albright’la birlikte Türkiye’ye yönelik dış siyasetin değiştiğinden bahsettiniz. Yanlış anlamadıysam şayet… 
TANSU ÇİLLER – Düzelteyim mi onu? 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – Tabii, tabii çünkü orayı tam şey yapamadım. Yani “Asker bağlantılı bir Türkiye, Amerika’dan bakışa farklı bir değerlendirme mi getirir?” diye… 
TANSU ÇİLLER – Hayır. Warren Christopher ondan önce Dışişleri Bakanıydı, Secretary of State’di. Onun yerine Albright geldi ocak ayında. Warren Christopher biraz daha konuşmalarında -bunlar nüans, benim algılamalarımı söylüyorum- laiklik yönündeki vurgusunu çok önemsiyordu. 
Ben de önemsiyordum ama bu çok ince bir nüanstı. Demokrasiyle laiklik arasında bir balans gündeme geldiği zaman konuşmalarda, demokrasinin  üzerine vurgu yapan Albright’tı ama bunu temin eden Clinton’dı. Yani benim hep gözümün önünde olan şey, Clinton gerçekten demokrasi doğrultusunda ağırlık koyuyordu ama tekrar ediyorum, burada ihtilalin olmayışı meselesinin, geleneksel tanklı, tüfekli bir ihtilalin veya darbenin olmayacağı doğrultusunda algılayarak bu sonuca varabilirsiniz. Onun ötesinde olanlar yani bu süreçte olanlar, Amerika’nın bilgisi dâhilinde miydi, değil miydi; onlar hakkında bir şey söylemiyorum. Yani mesele bundan ibaret. 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – 28 Şubata altyapı oluşturduğu iddia edilen kriptodan bahsediliyor, Sayın Erbakan’a ait, verilmiş olan kriptodan. Bununla ilgili bir bilginiz var mı? 
Teşekkür ediyorum. 
TANSU ÇİLLER – Kriptonun içeriğinde ne vardı? Verilen birkaç kripto var da, hangisini söylüyorsunuz? 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Sayın Başbakanım, bu kripto, Dışişlerine gelen bir kripto, pardon, Dışişlerinde olduğu iddia edilen. Amerika’nın Türkiye ve çevresindeki bir kısım büyükelçiliklerine gönderdiği bir kriptodan bahsediliyor. Türkiye’deki Refahyol İktidarının behemehal uzaklaştırılması gerektiği noktasındaki bir kripto. 
TANSU ÇİLLER – Şimdi, değerli arkadaşımız şunu söyledi, Sayın Yavilioğlu, dedi ki… Yani diyorsunuz ya, “Bu özelleştirme vardı, vesaire, bundan iştahlanan birtakım kartel medyası vardı ama aslında bakıyoruz, o özelleştirmeyi de fazla yapamamıştınız Refahyol’dan önce veya Refahyol sürecinde.” 
Şimdi, şöyle söylemek lazım: Ben doğrusu rahmetli Özal’ın yaptığı tarzda bir özelleştirmeden yanayım çünkü o günkü kavramda, özellikle Reagan ve Thatcher’ın ortaya koymuş olduğu büyük çerçeve, son derece geçerli bir iktisadi modeli o gündeme getiriyordu ve çok büyük zararlar vardı kamu iktisadi teşekküllerinde, yönetim son derece kötüydü ve bizim bu doğrultuda bir kamu açığını düzeltme imkânımız gerçekten yoktu. Kamu açığı düzelmedikçe de, hepimizin bildiği gibi, çok ciddi enflasyonla karşı karşıya kalıyorduk çünkü artık 
para politikaları geçerli değildi, mali politikalar geçerliydi. Yani para her taraftan geliyor, çeşitli şekillerde geliyor, euro ortaya çıkmaya çalışmış. Para geliyor, gidiyor, sizin mali disiplininiz önemli. Para politikaları sizin paranızla öbür paralar birleştiği için etkinliğini kaybediyor, dolayısıyla maliye politikaları öne çıkıyor. 

Şimdi, maliye politikalarına bakıldığı zaman, maliye politikalarında çok ciddi sıkıntı vardı. Biz gördüğümüz zaman ilk şey, kamu açıkları, kamu kesimi borçlanma gereğini yüzde 8’lere yakın devraldık biz. Zaten Sayın Özal buna hep işaret etmiştir, merhum Özal yani son dönemimizde kriz geliyordu çünkü “Ben 
hastalandıktan sonra olaya el koyamıyorum, koyamadım.” diye bizzat söylediği laflar vardı. 

Biz krizi elimizde bulduk. Çok da geniş bir, sıkıntılı, kamu borçlanma gereğiyle karşı karşıyayız. Şimdi, bu kamu borçlanma gereğini düşürmek için özelleştirmeye çok büyük önem verdim ben. Hatta bir proje attık ortaya, İngiltere’den sonra ilk Türkiye’ydi, PTT’nin özelleştirilmesi meselesiydi. PTT’nin özelleştirilmesi eğer kabul görseydi yani o zamanki ortağımız SHP’nin içindeki birtakım milletvekilleri bunu Anavatan Partisiyle birlikte Anayasa Mahkemesine götürmeseydi yani sizin ortağınız, sizin çıkardığınız kanunu Anayasa Mahkemesine götürüyor dolayısıyla, bu durdurulmasaydı belki Türkiye bütün borçlarını silecekti, enflasyon bir anda düşecekti ve Türkiye apayrı bir döneme girecekti. Bunun arkasında çok durdum. 
Yalnız, koalisyonun iki ortağı yani Doğru Yol Partisi ve SHP, o görüşleri tamamen zıt olan iki partiydi. SHP özelleştirmeden yana değildi. Doğru Yol Partisi de son derece etkin biçimde özelleştirme istiyordu. Ama yapılabilen özelleştirme, özellikle çimento sanayisi, basına giden şeylerdi ve bütün bunlar herkesin iştahını kabartıyordu ve vermediğiniz zaman, belirli bir biçimde bunun önüne set çektiğiniz zaman, işte, “Bu monopol hâline gelir, şu olur, bu olur.” diye durdurduğunuz zaman da çok büyük kampanyalar gündeme geliyordu. 
Anlatabiliyor muyum bunu? Dolayısıyla özelleştirme gerçekten asgari düzeyde kaldı. Refahyol düzeyinde de çok büyük bir atılım yapamadık maalesef ama bu, o doğrultuda iştahların kabartılmadığı ve bunun yapılmak istendiği meselesini değiştirmiyor. Anlatabiliyor muyum? Bunu görüyorsunuz. 

Yani burada mesela bir iş adamı ve bütün basın kurumlarına sahip, çok büyük bir monopol. “Demek ki Batı dünyasında da olur.” deniyor ama orada bu doğrultuda yapılan özelleştirme yok. Eğer bunu yapmak istiyorsanız ve buradaki baskılarla muhatap olacağınızı görüyorsanız burada bir engel var. Anlatabiliyor muyum? 
Ama kısaca söylemek gerekirse, evet, özelleştirme yeterli yapılmadı. Koalisyonun bir ortağı nispeten buna karşıydı, ciddi karşıydı. O kadar ki sizin çıkardığınız kanunu Anavatan Partisiyle birlikte alıp Anayasa Mahkemesine götürüyordu ve bozduruyordu. Bu oldu, yaşandı. Bu bir. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Anayasa Mahkemesi ne yaptı efendim? 
TANSU ÇİLLER – Anayasa Mahkemesi de bozdu bunu, yürütmeyi durdurdu ve Türkiye'nin yüzyıl içinde gelip de kaçırdığı en önemli fırsatlardan biridir değerli arkadaşlar. Çünkü bütün borçlarını, iç ve dış borçlarını sıfırlayacak bir olaydı. Sonra sattık, son derece ucuza sattık. Türkiye'nin ne iç borcunun ne dış 
borcunun hiçbirinin kovuğuna gitmedi yani kaçırılan çok önemli fırsatlardan biridir çünkü dünyada ikinci olacaktık bunu yapabilseydik. 

Evet, şimdi, dolayısıyla Sayın Yavilioğlu’nun ortaya koyduğu tespit doğru. Yeterince özelleştirme yapılmamıştır ama bu, bu tespiti yapmayı engellemiyor yani medya bu konuda iştahlı olabiliyor ve çeşitli konularda da, bu böyle olduğu için, bunun sakıncalarını ortaya koyan bir farkındalığa bir başbakan erişebiliyor. 
Anlatabiliyor muyum? 

Şimdi, Başbakanlık Takip Koordinasyon Kurulu ne yaptı? Vallahi ben doğrusu, Batı Çalışma Grubu önüme geldiğinde “Bunu kamuoyuna açıklayalım.” dedim, bunun öncülüğünü yaptım ama bunun çalışmalarını biliyorum, çok önemli olduğunu da biliyorum ama içeriği hakkında benim önüme gelmiş bir şey olmadı. 
BAŞKAN – O çalışmalar sizden sonra da devam etti. Mesut Yılmaz döneminde zaten çalışmaların icrai faaliyetleri sizin döneminizde yapılmadı. 
TANSU ÇİLLER – Belki onun için bilemiyorum. 
BAŞKAN – İcrai işlemleri çok sonra devam etti. 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – Ekonomiyle alakalı başka bir sorum daha vardı. 
TANSU ÇİLLER – Ekonomi idaresiyle ilgili miydi? Bir daha somutlaştırırsanız… Burada birkaç sual daha var benim önümde ama sizin duymak istediğiniz nedir? 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – İç borçlanmanın, reel faiz oranlarının yüksekliği… 
TANSU ÇİLLER – Tabii, tabii, o çok önemli. Bu sizin söylediğiniz şey hayati çünkü mesele de oydu zaten. Faizler son derece yüksek oluyor, böyle bir ortamda çok büyük rant aktarıyorsunuz. O rantı… 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – Bunu isteyen sermaye kesimi var mıydı sizden? Yani esas şey o muydu? 
TANSU ÇİLLER – Vardı, bunu isteyen genel bir finans kesimi vardı çünkü o yüksek faizlerle bütün paralarını bir biçimde tahvillere yatırıyorlardı, devlet tahvillerine yatırıyorlardı ve oradan çok ciddi rantlar aktarılıyordu, çok yüksek olan rantları aktarıyorlardı. “Fon aktarma maliyeti” teknik olarak kullanılır, söz budur. Fon aktarma maliyeti son derece yüksekti Türkiye’de yani mevduata yatırıyorsunuz, diyelim ki mevduat yüzde 10 alıyor ama krediye geldiği zaman yüzde 30, yüzde 40’a çıkmış fon aktarma maliyeti. Bu fon aktarma maliyeti 
tabii faizleri belirliyor. Faizler bu durumda çok yüksek oluyor. Bu yüksekliği indirebilmek için yapacağınız şeylerden bir tanesi fon aktarma maliyetini düşürmek, ikincisi de sıkılaştırma yani kamunun borçlanarak devamlı para çektiği zaman piyasadan… Niye çekiyor? İşte, açıkları var, kamu açıkları var, KİT’lerin açıkları var, çektikçe ne oluyor? Dışarıda para kalmıyor ve bu para kalmayınca da faizler yükseliyor. Dolayısıyla hem havuz sistemini 
istemezsiniz böyle bir durumda, değil mi? Çünkü topladığınız zaman o parayı, dışarıda kalan para azalıyor. 
Azalınca ne oluyor? Onun faizi yukarı çıkıyor. Dolayısıyla ne havuzu istersiniz ne fonların denetim altına alınmasını istersiniz, faizlerin yükselmesini de isteyen de her zaman bir kesim vardır. 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – Sayın Başbakan, bu muhataplık konusu… Yani siz öncelikli muhatabın kendiniz olduğunuzu söylüyorsunuz ama medya, öne çıkarılan haberler, işte brifingler, alınan karar, 28 Şubat kararı vesaire bunlarda… 
TANSU ÇİLLER – Evet, onu açmak isterim. 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – Yani sizin teziniz tamamen bunun üzerine kurulu. 
BAŞKAN – Aslında en başında da biraz sunumunda da ifade etti. “Savcının önüme koyduğu belgelerle buna biraz daha emin oldum.” şeklinde. 
TANSU ÇİLLER – Ben bütün bunların nedenlerini izah ettim ama ayrıca Sayın Yavilioğlu’nun değindiği çok önemli bir şey var. Buna Mehmet Barlas da değinmiş zamanında. Şimdi, niye Çiller hedefte? Çiller’in hedefte olmasının bir sürü nedeni var yani niye Doğru Yol Partisi seçiliyor parçalanmak için, anlattım: Gümrük Birliği, biz medyadan daha çok etkileniyoruz, vesaire, vesaire ama niye bu birdenbire Refahyol döneminde ortaya çıktı bu kadar büyük boyutta? Niye koca koca imzalarla, bununla, tutanaklarla bir hedef biçilerek andıç şeklinde, işte, “Bunu götürün.” dendi? Bu, tabii, Refah Partisini götürmek için yani dolaylı olarak da olsa hedefte olan Refah Partisi aynı zamanda, buna hiç şüphe yok. 
Hatta Mehmet Barlas bir konuşmasını gelip bana anlattı rahmetliyle ilgili. Rahmetli demiş ki aslında: “Aman, Çiller çok yükseltmesin gerginliği, yükseltiyor. Biz gerginliği aşağı düşürmek istiyoruz. Hatta bu nedenle 
bizi seviyorlar yani beni Türk Silahlı Kuvvetleri seviyor ama Çiller’i sevmiyor.” Mehmet Barlas da demiş ki: “Sayın Hocam, o sizi iktidar yaptığı için sevmiyor lar.” Yani anlatabiliyor muyum? Evet, hedefte Çiller var ama Refah Partisini iktidara taşıdığı için, o koalisyonda Refah Partisi olduğu için bunun çok büyük bir ehemmiyeti var yani dolaylı olarak birisine bir vergiyi koyarsınız, vergi ona konur ama o onu –“insidence” derler buna- pat diye zıplatır, bir başkasının üstüne getirir. Olay bu. 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Sayın Başbakan, bu konuda Cengiz Bey’i tamamlamak adına, aynı beyanları “beşli çete” olarak kendilerini tabir eden ekibin içerisinden iki üç tane de sivil toplum örgütü lideri bunu söylemişti. 
“Asıl, bizim Erbakan Hoca’yla çok fazla bir meselemiz yok ama Tansu Çiller’e karşı ciddi anlamda bir duruşumuz vardır.” diye, onu da burada ifade edelim. 
TANSU ÇİLLER – Yani bunların hepsi, aslında işin ilginç tarafıdır ki ben siyasete girdiğimde bizi çok isteyen, alkışlayan kesimler olmuştur ama dediğim gibi, bir ekonomik krizi kucağımızda bulduk. Bunu aşmak için bir tercih yapmak lazımdı. “KOBİ”ler mesela, “Anadolu sermayesi”, “Anadolu aslanları”, bunların hepsi bizim çıkardığımız kavramlardır. 
BAŞKAN – Teşekkürler. 
Enver Yılmaz Bey, buyurun. 

17. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 15

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 15



İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Camiayı isimlendirebilir misiniz Sayın Başbakan? 
TANSU ÇİLLER – Efendim? 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – “Camia” dediniz de… Çok geniş bir gruptur. 
TANSU ÇİLLER – Sanayicilerin gümrüklerin indirilmesinden… Tabii, gümrüklerin indirilmesi demek, siz rekabete açıyorsunuz, başka ucuz markalar çok daha kaliteli, giriyor; siz onlarla rekabet etmek mecburiyetinde kalıyorsunuz. Bu sektörde rekabete mecbur kalan bütün üreticiler… 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Şöyle bir şey olduğu söyleniyor… 
TANSU ÇİLLER – Dolayısıyla, aynı malı bedelsiz ithal ettirdim. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – TOFAŞ, ve Renault, Türkiye’de yerli üretim yapan ve orada askere karşı sizin tutumunuz belli olduğu için, Koç vasıtasıyla sizin uyarıldığınız… 
TANSU ÇİLLER – Hayır. Koç vasıtasıyla Türk Silahlı Kuvvetleri kanalıyla uyarılmadım ama bütün bu sektörler, hepsi birlikte benden teşvik istediler, nakit teşvikler. Ben de o sırada nakit teşvikleri kaldırıyordum. Yani bana 95 seçimlerinde konan rezistans buradan başlıyor, onu anlatmaya çalıştım yani 95 seçimlerine girerken Doğru Yol Partisi daha az istenen, daha az tercih edilen bir noktadaydı. Bunun büyük nedeni, bu Gümrük Birliğine girilmiş olması, rekabet olmuş, bütün fiyatlar düşmüş, onunla rekabet etmek durumunda, bir rant ekonomisi var, o eriyor. Onun karşılığında nakit teşvikleri istiyorlar, onu da kaldırmışım nakit teşvikleri “Olmaz.” diye. Bir de fonlar var, onları da bütçe denetimine almışım. E, bir de “kartel medya”, “özelleştirme” diyorum, o kartel medyaya da “kartel medya” lafını kullanıyorum. Dolayısıyla, o dönemde daha sonra da bedelsiz ithalat Refahyol döneminde çıktı. Bunlar bence benim tek başıma yaptıklarım ama bu, bedelsiz ithalat da Refahyol döneminde. 
Orada da bir rezistans oldu, doğrudur. 
Netice itibarıyla… 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – SHP İktidarı döneminde değil mi? SHP-Doğru Yol… 
TANSU ÇİLLER – Evet, SHP-Doğru Yol… 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Evet, o dönemde, Gümrük Birliği o dönem, Refahyol’da sadece… 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Havuz ve… 
TANSU ÇİLLER – Havuz ve bedelsiz ithalat. 
Havuz konusunda yine etkin olan bakanlık -bunu da ifade etmek durumundayım- Hazineydi, Hazine de bize bağlıydı. Yalnız, şunu söyleyeyim ki çok iyi çalıştık Refah Partisiyle yani iyi bir görüş alışverişi oldu o konuda. Çok iyi bir teknik çalışma yaptık birlikte. Uygulayan Bakanlık bizim Bakanlığımızdı yani Refahyol’un Hazine Bakanıydı, biz uyguladık onu ama iyi bir çalışmaydı ve bence de sonuç alan bir çalışmaydı. 
Şimdi, her hafta toplanıp gündem oluşturuyorlardı “medya” diye bir gazete… 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Gündemi oluşturmuyorlardı, gündemi belirliyorlardı. 
TANSU ÇİLLER – Onu bilmiyorum ama bildiğim bir şey var… 
BAŞKAN – Komisyonumuzda şöyle bir şey oldu Sayın Başbakan, Komisyonumuz da Dinç Bilgin’in dinlenmesi esnasında: “Biz Gümrük Birliğine taraftardık, dolayısıyla bu çerçevede de siyaseten Doğru Yol Partisini destekliyorduk.” 
TANSU ÇİLLER – Kim diyor bunu? 
BAŞKAN – Dinç Bilgin. 
“Aydın Doğan da yani Sabah Grubu olarak -durumlarını, siyaset karşısındaki pozisyonlarını açıklarken- onlar da Gümrük Birliğine karşıydılar, dolayısıyla Tansu Çiller’e de siyaseten karşıydılar. Aradan geçen zaman içerisinde biz bu konuda hemfikir olduk ve belli yerlerde, hatta Beyti Lokantasında -bu başka tanıklar kanalıyla Komisyonumuzda ifade edildi- Beyti’de buluşuyorduk, genel yayın yönetmenleri de her hafta hangi manşetleri atacağımıza ortaklaşa karar veriyorduk.” dediler. Ama aslında aynı hedefe doğru bir tutum aldıkları, zaman 
içerisinde tüm medyanın, sizin kastettiğiniz gibi… Aydın Doğan da Komisyonda aslında Sultanahmet mitinginde onları direkt hedef gösterdiğinizi, dolayısıyla aslında “Biz birtakım yolsuzlukları ortaya çıkardığımız için de bu yönde öfke olmuştu ve siyaseten aslında biz desteklemek veya desteklememek gibi bir yerde değildik.” dedi Aydın Doğan “hiçbir gün” ifadesine karşılık olarak. “Biz sadece hedef gösterilmiştik, bütün faaliyetlerimiz. Bunlar nedendi? Kendisi hakkında yaptığımız ve doğru olduğuna inandığımız haberlerdi yani basın açısından durum buydu.” dedi. Sizin tarafınızdan cevaplandırılması açısından teyiden… 
TANSU ÇİLLER – Peki, o zaman daha net… 
BAŞKAN – Sizin bilmediğiniz ama onların Komisyonumuzda söylediği şeyleri ben hatırlattım. 
TANSU ÇİLLER – Şimdi, Dinç Bilgin’in başta, söylediği gibi, Gümrük Birliğini desteklediği doğrudur ancak Refahyol döneminde bu banka meselesi ortaya çıktı. Ondan önce de çıkmıştı. Ben hep bir dost olarak Sayın Bilgin’e dedim ki: “Bu banka işine girmeyin. Biz vermedik izni ama girmeyin.” Hatta kendisi daha sonra bana “Haklıymışsın, keşke girmeseydik.” dedi. Bu izni biz vermedik, yollarımız da ayrıldı ama Dinç Bilgin’in Gümrük Birliği faslında bu tarafta olduğu yani Gümrük Birliğinden yana olduğu bir gerçektir. Ama daha sonra bu 
şekilde ayrıldı yollarımız. Benim söylediğim, bu Gümrük Birliği olayının sanayi kesimindeki etkisi genel bir etkiydi yani bu etkiye ve bu bütünleşmeye birtakım sanayiler karşı çıkıyorlardı, hatta birtakım şayialar da vardı, işte, “Bunlar birtakım gazeteler üzerinde etkin oluyorlar.” şeklinde. Yalnız bir şeyi biz görüyorduk, ben beraber grup toplantısı yaptılar, her hafta karar aldılar, onu bilmiyorum ama bazı haberler bütün gazetelerde aynı çıkıyordu. Bu tabii çok dikkat çekici bir şeydi benim açımdan. Farkındaydım ben onun yani benim bir farkındalık düzeyim vardı ama ben bunun bir karar çerçevesinde olup olmadığını bilemem. 
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz. 
Sayın Başbakan, zaman zaman hepimiz arada bir çıkıp giriyoruz. Siz hiç kalkmadınız. Eğer kısa bir ara vermek isterseniz buna uygun davranalım. 
TANSU ÇİLLER – Yok, hayır. 
BAŞKAN – Şimdi, şu andan itibaren 3 milletvekilimizin soruları var. 
TANSU ÇİLLER – Buyursunlar. 
BAŞKAN – Zaman açısından da, sanıyorum, bizim planladığımız şey, aslında en geç dört gibi bitirmek kendi aramızda planladığımız ama şu ana kadar… 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Hedeflediğimizi gerçekleştireceğiz yani. 
BAŞKAN – İnşallah. İlk önce gerçi soru hakkını alanlar bu anlamda çok daha uzun kullanmış oluyorlar, diğerlerine biraz daha belki kısa bir zaman kalacak ama mümkün olduğu kadar tekrara girmeden sorularımız devam ederse memnun olacağım. 
Cengiz Yavilioğlu Bey, daha ziyade, sanıyorum, ekonomik bağlamda soruları olacak ama diğer değerlendirmeler için… 
Buyurun lütfen. 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – Teşekkür ederim. 
Ben de teşekkür ediyorum Sayın Başbakanım. 
Tabii, soruların önemli bir kısmı soruldu fakat ben şu şeye bir vurgu yapmak istiyorum: Şimdi, tabii, siz kendi tespitinizde işin muhatabının büyük oranda kendinizin olduğunu belirttiniz. 
TANSU ÇİLLER – Ben söylemiyorum. Savcının bana gösterdiği belgeyi söylüyorum. 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – Sizin de kanaatiniz o. Yani savcılıktan önce siz de o kanaatte olduğunu söylediniz, sonra savcılık… 
Fakat şöyle bir şey var, acaba bizim şeyimizde bir yanlışlık mı var diye düzeltmek istiyorum: Şimdi, bu 28 Şubat öncesine, kendisine ve sonrasına bakıldığında hem yazılı belgelerde hem de oluşturulan haberlerde 28 Şubatın muhatabının önemli derecede Sayın Erbakan olduğu görülüyor. Mesela Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’nin oluşturulmasında, iç tehditlerde öncelikli tehdit niteliğine bürünen “siyasal İslam” kavramı … ve iç tehdit unsuru oluyor, bir. 

İkincisi: Başbakanlık, ondan önce 28 Şubat yani 406 sayılı Millî Güvenlik Kararları’na bakıldığında, işte, laiklik karşıtı okulların, vakıfların olması, sekiz yıllık eğitim, Kuran kursları, tarikatlar -bu başlıklar hâlinde söylüyorum- başörtüsü, hatta kurban derilerine kadar bir siyasal İslam’ın var olmasını ve olgunlaşmasının sürekliliğini sağlayacak unsurlardan bahsediliyor 406 sayılı 28 Şubat Kararları’nda. Akabinde… Bundan hiç bahsedilmedi Sayın Başbakan, Başbakanlık Uygulamayı Takip Koordinasyon Kurulundan bahsedilmedi. 

Şimdi, “Sivil Batı Çalışma Grubu” olarak da adlandırdı Başbakanlık Uygulamayı Takip Koordinasyon Kurulu. Bunun ilk şeyi 14 Mart 1997 yanlış hatırlamıyorsam. Akabinde Sayın Mesut Yılmaz’ın ve Ecevit’in de birer önergesi var. Bu kesime de yani “siyasal İslam” olarak tanımlanan kesime yönelik ağırlaşarak uygulamaların ve takiplerin olduğu bir belge, bu çok kapsamlı bir şey. Ondan kısaca bahsetmek istiyorum. Bakanlıkların, kamu kuruluşlarının, valiliklerin, kaymakamlıkların görevlendirildiği bir belge. Bu 406 sayılı Kurul Kararları’nda alınan kararların uygulanmasını koordine ve takip etmek amaçlı kuruldu ve orada ciddi fişlemeler 
var. İşte, atılanların gerekçelerini oluşturmalar var, görevden alınanlar, üniversiteler, vakıflar, dernekler, sermayedarlar vesaire bununla ilgili epeyce ilgili bir doküman var. Bununla ilgili bilginiz var mı? 

Birinci sorum şu: Bu yazılı olan kısım, medya da dâhil olmak üzere, yani Millî Güvenlik Siyaset Belgesi, Millî Güvenlik Kurulu Kararı, daha sonra 10 Haziran brifingi, o brifingdeki kararlar, içeriklerini hani tekrar söylemek istemiyorum, hepimiz vâkıfız içeriklerine. İçerikleri tamamen siyasal İslam ve belirli ritüellere sahip olan, anlayışa sahip olan kesim. Böyle bir durum var karşımızda. 

Şimdi, bununla ilgili, muhataplılığın önceliği açısından değerlendirmenizi aynen koruyor musunuz, yoksa bu gördüklerinizi farklı mı değerlendiriyorsunuz? Bu, Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu hakkında ne dersiniz? Nasıl çalıştı? Hangi bilgiler, size gelen bilgiler var mıydı? Uygulamaları nasıl oldu? Bununla ilgili bilginiz var mı paylaşmak istediğiniz? Çünkü bu, en az Batı Çalışma Grubu kadar önemli bir Kurul. Ciddi işler yaptı o dönemde. 

 Bir başka sorum, tabii, ekonomiyle alakalı. Hiç şüphesiz sizin nakit teşviklerini kısmanız, fonlar üzerinde bir kontrol, bütçe denetimine almanız kontrolü getirdi ve bir de özelleştirmeler. Fakat o dönemin özelleştirmelerine baktığımızda, Sayın Başbakan, o dönemin özelleştirmeleri çok da fazla değil yani genelde dönem özelleştirmeleri ölçek itibarıyla küçük yani ORÜS, SEK, Çimentolar daha çok bunlar yani küçük ölçekli özelleştirmeler. Tutar olarak da, o döneme bakıyorum, elimde şeyleri var, 94’te 412, 95’te 572, 96’da 292 milyon dolarlık bir özelleştirme yapılmış. Ölçeği büyük değil. Ama önemli midir, onu bilmiyorum tabii, görüşmeler nasıl oldu. Ben şunu söylemek istiyorum: Şimdi, burada bir sistem var, oluşturulan sistem. O sistemde kamu sektörü borçlanma ihtiyacı oldukça yüksek. Bu borçlanma ihtiyacı 91’de de, 93’te de yüksek, 99’da bu yüzde 15’lere kadar çıkıyor. Günümüzde yüzde 2’nin altında. Devlet iç borçları yani DİBS’lerin reel faiz oranları 94’te yüzde 20, 95’te yüzde 30, 99’da yüzde 36,8 civarında. Bu da şunun için önemli, bu vermiş olduğum oranlar: Siz hem bu reel borçlanmaların oranlarını düşürüyorsunuz hem de havuz sistemi aracılığıyla, kamuya ait olan kaynakların kullandırılması yani mevduat kredi arasındaki farkı kamuda bırakıyorsunuz bu havuz sistemi vasıtasıyla. Fakat 
diğer taraftan, şu da söz konusu: Faaliyet dışı kârlar. Yani diğer taraftan bakıyoruz, evet, bu faiz oranları var, oldukça yüksek, faiz getirileri yani rantlar oldukça yüksek. Şirketlere bakıyoruz, şirketlerin 99’daki faaliyet dışı kârları yüzde 220’lere kadar neredeyse çıkmış durumda yani öncesinde de bu var bunun. 

Şimdi, orada şu mu acaba daha çok önemli: Yani özelleştirmeler, vesaireler, bunlardan ziyade, bu, reel getirisi yüksek olan kamu kaynaklarının elde edilmesini bir şekilde sağlamak. Bu mudur acaba? Bununla ilgili size telkinler oldu mu? Veya sizden bu sistemi değiştirmeme noktasında talepler oldu mu? 

Bununla ilgili olarak da bir de, bu bankalarda asker kökenli yönetim kurulu üyeleri vardı, sizin döneminizde mi başladı bu? Sizden talepler var mıydı, bu tip talepler? Çünkü bu bankaların bir kısmı da sizden önceki dönemde kurulmuş, sizin döneminizde devam etmiş. O batan bankaların bir kısmından bahsediyorum. Böyle bir şey var mıydı? 

16. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 14

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 14


Feyzullah Kıyıklık Bey, buyurun. 

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Benim de sorularım var ama hakikaten sizi de yorduk, çok da uzun zaman aldı. Ben, hem hiçbir yorum yapmadan kısa kısa soracağım, kısa kısa da cevap istiyorum, istirhamım bu. 

Şimdi, burada bir konuşmacımız bilgi verirken şöyle bir şey söyledi: “Bütün darbelerden millî savunma bakanları mutlaka haberdar olur.” Sizin döneminizde de Millî Savunma Bakanı zannediyorum Turhan Tayan Bey’di. Böyle bir şey hiç hissetti veya hissettirdi mi? Böyle bir konuşma… Yani daha olaylar su yüzüne çıkmadan önce, 28 Şubattan ta 2-3 ay önce. 

İkinci sorum: Burada bir değerlendirme istiyorum. Ben, 71 12 Martı, 12 Eylülü ve 28 Şubat, 27 Nisan; bunları çok açık ve net yaşadım ama 60 ihtilalinde çocuktum, böyle flu bir şekilde yaşadım. Ancak dikkatimi hep bir şey çekmişti; mesela 12 Mart öncesi -bir şahısla ilgili bir tespiti yapmanızı istiyorum da onun için Sayın Ecevit’in çok -hakikaten bizim o günkü öğrenci kafamızla bile veya köylerdeki insanın kafasıyla- toplumu geren ve kışkırtan sözleri olmuştu ve bu sözler öğrenciler arasında ve çiftçiler arasında büyük sıkıntılara sebep oldu ve 
büyük ayrışmalar oldu biliyorsunuz, neticede bir 12 Mart muhtırası da geldi. Sonra dikkatimi çekti, daha sonra bir tespitim daha oldu… 

TANSU ÇİLLER – “Toprak işleyenindir.” O mu? 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Su kullananın, toprak işleyenin ve bütün kompradorların, zenginlerin, işte, vatan haini olduğu konusunda birçok sözler… 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Vatan hainliği yok. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Var, var efendim, var. Yirmi dört maddelik bir şeyi vardı onun, kendisine göre sıraladığı şeyler vardı. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Son derece de barışçı bir insandı. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Tabii, tabii; çok barışçı insandı. Biz ona bir şey söylemiyoruz, merhum Ecevit’e. Zaten toplumda hiç kimse yanlış yapmamış, darbeler de hiç olmamış ama biz burada boşu boşuna olmayan şeyleri konuşuyoruz. 
İkincisi: Benim dikkatimi bir şey çekmişti. Sayın Ecevit geldiği zamandan sonra Türkiye çok büyük bir maddi sıkıntıya girmişti ve en büyük yolsuzluklar da o dönemlerde… Kendisinin hakikaten hiçbir yolsuzluğu yoktu ama etrafında en büyük yolsuzluk yapılan dönemler siyasi tarihimizde o dönemlerdeydi ve biliyorsunuz ilk defa kabinenin hemen hemen başka yerlerden aldığı bakanların tamamına yakını Yüce Divana gitmişti. Hatırlarsınız belki 80 Eylül öncesini. Biz bunları yaşadık hep. 

Bir şey dikkatimi çekti: 28 Şubat öncesinde ve 28 Şubat devamında ve Türkiye’nin 2000’li yıllarda çok büyük bir krize girmesi olaylarında hemen hemen Ecevit hep belirleyici rol oynuyor, hemen hemen hepsinde. Size teklifleri, basına verdiği demeçler, halka verdiği bilgiler ve bilhassa da -benim hâlâ içime oturmuştur- 1999 seçimlerinden sonra, -siz de oradaydınız zannediyorum değil mi?- Meclisin toplantısında bir hanımefendiye karşı sarf ettiği sözler hiçbir şeyle telif edilecek şeyler değildi. 
Size göre Ecevit bu darbelerin, bilhassa 28 Şubat darbesinin neresindeydi? Yorum yapmak zorunda değilsiniz. 
Diğer bir sorum şu: Şimdi, “Bütün darbelerin arkasında hep dış bağlantılar görülmüştür. 28 Şubat süreciyle ilgili Amerika’nın olduğu belirtilmektedir.” diyor Ruhat Mengi ve devam ediyor köşe yazısında, diyor ki bu hususu belirterek, sizin o dönemde beş tane ABD’li danışman bulundurduğunuzu… 
Önce şunu söyleyeyim: 
Sizin öyle bir danışman bulundurmanız bana göre, hiçbir alakası yok, ilgisi yok, ilgilendirmez ama Ruhat Mengi’nin sözü. O dönemde de bayağı şeylere açık olmuştu bu, sizin aleyhinizde de çok büyük kampanya vardı zaten. Beş tane ABD’li danışmanınızın olduğu, hatta isimlerini bile verebileceğini söylüyor. Acaba bu doğru mu? 
Bu da o dönemdeki çürütme veyahut da sizi halkın gözünde düşürme işlemlerinden birisi mi idi? 
Diğer taraftan, Cengiz Çandar’ın bir sözü var, diyor ki o da: “ABD Dışişleri Bakanlığının yedinci katındaki toplantıya sizin katıldığınız ve orada bazı şeyler size bildirildiği söyleniyor. Cengiz Çandar’ın bu kendi şahsi fikri mi yoksa böyle bir şey var mı, yok mu? Çok kısa bilgiler… 
Diğer bir sorum: Efendim, Türkiye’de irtica, tehdit algısı oluşturarak aslında faiz vurgunları yapıldığı bilinen bir gerçek. Sizin bir iktisatçı olmanız hasebiyle de, Başbakanlığınız ve bilahare Refahyol döneminde acaba bu vurgunların önlenmesine yönelik çalışmalar yürütmeniz hedef tahtası hâline gelmenize sebep oldu mu? Ve bilhassa o dönemde Sayın Koç, grubu adına sizi -genel müdürleri olabilir, CEO’ları olabilir, başkalarıyla olsun bu konularda uyardı mı? Çünkü o dönemlerde kayıt dışı… Bizzat uyardı mı? 
TANSU ÇİLLER – Ne için uyarıyor, anlamadım? 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Yani bu, Gümrük Birliğine girmeniz, havuz sistemini getirmeniz; bu, faiz gelirlerinde büyük düşüşler meydana getirecekti çünkü faaliyet dışı gelirler o dönemlerde hemen hemen yüzde 80’leri bulmuştu şirketlerin, bütün şirketler oradan faydalanıyordu. Koç grubunun böyle bir ikazı oldu mu veya size böyle bir yazısı, görüşmesi, bununla ilgili bir çalışması oldu mu? Tabii, aynı zamanda bu, sizin o gün yaptığınız bedelsiz ithalat hadisesi de birçok tehlikeyi de ortadan kaldırmıştı. Onu da tabii göstererek… Çünkü çok çok pahalıya araçlar satılıyordu. Birdenbire o sattıkları araçlar satılamaz hâle gelmişti. 

Diğer bir soru da: Millî Güvenlik Kurulunda, son 28 Şubat toplantınızda İçişleri Bakanınıza veya size karşı edebi de aşacak bir davranış TSK tarafından sergilendi mi? 
Diğer bir sorum, dokuzuncu olarak da: Medyanın karalama olayları devam ediyordu o dönem de, şantaja varan şeyler de oluyordu mutlak surette. Sizin siyasi danışmanınız Hüseyin Kocabıyık Bey, basın organlarında açıklamalar yaptı. Ve size yönelik bu menfi propagandada basının sadece habere verme  durumunun bulunduğu belirtilebilir mi? Yani bu yapılan şeyler bir haber verme midir yoksa bunun dışında, bir merkezden onların idare edilebilmesi midir? Çünkü burada dinlediğimiz bir şahıs şunu söylemişti, dedi ki: “Bizler bir yerde toplanıyorduk bütün medya mensupları olarak, o haftanın gündemini oluşturuyor… Ama her hafta toplanıyorduk.” Acaba böyle bir şeyin neticesi olabilir mi? Çünkü eğer toplanıyor ve gündem oluşturuyorlarsa, bu, 
aynı zamanda bir de suçtur da. Sizin bu konuda görüşünüz nedir? 
Diğer sorularımdan vazgeçtim. 
Teşekkür ederim. 
TANSU ÇİLLER – Sayın Kıyıklık, çok teşekkürler. 
Cevaplandırmaya çalışayım. 
Millî Savunma Bakanı Turhan Tayan Bey’le, hiç, bu darbe konusunda bir şey konuşmadım. Mesela, ben, emekli edilme konusunu da gündeme aldığım zaman bundan birkaç arkadaşım haberdardı, çok kısıtlı sayıda bir iki arkadaş. İşte, bir grup başkan vekili, bir başkan yardımcısı vesaire… 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Bir açıklama yapayım da, çok affedersiniz. 
Burada konuşma yapan birisi demişti ki o dönemde; daha önce, bundan birkaç hafta önce dinlediğimiz: “Hiçbir ihtilal yoktur ki, darbe yoktur ki bundan çok önceden millî savunma bakanları haberdar olmasın.” TANSU ÇİLLER – Yani bana Sayın Tayan’ın aktardığı hiçbir şey olmamıştır. Ben de kendisiyle birtakım şeyleri konuşmadım. Mesela emekli edilme konusunu, vesaire, hiç konuşmadım, zaten hiç kimseyle konuşmadım. Bunu Sayın Erbakan’la konuştum, bir iki arkadaşımın dışında da orada bıraktık çünkü gerilim olsun istemiyordu Sayın Başbakan, merhum Erbakan. Orada kaldı, dolayısıyla Tayan’la o doğrultuda hiçbir 
konuşmamız olmadı ama bazı hikâyeler dinledim ki bazı darbelerde en son dakikaya kadar hiç kimse hiçbir şey bilmiyormuş. Yani, onu da, duyduğum birtakım hikâyeler de var. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Darbe olmamış zaten çoğuna göre ki, duyulmuş olsun. 
TANSU ÇİLLER – Yani son dakikaya kadar hiçbir şey bilmeden birden önlerinde birtakım şeyler beliriyormuş, alıp götürüyorlarmış. 
ENVER YILMAZ (İstanbul) - Sayın Başbakanım, Turhan Tayan biliyor muydu sizce? 
TANSU ÇİLLER – Bir fikrim yok. Hayır, zaten böyle bir şeyi de… Yani tekrar ediyorum, bu ezber bozan bir darbe. Yani herkesin beklentisi, işte, tank gelecek, o tank Meclise yürüyecek, Meclise kilit vuracak, oradaki insanlar toparlanıp götürülecekler; ihtilal bu. Ama bence böyle kurgulanmadı zaten, yani olay burada başlıyor. Yani birçok insanın hâlen… Mesela ben şimdi hâlen çok hayretle yapıyorum, farkındalık düzeyimiz çok düşük. Bir bakıma benim, bu Komisyonun, sonunda konuşma isteğim de bundan kaynaklandı. Yani bu farkındalık 
düzeyi yükselmeden… Ben sizinle bunları paylaştığım zaman bu toplumun da farkındalık düzeyi, benim de farkındalık düzeyim, yani benim de yükseldi bu süreçte. Bunun inandırıcı olması bir kenara, çıkarılması istenilen dersleri de çıkaramazdık burada. Anlatabiliyor muyum? 
ENVER YILMAZ (İstanbul) – Yani, sizce bu sorun değil mi? Şu açıdan: 1960 darbesinde -27 Mayısta- o dönemin Millî Savunma Bakanı Ethem Menderes askerlerle darbe konusunda son güne kadar istişare hâlinde ve rahmetli Menderes’e son güne kadar darbeyle ilgili bilgi vermedi. 1960, Demokrat Parti; Millî Savunma Bakanlığı… 1997, Doğru Yol Partisi aynı akıbete uğruyor. Başbakan, Genel Başkan sizsiniz ve Millî Savunma Bakanı yine bir Doğru Yol Partili yani o gelenekten gelen birisi. Bu çerçevede sorularıma… 
TANSU ÇİLLER – Anlıyorum. 
Yani, 12 Eylülü de ben dinledim, 12 Eylülde de hiç kimsenin hiçbir şeyden haberi yokmuş. Yani gerçekten hiç kimsenin haberi yokmuş, telefonlar edilmiş son dakikaya kadar. Yani öyle de olabiliyor, böyle de olabiliyor; benim bir bilgim yok bu konuda. 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) - Sayın Başbakanım, bir şey söylemek istiyorum: Yani bizim görüşmelerimizde, o dönemin tanıklarıyla ilgili, Karadayı’yla da görüşmüştük… Zaten size Ocak ayında birtakım bilgiler geliyor. Yani Ocak ayında Genelkurmay birtakım bilgiler gönderiyor, hazırlıklar yapıyor. 
Sayın  Cumhurbaşkanımız Demirel Sayın Başbakan’a bir mektup yazıyor; bu yazdığı mektup Şubat ayının başlarında ya da Ocak ayının sonunda. Yani, önceden bir hazırlık olduğu, bir şeyler yapıldığı, bir şeyler konuşulduğu ortada 
aslında. Yani sadece Turhan Tayan için söylemiyorum, herkesin haberinin olmaması mümkün değil çünkü konuşuluyor bu konu; her yerde konuşuluyor, mektuplar gidip geliyor. Sayın Cumhurbaşkanı Başbakan’a bir mektup yazıyor. Ya, bütün bunlardan haberdar olmamanızı... 
TANSU ÇİLLER – Sayın Şeker, yani tekrar ediyorum: Olayın ve sürecin ve bunun içinde korku yaratma unsurunu bir kenara bırakmayın. Mesela ben Clinton’la konuşuyorum, doğrudan doğruya Albright’la konuşuyorum, Türkiye için demokrasinin ne kadar önemli olduğunu ifade ediyorum kendilerine; kendilerinin tamamen bunun yanında olduğunu görüyorum. Ben Clinton’u çok uzun süre tanıdığım için çok da iyi anlıyorum mesajlarını. Ben ona çok iyi mesajları veriyorum ondan önemlisi. Sonra geliyorum Türkiye’ye, “Amerika darbeyi destekliyor.” “Şu oluyor, bu oluyor.” Bence Amerika da tanklı tüfekli bir darbenin yapımında değil ama sanki tanklı tüfekli bir darbe geliyormuş izlenimini dağıtıyorlar, yayıyorlar. Birtakım… Oluyor, bitiyor olabilir bu ama bu beni etkilemiyordu. Ben, darbenin böyle olmayacağını biliyordum, sezinliyordum, benim aldığım buydu. Bana soran arkadaşlarıma da bunu söylüyordum: “Darbe oluyor zaten eğer bekliyorsanız, bundan başka bir şey olmayacak.” Yani bunu söyledim kaç defa, birkaç defa söyledim, birkaç arkadaşıma söyledim. Dolayısıyla, benim sezgilerimi beni de aşan bir biçimde doğrulayan, savcının bana sunduğu belgeler oldu. Ama ben bunu sezinliyordum yani ben arkadaşlarıma “Darbe olmayacak, sizin bildiğiniz tarzda bir darbe olmayacak; ben bunu görmüyorum.” diyordum, çok da samimiydim. Onun için bu tip şeyler, doğrusu herkesi ilgilendirdiği kadar beni de çok fazla ilgilendirmiyordu, yani beni etkilemiyordu. Onun için birtakım şeylerde belki bilgi eksikliğim de olabilir 
çünkü ben bunlara itibar etmiyorum. 
Evet, şimdi, Ecevit’le ilgili… Valla, Sayın Ecevit’le ilgili, merhum, ben en iyisi hiçbir şey söylemeyim. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Peki, teşekkür ederiz. 
Ruhat Mengi’nin ve Cengiz Çandar’ın bir… 
TANSU ÇİLLER – Ha, evet, Cengiz Çandar… Hayır, böyle bir şey kesinlikle olmadı. Ben hiçbir yerin yedinci katına çıkmadım, o yedinci kattan da bana böyle bir şeyler söylenmedi. Bunu kim söylüyorsa, nereden söylüyorsa benim karşımda söylesin, yani öyle bir şey olmadı. Zaten benim öyle bir yerin yedinci katına gitmeme gerek yok; ben istediğim zaman Albright’la konuşuyordum, istediğim zaman Clinton’la konuşuyordum. Yani böyle bir şeye gerek yok ki. Yani birilerinin bana dolaylı olarak bir şeyler söylemesine, yok gerek yani. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Ruhat Mengi’nin bu 5 tane ABD’li danışman… 
TANSU ÇİLLER – Ha, evet. Bu beş tane ABD’li danışman, vallaha, nedir bilmiyorum. Bu doğrudur. 
Hakikaten 28 Şubat sürecinde hele hiç böyle bir şey olmadı. Benim bazen, bazı alanlarda danışmanlarım oldu, yabancı danışmanlarım oldu; bunlar özellikle teknik danışmanlardı. O zamanlar web sitesi bile bilinmiyordu yani İnternet’i kullanma, web sitesi bilinmiyordu. Biz web sitelerini kullandık ilk önce. Bu konuda arkadaşlarım, danışmanlarım oldu, doğru. Yani teknoloji transferi yapan danışmanlarım oldu, birtakım şeyleri söyleyen danışmanlarım oldu ama bunun 28 Şubatla veya oradaki o sistemle falan hiçbir ilgisi yok. Yani nedir bu 5 tane 
şey falan, onları da hiç anlayabilmiş değilim. Zaten Sayın Mengi’nin söylediği birçok şeyi ben anlamıyorum, onun için böyle cevap vermiş olayım. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Diğer sorum Koç’la ilgiliydi. 
TANSU ÇİLLER – Evet. 
Şimdi, ben Gümrük Birliği sürecine girerken özellikle o… 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Havuz sistemi ve bir de, tabii, bedelsiz ithalat ve Gümrük Birliği; üçü konusunda Sayın Koç’un… 
TANSU ÇİLLER – Vallaha, şimdi, Gümrük Birliğinde genel olarak bir ayaklanma oldu. Ben zaten… Thatcher aslında akıllı bir kadındı ve bizi ziyaret etti. Yine bu odada uzun bir toplantımız oldu kendisiyle. Hep bana söylediği şey şu olmuştu: “Gümrük Birliğine girmek istiyorsun ama bu Gümrük Birliğine girmek isteyen her başbakan seçim kaybetmiştir Avrupa’da. Çünkü bu süreçte çok büyük sıkıntılar olur başlangıçta, sonra bunu iyiliği ortaya çıkar. Sen bunu hem böyle yapıyorsun hem de bir yandan da bütün televizyonların da…” “Ben radyomu İstiyorum.” diye çıkmıştım hatırlıyorsanız eğer. 
Bir yandan da bütün televizyonların, özel televizyonların kanunu yoktu o zamanlar, kanun olmadığı için hükûmetler ve devlet baskı kurabiliyordu üzerlerine. “Bir yandan bunu yapıyorsun yani bir yandan Gümrük Birliğine sokuyorsun, -çok büyük bir şey- bir yandan bütün televizyonların kanunlarını veriyorsun, özel televizyonlar çıkıyor, bir yandan terör mücadelesi yapıyorsun; yani bunların hepsini bir arada yapman mümkün değil.” Çok dostane söylenen laflardı bunlar ama ben bu televizyonların özelleşmesini, sadece TRT’ye bağlı kalınmamasını, çünkü orada bir BBC vardı, egemen güç hâlen BBC’ydi Thatcher döneminde, çoğunlukla hâlen de öyle. Bütün bunları yapmak mümkün değil diye çok uyarmıştı. Dolayısıyla o dönemde, sadece Koç değil bütün o camia Gümrük Birliğinden dolayı ve gümrüklerin indirilmesinden dolayı, o sağlanan rekabetten dolayı ve özellikle araba, otomotiv sektöründeki bu etkisinden dolayı çok rahatsızdı, bu bir gerçek. 

15. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 13

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 13




Şimdi, Merhum Erbakan istifa gerekçesini sunmuş, demiş ki: “Rahatsızlık var. 
Bu rahatsızlık olduğu için ben çekiliyorum.” Doğru, merhum Erbakan “Gerginliği artırmayalım.” dedi ve dedi ki… Erbakan’dan ve o zamanki Refah Partisinden korkuluyor, birlikte karar verdik buna. Bir sıkıntı var. Bizim de yaptığımız bir protokol var ta koalisyon kurulduğunda, o zaman değil; dönüşümlü Başbakanlık olacak. “Bu dönüşümlü Başbakanlık çerçevesinde görevi size verelim.” konuşuyoruz aramızda, ikna oluyor. Ben seçilmiyorum aslında o sırada hâlen, 
“Bu Meclisten seçim çıkmaz.” deniyor. Ondan önce turlar atılıyor muhalefet partilerine. Muhalefet partilerinin hiçbir tanesi “Evet, bu konuda demokrasinin yanında tavır almalıyız.” demiyor. Bu Meclisten seçim… 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Ne diyorlar efendim, muhalefet partileri? 
TANSUL ÇİLLER – Vallaha, hiçbir şey demiyorlar. Yani hiçbir aleyhte beyan veya herhangi bir şey çıkmıyor o zaman. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Sayın Deniz Baykal’ın beyanları var “Erken seçime gidilsin.” diye. 
TANSUL ÇİLLER – Vallaha, efendim, “Seçime gidelim.” falan, biz de söyledik de onları. Yalnız, olayın genelinde, “Bu bir darbedir, dikkat edin. Demokrasi meselesi konusunda hassasiyetimizi ortaya koyalım. Bu nasıl oluyor da demokrasinin ve çoğunluğun üstüne çıkılıyor? Nasıl oluyor da bu “’lla şöyle olacak, böyle olacak.’ şeklinde bir hava yayılıyor, biz bu havaya dahi karşıyız…” Anlatabiliyor muyum? Bunların hiçbir tanesi, yani demokrasi yanında bir söylem o günkü muhalefet partilerinden çıkmadı. Şimdi, hiç kimseyi de suçluyor falan 
değilim, sadece bir tespiti sizinle paylaşıyorum. 

İstifa gerekçesinde “Gerginlik olmasın.” doğrudur, Sayın merhum Erbakan bunu söylemiştir ama merhum Erbakan bir şey daha söylüyor, diyor ki: “Biz, Refah Partisi olarak Çiller’in Başbakanlığını destekliyoruz ve bizim çoğunlumuz var ve Çiller bu çoğunluğu tescilli, imzalı getiriyor.” Ben de ertesi gün götürüyorum onu ve yayılıyor etrafta: “Buna rağmen, Cumhurbaşkanı görevi vermeyecek. Darbe geliyor, vermeyecek, bakın göreceksiniz.” Ya, imza var, 226 geleneğinden geliyoruz biz. Bu 226’yken… Yani bizim davamızın özünün önemli laflarından biridir bu. Benim siyasete girmemde -ANAP mı, Doğru Yol Partisi mi- önemli laflardan biridir bu. Anlatabiliyor muyum? Şimdi, onunla gidiyorsunuz ve vermiyor. 

Peki, vermedi, tercihi, olabilir, hukuken de hâlâ bunların hiçbirinde hiçbir şey yok, doğrudur da belki ama sonra çoğunluğun azınlık yapılmasına kadar bekliyorsunuz. Sonra da sizin önünüze Savcı bir belge koyuyor, diyor ki bu belgede: “Bakın, bunu böyle planlamışlar.” Altında kimin imzası var? O günün en üst komutanlarının. Tek amaç, birinci amaç. E, bu nasıl icra edildi? Böyle icra edildi işte. Evet, bu ezber bozan bir süreç, doğru ama bu sürecin demokrasiyle bağdaşır bir tarafı var mı? Ben size özellikle sormak istiyorum: Yani bu resmi gördüğünüz zaman, “Bu demokrasidir, burada her şey doğal işlemiştir.” diyebilir misiniz? 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Sayın Başbakan, yani ben size sorduğum soruyu benim kendi düşüncelerim olarak söylemiyorum. 
TANSUL ÇİLLER – Anladım, ben de şimdi size aynı şeyi sorarak bir biçimde… 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Dolayısıyla, siz kendi düşüncelerinizi bana tasdik ettirmeyin. Ben, Sayın Demirel’in söylediklerini söylüyorum, yani bir tespit açısından söylüyorum. Yoksa ben sizinle “Darbedir.”, “Değildir.” anlamında bir tartışmaya girmiyorum. 
TANSUL ÇİLLER – Tamam, ben de o resmi çizmek için birtakım şeyleri vurgulamaya çalışıyorum. 
Şimdi, evet, böyle oldu. “Siz hiç yanlış yapmadınız mı? Fail meçhullerin üzerine gitseydiniz, Susurluk’un üzerine gitseydiniz eğer bunlar olur muydu?” Eğer bunlar bir iktidarı götürüyorsa veya getiriyorsa bunu böyle söyleyenler de hiçbir şey yapmadılar, o zaman niye bunlar olmadı? Niye partiler parçalanmadı? 
Mesut Yılmaz geldi, Başbakan oldu, Susurluk üzerinden konuşarak geldi, yani “Bunun üzerine gideceğim.” diye, hiçbir şey olmadı. Niye onlarınki parçalanmadı? Yani bu yeterliyse, ben bunu da… Eksik yok demiyorum, eksik 
yok demiyorum; o farklı bir olay. Susurluk’ta, ben, sonuna kadar gidelim diyordum ama bazı şeyler de ihsas etmeye çalıştım; gelmediler, yani komisyona dahi, kurulmuş olan araştırma komisyonuna birtakım insanlar gelmediler. Ondan sonraki kişiler de bunun üzerinden daha ileriye gitmediler. Şimdi, demek ki bizimle kısıtlı bir olay, vesaire değil ki “Evet, bundan oldu.” diyelim. Anlatabiliyor muyum? 
Peki, Azerbaycan darbesi, Mehmet Ağar vesaire… Yani… 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Susurluktan ceza aldı. Daha evvel MİT raporlarıyla bildirilmiş bir şahıs, Susurluk’tan da bugün cezaevinde hükümlü bir şahıs. Kabinenizin en güçlü insanlarından birisi. 
TANSU ÇİLLER – Evet, bütün bunlar doğru, yalnız şunu da söyleyeyim: Bütün bunlar devletin işi ve bir yerde de İçişleri Bakanlığına bağlı olan Menteşe… Yani, Ağar İçişleri Bakanlığına ve Menteşe’ye bağlı olarak çalıştı, o dönemi yargılandı. Onun hep söylediği şey şudur: “Ben, en ufak bir şey görseydim, fark etseydim, bunu görevden alırdım zaten.” dedi. Esasen yargı da bir kararını vermiş, o süreçten geçmiş. Bununla ilgili, Susurlukla ilgili daha ne yapabilirdik, ileri gitmek için her şey daha yapılabilirdi ama söylemek istediğim şey, bundan sonra 
da olmadı bunlar. Demek ki bir başka bir şey var bunu durduran, bir başka bir şey var durduran. Ben şunun altını çiziyorum: Doğru Yol Partisi nedeniyle o Susurluk’un daha ileri safhalarda incelenmesi meselesi durdurulmuş katiyen değildir. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Sizin bir milletvekiliniz efendim. 
TANSU ÇİLLER – Evet, bizim milletvekilimiz doğru, milletvekili de nihayet yargılandı, yargılandığı zaman da verilen sonuç bu oldu. Yani o yargılama süreci, o adalete teslim edilme süreci sonuçta oldu ve sonuçta da çıkan sonuç bu oldu. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Partinizden ihraç ettiniz mi? 
TANSU ÇİLLER – Valla, o konular aslında farklı konular. Onlar konusunda şunu şöyle söyleyeyim: Ben siyasetten çekilmeye karar verdiğim zaman bütün kapıları yeniden açtım partiye. Ve o açtığım zaman yani ben tekrar açmadan önce… Bütün kapıları açtım ve Sayın Ağar tekrar partiye girdi ve sonra da ben çekildim ve Sayın Ağar partinin Genel Başkanı seçildi, demek ki parti tabanında yeri olan bir arkadaştı. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Susurluk olayının içerisinde kazaya uğrayan da sizin milletvekilinizdi. 
TANSU ÇİLLER – Efendim? 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Kazaya uğrayan da sanıyorum sizin milletvekilinizdi galiba değil mi? Sedat Bucak… 
TANSU ÇİLLER – Evet. Her neyse adalet işledi ve adalet çerçevesinde bunlar ne ise görüldü ve sonuca varıldı yani sonuca varmış bir adalet sürecinin sonunu konuşuyoruz. 
Şimdi, bankaya mevduat garantisi… Bunu iyi ki sordunuz. Benim şimdi iktisatçılığım tutarsa sizi çok yorarım. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - Siyaset kimliğiniz… 
TANSU ÇİLLER - Ama, her neyse, size kısaca söyleyeyim. 
BAŞKAN – Nasıl biz hukukçu ve siyasetçi kimliğimizi… 
TANSU ÇİLLER – Evet, benim şu sıralarda öbür kimliğim daha önde de, onun için ona bir kayıverme eğilimim, bir sevinçli kayıverme eğilimim çok oluyor. 
Şimdi, bakın, bugün Avrupa Birliğinde de bir banka krizi var, ilk düşündükleri şeylerden bir tanesi mevduat garantisi vermektir. Bu, son derece önemli bir unsurdur ve biz onu yapmasaydık o çöküş, İspanya’da bugün görülen çöküş Türkiye’de olurdu. Allah’tan ki ben bir iktisat profesörüyüm, Allah’tan. Yalnız, bakın, 1994 yılında alınmış bu karar -biz 1997 yılında çekildik, 2001 yılında oldu kriz- o zamana kadar çoktan… Ve biz kalsaydık, benim tedricî uygulama için kararım vardı o konuda, yani “Tedricen kaldırılma zamanı gelmiştir artık.” 
diye. Yani söylemek istediğim şey: Keşke benden sonra gelenler de iktisat profesörü başbakanlar olsaydı çünkü bunu görmemeleri mümkün değil, kaç defa da bunu ifade ettim. Bakın o mevduat garantisi doğru bir karardır ama her şeyin bir zamanı var. Yani, belli bir diyeti uygularsınız gereklidir ama o diyetle devam eder, aç bırakmaya devam ederseniz ölür; yani mesele bundan ibaret. 

Şimdi, o dönemde ekonomi konusunda da bir sual sorulmuş. Demişim ki…. Bu hakikaten çok başarılı bir dönem oldu, Refahyol ekonomik olarak çok başarılı bir dönem oldu ama ondan önce, 5 Nisan kararlarının sonuçlarını maalesef Sayın Baykal çok erken seçime gitmek istediği için topluma yansıtamadan 95 seçimlerine girdik, maalesef. Çünkü bakın alınan sonuçların söylüyorum, bu kamuoyunu hiç mâl olmadı, sonradan çıktı. 1994 yılında eksi 6,5’a inmiş bu millî gelir büyümesi, yüzde 8,95’te. 1996’da yüzde 7,5; 97’de yüzde 8. Üç yıl üst 
üste yüzde 8 büyüyen bir ekonominin 5 Nisan kararlarıyla doğrudan ilişkisi vardır, doğrudan. Havuzun da var, havuz da çok doğru bir karar. Zaten havuzun de etkilerinin olduğu bir gerçek ama bunlar ondan önce alınan sonuçlar. Ve daha sonra -size göstereyim- 1997 yılında, biz siyasetten, daha doğrusu koalisyondan çekildikten sonra yüzde 8,3 büyümeye devam eden o ekonomi 2001’de eksi 9 küçülüyor. Ve bütün rakamları verebilirim; hepsi felaket bir durumda. Yani bıraktığımız Türkiye 97’de… 2001 krizi… Apayrı bir Türkiye’den bahsediyorsunuz, sadece ekonomik verilere ilişkin değil; cari açıkta da böyle, ihracatta da böyle, bütün o uygulanan politikalarda bu böyle yani topyekun ekonomi göçüyor, çöküyor. Evet, o oranın içerisinde uygulanan sabit kur sisteminin çok büyük etkisi olmuştur. Nitekim, Derviş gelir gelmez… Kaç defa bunu Meclis 
konuşmalarında söyledim, kaç defa mevduatlara ilişkin garantinin kalkmasını söyledim, kaç defa bunu ifade ettiğim de var ama maalesef Refahyolun gerçekten bizle başlayan; o, CHP’yle birlikteki koalisyon, ondan önce… 
Biliyorsunuz bizim koalisyonlarımız bir de çok zor koalisyonlar oldu. Yani, ilk önce ben İnönü’yle bir koalisyon kurdum, ondan sonra hemen arkasından Murat Karayalçın’la -bunlar hep yeni hükûmetler- ondan sonra Hikmet Çetin’le, ondan sonra Sayın Baykal’la… Yani bütün bu uyguladığımız şeyleri de bu süreçte uyguladık. Ve söylüyorum Sayın Baykal’a “Bir sene daha vaktimiz var, bırakın -hatta bir buçuk sene vaktiniz var- şunların sonuçları ortaya çıksın.” Bir kaç ay, birkaç ay yeterdi çünkü 95’in Aralık ayında biz gittik seçimlere, 96 yılından 
itibaren, başından itibaren bu veriler yayınlanmaya başlandı. Şimdi, dolayısıyla, yapılan şeyler bunlardan ibarettir, benim de söyleyeceğim bunlardır. 
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Başbakan. 

14. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 12

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 12



Şimdi, Sayın Demirel’i dinledik Sayın Başbakan, Sayın Demirel dedi ki: “Millî Güvenlik Kurulu anayasal bir kurumdur, görevleri de yasalarda yazılmıştır. O dönemde toplumda çok büyük bir rahatsızlık vardı, bir tarafta şeriat sesleri yükseliyordu sokakta, her tarafta tarikat adına, tarikatçılık adına sokakları süpüren etekleriyle, elbiseleriyle ve insanlar bağrış çağırış içindeydi, yeminler ediliyordu, toplum çok ciddi bir rahatsızlık içindeydi. 
Ben bu rahatsızlığı… Toplum gelecek kaygısındaydı, en azından birçok insan, toplumun büyük bir kesimi gelecek kaygısı içindeydi. Bana soruluyordu, her kesimden bana soruluyordu ‘Ne oluyor?’ diye. Ben de Başbakan olarak Sayın Erbakan’ı çağırdım ‘Ne oluyor?’ diye sordum. Sayın Başbakan ‘Efendim, incelettireyim durumu, konuşalım.’ dedi…” Yani tam cümleleri belki söylemiyorum ama tutanaklar bu anlamda, Sayın Demirel’in söyledikleri. “Millî Güvenlik Kuruluna gelindiğinde, Millî Güvenlik Kurulunda bunlar değerlendirildi, yani arkadaşların bir kısmı itiraz etti, imzalamadı rahmetli Erbakan o tutanakları.” diye… Sayın Demirel de dedi ki: “İmzalamayı geçin. Sayın Erbakan’ın kendisine yazdığı bir yazıyı gönderdim Başbakan olarak. Sayın 
Cumhurbaşkanına hitaben yazılmış bir yazı. Millî Güvenlik Kurulunda tavsiye edilen kararların genel yararla uygulanacak kısmını uyguluyoruz, yasal düzenlemeye ihtiyaç olan kısımların da hızla yasal düzenleme çalışmalarını yapıyoruz. Yani Millî Güvenlik Kurulunda itiraz etmedi, ardından da bunları uyguluyor olduğuna dair bana gönderdiği yazı buradadır.” 

Şimdi, daha sonra Sayın Demirel, rahmetli Erbakan’ın kendisine istifa dilekçesini sunmaya geldiğini, rahmetli Erbakan’a sorduğunu “Yani niye istifa ediyorsun? Herhangi bir şey mi var, bir baskı mı hissediyorsun ya da koalisyonda bir problem mi var? ‘Hiçbir problem yok. Toplumdaki rahatsızlığı ancak gidermek için böyle bir yol izlemem gerekiyor. Toplumda ciddi bir rahatsızlık var, kamplaşma var. Toplumu rahatlamak için benim istifa etmem gerekiyor.’ dedi, ben de aldım istifasını kabul ettim. Daha sonra bana -sizin biraz önce bahsettiğiniz imzayla sizin hükûmet kuracağınız konusundaki talep ile geldiler. Ben Çankaya noteri değilim; ben aldım, baktım duruma, çoğunluk güvenoyu alabileceği bir çoğunluğa sahip değil. Dolayısıyla, Tansu Hanım’a görevi vermedim, çoğunluk güvenoyu alabilecek birisine verdim. Niye vermedim? Çünkü bu imza atanların, listede ismi bulunanların bir kısmı da bana gelip ‘Biz imza attık ama güvenoyuna geldiği zaman güvenoyu vermeyeceğiz.’ 
dediler.” dedi Sayın Demirel bize. Yani Sayın Demirel’in kendi takdiri ayrı bir sorun. Şimdi, sizin anlattıklarınızdan anlıyorum ki 28 Şubatı, Tansu Çiller’i yok etmek, dolayısıyla Doğru Yol Partisini yok etmek için kurgulanmış, hatta Savcının tespitine göre de bir tek kişiye ve size yapılmış bir suikast olarak, yani darbe olarak değerlendiriyorsunuz bunu. 

TANSU ÇİLLER – Hükûmeti yıkmak için. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Tabii, tabii, yani darbe nihayetinde Hükûmeti yıkmak için. 
Efendim, böyle bir kurguda, toplumun o gün içinde bulunduğu durumun yani hiç mi bir etkisi yok, toplumun içinde bulunduğu ekonomik durumun hiç mi etkisi yok, toplumun içinde bulunduğu siyasi durumun hiç mi etkisi yok, sizin uygulamalarımızın hiç mi etkisi yok sizin yıpratılmanızda, size imza verenlerin “size güvenoyu vermeyeceğiz” demelerinde? Örneğin, döneminizde, biraz önce Süreyya’nın söylediği, faili meçhul cinayetler çok yoğun olarak yaşanmıştı. “Susurluk” diye bir hadise yaşanmıştı, sizin iktidarınız dönemindeydi. Eğer Susurluk’un üzerine gidilmiş olsa ve o işler açığa çıkarılmış olsaydı belki 28 Şubatta şu ya da bu biçimde manipülasyon yapanların buna gücü yetmeyecekti ve bu çete dağılacaktı. Susurluk’u çok hafife aldınız, Sayın Erbakan “gulu 
gulu dansı” dedi, zamanın Bakanı Şevket Kazan da “Mum söndü oynuyorlar.” dedi. Yani Susurluk bu kadar basit miydi sizin açınızdan, Hükûmetiniz açısından? Siz o Hükûmetin sorumlu bir ortağıydınız ve daha sonra protokol yoluyla Başbakan olacak bakanıydınız. 

Yine sizin zamanınızda bir vali suikast silahı ithal etti. 

TANSU ÇİLLER – Efendim? 

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Suikast silahı ithal etti hatırladığım kadarıyla, silah satın aldı yurt dışından. Bu silahların suikastlerde kullanıldığı söylendi, ileri sürüldü. 
Azerbaycan’da ihtilal yapma konusunda ya da çeteleşme konusunda MİT raporlarında adı geçen ve daha sonra Susurluk davası nedeniyle ceza alıp bugün mahkûmiyet yaşayan Mehmet Ağar sizin zamanınızda çok önemli yerlerde bakanlık yaptı. Yani bu durumu daha önceden biliniyor. Şimdi, bu tür bir hükûmet kuruluşunun içerisinde Mehmet Ağar’ın durumunu bilmiyor muydunuz, yani nasıl bir ilişkilerinin olduğunu, hangi ilişkiler ağı içerisinde olduğunu? 

Yine sizin döneminizde “Metin Göktepe” adında bir gazeteci öldürüldü. Gazetecinin ölümünü, kimi polis yetkilileri “Duvardan düştü.” diye açıkladı, İçişleri Bakanınız “Yok, sandalyesi devrilmiş.” diye açıkladı. Eğer basın 
üzerine gitmemiş olsaydı resmen, spor salonunda dövüle dövüle öldürülen bir gazetecinin de şeyi faili meçhul gidecekti. Yani herkesin gözünün önünde öldürülen bir gazetecinin ölümü bile faili meçhul gidecekti. 

Yine, medyayla ilişkileriniz konusunda, bir kartel medyasının varlığından ve kartel medyasının size karşı tavrından, yıpratıcı tavrından bahsettiniz, yayınlarından bahsettiniz. Bunların daha sonra iş ilişkisi, iş adamı rolüyle özelleştirmelere talip olduğunu, bir aldığını, doymadığını söylediniz. Hâlbuki, bu sadece kartel medyası değildi, bir de bunun karşısında bir medya grubu vardı, Dinç Bilgin’in başını çektiği bir grup. Dinç Bilgin kendi beyanında, kendisinin Tansu Çiller ve ekibini desteklediğini, kartel medyasının da Mesut Yılmaz ve ekibini desteklediğini, iki taraf olduklarını ama sonunda anlaştıklarını söyledi ve hatta Dinç Bilgin, kendisi gazetecilik yaparken çok rahat olduğunu ancak bu siyaset ve iş ilişkisine girdikten sonra da bütün hayatının, bütün düzeninin altüst olduğunu söyledi, bu süreç içerisinde banka aldığını söyledi. 

Şimdi, yanlış hatırlamıyorsam, hafızam beni yanıltmıyorsa -bunu teyit edemedim çünkü- bankalara mevduat garantisi sizin döneminizde verildi. Bankalara mevduat garantisi verildikten sonra bankaların batmaması mümkün müydü? Dünyanın herhangi bir yerinde bankalara mevduat garantisi veren başka bir ülke var mı? Şimdi, örnekleri var, örneğin Kadir Has’ın bankası ile Cıngıllıoğlu’nun bankası iki ayrı banka. Bunlar belli bir süre sonra dünür olur, birisinin bankası diğerine kredi verir, öbürünün bankası diğerine kredi verir, kredi alanlar kendilerini kurtarırlar, ikisi de bankaları batırırlar ama kredi kendileri üzerine kalır, borcu da devlet devredilir. Yani bu mevduat garantisini koyarken bu bankaların böyle bir sonuca yol açacağını düşünmüş müydünüz? 

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Sayın Toptaş, yani bu bilgiyi tashih etmek için söylüyorum: Merhum Kadir Has’ın bir bankası olmadı, sadece Akbank’ta bir hissesi var. 
BAŞKAN – Ben de öyle biliyorum. 
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Kayıtlara yanlış girmesin diye söylüyorum. 
Kadir Has’ın sadece Akbank’ta bir hissesi oldu. Yanlış kayıt olmasın. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Yani iki banka… Yani onu ben hafızam yanıltmıyorsa öyle söyledim, tavzih ederim, düzeltirim. 
Yani zaman zaman yaşadık bunları, iki banka, iki dünürün iki ayrı bankası, biri diğerine kredi verir, biri diğerine kredi verir. Şey izler gibi izledik. 

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) - Kadir Has’ın bankası oldu. 
BAŞKAN – Hissesi oldu diye biliyorum. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Hayır, hayır, bankası oldu. 
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Hangi Banka? 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – İstanbul Bankası. 
Yani olayları biz yaşadık Yaşar Bey. Doğrudur, yani ben o günlerde ayakta olan bir insandım ve çok da büyük para gitti. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Teşekkür ederim Feyzullah Bey. Ben de öyle anımsıyorum. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Hayır, ben oralarda yaşadığım için… 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Ama yanılmış olabilirim diye düşündüm Yaşar Bey. 
Yaşar Bey, İstanbul olunca ben “Acaba yanıldım mı?” diye düşündüm çünkü bu ilişkilerden aslında bankaların içi bilerek boşaltıldı. İlişkilerle bankaların içi boşaltılırken devlet de o mevduat garantileri yüzünden bu bankaların dolandırılan paralarını üstlenmek zorunda kaldı. Bu kararı, yanlış hatırlamıyorsam, yine siz iktidarınız döneminde almıştınız. 

Bir de baştan beri sorduğu şey, Meclise salınan boğayı da açıklarsanız, isimlendirirseniz biz de bulmaca çözüyor gibi “Acaba Hasan mıydı, Hüseyin miydi?” diye aramaya gitmeyiz. 

Teşekkür ederim efendim. 

TANSU ÇİLLER – Şimdi, değerli arkadaşımız şöyle açıklıyor: “Canım, toplum rahatsızlık içindeydi. Sizin hiçbir şeyiniz olmadı mı bu rahatsızlık içerisinde? Biraz da bu rahatsızlık nedeniyle bütün bu darbeye yol açan şeyler oldu.” vesaire. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Yani yönetenler de bunlara, bu fırsatçılara fırsat verecek taşları, kilometre taşını döşemiyor mu? Yani biz, bu Darbeleri Araştırma Komisyonunun amacı bir de ders çıkarmak efendim. 
TANSU ÇİLLER – Şimdi, tabii ki bu konuda dikkat edilmesi, bazı şeylerin yapılmadığı gerçeğini de gözler önüne sermemiz lazım işin doğrusuna bakmak açısından, tümüne bakmak açısından. Yani o günlerde, bir kere, çok planlı biçimde yıpratmak için ta gerilerde olmuş birtakım işte başörtülü insanlar, işte birtakım, bilmem, fal baktırıyorlar falan, ben de tam izleyemedim televizyonları ama geçmişten olmuş, gelecekte olacak veyahut da o an olmamış, daha evvelki günlerde olmuş pek çok şeyi televizyonlar devamlı gündeme getiriyorlardı. Yani bir korku refleksi besleniyordu. Ne için? İşte, cumhuriyet ve laik cumhuriyet bir yerde elden gidiyor, korku buydu. Bunu birtakım pekiştirecek hareketler oldu mu? Mesela, ben, merhum Erbakan’a şunu çok net söylediğimi hatırlıyorum… “İstanbul’a, Taksim’e bir cami kuracağız.”, “Tamam.” Ama bunu lanse ederken 
“İstanbul’u yeniden fethedeceğiz.” Yani bunu böyle yapmanın gereği var mı? Bunu böyle söylemenin gereği var mı? Bence yoktu. Yani bu gerginliği artıracak birtakım şeyler olmadı mı? Oldu. Bu konuda hepimizin rahatsızlıkları da oldu ama bir başka gerçekle karşı karşıyayız, o da: Merhum Erbakan bütün bunlara rağmen -bunlar böyle ufak tefek birtakım noktalar hâlinde görülüyor zaman zaman ama- Türk Silahlı Kuvvetleriyle çok iyi geçinmek istiyordu. Yani toplumun huzura kavuşmasını istiyordu, barıştırmak istiyordu. Yani “Devletle millet 
barışsın.” bu laf çok yoğun bir biçimde konuşuluyordu. Dolayısıyla, bunlar hiç olmamış mıdır? Olmuştur ama bu resmin bütünün ne kadar vahim olduğunu ve nasıl savcılık tarafından, üstelik de bir biçimde tescil edildiği gerçeğini örtbas etmedi. Öbürü duruyor. 

Yani bu “boğa” dediğimiz şey, bir iradeyi bir başka iradeye teslim eden ve milletvekillerini ikna odalarında transfer eden, çoğunluğu azınlığa çeviren bir örgütlü icraat bu ve bizi de hedef seçiyor. “Çiller giderse Doğru Yol Partisi parçalanır.” Parçalama sürecine de giriyor. Milletvekilleri çeşitli odalarda, ikna odalarında transfer ediliyorlar, evvelce kurulmuş DTP’ye, ta 7 ocakta kurulmuş bir DTP’ye haziranda transferler başlıyor. ANAP’a gidiyor, oraya gidiyor, buraya gidiyor ve ne kadar bekleniyor? Çoğunluk azınlığa çevrilene kadar bekleniyor. Efendim, zaten Sayın Cumhurbaşkanına söylemişler, imzayı Çiller götürmüş ama, 278-282 imzayla götürmüş ama bunlar zaten söylemişler, zaten yayılan da bu. “Göreceksiniz, Demirel, Çiller’e vermeyecek, göreceksiniz vermeyecek; imzaya rağmen, vermeyecek.” yayılan bu ve o oluyor. Neden? “Bir darbe geliyor, bunu yapmazsak darbe geliyor.” Erbakan’a darbe yapılmamış, asıl laik cumhuriyet tehdidi orada, korku orada, Çiller gelince bu olacak. Neden? Bu belli değil ama olay bu. Zaten, o korku… Herkes “Olur mu canım? Nasıl çoğunluğa rağmen vermez.” derken şak diye oluyor. Yani korkular, geleceği söylenen şeyler gerçekleştiriliyor da aynı zamanda. 

Dolayısıyla, evet, bu gerginliği veya bu sıkıntıyı artıracak münferit olaylar olmadı mı? Oldu, işte “Taksim’de cami yapacağız.” Aç ama bu İstanbul’un fethi niye yani? “İstanbul’u fethediyoruz” diye çıkarsan… “Neyi fethediyorsun? Acaba rejimi mi fethediyorsun, neyi fethediyorsun?” Bu sualler geliyor. Bunlar da olmaması 
gerekli olan şeyler ama bunlar bunu kapamaz, bunlar münferit olaylar, bir büyük çerçeveyle karşı karşıyayız, onun tümünü değerlendirmek gerek. 

13. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***