16 Ocak 2018 Salı

ABD 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana 37 kurban ülkede 20 Milyondan fazla insan öldürdü BÖLÜM 2

ABD 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana 37 kurban ülkede 20 Milyondan fazla insan öldürdü BÖLÜM 2


25 Aralık 2017 Pazartesi
Salvador ordusundan kaçmış bir askerin New York Times’a verdiği bir röportaja göre o dönemde ABD’li askeri danışmanlar, küçük yaştaki tutuklulara işkence yapma yöntemlerini öğretti. Salvador Ulusal Muhafızları’nın eski üyesi, gerilla olduğu söylenen insanları bulan ve onlara işkence yapan on iki kişilik bir manganın üyesiydi.


 James A. Lucas

Global Research / Popular Resistance


ABD'nin milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan doğrudan veya dolaylı müdahalelerin gerçekleştiği 37 ülke hakkındaki değerlendirmelere Küba'yla devam ediyoruz.

Küba

Küba'da 18 Nisan 1961 tarihinde başlayan ve 3 gün sonra sona eren Domuzlar Körfezi istilası sürecinde istilacı güçten 114 kişi öldü, 1,189 kişi esir alındı ve az sayıda kişi, bekleyen ABD gemilerine kaçtı. (1) Yakalanan sürgünler hızlı bir şekilde yargılandı, birkaçı idam edildi, geriye kalanlar ise ihanet suçlamasıyla 30 yıl hapse mahkum edildi. Bu sürgünler 20 ay sonra, 53 milyon dolar değerinde gıda ve tıbbi malzeme karşılığında serbest bırakıldı.

Bazı değerlendirmelerde Kübalı güçlerden hayatını kaybedenlerin sayısı 2 bin ile 4 bin arasında değişmektedir. Bir diğer tahmine göre ise 1,800 Kübalı bir otoyolda napalm bombasıyla öldürülmüştür. Bu, 1991 yılında ABD güçlerinin çok sayıda Iraklıyı bir otoyolda acımasızca öldürdüğü Ölüm Otoyolu'nun bir öncülü gibi görünmektedir. (2)

Kongo Demokratik Cumhuriyeti (eski Zaire)

Bu ülkedeki büyük çaplı şiddet, 1879 yılında, sömürgeci Belçika Kralı Leopold tarafından kışkırtıldı. Kongo nüfusu 20 yıllık bir süre içinde 10 milyon azaldı – bazıları bundan “Leopold Soykırımı” olarak bahseder. (1) ABD ise daha yakın geçmişte bu ülkede, bunun üçte biri kadar ölümden sorumlu olmuştur. (2)

1960 yılında Kongo bağımsız bir devlet olurken, Patrice Lumumba ülkenin ilk başbakanı oldu. Lumumba, CIA'in dahli bulunan bir suikast sonucu öldürüldü. Bazıları ise onun öldürülmesinin esasen Belçika'nın sorumluluğu olduğunu söyler. (3) Ancak yine de CIA onu öldürmeyi planlıyordu. (4) Suikast öncesinde CIA, kurum bünyesinde çalışan bilim adamlarından biri olan Dr. Sidney Gottlieb'i, Lumumba'ya suikast düzenlemekte kullanılmak amacıyla “ölümcül biyolojik malzeme” ile beraber gönderdi. Bu virüs Afrika'nın Kongo bölgesinde ölümcül bir hastalık meydana getirecekti ve diplomatik bir poşet içinde taşındı.

Geride kalan yılların önemli bir bölümünde Kongo Demokratik Cumhuriyeti içinde iç savaş vardı ve bu çoğu zaman ABD ve komşu ülkeler dahil başka ülkeler tarafından kışkırtıldı. (5)

Nisan 1977'de Newsday, CIA'in Zaire ordusunun yanında yer almak üzere ABD'de ve Büyük Britanya'da birkaç yüz paralı asker istihdam etme çabalarını gizlice desteklediğini aktardı. Aynı yıl ABD, Angola'da faaliyet yürüten rakip bir grubun istilasını savuşturması için Zaire Devlet Başkanı Mobutu'ya 15 milyon dolarlık askeri yardım sağladı. (6)

Mayıs 1979'de ABD, daha 3 ay önce insan hakları ihlalleri nedeniyle ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından kınanmış olan Mobutu'ya birkaç milyon dolarlık yardım gönderdi. (7) İç Savaş esnasında ABD, Zaire'ye 300 milyon doların üstünde değerde silah kaçırdı. (8,9) 100 milyon dolarlık askeri eğitim sağlandı. (2) 2001 yılında bir ABD Kongre komitesine, eski Başkan (Baba) Bush'la bağlantılı olan bir şirket de dahil olmak üzere Amerikan şirketlerinin para kazanmak amacıyla Kongo'yu ateşe attığı rapor edildi. Bu ülkedeki kaynaklar üzerinde, 125'in üzerinde şirket ve bireyin dahil olduğu uluslararası bir mücadele sürüyor. Bu kaynak maddelerden biri, cep telefonlarının imalatında kullanılan kotlandır.  (2)

Dominik Cumhuriyeti

1962 yılında Juan Bosch, Dominik Cumhuriyeti'nin başkanı oldu. Toprak reformu ve kamu istihdamı programı gibi programları savundu. Bu, onun ABD'yle gelecekteki ilişkileri açısından hayra alamet değildi ve görevde yalnızca 7 ay geçirdikten sonra bir CIA darbesiyle devrildi. 1965 yılında bir grup onu yeniden göreve getirmeye çalışırken ABD Başkanı Johnson “Bu Bosch iyi adam değil” şeklinde konuştu. Dışişleri Bakan Yardımcısı Thomas Mann'ın yanıtı ise “Hem de hiç iyi değil. Eğer orada düzgün bir hükümet olmazsa, Sayın Başkan, ortaya başka bir Bosch çıkar. Orası bir obruk halini alır” oldu. İki gün sonra ABD istilası başladı ve 22 bin asker ve deniz piyadesi Dominik Cumhuriyeti'ne girdi; çatışma sürecinde yaklaşık 3 bin Dominikli hayatını kaybetti. Buna kılıf oluşturan mazeret, müdahalenin oradaki yabancıları korumak için gerçekleştirildiği oldu. (1,2,3,4)

Doğu Timor

Aralık 1975'te Endonezya, Doğu Timor'u işgal etti. Bu saldırı, ABD Başkanı Gerald Ford ve Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın Endonezya'dan ayrılmasından bir gün sonra başladı. Ford ve Kissinger burada Endonezya Başkanı Suharto'ya, ABD kanunlarına göre saldırı için kullanılmaması gereken Amerikan silahlarını kullanma izni vermişti. ABD'nin BM Büyükelçisi Daniel Moynihan, ABD'nin “işler nasılsa öyle gitmesini istediğini” söyledi. (1,2) Sonuç, tahminlere göre 700 bin kişilik nüfustan 200 bin kişinin hayatını kaybetmesi oldu. (1,2)

16 yıl sonra, 12 Kasım 1991 tarihinde, Dili'de bir anma töreninden çıkarak yürüyen ve içlerinde çok sayıda çocuğun da olduğu 217 Doğu Timorlu protestocu, başlarında ABD tarafından eğitilmiş komutanlar Prabowo Subianto (General Suharto'nun damadı) ve Kiki Syahnakri'nin olduğu Kopassus şok birlikleri tarafından vurularak öldürüldü. Kamyonların cesetleri denize attığı görüldü. (5)

El Salvador

El Salvador'da 1981'den 1992'ye kadar devam eden iç savaş, hükümetin 8 milyon nüfuslu bu ülkede halka sosyal adalet getirmek isteyen bir hareketi ezme çabalarına destek amacıyla ABD tarafından sağlanan 6 milyar dolarlık yardımla finanse edildi.   (1)

Salvador ordusundan kaçmış bir askerin New York Times'a verdiği bir röportaja göre o dönemde ABD'li askeri danışmanlar, küçük yaştaki tutuklulara işkence yapma yöntemlerini öğretti. Salvador Ulusal Muhafızları'nın eski üyesi, gerilla olduğu söylenen insanları bulan ve onlara işkence yapan on iki kişilik bir manganın üyesiydi. Panama'da ABD'ye ait bir merkezde kendisine verilen eğitimin bir kısmı işkence eğitimiydi.  (2)

1981 yılında El Mozote köyünde yaklaşık 900 köylü öldürüldü. Bu fiile dahil olduğu söylenen on iki El Salvador askerinden onu, ABD'nin idare ettiği Amerikalar Okulu'nun mezunlarıydı. (2) Bu köylüler, iç savaş esnasında hayatını kaybeden yaklaşık 75 bin kişinin yalnızca bir kısmıydı. (1)

1993 tarihli bir Birleşmiş Milletler Hakikat Komisyonu raporuna göre, savaş esnasında işlenen insan hakları ihlallerinin %96'dan fazlası, Salvador ordusu ya da onunla bağlaşık durumda olan paramiliter ölüm mangaları tarafından gerçekleştirildi. (3)

Komisyon, Amerikan Okulu mezunlarını kötü şöhretli pek çok cinayetle de ilişkilendirdi. New York Times ve Washington Post'ta birbiri ardınca iğneleyici yazılar yayınlandı. 1996 yılında Beyaz Saray Denetleme Kurulu, Amerikalar Okulu İzleme örgütünün başında bulunan Roy Bourgeois tarafından bu okula karşı getirilen suçlamaların çoğunu destekleyen bir rapor yayınladı. Aynı yıl Pentagon, mezunlara insan öldürme, gasp, sorgularda fiziksel istismar, haksız tutukluluk ve başka kontrol yöntemleri hakkında eğitim verildiğini gösteren, önceden gizli olan raporları yayınladı. (4)

Grenada

CIA 1979 yılında Maurice Bishop'un devlet başkanı olması sonrasında, kısmen onun Küba'yı tecrit etmeye dahil olmayı reddetmesi nedeniyle Grenada'yı istikrarsızlaştırmaya başladı.  Kendisine karşı yürütülen kampanya Bishop'un devrilmesiyle ve ABD'nin 25 Ekim 1983 tarihinde Grenada'ya saldırması ve 277 kişinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlandı. (1,2) Bu süreçte, Grenada'da ABD'ye saldırmak için kullanılabilecek bir havaalanının yapıldığı ve adadaki Amerikalı tıp öğrencilerinin hayatının tehlikede olduğu şeklinde sahte iddialar ortaya atıldı.

Guatemala

1951 yılında Jacobo Arbenz Guatemala devlet başkanı seçildi. United Fruit şirketinin elinde olup kullanılmayan bazı arazileri kamulaştırdı ve şirkete tazminat ödedi. (1,2) Bu süreç sonrasında şirket, Arbenz'i uluslararası bir komplonun aracı olarak betimleyen bir kampanya başlattı ve petrol nakliye araçları ile trenlere sabotaj düzenleyen yaklaşık 300 paralı asker tuttu.  (3) 1954 yılında CIA tarafından tertip edilen bir darbeyle devrilen Arbenz ülkeyi terk etti. Takip eden 40 yıl boyunca çeşitli rejimler binlerce insanı öldürdü.

1999 yılında Washington Post gazetesi, bir tarih tahkikatı komisyonunun iç savaş sürecinde 200 bini aşkın insanın öldürüldüğü ve 42 bin ayrı insan hakkı ihlali gerçekleştiği, bunların 29 bininin ölüme sonuçlandığı ve bunların da %92'sinin ordu tarafından gerçekleştirildiği sonucuna vardığını yazdı. Komisyon ayrıca, ABD hükümetinin ve CIA'in Guatemala hükümetine, gerilla hareketini acımasız yollardan ortadan kaldırması için baskı yaptığını ifade etti. (4,5)

Komisyona göre 1981-1983 yılları arasında, ABD hükümetinin finanse ettiği ve desteklediği Guatemala askeri hükümeti, bir soykırım adımı olarak yaklaşık 400 Maya köylüyü yok etti. (4)

Komisyonun elde ettiği belgelerden biri, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından gönderilen 1966 tarihli bir bilgi notuydu ve bu notta Guatemalalı güvenlik güçleri ile onların irtibatlı olduğu Amerikalılar için sarayda nasıl bir “güvenli yuva” kurulduğunu anlatıyordu. Burası, solcu isyancılara ve onlarla ittifak kurduğundan şüphe edilen kişilere karşı yürütülen “kirli savaşın” merkeziydi. (2)

Haiti

1957-1986 yılları arasında Haiti,  Papa Doc Duvalier tarafından, daha sonraları da oğlu tarafından yönetildi. Bu dönemde onlara bağlı özel terörist güç, 30 bin ila 100 bin arası insan öldürdü. (1) Bu tarihlerde Haiti'ye, temel olarak halk hareketlerini ezmek üzere, CIA'den milyonlarca dolarlık maddi yardım aktı. (2) Öte yandan William Blum'e göre ülkeye yapılan Amerikan askeri yardımının büyük bölümü İsrail aracılığıyla, gizli olarak aktarıldı.

Eldeki bilgilere göre, ikinci Duvalier iktidarı sonrasındaki hükümetler daha da fazla sayıda can kaybından sorumlu oldu ve ABD'nin özellikle CIA aracılığıyla Haiti üzerinde kurduğu etki arttı. ABD daha ileride, 1990'ların başındaki seçimde %67 oy almasına karşın siyah Katolik bir rahip olan Jean Bertrand Aristide'i görevden uzaklaştırdı. Haiti'deki zengin beyaz sınıf, sosyal programlarının yoksullara yardım etmek ve yolsuzluğa son vermek üzere planlanmış olması sebebiyle, siyah ağırlıklı olan bu ülkede onun karşısında yer aldı. (3) Artride daha ileride göreve geri döndü, ancak bu da uzun sürmedi. ABD tarafından görevden ayrılmaya zorlanan Artride şimdi Güney Afrika'da yaşıyor.

Honduras

1980'li yıllarda CIA Honduras'ta, yüzlerce vatandaşı kaçıran, işkenceden geçiren ve öldüren Müfreze 316'yı destekledi. İşkence teçhizatları ve kitapçıkları, Honduraslıları eğitmede ABD ajanlarıyla birlikte çalışan CIA'in Arjantinli personel tarafından sağlandı. Yaklaşık 400 kişi hayatını kaybetti. (1,2) Bu, dünyada ABD'nin desteklediği işkencenin örneklerinden bir diğeridir. (3)

Müfreze 316, 1980'li yıllarda şok ve boğma cihazları kullandı. Tutuklular çoğu zaman çıplak halde tutuldu ve bunun artık fayda etmediği durumlarda öldürülüp bir taşı olmayan mezarlara gömüldü. Gizli olmaktan çıkmış belgeler ve başka kaynaklar, CIA'in ve ABD Büyükelçiliği'nin cinayet ve işkence de dahil olmak üzere pek çok suçu bildiğini, ancak Müfreze 316'yı desteklemeye ve liderleriyle işbirliği yapmaya devam ettiğini gösteriyor.  (4)

Honduras 1980'li yılların başlarında, Nikaragua'daki sosyalist Sandinista hükümetini devirmeye çalışan Kontra'lar için bir staj sahasıydı. Şu anda ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı olan John D. Negroponte, Honduras'a yapılan askeri yardım yıllık 4 milyon dolardan yıllık 77,4 milyon dolara yükseldiği zaman büyükelçiydi. Negroponte, kendi görev süresi içinde işlenen vahşetlerden bilgisinin olmadığını söylüyor. Ancak onun bu mevkideki selefi olan Jack R. Binns, 1981 yılında, resmi olarak desteklenen/onaylanan cinayetlere dair artan kanıtlar konusunda derin kaygı duyduğunu söylemişti. (5)

Macaristan

1956 yılında, Sovyet uydusu bir ülke olan Macaristan, Sovyetler Birliği'ne karşı ayaklandı. Ayaklanma esnasında ABD'nin “Radio Free Europe” radyosunun Macaristan'a yaptığı yayınlar zaman zaman saldırgan bir ton aldı ve isyancıları Batı desteğinin çok yakın olduğuna inanmaya teşvik etti, hatta Sovyetlerle nasıl savaşılacağına dair taktik tavsiyelerinde bulundu. Yükselen umutlar daha sonra, “Macar trajedisi” hakkında gitgide karanlıklaşan bir tablo sunan yayınlarla söndü. (1) Macaristan ve Sovyetler tarafındaki toplam ölüm rakamı 3 bin civarındaydı ve devrim ezildi. (2)

Endonezya

1965 yılında Endonezya'da gerçekleşen bir darbe, General Sukarno'nun yerine General Suharto'yu geçirdi. ABD, bu hükümet değişiminde belli bir rol oynadı. Endonezya'daki ABD büyükelçiliğinde görev yapmış olan Robert Martens, ABD'li diplomatların ve CIA görevlilerinin 1965 yılında Endonezya ordusuna bağlı ölüm mangalarına 5 bin kadar isim verdiğini ve bunların öldürülmüş ya da yakalanmış olup olmadığını kontrol ettiğini anlatıyordu. Martens açıkça, “Muhtemelen elimde epey kan var ama bu o kadar da kötü değil. Bazı zamanlar belirleyici bir anda sert vurmanız gerekir” diye konuşmuştu. (1,2,3) Ölüm rakamlarına ilişkin tahminler 500 bin ile 3 milyon arasında değişmektedir. (4,5,6)

1993-1997 yılları arasında ABD, Cakarta'ya yaklaşık 400 milyon dolarlık ekonomik yardım sundu ve ülkeye on milyonlarca dolarlık silah sattı. ABD'li Yeşil Bereliler, Doğu Timor'daki vahşetlerin çoğundan sorumlu olan Endonezya elit gücüne eğitim sundu. (3)

İran

İran, 1980-1988 yılları arasında Irak'la olan savaşta yaklaşık 262 bin insanın kaybetti. (1) Bu savaşla ilgili daha fazla bilgi için Irak kısmına bakınız.

3 Temmuz 1988 günü ABD Deniz Kuvvetleri gemisi Vincennes, İran karasuları içinde hareket ederek İran'la savaş halinde olan Irak'a askeri destek sunuyordu. İran savaş gemileriyle girilen bir çatışmada, rutin bir sivil uçuş yapan bir İran uçağına iki füze fırlattı. 290 yolcunun tamamı hayatını kaybetti. (2,3)


Çeviri: İlyas Halitoğlu
 www.medyasafak.net


***

ABD 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana 37 kurban ülkede 20 Milyondan fazla insan öldürdü BÖLÜM 1

ABD 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana 37 kurban ülkede 20 Milyondan fazla insan öldürdü BÖLÜM 1




Çeviri: İlyas Halitoğlu
 www.medyasafak.net

18 Aralık 2017 Pazartesi
Vardığımız genel sonuç, ABD'nin 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyanın her yerine saçılmış savaş ve çatışmalarda 20 ila 30 milyon insanın ölümünden sorumlu olmasının oldukça muhtemel olduğudur. Yukarıda sorulan soru, “ABD 1945'ten bu yana başka ülkelerde kaç tane 11 Eylül’e sebep oldu?” idi. Yanıt, “muhtemelen 10 bin”dir.




James A. Lucas


Global Research / Popular Resistance


11 Eylül 2001'deki korkunç saldırıların ardından, Amerikan ruhuna çok büyük bir acı, çaresizlik ve anlaşılabilir bir öfke hissi nüfuz etmeye başladı. O dönemde az sayıda insan, Amerika Birleşik Devletleri'nin de başka ülkelerde insanların aynı hisleri yaşamasından sorumlu olduğuna işaret ederek dengeli bir perspektifi savunmaya çalıştı, ancak çok da fazla kıpırdanma meydana getiremediler. Her ne kadar Amerikalılar dünya çapında birbirinin acılarıyla empati kuran insanların dirayetini soyut olarak anlıyorsa da, kendi ülkemizin yaptığı yanlışların bu şekilde hatırlatılması çok da fazla duyulmadı ve kısa süre içinde, ivmelenen bir “terörle savaş”ın gölgesinde kaldı.

Fakat dünyada idrak ve merhamet geliştirme çabalarımıza devam etmemiz gerekiyor. Bu makalenin, “Amerika Birleşik Devletleri 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana başka ülkelerde kaç tane 11 Eylül'e sebep oldu?” sorusunu ele alarak bu çabaya bir destek sunmasını ümit ediyoruz. Bu yazıda bu tema, 37 ülkede gerçekleşen ölümlere ilişkin tahmini rakamlar ile ABD'nin neden suçlu görüldüğüne ilişkin kısa izahatlarla birlikte geliştirilmektedir.

Savaşların nedenleri karmaşıktır. Bazı örneklerde ABD'den başka ülkeler daha fazla ölümden sorumlu olabilir, ancak eğer ülkemizin dâhil olması bir savaş veya çatışmanın esas nedeni olarak görünüyorsa, ülkenin bu savaş ya da çatışmadaki ölümlerden sorumlu olduğu düşünülür. Bir başka deyişle, ABD'nin ağır güç kullanmaması halinde muhtemelen bu ölümler gerçekleşmeyecektir. Amerika Birleşik Devletleri'nin askeri ve ekonomik gücü hayati önemde olmuştur.

Bu çalışma, ABD silahlı kuvvetlerinin Kore ve Vietnam savaşları ile iki Irak savaşında 10 ila 15 milyon ölümden doğrudan sorumlu olduğunu ortaya çıkarıyor. Kore Savaşı'nda Çinlilerin de can kayıpları gerçekleşirken, Vietnam Savaşı'nda Kamboçya ve Laos'tan hayatını kaybedenler de olmuştur.

Amerikan kamuoyu muhtemelen bu rakamlardan haberdar değil ve ABD'nin yine sorumlu olduğu vekalet savaşları hakkında daha da azını biliyor. Bu ikinci tipte savaşlarda Afganistan, Angola, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Doğu Timor, Guatemala, Endonezya, Pakistan ve Sudan'da 9 ila 14 milyon arası can kaybı meydana gelmiştir.

Fakat kurbanlar yalnızca büyük ülkelerden veya dünyanın belli bir kısmından değildir. Yukarıda bahsedilenlerin dışında kalan ölümler, ülkelerin toplam sayısının yarıdan fazlasını teşkil eden daha küçük ülkelerdendir. Dünyanın gerçek anlamda her parçası ABD müdahalesinin hedefi olmuştur.

Vardığımız genel sonuç, Amerika Birleşik Devletleri'nin 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana dünyanın her yerine saçılmış savaş ve çatışmalarda 20 ila 30 milyon insanın ölümünden sorumlu olmasının oldukça muhtemel olduğudur.

Bu kurbanların aileleri ve dostları açısından, sebeplerin ABD'nin askeri eylemi mi, vekil askeri güçler mi, ABD'nin askeri beslemeler veya danışmanlar sunması mı, yoksa ülkemizin uyguladığı ekonomik baskılar gibi başka yollar mı olduğu arasında çok da fazla fark yoktur. Onlar, kaybettikleri sevdiklerini bulmak, mülteci olup olmama veya nasıl hayatta kalacakları gibi başka şeyler hakkında karar vermek zorunda kalmışlardır.

Acı ve öfke ise çok daha fazla yayılmıştır. Bazı otoriteler, savaşlarda ölen her bir kişiye karşılık 10 yaralı olduğu değerlendirmesinde bulunuyor. Onların gözle görülen ve süren acıları, kendileriyle aynı ülkede yaşayanlara daimi hatırlatmada bulunmaktadır.

Amerikalıların başkalarının hissettiği acıyı anlamaya başlayabilmeleri için bu konu hakkında daha fazla şey öğrenmesi elzemdir. Bir zamanlar birileri, Almanların 2. Dünya Savaşı esnasında “bilmemeyi tercih ettiği” gözleminde bulunmuştu. Tarihin ülkemiz için de bunu söylemesine izin veremeyiz. Yukarıda sorulan soru, “Amerika Birleşik Devletleri 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana başka ülkelerde kaç tane 11 Eylül'e sebep oldu?” idi. Yanıt, “muhtemelen 10 bin”dir.

Bu rakamların toplanması üzerine yorumlar

Genel olarak söylemek gerekirse, hayatını kaybeden çok daha az sayıdaki Amerikalı bu çalışmaya dahil edilmemiştir; bunun sebebi onların önemsiz olması değil, raporun ABD'nin hasımlarına yönelik eylemlerinin etkilerine odaklanmasıdır.

Can kayıpları konusunda kesin rakamlara ulaşmak kolay değildir ve burada yapılan veri toplama işine, bu gerçeklik tümüyle kabul edilerek girilmiştir. Bu tahminler muhtemelen daha ileride okuyucu ve yazar tarafından aşağıya doğru veya yukarıya doğru revize edilecektir. Fakat şüphesiz toplam rakam, milyonlar olarak kalacaktır.

Güvenilir bilgi toplamanın zorluğu, bu bağlamdaki iki tahminde kendisini gösteriyor. Yıllarca radyoda, Kızıl Khmerler yönetimi altında üç milyon Kamboçyalının öldüğüne dair açıklamalar duydum. Fakat yakın zamanlarda bu sayının bir milyon olduğunu duydum. Bir diğer örnek ise ABD'nin birinci Irak Savaşı esnasında uyguladığı yaptırımlardan kaynaklı olarak hayatını kaybeden insanların sayısı. Bu sayı önceden 1 milyon olarak değerlendirilirdi, ancak daha yakın zamanlarda yapılan bir çalışma sonucunda, yarım milyon civarında, daha düşük bir tahmin ortaya çıktı.

Savaşlarla ilgili bilgiler çoğu zaman ancak çok sonra, birileri konuşmaya karar verdiği zaman, az sayıda insanın devamlı çabaları sonucunda daha gizli olan bilgiler açığa çıktığı zaman veya özel Kongre komiteleri raporlar hazırladıktan sonra ortaya çıkar.

Gerek galip gerekse de mağlup ülkelerin ölü rakamlarını düşük göstermek için kendi sebepleri olabilir. Dahası, ABD'nin içinde bulunduğu yakın tarihli savaşlarda, “cesetleri saymıyoruz” gibi açıklamalar ve ölü ve yaralılar için örtmece bir tabir olarak “yan zaiyat” gibi terimler duymak sıradan bir şey halini aldı. Hayat birileri için, özellikle de adeta satranç tahtasındaymış gibi insanları manipüle edenler için ucuzdur.

Kesin rakamlar elde etmenin zor olduğunu söylemek, bunu denemememiz gerektiği anlamına gelmez. 2. Dünya Savaşı esnasında öldürülen 6 milyon Yahudi bilgisine ulaşmak için çaba gerekiyordu, ancak şimdi bu bilgi yaygındır ve gelecekteki olası holokostları engelleme kararlılığını beslemiştir. Bu mücadele devam etmektedir.

37 KURBAN ÜLKE


Afganistan

ABD, Sovyetler Birliği'ni Afganistan'ı işgal etmeye çekmesinden ötürü, bu iki ülke arasında yaşanan savaşta gerçekleşen 1-1,8 milyon arası ölümden sorumludur. (1,2,3,4)

Sovyetler Birliği'nin, seküler bir hükümeti olan komşusu Afganistan'la dostça ilişkileri vardı. Sovyetler, bu hükümetin köktenci hale gelmesi durumunda bu değişimin Sovyetler Birliği'ne sıçramasından korkuyordu.

1998 yılında Paris'te yayınlanan Le Nouvel Observateur'e bir röportaj veren, dönemin ABD Başkanı Carter'ın danışmanı Zbigniew Brzezinski, Sovyetler'in ülkeyi işgal etmesine sebep olacak şekilde, Afganistan'da Mücahitlere yardım sağlanmasından sorumlu olduğunu kabul etti. Kendi kelimeleriyle:

“Hikâyenin resmi versiyonuna göre, Mücahitlere yönelik CIA yardımı 1980 yılında, yani Sovyet ordusunun 24 Aralık 1979'da Afganistan'a girmesinden sonra başladı. Ancak şu ana kadar gizli tutulan gerçek bundan tümüyle farklıdır. Gerçekte, Başkan Carter'ın Kabil'deki Sovyet yanlısı rejimin muhaliflerine gizli yardım için verdiği ilk direktifin imzalandığı tarih 3 Temmuz 1979'dur. Ben aynı gün başkana bir not yazarak, kendi kanaatimce bu yardımın Sovyetler'in askeri müdahalesine yol açacağını izah etmiştim.” (5,1,6)

Brzezinski bu tuzağın kurulmasını meşru görüyordu, zira bu Sovyetler Birliği'ne bir Vietnam yaşatmış ve ülkenin parçalanmasına yol açmıştı. “Neden pişman olalım?” diyordu: “Bu gizli operasyon mükemmel bir fikirdi. Rusları Afgan tuzağına çekme sonucu getirmişti. Ve siz benden bunun için pişman olmamı mı bekliyorsunuz?” (7)

CIA, Sovyetler Birliği'ne kan kaybettirmek için Afganistan operasyonuna 5 ila 6 milyar dolar harcadı. (1,2,3) Bu 10 yıllık savaş sona erdiği zaman bir milyondan fazla insan hayatını kaybetmiş ve Afgan eroini ABD pazarının %60'ını ele geçirmişti. (4)

ABD, 11 Eylül 2001 tarihinde ABD varlıklarına yapılan saldırılara misilleme olarak ülkenin bombalanması sonucunda Afganistan'da meydana gelen 12 bin dolayındaki can kaybından da doğrudan sorumludur. Bunun ardından ABD askerleri ülkeyi işgal etmiştir. (4)


Angola

Angola'da 1961 yılında Portekiz yönetimine karşı yerli bir silahlı mücadele başladı. 1977 yılında BM Angola hükümetini tanıdı, ancak ABD, buna karşı çıkan birkaç ülkeden biri oldu. 1986 yılında Sam Amca, hükümeti devirmeye çalışan bir grup olan UNITA'ya maddi yardım yapılmasını onayladı. Zaman zaman pek çok ülkenin de dahil olduğu bu mücadele, bugün bile devam etmektedir.  

ABD müdahalesi Amerikan kamuoyu karşısında, 50 bin Küba askerinin Angola'ya müdahalesine verilmiş bir tepki olarak meşrulaştırıldı. Ancak Johns Hopkins Üniversitesi'nden bir tarih profesörü olan Piero Gleijeses'e göre bunun tam tersi doğruydu. Küba müdahalesi, komşu Zaire üzerinden gerçekleşen ve CIA tarafından finanse edilen örtülü bir istilanın ve ABD müttefiki Güney Afrika'nın Angola başkentine yönelmesinin sonucu olarak gerçekleşmişti  (1,2,3). Ölü rakamlarına ilişkin üç farklı tahmin, 300,000 ile 750,000 arasında değişmektedir. (4,5,6)


Arjantin: Bkz. Güney Amerika: Condor Operasyonu

Bangladeş: Bkz. Pakistan


Bolivya

Hugo Banzer, 1970'lerde Bolivya'daki baskıcı rejimin lideriydi. Önceki liderlerinden biri kalay madenlerini millileştirip yerli köylülere toprak dağıttığı zaman ABD rahatsız olmuştu. Yoksulların yararına olan bu adım daha sonra tersine çevrildi.

Panama'da bulunan ve ABD tarafından idare edilen Amerikalar Okulu'nda ve daha sonra Fort Hood-Texas'ta eğitim alan Banzer, ABD Hava Kuvvetleri Komutanı Robert Lundin'le görüşmek üzere sık sık gidip geldi. 1971 yılında ABD Hava Kuvvetleri radyo sisteminin yardımıyla başarılı bir darbe gerçekleştirdi. Diktatörlüğünün ilk yıllarında ABD'den, önceki on yıllarda yapılan toplam yardımın iki katı kadar askeri yardım aldı.

Birkaç yıl sonra Katolik Kilisesi, ordunun 1975 yılında grevdeki kalay işçilerine karşı gerçekleştirdiği bir katliamı ifşa etti. CIA'in sağladığı bilgilerden yardım alan Banzer, solcu rahip ve rahibelerin yerini bulup onları hedef alabildi. Banzer Planı olarak bilinen ruhban karşıtı stratejisi, 1977 yılında Latin Amerika'daki dokuz başka diktatörlük tarafından da benimsendi. (2) Banzer, iktidarda olduğu dönem boyunca gerçekleşen 400 ölümden sorumlu görüldü. (1)

Ayrıca bkz. Güney Amerika: Condor Operasyonu

Brezilya: Bkz. Güney Amerika: Condor Operasyonu


Kamboçya

ABD'nin Kamboçya'yı bombalaması, Johnson ve Nixon yönetimleri esnasında hâlihazırda geliştirilmekteydi, ancak Başkan Nixon Kamboçya'ya yönelik bir kara saldırısına hazırlık olarak ülkeyi açıktan bombalamaya başladığı zaman bu durum ABD'de Vietnam Savaşı'na karşı büyük çaplı gösteriler düzenlenmesine yol açtı.

Bugün bu bombalamaların kapsamı ve bunun getirdiği beşeri acılar hakkında çok az farkındalık vardır.

Kamboçya'nın köy ve şehirlerine çok büyük çaplı hasar verildi ve bu durum mültecilerin ortaya çıkmasına ve nüfusun ülke içinde yer değiştirmesine yol açtı. Bu istikrarsız durum, Pol Pot liderliğindeki küçük bir siyasi parti olan Kızıl Khmerler'in iktidarı almasına olanak verdi. Yıllardır Kızıl Khmerler'in Kamboçya'da milyonlarca insanın ölümündeki rolü hakkında pek çok şey duymuşuzdur, ancak bu kitle katliamlarının, ölüm, yaralanmalar, açlık ve halkın yer değiştirmesi yoluyla ülkeyi istikrarsızlaştıran ABD bombardımanlarıyla mümkün olduğu bilinmez.  

Bu yüzden ABD yalnızca bombalamalardan kaynaklı ölümlerden değil, aynı zamanda Kızıl Khmerlerin fiillerinden ileri gelen ölümlerden – toplamda yaklaşık 2,5 milyon kişi – de sorumludur. Daha ileride Vietnam 1979 yılında Kamboçya'yı işgal ettiği zaman bile CIA halen Kızıl Khmerler'i destekliyordu. (1,2,3)

Ayrıca bkz. Vietnam


Çad

Çad'da, Haziran 1982'de CIA'in para ve silah yardımıyla iktidara gelen Hissen Habre liderliğindeki hükümet tarafından, tahminlere göre 40 bin kişi öldürüldü ve 200 bin kadar insan işkenceden geçirildi. Habre sekiz yıl boyunca iktidarda kaldı. (1,2)

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Habre'nin binlerce insanın ölümünden sorumlu olduğunu ileri sürdü. Habre 2001 Senegal'de yaşarken, Çad'da işlediği suçlardan ötürü neredeyse yargılanıyordu. Ancak oradaki bir mahkeme bu davaları bloke etti. Ardından insan hakları savunucuları davayı Belçika'ya taşımaya karar verdi, zira Habre'nin işkence kurbanlarından bazıları orada yaşıyordu. Haziran 2003'te ABD Belçika'ya, böyle bir davanın gerçekleşmesine izin vermesi halinde NATO merkezine ev sahipliği yapma statüsünü kaybedebileceğini söyledi. Bunun sonucunda, Belçika'da başka ülkelerde işlenmiş vahşetler nedeniyle dava açmaya izin veren yasa yürürlükten kaldırıldı. Ancak iki ay sonra, Habre davasının sürdürülmesi için özel bir hüküm içeren yeni bir yasa çıkarıldı.

Şili

CIA, Şili'de yapılan 1958 ve 1964 seçimlerine müdahale etti. 1970 yılında sosyalist bir aday olan Salvador Allende başkan seçildi. CIA onun yemin edip göreve başlamasını engelleyecek bir askeri darbe tezgâhlamaya çalıştı, ancak Şili ordusu genelkurmay başkanı General Rene Schneider buna karşı çıktı. CIA bunun üzerine, Şili ordusundaki bazı kişilerle birlikte, Schneider'a suikast planlamaya başladı. Bu komplo da başarısız oldu ve Allende göreve başladı. Başkan Nixon yılmayacaktı ve CIA'e bir darbe atmosferi yaratma emri verdi: “Ekonomiye çığlık attırın” dedi.

Bunun ardından gelen şey gerilla savaşı, kundaklamalar, bombalamalar, sabotaj ve terör oldu. ITT ve Şili'de varlıkları bulunan başka ABD'li şirketler gösterilere ve grevlere sponsorluk yaptı. En sonunda 11 Eylül 1973 günü Allende, ya intihar ya da suikast sonucunda hayatını kaybetti. O dönemde ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Şili hakkında şu cümleyi sarf etmişti: “Halkının sorumsuzluğu nedeniyle bir ülkenin komünistleşmesini neden durup izlememiz gerektiğini anlayamıyorum.” (1)

Allende'nin halefi General Augusto Pinochet'nin 17 yıllık terör yönetimi boyunca tahminlere göre 3 bin Şilili öldürüldü ve pek çok insan ya işkenceden geçirildi ya da “kayboldu”.  (2,3,4,5)

Ayrıca bkz. Güney Amerika: Condor Operasyonu

Çin: Kore Savaşı esnasında 900 bin Çinlinin hayatını kaybettiği düşünülmektedir.

Daha fazla bilgi için, bkz. Kore


Kolombiya

Bir değerlendirmeye göre, ABD'nin Kolombiya'daki devlet terörizmine verdiği destek nedeniyle 1960'lı yıllardan günümüze kadar 67 bin kişi hayatını kaybetmiştir. (1)

Uluslararası Af Örgütü'nün 1994 tarihli bir raporuna göre, Kolombiya'da 1986 yılında, temel olarak ordu ve onun paramiliter müttefikleri tarafından 20 bini aşkın insan, siyasi sebeplerden ötürü öldürüldü. Af Örgütü, “ABD tarafından, görünürde uyuşturucu kaçakçılarına karşı kullanılmak üzere gönderilen askeri teçhizatlar, Kolombiya ordusu tarafından ‘isyan bastırma' adı altında suiistimaller gerçekleştirmek için kullanıldı” iddiasında bulundu. (2) 2002 yılında yapılan bir diğer değerlendirmeye göre Kolombiya'daki ABD finansmanlı iç savaşta her yıl 3,500 kişi hayatını kaybediyor. (3)

1996 yılında İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından yayınlanan “Kolombiya'daki Ölüm Mangaları” başlıklı bir rapor, CIA ajanlarının 1991 yılında, yıkıcılıkla mücadele faaliyetlerinde görev alacak gizli ajanları eğitmek üzere orduya yardım etmek için Kolombiya'ya gittiğini açığa çıkardı. (4,5)

Son yıllarda ABD hükümeti, Kolombiya Planı dahilinde destek sağladı. Kolombiya hükümeti, fonların çoğunu mahsullerin imha etmek ve paramiliter grubu desteklemek için kullanmakla suçlanıyor.

[Çevirmenin notu: Farklı ülkeler ve süreçler için zaman zaman aynı kitap ve makalelere referans verilmiştir. Parantez içindeki rakamlarla gösterilen referansların tümü, son bölümün sonunda toplu olarak gösterilecektir. Ülkeler orijinal metinde İngilizce alfabetik sıraya göre dizilmiş olup, çeviri esnasında bu sıralama değiştirilmemiştir.]



***

15 Ocak 2018 Pazartesi

AVRUPA BİRLİĞİ.. 40 YILDIR KAPIDA BEKLETİLEN BİRLİĞE ALINMAYAN ÜLKE TÜRKİYE, BÖLÜM 10

AVRUPA BİRLİĞİ.. 40 YILDIR KAPIDA  BEKLETİLEN BİRLİĞE ALINMAYAN ÜLKE TÜRKİYE, BÖLÜM 10


Juncker’den Erdoğan’a: Tehdit işe yaramaz

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vize muafiyeti gerçekleşmezse Geri Kabul Anlaşması’nı meclisten geçirmeme tehdidine AB üst düzey yetkililerinden sert yanıt geldi.

 Brüssel Jean-Claude Erdoğan ve Juncker ekim ayında Brüksel'de bir araya gelmişti.

Erdoğan ve Juncker ekim ayında Brüksel'de bir araya gelmişti.

AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, Türkiye'nin AB ile yaptığı anlaşmada kendi üstüne düşen yükümlülükleri yerine getirmesi gerektiğini belirterek, AB'ye karşı tehditlerin işe yaramayacağını söyledi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, vize muafiyeti konusunda uzlaşılamaması durumunda Geri Kabul Anlaşması'nı meclisten geçirmeyecekleri yönündeki tehdidinin ardından ilk kez açıklama yapan Juncker, Türkiye'nin vize muafiyeti için katı terörle mücadele yasasını yumuşatmak zorunda olduğunu kaydetti.

 AB Konseyi Başkanı Donald Tusk.

AB Konseyi Başkanı Donald Tusk.

Tusk: Düşünce özgürlüğünü müzakere etmeyiz

Juncker, G7 zirvesi için bulunduğu Japonya'da yaptığı açıklamada, “Türkiye'nin taahhütlerine bağlı kalacağı beklentisi içindeyiz. Tehditler diplomaside kullanabileceğiniz en iyi araç değildir. Dolayısıyla bu aracı kullanmaya son vermek gerekir. Çünkü zaten bir etki de yaratmaz” ifadesini kullandı.

Yine Japonya'dan açıklama yapan AB Konseyi Başkanı Donald Tusk da, AB'nin tavizlerinin net bir sınırı olduğunu belirterek, “Kendi ölçütlerimizi Türkiye dahil olmak üzere dünyanın geri kalanına dayatamayacağımızın tamamen bilincindeyim. Ama diğerleri de kendi ölçütlerini bize dayatamaz” dedi.

Tusk, özellikle düşünce özgürlüğünün asla siyasi müzakerelere konu edilemeyeceğini de sözlerine ekledi.

©Deutsche Welle Türkçe

DW,AFP,rtr,dpa/BK,BÖ

http://www.dw.com/tr/junckerden-erdo%C4%9Fana-tehdit-i%C5%9Fe-yaramaz/a-19284049


....



Ankara AB ile ipleri daha da gerecek




Ankara, Türkiye vatandaşlarına vize muafiyetini 2017’ye sarkıtmaya çalışan AB’yle ipleri koparma noktasına kadar getirdi. Hükümet, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla en sert açıklamalarını yapıyor.

Sığınmacı krizinin çözümü için AB ile 18 Mart’ta bir mutabakata varan Ankara, mutabakat gereği haziran sonunda beklediği vize muafiyetini elde edemeyeceğini anlayınca yine sığınmacı krizi üzerinden AB’ye yüklenmeye karar verdi. DW’nin ulaştığı kaynaklar, Ankara’nın önümüzdeki süreç için yol haritasının ‘sığınmacı krizi’ üzerine şekillendiğini belirtirken harita için “AB’ye tam üyelik hedefimizden şaşmayacağız ancak sığınmacı krizinin yükünü de tek başına kaldırmayacağız. Bu mesaj da AB’ye hem Türk hem de Avrupa kamuoyunun anladığı dilden verilecek” özeti yapıyor. Öyle ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın danışmanlarından Yiğit Bulut’un “AB’yle bütün anlaşmalar feshedilir” açıklamasını, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Tüm anlaşmaları bir kenara koyarız” çıkışının izlemesi gecikmedi. Açıklamasına “Bu bir blöf ya da tehdit değil” notu da düşen Çavuşoğlu’nun ardından AB Bakanlığı’ndan da aynı yönde bir açıklama gelmesi Ankara'da “Erdoğan bu kez çok kararlı. AB, ya vize muafiyeti sağlayacak ya da sığınmacı krizini tek başına yüklenecek. İkili ilişkiler de donarsa AB, Türkiye’nin suçlamalarını rahatça geri püskürtebilecek” değerlendirmelerini beraberinde getirdi. Yeni hükümetin yeni AB Bakanı Ömer Çelik'in “AB, Türkiye için yegane seçenek değil” açıklamasının özellikle önümüzdeki bir ay boyunca AB'yle kurulan her diyalogun özet cümlesi olacağını hükümet kaynakları doğruluyor.

18 Mart’ta varılan mutabakat gereğince AB, geri kabul anlaşmasının uygulanması karşılığında Ankara’ya haziran sonunda Türk vatandaşlarına vize muafiyeti sağlanacağını söylemiş ancak daha sonra özellikle terör tanımı konusunda Ankara’yla ters düşmüştü. “Bütün kriterler sağlanmadan vize muafiyeti gerçekleşmez” tezindeki AB’nin anlaşmaktan çok ‘işi yokuşa sürmek’ peşinde olduğunun 18 Mart’tan sonraki diyaloglarda ortaya çıktığını anlatan diplomatik kaynaklar, “Bize bu süreçte en makul açıklamalar Almanya Başbakanı Angela Merkel tarafından yapıldı. Taraflar, hep 18 Mart mutabakatının geçerliğini koruyacağına ilişkin görüşler ortaya koydu ancak Merkel, AB’deki çatlak sesleri ikna edemedi” diyor. Gelinen noktada, kamuoyundaki AB motivasyonunun da kaybolduğu tespitinden hareket eden yeni AKP hükümeti, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la birlikte Avrupalı yetkililere ‘söylenebilecek en sert’ mesajları söylemekte karar kıldı.

“Blöf değil”

Peki Ankara blöf mü yapıyor? 2005’te AB’yle tam üyelik müzakerelerine başlayan ve o günden beri kriz üstüne kriz yaşayan Ankara, vize muafiyeti krizini atlatabilecek mi? İkili ilişkiler koparsa ne olacak? Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu’ndan (USAK) AB uzmanı Fatma Yılmaz, DW’nin sorularını yanıtlarken “Türk tarafının blöf yapmadığını düşünüyorum” diyor ve vize muafiyetinde gelinen noktanın sadece 18 Mart mutabakatını değil tüm ikili ilişkileri olumsuz etkileyeceğini söylüyor. Yılmaz, “Sığınmacı krizine çözüm aranırken yaklaşımlar zaten farklıydı. Ama tarafları birbirine yakınlaştıran, krize acil çözüm bulunması ihtiyacıydı. Samimi bir diyalog kurulamadı. Konjonktürel yaklaşımlarla konjonktürel çözümler üretilmeye çalışıldı. Ancak, birbirine inancı zaten tam olmayan taraflar üzerinde anlaştıkları mutabakatı bile hayata geçiremedi” diyor.

Türk tarafından yapılan açıklamaların “büyük problemlerin habercisi” olduğunu düşünen Yılmaz’a göre taraflar büyük kayıplar yaşayacak. Yılmaz bu kayıpları “Dış politikada yalnızlaşma ve tıkanma yaşayan Türkiye, AB ile ilişkilerin gelişeceğine dair haberlerle pozitif gündem oluşturmaya çalışıyordu. Pozitif gündem oluşturma girişimleri tamamen boşa çıkmış oluyor. Dış politikada yalnızlaşmaktan da nasıl kurtulanacağına ilişkin yeni stratejiler aranıyor olacak ki 'AB yegane seçenek değil' noktasına gelinmiş durumda. Peki, diğer seçenekler ne olacak? Ankara bu süreçte nasıl hareket edeceğini kamuoyuna net bir şekilde açıklayabilmeli” sözleriyle özetliyor. Türkiye’nin vize pazarlığında kriterleri kamuoyuna AB’nin istediğinden farklı anlattığından yakınan Yılmaz, Türkiye-AB ilişkilerinde daha önce de benzer ‘restleşmeler’ yaşandığını hatırlatıyor ve bu restleşmelerin sadece günlük politikalar için sonuç verdiğine dikkat çekerek “Uzun sürede bu işin kaybedeni kamuoyları olacak” diyor.

Yılmaz’a göre bu süreçte AB’nin de hataları var. “Taviz vermekle, çıkar merkezli hareket etmekle suçlanan AB, eleştirileri zamanında dinlemedi ancak bu eleştirilerin dozu artınca kriterlerin altını çizmeye, her toplantıda bu kriterleri gündeme getirmeye başladı” yorumunu yapan Yılmaz’a göre tarafların ciddi şekilde samimiyetlerini gözden geçirmesi şart. Aksi durumda Türkiye-AB ilişkileri ya donacak ya da geri gitmeye başlayacak. Yılmaz, “AB açısından büyük başarısızlıkların da kapıda olduğunu görüyoruz. Türkiye’yle vize pazarlığını doğru düzgün yürütemeyen AB’nin sığınmacı krizi bu noktaya taşıması da Avrupa kamuoyundaki sert tepkileri artıracaktır” öngörüsünde bulunuyor.

“Ankara geri adım atmaz”

Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Nail Alkan Türkiye-AB arasında ‘tarihi bir restleşme’ yaşandığını ve Ankara’nın ‘asla geri adım atmayacağını’ düşünüyor. Alkan, DW’nin “Peki, Türkiye-AB ilişkileri kopacak mı” sorusuna “Ankara’nın AB treninden atlayacağını düşünmüyorum. Avusturya’da neredeyse aşırı sağcı biri cumhurbaşkanı olacaktı. Almanya’da da aşırı sağ yükselişte. Ve Merkel’in sığınmacı krizini çözümündeki başarısı onun pozisyonunu koruyup koruyamayacağında belirleyici olacak. Ankara bunun farkında ve bu süreçte en çok Almanya’yı sıkıştıracak. Ve Merkel de bu yüzden –müzakere sürecek- diyor. Kriz büyüyecek ama ilişkiler kopmayacak” yanıtını veriyor.

Alkan’a göre vize muafiyeti için Türkiye ile AB’nin terör tanımında anlaşamaması da, AB’nin ‘samimiyetsizliğini’ gösteriyor. “Türkiye’deki terör algısı ile Avrupa’daki terör algısı farklı şeyler. AB, bu noktada Türkiye’ye daha çok anlayış göstermeliydi” diyen Alkan, Ankara’nın AB’ye neden kızdığını şöyle açıklıyor:

“Türkiye AB’nin çifte standartlarından bıkmış ve yılmış bir tavır sergiliyor ki, bu tavır kamuoyunda doğru bulunuyor. Vize muafiyeti Türk hükümetince çok önemli çünkü ancak bununla Türkiye kamuoyu AB'ye üyelik konusunda yeniden motive edilebilecekti. Ancak AB’den gelen çelişkili açıklamalar Türkiye kamuoyunda büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Hükümet de bunun farkında olduğu için en sert açıklamalarla AB’ye yüklenmeye başladı. Tarafların birbirine yaklaşması için AB’nin daha samimi bir adım atması gerekiyor ki; bu konuda zaman kaybedilmemesi gerekir. Türkiye’den çok AB’nin atacağı adımların daha kritik olduğunu söyleyebiliriz.”

©Deutsche Welle Türkçe

Hilal Köylü / Ankara


http://www.dw.com/tr/ankara-ab-ile-ipleri-daha-da-gerecek/a-19283306


....


Türk dış Politikasının 2018 tamir yılı




Ankara 2018'e yoğun bir dış politika takvimi ile girdi. Takvimin ilk sıralarında da Almanya ilişkilerin iyileştirilmesi var. Türk dış politikasını ABD ile de zor günler bekliyor. Uzmanlar DW Türkçe'ye değerlendirdi.

 Deutschland Türkei (picture-alliance/dpa/M. Murat)
Yeni yıla İran'da patlak veren krizle başlayan Ankara, şiddetin karıştığı protesto gösterilerini şimdilik temkinli bir tutum içinde izliyor, bundan sonraki gelişmeler için hesaplar yapıyor. Yılın son günlerinde patlak veren İran krizi büyük olasılıkla Türk dış politikasını önümüzdeki günlerde de yoğun bir şekilde meşgul edecek.

Ancak Ankara'nın dış politikasında İran dışında da yıl boyunca yoğun bir programı olacak. Zira hükümetin 15 Temmuz darbe girişimi sonrası özellikle muhaliflere karşı uyguladığı sertlik politikası nedeniyle Avrupalı müttefikleri ile bozulan ilişkilerini tamir etmesi gerekiyor. Tamir listesinin başında ise Almanya var.

Avrupa Birliği ile ilişkilerin "normal seviyeye" getirilmesi hedefiyle Türk Dışişleri, özellikle Almanya-Türkiye diyaloğunu güçlendirmeye odaklandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Almanya ile ilişkilerimiz gayet iyi", Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun "Almanya, ilişkileri düzeltmek adına bir adım atarsa, biz iki adım atarız" açıklamaları buna işaret ediyor.

"Türkiye'nin imajına zarar verdi"

DW Türkçe'nin edindiği bilgilere göre Almanya ile ilişkilerin iyileştirilmesi kararı alınmasında Türk Dışişleri'nin son dönemde yaptığı analizler rol oynadı. Yapılan analizlerde "İkili kriz ticaretten turizme, uluslararası alandaki güç birliğinden, Türkiye'nin imajına kadar uzanan geniş yelpazede ülkenin çıkarlarını sekteye uğrattığı" mesajı öne çıktı.

Bu yönde atılan ilk adım da Berlin'in önceliği olan tutuklu Alman vatandaşlarının serbest bırakılması oldu. Büyükada davası kapsamında tutuklanan aktivist Peter Steudtner ve gazeteci-çevirmen Meşale Tolu ile birlikte bazı Alman vatandaşlarının serbest bırakılması ile ilk adımlar atıldı. Ancak Die Welt gazetesi Deniz Yücel'in hakkında hala bir iddianame olmaksızın tutuklu olması nedeniyle Berlin için bu adımlar yeterli değil. Türk Dışişleri'nin tutuklu Alman vatandaşları için Alman hükümet ve yargı temsilcileriyle görüşmelerinin sürdüğü belirtiliyor.

ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan etmesi ile başlayan gerilimde Almanya'nın da Türkiye gibi ABD'nin kararını yanlış görmesi ve sonrasında Trump yönetimine karşı birlik sağlanmış olması Ankara'yı AB ile diyalog konusunda cesaretlendirdi. DW Türkçe'nin edindiği bilgilere göre hükümet düzeyinde Almanya'ya bu yıl yeni ziyaret planları var. Ancak ziyaretlerin bakan düzeyinde olacağı belirtiliyor.

Fransa da Ankara'nın gündeminde yer alan başlıklardan. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 5 Ocak'ta Fransa'ya yapacağı ziyaret de tamirat planının bir parçası olacak.

Yaşar Yakış: Diyalog hayati önemde

Peki Almanya başta olmak üzere özellikle temel hak ve hürriyetlerin korunması konusunda Ankara-AB hattında yaşanan krizler bitebilir mi? AKP'nin ilk dışişleri bakanı Yaşar Yakış, DW Türkçe'ye "AB ile ilişkiler dibe vurmuş olduğu için daha geriye gitmez, ancak diyaloğun sürmesinin hayati önemi var" değerlendirmesini yaptı.


 Eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış 



Eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış

Yakış'a göre AB, temel hak ve hürriyetlerin korunması konusunda Türkiye'ye ödün vermeyecek, bu yüzden Türkiye ilişkileri yumuşatmaktan öte yaptığı yanlışların farkına varıp adım atmaya başlayacak. "Bu yüzden, tutuklu Alman vatandaşlarının birer birer serbest bırakıldığını görüyoruz" diyen Yakış, bu süreçte Türkiye'nin de uluslararası alanda "diş göstermeye" başladığının AB'nin gözünden kaçmadığını vurguluyor.

Yakış, "Bir yandan Rusya'dan S-400'ler alınıyor, bir yandan Türkiye'nin çok alternatifi olduğu vurgusu yapılıyor. Türk diplomasisi, AB'nin Türkiye'ye yaptığı haksızlıkları ortaya çıkarmakta hızlı davranıyor. Tutuklu Alman vatandaşlarının serbest bırakılması kadar Erdoğan'ın Fransa'yı ziyaret edecek olması da başarıdır bu anlamda. Ancak karmaşık diplomatik trafikte Türkiye'nin çok dikkatli davranıp, elde edebileceği maksimum başarıyı yakalaması gerekiyor" diyor.

Faruk Loğoğlu: ABD ile kriz bitmedi

Gülen yapılanmasıyla mücadele kapsamında Türkiye'nin ABD Başkonsolosluğu'ndaki tutuklama operasyonunun ardından iki ülke arasında yaşanan vize krizi aşılmış görünüyor. Taraflar, birbirlerine uyguladıkları vize kısıtlamasını kaldırdı. Ancak Ankara, Trump yönetimiyle diyalog konusunda endişeli. Türk Dışişleri, özellikle Kudüs kararından sonra özellikle Suriye ve terörle mücadele konularında ABD ile işbirliğinin nasıl olacağını sorguluyor. DW Türkçe'nin edindiği bilgiye göre bu sorgulama sonucunda "realist ve karşılıklı kazanç" ilkesine dayalı bir politika izlenmesi kararlaştırılmış durumda.

Peki bu politika Türkiye'nin elini güçlendirebilir mi?

Emekli büyükelçi Faruk Loğoğlu DW Türkçe'ye yaptığı değerlendirmede, vize kısıtlamasının kaldırılmasının ilişkilerin düzelmesinde iyi bir işaret olduğunu belirtti, ancak tarafların ortak bir metin yayımlamadığına da dikkat çekti. Bu da ilişkilerin iyileştirilmesi noktasında tam bir fikir birliği olmadığına işaret ediyor.

Türkiye'nin Rusya'dan S-400 füzeleri aldığı bir sırada Pentagon'un  Türkiye'nin ABD'den de füze alacağına ilişkin açıklama yapmasının da ilginç olduğunu anlatan Loğoğlu, Türkiye-ABD ilişkisinde Suriye konusundaki gerilimin süreceğini, sonucu her olursa olsun Sarraf davasının da ilişkileri farklı bir noktaya taşıyacağını dile getiriyor.

ABD ile yeni yılda en büyük kriz noktasının da İran olacağını söyleyen Loğoğlu, "Türkiye'nin çok dikkatli, temkinli ve ölçülü bir politika ile hem İran'la hem de ABD'yle ilişkilerini yürütmesi gerekiyor" diyor.

Hikmet Çetin: Türkiye NATO'dan kopmaz

Türkiye'nin Rusya'dan S-400 sistemleri alması da Türk diplomasisi için karmaşık bir durum yaratıyor. Türkiye'nin NATO'dan uzaklaşıp uzaklaşmayacağına ilişkin tartışmalar Rusya ile S-400 anlaşmasının imzalanmasıyla birlikte daha da hararetlendi.

NATO'nun Afganistan'daki en yüksek sivil temsilciliğini de yapmış olan eski dışişleri bakanlarından Hikmet Çetin, DW Türkçe'ye Türkiye için S-400 ve NATO ikilemini değerlendirirken "Türkiye'nin NATO'dan kopması mümkün değil. Anlamı da yok. Bütün temel sistemimiz NATO'ya ayarlı. Bu yüzden S-400'lerin sisteme nasıl entegre edileceğini zaman içinde göreceğiz" diye konuştu.

NATO söz konusu olduğunda Türkiye'nin daha çok "PKK'yla mücadeleye yardım gelmiyor" yakınmasında bulunduğunu hatırlatan Çetin, "Türkiye bu konuda kendi iç mekanizmasını daha hızlı işletmeli ve NATO'ya daha erken yardım çağrısı yapabilmeli" diyor.

Hilal Köylü / Ankara

© Deutsche Welle Türkçe

http://www.dw.com/tr/t%C3%BCrk-d%C4%B1%C5%9F-politikas%C4%B1n%C4%B1n-tamir-y%C4%B1l%C4%B1/a-42000129


****


Türk-Alman ilişkilerinin son iki yılı,

Türkiye ile Almanya arasında 2016'da başlayan gerilim 2017'de tarihi bir krize dönüştü. Son haftalarda ise Türkiye'den gerilimi yumuşatma sinyalleri geliyor. Peki gerilim yaratan konular nelerdi?


Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun Almanya ziyareti Türkiye-Almanya ilişkilerinde yeni bir sayfa açılması beklentisi yarattı. Son iki yılda iki ülke arasında art arda krizler yaşandı. İşte Berlin-Ankara hattını sarsan krizler:

Alman Meclisi'nin soykırım kararı

Türk-Alman ilişkilerinde yaşanan krizin fitilini ateşleyen gelişme Haziran 2016'da yaşandı. Alman Meclisi'nin 2 Haziran 2016'daki oturumunda "1915-1916 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermenilere ve diğer Hristiyan azınlıklara uygulanan soykırımın hatırlanması ve anılması" başlıklı karar tasarısının kabul edilmesine Türkiye'nin tepkisi sert oldu. Berlin Büyükelçisi Hüseyin Avni Karslıoğlu Ankara'ya geri çağrıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın tasarıya destek veren Türkiye kökenli milletvekillerini "kanı bozuk" ve "bölücü terör örgütünün uzantıları" olarak nitelendirmesi ise Almanya'da tepkilere neden oldu.



İncirlik krizi

Türkiye, tasarının kabul etmesine tepkisini Alman milletvekillerinin İncirlik Üssü'nü ziyaret etmesine izin vermeyerek sürdürdü. 2016 Temmuz'unda başlayan İncirlik krizi, o yılın eylül ayında Alman hükümetinin, Meclis'in soykırım kararının bağlayıcılığının bulunmadığını açıklamasıyla aşıldı. Alman Meclisi Savunma Komisyonu üyelerinden oluşan bir heyet, ekim ayında Adana'daki İncirlik Üssü'nde görev yapan Alman askerlerini ziyaret etti. Ancak 2017'de yeni bir İncirlik krizi yaşandı. Bu sefer gerekçe, Türkiye'nin darbe girişimiyle bağlantılı olarak aradığı bazı eski subaylara Almanya'da iltica hakkı tanınmasıydı. Türk hükümetinin Alman milletvekillerinin ziyaretine izin vermemesine tepki gösteren Berlin, konuyu meclis gündemine taşıdı. Alman Meclisi'nde 21 Haziran 2017'de yapılan oylamada Adana'daki İncirlik Üssü'nde görev yapan Alman askerlerinin Ürdün'ün Azrak kentindeki Muvaffak Salti Hava Üssü'ne taşınmasına karar verildi. Konya'da görev yapan Alman askerlerinin ziyareti konusunda yaşanan gerilim ise NATO'nun araya girmesiyle aşıldı. NATO yetkilileri ve Alman milletvekilleri, 8 Eylül 2017'de Konya'da görev yapan Alman askerlerini ziyaret etti.

 Erdogan gegen den Satiriker Böhmermann (picture-alliance/Presidential Press Office/dpa/Spata)
Böhmermann krizi

Almanya komedyen Jan Böhmermann'ın 31 Mart 2016 tarihinde Alman ZDF kanalındaki programında Erdoğan'a yönelik hakaret içeren bir şiir okuması da iki ülke arasında krize neden oldu. Konu farklı düzlemlerde yargıya taşındı. Türk hükümetinin talebi üzerine Alman hükümeti Böhmermann hakkında "yabancı devlet adamına hakaret" suçundan soruşturma açılabilmesi için onay verdi. Ancak Alman hükümeti daha sonra söz konusu maddenin de ceza yasasından kaldırılması için harekete geçti ve bu yılın başında Alman yasalarından "yabancı devlet adamına hakaret" suçu çıkarıldı. Böhmermann krizi Almanya-Türkiye ilişkilerinde artık yer teşkil etmiyor.

15 Temmuz sonrası Türk subaylara sığınma hakkı

Türkiye'de 15 Temmuz 2016'da gerçekleşen darbe giriminin ardından ilan edilen Olağanüstü Hal ve Kanun Hükmünde Kararnamelerle başlatılan süreç de iki ülke arasındaki ilişkilerin gerilmesine yol açtı. Almanya, Türkiye'yi hukuk devleti ilkelerinden uzaklaşmakla eleştirirken, Ankara Berlin'i dayanışma göstermemekle suçladı. 15 Temmuz sonrasında yaşanan bu gerilim, geçen yıl ocak ayında 40 Türk subayının Almanya'dan sığınma talep ettiğinin ortaya çıkmasıyla iyice tırmandı. Alman İçişleri Bakanlığı tarafından geçen yıl mayıs ayında yapılan açıklamada, Almanya'ya sığınma başvurusunda bulunan Türk vatandaşlarının 217'sinin diplomatik pasaporta, 220'sinin de kamu görevlilerine verilen hizmet pasaportuna sahip olduğu belirtildi. Türkiye, Almanya'da sığınan subayların darbe girişiminde sorumlu tuttuğu Gülen yapılanması ile bağlantısı olduğu gerekçesiyle iade edilmesini istiyor ancak Almanya bu talebi reddediyor.

Casusluk krizi ve DİTİB

Türkiye-Almanya arasındaki krizlerden biri de Türkiye'nin Almanya'da yaşayan Türkleri izlediğinin ortaya çıkması ile yaşandı. Aralık 2016'da Diyanet İşleri Türk İslam Birliği'ne (DİTİB) bağlı olarak çalışan bazı imamların Gülen yanlısı olduğu iddia edilen kişiler hakkındaki bilgileri Ankara'ya gönderdiği öne sürüldü. Ankara ile Berlin arasında gerilim yaratan, Alman kamuoyunda tartışma yaratan iddialar üzerine Federal Savcılık soruşturma başlattı. Savcılıktan 6 Aralık 2017 tarihinde yapılan açıklamada, 19 imam hakkında casusluk yaptıkları iddiasıyla yürütülen soruşturmanın kapatıldığı belirtildi. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan'ın geçen yıl şubat ayında Alman dış istihbarat servisi BND'nin Başkanı Bruno Kahl'a Gülen yapılanmasına yakın olduğu düşünülen kişi ve kuruluşların listesini verdiğinin ortaya çıkması ilişkilerde yeni bir pürüz oldu. Alman Federal Başsavcılığı'nın, Alman topraklarında casusluk faaliyetleri yürütüldüğü şüphesi üzerine MİT'in kimliği bilinmeyen çalışanlarına karşı yürüttüğü soruşturma halen sürüyor.

 Türkei Erdogan droht Niederland (Getty Images/AFP/O. Kose)
Referandum etkinliklerinin iptali ve Nazi benzetmesi

Türkiye'de 16 Nisan 2017'de yapılan Anayasa değişikliği referandumu öncesinde Türk hükümet üyelerinin Almanya'daki kampanya etkinliklerinin çeşitli gerekçelerle iptal edilmesi iki ülke arasında bir kez daha soğuk rüzgarlar esmesine neden oldu. Referandum öncesinde Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım'ın Oberhausen kentindeki etkinliğe katılmasından sonraki günlerde, Türk bakanların katılacağı etkinliklere izin verilmedi. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun referandum etkinliğine de izin çıkmadı. Çavuşoğlu Almanya'daki Türklere hitaben konuşmasını Hamburg'daki Türk Başkonsolosluğu rezidansında yaptı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Alman hükümetinin uygulamalarını Nazi uygulamalarına benzetmesi Almanya'da büyük öfke yarattı.

Almanya'dan politika değişikliğiilanı

Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, 20 Temmuz 2017'de yaptığı açıklamada Türkiye ile ilişkilerde gösterilen sabrın sonuna gelindiğini belirterek Almanya Federal Cumhuriyeti'nin Türkiye politikalarının yeniden gözden geçirileceğini ilan etti. Gabriel, Türkiye'de tutuklu Alman vatandaşlarının serbest bırakılmasını talep ederek, Türkiye'ye yönelik seyahat bilgilerinin sertleştirilmesi, Hermes kredi ve ihracat kredilerinin gözden geçirilmesi gibi önlemler açıkladı.

Erdoğan'ın "Türkiye düşmanı partiler" çıkışı

Türkiye ile yaşanan gerginlikler Almanya'da 24 Eylül 2017 yapılan genel seçimler öncesinde kampanyaların öne çıkan konuları arasında yer aldı. Türkiye'ye yönelik sert mesajların dikkat çektiği seçim kampanyaları döneminde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ağustos ayında yaptığı "Türkiye düşmanı partilere oy vermeyin" çağrısı gerilimi daha da tırmandırdı. Erdoğan'ın Türk kökenli Alman vatandaşlarını "Hristiyan Demokratlar, Sosyal Demokratlar ve Yeşiller'e" oy vermemeye çağırması, Almanya'da "içişlerine müdahale" ve "seçim boykotu" suçlamalarına neden oldu.

 Journalist Deniz Yücel (picture-alliance/Eventpress/Stauffenberg)
Die Welt gazetesi Türkiye muhabiri Deniz Yücel

Türkiye'de tutuklu Alman vatandaşları

Die Welt gazetesi Türkiye muhabiri Deniz Yücel'in tutuklanması, Ankara ile Berlin arasında gerilim yaratan konuların başında geliyor. "terör propagandası yapmak" ve "halkı kin ve düşmanlığı tahrik etmek" suçlamasıyla 27 Şubat 2017'de tutuklanan Yücel'in özgürlüğüne kavuşması için Almanya Başbakanı Angela Merkel'in de aralarında olduğu çok sayıda politikacı Ankara'ya çağrıda bulundu. Ancak Ankara, Yücel'in serbest bırakılmasına karşı çıkıyor. Hatta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Deniz Yücel'i "ajan ve terörist" olmakla suçladı. Türkiye'de tutuklanan diğer Alman vatandaşlarının geçen haftalarda serbest bırakılması ise Berlin'de memnuniyetle karşılandı. Serbest bırakılan Almanlar arasında, geçen yıl temmuz ayında Büyükada'da gözaltına alınan insan hakları aktivisti Peter Steudtner, mayıs ayında gözaltına alınan çevirmen ve gazeteci Meşale Tolu ve Kudüs'e gitmek isterken nisan ayında Türkiye'de gözaltına alınan Alman vatandaşı David Britsch bulunuyor.

DW/BK/JD/ÖA/HS

© Deutsche Welle Türkçe


http://www.dw.com/tr/t%C3%BCrk-alman-ili%C5%9Fkilerinin-son-iki-y%C4%B1l%C4%B1/a-42047023