23 Ekim 2018 Salı

BELİRTİLEN BU DEĞERLENDİRMELER VE ABD’NİN DİNAMİKLERİ IŞIĞINDA ABD’NİN, ÖNCELİK SIRASINA GÖRE IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARI NELER OLABİLİR?

BELİRTİLEN BU DEĞERLENDİRMELER VE ABD’NİN DİNAMİKLERİ IŞIĞINDA ABD’NİN, ÖNCELİK SIRASINA GÖRE IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARI NELER OLABİLİR? 

Yazan: Prof.Dr.Mahmut Bali AYKAN 

ABD’nin Irak’taki askerî varlığının geleceği ne olacaktır? Bu 
soruya cevap verebilme amacı güden 4 senaryo ve bir tartışma planı 
hazırlanmıştır. Bu yazıda bu çalışmalarla ilgili bazı düşünceler 
paylaşılacak ve bu düşüncelerden yola çıkılarak belirtilen konu ile ilgili 
bağımsız bir analiz denemesi yapılacaktır. 

Söz konusu 4 çalışmanın her biri konuya askerî, jeopolitik, 
ekonomik, tarihsel ve bölgesel perspektiflerden; dinî ve etnik faktör 
açılarının birinden yaklaşarak bu hususlarda bilgiler vermekte ve bu 
bilgilere dayalı olarak ABD’nin Irak’tan askerî güçlerini kısmen veya 
tamamen çekip çekmeyeceği; bu çekilme işleminin ne zaman ve hangi 
şartlar altında olacağı; muhtemel bir çekilmenin ertesinde Irak içi ve Orta 
Doğu bölgesi genelinde ne çeşit gelişmelerin beklenebileceği ile ilgili 
önerilerde bulunmaktadırlar. Tartışma planı ise konunun hangi başlıklar 
altında incelenmesi gerektiği ile ilgili bir taslak öneri görünümündedir. 

Bu çalışmaları, ABD’nin Irak’taki askerî varlığının geleceği konusu 
ile ilgili genel bir resmin belli parçalarını, kendi yaklaşım açılarından 
hareketle verdikleri bilgiler bakımından göstermeleri nedeniyle, değerli 
ve birbirlerini tamamlayıcı olarak görüyorum. Ancak ABD’nin Irak’taki 
askerî varlığının geleceği gibi çok spesifik olan bir konunun; 

. ABD’nin Soğuk Savaş dönemi ve 11 Eylül sonrasında gelişen 
ulusal kimlik ve davranışı ile ilgili olduğunu; 
. Somut bilgiden çok ancak sezgiye dayalı varsayımlarla 
tartışılabilecek karmaşık gerçekler ve olaylar içermekte olduğunu ve, 
. Bu varsayımların ABD işgalinin hangi şart ve sonuçlar 
çerçevesinde ve ne zaman bitip bitmeyeceği ile ilgili gelecek tahminleri 
olarak kesin olamayacak ancak gerçekleşmesi en muhtemel ihtimallere 
dayalı olabileceğini düşünüyorum. 

Bu belirtilen noktalar açısından bakıldığında söz konusu 
çalışmaların birbirini tamamlayacak şekilde birleştirilmeleri ve kesinlik 
içeren bazı öneri ve varsayımların yumuşatılması gereğine ilaveten 
bakış açılarının da genişletilmesi gerektiğini düşünüyorum. Daha açık 
olarak belirtmek gerekirse, bu çalışmaların bence en dikkat çekici ortak 
eksiklikleri ABD’nin 11 Eylül sonrası dönemi ile ilgili ulusal kimlik ve 
bunun etkilediği dış politika davranışı ile doğrudan bağlantılı genel bir 
analitik çerçeveden yoksun oluşlarıdır. 

“Dış Politika”, devletlerin kendi kimlik anlayışları, ulusal ve 
uluslararası ortamla ilgili algılamaları çerçevesinde belirledikleri iç ve dış 
amaçları elde etmek ve bu amaçlara yönelik tehditleri etkisiz hâle 
getirmek doğrultusunda geliştirdikleri bir stratejidir. Bu açıdan 
bakıldığında, ABD dış politika davranışlarının özellikle II. Dünya Savaşı 
dönemlerinden günümüze kadar hiç değişmemiş olan bir özelliği; gelmiş 
geçmiş bütün ABD yönetimlerinin evrenselcilik ve ulusalcılık 
yaklaşımları arasındaki bocalamaları ve bu durumun dış politika 
çizgisinde oluşturduğu çelişkilerdir. Ulusalcı yaklaşım; Başkan George 
Washington ve Sovyetler Birliği’ni çevreleme politikasının mimarı George 
F. Kennan’ın, kendi dönem şartlarına uyarlanmış bir şekilde, ABD’nin 
güvenlik ve refahını koruması bakımından kendisinden farklı kimliklerden 
oluşmuş olan uluslararası alanda, daima kendi hareket serbestisini 
koruması gerektiği fikrini savunur. Evrenselcilik ise; (ki bu Başkan 
Woodrow Wilson’dan bu yana uluslararası sistemik yapıdaki 
değişikliklere karşılık olarak yapılmış çeşitli adaptasyonlarla gelişmiş bir 
çizgidir) ABD’nin, uluslararası alanda güvenlik ve refahını koruyabilmesi 
için kendi ulusal değerlerini (ki bunları kısaca liberal demokrasi; pazar 
ekonomisi ve bunlarla bağlantılı bireysel girişimcilik, düşünce özgürlüğü 
gibi değerler manzumesi olarak düşünebiliriz) benimsemiş bir dünyanın 
oluşturulması yolunda aktif bir misyon üstlenmesini öngörür. Bu iki zıt 
görüşten Evrenselcilik yaklaşımı 11 Eylül 2001 sonrasında ABD dış 
politikasında özellikle öne çıkarken; diğer taraftan özellikle Irak’ta 
karşılaşılan güçlüklerin ABD’nin hareket serbestisinin tekrar 
kazanılmasına yönelik bir yeniden değerlendirme yapılması yönünde, 
ABD yöneticilerine baskı yapmakta olduğunu görmekteyiz. 

ABD’nin Irak’taki askerî varlığının geleceği konusunu belirleyecek 
olan esas unsur, söz konusu senaryolarda bahsedilen askerî, jeopolitik, 
ekonomik, tarihsel, dinî ve etnik faktörlerin birbirlerinden bağımsız ve 
hatta bir bütün olarak yapacakları etkiden çok; Irak özelinde ve bölgesel 
ölçekte ABD dış politikası ile bağlantılı olarak sözü edilen bu iki zıt 
eğilimin birbirlerini nasıl etkileyip nasıl bir sonuç doğuracakları ile ilgilidir. 
Şu husus vurgulanmalıdır ki, dış politika incelemelerinde indirgemeci 
yöntemin karmaşık dış politika olgularını basitleştirmek yönünde bir 
fayda ve cazibesi olabilse de, sonuca etki edebilecek diğer (muhtemelen 
daha baskın) faktörleri ihmal ettiği için bu yöntemin olayları açıklama ve 
geleceği tahmin gücü yeterli olamayacaktır. Her ülkenin dış politikası için 
söz konusu olduğu gibi ABD dış politika davranışlarında da temelde 
belirleyici olan husus; sadece ekonomik, askerî ve diğer konulardaki 
diğerlerine göre daha önemli görülen izole çıkarların değil; bunların 
tümünün algılamasına dayalı olarak karar verecek olan siyasi irade 
olacaktır. ABD gibi global bir güç açısından bakıldığında, söz konusu 
siyasi irade bu ülkenin birbiriyle örtüşen ve ayrışan çeşitli global, 
bölgesel ve yerel çıkarları arasında hiyerarşik bir öncelik sıralaması 
yapmak gibi yabana atılamayacak bir zorlukla karşı karşıyadır. Bu 
demektir ki, söz konusu senaryolarda çıkarının ne olduğunu ve onu elde 
etmek için ne yapması gerektiğini bilerek Irak’la ve bölge ile ilgili uzun 
vadeli planlar yapabilen her şeye muktedir ABD imajı gerçekle 
uyuşmamaktadır. Aslında ABD yöneticilerinin kendileri bile (ki bunlara 
Ütğm. Durmuş’un çalışmasında referansta bulunduğu ABD Kongre ve 
akademik çevrelerinde mevcut Irak politikasına eleştiri getirip çözüm 
üretmeye çalışanlar da eklenmelidir) türlü belirsizliklerden ötürü Irak’taki 
ve ona bağlı olarak bölgedeki dinamiklerin ne şekil alacağını ve buna 
göre ABD’nin yarın ne yapması gerektiğini bilememekte ve bunu da 
açıkça ifade etmektedirler. 

Şu ana kadar ABD’nin Irak’taki askerî varlığının geleceği ile ilgili 
konuda kısmi açılardan ve kesin hükümlere dayalı olarak 
tartışılamayacağı görüşü savunulmuştur. Şimdi yakın ve uzak gelecekte 
ABD siyasi iradesinin bu konu ile ilgili verebileceği muhtemel bazı 
kararlar ve bunların ABD’nin genel Orta Doğu politikası ile de bağlantılı 
muhtemel nedenleri üzerinde durulacaktır. 

İnceleme konumuz olan Irak’ın da bir parçası olduğu Orta Doğu 
bölgesi açısından bakıldığında, ABD’nin 11 Eylül öncesi dönemlerle 
kıyaslandığında değişmeyen spesifik çıkarları şunlardır: 

. İsrail’in ve dost ülkelerin güvenliğini sağlamak, 
. Arap-İsrail anlaşmazlığının bölgesel istikrara katkı sağlayacak şekilde çözümünü kolaylaştırmak, 
. Batı pazarlarına kesintisiz petrol akışının teminini güvenceye almak. 

11 Eylül 2001 olaylarından sonra bu amaçlar terörizme karşı 
savaş hedefi etrafında yeniden belirlenirken, bölgenin demokratikleşmesi 
ve nükleer silahların ve ilgili teknolojinin yayılmasının önlenmesi gibi bazı 
spesifik amaçlar terörizme karşı savaş çerçevesinde ön plana 
çıkmışlardır. Bu yeni dönemde, ABD’nin bu amaçları gerçekleştirmek 
üzere benimsemiş olduğu savunma stratejisi; 11 Eylül öncesi dönemdeki 
durumdan farklı olarak çok amaçlı (caydırıcı ve önleyici) askerî güç 
kullanımını diplomasi, ekonomik vasıtalar gibi diğer dış politika araçları 
arasında önceden hiç olmadığı kadar öne çıkarmaktadır. 

Bu amaçlar ve strateji çerçevesinde düşünüldüğünde, ABD’nin 
genel olarak Orta Doğu, özelde ise Irak’taki askerî mevcudiyetini devam 
ettirmek istemesine sebep olabilecek faktörler şunlardır: 

 1. Görünebilir gelecekte Orta Doğu bölgesinde yukarıda değinilen 
amaçlarını gerçekleştirebilmek için ABD’nin askerî mevcudiyetini devam 
ettirmesi gerekmektedir. Örneğin nükleer silahların yayılmasını önleme 
konusunda ABD’nin kendi Orta Doğu politikasıyla ters düştüğü sürece, 
demokrasi ile yönetilen bir İran’ın bile nükleer programına şüpheyle 
yaklaşacağı söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında, aşağıda tartışılacağı 
üzere, ABD’nin belli bir çıkış planı çerçevesinde Irak’tan asker çekmesi 
ihtimal dâhilinde olmakla birlikte; İran’a karşı caydırıcı ve önleyici 
pozisyonunu korumak bakımından bu ülkede askerî bir üs ve/veya belirli 
bir askerî mevcudiyeti geride bırakması beklenebilir. 

 2. 11 Eylül olaylarından sonra güvenlik endişesi önceden hiç 
olmadığı kadar artan ABD kamuoyu, ABD’nin iç politikasında demokratik 
özgürlükleri erteleyerek; dış politikasında da tek taraflı güç kullanmaya 
dayalı bir strateji benimseyerek kendi demokratik değerleriyle ters 
düşme kararlılığını gösteren bir başkanla (üstelik bu kararlılığından ötürü 
ikinci kez başkan seçerek) ABD’nin, geçmişle kıyaslandığında yeni olan 
bir devlet kimliğine bürünmesine en azından görünebilir gelecekte itiraz 
etmeyeceğini göstermiş bulunmaktadır. 

 3. İşgalin başlangıcından beri bu ülkede düzeni hâlâ 
sağlayamamış olarak işgali devam ettirme kararlılığının ABD’ye kestiği 
askerî, politik ve ekonomik faturanın gitgide büyümesine rağmen; Bush 
yönetimi günümüze kadar tüm isteklere karşın ve eskiden Clinton 
yönetimin politikasını bu yönden eleştiren tutumuyla da çelişkiye düşmek 
pahasına Irak’tan bir çıkış planı yapıp bunu kendi kongresi ile 
paylaşmamıştır. 

 4. Yine Irak politikası ile ilgili olarak ABD Başkanı, Irak’ın seçimle 
iktidara gelmiş meşru yönetimi ABD’ye Irak’ı terk etmesi isteğini 
ilettiğinde bu isteğe derhal uyacağını, asker çekerken bu ülkede askerî 
bir varlık ve üs bırakmak niyetinde olmadığını ABD Kongresi’nde yapılan 
çağrılara rağmen, ABD ve dünya kamuoyuna bu zamana kadar ilan 
etmemiştir. 

 5. ABD’nin önümüzdeki yıllar içinde Orta Doğu petrolüne 
bağımlılığının gitgide artacağı bizzat ABD Enerji Bakanlığı yetkilileri 
tarafından rakamlarla açıklanmaktadır. Buna göre ABD’nin 2025 yılına 
kadar olan 20 sene içinde toplam enerji tüketimi üçte bir artacak ve iç 
üretimin tüketimi karşılamakta yetersiz kalması sebebiyle, talep artan 
ölçülerde ithalatla karşılanacak; bunun da en büyük kısmı Orta Doğu 
bölgesinden gelecektir. Yine bu yetkililere göre, ABD’nin petrole olan 
bağımlılığı gelecek 20 yıl içinde %40 oranında artacak ve bu bağımlılığın 
başka alternatiflerle ortadan kaldırılması da mümkün olamayacak; zira 
2025 yılında bu petrol talebinin % 70’i taşımacılık sektörüne gitme 
durumunda kalacaktır. Benzer şekilde ABD’nin doğal gaz talebinin de 20 
yıl içinde %40 artacağı öngörülmektedir. Diğer yandan dünya toplam 
enerji talebinin de önümüzdeki 20 yıllık süre içinde %54 artacağı ve bu 
artışın en büyük kısmının da Asya ülkelerinden özellikle de Çin ve 
Hindistan’dan gelecek talebe bağlı olacağı düşünülecek olursa; Orta 
Doğu ve civar bölgeler olan Kafkasya ve Orta Asya’nın, enerji kaynakları 
üzerinde söz sahibi olabilmek adına önemli bir uluslararası rekabete 
sahne olacağını düşünmek zor olmayacaktır. Bu durumda ABD’nin bu 
bölgelerdeki mevcudiyetini en azından sağlamlaştırmak için çaba 
göstermesini beklemek doğal olacaktır. 


  ABD’nde, 1970 ile 2000 arasındaki 30 yıllık sürede, GSMH % 126 artarken, enerji tüketimi sadece % 30 artmıştır. 
(Kaynak: National Energy Policy) 


 6. Öngörülebilir bir gelecekte uluslararası arenada özellikle askerî 
bakımdan ABD’nin süper güç konumuna meydan okuyacak ciddi bir 
rakip görünmemektedir. Bu durum ABD’nin Irak başta olmak üzere 
aktivist ve tek taraflı politikalarını sürdürmek yönünde teşvik edici ve 
kolaylaştırıcı bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır. 

 7. Evrenselcilik yaklaşımı Bush yönetimi tarafından ABD’nin dış 
politikadaki tek seçeneği olarak algılanmaktadır. ABD resmî 
söylemlerinde, 11 Eylül sonrasında ABD dış politikasının öncelikli amacı 
hâline gelen “teröre karşı savaş”ın bu önceliğini uzun yıllar koruyacağı 
hususu açıkça kabul edilmektedir. ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın 
ifadesiyle; ABD “teröre karşı savaş” hususundaki global politikasını 
“insan hürriyetlerini” koruyan bir “güçler dengesi” kurmaya çalışarak 
sağlayacaktır. Bu çerçevede demokrasi için ortaklık; özellikle de 
Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika gibi projelerin hayata geçme 
şansı bakımından Irak bir örnek teşkil etmektedir. Toplumsal yapısı ve 
kültürü itibariyle Irak İran’a benzememektedir. Baas rejiminin izlemiş 
olduğu politikaların da katkıda bulunduğu üzere, bu ülkede dinî kesimler 
İran’da olduğu gibi hâkim bir konumda bulunmamaktadır. Irak’ta 
kadınların toplumda görevler üstlenmeleri sağlanmış, sosyal kalkınma 
hedefleri doğrultusunda mesafe kat edilmiş olup, kısacası ABD politik 
kültürüne İran kadar yabancı olmayan bir toplum söz konusudur. Orta 
Doğu’daki demokratikleşme potansiyeli bakımından Irak, ABD tarafından 
bir “demokratik domino” olarak algılanmaktadır. Bu yüzden Irak’taki ABD 
askerî mevcudiyetinin politik, ekonomik ve askerî faturası ne olursa 
olsun gerektiği sürece muhafazasının kaçınılmaz olacağı, ABD resmî 
söylemlerinde vurgulanmaktadır. ABD açısından Irak’taki başarının 
kriteri çekildikten sonra arkada seçimle gelmiş demokratik idarecilerin 
ülkenin iç düzenini koruyabildiği, toprak bütünlüğü arz eden, bu 
bütünlüğü dış tehditlere karşı koruyabilen, komşuları ile iyi ilişkiler içinde 
olan bir ülke bırakmak olarak görülmektedir. Bu satırların yazılmakta 
olduğu Mayıs 2005 tarihi itibariyle bazı gözlemcilerin ve yetkililerin 
istediği şekilde ABD’nin askerî olarak derhal bu ülkeden çekilmesinin 
böyle ideal bir sonucu meydana getireceği yönünde kesin bir belirti 
yoktur. Tam tersine, Irak’ın karmaşık etnik ve dinî yapısı içindeki yerel 
dengeleri kurmadan gerçekleşecek olan böyle bir çekilmenin, bir iç 
savaşın ve komşu devletlerin direkt müdahalelerinin önünü açması 
ihtimali vardır. İç düzen hâlâ tam olarak sağlanamamış olmasına rağmen 
ABD askerî varlığının devam ettiği mevcut durumda en azından açlık 
problemleri, Irak’tan komşu ülkelere yoğun göçler gibi problemler 
yaşanmamaktadır ve Irak petrolü de ABD’nin kontrolü altındadır. 

 8. Aslında mevcut durumda Irak’taki yeni yönetimin ABD’nin 
kuvvetlerinin bir an önce Irak’tan çekilmesi için herhangi bir istek 
duyduğuna dair belirti de mevcut değildir. Irak’taki yeni yönetim 
tarafından bu hususla ilgili olarak yapılmış açıklamalarda açık olan 
yegane husus asker sayısında belirli indirimler yapılmasının mümkün 
olmasıyla birlikte, ABD askerî varlığının en erken 2005 yılı sonuna kadar 
devam edeceğidir. Bu noktada yapılacak yeni bir durum 
değerlendirmesinin kesinlikle ABD’nin çekilmesiyle sonuçlanacağını 
gösterir herhangi bir işaret de mevcut değildir. Aksine, söz konusu 
sürenin çok daha uzun ve belirsiz olabileceğini düşündüren işaretler 
vardır. Örneğin Irak Cumhurbaşkanı Talabani bir mülakatta Irak’ın 
içişlerine dışarıdan müdahale durumu devam ettiği sürece ABD askerî 
güçlerinin Irak’tan çekilmesinin mümkün olamayacağını belirtmiştir. 
Türkiye’yi de kapsadığı açık olan bu ima bir belirsizlik durumuna işaret 
etmektedir. Örneğin, her ne kadar Talabani Irak topraklarında Türkiye’ye 
karşı bir tehdidin oluşmasına izin verilmeyeceğini söylüyorsa da, ne 
kadar iyi niyetle söylenmiş olursa olsun böyle bir sözün geçerliliğini 
sorgulatan bazı şartlar Irak’taki seçimler ertesinde ortaya çıkmıştır. 
Barzani ve Talabani taraftarları arasında devam eden anlaşmazlıklardan 
dolayı eskiden olduğu gibi Kuzey Irak’ta PKK tarafından yararlanılan bir 
otorite boşluğu doğmayacağı söylenemez. Bütün bu faktörler beraber 
düşünüldüğünde, ABD yönetimi üzerinde en azından görünür bir 
gelecekte Irak’tan çekilme konusunu ciddi olarak düşünme baskısı ya da 
mecburiyeti olmadığı görülmektedir. 

 9. ABD askerî varlığının Irak’taki geleceği konusu ile ilgili olarak 
İran’ın durumunun ABD’nin stratejik hesaplamalarında özel bir yer işgal 
ettiğini söylemek mümkündür. Yukarıda İran’ın nükleer programı ile ilgili 
olarak belirtilen noktaya ilaveten, ABD’nin Orta Doğu politikasında yine 
önceden belirtilen amaçlarının tümüne karşıt bir politika izlediği 
düşünülen bu ülke aynı zamanda Irak’ın da komşusudur. Mevcut 
durumda İran, Irak’taki radikal Şii gruplara destek sağlamaktadır. Irak’ın 
toplumsal yapısının gerçekleri ve tarihsel bir perspektiften bakıldığında 
Irak’taki yeni yönetimde en fazla söz sahibi olan Şii çoğunluğun tümüyle 
İran yanlısı olduğunu ve onun tarafından kontrol edileceğini söylemek 
doğru olmayacaktır. Ancak, ABD kontrolünde yapılan seçimler 
sonucunda Irak’ta iktidarı ele geçiren “ılımlı” bir Şii ağırlıklı yönetimin 
mevcudiyet ve politikalarının, İran’ın “radikal” Şii yönetiminin geleceği 
için bir tehdit teşkil edeceğini değerlendiren İran yönetiminin bu olasılığı 
bertaraf etmek için Irak’ın içişlerine müdahale politikasını muhtemelen 
arttırarak devam ettirmesi durumunda, ABD’nin Irak’tan askerî güçlerini 
çekebilmesi zorlaşacaktır. 

Bütün bu sayılan nedenlerin geçerliliklerine rağmen, ABD’nin 
beklenenden daha kısa bir süre içinde ve hatta geride bir askerî varlık 
ve/veya üs bırakmaksızın Irak’tan çekilmesinin, hiçbir suretle söz konusu 
olamayacağını iddia etmek de kolay olmayacaktır. 2006 yılından önce 
gerçekleşmesi mevcut göstergeler açısından olası görülmeyen, ancak 
ne zaman gerçekleşeceğinin tam olarak tahmin edilmesi de mümkün 
görünmeyen böyle bir gelişmeyi mümkün kılabilecek faktörler aşağıdaki 
gibidir: 

. Bir kere ABD, Irak’ta yukarıda değinilen amaçlarını elde etme 
açısından büyük bir kısır döngü içine girmiş görünmektedir. Her ne kadar 
ABD yetkilileri tarafından Irak’ta direnişin devamı ABD’nin çekilmesine 
engel olarak gösteriliyorsa da ABD’nin Irak halkının gözünde hiç bir 
meşruiyeti bulunmayan askerî mevcudiyetinin, bu direnişi büsbütün 
körüklediği de bir gerçektir. Bu satırların yazıldığı Mayıs 2005 tarihi 
itibariyle bu hususla ilgili olarak bir durum değerlendirmesi yapıldığında; 
ABD’nin Irak halkının acil ihtiyaçları olan işsizlik, elektriksizlik, güvenlik 
ve hayat pahalılığına çözüm bulma konularıyla ilgili olarak henüz 
tatminkâr bir ilerleme kaydedemediği görülmektedir. Irak’ta ABD’nin 
başta güvenlik ve yeniden yapılandırma olmak üzere amaçlarını 
gerçekleştirdiği yönünde herhangi bir işaret görülmeksizin askerî 
kayıpların sürekli artması durumunda, bir noktada ABD kamuoyunun 
Irak’tan çekilme üzerinde ısrar etmesi beklenebilir. Son kamuoyu 
yoklamalarında, ABD’de halkın Irak politikasını daha az desteklediği 
şimdiden ortaya çıkmıştır. 1970, 1980 ve 1990’lı yılların ilk yarısında 
Vietnam, Lübnan ve Somali örneklerinde görüldüğü gibi Irak’ta da 
ABD’nin aşağıda ayrıntıları tartışılacağı gibi kayıplarını en aza indirmeye 
çalışarak Irak’tan çekilme iradesini göstermesi beklenebilir. 
. ABD’nin Irak’taki askerî varlığı sürsün ya da sürmesin; özellikle 
Avrupalı müttefiklerinin ve bölge ülkelerinin iş birliği olmadan Irak’ta 
başarılı olması beklenemez. ABD’nin Irak’tan çekilmesi artan kayıplarını 
durduracağı gibi ABD’nin bölge ülkeleri ve halkı gözündeki bozulmuş 
imajını da bir dereceye kadar düzeltebilecek, onları kendi menfaatlerinin 
de gerektirdiği gibi Irak’ta istikrarın temini hususunda katkı yapmaya 
teşvik edebilecek ve ABD’ye bu ülkelerle Irak işgaliyle başlayarak 
bozulma sürecine girmiş görünen ilişkilerini tekrar onarıp yeni bir 
başlangıç yapma imkânı sunabilecektir. 


Bu durumda ABD’nin Irak’tan çekilme durumunun şartlarını, Irak 
içindeki karşıt gruplar, Irak’a komşu ülkeler, bölge ülkeleri ve Avrupalı 
müttefikleriyle belli anlaşmalara bağladıktan sonra Irak’tan (mevcut iç 
karışıklığın sürüyor olmasına rağmen) çekilmesi beklenebilir. 

. Bu çerçevede, ABD’nin Irak’a komşu ülkeler olan Türkiye, İran ve 
Suriye ile bu ülkelerin ABD’nin çekilmesi sonrasında Irak’ın iç işlerine 
karışmaması için çetin diplomatik pazarlıklara girmesi ve bu 
görüşmelerde Irak’tan çekilmesini bir koz olarak kullanması beklenebilir. 
. Aynı görüşmelerde bölgesel istikrarla ilgili olan önemli konular 
üzerinde ABD’nin bölge ülkeleri; özellikle de Mısır, Suudi Arabistan ve 
Ürdün gibi geleneksel olarak ABD ile iş birliğine eğilimli olmuş Arap 
ülkeleri ile yeniden bir değerlendirme ve uzlaşmaya gitme çabaları 
göstermesi beklenebilir. Bu konuların en önemlileri İsrail-Filistin, Arap-
İsrail uyuşmazlıkları, İran’la uzlaşma, bölge ülkeleriyle ABD arasındaki 
ilişkileri geliştirme ve bölgede demokratikleşmenin sağlanması gibi 
konular olması beklenebilir. 
. Avrupalı müttefikler ile kurulacak diyaloglarda ise ABD’nin 
kuvvetlerini Irak’tan çekmesini takiben NATO’nun Irak’ta direkt bir rol 
üstlenmesi konusu üzerinde ısrarlı olması beklenebilir. Daha şimdiden 
ABD resmî söylemlerinde, Avrupalı müttefikleri NATO’nun Bağdat’taki 
askerî eğitim misyonuna daha fazla katkıda bulunmaya çağırmakta, 
Afganistan’da ise ISAF ile ABD askerî harekatını ortak bir NATO 
kumandası altında birleştirme çağrıları yapmaktadır. Her ne kadar NATO 
cephesinde şu an için Irak ile ilgili daha fazla taahhütler alınması 
konusunda bir çekingenlik hâkimse de bu çağrıların ABD’nin Irak’tan 
çekilmesi için ABD tarafından öne sürülen şartlardan biri hâline gelmesi 
beklenebilir. Bu durumda NATO’nun tek Müslüman ülkesi Türkiye’nin 
diğer Avrupalı NATO üyeleri tarafından öne sürülüp, bu ülkeden Irak’ta 
aktif askerî misyonlar istenmesi gündeme gelebilir. NATO’nun 
Türkiye’nin NATO sahası dışındaki bir bölgede askerî misyonlar 
üstlenmesi hususundaki beklentileri özellikle Sovyetler Birliği’nin 
Afganistan’ı işgali sonrası dönemden beri çeşitli vesilelerle gündeme 
gelmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde genişleme yolundaki Avrupa 
Birliği üyeleri açısından Orta Doğu bölgesinin istikrarı daha da önemli bir 
hâle geldiği için Avrupalı NATO üyeleri bakımından böyle bir senaryonun 
gündeme gelmesi eskisine oranla daha fazla olasıdır. NATO şimdiden 
Polonya’nın Irak’ta çok uluslu güçler içinde öncü rol üstlenmesini 
desteklemiştir. 
. NATO dışında, ABD’nin çekilme durumunu takiben Birleşmiş 
Milletler Örgütü’nün de Irak’ta direkt olarak devreye girmesi beklenebilir. 
ABD açısından bakıldığında, BM’nin Irak’ta faaliyette bulunmasının ABD 
tarafından Irak’ta başlatılmış olan siyasi geçiş sürecine uluslararası 
meşruiyet kazandırması gibi bir getirisinin olması ve bu bakımdan ABD 
politikalarının uluslararası tepki çekmeden sürdürülmesi gibi bir 
beklentinin doğması beklenebilir. ABD Kongresi’nde Bush yönetiminin 
mevcut Irak politikasına yöneltilen eleştiriler içinde sürekli olarak 
vurgulanan bir husus; Irak’taki ABD misyonunun aslında askerî değil 
siyasi olduğu ve ABD yönetiminin bu hususu sürekli olarak göz ardı 
etmiş olduğudur. Bu eleştiri noktasından yola çıkıldığında ve ABD dış 
politikasının Soğuk Savaş sonrası dönemindeki gelişimine bakıldığında, 
ABD’nin bu yeni dönemde gelişmekte olan ülkelerdeki temel 
fonksiyonunun devlet ve millet oluşturulması yönüne doğru gittiği 
görülecektir. Somali’deki başarısızlıklar, Balkanlarda bu hususta 
karşılaşılan güçlükler düşünüldüğünde ABD’nin bu çeşit misyonları 
sadece kendi olanaklarıyla götürmesi beklenemez. Her ne kadar ABD 
Başkanı Bush, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde benzer 
misyonları Almanya ve Japonya’da kendi başına ve başarıyla 
tamamlamış olduğunu söylüyor ve bu olayları ABD’nin bugünkü Orta 
Doğu politikası için referans noktaları olarak kullanıyorsa da Irak’taki 
durumun Almanya ve Japonya’nın durumundan ortak bir etnik köken, dil, 
kültür, ortak bir düşman anlayışı gibi konularda önemli farklılıklar arz 
ettiği açıktır. Ayrıca her şeyden önce kendilerini bir millet olarak 
tanımlamayan bu etnik gruplardan hürriyet, eşitlik, halkın hükümranlığı, 
serbest piyasa ekonomisi, hukukun üstünlüğü gibi değerlere dayalı 
Amerikan modeli bir federal devlet inşa etmenin zorlukları da ortadadır. 
Bütün bu gerçekler ABD Kongresi’nin Uluslararası İlişkiler komitelerinin 
önemli şahısları tarafından açıkça görülmekte ve ABD yönetiminin olaya 
Amerikan gözlüğüyle bakma eğilimi paylaşılmamaktadır. Zaten ABD’nin 
Almanya ve Japonya ile ilgili performansı Vietnam ve Somali’deki 
başarısızlık örnekleriyle şimdiden oldukça gölgelenmiş durumdadır. Bu 
açılardan bakıldığında, ABD Soğuk Savaş sonrası dönemde dış 
politikasında ne kadar tek taraflı davranmak kararlılığında olursa olsun; 
ABD’nin bu çeşit misyonlarda yetkiyi BM ile paylaşmak zorunda kalacağı 
düşünülebilir. Bu çerçevede düşünüldüğünde BM’nin Irak’ta politik 
kalkınma, insancıl yardım, adalet sisteminin yeniden inşası ve savaş 
suçlularının yargılanması, petrol endüstrisinin geliştirilmesi ve petrol 
zenginliğinin paylaşılması gibi bazı önemli konularda direkt yetkiler 
üstlenmesi öngörülebilir. Bu durumda ABD, Güvenlik Konseyi’nde, yani 
geri planda kontrolü sağlamak yoluna gidecektir. 
. Tabii ki yukarıda değindiğimiz Irak’ta federal bir millî devlet inşa 
edilmesi zorluklarının sadece ABD tarafından kendi başına değil, BM 
tarafından da üstesinden gelinemeyeceği düşünülebilir. Dolayısıyla 
Irak’taki yetkisini BM’ye devretmeye hazır olan bir ABD’nin Irak’ın etnik 
bazda parçalanması ihtimaline de hazır olduğu kabul edilmelidir. Bu 
hususta son zamanlarda gerek ABD Kongresi’nde gerekse de akademik 
camiada yapılan değerlendirmelerde; Irak’ın toprak bütünlüğünü bir 
federasyon çerçevesinde korumanın ABD’nin çıkarlarına hizmet 
etmeyeceğini savunan tezler öne çıkmaktadır. Bu tezlerde, Irak’ta 
federasyon yerine konfederasyon türü bir yapının, yani etnik ve dinsel 
bazda tam olarak kendini yönetmeye yetkili devletlerden (ki bu 
bağımsızlık ilan ederek konfederasyondan ayrılma hakkını da 
içermektedir) oluşmuş konfedere bir devletin, ABD’nin Orta Doğu 
bölgesindeki çıkarlarına ve özellikle bölgesel istikrara hizmet edeceği 
fikri öne çıkmaktadır. Bölge devletleri ve özellikle Türkiye’nin de içinde 
bulunduğu Irak’a komşu devletlerin görüşleriyle taban tabana zıt böyle 
bir tezin ABD yönetimi tarafından benimsenebileceği ihtimali de göz 
önünde bulundurulmalıdır. 

 Map of Iraq CIA World Factbook 

. Irak’ta etnik ve dinsel bazda yapılanmış konfedere bir devlet, bu 
ülkede ABD mevcudiyeti sürerken bizzat ABD tarafından 
yapılandırılabileceği gibi, ABD güçlerinin Irak’tan çekilmesi sonrasında 
geride bırakılmış federasyon yapısının zamanın bir noktasında 
çökmesiyle de ortaya çıkabilir. Bu hususta 1975 yılında başlayan 
Lübnan iç savaşı ve bu gelişmenin bölge genelinde yaratmış olduğu 
istikrarsızlık canlı bir örnek teşkil etmektedir. Böyle bir gelişmenin ortaya 
çıkması durumunda kendi yönetimi ve toplumu içinde muhtemel bir 
bölünme yaşıyor olabilecek bir ABD’nin bölgesel dinamikleri yönlendirici 
bir güç ve politik irade ortaya koyması mümkün olmayabilecektir. 
. Uzmanlar tarafından görünür gelecekte gerçekleşmesi 
öngörülmese de batı ülkelerinde petrol yerine geçebilecek alternatif 
enerji kaynaklarının bulunması durumunda ve hatta bu mümkün 
olamasa bile çeşitli önlemlerle kendisi ve müttefiklerinin Orta Doğu’dan 
petrol ithalini önemli ölçüde düşürmelerinin mümkün olması hâlinde, 
ABD’nin askerî güvenlik boyutu öne çıkan mevcut Orta Doğu 
politikalarının belli bir değişime uğraması beklenebilir. Bu değişimin 
parametrelerini şimdiden öngörülmesi mümkün olmayan o zamanki 
uluslararası konjonktür belirleyecektir. Ancak, bu çalışmada da 
değinildiği gibi petrolün Batı pazarlarına güvenli ve kesintisiz bir biçimde 
taşınması, ABD’nin Orta Doğu bölgesindeki dış politika amaçlarının 
sadece bir tanesini oluşturmaktadır. ABD dış politikasının 11 Eylül’den 
sonra öne çıkan ve uzun yıllar süreceği öngörülen askerî güvenlik 
boyutunun, Orta Doğu bölgesi politikasının petrol dışındaki diğer 
amaçlarıyla doğrudan ilintili olarak ABD’nin bu bölgeye ilgisinin devamını 
sağlayacağı büyük bir olasılıktır. Bu ilginin ABD’nin bölgedeki 
mevcudiyetini ve bölge ülkeleriyle ilişkilerini ne şekilde etkileyebileceğini 
ise bölgesel ve uluslararası dinamiklerin yanında bölgenin önemli 
devletlerinin ABD’ye karşı izleyeceği politikaların belirleyeceğini 
öngörmek mümkündür. 

Bu hususta Türkiye’nin üzerine çetin bir sorumluluk düşmektedir. 
Demokrat Parti yöneticilerinin 1950’li yıllarda ABD ile ilişkilerin bazı 
önemli nüanslarını ayarlamada ve Orta Doğu bölgesine karşı izledikleri 
dış politikada birtakım önemli hatalar yapmış oldukları, sonuçlarıyla 
birlikte ortaya çıkmış olan bir gerçektir. Ancak kuruluşundan bu yana 
geçen süre içinde 1950’li yıllar da dâhil olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti 
hiçbir zaman ABD’nin “piyon”u olmamıştır. Aradan geçen süre içinde ve 
özellikle de 11 Eylül dönemi sonrasında, 1950’li yılların uygulamalarına 
bir geri dönüş yaşanmamışsa da Türkiye’nin dış politikasının dayandığı 
dengeleri uygulamak oldukça güçleşmiştir. Irak sonrasında bunun daha 
da güçleşmesi beklenebilir. Ancak denge politikasının alternatifi de 
gözükmemektedir. Bu çalışmada tartışıldığı şekilde hâlen Orta Doğu 
bölgesinde dış politikasını uygulama hususunda oldukça müşkül bir 
durumda bulunan ABD, Türkiye’nin bölgedeki tecrübesi, rolü ve önemine 
binaen iş birliğine her zaman ihtiyaç duyacaktır. Bu durumu iyi 
değerlendirerek ABD’ye karşı eğitici, öğretici ve gerektiğinde kesin bir 
hayır demek de dâhil olmak üzere frenleyici bir tutum izleyen Türkiye’nin, 
bu tutumuyla ABD’nin Orta Doğu politikalarında daha isabetli 
davranmasını mümkün kılabileceği öngörülebilir. Bu değerlendirmeler 
ışığında üç adet senaryo oluşturulmuştur. 

 1. Birinci Senaryo: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan 
Çıkmaması; 

ABD’nin Irak halkının gözünde hiç bir meşruiyeti bulunmamasına 
ve askerî mevcudiyetinin direnişi körüklemesine rağmen, çeşitli askerî, 
politik ve ekonomik zorunluluklar karşısında sonsuza kadar Irak’ta 
kalması da beklenemez. Ancak “onurlu bir geri çekilmenin” de 
gerekçesini hazırlaması gerekecektir. Bu bağlamda; 

 a. ABD, hükümeti Iraklılara devretme süreci içinde, Irak’ta kendi 
önceliği olarak gördüğü güvenliğin sağlanması hedefi doğrultusunda 
Iraklılardan oluşmuş bir polis ve asker gücünün oluşturulmasına ve bu 
gücün etkin şekilde güvenliği devralmasını temin etmeye ağırlık 
verecektir. 

 b. Bu şekilde güvenliğin mümkün olduğunca hızlı bir biçimde 
Iraklılara devri süreci içinde, ABD’nin kendisi Irak’ın zaruri altyapı 
ihtiyaçlarını temin etmeye ve zaruri altyapı meselelerini çözmeye 
yoğunlaşacak, bu hususta gayret gösterecektir. 

 c. Bu vasıtalarla, Irak halkı gözündeki meşruiyetini arttırmaya 
çalışarak iç düzen sorununu Irak halkının kendi sorunu hâline 
getirecektir. Bu yolla halkın sivil Irak yönetimini desteklemesini 
sağlamaya çalışacaktır. 

 ç. ABD; Savunma, İçişleri ve Petrol Bakanlığı gibi önem verdiği 
bazı bakanlıklardaki önceden kendi uygun bulduğu yapılanmaları kontrol 
altında bulunduracak; bu gibi bakanlıklarda yapılacak atamaların kendi 
tercihlerine uygun yapılmasını temine çalışacaktır. 

 d. Irak Anayasası’nın kabulünü sağlayarak sivil idarenin etkin bir 
biçimde hükümet görevini üstlenmesini temin etmeye ve bu çerçevede 
Irak’ın toprak bütünlüğünü koruyacak federatif bir yapının korunmasını 
sağlayacak şekilde etnik ve dinî gruplar arasında uyum ve dengelere 
dayalı bir iş birliğinin altyapısını hazırlamaya çalışacaktır. 

2. İkinci Senaryo: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli 
Olarak Irak’tan Çıkabileceği; 

 a. Irak’ta mevcut iç karışıklığın sürüyor olması; Irak’ın 
komşularının Irak’ın içişlerine karışmalarını sürdürmeleri ve İran faktörü 
gibi ABD’nin Irak’tan çıkmasını zorlaştıran birtakım sebepler 
bulunmasına rağmen, yukarıda da değinilen askerî, politik ve ekonomik 
zorluklar karşısında ABD 2006 yılından itibaren Irak’taki güçlerini 
kademeli azaltmalara giderek çekebilir. 

 b. Tümüyle çekilme öncesinde, ABD’nin Irak’tan çekilme 
durumunun şartlarını Irak içindeki karşıt gruplar; Irak’a komşu ülkeler; 
bölge ülkeleri ve Avrupalı müttefikleriyle belli anlaşmalara bağlaması 
beklenebilir. 

 c. Bu noktada bir yandan Irak’tan çekilmesinden sonra devam 
edecek olan düzen sağlama işleminde seçilmiş Irak hükümetine 
yardımcı olmaya devam ederken perde arkasında da kontrolü mümkün 
olduğunca elde tutmak, diğer yandan da Avrupalı ve bölgesel 
müttefikleriyle ve genel olarak uluslararası cemiyetle Irak’ın işgaliyle 
bozulmuş olan ilişkilerini düzeltme yolunda yeni bir başlangıç yaparak 
kaybını kazanca çevirmek mantığıyla NATO ve BM gibi kuruluşları 
devreye sokabilir. 

 ç. Bu kapsamda Irak’taki yetkisini bu kuruluşlara devretmeye hazır 
olan bir ABD’nin, Irak’ın etnik bazda parçalanması ihtimaline de hazır 
olduğu kabul edilmelidir. 

 d. Bu çerçevede her ne kadar mevcut durumda federatif bir 
yapının korunması için çaba gösteriyor görünse de zaman içinde 
politikasını değiştirerek etnik ve dinsel bazda yapılanmış konfedere bir 
devletin altyapısını Irak’tan çekilme öncesinde hazırlayabilir ya da 
çekilme sonrasında böyle bir gelişmeye direkt ya da dolaylı yönden 
destek verebilir. 

 e. ABD’nin Irak’tan çekilmesi ertesinde geride bırakacağı federatif 
yapı zaman süreci içinde çökebilir ve bu durum 1975 Lübnan örneğinde 
olduğu gibi bizzat Irak’ın komşularından gelebilecek ve bölgede istikrarı 
tehdit edici dış müdahaleleri gündeme getirebilir. 

 3. Üçüncü Senaryo: 2025 Yılı ve Sonrası (ABD Irak’tan 
Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez) Durumu; 

 a. Batı ülkelerinde petrol yerine geçebilecek alternatif enerji 
kaynaklarının bulunması durumunda ve hatta bu mümkün olamasa bile 
harcamanın kısıtlanması gibi çeşitli önlemlerle ABD’nin kendisi ve 
müttefiklerinin Orta Doğu’dan petrol ithalini önemli ölçüde düşürmelerinin 
mümkün olması hâlinde, ABD’nin askerî güvenlik boyutu öne çıkan 
mevcut Orta Doğu politikalarının belli bir değişime uğraması beklenebilir. 

 b. Petrolün Batı pazarlarına güvenli ve kesintisiz bir biçimde 
taşınması, ABD’nin Orta Doğu bölgesindeki dış politika amaçlarının 
sadece bir tanesini oluşturmaktadır. ABD dış politikasının 11 Eylül’den 
sonra öne çıkan ve uzun yıllar süreceği öngörülen askerî güvenlik 
boyutunun bu ülkenin Orta Doğu bölgesi politikasının petrol dışındaki 
diğer amaçlarıyla doğrudan ilintili olarak ABD’nin bu bölgeye ilgisinin 
devamını sağlayacağı büyük bir olasılıktır. 

 c. ABD’nin bölgedeki kalıcı mevcudiyetinin biçimini ve bu 
mevcudiyetin ABD’nin bölge ülkeleriyle ilişkilerini ne şekilde 
etkileyebileceğini bölgesel ve uluslararası konjonktür yanında bölgenin 
önemli devletlerinin ABD’ye karşı izleyeceği politikaların da 
belirleyeceğini öngörmek mümkündür. 


***

ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ ASKERÎ BOYUTUYLA ELE ALINMASI

ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ ASKERÎ BOYUTUYLA ELE ALINMASI 

Yazan: Ütğm. Salih DURMUŞ 


İçinde bulunduğumuz günlerde yeni Irak hükümetinin ülkedeki 
Amerikan askerî varlığına karşı nasıl bir tavır geliştireceği merak 
edilmekle beraber, Amerika cephesinde ise Irak’ta güvenliği sağlama ve 
terörle mücadeleyi yeni hükümete bırakıp aşamalı olarak geri çekilme 
seçenekleri tartışılmaktadır. 

Irak halkı, Saddam devrildikten sonra ilk kez sandık başına gitti. 
Nüfusun tahminen dörtte birini oluşturan Sünni Araplar seçimi boykot 
ettilerse de, 30 Ocak seçimleri sonucu oluşturulan ve geçtiğimiz 
günlerde uluslararası kamuoyuna açıklanan hükümet, “atanmış değil, 
seçilmiş” olma niteliğini kazanmıştır. 

Hemen hatırlatmakta yarar var ki, Irak halkı şu anda kurucu 
meclisini seçmiş oldu. Bundan sonraki en önemli aşamalardan birisi de, 
Anayasanın oluşturulması ve halkın onayına sunularak meşrulaştırılması 
sürecidir. Anayasa ve seçim sistemi oturduktan sonra yapılacak seçim 
sonucu, oluşturulacak yönetimin, demokrasinin Irak’ta işlemesine katkısı 
büyük olacaktır. 

Seçimler sonrası herkesin aklına gelen soru, yeni hükümetin ABD 
askerî varlığının devamını ne ölçüde kabul edeceğidir. Birçok Şii partisi, 
bunu istemeyeceğini açıkladı. Zira ABD askerî varlığı, seçilmiş de olsa 
hükümeti “kukla” konumuna düşürüyordu. Dolayısıyla, halkın hükümete 
itibar ve itaat etmesini mümkün kılmıyordu. Devlet Başkanlığına seçilen 
Celal TALABANİ ise, ABD askerlerinin çekilmesinin ancak Irak millî 
ordusunun kurulması, devlet düzeninin ve güvenliğinin sağlanmasının 
ardından mümkün olabileceğini ifade etmiştir. Bunun yanı sıra, bu 
gelişmelerin 2006’dan önce gerçekleşme olasılığının çok zayıf olduğunu 
da belirtmiştir. 

Muhtemel çekilme senaryoları, aslında en az Iraklılar kadar 
Amerikalıları da ilgilendiriyor. Amerikalı stratejistler uzun süredir, 
güvenliği sağlama ve terörle mücadeleyi yeni hükümete bırakıp, Irak’tan 
aşamalı olarak geri çekilmeyi tartışıyorlar. Bunun sebebi, ABD’nin Irak’ta 
denetimi sağlamakta yetersiz kaldığına, halkın güven ve desteğini 
kaybettiğine ve Irak’ta zaman zaman güçlenen direniş sebebiyle, 
kayıpların sürekli olarak artacağına olan inançtır. Patlayan her 
bombanın, her ölen askerin Amerikalılara çağrıştırdığı Vietnam Savaşı 
oluyor. 

Nitekim bu konuda yapılan yorumlar, hatanın yine karşı tarafı 
yanlış değerlendirmeden ve hafife almaktan kaynaklandığı görüşünde 
birleşiyor. Strateji ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS) uzmanı 
Anthony Cordesman, “Amerika, direnişi doğru algılamakta zorlandı. 
Direnişçilerin sayısı konusunda hata yaptı.” diyor. Askerî stratejist 
Cordesman, “Irak’ta Direnişin Gelişimi” başlığıyla Aralık 2004’te 
yayımladığı raporda, “Gerçekleri kavrayamamak, Vietnam’da da kaybın 
sebebiydi.” görüşünü dile getiriyor. 

Irak harekâtının başlangıcından itibaren günümüze kadar olan 
süreç içerisinde yapılan ilk ve de en önemli hata, güvenliği 
sağlayamamak olmuştur. Askerî yetkililer, Kongrede Şubat 2003’te 
yaptıkları değerlendirmede, savaş sonrası dönemin de göz önüne 
alınması durumunda, gereken asker miktarının yüz binler olduğunu ifade 
etmişlerdir. NATO’nun Bosna’da yaptığı operasyon ile oransal kıyaslama 
yapıldığında, Irak’ta gereken asker miktarı, yarım milyon olarak ortaya 
çıkmaktadır. Fakat, Irak harekâtı gerek zayiatları, gerekse süresi 
açısından Bush Yönetiminin Amerikan halkına taahhütlerini çoktan 
aşmıştır. Bu bağlamda problemin temelinde ABD’nin, Irak ile 
karşılaştırıldığında muazzam üstünlükteki ordusunun, bu işin içinden 
kısa sürede çıkacağı değerlendirmesi yatmaktadır. 

Harekât öncesi hazırlıklar esnasında, Savunma Bakanlığı 
tarafından askerlere her türlü imkân ve desteğin garantisinin verildiği, 
ancak uygulamanın bundan çok uzak olduğu, Amerikan basınında sıkça 
tekrar edilen hususlardandır. Nitekim, basına bu konuda serzenişte 
bulunan General Shinseki görevden alınmış ve personelin bu konudaki 
fikirlerini dışa yansıtmamaları direktifi verilmiştir. 

Aslında Amerikan Savunma Bakanlığı’nın da ifade ettiği üzere, 
300 000 civarındaki Koalisyon askerleri bu görevi başarabilmek için 
yeterlidir. Ancak bu başarı, meskun mahal muharebesi üzerine eğitilmiş, 
sivillerle iletişim kurabilen, kalabalık psikolojisi üzerine eğitim görmüş 
askerlerle sağlanabilirdi. Oysa Koalisyon askerlerinin ev aramaları, 
gözaltına alma uygulamaları, hükümlülere yapılan işkenceler, basına 
yansımakta ve izleyenleri hayretler içerisinde bırakmaktadır. Bununla 
birlikte, Koalisyon güçleri on binlerce askerini, teknik teçhizatlarıyla 
birlikte sınırlardan sızması muhtemel diğer ülkelerin direnişçilere 
yapacakları yardımları engellemek için görevlendirmişlerdir. Üstelik İran 
İstihbaratının bölgeyi iyi tanıyan, bölge dilini konuşabilen ve Irak 
halkından ayırt edilemeyen görünüşlerinin avantajını kullanan 
ajanlarının, etkin bir şekilde çalışmasına engel olunamamıştır. Bu ajanlar 
tarafından direnişçilere para ve silah sağlandığı, Amerikan istihbaratı 
tarafından değerlendirilmektedir. 

Amerika’nın savaş sonrası muhtemel gelişmeler için geliştirdiği 
stratejilerin “en kötü” duruma göre planlanması gerekirken, oldukça 
iyimser bir yaklaşımda bulunulduğu açıkça görülmektedir. Pentagon 
planlayıcıları, Irak Halkı’nın, savaş sonrası Koalisyon Güçleri’ni, adeta 
bir kurtarıcı gibi görüp, kucak açacaklarını değerlendirmişlerdir. Nitekim 
televizyon kanallarında yapılan röportajlarda bazı Amerikan askerleri, 
Iraklıların kendilerine neden ateş açtıklarını anlayamadıklarını ifade 
etmişlerdir. Bu örnek bile, mevcut durumu anlamaktan ne kadar uzak 
olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Oysa ki askerî stratejide düşman 
imkân ve kabiliyetlerini algılamak ve dost kuvvetleriyle mukayese ederek 
ayrıntılı analiz yapmak, hayati öneme haiz bir konudur. 



Kaynak:www.globalsecurıty.net 

 Bush yönetiminin yaptığı hatalardan biri de gelişen durumlar 
karşısında asker takviyesi yapmayı reddetmesidir. Çatışmalar esnasında 
yapılan değerlendirmeler, hep “Kırılma Noktasının” çok yakında olduğu 
yönündeydi. Vietnam Savaşı esnasındaki düşünceler de bundan pek 
farklı değildi. Savaşın başında birkaç taburla müdahale edileceği 
açıklanmış, fakat ilerleyen zamanlarda günde bir tabur kadar askerin 
kaybedildiği günlerle karşı karşıya kalınmıştı. Irak’taki durumla ilgili 
olarak, kamuoyunda yapılan değerlendirmelere örnek verecek olursak: 
Kongre Silahlı Hizmetler Komitesi üyesi Meehan bu durumu: 

“Saddam yakalandığında direnişin biteceğini umduk. Geçici 
Hükümet’e yönetimi devrettik, direnişin biteceğini umduk. Felluce’de 
sıkıştırdığımızda, direnişçilerin bellerinin kırılacağını umduk. Ancak her 
defasında direniş daha da büyüdü. Saldırılar sıklaştı, daha da karmaşık 
hâle gelmeye başladı.” sözleriyle özetliyor. 

Koalisyon güçlerinin son bir yılda her ay, bin ila 3 bin arasında 
direnişçiyi öldürdüğünü veya yakaladığını hatırlatan Meehan, buna 
rağmen direnişçilerin sayısının 20 binin üzerinde olduğunun ve 200 
binden fazla insanın direnişçilere destek çıktığının tahmin edildiğini 
kaydediyor. Meehan, Irak’ta klasik gerilla savaşı ile karşı karşıya 
olduklarını, ama bu savaşın “ağırlık merkezi” olan halkı kaybettiklerini 
anlatıyor. Son anketlerde Irak halkının, % 92’sinin ABD’yi işgalci olarak 
gördüğünün ortaya çıktığını vurgulayarak, “Sokaklarda ABD askerî 
konvoyları gözüktüğünde veya tepelerinde bir ABD Kara Şahin 
helikopterini gördüklerinde, Irak’ın hükümran bir ülke olduğu söylemi 
anlamını yitiriyor. Sivillere zarar verildiğinde, Saddam’ı devirmekle elde 
edilen kredi tükeniyor. Hatta, direnişçiler sivillere zarar verdiğinde bile, 
ABD, güvenliği sağlamakta yetersiz kalmakla suçlanıyor. Dünyanın en 
güçlü ve en yüksek kapasiteye sahip ordusu, Irak sokaklarında güvenliği 
sağlamakta, denetimi ele geçirmekte yetersiz kalıyor.” diyor. 

Savaştan çıkmış bir ülkenin yeniden yapılanabilmesi için gereken 
unsurlar incelendiğinde dört boyut ön plana çıkmaktadır: 

- Siyasi olarak yeniden yapılanma, 

- Ekonomik yapılanma, 

- Sosyal yapılanma, 

- Güvenliğin tesisi. 

Bu dört öğe bir bütündür. Ekonomik yapılanma olmadan herhangi 
bir sosyal gelişim olamayacağı gibi, güvenlik olmadan da siyasi 
yapılanmanın gerçekleşemeyeceği muhakkaktır. Özellikle de “güvenlik” 
olmadan yapılan bütün ilerlemelerin bir noktada sona ereceği çok açıktır. 
Bu gibi durumlarda, güvenlik her şeyin temelini teşkil eder. Yargılama ve 
cezalandırma yetkileri, ancak devlet tekelinde olmalıdır. Seçim öncesi 
dönemde bu sağlanamadığı için, ABD’nin yönetimi Iraklılara vermesi, 
etkili bir hareket olmaktan çok uzaktır. 

Koalisyonun elindeki imkânları nasıl yanlış ve yetersiz 
kullandığını, Irak Polis Teşkilatını kurma çalışmaları sürecinde de 
yakinen gözleme imkânı bulduk. Başvuru kuyruklarında öldürülenler, 
eksik eğitim ve teçhizat yüzünden hedef durumuna düşen ve hayatından 
olan yüzlerce Iraklı. Yeni Irak Devleti’nin en önemli sembollerinden olan 
Irak Polis Teşkilatı, direnişçilere kolay hedef oldu. Amerikalılarla iletişim 
kuran herkesin hayatı tehlikede imajının uyanmasına neden olundu. 
Özellikle basında da yer alan, cezaevlerindeki işkence olayları tüm 
dünyada Amerikalılara olan güveni çok ciddi boyutlarda sarstı. 
Görevlendirilen Iraklıların öldürülmesi veya kaçırılmasının yarattığı 
olumsuz duruma, bir de sebep olduğu psikoloji eklenince, durum oldukça 
karmaşık bir hâl aldı. Bu sebeple Koalisyon güçlerinin Iraklılarla iletişim 
kuramamasından kaynaklanan iletişim sorunu daha da arttı. Bölge dilini 
konuşan tercümanlar, neredeyse altın kadar değerli duruma geldi. Bu 
konudaki eksiklik de oldukça büyük problem teşkil etmeye devam ediyor. 

Bu gelişmelerin ardından ABD Basınında, Irak’taki kayıp sayısı 
1500’ü geçince, Ordu’nun uzun zamandan beri asker bulmakta güçlük 
çektiği haberleri yer almaya başlamıştır. Özellikle zenci ve kadın 
askerlerin orduda yer almak istememesine karşın, Amerikan vatandaşı 
olmak isteyen göçmenlerin askerliğe başvuru oranları nispeten artmıştır. 
2000 yılında ABD Ordusu’nun %23’ünü oluşturan siyahlar, 2004 yılında 
%14’ün altına düştü. Kadınların oranı da geçen 5 yılda, %22’den %17’ye 
düştü. Kamuoyu araştırmaları, Irak Savaşı karşıtlığının özellikle kadın ve 
siyah askerler arasında yüksek olduğunu göstermektedir. Zaten genel 
olarak da asker bulmakta güçlük çeken ABD, bu konuda maddi tedbirler 
alarak savaşın kendisine olan maliyetini dolaylı olarak daha da 
artırmıştır. 

Irak’ta incelemelerde bulunan sayılı Amerikalı Kongre üyelerinden 
biri olan Marty Meehan, bazı tespitlerde bulunuyor. Saddam devrildikten 
dört ay sonra geldiği Bağdat’ta, sokaktaki sivil halkla görüştüğünü 
belirten Meehan, ocak ayı başında Bağdat’ı yeniden ziyaret ettiğinde, bu 
kez zırhlı araçlar içinde zikzaklar çizerek yol aldıklarını kaydediyor. 25 
Ocak 2005’te, ABD’nin sayılı think-tank kuruluşlarından Brooking 
Enstitüsü’nde konuşan Meehan, iki yılda Irak’a askerî amaçla 150 milyar 
dolar harcandığını, şimdi 80 milyar dolar daha bütçe talebinde 
bulunulduğunu hatırlatarak, “Amerikan vergi mükellefleri her hafta iki 
milyar doları Irak’a vermek istemiyor.” diyor. 


Geçmişte ABD’nin Kosova, Bosna, Haiti, Somali ve Afganistan 
özel temsilciliği görevlerini yürüten James Dobbins de, “ABD, Irak 
halkının güvenini kazanamadı, kazanamayacak da.” görüşünü 
savunanlardan. Rand düşünce kuruluşunun direktörlerinden biri olan 
Dobbins, Amerika’nın gelinen noktada savaşı kazanmasının üç şartı 
olduğunu belirtiyor: Ilımlı Iraklılar yönetime gelmeli; komşu ülkelerden ve 
uluslararası camiadan destek almayı başarmalı; Amerikan Ordusu’na 
olan bağımlılığı azaltmalı. Dobbins, “ABD liderliğindeki işgal, Iraklıların 
öncülüğünde bir işgale dönüşmeli.” sözleriyle özetliyor bu politikayı. Bu 
görüş de yine ABD’nin çekilme senaryolarına ilham olabilecek nitelikte 
görünüyor. 

Dobbins, Foreign Affairs Dergisi’nde yayımlanan kapsamlı 
incelemesinde çok keskin sonuçlara varıyor: “Irak halkı ve komşu 
ülkeler, ABD’nin Irak misyonunu, meşruiyet ve saygıdan yoksun 
buluyor.” ABD’nin bölgedeki varlığı dramatik bir şekilde değişirse, bu 
algının da kalkacağını belirten Dobbins, o zamana kadar operasyonların 
yerel direnişi teşvik etmeye, komşu halkları radikalleştirmeye ve 
uluslararası iş birliğini kırmaya devam edeceğini söylüyor. 

Bu arada Koalisyon içerisindeki bazı ülkelerin, yavaş yavaş 
Irak’tan askerlerini çekme istek ve girişimleri, ABD ve İngiltere kamuoyu 
tarafından çok sert bir biçimde eleştiriliyor. Bu tür gelişmelerin, Irak’ın 
içinde bulunduğu durumu daha da kötüleştireceği hatta etnik ve siyasi 
bölünmelere neden olabileceği ifade ediliyor. Hatta bu tür gelişmelerin, 
direnişçileri cesaretlendirebileceği ve motive edeceği değerlendiriliyor. 


Kaynak:www.globalsecurıty.net 

Elimizdeki mevcut bütün bilgiler değerlendirildiğinde, şu soru 
aklımıza gelmektedir. ABD Irak’tan çekilmeli, ama nasıl? Daha doğrusu, 
ABD’ye, bölgeye ve Irak’a zarar vermeden bir çıkış stratejisi uygulamak 
mümkün mü? Irak’tan çekilmenin üç yolu var. Birincisi, ABD askerlerinin 
vakit geçirmeksizin tamamen çekilmesi. Irak’ta yeni hükümet tam olarak 
güvenliği sağlayacak ve Irak’ın toprak bütünlüğünü koruyacak hâle 
gelmeden böyle bir çekilmenin büyük riskleri var. Kürtler, Sünniler ve 
Şiiler arasında, Lübnan’da veya Bosna’da olduğu gibi bir iç savaş 
çıkabilir. Direniş büyük oranda eski yönetim mensubu Sünni Araplardan, 
yeni Irak ordusu ve polisi ise, ağırlıklı olarak Şiiler ve Kürtlerden 
oluşuyor. Kanlı bir iç savaş Irak’ın etnik ve mezhepsel tabanda 
bölünmesini gündeme getirebilir. Oluşacak otorite boşluğu veya iç 
savaşın bölgeye yayılması da söz konusu olabilir. Şiilerin İran’dan 
destek almaları, Türkiye’nin Kerkük veya Türkmenler sebebiyle bölgeye 
müdahil olması gibi. Bu endişeler sebebiyle, ABD’nin hemen çekilmesi 
pek tasvip görmüyor. 

ABD askerinin sayısını artırarak veya koruyarak, Irak’ta tam 
istikrar sağlandıktan sonra çekilmek ise bir diğer öneridir. Bush yönetimi 
içerisindeki etkili yeni-muhafazakar (neocons) grup, bu görüşü 
savunuyor. Yeni muhafazakarların etkili ideologlarından Weekly 

Standard dergisi editörü William Kristol, Brooking Enstitüsü’ndeki bir 
konferansta bu görüşü dile getirdi. Ancak, Irak’ın ABD askerî varlığı 
altında istikrara kavuşması zor olacağı gibi, bu daha büyük ekonomik 
faturaları da üstlenmeyi gerektiriyor. Dolayısıyla, bu görüş yeni-
muhafazakarlar dışında pek destek bulmuyor. Irak’tan çekilmenin 
yöntemi konusunda en çok taraftar bulan görüş; Orta Yol. Yani, ABD 
yeni hükümetle mutabakat içinde, aşamalı bir geri çekilme takvimi 
belirlemeli. Acil müdahalelere yetecek az sayıda asker, yerleşim yerleri 
dışındaki garnizonlara konuşlanmalı. Güvenliğin tesisi ve terörle 
mücadele, yeni Irak Ordusu ve Polisine bırakılmalı. Şayet yeni hükümet 
talep ediyorsa, ABD askerinin tamamen çekileceği nihai tarih de 
önceden ilan edilmeli. Nitekim, Kongre üyesi Meehan, ABD’nin, askerî 
varlığını 2006 ortasına kadar, 30 bine düşürmesinin mümkün olacağını 
kaydediyor. Meehan, bu konuda bir raporu Kongre üyelerine 
sunduklarını da söylüyor. 

Foreign Affairs dergisinde yayınlanan yazısında Edward Luttwak 
da, geri çekilmenin uygulamaya konmasıyla, “ABD, Irak’ın kaynaklarını 
sömürmek için orada.” algılamasının değişmeye başlayacağını 
vurguluyor. ABD Deniz Kuvvetleri’ne yakın Rand düşünce kuruluşunun 
uzmanlarından olan Luttwak, “ABD kazanacak mı kaybedecek mi? Bunu 
geri çekilmenin şekli belirleyecek.” diyor. Luttwak; ABD, şehirleri, kasaba 
ve köyleri terk edip hükümete yönelik büyük çaplı saldırıları engellemek 
için çölde büyük garnizonlara çekilse bile, bunun ABD düşmanlığını 
Suudi Arabistan’da olduğu gibi tahrik etmeye devam edeceği görüşünde. 
Yani, ABD tam çekileceğini net olarak ortaya koymalı. 

Irak’ta direnişi ancak Irak yönetimine bağlı Irak ordusunun 
kırabileceğini söyleyen Dobbins de, bunun için Irak hükümetinin, ABD’ye 
olan askerî bağımlılığını azaltması gerektiğini savunuyor. “Direniş, 
direnişçileri öldürerek değil, Irak halkının direnişçilere eleman desteği ve 
mali destek vermesi önlenerek kırılabilir.” diyen Dobbins, terörle 
mücadele kampanyasının askerî ve sivil gayreti, eş zamanlı ortaya 
koyması gerektiğini vurguluyor. Hiçbir halkın, kendisini koruyamayan bir 
orduya destek vermeyeceğini belirten Dobbins, “Halkın güvenliğini 
sağlamak, sivil ve askerî hedeflerin önünde yer almalı. Eğer Irak halkı 
hükümeti değil direnişi desteklerse, çatışmaların değil, ama savaşın 
kaybedilmesi kaçınılmaz olur.” diyor. 

Geri çekilme stratejisinin Irak’ta direnişi kıracağına da inanılıyor. 
Irak direnişinin, Soğuk Savaş dönemindeki komünist direnişten veya millî 
direnişlerden farklılıkları bulunduğuna, komuta merkezinden mahrum bu 
direnişin nihai hedefe dair bir ideolojisi olmadığına dikkat çekiliyor. 

Direnişçileri oluşturan Müslüman mücahitleri, laik Baas elemanlarını ve 
aşırı Şiileri birleştiren tek şeyin “İşgalci Amerikan ordusunu Irak’tan 
atmak” olduğu ve Washington’ın askerî varlığını azaltmasının bu ana 
sebebi ortadan kaldıracağı belirtiliyor. “Bazıları marjinalize olurken, 
bazıları bölünecek ve bazıları da şiddetten uzaklaşıp siyasete 
yönelecek.” diyen Dobbins, ABD’nin, şu ana kadar şiddete başvuranlara 
af ilan edilmesi ve bunların siyasete girmeleri konusunda yeni Irak 
hükümetini cesaretlendirmesini de istiyor. 

ABD’nin Irak’tan çekilme stratejisi konusunda detaylı 
çalışmalardan birini de Uluslararası Krizler Merkezi (ICG) ortaya koydu. 
Bağdat, Amman ve Washington’da görüşmelerde bulunarak 22 Aralık 
2004’te kapsamlı bir rapor yayımlayan merkez, geri çekilme sürecinde 
ABD’ye şu tavsiyelerde bulunuyor: ABD, yeni Irak hükümeti ile 
hükümran bir taraf olarak muhatap olmalı. Yeşil Bölge’de Irak 
hükümetiyle birlikte yer alan büyükelçilik binası hızlı bir şekilde taşınmalı. 
Yeni hükümetle, ABD askerlerinin çekilmesi konusunda şeffaf 
görüşmeler yoluyla bir takvim belirlenmeli; eğer hükümet istiyorsa, nihai 
çekilme tarihi de kararlaştırılmalı. ABD, Irak’ta bir üs peşinde olmadığını 
net ilan etmeli. Irak’ı bölge için bir “model” olarak göstermekten veya 
terörle mücadelede “cephe” olarak adlandırmaktan kaçınmalı; ABD, 
Peşmergeler gibi yerel silahlı gruplarla ya da parasını bizzat kendisinin 
ödediği milislerle iş birliği yapmaktan vazgeçmeli. 

Yapılan tavsiyeler arasında ABD’nin “canını yakacak” cinsten 
olanlar da var: Askerî operasyonların hedefi direnişçileri yok etmek değil, 
sivil halkı korumak olmalı. Tutuklama, gözaltına alma yöntemleri 
değişmeli, cezaevi şartları iyileştirilmeli; ABD, sivil kayıpları en aza 
indirmeli, mağdurlara tazminat ödeyeceğini ilan etmeli; yeni hükümet, 
işgal sonrası özellikle koalisyon güçlerinin insan hakları ihlallerini 
incelemek üzere bir komisyon kurmalı ve kurbanlara tazminat önermeli. 
ABD, Irak Savaşı’nın ekonomik sonuçlarını sömürme peşinde 
olmadığını, Irak’ın petrol gelirlerini almayacağını açıklamalı; yeni 
hükümet, bağımsız ekonomi kurumları oluşturup gerekirse geçiş 
döneminde verilen ihaleleri elden geçirmeli. Bunların ABD firmalarına 
verilmesi konusunda da ABD baskı kurmamalı. 

Irak’tan geri çekilmeyi gündeme getirip de bunun diplomatik 
girişimlerle eş zamanlı gerçekleştirilmesi gerektiğini vurgulamayan 
hemen hemen yok gibi. ABD’nin özellikle Afganistan ve Bosna 
tecrübelerinden faydalanması öneriliyor. Bu görüşü dile getirenlerden 
Dobbins’e göre, Bush yönetimi 1990’ların ortalarında Balkanlar’da, 11 
Eylül sonrasında Afganistan’da yaptığı gibi, Irak özel temsilcisi atayarak 
bir dizi uluslararası girişime başlamalı. Bu girişimlerin merkezinde 
ABD’nin İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya gibi büyük müttefikleri ve 
belki AB’nin yer alması gerektiğini belirten Dobbins, bir diğer görüşme 
atağının da Irak’ın komşuları ve bölge ülkeleri ile yürütülmesi gerektiğini 
vurguluyor. BM, NATO, Arap Ligi ve 56 üyeli İKT gibi uluslararası 
kuruluşlara bu süreçte daha büyük roller verilmesini savunuyor: 
“Komşulardan İran’la temas ABD için en zor olanı. Ama, şu bilinmeli ki, 
İran’ın desteği kazanılmadan Irak’ta istikrarın sağlanması çok güç. ABD, 
11 Eylül sonrasında Afganistan konusunda İran’la başarılı bir iş birliği kurmayı başarmıştı.” 


 Kaynak:www.globalsecurıty.net 

ABD’nin, Irak’ta bölgesel ve uluslararası fikir birliğini sağlamak için 
başlangıç olarak BM’den, daimi üyeleri, Irak’ı ve Irak’ın komşularını içine 
alan bir “danışma grubu” oluşturmasını talep etmesini öneren Dobbins, 
“Bosna için kurulan Barışı Uygulama Konseyi bunun için model alınabilir. 
Afganistan için ABD ve Rusya’nın yanı sıra 6 komşu ülkenin yer aldığı 
bir konsey kurulmuştu.” diyor. Dobbins’e göre, bu çekirdek grup, Irak’ın 
istikrarına katkıda bulunmak veya barış gücü desteği vermek isteyen 
diğer Arap ve İslam ülkelerine de açık olmalı. 

Sonuçta, yeni hükümetle uyum içinde ABD’nin bir takvim dâhilinde 
geri çekilmesi ağır basıyor. Bunda ABD’nin Irak halkının “kalbini ve 
beynini” kazanamaması, dolayısıyla direnişin güçlenmesi önemli rol 
oynuyor. Ancak ABD, geri çekilmesinin bir “hezimet” gibi algılanmaması 
ve Irak’ta bir iç savaş veya bölgesel krize sebep olacak bir bunalımın 
doğmaması için bunun aşamalı olarak gerçekleşmesinden yana. 
Dolayısıyla, tam çekilme iki yıldan önce gerçekleşmese bile, bu süre 
zarfında aşamalı olarak kuvvet çekilmesi gündemde olacak. 

Ayrıca ABD, Türkiye ile yaşadığı tezkere problemi üzerine bir 
daha böyle bir sorun yaşamamak için yeni girişimler geliştirmekte. Bu 
bağlamda NATO’da üst düzey komutanlık yapan General James Jones, 
9 Mart Çarşamba günü Temsilciler Meclisine hitaben yaptığı 
konuşmada, Bulgaristan ve Romanya’da Amerikan üsleri kurma konulu 
müzakerelerin çok yakında başlayacağını söyledi. Jones, Pentagon’un 
güç kaydırma planlarında “kuramsal noktayı geçip başlama noktasına “ 
geldiğini söyledi. General, Pentagon’un tüm dünyadaki güçlerini yeniden 
yapılandırma planları çerçevesinde, iki Balkan ülkesine 3 bin ila 5 bin 
askerden oluşan bir rotasyon tugayı yerleştirileceğini belirtti. Bulgaristan 
ve Romanya’ya “olağanüstü konukseverliklerinden” dolayı övgüde 
bulunan Jones, ABD Avrupa Komutanlığının bir kısmını bu ülkelerin 
topraklarına kurma arzusunu dile getirdi. Bu girişim ABD’nin uzun 
dönemli stratejileri açısından çok şey ifade etmektedir. Zira Orta Doğu’ya 
olan ilgi ve müdahalenin, ABD tarih sahnesinde var olduğu sürece 
devam edeceği değerlendirilmektedir. 



***

ABD'NİN IRAK'TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ EKONOMİK AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ BÖLÜM 2

ABD'NİN IRAK'TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ EKONOMİK  AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ BÖLÜM 2



Ç. Ulaşım 

Irak’ın 2003 savaş öncesinde, oldukça gelişmiş ulaşım ağına 
sahip olduğu bilinmektedir. Bu dönemdeki verilere göre, karayolu 
uzunluğunun yaklaşık 45.550 km civarında olduğu tahmin edilmekte ve 
oldukça iyi bir karayolu altyapısına sahip bulunmaktaydı. Yine 2003 yılı 
verilerine göre, ülkenin 1.963 km demiryolu ağı bulunmaktadır. 1015 km 
olan denizyolu ile ulaşım için ise üç liman bulunmaktadır. Son savaştaki 
tahribat tam olarak bilinmemekle birlikte havaalanı sayısının yaklaşık 
150 tane olduğu tahmin edilmektedir. Ham petrol için 4.350 km, petrol 
ürünleri için 725 km ve doğal gaz için de 1.360 km boru hattı 
bulunmaktadır (The World Factbook 2003). 

d. Dış Ticaret 

Irak’ın dış ticareti içinde petrolün payı, 1950’lerden bu yana 
giderek artmıştır. Petrol gelirlerinin önemli tutarlara ulaşması diğer ihraç 
kalemlerinin ihmal edilmesine neden olmuştur. Petrol ihracatı ve dünya 
petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar, Irak’ın ödemeler dengesinin temel 
değişkenleridir. 1990 yılında uygulamaya konan ambargo sonrası 
sadece ham petrol ihracatına izin verilmektedir. 1980’lerin sonlarında 
Irak’ın ihracatının %95’ini petrol oluşturduğu için, ambargo Irak’ın ihracat 
yapısında fazla bir değişikliğe neden olmamıştır. 


Tablo 3 Irak’ın Dış Ticaret Göstergeleri (Milyar $-2002) 
Kaynak: The Economist Intelligence Unit, December 2001-2003 Country Report. a EIU tahmini 

Tablo 4 Irak’ın Dış Ticaretinde Başlıca Ülkeler (2002) 
Kaynak: The Economist Intelligence Unit, December 2001-2003 Country Report.  a :Tahmini 

Irak’ın ithalat ürünleri de çok fazla çeşitlilik göstermektedir. Irak’ın 
yerli üretimi sınırlı olduğu için ihtiyaçlarının büyük bir kısmını ithalat 
yoluyla karşılamaktadır. Ancak ithalatın BM Yaptırımlar Komitesi 
tarafından onaya tabi olmasından dolayı, ithalat miktar ve çeşitliliği 
büyük ölçüde sınırlanmıştır. 1997 yılında ambargonun hafifletilmesinden 
sonra, Irak’ın dış ticaret hacmi hızla artmaya başlamıştır. Dış ticaret 
hacmi 1999 yılında 19,5 milyar dolar olmuş, 2000 yılında 31,7 milyar 
dolara yükselmiş, 2001 yılında 27,5 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 
Dış ticaret dengesi sürekli Irak lehine fazla vermektedir. 1999 yılında 5,9 
milyar dolar olan dış ticaret fazlasının, 2000 yılında 9,5 milyar dolar, 
2001 yılında 5,5 milyar dolar, 2002’de ise 5.2 milyar dolar olarak 
gerçekleştiği tahmin edilmektedir (Tablo 3). 

Yıllar itibariyle ihracattaki artış, ithalattaki artışın üzerinde gerçekleşmiştir. İhracat 1999 yılında 12,7 milyar dolar iken, 2000 yılında 
yaklaşık % 66 artarak 20,6 milyar dolara yükselmiştir. 2001 yılı ihracat miktarının 16,5 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. Irak’ın 
ihracatının büyük bir bölümü (tahminen yüzde 95’i) ham petrolden oluşmaktadır (Tablo 7). Petrol ihracatından elde edilen gelirlerin yüzde 
33’ü, ABD işgaline kadar Birleşmiş Milletler Tazminatlar Fonu ve idari giderleri için kesilmiştir. Irak’ın ihracat yaptığı ülkelerin başında ABD, 
İtalya, Fransa, İspanya ve Hollanda gelmektedir (Tablo 4). Bu ülkelere ait firmalar Irak’tan ham petrolü alıp, petrol ithal eden ülkelere 
satmaktadır. 

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 1284 sayılı kararı ile Irak'ın 
petrol ihracatına getirilen sınırlamanın kaldırılması, petrol üretim 
kapasitesinin artırılması amacıyla önemli kaynak ayrılması ve petrol 
fiyatlarının önceki yıllara göre yükselmesi, 2000’li yılların başında Irak'ın 
ithalatının artmasına neden olmuştur. Irak’ın 2000 ithalatının bir önceki 
yıla göre yüzde 38 artarak 11,1 milyar dolara yükseldiği ve 2001 
ithalatının 11 milyar dolar düzeyinde olduğu tahmin edilmektedir. Bu 
değerlerde 2002 yılında düşüş görülmüş; bu yıl tahminî olarak ithalat 13 
milyar dolar, ihracat ise 7.8 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiştir. 2003 
öncesi verilere göre; Irak’ın ithal ettiği başlıca ürünler temel gıda 
maddeleri, dayanıklı tüketim malları, ilaç ve tıbbi malzeme ve cihazlar, 
ulaşım araçları ve yedek parçaları, demiryolu malzemeleri, makineler, 
elektrik malzemeleri ve teçhizat, içme suyu ve kanalizasyon sistemlerinin 
yenilenmesinde kullanılan malzeme ve teçhizat, tarımsal alet ve 
makineler, iş makineleri, telekomünikasyon malzemeleri, eğitim araç, 
gereç ve malzemeleri, petrol üretiminde kullanılan malzeme ve 
teçhizattır (Tablo 5). İthalatta ilk sıraları alan ülkeler, Fransa, Avustralya, 
İtalya, Almanya, Çin ve Rusya’dır (Tablo 4). 


Tablo 5 Irak’ın Başlıca İthalat Maddeleri 
Kaynak: ITC-Interactive Trade Map 



Tablo 6 Irak’ın Başlıca İhracat Maddeleri 
Kaynak: ITC-Interactive Trade Map 

Irak 2000’lerin başında, dış ticarette önemli gelişmeler kaydetmiştir. Irak ile Suudi Arabistan arasındaki Arar sınır kapısı, 2001 
yılının Ocak ayında açılmıştır. Yine 2001 yılında Suriye ve Mısır’la Serbest Ticaret Anlaşması imzalanmış ve Dubai’ye günde iki kez gemi 
seferlerine başlanmıştır. Avusturya ise Bağdat’taki Ticaret Müşavirliğini yeniden açmıştır. 

4. ABD’nin Irak'a İlişkin Ekonomik Hesapları 

ABD’nin uluslararası çatışmalarının altında yatan en büyük faktörün ekonomik nedenler olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. 
Bu nedenle, ABD’nin dış politika hedeflerinin temellerinin anlaşılabilmesi için ekonomik nedenlere dikkati çekmek gereklidir. Ulusal güvenlik 
politikalarının ekonomik sonuçlarının iki temel dayanağı olduğu ileri sürülmektedir. Birincisi askerî araçların ekonomik etki yapmak üzere 
kullanılması, ikincisi ise, ekonomik araçların askerî araçları tamamlar bir biçimde veya onların yerine kullanılmasıdır. Birinci nedende araştırılması 
gereken, askerî araştırma ve geliştirme çalışmalarının ticari açıdan değer yaratacak hareketlenmeyi nasıl sağlayacağının ortaya konmasıdır. 
Askerî gruplar, hava ulaşımı, lojistik, mühendislik ve tıbbi hizmetlerin, acil yardım, ekonomik kalkınma veya ulus inşa etmek için kullanılması ilk 
olarak akla gelen araştırmalardır. ABD askerî üretimi ve ihracat politikaları, diğer ülkelerin tehlikeli silahları üretmesini durdurmak için 
kullanılması, ABD istihbaratının ekonomik amaçlarla kullanılması gibi hususlar da bu konu kapsamında düşünülmüştür (Köni 2005; s. 400). 

Bir başka açıdan değerlendirdiğimizde; Irak’a müdahalenin de bir parçasını oluşturduğu ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi dâhilinde, 
ABD’nin ekonomik açıdan büyük bir üstünlük elde edeceği düşünülmektedir (Öztürk; 2005, s. 7). Zira gelişmekte olan ülkelerden 
oluşan bölgede, henüz ülkelerin yeraltı ve yer üstü kaynakları tam olarak kullanılmamış durumdadır. Üstelik bölge ABD için önemli bir pazar ve 
projelerini hayata geçirebileceği verimli bir potansiyel alan durumundadır. 

Bütün bunlar dikkate alındığı zaman ABD’nin Irak’a saldırısındaki temel amacın, savaş süresince ve sonrasında ekonomik olarak 
kendisine bazı çıkarlar sağlayacak ortamı yaratmak olduğu ifade edilebilir. Savaş sırasındaki harcamalar, özellikle silah ve diğer savaş 
araçları başta olmak üzere, savaş ekonomisinin gelişmesinde önemli bir faktördür. Öte yandan savaşla birlikte ve sonrasında, savaşın tahrip 
ettiği alanların yeniden inşası da ekonomik açıdan inşaat ve ilişkili sektörler için önemli bir ekonomik yarar vaat etmektedir. 

5. ABD'nin Irak'tan Çıkış Senaryoları 

Irak ekonomisindeki hâkim güç olan enerji kaynaklarını hesaba katmazsak, makro senaryo; “ABD Irak'tan çıkacaktır” şeklinde belirlenebilir. 

Buradaki çıkış noktası şu şekilde ifade edilebilir; ABD’nin Irak’ta bulunmasının nedeni, bölgede siyasi istikrarın sağlanması amacını 
taşımaktadır. Ancak bilindiği gibi, işgale ilişkin diğer yorumlar büyük ölçüde ABD’nin bu bölgedeki petrol kaynaklarını kontrol etmek amacında 
olduğu yönündedir. Eğer bu olanaktan söz etmezsek, ABD’nin Irak’tan çıkmasına yönelik görüşler geliştirmek anlamlı hâle gelmektedir. Ancak 
bu durumda, ABD’nin hiçbir ekonomik çıkar gözetmeksizin buradan ayrılmasını düşünmek de çok akıllıca olmayacaktır. Bu durumda ana 
senaryo; ABD’nin Irak’tan çıkacağı ve çıkarken de kendisine ekonomik olanaklar yaratarak bunu yapacağı şeklinde olabilir. Burada ABD Irak 
üzerinden kendisine yeni ekonomik olanaklar yaratırken, Irak da, çöken ekonomisini yeniden ayağa kaldırmak için yıllarca uğraş verecektir. 
Bölgede güçlü bir Irak ihtimali de böylece uzun yıllar ertelenmiş olacaktır. 

ABD’nin Irak'tan çıkacağı varsayımına yönelik olarak geliştirilebilecek mikro senaryolar aşağıdaki şekildedir. 

Senaryo 1. ABD, Irak ekonomisini bir daha düzelemeyecek duruma getirerek çıkabilir. Bu mikro senaryo kapsamında : 

. ABD tarafından Irak ekonomisinin yapı taşları olan üretim birimleri (fabrikalar, sanayi işletmeleri ve ticaret birimleri) çökertilecektir. 
. Öte yandan ekonominin işleyişine olanak sağlayan, ulaşım ağları, enerji tesisleri, elektrik santralleri, doğal gaz hatları, petrol aktarım 
tesislerinin tahrip edilmesi sonrasında hem üretimin, hem de ticaretin önü tamamen kesilecektir. 

Şu an Irak’ta görünen durum, bu tanımlamadan çok farklı değildir. 
ABD ekonomik birimleri fark gözetmeksizin büyük ölçüde tahrip etmiş 
durumdadır. Bu senaryo ise, mevcut durumda kalanların da tamamen 
yok edilmesi üzerine geliştirilebilir. Bu mikro senaryo bağlamında; Eğer 
ABD Irak’tan çıkarsa büyük ihtimalle kalan ekonomik birimler de 
tamamen tahrip edilecektir. 

Senaryo 2. Bu ekonomik çöküşten yarar sağlamak isteyecek olan ABD, 
çöken Irak ekonomisini tekrar iyileştirmek için, kendi olanaklarını 
kullanabileceği bir ortam yaratabilir. 
Irak ekonomisini düzeltme yollarının ABD için ne tür getirisi 
olacağına bakıldığında şu olasılıklar kaşımıza çıkmaktadır: 

. Öncelikle yenilenecek ortamların yeni mimarı kendisi olacaktır. 
Tamamen tahrip edilen şehirlerin yeniden inşası için harekete geçecek 
olan ABD’nin, inşaat ve yan sanayiden önemli bir çıkar sağlayacağı son 
derece açıktır. 
. ABD müttefiklerini Irak’ın yeniden inşasında bu olanaktan 
yararlandırarak, aynı zamanda dolaylı çıkar da sağlayacaktır. 
. Komşu devletlere sunacağı bazı olanaklarla onların üzerinde 
ilave bir kontrol sağlayacaktır. Örneğin bazı işleri taşeron olarak 
yaptırabileceği gibi, geçici iş gücünü buralardan sağlamayı da tercih 
edecektir. 

Senaryo 3. ABD, Irak ekonomisini İsrail ile birlikte ortaklaşa onarma 
girişiminde bulunabilir. 

ABD’nin İsrail’le bu tür bir iş birliğini gerektiren nedenler ve bunun 
ABD ve İsrail’e sağlayacağı olası avantajlar şunlardır: 

. Öncelikle, ABD’nin Orta Doğu’daki en önemli müttefiki İsrail 
buradan mutlaka bir pay almak isteyecektir. ABD her zamanki klasik 
fonksiyonunu yerine getirerek, dışarıya bu dayanışma ve koruyuculuk 
mesajını yineleyecektir. ABD destekli bir İsrail daha güçlü bir imaja 
sahip olacaktır. 
. Diğer taraftan ABD’nin İsrail’e sağlayacağı bu olanak karşılıklı iş 
birliğini ekonomik katkı ile de kuvvetlendirecek yeni bir unsur olacaktır. 
. Bu yolla bölge ülkelerine ve bölgedeki etken güçlere ilişkin yeni 
bir mesaj daha verilmiş olacaktır. 
. Bölgede hem siyasi hem de ekonomik olarak güçlü bir İsrail, 
bölgenin gelecek stratejilerinin birinci aktörü olmaya devam edecektir. 
. Böyle bir gelişme bölgedeki diğer ülkelerin rahatsız olmalarına 
neden olacaktır. 

Senaryo 4. ABD çöken ekonomiyi düzeltmek için stratejik öneme sahip 
silah sektörünü devreye sokabilir. 

. ABD’nin Irak ekonomisini yeniden yapılandırmak için silah 
sektörünü kullanması girişiminin ABD için kısa dönemde olumlu, uzun 
dönemde ise olumsuz sonuçları olabilecektir. ABD Irak’a bu yolla yaptığı 
desteğin karşılığında, bu bölgede kontrolü elinde tutmaya ve bunu silah 
sektörünü kontrol ederek yapmaya devam edebilir. Ancak, bölge 
ülkelerinin bu tür bir gelişmeden rahatsızlıkları kaçınılmazdır. Bu gerçek 
bölgede sürekli bir risk unsuru yaratacak faktör olacaktır. 
. Irak ekonomisinin yeniden canlandırılmasının bir yolu olarak 
Irak’ın silah üretimi konusunda faaliyetlerini sürdürmesi sağlanabilir. 
Silah sektörünün canlanması kısa dönemde buradan çıkar sağlayacak 
Irak ekonomisi için de fayda sağlayabilir ve Irak bundan hoşnut kalabilir. 
Ancak orta ve uzun dönemde yukarıda bahsettiğimiz bu girişim bölgede 
dengeleri sarsacaktır. 
. Aynı şekilde Orta Doğu’nun geleceği ve bölgedeki dengeler 
açısından gelişmiş bir silah sektörüne sahip Irak bölgede sıkıntı ve 
istikrarsızlık yaratabilir. Bu olasılık sözü edilen gerekçelerle, bölge 
ülkeleri tarafından dikkatle izlenecektir. 

Senaryo 5. Uyuşturucu trafiğinde; PKK, İran, Pakistan, Afganistan 
duraklarından biri yer değiştirip Irak bu duraklardan biri ve hatta en 
başlıcası olabilir. 

Böyle bir girişim; Irak, ABD ve Orta Doğu için bazı getiriler 
sağlayacağı gibi, sakıncaları da beraberinde getirecektir. Bunlar; 

. Irak bu trafikten yararlanarak örtülü büyük bir ekonomik çıkar 
sağlayacaktır. Böylece savaş sonrası ekonomisini düzeltebilecek ve 
şehirlerini çok daha ucuza yeniden inşa edecektir. 


. ABD kontrolünün devam ettiği bir ülkenin bu tür bir ticari trafikte 
yer alması, ABD’nin bu sektör üzerinde de kontrolünü sağlaması 
anlamına gelmektedir. 
. Bu durum uyuşturucu ticaretinden ciddi ekonomik yarar sağlayan 
diğer bölge ülkeleri tarafından hoş karşılanmayacaktır. 
. Bölgedeki terörist örgütlerin bu kanalla besleniyor olmaları, bu 
durumdan zarar gören ülkelerin (örneğin Türkiye) bu trafikte önder 
olacak bir ülke ile ilişkilerini olumsuz olarak etkileyecektir. 
. Öte yandan, bu yolla ekonomik güç elde eden bir ülke olarak Irak, 
hiçbir zaman gerçek ekonomik performansını kullanmayacak ve kontrol 
edilen ülke konumundan hiçbir zaman kurtulamayacaktır. Bu da ABD’nin 
arzuladığı bir sonuç olacaktır. 

Senaryo 6. Çöken Irak ekonomisinin telafisi için ABD, Arap Orta 
Doğusu’ndan Suriye ve İran gibi ülkeleri Irak’ı yeniden yapılandırmak 
için birer aracı olarak kullanabilir. 

Irak’ın yeniden yapılandırılmasında doğrudan ya da dolaylı rol 
verilecek bölge ülkeleri İran ve Suriye için bu durumun kısa ve uzun 
vadelerde getirisi ve dezavantajının neler olacağı ve ABD için olası 
sonuçları söz konusu olacaktır. Bunlar; 

. Irak ekonomisinin inşası için ABD’nin bölge ülkelerine vereceği 
ihaleler, bu ülkelerin bu durumdan sağlayacakları çıkar nedeniyle kısa 
vadede, ABD kontrolünde bir Arap bölgesi ortaya çıkaracaktır. 
. Bu gelişmenin olumlu tarafı; yeniden yapılanmada yakın ülkelerin 
katkılarının Irak için olumlu ekonomik sonuçlar ortaya çıkarması ve bu 
ülkelerin de bu durumdan önemli bir yarar sağlamalarıdır. 
. Öte yandan, yeniden yapılanmada sadece bu ülkelerle sınırlı bir 
girişim, ABD’nin sadece bu ülkeleri aracı olarak kullanması, bölgedeki 
diğer ülkeleri rahatsız edecektir. 

Senaryo 7. Irak ekonomisini çökerten ABD; Orta Doğu coğrafyası ile 
tarihî bağlantıda bulunan ve hâlen bu coğrafyada yer alan bazı 
ülkelerden maksimum ekonomik fayda elde etmeyi amaçlayan ve AB 
bağlamında ABD ile iyi ilişkiler kurmanın faydalı olacağını düşünen, 
bölge dışından Almanya, Fransa ve İngiltere'yi çöken Irak ekonomisini 
tamir etmek üzere destekçi dış güçler olarak yanına çekmek isteyebilir. 

Bu olasılığın gerçekleşmesinin ABD, Fransa ve İngiltere için kısa 
ve uzun vadelerde doğuracağı sonuçları şu şekilde sıralamak 
olanaklıdır. 


. Tarih boyunca bu bölgede bir şekilde var olmak isteyen AB 
ülkeleri ile birlikte bu bölgeyi yeniden yapılandırmak isteyen ABD, bu 
ülkelerin geçmiş yıllardaki emellerini yeniden gündeme getirmiş 
olacaktır. 
. Orta Doğu ülkeleri bu gelişmeden rahatsız olacak ve bu konudaki 
tepkilerini muhtemelen ciddi olarak belirteceklerdir. 
. Bu durumdan fayda sağlayacak olanlar, doğal olarak kendisine 
rol verilen Fransa ve İngiltere olacaktır. Bu hem ekonomik çıkar, hem de 
bölgede yeni bir hâkim güç pozisyonu sağlamak şeklinde olacaktır. 

6. Senaryoların Olası Sonuçları 

Mikro senaryoların gerçekleşmesi hâlinde, karşılaşılacak olası 
sonuçları aşağıdaki gibi sıralamak olanaklıdır: 

a. ABD tarafından çökertilen Irak ekonomisi tekrar ABD 
önderliğinde inşa edilmeye başlayıncaya kadar, Irak halkı ekonomik 
açıdan büyük bir çıkmazda olacaktır. Bu çıkmaz beraberinde bir halk 
hareketini de getirebilir. 

b. ABD Irak ekonomisinin merkezini Bağdat'tan Kuzey Irak'a 
kaydırabilir. Böylece Kuzey Irak ekonomik açıdan öncelikli olur. 
Ekonomik açıdan güçlü bir Kuzey Irak ise, siyasi olarak Irak'ın Sünni ve 
Şii Arap kesimleri üzerindeki hâkimiyetini geliştirir. Nüfustaki 
çoğunluklarına karşın, azınlık teşkil eden Kürtler nezdinde siyasi ve 
ekonomik açılardan baskı altına alınacak Sünni ve Şii Araplar ile Kürtler 
arasında Irak genelinde sıcak çatışmalar yaşanabilecektir. Ayrıca 
güçlenen Kuzey Irak Kürtlerinin, İran'da yerleşik Kürtlere ve Türkiye'de 
süre gelen ayrılıkçı Kürt hareketine olası desteği ve bunun getireceği 
olası olumsuzluklar da değerlendirilmelidir. 

c. Çöken ekonomi yine ABD'nin mali gücü ile inşa edilirse 
ekonomideki tüm sektörlerin denetimi ABD'ye geçer. Böylelikle ekonomik 
öncelik ABD'de olur. Yani ABD, hem Irak özelinde hem de Orta Doğu 
genelinde dengeleri belirleyici bir dış güç olmaya devam eder. Bu 
durum, Batılı bir dış gücün denetimine dinsel ve siyasal nedenlerle hep 
soğuk baka gelmiş olan Orta Doğulu devletleri ve Irak'ı iç karışıklığa 
sürükleyebilir. 

ç. Irak Orta Doğu genelinde uzun dönemde başa çıkılamayacak 
bir silah gücüne dönüşebilir. Bu durum istikrarsız olan Orta Doğu'yu iyice 
istikrarsızlaştırabilir. 

d. Uyuşturucu trafiğinin merkezinin Irak'a kayması, Irak'ı 
kontrolsüz bir güce dönüştürecektir. 


e. Irak ekonomisini yükseltmek için İsrail ile iş birliği geliştirecek 
olan ABD, İsrail'i sadece Filistin sorunu üzerinde güçlendirmekle 
kalmayacak, aynı zamanda Irak üzerinde de söz sahibi olacak bir 
konuma taşıyacaktır. İsrail'in Arap Orta Doğusu üzerinde bu denli etki 
genişletmesinin olası olumsuz sonuçları değerlendirilmelidir. 

f. Irak ekonomisini yeniden yapılandırmak için ABD'nin Suriye ve 
İran gibi devletleri devreye sokması ve görüntüde de olsa birer aracı gibi 
kullanması Orta Doğu dengelerini bozabilir. 

g. Irak ekonomisini İngiltere, Fransa ve Almanya desteği ile 
yeniden imar çabasına giren bir ABD, dış güçlerin hâkimiyetini tekrar bu 
coğrafyaya çekmiş olacaktır. Sömürge olma türünden bir acı tecrübesi 
bulunan Orta Doğu devletlerinin bu üç ülkenin tekrar Orta Doğu 
coğrafyasına girmeleri karşısında alacağı tavır ve olası olumsuz 
yansımalar da değerlendirilmelidir. 

7. Sonuç ve Değerlendirme 

Bu çalışmada, Irak ekonomisindeki hâkim güç aracı olan enerji 
kaynaklarının ana gösterge olmaktan çıkarılması durumunda ve ABD’nin 
Irak’tan çıkacağı varsayımı altında geliştirilen senaryolar tartışılmış ve 
bunların olası sonuçları değerlendirilmiştir. 

Geliştirilen senaryoların ortak noktasını; büyük ölçüde tahrip 
edilen Irak’ın yeniden inşasının nasıl paylaşılacağı ve ekonominin 
yeniden canlandırılması için hangi yolların ve yöntemlerin izleneceği 
oluşturmaktadır. ABD’nin Irak’ın yeniden yapılanmasının kendi kontrolü 
dışında gerçekleştirilmesine izin vermeyeceği düşünülürse, senaryolar 
Irak’ın ABD’nin inisiyatifi ve kontrolünde yeniden inşası üzerine 
geliştirilmiştir. Ancak bunun gerçekleştirilmesi sırasında ABD’nin kimlere 
pay vereceği ve sonrasında ortaya çıkacak durumun Irak’ı kontrolünde 
ne kadar etken olacağı sorusu önem taşımaktadır. ABD müdahalesi, 
Orta Doğu’da yeni stratejilerin oluşturulmasını beraberinde getirmekle 
birlikte, bundan sonra verilecek kararlar da Orta Doğu’daki dengeleri 
etkileyebilecektir. 

Irak’a siyasi istikrarı sağlamak üzere müdahale eden ABD, bu 
amacına bir şekilde ulaşmış gibi görünse de, Irak ekonomisini ciddi 
şekilde tahribata uğratmış ve en önemlisi de sosyal istikrarı 
sağlayamamış durumdadır. Bu aşamada ortak düşünce şudur ki; ABD 
mevcut tabloya göre, ileride kendisine çıkar sağlayacak en uygun 
çözümün arayışı içindedir. Kamuoyunun bütün tepkilerine rağmen 
müdahalede ısrarcı olan ABD’nin bu bölgedeki stratejik hedeflerinin yanı 
sıra, ekonomik kazanç elde etmeden çıkmayacağı düşünülebilir. 


***

ABD'NİN IRAK'TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ EKONOMİK AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ BÖLÜM 1

ABD'NİN IRAK'TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ EKONOMİK  AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ BÖLÜM 1 

Yazan: Yrd.Doç.Dr. Güler ARAS 

1. Giriş 

Bilindiği gibi ABD’nin Irak’a müdahalesi, siyasi istikrarı sağlamak 
amacını taşımaktadır. Bugüne kadarki gelişmeler, ABD’nin amacına 
rejimi değiştirerek bir ölçüde ulaştığının, ancak hem siyasal hem de 
sosyal açıdan istikrarın sağlanamadığının birer göstergesidir. ABD 
müdahalenin sonrasında hızlı bir siyasi yapılanma ve devlet inşası 
çabası içerisine girmiştir. Bazı görüşlere göre, eğer ABD Irak’ta 
işleyebilir bir demokrasi yaratma ve sürdürme konusunda başarılı olursa, 
bunu tarihsel eğilimlere karşı gerçekleştirmiş olacak; ancak ABD 
başarısız olur ise, Irak halkını Baas şiddeti ve belirsizliğinden daha 
şiddet dolu ve belirsiz bir siyasi geleceğe mahkum edecektir. (Stansfield; 
2004, s. 190). 

Tarihsel sürece bakıldığında, ABD geçtiğimiz on yılda uyguladığı 
bölgesel politikalarla Orta Doğu’yu kendi öncelikleri doğrultusunda 
yeniden düzenlemeye çalışmıştır (Özcan; 2004, s. 349). ABD’nin Irak’a 
müdahaleyi tamamlaması sonrasında yeni sorularla karşı karşıya 
kalınmıştır. Stratejistler, ABD’nin Irak işgali sonrası tutumunun “kendi 
öncelikleri çerçevesinde” bundan sonra ne olacağını ve bunun 
getireceği olası sonuçları tartışmaktadır. Bilindiği gibi, ABD’nin Irak ile 
ilgili planlarında siyasi hedeflerin yanı sıra Irak’ın sahip olduğu petrol 
rezervleri ve bunun getirdiği ekonomik değer de büyük önem 
taşımaktadır. Hatta, ABD–Irak denkleminden petrolü çıkardığımız 
zaman, sonuç neredeyse anlamsızlaşmaktadır. Zira, ABD için Irak’ın 
ekonomik olarak varlığının öncelikle petrole odaklı olduğu öne 
sürülmektedir. Ancak Amerikan toplumunu dahi ikiye bölen bu kadar 
tartışmalı bir müdahalenin arkasında her ne kadar büyük bir ekonomik 
güç olsa da, bu kadar açık ve yalın tek bir faktörün olduğunu düşünmek 
de tedbirsizlik olacaktır. İşgalin sonrasında beliren yeni tablo, halkın 
tutumu ve talebi, müdahalenin amaçları ile çok fazla çakışmamaktadır. 
Bu nedenle, artık ABD sadece petrolü temel almadan yeni stratejiler 
geliştirmek durumundadır. Öte yandan müdahalenin savaş yolu ile 
gerçekleşmesi, savaşın ve sonrasının getirdiği yeni koşullar, sadece 
ABD’nin değil, bölgedeki diğer ülkelerin de bu bölge ile ilgili yeni 
stratejiler geliştirmelerine neden olmuştur. 

Bu denklemde sorgulanması gereken şudur; işgalin tamamlanması sonrasında petrolden doğrudan yararlanamayacak bir 

ABD bu durumdan ne tür bir ekonomik çıkar sağlayabilir ve bu çıkarı en 
yükseğe çıkarabilmek için ne tür stratejiler uygulayabilir? Bu çalışmanın 
konusunu, ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında ortaya çıkması muhtemel 
yeni durumlar oluşturmaktadır. Bu ana başlık çerçevesinde çalışmanın 
odak noktasını ABD’nin Irak’la ilgili olası senaryolarının ekonomik açıdan 
değerlendirilmesi oluşturmaktadır. Bu amaçla çalışmada öncelikle, Irak 
ekonomisinin genel görünümüne bakılarak, petrol dışındaki ekonomik 
varlığı araştırılmıştır. Ardından, ABD’nin Irak’tan çıkış senaryoları ve 
bunların olası sonuçları ekonomik perspektiften değerlendirilmiştir. 

2. Irak Ekonomisinin Genel Görünümü 

Irak, % 40’ı 0-14 yaşlarındaki çocuk ve gençlerden oluşan 25 
milyonluk bir nüfusa sahiptir. Etnik dağılımına bakıldığında nüfusun; 
%80’inin Arap, %15’inin Kürt ve %5’inin Türkmenlerden oluştuğu 
görülmektedir (Tablo 1). Irak, Osmanlı yönetimi sonrasında İngiliz 
manda yönetimi altına girmiş, 1932 yılında bağımsızlığına kavuşmuş ve 
1958 yılında da cumhuriyet ilan edilmiştir. Ülke, 1979 yılından ABD 
işgaline kadar geçen sürede Saddam Hüseyin’in önderliğini yaptığı Baas 
Partisi tarafından yönetilmiştir. Saddam Hüseyin’in iktidarı ele 
geçirmesinden sonra Irak, 1980-88 yılları arasında İran’la savaşmış, 
1990 yılının Ağustos ayında ise Kuveyt’i işgal etmiştir. Bu işgal Birleşmiş 
Milletler tarafından çok sert bir şekilde karşılanmış ve ABD önderliğinde 
Ocak-Şubat 1991 tarihinde gerçekleştirilen müdahale ile Irak Kuveyt’ten 
çekilmek zorunda bırakılmıştır. Ayrıca, bu dönemde, 661 sayılı Birleşmiş 
Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla ambargo uygulanmaya başlanmıştır. 
1997 yılında yürürlüğe giren bu ambargo, “Birleşmiş Milletler Petrol 
Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programı (MOU)” 
kapsamında uygulanmıştır (The World Factbook 2003). ABD’nin Irak’a 
saldırısından sonra, Saddam Hüseyin dönemi sona ermiş ve ekonomik 
durum savaş ortamının getirdiği koşullara göre şekillenmiştir. Koalisyon 
güçlerinin hâlâ varlıklarını devam ettirdiği ve yeni bir rejim yerleştirilmeye 
çalışılan mevcut ortamda, henüz işleyen bir ekonomiden söz etmek 
olanaklı değildir. 



Kaynak : The World Factbook 2003, CIA. 
The Economist Intelligence Unit,December 2003 Country Report. 

Bilindiği gibi, Irak ekonomisi petrole dayanmaktadır. 2003 öncesini 
değerlendirdiğimiz zaman, ülkenin döviz gelirlerinin yüzde 95’inin 
petrolden sağlandığı görülmektedir. 1980’li yıllarda petrolden elde edilen 
gelirlerin neredeyse tamamı sekiz yıl süren savaşın finansmanı için 
kullanılmıştır. Bu dönemde aynı zamanda petrol ihracat olanakları da 
büyük ölçüde kısıtlanmıştır. İran ile yapılan savaşın, Irak ekonomisine 
olan maliyeti yaklaşık 100 milyar dolar civarında olmuştur. 1988 yılında 
savaş sona erdiği zaman, petrol gelirleri ülkenin yeniden imarı için 
önemli bir kaynak oluşturmuş ve dış ticaret hacminde önemli bir artış 
gözlenmiştir. Ancak bu dönemde, Kuveyt’in işgal edilmesi sonrasında 
Birleşmiş Milletler müdahalesi ve ambargo kararı Irak ekonomisini ciddi 
olarak etkilemiştir. Savaş ortamı Irak’ın savunma harcamalarını 
arttırmıştır. Askerî harcamaların millî gelire oranı 1991 yılında yüzde 
75’e kadar yükselmiştir. 2001-2002 yıllarında, global ekonomideki 
yavaşlama ve petrol fiyatlarındaki düşüş nedeniyle millî gelirde de bir 
azalma söz konusu olmuştur (The World Factbook 2003). 2003 sonrası 
ekonomideki göstergelerle ilgili tahminlerde önemli yanılma payı olsa da 
temel göstergelerin tamamında önemli bir gerileme ve ekonomide ciddi 
bir tahribat olduğu açıktır. 

Savaş yılları boyunca, Irak savunma harcamalarını karşılamak için 
önemli miktarlarda dış borçlanmaya gitmiştir. Ülkenin dış borç stoku 
2001 yılında 62 milyar dolara, 2002’de ise 120 milyar dolara ulaşmıştır. 
Irak’ın harcama kalemlerinde en önemli yeri tutan savunma 
harcamaları; 2002 tahminî rakamlarına göre 1.3 milyar dolar düzeyinde 
olmuştur (EIU, 2003). 


Tablo 2. Irak Ekonomisinin Temel Göstergeleri 
Kaynak: The Economist Intelligence Unit, December 2001-2003 Country Report. a: EIU tahmini b: Güncel. 

Irak ekonomisi uygulanan ambargonun hafifletilmesi sonrasında 
hızlı bir büyüme sürecine girmiştir. Sağlıklı verilere ulaşılamamakla 
birlikte, GSMH’nın 1999 yılında %18, 2000 yılında % 4 büyüdüğü ve 
ardından 2001 yılında %6, 2002 yılında ise %3 küçüldüğü tahmin 
edilmektedir (EIU; 2003). Bu gelişmeler sonucunda, GSYİH’nın 2000 
yılında 31,8 milyar dolara ulaştığı, 2001 yılında %6 oranında daralarak 
28,5 milyar dolar olarak gerçekleştiği, 2002’de ise 27.6 milyar dolar 
olduğu tahmin edilmektedir. 

Irak ekonomisindeki büyümeye paralel olarak enflasyon oranının 
da istikrarlı bir şekilde düştüğü görülmektedir. 1998 yılında % 90 olan 
enflasyon oranının, 1999 yılında % 80’e, 2000 yılında % 70’e ve 2001 
yılında ise % 60’a düştüğü tahmin edilmektedir. Ancak enflasyon oranı 
2002 yılında tekrar %70’e çıkmıştır (EIU; 2003). 

ABD saldırısı öncesi Irak ekonomisinde yaşanan diğer bir olumlu 
gelişme ise, özel sektörün giderek daha aktif hâle gelmesi olmuştur. 
Saddam Hüseyin 2000 yılı başlarında, özel sektör firmalarının sanayi 
yatırımları yapmaları için teşvik edilmesi için önemli kararlar alınmasını 
sağlamıştır. Bu gelişmeler, uzun yıllardır sosyalist ekonomik politikalar 
uygulayan ve sanayi tesislerinin çok büyük bölümünün kamuya ait 
olduğu Irak'ta daha liberal bir ekonomik düzene geçiş için adımlar olarak 
değerlendirilmiştir. ABD işgali ile birlikte ekonomide bu tür radikal 
dönüşümler de askıya alınmış durumdadır. 

3. Enerji Dışında Irak Ekonomisinin Yapısı 

Bilindiği gibi Irak ekonomisinin çok önemli bir ağırlığı petrol 
gelirlerine dayalıdır. ABD müdahalesi öncesi ülkenin döviz gelirlerinin 
yüzde 95’i petrolden sağlanmaktaydı. Öte yandan Irak’ın en büyük 
giderleri savunma harcamalarından oluşmaktaydı. Uzun yıllardır savaş 
ortamında olan ülkede petrolden elde edilen gelirler büyük ölçüde savaş 
harcamalarının finansmanı için kullanılmıştır. ABD işgalinin de çok ciddi 
bir maliyet yarattığı bilinmektedir. 

Ekonominin önemli gelir kaynağının petrolden sağlanması diğer 
alanların ihmal edilmesine ve son derece yavaş gelişmesine neden 
olmuştur. Ekonominin petrol dışında varlığına bakıldığında, petrolden 
tamamen bağımsız düşünemediğimiz sanayi ve ardından tarım kesimi 
karşımıza çıkmaktadır. Savaş sonrası sağlıklı veriler elde edilemediği 
için, buradaki değerlendirmeler savaşın hemen öncesini içermektedir. Bu 
bölümde mevcut sektörler; sanayi, tarım, enerji, ulaşım alt gruplarında 
ele alınmakta ve bu sektörlerin dış ticaret göstergeleri 
değerlendirilmektedir. Burada petrol dışındaki sektörlerin varlığına 
odaklanılmakla birlikte; enerji sektörü elektrik, doğalgaz ve bunların 
içerisindeki payının görülmesi amacıyla da petrol alt sektörü olarak ele 
alınmıştır. 

a. Sanayi 

Irak’ta savaş öncesinde gelişmiş sektörler olarak; petrol, kimya, 
tekstil, inşaat malzemeleri ve işlenmiş gıda sanayisi varlık 
göstermektedir. Irak’ta sanayi tesislerinin büyük bir kısmı kamuya ait 
olmakla birlikte, savaş öncesinde özel kesim yatırım için teşvik edilmiştir. 

Körfez Krizi sonrası zarar gören sanayi tesisleri, petro-kimya, 
rafineri, tarım makineleri, kimya, demir-çelik, gıda, ilaç, elektrikli, makine, 
inşaat malzemeleri ve tekstil başta olmak üzere, yedek parça, yarı 
mamul ve hammadde sağlanamaması nedeniyle çok düşük kapasitelerle 
çalıştırılabilmiş ve tesislerin bir kısmı da hammadde sıkıntısı nedeniyle 
kapatılmıştır. Savaş öncesinde kapatılan tesislerin açılması ve işletilmesi 
konusunda BM Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri 
Programı (MOU) sonrası, daha çok kaynak ayrılmıştır. Irak Savaşı 
sonrasında ise, sanayi tesislerinde Körfez Krizinden çok daha fazla bir 
tahribatın olduğu tahmin edilmektedir. Şu anda tahrip edilen bu tesislerin 
yeniden yapılması ve işler duruma getirilmesi hem çok ciddi maliyeti, 
hem de oldukça uzun bir zamanı gerektirmektedir. 

b. Enerji 

Elektrik Enerjisi: Körfez Savaşı sırasında Irak’ın elektrik 
şebekesinin yüzde 90’ı yok edilmiştir. 1992 yılı başlarında 20 adet olan 
güç istasyonlarının yüzde 75’i tekrar işler hâle getirilmiştir. 2001 yılı 
rakamlarına göre Irak 36.01 milyar kwh elektrik üretmiştir. Aynı yılın 
tüketimi ise 26,4 milyar kwh olarak gerçekleşmiştir. Enerjinin yaklaşık 
değerlerle yüzde 55’i ulaşımda, yüzde 35-40’ı sanayide, yüzde 10’u ise 
konutlarda kullanılmaktadır (EIU; 2003). 2003 öncesinde Irak; Çin, İsveç, 
Fransa ve Rusya orijinli şirketlerle elektrik üretim istasyonları inşa etmek 
üzere anlaşmalar yapmıştır. 



Petrol: Irak 113.8 milyar varil petrol rezervi ile Suudi 
Arabistan’dan sonra en büyük petrol rezervine sahiptir. Kuveyt Savaşı ile 
birlikte petrol üretimi önemli ölçüde düşmüştür. Üretim 1997 yılında BM 
Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programının 
yürürlüğe girmesiyle birlikte artmaya başlamış ve 1998 yılında günlük 
2,11 milyon varile, 1999 yılında 2,52 milyon varile yükselmiştir. 2001 yılı 
tahminî verilerine göre petrol üretimi 2,45 milyon varil/gün’e ulaşmış, 460 
bin varil/gün petrol ise yine 2001 yılı tahminî verilerine göre iç tüketimde 
kullanılmıştır. Bu dönemde yapılan hesaplara göre, petrol üretim 
kapasitesinin, ülkeye uygulanan ambargonun tamamen kalkmasından 
itibaren 4 ila 7 yıl arasında günlük 6 milyon varile çıkarılması 
planlanmıştır. Bu dönemde, BM kararları dışında da ihracat 
yapılmaktadır. Söz konusu kararlar dışında Ürdün'e karayolu üzerinden 
100 bin varil/gün, Suriye'ye 30-40 bin varil/gün ve Basra Denizi’nden 50-
60 bin varil/gün Petrol ihracatı gerçekleştirildiği tahmin edilmektedir (EIU;2003). 



Doğal Gaz: Irak sahip olduğu doğal gaz rezervi ile dünyada 
onuncu sırada gelmektedir. Irak 2002 tahminî verilerine göre 3,15 trilyon 
kübik feet doğal gaz rezervine sahiptir. Fakat aylık olarak, ancak 300 
milyon kübik feet doğal gaz üretiminde bulunmaktadır. Irak’ta yine 2003 
verilerine göre 1.360 km doğal gaz boru hattına sahiptir. 

Kaynak:www.globalsecurıty.net 

Irak yönetimi, Birleşmiş Milletler’in ambargoyu kaldırmasından 
itibaren üretimi artırmayı ve ihtiyaç fazlasını ihraç etmeyi planlamıştır. 
1997 yılında Irak, 4,2 milyar dolar tutarındaki doğal gaz projelerine 
yatırım yapmak üzere uluslararası şirketlere davette bulunmuştur. Bu 
şirketler genellikle Irak’a uygulanmakta olan yaptırımların kaldırılması 
yönünde çabalarda bulunan Fransa, Çin ve Rusya Federasyonu gibi 
ülkelere mensuptur. Yönetimin tavrı bu şirketlerin imtiyazlar yoluyla 
ödüllendirilmesi şeklindedir. Türkiye ile Irak arasında 1997 Mayıs ayında 
Mansuriye sahasının geliştirilmesi ve çıkarılacak doğal gazın bir boru 
hattıyla Türkiye'ye naklini öngören bir protokol imzalanmıştır. 

c. Tarım 

Irak’ın topraklarının %12’si ekilebilir araziden oluşmaktadır. Orta 
Doğu Ülkelerine göre önemli bir tarımsal potansiyeli olan Irak tarımsal 
alanlarında; buğday, arpa, pirinç, pamuk, hurma ve çeşitli sebze üretimi 
yapılmaktadır. Savaş sonrası uygulanan ambargo nedeniyle, tarım 
üretiminde hayati öneme haiz gübre, tarımsal ilaçlar ve çeşitli tarım 
aletleri ithalatı gerçekleştirilemediği için, üretim olumsuz etkilenmektedir. 
Bu nedenle buğday, un, kuru gıdalar, yağ, çay ve pirinç gibi temel gıda 
ihtiyacının büyük bir bölümü ithalat yoluyla karşılanmaktadır. Ülke 
topraklarının %9’u mera konumundadır. Meralarda sığır ve koyun 
besiciliği de yapılmaktadır (EIU; 2003). 

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun, 1 Mart ve 29 Mart 2000 tarihli 
kararlarına göre; “gıda sektörü”,”eğitim malzeme ve teçhizatı”, “tarım 
sektörü” ve “sağlık sektörü” başlıklı listelerde yer alan çok sayıdaki 
ürünün Irak’a ihracatında uygulanan Birleşmiş Milletler’den onay alma 
zorunluluğu kaldırılmıştır. Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç 
Maddeleri Programı kapsamında gıda sektörünün rehabilitasyonu 
amacıyla ayrılan kaynaklar da arttırılmıştır. Ancak, ABD işgali 
sonrasında bu uygulamanın günümüze yansıyan etkisini tam olarak 
gözlemlemek olanaklı değildir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,,

***