BELİRTİLEN BU DEĞERLENDİRMELER VE ABD’NİN DİNAMİKLERİ IŞIĞINDA ABD’NİN, ÖNCELİK SIRASINA GÖRE IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARI NELER OLABİLİR?
Yazan: Prof.Dr.Mahmut Bali AYKAN
ABD’nin Irak’taki askerî varlığının geleceği ne olacaktır? Bu
soruya cevap verebilme amacı güden 4 senaryo ve bir tartışma planı
hazırlanmıştır. Bu yazıda bu çalışmalarla ilgili bazı düşünceler
paylaşılacak ve bu düşüncelerden yola çıkılarak belirtilen konu ile ilgili
bağımsız bir analiz denemesi yapılacaktır.
Söz konusu 4 çalışmanın her biri konuya askerî, jeopolitik,
ekonomik, tarihsel ve bölgesel perspektiflerden; dinî ve etnik faktör
açılarının birinden yaklaşarak bu hususlarda bilgiler vermekte ve bu
bilgilere dayalı olarak ABD’nin Irak’tan askerî güçlerini kısmen veya
tamamen çekip çekmeyeceği; bu çekilme işleminin ne zaman ve hangi
şartlar altında olacağı; muhtemel bir çekilmenin ertesinde Irak içi ve Orta
Doğu bölgesi genelinde ne çeşit gelişmelerin beklenebileceği ile ilgili
önerilerde bulunmaktadırlar. Tartışma planı ise konunun hangi başlıklar
altında incelenmesi gerektiği ile ilgili bir taslak öneri görünümündedir.
Bu çalışmaları, ABD’nin Irak’taki askerî varlığının geleceği konusu
ile ilgili genel bir resmin belli parçalarını, kendi yaklaşım açılarından
hareketle verdikleri bilgiler bakımından göstermeleri nedeniyle, değerli
ve birbirlerini tamamlayıcı olarak görüyorum. Ancak ABD’nin Irak’taki
askerî varlığının geleceği gibi çok spesifik olan bir konunun;
. ABD’nin Soğuk Savaş dönemi ve 11 Eylül sonrasında gelişen
ulusal kimlik ve davranışı ile ilgili olduğunu;
. Somut bilgiden çok ancak sezgiye dayalı varsayımlarla
tartışılabilecek karmaşık gerçekler ve olaylar içermekte olduğunu ve,
. Bu varsayımların ABD işgalinin hangi şart ve sonuçlar
çerçevesinde ve ne zaman bitip bitmeyeceği ile ilgili gelecek tahminleri
olarak kesin olamayacak ancak gerçekleşmesi en muhtemel ihtimallere
dayalı olabileceğini düşünüyorum.
Bu belirtilen noktalar açısından bakıldığında söz konusu
çalışmaların birbirini tamamlayacak şekilde birleştirilmeleri ve kesinlik
içeren bazı öneri ve varsayımların yumuşatılması gereğine ilaveten
bakış açılarının da genişletilmesi gerektiğini düşünüyorum. Daha açık
olarak belirtmek gerekirse, bu çalışmaların bence en dikkat çekici ortak
eksiklikleri ABD’nin 11 Eylül sonrası dönemi ile ilgili ulusal kimlik ve
bunun etkilediği dış politika davranışı ile doğrudan bağlantılı genel bir
analitik çerçeveden yoksun oluşlarıdır.
“Dış Politika”, devletlerin kendi kimlik anlayışları, ulusal ve
uluslararası ortamla ilgili algılamaları çerçevesinde belirledikleri iç ve dış
amaçları elde etmek ve bu amaçlara yönelik tehditleri etkisiz hâle
getirmek doğrultusunda geliştirdikleri bir stratejidir. Bu açıdan
bakıldığında, ABD dış politika davranışlarının özellikle II. Dünya Savaşı
dönemlerinden günümüze kadar hiç değişmemiş olan bir özelliği; gelmiş
geçmiş bütün ABD yönetimlerinin evrenselcilik ve ulusalcılık
yaklaşımları arasındaki bocalamaları ve bu durumun dış politika
çizgisinde oluşturduğu çelişkilerdir. Ulusalcı yaklaşım; Başkan George
Washington ve Sovyetler Birliği’ni çevreleme politikasının mimarı George
F. Kennan’ın, kendi dönem şartlarına uyarlanmış bir şekilde, ABD’nin
güvenlik ve refahını koruması bakımından kendisinden farklı kimliklerden
oluşmuş olan uluslararası alanda, daima kendi hareket serbestisini
koruması gerektiği fikrini savunur. Evrenselcilik ise; (ki bu Başkan
Woodrow Wilson’dan bu yana uluslararası sistemik yapıdaki
değişikliklere karşılık olarak yapılmış çeşitli adaptasyonlarla gelişmiş bir
çizgidir) ABD’nin, uluslararası alanda güvenlik ve refahını koruyabilmesi
için kendi ulusal değerlerini (ki bunları kısaca liberal demokrasi; pazar
ekonomisi ve bunlarla bağlantılı bireysel girişimcilik, düşünce özgürlüğü
gibi değerler manzumesi olarak düşünebiliriz) benimsemiş bir dünyanın
oluşturulması yolunda aktif bir misyon üstlenmesini öngörür. Bu iki zıt
görüşten Evrenselcilik yaklaşımı 11 Eylül 2001 sonrasında ABD dış
politikasında özellikle öne çıkarken; diğer taraftan özellikle Irak’ta
karşılaşılan güçlüklerin ABD’nin hareket serbestisinin tekrar
kazanılmasına yönelik bir yeniden değerlendirme yapılması yönünde,
ABD yöneticilerine baskı yapmakta olduğunu görmekteyiz.
ABD’nin Irak’taki askerî varlığının geleceği konusunu belirleyecek
olan esas unsur, söz konusu senaryolarda bahsedilen askerî, jeopolitik,
ekonomik, tarihsel, dinî ve etnik faktörlerin birbirlerinden bağımsız ve
hatta bir bütün olarak yapacakları etkiden çok; Irak özelinde ve bölgesel
ölçekte ABD dış politikası ile bağlantılı olarak sözü edilen bu iki zıt
eğilimin birbirlerini nasıl etkileyip nasıl bir sonuç doğuracakları ile ilgilidir.
Şu husus vurgulanmalıdır ki, dış politika incelemelerinde indirgemeci
yöntemin karmaşık dış politika olgularını basitleştirmek yönünde bir
fayda ve cazibesi olabilse de, sonuca etki edebilecek diğer (muhtemelen
daha baskın) faktörleri ihmal ettiği için bu yöntemin olayları açıklama ve
geleceği tahmin gücü yeterli olamayacaktır. Her ülkenin dış politikası için
söz konusu olduğu gibi ABD dış politika davranışlarında da temelde
belirleyici olan husus; sadece ekonomik, askerî ve diğer konulardaki
diğerlerine göre daha önemli görülen izole çıkarların değil; bunların
tümünün algılamasına dayalı olarak karar verecek olan siyasi irade
olacaktır. ABD gibi global bir güç açısından bakıldığında, söz konusu
siyasi irade bu ülkenin birbiriyle örtüşen ve ayrışan çeşitli global,
bölgesel ve yerel çıkarları arasında hiyerarşik bir öncelik sıralaması
yapmak gibi yabana atılamayacak bir zorlukla karşı karşıyadır. Bu
demektir ki, söz konusu senaryolarda çıkarının ne olduğunu ve onu elde
etmek için ne yapması gerektiğini bilerek Irak’la ve bölge ile ilgili uzun
vadeli planlar yapabilen her şeye muktedir ABD imajı gerçekle
uyuşmamaktadır. Aslında ABD yöneticilerinin kendileri bile (ki bunlara
Ütğm. Durmuş’un çalışmasında referansta bulunduğu ABD Kongre ve
akademik çevrelerinde mevcut Irak politikasına eleştiri getirip çözüm
üretmeye çalışanlar da eklenmelidir) türlü belirsizliklerden ötürü Irak’taki
ve ona bağlı olarak bölgedeki dinamiklerin ne şekil alacağını ve buna
göre ABD’nin yarın ne yapması gerektiğini bilememekte ve bunu da
açıkça ifade etmektedirler.
Şu ana kadar ABD’nin Irak’taki askerî varlığının geleceği ile ilgili
konuda kısmi açılardan ve kesin hükümlere dayalı olarak
tartışılamayacağı görüşü savunulmuştur. Şimdi yakın ve uzak gelecekte
ABD siyasi iradesinin bu konu ile ilgili verebileceği muhtemel bazı
kararlar ve bunların ABD’nin genel Orta Doğu politikası ile de bağlantılı
muhtemel nedenleri üzerinde durulacaktır.
İnceleme konumuz olan Irak’ın da bir parçası olduğu Orta Doğu
bölgesi açısından bakıldığında, ABD’nin 11 Eylül öncesi dönemlerle
kıyaslandığında değişmeyen spesifik çıkarları şunlardır:
. İsrail’in ve dost ülkelerin güvenliğini sağlamak,
. Arap-İsrail anlaşmazlığının bölgesel istikrara katkı sağlayacak şekilde çözümünü kolaylaştırmak,
. Batı pazarlarına kesintisiz petrol akışının teminini güvenceye almak.
11 Eylül 2001 olaylarından sonra bu amaçlar terörizme karşı
savaş hedefi etrafında yeniden belirlenirken, bölgenin demokratikleşmesi
ve nükleer silahların ve ilgili teknolojinin yayılmasının önlenmesi gibi bazı
spesifik amaçlar terörizme karşı savaş çerçevesinde ön plana
çıkmışlardır. Bu yeni dönemde, ABD’nin bu amaçları gerçekleştirmek
üzere benimsemiş olduğu savunma stratejisi; 11 Eylül öncesi dönemdeki
durumdan farklı olarak çok amaçlı (caydırıcı ve önleyici) askerî güç
kullanımını diplomasi, ekonomik vasıtalar gibi diğer dış politika araçları
arasında önceden hiç olmadığı kadar öne çıkarmaktadır.
Bu amaçlar ve strateji çerçevesinde düşünüldüğünde, ABD’nin
genel olarak Orta Doğu, özelde ise Irak’taki askerî mevcudiyetini devam
ettirmek istemesine sebep olabilecek faktörler şunlardır:
1. Görünebilir gelecekte Orta Doğu bölgesinde yukarıda değinilen
amaçlarını gerçekleştirebilmek için ABD’nin askerî mevcudiyetini devam
ettirmesi gerekmektedir. Örneğin nükleer silahların yayılmasını önleme
konusunda ABD’nin kendi Orta Doğu politikasıyla ters düştüğü sürece,
demokrasi ile yönetilen bir İran’ın bile nükleer programına şüpheyle
yaklaşacağı söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında, aşağıda tartışılacağı
üzere, ABD’nin belli bir çıkış planı çerçevesinde Irak’tan asker çekmesi
ihtimal dâhilinde olmakla birlikte; İran’a karşı caydırıcı ve önleyici
pozisyonunu korumak bakımından bu ülkede askerî bir üs ve/veya belirli
bir askerî mevcudiyeti geride bırakması beklenebilir.
2. 11 Eylül olaylarından sonra güvenlik endişesi önceden hiç
olmadığı kadar artan ABD kamuoyu, ABD’nin iç politikasında demokratik
özgürlükleri erteleyerek; dış politikasında da tek taraflı güç kullanmaya
dayalı bir strateji benimseyerek kendi demokratik değerleriyle ters
düşme kararlılığını gösteren bir başkanla (üstelik bu kararlılığından ötürü
ikinci kez başkan seçerek) ABD’nin, geçmişle kıyaslandığında yeni olan
bir devlet kimliğine bürünmesine en azından görünebilir gelecekte itiraz
etmeyeceğini göstermiş bulunmaktadır.
3. İşgalin başlangıcından beri bu ülkede düzeni hâlâ
sağlayamamış olarak işgali devam ettirme kararlılığının ABD’ye kestiği
askerî, politik ve ekonomik faturanın gitgide büyümesine rağmen; Bush
yönetimi günümüze kadar tüm isteklere karşın ve eskiden Clinton
yönetimin politikasını bu yönden eleştiren tutumuyla da çelişkiye düşmek
pahasına Irak’tan bir çıkış planı yapıp bunu kendi kongresi ile
paylaşmamıştır.
4. Yine Irak politikası ile ilgili olarak ABD Başkanı, Irak’ın seçimle
iktidara gelmiş meşru yönetimi ABD’ye Irak’ı terk etmesi isteğini
ilettiğinde bu isteğe derhal uyacağını, asker çekerken bu ülkede askerî
bir varlık ve üs bırakmak niyetinde olmadığını ABD Kongresi’nde yapılan
çağrılara rağmen, ABD ve dünya kamuoyuna bu zamana kadar ilan
etmemiştir.
5. ABD’nin önümüzdeki yıllar içinde Orta Doğu petrolüne
bağımlılığının gitgide artacağı bizzat ABD Enerji Bakanlığı yetkilileri
tarafından rakamlarla açıklanmaktadır. Buna göre ABD’nin 2025 yılına
kadar olan 20 sene içinde toplam enerji tüketimi üçte bir artacak ve iç
üretimin tüketimi karşılamakta yetersiz kalması sebebiyle, talep artan
ölçülerde ithalatla karşılanacak; bunun da en büyük kısmı Orta Doğu
bölgesinden gelecektir. Yine bu yetkililere göre, ABD’nin petrole olan
bağımlılığı gelecek 20 yıl içinde %40 oranında artacak ve bu bağımlılığın
başka alternatiflerle ortadan kaldırılması da mümkün olamayacak; zira
2025 yılında bu petrol talebinin % 70’i taşımacılık sektörüne gitme
durumunda kalacaktır. Benzer şekilde ABD’nin doğal gaz talebinin de 20
yıl içinde %40 artacağı öngörülmektedir. Diğer yandan dünya toplam
enerji talebinin de önümüzdeki 20 yıllık süre içinde %54 artacağı ve bu
artışın en büyük kısmının da Asya ülkelerinden özellikle de Çin ve
Hindistan’dan gelecek talebe bağlı olacağı düşünülecek olursa; Orta
Doğu ve civar bölgeler olan Kafkasya ve Orta Asya’nın, enerji kaynakları
üzerinde söz sahibi olabilmek adına önemli bir uluslararası rekabete
sahne olacağını düşünmek zor olmayacaktır. Bu durumda ABD’nin bu
bölgelerdeki mevcudiyetini en azından sağlamlaştırmak için çaba
göstermesini beklemek doğal olacaktır.
ABD’nde, 1970 ile 2000 arasındaki 30 yıllık sürede, GSMH % 126 artarken, enerji tüketimi sadece % 30 artmıştır.
(Kaynak: National Energy Policy)
6. Öngörülebilir bir gelecekte uluslararası arenada özellikle askerî
bakımdan ABD’nin süper güç konumuna meydan okuyacak ciddi bir
rakip görünmemektedir. Bu durum ABD’nin Irak başta olmak üzere
aktivist ve tek taraflı politikalarını sürdürmek yönünde teşvik edici ve
kolaylaştırıcı bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır.
7. Evrenselcilik yaklaşımı Bush yönetimi tarafından ABD’nin dış
politikadaki tek seçeneği olarak algılanmaktadır. ABD resmî
söylemlerinde, 11 Eylül sonrasında ABD dış politikasının öncelikli amacı
hâline gelen “teröre karşı savaş”ın bu önceliğini uzun yıllar koruyacağı
hususu açıkça kabul edilmektedir. ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın
ifadesiyle; ABD “teröre karşı savaş” hususundaki global politikasını
“insan hürriyetlerini” koruyan bir “güçler dengesi” kurmaya çalışarak
sağlayacaktır. Bu çerçevede demokrasi için ortaklık; özellikle de
Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika gibi projelerin hayata geçme
şansı bakımından Irak bir örnek teşkil etmektedir. Toplumsal yapısı ve
kültürü itibariyle Irak İran’a benzememektedir. Baas rejiminin izlemiş
olduğu politikaların da katkıda bulunduğu üzere, bu ülkede dinî kesimler
İran’da olduğu gibi hâkim bir konumda bulunmamaktadır. Irak’ta
kadınların toplumda görevler üstlenmeleri sağlanmış, sosyal kalkınma
hedefleri doğrultusunda mesafe kat edilmiş olup, kısacası ABD politik
kültürüne İran kadar yabancı olmayan bir toplum söz konusudur. Orta
Doğu’daki demokratikleşme potansiyeli bakımından Irak, ABD tarafından
bir “demokratik domino” olarak algılanmaktadır. Bu yüzden Irak’taki ABD
askerî mevcudiyetinin politik, ekonomik ve askerî faturası ne olursa
olsun gerektiği sürece muhafazasının kaçınılmaz olacağı, ABD resmî
söylemlerinde vurgulanmaktadır. ABD açısından Irak’taki başarının
kriteri çekildikten sonra arkada seçimle gelmiş demokratik idarecilerin
ülkenin iç düzenini koruyabildiği, toprak bütünlüğü arz eden, bu
bütünlüğü dış tehditlere karşı koruyabilen, komşuları ile iyi ilişkiler içinde
olan bir ülke bırakmak olarak görülmektedir. Bu satırların yazılmakta
olduğu Mayıs 2005 tarihi itibariyle bazı gözlemcilerin ve yetkililerin
istediği şekilde ABD’nin askerî olarak derhal bu ülkeden çekilmesinin
böyle ideal bir sonucu meydana getireceği yönünde kesin bir belirti
yoktur. Tam tersine, Irak’ın karmaşık etnik ve dinî yapısı içindeki yerel
dengeleri kurmadan gerçekleşecek olan böyle bir çekilmenin, bir iç
savaşın ve komşu devletlerin direkt müdahalelerinin önünü açması
ihtimali vardır. İç düzen hâlâ tam olarak sağlanamamış olmasına rağmen
ABD askerî varlığının devam ettiği mevcut durumda en azından açlık
problemleri, Irak’tan komşu ülkelere yoğun göçler gibi problemler
yaşanmamaktadır ve Irak petrolü de ABD’nin kontrolü altındadır.
8. Aslında mevcut durumda Irak’taki yeni yönetimin ABD’nin
kuvvetlerinin bir an önce Irak’tan çekilmesi için herhangi bir istek
duyduğuna dair belirti de mevcut değildir. Irak’taki yeni yönetim
tarafından bu hususla ilgili olarak yapılmış açıklamalarda açık olan
yegane husus asker sayısında belirli indirimler yapılmasının mümkün
olmasıyla birlikte, ABD askerî varlığının en erken 2005 yılı sonuna kadar
devam edeceğidir. Bu noktada yapılacak yeni bir durum
değerlendirmesinin kesinlikle ABD’nin çekilmesiyle sonuçlanacağını
gösterir herhangi bir işaret de mevcut değildir. Aksine, söz konusu
sürenin çok daha uzun ve belirsiz olabileceğini düşündüren işaretler
vardır. Örneğin Irak Cumhurbaşkanı Talabani bir mülakatta Irak’ın
içişlerine dışarıdan müdahale durumu devam ettiği sürece ABD askerî
güçlerinin Irak’tan çekilmesinin mümkün olamayacağını belirtmiştir.
Türkiye’yi de kapsadığı açık olan bu ima bir belirsizlik durumuna işaret
etmektedir. Örneğin, her ne kadar Talabani Irak topraklarında Türkiye’ye
karşı bir tehdidin oluşmasına izin verilmeyeceğini söylüyorsa da, ne
kadar iyi niyetle söylenmiş olursa olsun böyle bir sözün geçerliliğini
sorgulatan bazı şartlar Irak’taki seçimler ertesinde ortaya çıkmıştır.
Barzani ve Talabani taraftarları arasında devam eden anlaşmazlıklardan
dolayı eskiden olduğu gibi Kuzey Irak’ta PKK tarafından yararlanılan bir
otorite boşluğu doğmayacağı söylenemez. Bütün bu faktörler beraber
düşünüldüğünde, ABD yönetimi üzerinde en azından görünür bir
gelecekte Irak’tan çekilme konusunu ciddi olarak düşünme baskısı ya da
mecburiyeti olmadığı görülmektedir.
9. ABD askerî varlığının Irak’taki geleceği konusu ile ilgili olarak
İran’ın durumunun ABD’nin stratejik hesaplamalarında özel bir yer işgal
ettiğini söylemek mümkündür. Yukarıda İran’ın nükleer programı ile ilgili
olarak belirtilen noktaya ilaveten, ABD’nin Orta Doğu politikasında yine
önceden belirtilen amaçlarının tümüne karşıt bir politika izlediği
düşünülen bu ülke aynı zamanda Irak’ın da komşusudur. Mevcut
durumda İran, Irak’taki radikal Şii gruplara destek sağlamaktadır. Irak’ın
toplumsal yapısının gerçekleri ve tarihsel bir perspektiften bakıldığında
Irak’taki yeni yönetimde en fazla söz sahibi olan Şii çoğunluğun tümüyle
İran yanlısı olduğunu ve onun tarafından kontrol edileceğini söylemek
doğru olmayacaktır. Ancak, ABD kontrolünde yapılan seçimler
sonucunda Irak’ta iktidarı ele geçiren “ılımlı” bir Şii ağırlıklı yönetimin
mevcudiyet ve politikalarının, İran’ın “radikal” Şii yönetiminin geleceği
için bir tehdit teşkil edeceğini değerlendiren İran yönetiminin bu olasılığı
bertaraf etmek için Irak’ın içişlerine müdahale politikasını muhtemelen
arttırarak devam ettirmesi durumunda, ABD’nin Irak’tan askerî güçlerini
çekebilmesi zorlaşacaktır.
Bütün bu sayılan nedenlerin geçerliliklerine rağmen, ABD’nin
beklenenden daha kısa bir süre içinde ve hatta geride bir askerî varlık
ve/veya üs bırakmaksızın Irak’tan çekilmesinin, hiçbir suretle söz konusu
olamayacağını iddia etmek de kolay olmayacaktır. 2006 yılından önce
gerçekleşmesi mevcut göstergeler açısından olası görülmeyen, ancak
ne zaman gerçekleşeceğinin tam olarak tahmin edilmesi de mümkün
görünmeyen böyle bir gelişmeyi mümkün kılabilecek faktörler aşağıdaki
gibidir:
. Bir kere ABD, Irak’ta yukarıda değinilen amaçlarını elde etme
açısından büyük bir kısır döngü içine girmiş görünmektedir. Her ne kadar
ABD yetkilileri tarafından Irak’ta direnişin devamı ABD’nin çekilmesine
engel olarak gösteriliyorsa da ABD’nin Irak halkının gözünde hiç bir
meşruiyeti bulunmayan askerî mevcudiyetinin, bu direnişi büsbütün
körüklediği de bir gerçektir. Bu satırların yazıldığı Mayıs 2005 tarihi
itibariyle bu hususla ilgili olarak bir durum değerlendirmesi yapıldığında;
ABD’nin Irak halkının acil ihtiyaçları olan işsizlik, elektriksizlik, güvenlik
ve hayat pahalılığına çözüm bulma konularıyla ilgili olarak henüz
tatminkâr bir ilerleme kaydedemediği görülmektedir. Irak’ta ABD’nin
başta güvenlik ve yeniden yapılandırma olmak üzere amaçlarını
gerçekleştirdiği yönünde herhangi bir işaret görülmeksizin askerî
kayıpların sürekli artması durumunda, bir noktada ABD kamuoyunun
Irak’tan çekilme üzerinde ısrar etmesi beklenebilir. Son kamuoyu
yoklamalarında, ABD’de halkın Irak politikasını daha az desteklediği
şimdiden ortaya çıkmıştır. 1970, 1980 ve 1990’lı yılların ilk yarısında
Vietnam, Lübnan ve Somali örneklerinde görüldüğü gibi Irak’ta da
ABD’nin aşağıda ayrıntıları tartışılacağı gibi kayıplarını en aza indirmeye
çalışarak Irak’tan çekilme iradesini göstermesi beklenebilir.
. ABD’nin Irak’taki askerî varlığı sürsün ya da sürmesin; özellikle
Avrupalı müttefiklerinin ve bölge ülkelerinin iş birliği olmadan Irak’ta
başarılı olması beklenemez. ABD’nin Irak’tan çekilmesi artan kayıplarını
durduracağı gibi ABD’nin bölge ülkeleri ve halkı gözündeki bozulmuş
imajını da bir dereceye kadar düzeltebilecek, onları kendi menfaatlerinin
de gerektirdiği gibi Irak’ta istikrarın temini hususunda katkı yapmaya
teşvik edebilecek ve ABD’ye bu ülkelerle Irak işgaliyle başlayarak
bozulma sürecine girmiş görünen ilişkilerini tekrar onarıp yeni bir
başlangıç yapma imkânı sunabilecektir.
Bu durumda ABD’nin Irak’tan çekilme durumunun şartlarını, Irak
içindeki karşıt gruplar, Irak’a komşu ülkeler, bölge ülkeleri ve Avrupalı
müttefikleriyle belli anlaşmalara bağladıktan sonra Irak’tan (mevcut iç
karışıklığın sürüyor olmasına rağmen) çekilmesi beklenebilir.
. Bu çerçevede, ABD’nin Irak’a komşu ülkeler olan Türkiye, İran ve
Suriye ile bu ülkelerin ABD’nin çekilmesi sonrasında Irak’ın iç işlerine
karışmaması için çetin diplomatik pazarlıklara girmesi ve bu
görüşmelerde Irak’tan çekilmesini bir koz olarak kullanması beklenebilir.
. Aynı görüşmelerde bölgesel istikrarla ilgili olan önemli konular
üzerinde ABD’nin bölge ülkeleri; özellikle de Mısır, Suudi Arabistan ve
Ürdün gibi geleneksel olarak ABD ile iş birliğine eğilimli olmuş Arap
ülkeleri ile yeniden bir değerlendirme ve uzlaşmaya gitme çabaları
göstermesi beklenebilir. Bu konuların en önemlileri İsrail-Filistin, Arap-
İsrail uyuşmazlıkları, İran’la uzlaşma, bölge ülkeleriyle ABD arasındaki
ilişkileri geliştirme ve bölgede demokratikleşmenin sağlanması gibi
konular olması beklenebilir.
. Avrupalı müttefikler ile kurulacak diyaloglarda ise ABD’nin
kuvvetlerini Irak’tan çekmesini takiben NATO’nun Irak’ta direkt bir rol
üstlenmesi konusu üzerinde ısrarlı olması beklenebilir. Daha şimdiden
ABD resmî söylemlerinde, Avrupalı müttefikleri NATO’nun Bağdat’taki
askerî eğitim misyonuna daha fazla katkıda bulunmaya çağırmakta,
Afganistan’da ise ISAF ile ABD askerî harekatını ortak bir NATO
kumandası altında birleştirme çağrıları yapmaktadır. Her ne kadar NATO
cephesinde şu an için Irak ile ilgili daha fazla taahhütler alınması
konusunda bir çekingenlik hâkimse de bu çağrıların ABD’nin Irak’tan
çekilmesi için ABD tarafından öne sürülen şartlardan biri hâline gelmesi
beklenebilir. Bu durumda NATO’nun tek Müslüman ülkesi Türkiye’nin
diğer Avrupalı NATO üyeleri tarafından öne sürülüp, bu ülkeden Irak’ta
aktif askerî misyonlar istenmesi gündeme gelebilir. NATO’nun
Türkiye’nin NATO sahası dışındaki bir bölgede askerî misyonlar
üstlenmesi hususundaki beklentileri özellikle Sovyetler Birliği’nin
Afganistan’ı işgali sonrası dönemden beri çeşitli vesilelerle gündeme
gelmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde genişleme yolundaki Avrupa
Birliği üyeleri açısından Orta Doğu bölgesinin istikrarı daha da önemli bir
hâle geldiği için Avrupalı NATO üyeleri bakımından böyle bir senaryonun
gündeme gelmesi eskisine oranla daha fazla olasıdır. NATO şimdiden
Polonya’nın Irak’ta çok uluslu güçler içinde öncü rol üstlenmesini
desteklemiştir.
. NATO dışında, ABD’nin çekilme durumunu takiben Birleşmiş
Milletler Örgütü’nün de Irak’ta direkt olarak devreye girmesi beklenebilir.
ABD açısından bakıldığında, BM’nin Irak’ta faaliyette bulunmasının ABD
tarafından Irak’ta başlatılmış olan siyasi geçiş sürecine uluslararası
meşruiyet kazandırması gibi bir getirisinin olması ve bu bakımdan ABD
politikalarının uluslararası tepki çekmeden sürdürülmesi gibi bir
beklentinin doğması beklenebilir. ABD Kongresi’nde Bush yönetiminin
mevcut Irak politikasına yöneltilen eleştiriler içinde sürekli olarak
vurgulanan bir husus; Irak’taki ABD misyonunun aslında askerî değil
siyasi olduğu ve ABD yönetiminin bu hususu sürekli olarak göz ardı
etmiş olduğudur. Bu eleştiri noktasından yola çıkıldığında ve ABD dış
politikasının Soğuk Savaş sonrası dönemindeki gelişimine bakıldığında,
ABD’nin bu yeni dönemde gelişmekte olan ülkelerdeki temel
fonksiyonunun devlet ve millet oluşturulması yönüne doğru gittiği
görülecektir. Somali’deki başarısızlıklar, Balkanlarda bu hususta
karşılaşılan güçlükler düşünüldüğünde ABD’nin bu çeşit misyonları
sadece kendi olanaklarıyla götürmesi beklenemez. Her ne kadar ABD
Başkanı Bush, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde benzer
misyonları Almanya ve Japonya’da kendi başına ve başarıyla
tamamlamış olduğunu söylüyor ve bu olayları ABD’nin bugünkü Orta
Doğu politikası için referans noktaları olarak kullanıyorsa da Irak’taki
durumun Almanya ve Japonya’nın durumundan ortak bir etnik köken, dil,
kültür, ortak bir düşman anlayışı gibi konularda önemli farklılıklar arz
ettiği açıktır. Ayrıca her şeyden önce kendilerini bir millet olarak
tanımlamayan bu etnik gruplardan hürriyet, eşitlik, halkın hükümranlığı,
serbest piyasa ekonomisi, hukukun üstünlüğü gibi değerlere dayalı
Amerikan modeli bir federal devlet inşa etmenin zorlukları da ortadadır.
Bütün bu gerçekler ABD Kongresi’nin Uluslararası İlişkiler komitelerinin
önemli şahısları tarafından açıkça görülmekte ve ABD yönetiminin olaya
Amerikan gözlüğüyle bakma eğilimi paylaşılmamaktadır. Zaten ABD’nin
Almanya ve Japonya ile ilgili performansı Vietnam ve Somali’deki
başarısızlık örnekleriyle şimdiden oldukça gölgelenmiş durumdadır. Bu
açılardan bakıldığında, ABD Soğuk Savaş sonrası dönemde dış
politikasında ne kadar tek taraflı davranmak kararlılığında olursa olsun;
ABD’nin bu çeşit misyonlarda yetkiyi BM ile paylaşmak zorunda kalacağı
düşünülebilir. Bu çerçevede düşünüldüğünde BM’nin Irak’ta politik
kalkınma, insancıl yardım, adalet sisteminin yeniden inşası ve savaş
suçlularının yargılanması, petrol endüstrisinin geliştirilmesi ve petrol
zenginliğinin paylaşılması gibi bazı önemli konularda direkt yetkiler
üstlenmesi öngörülebilir. Bu durumda ABD, Güvenlik Konseyi’nde, yani
geri planda kontrolü sağlamak yoluna gidecektir.
. Tabii ki yukarıda değindiğimiz Irak’ta federal bir millî devlet inşa
edilmesi zorluklarının sadece ABD tarafından kendi başına değil, BM
tarafından da üstesinden gelinemeyeceği düşünülebilir. Dolayısıyla
Irak’taki yetkisini BM’ye devretmeye hazır olan bir ABD’nin Irak’ın etnik
bazda parçalanması ihtimaline de hazır olduğu kabul edilmelidir. Bu
hususta son zamanlarda gerek ABD Kongresi’nde gerekse de akademik
camiada yapılan değerlendirmelerde; Irak’ın toprak bütünlüğünü bir
federasyon çerçevesinde korumanın ABD’nin çıkarlarına hizmet
etmeyeceğini savunan tezler öne çıkmaktadır. Bu tezlerde, Irak’ta
federasyon yerine konfederasyon türü bir yapının, yani etnik ve dinsel
bazda tam olarak kendini yönetmeye yetkili devletlerden (ki bu
bağımsızlık ilan ederek konfederasyondan ayrılma hakkını da
içermektedir) oluşmuş konfedere bir devletin, ABD’nin Orta Doğu
bölgesindeki çıkarlarına ve özellikle bölgesel istikrara hizmet edeceği
fikri öne çıkmaktadır. Bölge devletleri ve özellikle Türkiye’nin de içinde
bulunduğu Irak’a komşu devletlerin görüşleriyle taban tabana zıt böyle
bir tezin ABD yönetimi tarafından benimsenebileceği ihtimali de göz
önünde bulundurulmalıdır.
Map of Iraq CIA World Factbook
. Irak’ta etnik ve dinsel bazda yapılanmış konfedere bir devlet, bu
ülkede ABD mevcudiyeti sürerken bizzat ABD tarafından
yapılandırılabileceği gibi, ABD güçlerinin Irak’tan çekilmesi sonrasında
geride bırakılmış federasyon yapısının zamanın bir noktasında
çökmesiyle de ortaya çıkabilir. Bu hususta 1975 yılında başlayan
Lübnan iç savaşı ve bu gelişmenin bölge genelinde yaratmış olduğu
istikrarsızlık canlı bir örnek teşkil etmektedir. Böyle bir gelişmenin ortaya
çıkması durumunda kendi yönetimi ve toplumu içinde muhtemel bir
bölünme yaşıyor olabilecek bir ABD’nin bölgesel dinamikleri yönlendirici
bir güç ve politik irade ortaya koyması mümkün olmayabilecektir.
. Uzmanlar tarafından görünür gelecekte gerçekleşmesi
öngörülmese de batı ülkelerinde petrol yerine geçebilecek alternatif
enerji kaynaklarının bulunması durumunda ve hatta bu mümkün
olamasa bile çeşitli önlemlerle kendisi ve müttefiklerinin Orta Doğu’dan
petrol ithalini önemli ölçüde düşürmelerinin mümkün olması hâlinde,
ABD’nin askerî güvenlik boyutu öne çıkan mevcut Orta Doğu
politikalarının belli bir değişime uğraması beklenebilir. Bu değişimin
parametrelerini şimdiden öngörülmesi mümkün olmayan o zamanki
uluslararası konjonktür belirleyecektir. Ancak, bu çalışmada da
değinildiği gibi petrolün Batı pazarlarına güvenli ve kesintisiz bir biçimde
taşınması, ABD’nin Orta Doğu bölgesindeki dış politika amaçlarının
sadece bir tanesini oluşturmaktadır. ABD dış politikasının 11 Eylül’den
sonra öne çıkan ve uzun yıllar süreceği öngörülen askerî güvenlik
boyutunun, Orta Doğu bölgesi politikasının petrol dışındaki diğer
amaçlarıyla doğrudan ilintili olarak ABD’nin bu bölgeye ilgisinin devamını
sağlayacağı büyük bir olasılıktır. Bu ilginin ABD’nin bölgedeki
mevcudiyetini ve bölge ülkeleriyle ilişkilerini ne şekilde etkileyebileceğini
ise bölgesel ve uluslararası dinamiklerin yanında bölgenin önemli
devletlerinin ABD’ye karşı izleyeceği politikaların belirleyeceğini
öngörmek mümkündür.
Bu hususta Türkiye’nin üzerine çetin bir sorumluluk düşmektedir.
Demokrat Parti yöneticilerinin 1950’li yıllarda ABD ile ilişkilerin bazı
önemli nüanslarını ayarlamada ve Orta Doğu bölgesine karşı izledikleri
dış politikada birtakım önemli hatalar yapmış oldukları, sonuçlarıyla
birlikte ortaya çıkmış olan bir gerçektir. Ancak kuruluşundan bu yana
geçen süre içinde 1950’li yıllar da dâhil olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti
hiçbir zaman ABD’nin “piyon”u olmamıştır. Aradan geçen süre içinde ve
özellikle de 11 Eylül dönemi sonrasında, 1950’li yılların uygulamalarına
bir geri dönüş yaşanmamışsa da Türkiye’nin dış politikasının dayandığı
dengeleri uygulamak oldukça güçleşmiştir. Irak sonrasında bunun daha
da güçleşmesi beklenebilir. Ancak denge politikasının alternatifi de
gözükmemektedir. Bu çalışmada tartışıldığı şekilde hâlen Orta Doğu
bölgesinde dış politikasını uygulama hususunda oldukça müşkül bir
durumda bulunan ABD, Türkiye’nin bölgedeki tecrübesi, rolü ve önemine
binaen iş birliğine her zaman ihtiyaç duyacaktır. Bu durumu iyi
değerlendirerek ABD’ye karşı eğitici, öğretici ve gerektiğinde kesin bir
hayır demek de dâhil olmak üzere frenleyici bir tutum izleyen Türkiye’nin,
bu tutumuyla ABD’nin Orta Doğu politikalarında daha isabetli
davranmasını mümkün kılabileceği öngörülebilir. Bu değerlendirmeler
ışığında üç adet senaryo oluşturulmuştur.
1. Birinci Senaryo: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan
Çıkmaması;
ABD’nin Irak halkının gözünde hiç bir meşruiyeti bulunmamasına
ve askerî mevcudiyetinin direnişi körüklemesine rağmen, çeşitli askerî,
politik ve ekonomik zorunluluklar karşısında sonsuza kadar Irak’ta
kalması da beklenemez. Ancak “onurlu bir geri çekilmenin” de
gerekçesini hazırlaması gerekecektir. Bu bağlamda;
a. ABD, hükümeti Iraklılara devretme süreci içinde, Irak’ta kendi
önceliği olarak gördüğü güvenliğin sağlanması hedefi doğrultusunda
Iraklılardan oluşmuş bir polis ve asker gücünün oluşturulmasına ve bu
gücün etkin şekilde güvenliği devralmasını temin etmeye ağırlık
verecektir.
b. Bu şekilde güvenliğin mümkün olduğunca hızlı bir biçimde
Iraklılara devri süreci içinde, ABD’nin kendisi Irak’ın zaruri altyapı
ihtiyaçlarını temin etmeye ve zaruri altyapı meselelerini çözmeye
yoğunlaşacak, bu hususta gayret gösterecektir.
c. Bu vasıtalarla, Irak halkı gözündeki meşruiyetini arttırmaya
çalışarak iç düzen sorununu Irak halkının kendi sorunu hâline
getirecektir. Bu yolla halkın sivil Irak yönetimini desteklemesini
sağlamaya çalışacaktır.
ç. ABD; Savunma, İçişleri ve Petrol Bakanlığı gibi önem verdiği
bazı bakanlıklardaki önceden kendi uygun bulduğu yapılanmaları kontrol
altında bulunduracak; bu gibi bakanlıklarda yapılacak atamaların kendi
tercihlerine uygun yapılmasını temine çalışacaktır.
d. Irak Anayasası’nın kabulünü sağlayarak sivil idarenin etkin bir
biçimde hükümet görevini üstlenmesini temin etmeye ve bu çerçevede
Irak’ın toprak bütünlüğünü koruyacak federatif bir yapının korunmasını
sağlayacak şekilde etnik ve dinî gruplar arasında uyum ve dengelere
dayalı bir iş birliğinin altyapısını hazırlamaya çalışacaktır.
2. İkinci Senaryo: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli
Olarak Irak’tan Çıkabileceği;
a. Irak’ta mevcut iç karışıklığın sürüyor olması; Irak’ın
komşularının Irak’ın içişlerine karışmalarını sürdürmeleri ve İran faktörü
gibi ABD’nin Irak’tan çıkmasını zorlaştıran birtakım sebepler
bulunmasına rağmen, yukarıda da değinilen askerî, politik ve ekonomik
zorluklar karşısında ABD 2006 yılından itibaren Irak’taki güçlerini
kademeli azaltmalara giderek çekebilir.
b. Tümüyle çekilme öncesinde, ABD’nin Irak’tan çekilme
durumunun şartlarını Irak içindeki karşıt gruplar; Irak’a komşu ülkeler;
bölge ülkeleri ve Avrupalı müttefikleriyle belli anlaşmalara bağlaması
beklenebilir.
c. Bu noktada bir yandan Irak’tan çekilmesinden sonra devam
edecek olan düzen sağlama işleminde seçilmiş Irak hükümetine
yardımcı olmaya devam ederken perde arkasında da kontrolü mümkün
olduğunca elde tutmak, diğer yandan da Avrupalı ve bölgesel
müttefikleriyle ve genel olarak uluslararası cemiyetle Irak’ın işgaliyle
bozulmuş olan ilişkilerini düzeltme yolunda yeni bir başlangıç yaparak
kaybını kazanca çevirmek mantığıyla NATO ve BM gibi kuruluşları
devreye sokabilir.
ç. Bu kapsamda Irak’taki yetkisini bu kuruluşlara devretmeye hazır
olan bir ABD’nin, Irak’ın etnik bazda parçalanması ihtimaline de hazır
olduğu kabul edilmelidir.
d. Bu çerçevede her ne kadar mevcut durumda federatif bir
yapının korunması için çaba gösteriyor görünse de zaman içinde
politikasını değiştirerek etnik ve dinsel bazda yapılanmış konfedere bir
devletin altyapısını Irak’tan çekilme öncesinde hazırlayabilir ya da
çekilme sonrasında böyle bir gelişmeye direkt ya da dolaylı yönden
destek verebilir.
e. ABD’nin Irak’tan çekilmesi ertesinde geride bırakacağı federatif
yapı zaman süreci içinde çökebilir ve bu durum 1975 Lübnan örneğinde
olduğu gibi bizzat Irak’ın komşularından gelebilecek ve bölgede istikrarı
tehdit edici dış müdahaleleri gündeme getirebilir.
3. Üçüncü Senaryo: 2025 Yılı ve Sonrası (ABD Irak’tan
Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez) Durumu;
a. Batı ülkelerinde petrol yerine geçebilecek alternatif enerji
kaynaklarının bulunması durumunda ve hatta bu mümkün olamasa bile
harcamanın kısıtlanması gibi çeşitli önlemlerle ABD’nin kendisi ve
müttefiklerinin Orta Doğu’dan petrol ithalini önemli ölçüde düşürmelerinin
mümkün olması hâlinde, ABD’nin askerî güvenlik boyutu öne çıkan
mevcut Orta Doğu politikalarının belli bir değişime uğraması beklenebilir.
b. Petrolün Batı pazarlarına güvenli ve kesintisiz bir biçimde
taşınması, ABD’nin Orta Doğu bölgesindeki dış politika amaçlarının
sadece bir tanesini oluşturmaktadır. ABD dış politikasının 11 Eylül’den
sonra öne çıkan ve uzun yıllar süreceği öngörülen askerî güvenlik
boyutunun bu ülkenin Orta Doğu bölgesi politikasının petrol dışındaki
diğer amaçlarıyla doğrudan ilintili olarak ABD’nin bu bölgeye ilgisinin
devamını sağlayacağı büyük bir olasılıktır.
c. ABD’nin bölgedeki kalıcı mevcudiyetinin biçimini ve bu
mevcudiyetin ABD’nin bölge ülkeleriyle ilişkilerini ne şekilde
etkileyebileceğini bölgesel ve uluslararası konjonktür yanında bölgenin
önemli devletlerinin ABD’ye karşı izleyeceği politikaların da
belirleyeceğini öngörmek mümkündür.
***