29 Mayıs 2017 Pazartesi

Mehmet Âkif ve Batı Emperyalizmi

Mehmet Âkif ve Batı Emperyalizmi 


*Nazım Elmas 
*Doç. Dr. Giresun Üniversitesi Eğitim Fakültesi 


Özet 

İnsanlar tarih boyunca çeşitli vesilelerle acılar yaşamışlardır. Her çağın zulmü kullanılan ve rağbet edilen araç ve gereçlere göre değişmektedir. 
Teknolojik gelişmeler bir yandan insanların işlerini kolaylaştırırken diğer yandan ölümlerini de artırmaktadır. Bazı ülkelerin yayılmacı politikaları ve menfaatleri 
için her türlü yolu denemeleri emperyalizmi gündeme getirmiştir. Bu tür niyetlere direnmede ve insanları uyandırmada sanatçılara büyük görevler düşmektedir. 
Şairlerin de milletlerini uyandırması, sömürüye karşı direnişe davet etmesi söz konusudur. Bugün sömürüden ve işgalden kurtulan, emperyalizme direnen 
ülkelerdeki insanların uyanışına şairlerin katkısı olduğu unutulmamalıdır. Türk edebiyatında da şair Mehmet Akif, emperyalizme karşı milletin uyanmasına katkı yapmıştır. Emperyalizmin türlü propaganda vasıtaları ile insanlığı etkilediğini ve ezdiğini, kendi halkına ve dünya Müslümanlarına anlatmıştır. 
Anahtar kelimeler: Şair, Halk, Uyanış, Emperyalizm. 


Giriş 

İnsanlık tarihi çatışma, çekişme ve mücadelelerle doludur. Her dönemde taraflar fikirlerinin ve davalarının galip gelmesi için türlü vasıtalar kullanmışlardır. 
Bu eylemlerin her kademesinde insanları etkilemek, onları belli bir yola yönlendirmek için gayret gösterilmiştir. Kimi zaman kısa yoldan sonuca gitmek kimi zaman daha uzun sürede hedeflere ulaşmak amaçlan-mıştır. Taraftarlarının gelecek tehlikelere hazır olmalarını sağlamak da bu 
alanda yapılan çalışmalar arasında sayılmaktadır. Tüm bu çalışmalarda amaç çok sayıda insana ulaşmak, onların varlıklarını sürdürmelerine uygun 
ortam hazırlamak, onları bir davaya inandırmak, bir mücadeleye katkı yapmalarını sağlamaktır. 

Sorumluluk mevkiindeki kişiler geride kalan zamanlarda hep bu yolu denemişler, bu gayeye yönelik faaliyetlerde bulunmuşlardır. Sanat adamları çoğu zaman sanatını insanlığın geleceği için katkı yapmaya adamıştır. Sanatçı ilgi alanına giren konularda insanlarla en etkili iletişimi kurmaya çalışmışlardır. Sanatçının iletişimdeki etkisi kimi zaman otorite sahiplerini tedirgin etmiş, hâkimiyetlerinin bekası adına sanatçıların sesini kısmayı hatta kesmeyi düşünmüşlerdir. İletişimde sanatın büyülü etkisi, her devirde gündemde olmuştur. 

Dünyadaki insanca yaşama gayretlerine sanatçıların katkısı bilinmektedir. Yaklaşan tehlikelere karşı toplumu uyarma sorumluluğunu içinde duyan sanatçı her fırsatta yanlışlıklara karşı direnmiş, bu uğurda bedel ödeyerek tarihteki yerini almıştır. Güzel sanatlar içinde musiki ve edebiyatın kitleleri etkilemede ve uyarmada bu amaçla kullanıldığı dikkati çeker. Bu çalışmamızda bir şair olarak Mehmet Âkif’in emperyalizm karşısındaki tutumunu değerlendirmeye çalışacağız. Zulme, haksızlığa, adaletsizliğe, sömürüye kaşı olmada sanatın ve sanatçının gücünü yakından tanıma fırsatı bulacağız. 

Sanayi inkılabını gerçekleştiren batı hâkimiyet alanını genişletmeye yeni hammadde kaynakları bulma peşindedir. Diğer devletler aleyhine genişleme, 
onları siyasi ve ekonomik anlamda egemenliği altına almak amacıyla yayılmacı politikalar izleme anlamına gelen emperyalizmin en azgın yılları Osmanlının gerileme dönemlerine rastlamaktadır. Osmanlının zengin hammadde kaynakları son dönemde emperyalizmin iştahını artırmıştır. 

Bu ülkelerin ürettiği malların pazar imkânı da Osmanlıya yönelişi gerekli kılmıştır. 

Osmanlı Devletinin yükselme, duraklama ve gerileme devirleri sonrası artık yıkılmaya başladığı “hasta adam” döneminde kurtuluş için her alanda 
fedakârlık yapacak insanlara ihtiyaç olmuştur. İçinde memleket sevdası taşıyan duyarlı sanat erbabı, mevcut durumda gerekeni yapmışlardır. 
Geniş alanda hâkimiyet kurmuş Osmanlının gül devri geride kalmıştır. Memlekette var olmak mücadelesi gündemdedir. Herkes gibi sanatçılar da 
bu şartlarda ne yapmaları gerekiyorsa onu kaleme almışlardır. 

Osmanlının emperyalizmle mücadelesinin şiddetle devam ettiği zamanlarda Mehmet Âkif de şiirlerini yazmaktadır. Balkan Savaşları gündemdedir. 
Batı ülkeleri balkanlardaki maşa ülkelerle Osmanlıyı yıkmaya çalışmaktadırlar. Çevreden kuşatmak için Balkanlar en iyi kapı sayılmaktadır. 
Balkanlardaki işbirlikçi unsurlar Sırp, Bulgar, Yunan, Karadağlı, tüm şımartılmış halleriyle Mehmet Âkif’in de hedefindedir. O topluluklar, sömürgeci 
efendilerinin namına Osmanlıya ihanet etmişler, yıllardır birlikte yaşadığı insanlara beklenmedik kalleşliği yapmışlardır. Safahatta bu ihanet 
şöyle dile getirilir: 

“Karadağ haydudu Sırp eşşeği Bulgar yılanı, 
Sonra Yunan iti, çepçevre kuşatsın vatanı… 
Tarumar eyleyiversin de bütün ordumuzu; 
Bizi kovsun elimizden alarak yurdumuzu “…1 

Sanatçının görevi hem uyarmak hem de yanlışlara karşı direnmektir. Şairin sözü gün gelir kurşun olur hedefi vurur. Bir mısra Binlerce yüreğe 
bir kıvılcım çakar dağlar aşılır, yollar geçilir. 

Batı sömürgecilerinin Osmanlıyı çökertmek adına sınır bölgelerinde yaptığı oyunların maşası Bulgarlar olmuştur. Âkif Balkanları gerçekte kimin 
karıştırdığını biliyor cepheye gönderilen askere bunu hatırlatıyordu Cenk Şarkısı Balkan savaşlarında güçlüye karşı haklının yanında yer alan 
bir tezi de anlatır. 

“Yükselerek kuş gibi Balkanlara, 
Öyle satır at ki kuduz Bulgar’a: 
Bir daha Osmanlı’ya güç sırtara! 
Git de gel evlâdım… Uğurlar ola”2 

Balkan savaşlarının sebep olduğu göçler ve yaşanan acılar uzun yıllar hafızalardan silinmemiştir. Bu acı sadece Âkif’ değil dönemin sanat erbabını 
derinden etkilemiştir. Osmanlıyı yok etmek isteyen güçler hiç insaf etmeden emellerine yürümektedirler. Her bölgeden müdafaa haberleri geliyor 
ancak şartlar denk olmadığı için beklenen başarı elde edilemiyordu. 

Edirne aylar süren direnişin sonunda teslim olur. Yeni bir hüznün kapısı açılır. Ölmek yaşamaktan daha güzel olur o zaman. Emperyalizm adına yaşanan 
vahşet Safahat’a şöyle yansır: 

“Edirne... İşte o İstanbul´un demir kilidi; 
Sefil ayakları altında Bulgar´ın şimdi! 
Muzaffer ordusu hakkıyle intikam alıyor: 
Çoluk, çocuk, kadın, erkek ne bulsa parçalıyor ”3 


Acından ölmeye mahkûm olan zavallıları, 
Sular bıraksa da Bulgar bırakmıyor dışarı! 
Ne kurtulur, ne ölür... Derde bak felâkete bak: 4

Hayat? O hakkı değildir: Ölüm? Ölüm de yasak ! 

Bulgarlar eliyle yapılan zulüm Âkif’ çok etkilemiştir. Yönlendirici ve tahrik eden güç henüz ortaya çıkmamıştır. Efendileri adına alan genişletme ve yerleşme çalışmaları yapılmaktadır. Mehmet Âkif’in Balkan Savaşları yıllarında sık sık Bulgarlardan bahsetmesi yaşanan facianın dehşeti ile orantılıdır. 
Zulmün getirdiği büyük acıdan kurtuluş yoktur. Bulgar olmayı hiç düşünmeyen insan için tek tercih ölmektir. Ölümün daha güzel sayıldığı 
zulüm şöyle anlatılır: 

Beş altı günde otuz bin adam boğazlanıyor! 
Pomakların deşilip süngülerle vicdânı; 
Alınmak isteniyor tâ içinden îmânı! 
Birer birer oluyor ırzı, mâlı, yurdu heder... 
Gidince hepsi elinden: “Ya Bulgar ol, ya geber!”5 


Balkan savaşlarıyla başlayan vahşi emperyalist iştihası Yunan, Sırp ve Karadağlının da katkılarıyla tarihteki yerini alır. Bu denemeden sonra 
istilaya başlama zamanı gelmiştir. Bu istila Çanakkale Savaşlarıyla daha somut, üstelik organize bir şekilde tüm dünyayı etkilemiştir. Hemen ardından 
dünyaya yayılan birinci dünya savaşı o gün için emperyalizmin vardığı son noktadır. 

Bu savaşlarda sadece Osmanlı devleti zarar görmemiş, İngiliz ve Fransızların sömürgelerindeki Müslümanlar da etkilenmişlerdir. 
Afrika’dan ve Asya’dan topladıkları Müslümanları kendi insanlarını korumak için en önde cepheye sürmüşler, her zaman olduğu gibi kendilerini 
tehlikeye atmamışlardır. Müslüman ülkelerden toplanan birçok asker kimi zaman Çanakkale’de olduğu gibi Müslümanlara karşı savaşmış, kimi zaman 
da başkalarının menfaatlerine hizmet etmek zorunda kalmıştır. 

Safahat’ın beşinci bölümü olan Berlin Hatıraları’nda sömürgecilerin dünya genelinde yaptıkları oyunlar Âkif tarafından dile getirilmiştir. 
Emperyalizmin vardığı noktayı Âkif ilk defa bu kadar yakından görmüştür. İslam ülkelerinden toplanıp cephelere sürülen her milletten Müslüman Berlin yakınlarındaki bir esir kampında tel örgüler arkasında tutulmaktadır. Âkif, bu esirlerin durumlarını incelemek üzere Almanya tarafından davet edilen bir heyetin içindedir. Osmanlı –Alman ittifakı hatırına Almanların kamptakilere çok iyi davranmalarına rağmen yine de hürriyet başkadır. Tel örgüler arkasındaki bir hayat en çok Akif’e dokunur. Berlin’deki esir kampında gördüğü manzara emperyalizmin kollarının nerelere kadar uzandığının ispatı olmuştur.. 

Berlin’de yazdığı şiirlerde Mehmet Âkif dünya Müslümanlarının yaşadıklarını, cahilliğini, aldatılmışlığını görmüştür. Müşahedelerinin neticesinde 
sömürgecilerin eliyle cepheye sürülmüş, sonra da esarete düşmüş din kardeşlerinin acısını dile getirmiştir. 

Afrika’da ve Asya’da batılı devletlerin birçok sömürgesi vardır. Normal zamanlarda buraların yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömüren bu devletler, 
savaş söz konusu olunca bu sefer canlarına kastetmişlerdir. Kendi insanlarını korumak için önce onların ölmesini planlamışlardır. Her zaman 
bizim yakanın mensupları zulme uğramıştır. Yıllardır ülkeleri sömürülen bu insanların çoğu nereye gittiğini bilmeden kendini cephede bulmuş, ya 
ölmüş ya da zor şartlarda esarete mahkum olmuşlardır.. 

Berlin’deki bir kahvede savaşta ölen çocuğuna ağlayan Alman bir anneye hak verirken Akif bakınız ne diyor: 

Hesaba katmıyorum şimdilik bizim yakada 
Sönen ocakları; lakin zavallı Afrika’da 
Yüz elli bin kadının tütmüyor bugün bacası. 
Ne körpe oğlu denilmiş, ne ihtiyar kocası, 
Tutup tutup getirilmiş Fransız askerine. 
Siperlik etmek için saff-ı harbin önlerine … . 


Tüm sömürgeci güçler bu zulmü birbirlerini alkışlayarak yapmışlardır. Menfaat birliği ortak davaları olmuştur. Hiç bir ilke tanımadan sadece menfaat elde etmek amaçlanmıştır. Bu güce dur demek ise teknik alanda mümkün değildi. Asrın hâkim güçleri yalnız kazanmayı düşünüyor, insanlık gündeme alınmıyordu. Âkif’in kahvede gördüğü masum annenin eli bu kirli işlere bulaşmamıştır. Yavruları için yüreği yanan annelerin eli temizdir. 

Bu zulme ortak olmamıştır. Aynı yerde şöyle anlatılır: 

Keder de söz mü ya? Alkışlıyordu cellâdı, 
Utanmadan koca yirminci asrın evlâdı. 
Evet, şenâ´ate el çırpıyordular hepsi... 
Senin elinde yok ancak bu alkışın levsi.6 


Asya bu paylaşımda İngiliz’e ve Rus’a düşmüştür. Orta Asya’da Ruslar, güneyde İngilizler bir başkasının kanını emmektedirler. O bölgelerden toplanıp 
cepheye sürülmüş sonra da Almanlara esir düşmüş din kardeşlerini görünce Safahat şairi bir kere daha yıkılmış ve emperyalizmi lanetlemiştir. 
Âkif’in deyimiyle bizim yaka o sıralar böylesine hazin bir acıyı yaşamaktadır. Sömürgeci efendisi kanını emdiği insanları kıtlık altında ezmekte böylece önce mal, sonra can efendiye feda edilmektedir. Esir kampında tel örgülerin arkası bunu anlatmaktadır: 

Biraz da geçmeyi ister misin bizim yakaya? 

Al işte bir günü mâtemsiz olmayan Asya! 

Zamân-ı rüşdünü andıkça ağlasın dursun, 

İkiz vesâyeti altında İngiliz´le Rus´un. 

Sülük benizli vasîler ne emdiler kanını, 

Mecâli kalmadı artık çıkardılar canını! 

Zavallı yerliyi kıtlık zaman zaman kemirir 

Bu, kan tükürmeye baksın... O, muttasıl semirir! 

……. 

Damarlarındaki son damlanın gelir sırası... 

Ki saklı durmayacak, ister istemez akacak 

Gidip efendisinin düşmanıyla çarpışarak 7 


Batının bu tutumu asırlar süren bir kanlı kâbus olmuştur. Elde ettiği üstün imkânlarla muhataplarına hiç göz açtırmamıştır. Uyanışı engelleyecek 
her türlü tedbirleri almışlar, kimi zaman yerli işbirlikçilerle yoksul bıraktıkları halkı kontrol altında tutmak istemişlerdir. Kendini yönetemeyen bir ümmetin hali çok acıdır. Bu manzara genel olarak İslam toplumlarında olmaktadır. Âkif’i üzen de budur. Şair bu u şöyle dile getirir: 

Musallat, hiç göz açtırmaz da Garb´ın kanlı kâbûsu, 
Asırlar var ki, İslâm´ın muattal, beyni, bâzûsu. 
“Ne gördün, Şark´ı çok gezdin “ diyorlar: Gördüğüm; Yer yer, 
Harâb iller; serilmiş hânümanlar; başsız ümmetler..8 

Batı emperyalizmi kendi menfaati için hiçbir kutsal değeri ve mekânı kabul etmemektedir. Bunu en yakın örneği Milli Mücadele yıllarında yaşanmış
tır. Bursa’nın işgali üzerine Mehmet Akif en hüzünlü anlarından birini yaşamıştır. 

Bursa’yı işgal eden güçler sadece Yunan askerleri değildir. Onlara o cesareti veren destekçileri, Âkif’in ifadesiyle tümüyle bir batı suçludur. 
İşgal ettikleri her yerde olduğu gibi Bursa’da da camilerin tahrip edilmesi, türbelerin çiğnenmesi, o mekânlarda içki âlemlerinin yapılması, topyekun 
ecdada saygısızlık çıkar için düşülen seviyenin göstergesidir. Bülbül şiirinin yazılmasına sebep olan bu olaylar elbette Bursa ile sınırlı değildir. 
Osmanlı mülkü ve tüm İslam yurtları aynı acıyı sık sık yaşamaktadır. 

Bülbül’ün feryadı şöyledir: 

Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda; 
Bugün bir hânümansız serserîyim öz diyârımda! 
Ne hüsrandır ki: Şark´ın ben vefâsız, kansız evlâdı, 
Serâpâ Garb´a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı 9 

Emperyalizm bulunduğu yerde kalıcı olarak yaşamak için her türlü tedbiri de alır. Kendine yakın işbirlikçiler bulduğu gibi hakimiyetin sürekliliği için her türlü propagandayı da ihmal etmez. Bu uğurda yapılacak her çalışma haklılığı kabul ettirmeye matuf gayretlerdir. Önemli olan yapılanların doğruluğuna insanları inandırmaktır. Hem sömürmek hem masum sayılmak bu anlayışın bir ürünüdür. Anadolu’yu işgal eden, kendilerini yirminci asrın imtiyazlıları sayan batılıların “Biz Anadolu’ya medeniyet götürüyoruz” diyerek, işgallerini dünya kamuoyuna sunmaları, bu tür bir uyanıklığın sonucudur. Zahmetsiz elde ettikleri servetin büyük bir kısmını reklama harcayan batının, bu tür sözlerinde zulmü gizlemekten, kendini haklı saydırmaktan başka bir niyeti olamaz. Âkif’in zulmü medeniyet diye sunanlara tepkisi bu sebepledir. Safahatta geçen mısralar bu ikiyüzlülüğün maskesini şöyle yırtar: 

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, 
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. 
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, 
‘Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar? 10 

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... 
Medeniyyet denilen kahbe, hakîkat, yüzsüz.11 

Medeniyet denilen maskara mahluku görün: 
Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün 12 

Medeniyet adına yapılan vahşetler insanların uyanmasına vesile olmuştur. Kendilerini masum gösterenler zulüm yaptıkça gerçek yüzlerini belli 
etmişler bu tecrübe de insanlığa çok pahalıya mal olmuştur. Toprağın altı mazlumların ahlarıyla inlemektedir: 

Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar; 
Dipçik altında ezilmiş, paralanmış kafalar! 
Bereden rengi hüviyyetleri uçmuş gözler! 
Kim bilir hangi şenaatle oyulmuş gözler! 
Medeniyyet denilen vahşete la’netler eder.13 

Sonuç 

Emperyalizm, Âkif’in en çok mücadele ettiği kavramlar arasındadır. Bu kavram çoğu zaman ilgili ülkeler tarafından gizlenmiş ve başka isimlerle 
insanlığa sunulmuştur. Onların bu kirli oyunlarını milletimize ve tüm mazlumlara anlatan sorumluluk sahibi sanatçılar arasında Mehmet Âkif 
de bulunmaktadır. 

Yirminci asırda Avrupa en acımasız zamanları insanlığa yaşatmıştır. Bu sömürgeciler, istila etmiş, sömürmüş, milyonlarca insanın ölümüne sebep 
olmuş, tüm bunları medeniyet olarak sunma uyanıklığını göstermişlerdir. Özellikle cahil toplumları propagandanın her türlüsü ile kendi emellerine 
alet etmişlerdir. Bunu medeniyet adına yaptıklarını söyleyecek kadar da pişkindirler. 

Âkif bu ikiyüzlülüğe karşı milletini uyandırmanın gayreti içinde olmuştur. Emperyalist ülkelerin her türlü yolu deneyerek kendi menfaatlerini 
sürdürmek amacında olduklarını dile getirmiştir. Balkan savaşları yıllarında, Çanakkale’de, ardından birinci dünya savaşlarının ülkemizde 
ve dünyada emperyalizmin bir oyunu olduğunu ifade etmiştir. Onların bu eylemlerini yaparken, ehl-i salip dayanışması ile yirminci asrın menfaat 
grupları halinde, kimi zaman medeniyet maskesi sahtekârlığı altında hareket ettiklerini eserlerinde işlemiştir. 

Safahattaki şiirler, sadece Anadolu ve Balkanlardaki emperyalist emelleri değil, yeryüzü coğrafyasında ezilen tüm insanların feryadını dile getirmiştir. 
Âkif’in, Müslümanların yaşadığı kıtalara yayılan okuyucu ilgisinde sessiz yığınların sesi olma özelliğini unutmamalıdır. 


DİPNOTLAR;

1 Safahat, Hakkın Sesleri, s.191-192 (Mehmet Akif Ersoy, Safahat; Hazırlayan: M. Ertuğrul Düzdağ, Çağrı Yayınları, Üçüncü Baskı, İstanbul 2006. Makaledeki 
şiirler bu kaynaktan alınmıştır.) 
2 Safahat, Safahat Dışında Kalmış Şiirler, s.556 
3 Safahat, Fatih Kürsüsünde, s.269 
4 Safahat, Fatih Kürsüsünde s.270 
5 Safahat, Fatih Kürsüsünde s. 270 
6 Safahat, Berlin Hatıraları s. 313. Akif Alman anneye farklı bir merhametle bakar. Almanlar’a karşı tutumu da kalkınmışlık adına olumludur. 
Yeri geldiğinde gençlerin Berlin’e giderek ilim tahsil etmelerini öğütleyecek kadar tarafsız davranabilmektedir. 
Çalışanlara her zaman hakkını teslim eder. Şu mısralar da Berlin Hatıralarında geçmektedir: 

Nüfûsunuz iki kat arttı, ilminiz on kat;
Uçurdunuz yürüyen fenne taktınız da kanat. 
…. 

Terakkıyâtınız artık yetişti bir yere ki: 
Ma´ârif oldu umumun gıdâ-yı müştereki. 
Havâssınız yazıyorken avâmınız okudu, 
Yazanların da okutmaktı, çünkü maksûdu. S. 314 

7 Safahat, Berlin Hatıraları s. 311-312 
8 Safahat, Gölgeler s. 339 
9 Safahat, Gölgeler s.457 
10 Safahat, Safahat Dışında Kalmış Şiirler, s.507 
11 Safahat, Asım, s. 410 
12 Safahat, Hakkın Sesleri, s.188 
13 Safahat, Hakkın Sesleri, s.187 

***

80.Yılında İnkılâp (Tarihi) Dersleri BÖLÜM 2



 80.Yılında İnkılâp (Tarihi) Dersleri  BÖLÜM 2



“Vekil bey tedrisatına yarın devam edecektir.” 

İnkılap Enstitisü’nün açılışı mahiyetindeki Maarif Vekili tarafından verilen bu ilk dersin gerek başlangıç tarzı itibarıyla, gerekse katılanlar arasında Türk ve yabancı öğretim üyelerinin bulunması ve Harb Akademisi talebelerinin de yer almaları ile bir açılış merasimi olduğunu söyleyebiliriz. Başlangıçta okunan Cumhuriyet marşı da bu tören havasını güçlendirmektedir. Bakan, konuşmasında dersin muhtevası ve bu muhtevanın hangi isimler tarafından tedris edileceğini de açıklamıştır. Bu durumda Reşit Galib’in tasarladığı tarzda bir tedrisatın sözkonusu olmayacağı anlaşılmaktadır. 

Reşit Galip İnkılap Kürsüsü başkanı olarak ders verecek, onun yardımcıları üniversitenin öğretim üyeleri olacaktı. Bu kısa süre sonra, derslerin üniversite hocaları tarafından tedris edileceğine işaret olabilir. Fakat, Yusuf Hikmet Bey, hiçbir Üniversite hocasının ismini zikretmemiş, kendisiyle birlikte 4 kişi tarafından bu derslerin verileceğini belirtmiştir. Bunların başında Recep Bey (Peker) gelmektedir. 


Recep (Peker), o sırada Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Umumî Kâtibi (Genel Sekreteri)dir. Umumî Kâtip Parti hiyerarşisinde Gazi ve İsmet Paşa’dan sonra üçüncü yetkili kişidir. Gazi Parti’nin başkanı ve Ebedî Şef’dir, Başvekil İsmet Paşa Parti’nin başkan vekilidir. Recep Bey daha önce çeşitli bakanlıklar yapmış, parti içinde etkili bir isimdir. Reşit Galib’in ayağını kaydıran isimler arasında onun bulunma ihtimali kuvvetlidir. Recep Bey’in döneminde Faşist, Nazist ve Komünist partilerde genel sekreteliğin önemi dikkate alınır ve ayrıca CHP’yi bu otoriter partilere benzetme yönünde eğilimler hatırlanırsa, ideoloji oluşturma konusundaki mevkii de kolaylıkla kavranabilir. İnkılâbın askerî vechesi ile ilgili dersleri Reep Bey’in vereceği Maarif Vekili tarafından belirtilmiş olmakla beraber, onun yayınlanmış olan dersleri, bu muhtevayı aşacak genişliktedir.14 

İnkılâp derslerinin ikinci ismi, Mahmut Esat’tır. Daha önce Adliye Vekilliği yapan ve Medenî Kanunu hazırlayan Mahmut Esad (Bozkurt) konunun hukukla ilgili yönlerini anlatacaktır. Bozkurt’un İstanbul’da ve Ankara’da verdiği dersleri “Atatürk İhtilali” isimli kitabında bütünleştirildiği söylenebilir (1940).15 

İnkılâbın iktisadî vechesini anlatacak isim Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey, Adliye ve Hariciye vekillikleri yapmış bir hukukçudur.16 

Maarif Vekili Yusuf Hikmet (Bayur) kendi sahasını haricî siyaset olarak belirlemiştir. Reşit Galib’den sonra, kısa süre Refik (Saydam”ın vekaletinin 
ardından) 27 Ekim 1933’te bakanlığa getirilen Yusuf Hikmet Bey’in bu görevi bir yıl dolmadan, 8 temmuz 1934’te sona ermiştir (8.5 ay). 

İnkılâp (Tarihi) derslerinin başlangıçta, hepsi neredeyse ömür boyu milletvekilliği yapan ve esas olarak siyasetçi kategorisinde yer alan kişiler tarafından verilmesi üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Reşit Galip’in başlangıçta işi akademiye bırakacak bir yapı kurmak istemesine rağmen, Yusuf Hikmet, muhtemelen aldığı direktife uygun olarak kürsüyü siyasetçilere tahsis etmiştir. Bunların içinde aktif siyasetçiliği en önde olan elbette Recep Peker’dir. Daha sonra Dahiliye Vekilliği (1942-1943) ve en sonunda Başbakanlık da yapmıştır (1946-1947). Mahmut Esat, Ankara Hukuk Fakültesi’nde hocalık yapmış, Yusuf Kemal Tengirşenk, 1933’te adliye vekilliğinden ayrıldıktan sonra Ankara Hukuk Fakültesi’nde ekonomi profesörü olarak çalışmış, hayatının son dönemine kadar üniversite hocalığını devam ettirmiştir. Yusuf Hikmet Bayur ise, İnkılâp Tarihi konusunu iş edinmiş, üniversite hocalığı yapmış, 3 cilt 10 kitaplık Türk İnkılâbı Tarihi kitabını yazmıştır (1940-1967) 

İnkılâp derslerinin ikinci günü de gazetelerin 1. Sayfasında resimli haber olarak yer almıştır. Cumhuriyet gazetesi 6 Mart 1934 tarihli nüshasında haberi “İnkılap Enstitüsünde” başlığı ile vermiştir. Alt başlıkda, “Maarif Vekili Hikmet Bey, dün ikinci dersinde Türk inkılâbı demek Gazi demek olduğunu söyledi ve Gazi büyük adamların en mümtazıdır, dedi.” ifadesi yer almaktadır. Toplantı ile ilgili resimden sonra “Maarif Vekili’nin bugün Ankara’ya gideceği belirtiliyor“ ibaresine yer verilmektedir. 

İnkılâp derslerinin başlaması ve Dr. Reşit Galib’in ölümü! 

İstanbul Üniversitesi’nde İnkılâp Kürsüsü’nün açılması ve ilk dersin verilmesi haberi gazetelerde yer aldığı gün, bu konuyla ilgili ilk adımları atan Dr. 
Reşit Galib’in vefat etmesi ilgi çekici bir tevafuk olarak okunabilir. Meşhur kurtarma hadisesinden sonra sağlık durumu bozulan Reşit Galip’in rahatsızlığı 
bilahire zatürreye dönüşmüştür. Dr. Reşit Galip, 5 Mart 1934 günü bu hastalıktan kurtulamıyarak vefat eder. 6 Mart tarihli gazeteler bir taraftan 
İnkılâp dersleri haberini verirken, bir taraftan da onun vefat haberini duyurmakta ve hakkında övücü ibareler kullanmakta idiler. Reşit Galip’le 
ilgili övücü ifadelere rağmen, onun İnkılâp kürsüsü kurma konusundaki öncülüğünden hiç söz edilmemesi de ilgi çekicidir.17 

Recep Bey kürsüde 

Recep (Peker) Bey’in ilk dersi vereceği 14 Mart 1934 tarihli Cumhuriyet gazetesinde “İnkılâp Konferansları. Recep Bey yarın ilk dersini verecek” 
başlığı ile duyurulmaktadır. Alt başlıkta Recep Bey’in dersine büyük ehemmiyet atfedildiği belirtilmektedir. Maarif Vekaleti’nin sene içinde verilecek 
dersleri bir araya toplayarak bir kitap halinde neşredeceği bilgisi de haber metninde yer almaktadır. Haberde, fakültelerin son sınıf talebeleri 
ile Harp Akademisi, Yüksek Ticaret Mektebi son sınıf talabelerinin İnkılâp derslerine devam mecburiyeti olduğu bilgisi yer almaktadır. Mülkiye son 
sınıf talebesinin devam mecburiyeti hakkında emrin de geldiği, bu surette dersleri takibe mecbur talebenin miktarının 700’e baliğ olduğu kaydedildikten 
sonra, bu talebenin imtihanlarının kendi fükletelerinde, diğer derslerin imtihanlarından sona yapılacağı, İnkılâp derslerinden sertifika almayanlara 
diploma verilmeyeceği belirtilmektedir. 

Aynı haber metninde büyük bir İnkılâp Enstitüsü binası yaptırılacağı belirtilmektedir. Bu binanın yanan Adliye binası civarında (Ayasoyfa’nın 
doğu tarafı) denize nazır bir arsada yapılmasının muhtemel olduğu belirtilmektedir. Bu binanın 5 bin kişi alabilecek bir konferans salonu bulunacağı 
da kaydedilmektedir. 

Aynı gazetenin 1 nisan 1934 tarihli nüshasında yer alan bir habere göre, Dersim meb’usu Mazhar Müfit (Kansu) Bey’in Meclis başkanlığına “İnkılâp 
tarihi derslerine halkın niçin kabul edilmediğine dair takrir” (önerge) verdiği haberi yer almaktadır. Ertesi gün Maarif Vekili Meclis’te önergeyi cevaplandırıyor. 

Üniversite salonunun 1000 kişi aldığını, devam eden talebe ve muallim adedinin 1000 ila 1200 arasında olduğunu söylüyor. Vekil, başlangıçta derslerin kalabalık olduğu, zamanla kalabalığın azaldığını, ayrıca Ankara Radyosu’nun dersleri naklen verdiğini, halkın radyodan dersleri takip ettiğini belirtiyor. İstanbul Radyosu tertibatı olmadığı için dersleri naklen yayınlıyamıyormuş. Bakan Meclis’in istemesi halinde 5-6 bin kişilik salon yaptırılabileceğini de belirtiyor. 

Haberin bu bölümünü, İnkılap Tarihi derslerine verilen önemi tebarüz ettirmek amaçlı olarak okuyabiliriz. Üniversite’nin kendine mahsus binasının olmadığı bir dönemde sırf İnkılap Kürsüsü’ne büyük bir binanın yapılması, bu yapının denize nazır olacağının belirtilmesi, ayrıca 5 bin kişilik salondan söz edilmesi ancak bu şekilde değerlendirilebilir. Değil o yıllarda, o günden bugüne kadar Türkiye’de 5 bin kişilik bir konferans salonu yapılmadığını da hatırlatmakla yetinelim. 

Tarih dersi mi, ideolojik tahkimat mı? 

Bu başlangıç döneminde İnkılâp tarihi derslerinin tarihten çok ideolojik tahkimat maksatlı olduğu anlaşılmaktaır. Derslerin başlangıcında “tarih” kelimesi kullanılmamış, doğrudan “İnkılâp dersleri” denilmiştir. Bir taraftan “İnkılâp dersleri” verilirken, “inkılâplar” da devam etmektedir! 

1934 yılı içinde Soyadı Kanunu çıkarılmış, ölçülerde Avrupa sistemine geçilmiş, din adamlarının dinî kisveleri mabedler dışında giymesi yasaklanmış, 
dil inkılâbına hız verilmiş ve hatta “mûsıkî inkılâbı”na girişilmiştir... 

İnkılâp derslerinin mahiyeti konusunda CHP’nin “Kâtib-i Umumî”si Recep Bey’in cümleleri aydınlatıcı olabilir. Recep Bey, birinci dersinde, her büyük fikir hareketinin, tesiri evrensel olan her inkılâbın, ileri gidiş esnasında, nesiller, zamanlar geçtikce, şefler değiştikçe hız ve heyecanını kaybedeceğini, bu safhalarda yavaş yavaş ana fikirlerden gerilemeler görüleceğini belirttikten sonra, “bu heyecan hayat boyunca –insan hayatı değil- bir ulusun hayatı boyunca, nesilden nesile aynı hızı, aynı canlılığı muhafaza etmezse feragatler başlar, ana inanışlardan kaybedilir. İnkılâbı yok etmek, kayalara çarptırmak isteyen unsurlar bu hızı eksiltebilirler. Buna yol vermemek için biz kurtuluş ve diriliş devrimizin sıcaklığını nesilden nesile nakletmeliyiz” demektedir.18 

Bu ister istemez, başlangıç devrinin kutsallaştırılmasını ve bu kutsallaştırmayı sağlayacak efsanevî-mitolojik bir anlatımı gerektirmektedir. 

İnkılâp Dersleri başlangıçtan itibaren böyle bir çerçeveye oturtulmuş, sonuna kadar da böyle sürdürülmüştür. Bu yüzden, İnkılâp Tarihi’nin önceliği hiç bir zaman ilim olmamış, inanç-ideoloji olmuştur. 1940’lı yıllarda İnkılâp Tarihi yerine daha objektif bir isimlendirme yapılmış, “Cumhuriyet Tarihi” adı tercih edilmiş, fakat bu ad değişikliği muhtevada ciddi anlamda bir değişikliğe yol açmamıştır.19 


DİPNOTLAR;


1 Mesela, 2010’da kurulan devlet üniversitelerden İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Ankara’daki Yıldırım Bayezid Üniversitesi ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından kurulan Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi’nde İnkılap Tarihi Enstitüsü bulunmamaktadır. Gelişim Üniversitesi, Avrasya Üniversitesi, Şifa Üniversitesi gibi özel vakıf üniversitelerinde de yoktur. Anadolu’da yeni kurulan şehir üniversitelerinden Bayburt, Gümüşhane, Sinop üniversitelerinde de keza bulunmamaktadır. Buna karşılık, Kastamonu Üniversitesi’nde rektörlüğü bağlı Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi bölümü dikkati çekmektedir. 
Bazı üniversitelerde bölüm veya anabilim dalı olarak İnkılâp tarihi yer almakta, olmayanlarda da bu dersleri muhtemelen tarih bölümü hocaları vermektedir. 
2 Sanat tarihi alanındaki yayınlarıyla tanınan Prof. Dr. Oktay Aslanapa, dönemin İnkılâp tarihi ders notlarını “1933 Yılında İstanbul Üniversitesi’nde Başlayan 
İlk İnkılâp Tarihi Ders Notları” adıyla yayınlamıştır. (İstanbul, 1997) Aslanapa, Önsöz’de İnkılâp tarihi derslerinin başlangıcını, kendisi katılmışcasına 
anlatmaktadır. Gerçekten dersler Zeynep Hanım Konağı’nın yanındaki ahşap konferans salonunda verilmeye başlanmıştır, fakat 1933’te değil, 1934’te. 
Aslanapa’nın Üniversite’ye başlama yılı 1934 olduğuna göre, kendisi bu derslerin takipçisi olabilir. 
Derslerin 1933’te başladığı yönündeki bilgi ise hafıza yanılmasından başka bir şey değildir. 
3 Saadet Tekin: “Dr. Reşit Galip ve üniversite reformu” Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C.1, S. 2, 1992, sf. 207 
31 Mayıs 1933 tarihinde TBMM Üniversite Kanunu’na kabul etmiştir. 20 Haziranda Maarif Vekaleti Üniversite’de İnkılâp Enstitüsü açılması kararını almıştır. 
31 Temmuzda Darülfünun kanun gereğince kapanmış, 1 Ağustosta Üniversite kurulmuştur. Reşit Galib 13 Ağustos’da Maarif Vekilliğinden istifa etmiştir. 
4 Cumhuriyet, 1.8.1933 
5 Afet İnan: Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler. Ankara, 1984, sf. 210 vd. 
6 Milliyet 11.8.1933 
Mükrimin Halil, Akdes Nimet tarihçidir. Hilmi Ziya felsefe, Ziyaeddin Fahri sosyoloji hocasıdır. Enver Ziya daha sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya 
Fakültesi’nde Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nü kuracak ve ilk Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Ders kitabını yazacaktır (1942) Bu kitap, 1981 yılına kadar okutulmuştur. 
Ahmet Akil’le ilgili bilgi bulamadık. Nizamettin Ali, Nizamettin Ali Sav olabilir. Hüseyin Hüsnü Paşa’nın oğlu. Türkiye’de Hendese, Berlinde yüksek Mühendislik 
okumuş. Haydelberg Üniversitesi’nde iktisat ve felsefe doktorası yapmış, Londra Üniversitesi’nde öğretimini tamamlamıştır. 1919’da Şefik Hüsnü’nün İşçi ve 
Çiftçi Sosyalist Fırkasında yer almış. Daha sonra Yunus Nadi’nin Ankara’da yayınladığı Yeni Gün gazetesinde yazarlık yapmış, tahsilini tamamladıktan sonra 
çeşitli devlet kademelerinde bulunmuştur. 1934’te M. Vehbi Sarıdal’la Marx’ın Kapital’ini çevirmeye teşebbüs eden ve İsmet İnönü’nün danışmanlığını da yapan Sav, 1954 ve 1957’de Demokrat Parti’den milletvekili 
seçilmiştir. Milletvekili iken 1959’da ölmüştür. Türklerde Sanayi (1930) ve Sanayi İktisadı ve Türk Sanayi (1950) isimli iki kitabı vardır. 
(https://eksisozluk.com/nizamettin-ali-sav-4124237?day=2013-11-24) 
7 Arı İnan: Tarihe Tanıklık Edenler. İstanbul 2011, Uluğ İğdemir’le konuşma, sf. 3-10 
8 aynı yer ve Kılıç Ali’nin Anıları, sf. 288-290 
9 Rodoslu olan Reşit Galip tabiptir. Balkan Savaşı’na ve 1. Dünya Harbi’ne gönüllü olarak katılmış, Tavşanlı’da doktorken Millî Mücadele için çalışmaya 
başlamıştır. Millî Mücadele’den sonra Mersin’de doktorluk yaparken ziyareti esnasındaki konuşmayla M. Kemal Paşa’nın dikkatini çekmiştir. M. Kemal Paşa’nın 
Reşit Galib’i tanıma hikâyesini şahidi olan Kılıç Ali anlatmaktadır. 
1923 martında bir güney gezisine çıkılmıştır. Mersin’deki durumdan memnun olmayan Paşa’nın, Türkocağı başkanı Reşit Galib’in “Senin asıl büyüklüğün, 
‘Milletin bir ferdiyim” diye övünmendir” sözü hoşun gider. Bu hadiseden bir hayli sonra boşalan milletvekillikleri için isim aranırken hatırına gelir. 
Sıhhat Vekili Refik (Saydam) buna karşı çıkar. “Bu adamı çok iyi bilirim. Şimdi bir köy doktorunu milletvekili yapıyoruz. Yarın milletvekilliği kendisine az 
gelecek. Bakan olmak isteyecek. Bakan olursa o da az gelecek başbakanlık isteyecek! Başbakan olursa...” 
(Kılıç Ali’nin Anıları. Derl. Hulusi Turgut. İstanbul 2013. Sf. 288-290) 1925’te Aydın milletvekili yapılan Reşit Galip vekil olduktan sonra İstiklâl Mahkemesi 
üyeliğine getirilir. “Reşit Galip Atatürk’ten aldığı her görevi büyük bir özenle yerine getiriyordu. Bu nedenle de Atatürk’ün dikkatini çekmeyi başarmıştı...
Onun çevresine girmiş oldu. Her akşam sofrada ve yapılan gezilerde arkadaşlar arasında bulundu. Fakat Atatürk’ün çevresine girip onun yakını olduktan 
sonra tavırları değişmeye başladı. Yavaş yavaş yakın ardaşlarını bile beğenmez olmuştu. Sadece milletvekili olarak kalmış olmasını takdir edilmemesine 
bağlıyordu. Dr. Refik Saydam’ı haklı çıkarır gibiydi.” (Kılıç Ali’nin Anıları a.g.e 290) Reşit Galib’in uzun süre ilkokullarda her sabah okutulan 
“Andımız”ın ilk halini yazdığı bilinmektedir. (Yener Oruç: Atatürk’ün “Fikir Fedaisi” Dr.Reşit Galip, Gürer Yayınları, İstanbul, 2007, 
A.Gürhan Fişek: “Eğitimin yapı taşları az zamanda çok işler yaptı.” sosyalpolitika.fisek.org.tr/ 
10 Kılıç Ali’nin Anıları, sf. 295-297 
11 Zikreden: Prof.Dr.A.Gürhan Fişek: “Eğitimin yapı taşları -Az zamanda çok işler yaptı.” Hasan Âli (Yücel)’nin dönemin bilgilerine dayanarak konuştuğunu 
tahmin edebiliriz. Mustafa Kemal Paşa’nın 1930’lu yıllarda çok sık görüştüğü, konuştuğu, sofrasına davet ettiği kişiler bellidir. 
En sık görüşülen-çağrılan, ziyaret edilenlerin başında İstiklâl Mahkemesi üyesi Kılıç Ali gelmektedir. Yazar Falih Rıfkı (Atay) ve Parti Genel Sekreteri Recep 
(Peker) de bu kategoridedir. (bkz. Walter F. Weiker: “Kemal Atatürk’ün yakınları, 1932-1938” Belleten, C. 34, S. 136, sf. 609-627) Tam olarak bu kişilerin kastedildiğini iddia etmemekle beraber, böyle bir tahminde bulunabiliriz. Nitekim, dersler her ne kadar daha sonraki Maarif Vekili tarafından başlatılmış 
ve ilk ders verilmişse de İnkılâp Derslerinde Recep Bey baş rolü oynamıştır. Kılıç Ali’nin, Reşit Galib’in bakanlığı sırasındaki hal ve hareketine bakarak, 
“Refik Bey’in dediği çıktı... Çok geçmedi bakanlıktan istifaya mecbur edildi” demesi dikkat çekicidir. (Kılıç Ali’nin Anıları, sf. 298) 
12 Kâzım Karabekir: Bir Düello Bir Suikast. (Yayın haz. Faruk Özerengin) İstanbul 1995, sf. 79 
13 a.ge. sf. 93 
14 Recep Bey’in İnkılâp Dersleri, önce Halkevi dergisi Ülkü’de tefrika edilmiş, sonra da Ankara’da Parti’nin basımevi Ulus Matbaası’nda kitap olarak basılmıştır 
(1935 ve 1936) Birikim Yayınları 1983’de, İletişim Yayınları 1984’te kitabı tekrar yayınlamışlardır. 
15 Oktay Aslanapa Mahmut Esad’ın ders notlarını Recep ve Yusuf Kemal beylerin ders notlarıyla birlikte yayınlamıştır. 
(İlk İnkılâp Tarihi Ders Notları. İstanbul 1997) 
16 Yusuf Kemal Tengirşenk’in Türk İnkılâbı Ders Notları-Ekonomik Değişmeler, Edebiyat Fakültesi Talebe Cemiyeti Neşriyatı arasında 1935’te basılmıştır. 
Kitabın kapağında “Talebe tarafından derslerde tutulan notlar” ibaresi yer almaktadır. 
17 Reşit Galib’in ölüm haberi, Hakimiyet-I Milliye’de “İnkılâp Enstitüsünde ilk ders verildi” haberinin altında siyah çerçeve içinde tek sütunda 24 satırlık 
haber olarak verilmiştir. (5 Mart 1934). Ertesi gün (6 mart) Birinci sayfa sağ başta resimli büyük haber Reşit Galib’e ayrılmıştır: 
“Büyük kayıp.” Haberde, aydın meb’usu için Mecliste saygı duruşu yapıldığı “bir dakika sükut” belirtilmektedir. Burhan Asaf’ın Reşit Galip’le ilgili yazısı iç 
sayfalardadır. Hakimiyet-i Milliye’nin 7 Mart nüshasında, Reşit Galib’in cenaze mersimi haberi vardır. Cenazeye katılanlar şöyle duyuruluyor: “Başvekil, 
Meclis Başkanı, Reisicumhur Umumi Kâtibi Ruşen Eşref, başyaverleri Celâl b., Muallim Âfet hanımefendi, vekil beyler, CHP Umumî Kâtibi Recep bey, 
CHP umumî idare heyeti azası, mebuslar, bütün devlet erkânı, muallimler, talebeler velhasıl Ankara’nın yaşlı ve genç bütün varlığı Hacıbayram’da toplanmıştı.” 
18 Recep Peker: İnkılâp Dersleri. İstanbul 1984, sf. 14 
19 1942 yılında Ankara Üniversitesi’nin Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi bünyesinde Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü kurulmuş, Ensititü başkanı Enver Ziya Karal Türkiye Cumhuriyeti Tarihi isimli uzun yıllar orta öğretimde okutulan ders kitabını yazmıştır. Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’in makamında 27 Mart 1945’te 
cereyan eden hadisede Kâzım Karabekir Paşa, Enver Ziya Karal’ın yazdığı kitaba esas kaynak olarak ‘Nutuk’u almasını eleştirmiştir. Karabekir, Nutuk’un 
tarafgirane bir metin olduğunu, yakılan kırk kitabı içinde bulunan “Nutuk’un hata ve sevap cetveli”nde Nutuk’taki yanlışları tek tek gösterdiğini belirtmiş, 
inkılâp tarihinin seyrinde büyük rolü olan birçok şahsiyetin emeklerin yok sayıldığını vurgulamıştır. 
Daha sonraki İnkılâp/devrim tarihi kitaplarının anası olan Türkiye Cumhuriyeti Tarihi’nin yazarı Karal, Kâzım Karabekir’in eleştirilerine cevap verirken üzerinde 
durduğu iki nokta önemlidir. Birincisi, bu kitabın bir devlet tarihi olduğudur. Devlet tarihinde olaylar devlet başkanları etrafında toplanır. Bu bütün devlet tarihlerinde göze çarpan bir gerçektir. Klasik bir ders kitabında bir olayın bütün kahramanlarını saymak mümkün değildir. Karal’ın, Karabekir’in tarih kritiğine yer verilmemesi itirazına cevabı da, ders kitabında tarih kritiğine yer verilmeyeceği şeklindedir! (bkz. D.M.Doğan: Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş. Ankara 2013, sf. 317) 


Kaynaklar 

Aslanapa, Oktay; “1933 Yılında İstanbul Üniversitesi’nde Başlayan İlk İnkılâp Tarihi Ders Notları” adıyla yayınlamıştır. 

İnan, Afet; Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler. Ankara, 1984 
İnan, Arı; Tarihe Tanıklık Edenler, İstanbul, 2011 
Doğan, D. Mehmet; Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş, Ankara 2013 
Karabekir, Kazım; Bir Düello Bir Suikast. (Yayın haz. Faruk Özerengin) İstanbul 1995 
Kılıç Ali’nin Anıları. Derl. Hulusi Turgut. İstanbul 2013 
Kılıç Ali, Atatük’ün Hususiyetleri, İstanbul 1955 
Recep (Peker); İnkılap Dersleri, Ankara 1935 
Yener, Oruç; Atatürk’ün “Fikir Fedaisi” Dr.Reşit Galip, İstanbul, 2007 
Yusuf Kemal ( Tengirşenk), Türk İnkılâbı Ders Notları - Ekonomik Değişmeler, Edebiyat Fakültesi 
Talebe Cemiyeti Neşriyatı, 1935 
Walter F. Weiker: “Kemal Atatürk’ün yakınları, 1932-1938” Belleten, C. 34, S. 136 
Fişek, A. Gürkan; “Eğitimin yapıtaşları az zamanda çok işler yaptı”. sosyalpolitika.fisek.org.tr 

Gazeteler 
Cumhuriyet 
Hakimiyet-i Milliye 

80. yılında İnkılâp (Tarihi) dersleri 
D. Mehmet Doğan 


***

80.Yılında İnkılâp (Tarihi) Dersleri BÖLÜM 1


80.Yılında İnkılâp (Tarihi) Dersleri BÖLÜM 1



80. Yılında İnkılâp (Tarihi) Dersleri 
*D. Mehmet Doğan 
*Yazar 


Özet 

Tarihin yakın dönemlerini yazmak ve öğretmek bazı sıkıntıları beraberinde getirir. Türkiye’de bu 1930’lu yıllarda yapılmaya başlanmıştır. Bu yakın tarihin başlangıçta “İnkılâp tarihi” olarak adlandırıldığını, daha sonra daha objektif bir yaklaşım benimsenerek “Cumhuriyet tarihi”ne dönüştürüldüğünü hatırlayabiliriz. 

2547 sayılı Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Kanunu’na göre, bütün üniversitelerde İnkılâp Tarihi Enstitüsü, araştırma ve uygulama merkezleri açmak mecburî 
sayılmaktadır. Üniversitelerde İnkılâp Tarihi dersi mecburîdir, fakat bu işin tarihi ile ilgili belli başlı bir çalışma yoktur. Bu derslerin düzenli olarak verilişinin 80. yıldönümünde, 80.yıl önceki başlangıcın şekli ve muhtevası bu makalede ele alınmaktadır. 

GİRİŞ

Yakın devirlerin tarihini yazmak kadar öğretmek de problemlidir. Hele yaşayanların müdahil olduğu/olabileceği bir tarih kesitini yazmak/ anlatmak 
daha ciddi sıkıntılara yol açar. Türkiye’de bu 1930’lu yıllarda, daha net konuşmak gerekirse, Cumhuriyet’in 10. yılında, yani rejimin müellifi 
hayatta ve muktedir iken yapılmaya başlanmıştır. Bu başlangıcın 1927’de Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 2. Umumî Heyeti’nde Gazi Mustafa Kemal 
Paşa’nın Nutuk’uyla bir doktrin halinde müjdelendiğini söylemek mümkündür. Bu yakın tarihin başlangıçta “İnkılâp tarihi” olarak adlandırıldığını, daha sonra daha objektif bir yaklaşım benimsenerek “Cumhuriyet tarihi”ne dönüştürüldüğünü, muhteva değişmediği için 1960 darbesinden sonra inkılâp yerine “devrim” denilerek devam edildiğini, nihayet 1980 darbecilerinin “devrim”i “inkılâb”a çevirerek ve başına “Atatürk ilkeleri” ibaresini ekleyerek öğretimi sürdürdüklerini hatırlayabiliriz. 

2547 sayılı Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Kanunu’na göre, Türkiye’de bütün üniversitelerde İnkılâp Tarihi Enstitüsü, araştırma ve uygulama merkezleri açmak mecburî sayılmaktadır.1 Bu bilhassa 28 Şubat döneminde sıkı tutulan bir işti, bu yüzden o zaman mevcut bütün üniversiteler böyle enstitüler, merkezler kurdular. İşe bakın ki, bu enstitüler-merkezler var ve üniversitelerde İnkılâp Tarihi dersi mecburî, fakat bu işin tarihi ile ilgili belli başlı bir çalışma yok. Sahayı bilmek iddiasında olanların dahi gerçek bilgiler yerine söylentileri gerçek sanıp tekrarladıkları sık rastlanan bir hâl. Mesela, ilk inkılâp tarihi dersinin 1933’te verildiği, ilk konuşmayı Atatürk’ün veya İnönü’nün yaptığı bu kabildendir.2 

Bu derslerin düzenli olarak verilişinin 80. yıldönümü hatırlanmadı bile... 

Dr. Reşit Galip ve İnkılâp dersleri 

“İnkılap tarihi” derslerinin başlangıcı, zamanın Adliye Vekili Mahmut Esat (Bozkurt)’un Ankara Hukuk Mektebi’nde verdiği “İhtilaller tarihi” dersine 
dayandırılmaktadır (1925). Darülfünun, gerçek özerk bir üniversite olgunluğu ile inkılâplar konusunda siyasetle paralel hareket etmemiş, belki de esas olarak bu sebeple lağvedilerek 1933’te İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. İstanbul Üniversitesi’nin kuruluş çalışmalarını yürüten Maarif Vekili Dr. Reşit Galib’in inkılâp tarihinin Üniversite’de öğretilmesi konusunda da ilk adımları attığı anlaşılmaktadır. 

Reşit Galip, 1933 te Üniversite kuruluş çalışmaları sırasında İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nün (Türk İnkılâbı Enstitüsü) kurulacağını, Türk inkılâbının ideolojisini yeni üniversitenin işleyeceğini belirtmiştir.3 

Reşit Galib’e göre, İnkılâp Enstitüsü, siyasî, hukukî, adlî, içtimaî, iktisadî, malî sahalarda ve umumî olarak millî kültür sahasında Türk inkılâbını doğuran sebepleri, Türk inkılâbının ana unsurlarını, prensiplerini, inkılâptan doğan Türk geleceğinin her safhasını inceleyecektir.4 Enstitüye ırkan Türk olmayanların alınmayacağı, işe yeminle başlanacağı da ifade edilmektedir.5 O zamanın gazete haberlerine göre, İnkılâp tarihi kürsüsü Maarif Vekili Dr. Reşit Galip Bey’e teklif edilmiş, o da kabul etmiş ve böylece kürsünün kadrosu tamamlanmıştır. Kadroda muavin olarak Mükrimin Halil (Yınanç), Hilmi Ziya (Ülken), Akdes Nimet (Kurat), Enver Ziya (Karal), Nizamettin Ali, Ziyaeddin Fahri (Fındıkoğlu), Ahmet 
Akil beyler çalışacaklardır.6 

Öğreticilerde ırk mensubiyetini şart koşma, yemin etme gibi unsurlar bu dersin ilimden çok inanç sahasına girdiğini, başlangıçta tamamen ideolojik bir öğretimin hedeflendiğini gösterir. 

Üniversite reformunu yapan Bakan’ın fahrî profesör olarak İnkılâp kürsünün başına getirilmesi döneminde tartışmalara-dedikodulara yol açmıştır. 

Reşit Galip, 1933 yazında Moda’da bir deniz kazasında çocuklarını ve baldızını kurtarmak için denize atlamış, kurtarma işini yapmış, ama daha 
önce verem geçirdiğinden bünye zafiyeti yüzünden rahatsızlanmıştır. 

Bu vak’adan sonra Atatürk Yalova’da bulunurken huzura davet edilmiş, O da rahatsızlığını öne sürerek gelemeyeceğini belirtmiştir. O sıralar kendisi 
ile ilgili bazı dedikodular dolaşımdadır. Bunlardan biri inkılâp tarihi profesörü yapılmasıdır. Atatürk’ün sofrasında “siz varken, İsmet Paşa varken Reşit Galip nasıl profesör olur” diyenler vardır. Ayrıca, Darülfünun lağvedilince M. Kemal, İsmet ve Fevzi paşaların fahrî profesörlükleri de ortadan kalkmıştır. Bu vasatta Reşit Galib’in kulağına Atatürk’ün “istifa etsin” dediği haberi geliyor. İstifasını özel ulakla İsmet Paşa’ya ulaştırıyor. İsmet Paşa’nın “o istifa ederse ben de ederim” dediği söyleniyor. Bu tartışmalar sırasınde Rektör Neşet Ömer (İrdealp) ve Edebiyat Fakültesi Dekanı Fuat (Köprülü) Yalova’ya, huzura çağrılıyor. Atatürk Reşit Galib’in istifasını kabul ediyor, bir süre sonra Hikmet Bayur’u İnönü ile arasının açık olduğunu bilmesine rağmen Maarif Vekili yapmak istiyor. Reşit Galib’in istifasından sonra Maarif Vekilliği’ne iki buçuk ay sonra, o sırada Riyaseti Cumhur Umumî Kâtibi (Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri) olan Yusuf 
Hikmet (Bayur) getiriliyor.7 

Reşit Galib’in bakanlığı bir yıldan az sürmüştür (19 Eylül 1932-13 Ağustos 1933) Reşit Galib’in Maarif Vekili yapılması Gazi ile bir sofra tartışmasına dayandırılıyor. 

Aydın milletvekili olan Reşit Galip Ankara Halk Evi başkanlığını da üstlenmiştir. Halk Evi’nde tiyatro faaliyetleri de yapılmaktadır. Maarif Vekili, faaliyetlerinde ona yeterince yardımcı olmamaktadır. Reşit Galip sofrada 

M. Kemal Paşa’nın hocası olan Maarif Vekili Esat (Sagay) Bey’i tenkid ediyor. Atatürk de hocasının bu şekilde eleştirilmesine kızıyor. Sarhoş olduğu anlaşılan Reşit Galib’in sözlerine devam etmesi üzerine M. Kemal Paşa ona sofradan kalkmasını söylüyor. O da “ burası milletin sofrasıdır ” diyor. Bunun üzerine Paşa sofrayı terk ediyor. Reşit Galip de haber vermeden Ankara’ya gidiyor. Aradan aylar geçtikten sonra M. Kemal Çankaya sofrasında Reşit Galib’i hatırlıyor ve Kılıç Ali’ye soruyor. Bunun üzerine Reşit Galip getirtilir, Paşa’nın elini öper. Sandalyesi iki askere taşıttırılıp sofradan kaldırılarak kendisine ders verilir.8 Bakanlığa tayininin bu hadiseden sonra olduğu anlaşılmaktadır.9 

Bir süre sonra da bu sefer İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda M. Kemal Paşa hocası Millî Eğitim Bakanı’nı sıkıştırır. Cevabından memnun olmaz. 
İstifasını ister ve yerine bir isim teklif etmesini söyler. Bir odada görüşürler ve çıkınca, Esat Bey yerine Reşit Galib’i teklif eder. Durumdan Başvekil 
İsmet Paşa’nın haberi yoktur. Telefonla haber verilir. İsmet Paşa biraz direnir, fakat sonunda “emir ve irade Şef’imindir” diyerek kabul eder.10 

Reşit Galib’in Bakanlığı sırasında yaptıklarından ötürü kıskanıldığını, kendisinden beş yıl sonra Maarif Vekili olan Hasan Âli Yücel ifade etmektedir. 
Ona göre, “iki ruh cücesi” onun eteklerine yapışıp umulmadık bir zamanda bu karakter kahramanının yere düşürülmesine aracı olmuşlardır.11 

Dr. Reşit Galib’i 1933 yılında ideolojik bir İnkılâp tarihi dersinin Üniversite’de okutulması konusunda harekete geçiren sebep ne olabilir? 

1933 nisanında Milliyet gazetesinde başlatılan Millî Mücadele ile ilgili yayınlar, doğrudan Cumhuriyet’in ilk muhalif partisi olan Terakkiperver 
Cumhuriyet Fırkası (Partisi) erkânını -ki bunlar Millî Mücadele’nin önemli isimleridir- itibarsızlaştırma maksatlıdır. “Ankaralının defteri” sütununun 
27 Nisan tarihli yazısı “Tek cepheye sadakat böyle mi olur?” başlıklıdır ve Kâzım Karabekir Paşa’yı hedef almaktadır. 

Bu yazıları takip eden Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın parası ile eski yaveri ve o sırada Siirt meb’usu olan Mahmut (Soydan) tarafından 
çıkarılan bu gazetede yazılanlara itiraz eder. Her şeyi göze alarak cevabî yazılar (mektuplar) gönderir. Bu yazılar önce yayınlanır, sonra çürütülmeye 
çalışılır. Daha sonra bazı vesikalar konmaz ve nihayet cevabî yazılar neşredilmez. 8 Mayıs tarihli gazetede, Gazi’nin Kâzım Paşa’nın yazıları 
hakkında kanaati Falih Rıfkı’nın ağzından aktarılır: “Bu mektubu yazan üzerine akıl doktorlarının dikkat nazarını celbederim.” 

Bunun üzerine Paşa, “şarkılı ibret yazacağına İstiklâl Harbi’ne ait bir eser yaza idin” diyenlere cevaben, böyle bir eserin yayınlanmasına karar 
verir. Böylece İstiklâl Harbimizin Esasları kitabı matbaaya gönderilir.12 

İşte tam bu sırada Kâzım Karabekir Paşa’nın Erenköy’deki köşkünün etrafında emniyet gözetimi sıkılaştırılır. Kitabın birinci cildinin basımı bitmek 
üzereyken matbaacı, maruz kaldığı tehditler üzerine “pasaportumu alarak savuşmaktan başka çaresinin kalmadığını” bildirir.13 Daha sonra 
böyle “millî dâvaya aykırı” bir eseri basmak istemediğini beyan eden telgraf gönderir. 

Bu arada kitabın basılı formaları bir gece Yeşilköy yolundaki bir kireç ocağında yakılmıştır. 4 Haziran 1933’de Paşa’nın köşkü Emniyet’çe aranır 
ve 96 dosya alınıp götürülür... 

İnkılâp tarihinin resmî anlatımını tedrisat konusu yapmak böyle bir döneme rastlamaktadır. Yıl, 1933, Cumhuriyetin 10. Yıldönümüdür. Maarif 
Vekili Reşit Galib’in bu havada, Gazi Paşa’ya sadakatını ısbat etmek için Üniversite’de kürsü kurulmasına yöneldiğini, fakat Paşa’nın etrafındaki 
bazı kişilerin dedikoduları üzerine teşebbüsünün akim kaldığını söyleyebiliriz. Gazi Paşa’nın fikri beğendiğini, fakat başka bir sadık adamı tarafın
dan hayata geçirilmesini uygun bulduğunu tahmin edebiliriz. Bunun için seçilen isim “Riyaseti Cumhur Umumî Kâtibi” Yusuf Hikmet (Bayur)dir. 
Cumhurbaşkanı “Genel Sekreteri”ni bu iş için görevlendirmiştir. Gazi’nin, Dr. Reşit Galip yerine Yusuf Hikmet’i seçme sebeplerinden biri de Reşit 
Galib’i İnönü’ye yakın görmesi olabilir. Nitekim Reşit Galib’in istifası İsmet Paşa’ya ulaştırıldığında ilk tepki olarak “o istifa ederse ben de ederim” 
demesi ilgi çekicidir. 

Yusuf Hikmet (Bayur) ve İnkılâp Enstitüsü 

Dr. Reşit Galib’in hazırladığı zemin üzerinde ilk İnkılâp (tarihi) dersleri, 1934 yılının mart ayında verilmeye başlanmıştır. Maarif Vekili Yusuf 
Hikmet Bey tarafından 4 Mart 1934 günü İstanbul Üniversitesi İnkılâp Enstitüsü açılmıştır. Ankara’da yayınlanan CHP’nin yayın organı 3 Mart 
tarihli Hakimiyet-i Milliye haberi 1. Sayfadan ve resimli olarak vermiştir: “İnkılâp Enstitüsü. Maarif Vekili Hiket Bey yarın ilk dersi verecektir.” 
Gazetenin başyazısı da bu konuya ayrılmıştır. Falih Rıfkı (Atay), yazısında bir Fransız ihtilalcisine ait olduğunu iddia ettiği şu sözü aktarır: “Yarım 
inkılâp yapanlar mezarlarını kazıyor demektir.” Falih Rıfkı’ya göre, Türk inkılabı yaradış ve tamamlanış hareketine nesillerce devam edecektir: 

“Fakat bugün artık bu hareketin ana istikametleri, ana prensipleri ders olarak verilebilir.” 

“İnkılâp yürüyor demek, inkılâp düşünüyor, inkılâp okuyar, inkılâp yazıyor, inkılâp sıcak ve taze şuur hassasını muhafaza ediyor demektir.” 

İlk ders haberi 5 Mart 1934 tarihli gazetelerde yer almıştır. Cumhuriyet gazetesi haberi 1. Sayfadan şu başlık altında vermektedir: “İnkılâp enstitüsü 
açıldı. İlk dersi Maarif Vekili Hikmet B. Verdi.” 

Alt başlıkta salonu dolduranların dersten evvel hep bir ağızdan “Cumhuriyet marşı”nı terennüm ettikleri (okudukları) belirtiliyor. 
Cumhuriyet marşının 10. Yıl marşı olduğu tahmin edilebilir. İstiklâl Marşı’nın değil de “Cumhuriyet marşı”nın açılışta okunması ilgi çekicidir. 
Haberle ilgili iki resimde kalabalık dinleyici topluluğu ve dersi veren Hikmet Bey görülmektedir. 

“İstanbul Üniversitesi İnkılâp Enstitüsü, dün saat 17.30 da Maarif Vekili Hikmet Bey tarafından Üniversite konferans salonunu hınca hınç 
dolduran binlerce talebe ve samiinin (dinleyicinin) huzuru (katılması) ile açılmıştır. Salonun oturacak ve ayakta durulabilecek yerleri binlerce 
Üniversite ve Harp Akademisi talebeleri ile Türk ve ecnebi profesörleri tarafından doldurulmuş bulunuyordu.” 

“Ders başlamadan evvel salonu dolduranlar hep bir ağızdan Cumhuriyet marşını terennüm etmişlerdir.” 

“Tam saat 17.30’da Vekil Bey alkışlar arasında kürsüye gelerek, Enstitü faaliyetinin ne şekilde cereyan edeceğini ve tedrisatın kimler tarafından 
ve hangi bahisler üzerinden yapılacağı hakkında kısa bir mukaddemeden sonra ilk dersine başlamıştır.” 

“Vekil Bey Türk inkılâbının yüksek mânasının ne olduğunu ve bu inkılâbın nasıl başladığını anlatmak üzere Türk inkılâbını muhtelif kısımlara 
ayırmış ve bunların en mühimminin ilk safhayı teşkil eden askerî kısmı olduğunu, bunun temadisi olan hukukî kısmın inkılâbın ikinci safhasını, 
iktisadî kısmın üçüncü safhayı, haricî siyaset kısmının da dördüncü safhayı teşkil ettiklerini söylemiş ve bunlaran birinci kısmın, Recep Bey 
tarafından, hukukî kısmın Mahmut Esat Bey tarafından, iktisadî kısmının Yusuf Kemal Bey tarafından ve harici siyaset kısmının da kendisi tarafından 
tedris edileceğini söylemiştir.” 

“Vekil Bey, bundan sonra uhdesine almış bulunduğu inkılâp safhasının ilk dersini, Türk inkılâbının siyasî kısmını safha safha anlatmaya başlamıştır.” 

“Hikmet Bey tedrisatına, Büyük Harbe takaddüm eden cihan vaziyetini ve bu vaziyet içinde Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasî, iktisadî, coğrafî halini ve İmparatorluğun zaaf noktalarını izah ederek girişmiş, Büyük Harp’teki büyük devletlerin ve Osmanlı Devleti’nin karşılıklı vaziyet ve münasebetlerini, harbin neticesini siyasî noktayi nazardan büyük bir itina ve vukufla izah etmiş ve bu izah hazurun tarafından büyük bir alâka ile dinlenmiştir.” 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***